• Sonuç bulunamadı

Şapel: Bir kilise veya ibadet yeridir Genelde ufak olur ve başka bir mimari yapıya bağlıdır; örneğin büyük bir kiliseye, bir hastaneye, bir eğitim kurumuna, bir hapishaneye veya bir cenaze evine bağlı

Belgede Diyarbakır ekonomi tarihi 2 (sayfa 113-116)

ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbakır Eyaletine tabi Sancakların idari Statüleri”, Ziya Gökalp

ESKİ KÜLTÜRLERDE GÜL

38 Şapel: Bir kilise veya ibadet yeridir Genelde ufak olur ve başka bir mimari yapıya bağlıdır; örneğin büyük bir kiliseye, bir hastaneye, bir eğitim kurumuna, bir hapishaneye veya bir cenaze evine bağlı

küçük bir mabet. Belirli mezheplerin belirli şapel gelenekleri vardır, bazıları her kilisenin arkasına bir de Meryem Ana şapeli yaparlar. (http://www.turkcebilgi.com/%C5%9Fapel/nedir)

39 http://www.kibrisca.com/page.asp?PID=48&ResetModules=True 40 a.g. int. sitesi

ise (18000 mısra) Jean de Meung tarafından yazılmıştır/yazıya geçirilmiştir. Bu, tamamen allegorik bir manzumedir. Ovidius’un Ars Amatoria adlı yapıtının yeni bir şekli de sayılabilecek bu eser saray çevresinin aşk metodlarını anlatan didaktik bir eserdir. “Gül” ideal sevgiliyi, “Amant” ideal aşığı simgelemektedir. Eserin diğer sembolik kişilikleri de aşk, akıl, haset ve kin, hüzün, sevinç, ihtiyarlık, güzellik, zenginlik ve ikiyüzlülüktür.42

Anlatılan diğer bir efsanede ise Afrodit, oğlu Eros’a gülü hediye eder; ve böylece de gül- belki de ilk defa- bir aşk sembolü olur. Eros da aynı gülü, Sessizlik tanrısı Harpocrates’e, annesi hakkında çıkabilecek dedikoduları önlemek için, verir. Böylece de gül ‘sessizlik ve gizlilik’ sembolü olma özelliği kazanır.43

Bir başka inanışa göre ise, gül, Dionysos’un kutsal çiçeğidir; bu nedenle sofraların başköşelerinden hiç eksik edilmemiş, bazen de yaprakları mezarlara serpilmiştir. Mısır duvar resimlerinde ve çeşitli kral mezarlarından çıkarılan ‘gül desenli’ arkeolojik bulgular İ.Ö 5.yy. Kleopatra zamanına kadar gitmektedir. Kleopatra’nın “Romalı” olan her şeye karşı büyük bir ihtiras duyduğu, gülü de ‘çılgınlık derecesinde’ sevdiği bilinen bir gerçektir. Romalılar’da da gül sevgisi devam etmiş; gül aşk, neşe çiçeği sayılmıştır. Düzenlenen “Oyunlar”da Roma’nın bütün caddeleri güllerle süslenir, yapılan eğlencelerde sofralar güllerle donatılır, cariyeler ve rakkaseler de gül çelengi takarlarmış. Hatta Neron’un verdiği bir davette gelenleri gül yapraklarıyla karşıladığı ve misafirlerinin altına gülden yataklar serdiği de anlatılmaktadır. Roma’da, gül hem tıpta ve yemek yapımında kullanıldığından, geniş gülistanlar, gül bahçeleri bulunmaktaydı.44

Fransa’nın Verdun kasabası Belediye Başkanı’nın genç yaşta ölen Rose (gül) isimli kızı için ünlü Fransız şairi Malherbe bir mersiye yazar. Yazma işi çok uzun sürer. Başkan kızının mâtemini unutur. Hatta zaman geçer başkan da ölür. Şiir uzun bir süre sonra biter. “Sen bu şiiri belediye başkanını teselli için yazmıştın. Hâlbuki teselli edecek kimse kalmadı” derler. Ünlü şair buna şu tarihi cevabı verir: “Kabahat bir şiirin yazılacağı zaman kadar yaşamayan belediye reisindedir.” Yazılan şiirin manası: “Gül bir

gül’dü ve güller kadar kısa yaşadı” duygusunu veriyordu. Oysa bugün adını bile çoktan

unuttuğumuz, bilemediğimiz bir Türk mâni şairimiz aynı konuyu:

Dere boyu saz olur Gül açılır yaz olur Ben yârime Gül demem Gül’ün ömrü az olur

diyerek Türkçe’nin güzelliğini ahenk içinde söylemiştir.45

Güller sadece şairlerin değil, bitki bilimcilerin, kimyacıların, bitkiyle tedavi uzmanlarının ve onun şaşırtıcı gücünden yararlanmak isteyenlerin de dünyasıdır.

42 a.g. int. sitesi 43 a.g. int. sitesi

44 http://www.2de1.com/bilelim.ogrenelim/114406-gullerin.tarihi.html 45 http://www.2de1.com/bilelim.ogrenelim/114406-gullerin.tarihi.html

Yaban gülü cins ve türleri oldukça fazladır ve bunların 40 kadarı Avrupalıdır. Yetiştirilen gül çeşitlerinin sayısıysa binleri aşar. Bitki yetiştiricilerin her gün bir yeni cins elde ettikleri söylenebilir. Ve bu sihirbaz çiçek, bahçelerde erguvandan, ametisten daha parıltılı bir mora, kırmızıdan pembeye, sarıdan portakal rengine, hiçbir imparatorun tacında görülmemiş rubiden (kırmızı yakut) safire (gök yakut) olağanüstü bir tablonun ortaya çıkmasını sağlar.

Çiçeklerine göre: Yalın kanat, yarım katmerli ve katmerli güller. Boylarına göre: Bodur, yüksek ve sarılıcı güller.

Çiçeklenme zamanına göre: Yılda bir çiçek açanlar, yılda birden fazla çiçek açanlar ve yediveren güller diye sınıflandırılmaktadırlar.

Isparta gülü (Rosa damascena): Çok eski bir kültür bitkisi olduğu için menşei belli değildir. Halen Isparta çevresinde bol miktarda yetiştirilmektedir. Isparta veya yağ gülü, Isparta çevresinde, 1,5–2 m aralıkla sıralar hâlinde ekilmektedir. Üretilmesi çelikle yapılır. Çelikler de kasım ve aralık aylarında ekilir. Ürün ikinci yıldan itibaren alınmaya baslar. Üçüncü ve dördüncü yaslarda verim en fazladır. Daha sonra bu yaşlı güller kesilerek gençleştirme yoluna gidilir. Gül bahçelerinden gençleştirme suretiyle 15–20 sene faydalanılabilir.

Yabâni gül (Rosa canina): Memleketimizde oldukça yaygın bir gül çeşididir. 2-3 m yüksekliğinde, pembe veya beyaz çiçekli bir ağaççıktır. Meyveleri parlak kırmızı renktedir. Bu gülün olgun meyvelerini saran, başlangıçta ağzı dar bir bardak seklinde olan çiçek ekseni, çiçek tablası olgunlaşınca etlenip, kırmızı bir renk alır. Bu meyvelere “kuşburnu” adi verilir. Bileşiminde tanen, pektin, vitamin C, sekerler ve organik asitler vardır. Kabız edici, idrar söktürücü olarak, böbrek ve safra taşlarına karşı, C vitamini yönünden zengin olduğu için de bâzı bölgelerde marmelât yapımında kullanılır.

Kullanılan kısımları: Gülün kullanılan kısımları çiçeği, çiçeklerinden elde edilen gülyağı ve gülsuyudur. Çiçekler sabahın erken saatlerinden güneş doğmadan toplanıp gölgede kurutulur. Su buharı ile distilasyona tâbi tutulur. Elde edilen kısmın üst tarafında gül yağı toplanır. Alttaki sulu kısım ise gül suyunu teşkil eder. Genellikle 3000–3500 kg çiçekten, 1 kg gülyağı, 500 kg gül suyu elde edilmektedir.46

Gül ve Bülbül

“Gül ü Bülbül” adıyla bilinen bu edebiyat türünde gül ile bülbül arasındaki

aşkı anlatan mesnevi tarzında temsili hikâyelerin yazıldığı eserler vardır. Bu terim bu tür hikâyelerin ortak adıdır. Gül ve Bülbül fenomeni İran edebiyatından Arap edebiyatına girmiş oradan da Doğu kültürünün Avrupa’ya geçişinde önemli iki kapı olan İspanya ve Sicilya yoluyla Batı’ya ulaşmıştır. Türk edebiyatında bu adla bir çok eser kaleme alınmış olmasına rağmen konuların işlenişi farklı biçimlerde olmuştur.47

46 http://www.dogadansifaya.com/gul-ve-gulun-faydalari.html 47 İSAM,a.g.ans.; Mustafa Özkan, Gül ü Bülbül, c.14, s. 222.

Efsaneye göre bülbül güle âşıktır. Gül önce solgun bir ak güldür, goncanın seher vakti açtığı sanılır, bülbül bütün gece bu anı bekler. Gonca açılacaktır, bülbül seyredecektir, ama beklediği anı yaşayamadan uykuya dalar, goncanın açılışını seyredemez. Her seferinde fırsatı kaçırır... Gül mevsimi geçer bülbül lal olur. Gül mevsimi gelir ötmeye başlar, gülün açılmasını kendi muhabbetine karşılık vermesini bekler, bülbül öter, gül naz eder. Bülbül hasretle gülün dalına konar ama daldaki dikeni fark etmez, diken bülbülün göğsüne batar, al kanlar sızar bülbülden... Gülün toprağına akan kanlar yağmur suyuyla gülfidanına geçer ve ondan sonra beyaz gül kıpkırmızı açmaya başlar..

Bu yüzden “gülün kırmızısı bülbülün kanındandır” ya da “…bülbülün ölümüne

sebep olan gül hicabından kızarır” denir. Şiirler bundan dolayı bülbül-gül-diken

üçlüsü üzerine kurulur. Artık sevda nimeti, külfeti ile beraberdir. Efsaneden gerçek sözler yerleşir hafızamıza; “gülü seven dikenine katlanır”, “gül dikensiz olmaz”...

Suyu Taşırmayan Bir Gül Yaprağı Olmak

Uzakdoğu’da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı, kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı. İçerideki Budist rahip, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.

Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu. Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı, tapınağın bahçesine döndü. Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı içerideki Budist rahip saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

Belgede Diyarbakır ekonomi tarihi 2 (sayfa 113-116)