• Sonuç bulunamadı

BEN-U SEN VE BAHÇELERİ!

Belgede Diyarbakır ekonomi tarihi 2 (sayfa 88-90)

ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbakır Eyaletine tabi Sancakların idari Statüleri”, Ziya Gökalp

BEN-U SEN VE BAHÇELERİ!

Mevlüt MERGEN1

Diyarbakır’ın kültürel zenginliklerinin başında gelir beş kilometrelik surları. Bu surlarında kendine özgü efsaneleri olan ve sayısı 72 olarak bilinen burçları vardır. Bu yetmiş iki burcun içerisindedir “Ben-u Sen” burcu.

Bahçelerini anlatmadan önce “Efsanesine” kısaca dokunalım bu güzel burcun: Ben-u Sen burcu aslında iki burçtan oluşmaktadır ve zaten efsanede bu iki burcun yapımından doğmuştur, şöyle ki; Zamanın hükümdarı, günümüzde de olduğu gibi bir yarışma açar ve buraya iki burç yaptırmak ister, yarışmaya usta-çırak olarak iki kişi katılır ve aralarında müthiş bir rekabet başlar, çünkü burcun bitiminde kendilerine verilecek ödülü birinci gelen kazanacaktır.

Burcun yapımı biter, çırak ustasına saygı olsun diye yaptığı burca çıkararak eserinin nasıl olduğunu, kendisinin mi, yoksa ustasının mı burcu daha güzeldir, ilk değerlendirmeyi ustasının yapmasını ister ve şu meşhur soruyu sorar: “usta ben-u sen?”, usta ehl-i vicdandır ve sanata değer verdiği gibi sanatkara da üstün değer veren bir yapıya sahiptir, iyice inceler çırağının yaptığının kendi eserinden daha güzel olduğunu, işçiliğinin harikalığını görür ve çırağına: “sen!..” der, yani senin yaptığın benimkinden güzel olmuştur diyerek hakkı teslim ederken, aynı burcun üzerinden kendisini aşağıya bırakıp ruhunu da Allah’a teslim eder.

Efsaneye göre diyeceğim ama, son zamanlara kadar da ustanın düştüğü yerde çıkan pınarın suyu dururdu ve insanlar içinde yüzerlerdi. İşte o gün, bu gündür bu burçların adı “ben-u sen burçları” olarak anıla gelmiştir.

Şu anda maalesef diyelim bu burçların şehre bakan kısmı yeşil alan ise de arka tarafında büyük bir “varoş” meydana gelmiştir, çok kısa bir zamanda “gecekondulaşan” bu yerde çok değil, otuz-kırk yıl önce yetişen sebzeler şehre getirilir ve satılırdı. Sebzeler derken başta geleninin Diyarbakır’lının deyimiyle “Has” yani marul olduğunu belirtelim, yani burası bir “has” bahçe idi.

“Has” bahçe deyimini bütün otantik hikâyelerde, halk masallarında çok görürüz ve Diyarbakır’ın has bahçesi de işte bu “Ben-u Sen” bahçeleridir. Burada yetişen marullar, tıpkı Hevsel’de kumda yetişen “Kum malı” şeftali gibi, Cin Ali ve diğer bahçelerde yetişen “karahöbür” kara dut gibi, tavlalara konur ve öylece şehre getirilirdi, getirilirken yolda durdurulan satıcıdan orada bulunanlar en az beşer tane alırdı, o zamanlar plastik poşet yoktu, ama bu beş altı tane marulu taşımak da gerekirdi ki, satıcının elinde bir çuvaldız ve bir top iplik bulunurdu, marulları ip

takılı çuvaldızla birbirine geçirir ve öylece verirdi müşterisine, bugün bu usulde marul satıldığını ne kimseler bilir, ne de ikimseler o şekilde eline alıp evine götürür.

Ben-u Sen bahçelerinde sebze yetiştirildiği gibi burası yakın zamanlara kadar da “piknik” alanı olarak kullanılırdı, sözünü ettiğimiz o pınarın ki, etrafı küçücük çakıl taşları ile çevrili idi, etrafında öbek, öbek otururdu hanımlar, burada evlerinden getirdikleri dolmaları, bellohları (mercimek köfte), çiğ köfteleri hazırlayıp yerlerdi.

Türkülerde bile anılır buradan geçen haram suyun varlığı. “Haram sudan atladım

Mantin çarşaf katladım Muradım olur diye her dertlere katlandım” İlk dörtlüğüdür bu türkünün.

Biraz da neden genç kızlar ve hanımlar “her derde katlanırdı” ve niçin “haram sudan atlanırdı?” Diyarbakır kadını “çilekeş” tir, “er” inden cefa görse de, kayın validesi kendisine sıkıntı verse de, ekonomik sıkıntı içinde olsa da o geleceğini düşünür ve sonunda muradının olacağına, mutluluğu tadacağına inanırdı.

Ve Diyarbakır’lı genç kızlar bu haram sudan atlarken, kısmetlerinin açılacağına, gönüllerindeki “beyaz atlı prensin” kendilerini bulacağına inanarak atlarlardı, böylesine bir efsanevi durumu vardır “Ben-u sen bahçeleri” ve surlarının.

Sözün başında da dile getirdik, şimdi maalesef burası bir “varoş” bir “gecekondu mahallesi” çarpık bir kentleşmenin en bariz görüntüsünün olduğu yer, ama şunu da söyleyelim, “ben-u sen” burçları dimdik ayakta, bazı yerleri restore edilmek isetese de dimdik ayakta ve efsanesini haykırmaktadır.

Tabii sadece marul değildi burada yetişen sebzeler, domates gibi, patlıcan, fasulye gibi, salatalık gibi sebzelerde yetiştirilirdi bu bahçelerde.

Söz dönüp dolaşıp marula geliyor, marullar bir zaman sonra “tohuma” dururdu ve o zaman “çavuş” denilen bir nevi marul yetişirdi burada, bu marullar yapraktan ziyade göbeği sayesinde rağbet görürdü, satanlar “göbekli marul” diye reklamını yaparlardı, salatalık gibi bu göbek kısmı soyulur ve öylece yenirdi, tıpkı Dicle kenarındaki kumlarda yetişen “kıtti” gibi, bu kıttiler de yeşil renkte olup uzunluğu neredeyse yarım metreyi bulurdu “dev” leşirdi adeta, ama lezzetini de beraberinde büyütürdü, çok tercih edilirdi..

Hani nasıl derler “kendi gitti adı kaldı yadigar” sözünü hatırlattı bize “ben-u Sen” burçları ve bahçeleri. Dağarcığımızda kalan bilgileri aktarmaya çalıştık, noksan anlattık, fazla anlatmadık, noksanlığımız hoş görülsün isteriz ve yine isteriz ki bu şehre gelen herkes gidip “Ben-u Burçlarını” bir görsün ve o usta ile çırağın yarışmasını bir hatırlasın da o iki güzel insanı saygıyla ansın, sanatın ve sanatkarın değerinin çok ötelerden günümüze taşındığını da bu burçların şahitliği ile öğrensin.

ESFEL (HEVSEL) BAHÇELERİ

Belgede Diyarbakır ekonomi tarihi 2 (sayfa 88-90)