• Sonuç bulunamadı

Belâgat, müstakil bir ilim olarak ortaya çıkmadan önce meleke olarak şair, hatip ve halkın dilinde bulunmaktaydı. Arap belâgatının müstakil bir ilim dalı olarak ortaya çıkması İslâmiyet’in neşet etmesinden sonraya rastlamaktadır. Bununla birlikte Câhiliye döneminde sözün iyisini kötüsünden ayırmak bugünkü haliyle, yani kurallara ve kalıplara dökülmüş bir halde olmamakla birlikte şair ve hatipler tarafından bilinmekteydi. Söz gelimi İslâm öncesi dönemlerde halkın sık olarak bulunduğu panayırlarda-özellikle de Ukâẓ panayırında-şiir müsabakaları yapılır ve şairler şiirlerini Ḳureyş kabilesinden feṣâḥat ve belâgat yönleriyle meşhur olan şairlere sunarlardı. Onlar da bu şiirleri feṣâḥat, belâgat, lafız ve mana yönlerinden eleştirirler ve edebî yönleriyle daha üstün bulunan şairlerin şiirleri Ka‘be’nin bir köşesinde asılma hakkına sahip olurdu. Örneğin kaynaklar, Câhiliye döneminin meşhur şairlerinden olan Nâbiġa eẕ-Ẕubyânî (ö. 604) için bu panayırlarda bir çadır kurulduğunu ve onun önüne getirilen şiirler konusunda lafız ve

203 el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 6; Mustafa Çuhadar, “Feṣâḥat”, DİA, İstanbul,

1995, XII, 423.

204 Şevḳi Ḍayf, el-Belâġa, taṭavvur ve târîḫ, 9. baskı, Kahire, Dâru’l-me‘ârif, 1965, s. 107-108; Mâzin el-

Mubârek, el-Mûcez fî târiḫi’l-belâġa, y.y., Dâru’l-fikr, ts., s. 88.

mana gibi birtakım edebî tahlillerde bulunduğunu aktarırlar. Daha açık bir anlatımla ifade edilecek olursa bu dönemde Araplar henüz kural ve kaidelere dökülmüş olmasa bile sözün güzelini veya çirkinini, niçin güzel veya çirkin bulduklarının sebeplerini de kendi edebî zevklerine dayanarak söyleyebiliyorlardı. Dolayısıyla bütün bunlar henüz bir ilim haline gelmeden önce Câhiliye dönemi şair ve hatipleri tarafından belâgatın nüvesini teşkil edecek bazı edebî eleştirilerin yapıldığını göstermektedir.206

İslâm öncesi dönemdeki Arap edebiyatında belâgat çalışmaları önce edebî eleştiri şeklinde başlamış, İslâmî dönemde ise bu alandaki çalışmalar hem Kur’ân-ı Kerim’in iʻcâzı, hem de edebî eleştiri sebebiyle daha hızlı bir şekilde gelişerek devam etmiştir. Erken İslâmî dönemlerde belâgat çalışmaları dil ve edebiyat, tefsir ve kelâm ilimleriyle karışık bir şekilde ele alınmış, ama bu dönemde söz konusu ilmin esas hedefi Kur’ân-ı layıkıyla anlamak olmuştur.207

3. 1. Belâgatın Gelişmesinde Etkili Olan Yerli (İslâmî) Kaynaklar

Az önce belâgatın gelişmesinde etkisi bulunan kaynakların İslâm öncesine ve İslâm sonrasına ait olduğuna işaret edilmişti. İslâm’dan sonra belâgatın bir ilim olarak ortaya çıkmasında etkili olan kaynaklar da yerli ve yabancı olmak üzere ikiye ayrılabilir. Arap belâgatının bir ilim olarak tarih sahnesine çıkması İslâm’ın zuhurundan sonradır. Şairler, râvîler, dilciler, kelâmacılar ve tefsirciler çeşitli vesileler sebebiyle bu ilmin oluşmasında katkıda bulunmuşlardır.

3. 1. 1. Şairler

Gerek Câhiliye döneminde gerekse İslâmî dönemde şiir, belâgat ilminin gelişmesinde etkili olan en temel faktörler arasında kendi yerini almaktadır. İslâmî dönemde şairlerin belâgat hakkında kitaplar yazdıklarına şahit olunur. Bu şairler bir yandan yazdıkları kitaplarla belâgat ilminin gelişmesine katkıda bulunuyorlarken diğer yandan da şiir ve şiir eleştirileriyle belâgat uygulamaları yapıyorlardı. Belâgat, özellikle

206 Ḍayf, el-Belâġa, taṭavvur ve târîḫ, s. 10-11; el-Mubârek, el-Mûcez fî târiḫi’l-belâġa, s. 21.

muvelledun208 şair ve şiir eleştirmenleri sayesinde gelişmesini sürdürmüştür. Bu şairler ve onların yanında yetişen şiir eleştirmenleri, söz estetiğine yönelerek söz sanatının çeşitli biçimlerini şiir ve nesirde kullanma (bedîʻ) girişiminde bulundular ki, böyle bir girişim, belâgat alanında araştırma yapmayı gerektiriyordu. Belâgat konularının ilk kez müstakil bir şekilde ele alınması da bizzat bu şairler sayesinde olmuştur. Bu alanda belâgatın temellerini atan ve bu ilmin prensiplerini kayda geçiren önemli bir şahsiyet olan İbnu’l- Mu‘tezz örnek gösterilebilir.209 Genel kabule göre, gerçek anlamda belâgat ilmiyle ilgili

telifler İbnu’l-Mu‘tez’in el-Bedî‘ adlı eseriyle başlar. Bu kitap müstakil olarak belâgat konusunda telif edilen ve doğrudan belâgat konularını ele alan ilk eser olarak değerlendirilmektedir. Muhakkak ki, ondan önce de belâgatın çeşitli konuları farklı kitaplarda ele alınmıştır. Ama bütün bunlar, bir âyet, bir hadis, bir nesir veya şiir rivâyetini izah ederken dolaylı olarak yapılan açıklamalardan ibaret kalıyordu. Kendi ifadesinden de anlaşılacağı üzere210 bedî‘ ilk kez İbnu’l-Mu‘tezz tarafından kullanılmamıştır. Onu bu

208 Muvelledûn kelimesi Arap edebiyatında müteahhir dönem şairlerini ifade etmek için kullanılan bir

kavramdır. Arap edebiyatında “muvelledûn” dönemi şairleri Arap asıllı olmayan Beşşâr b. Burd (ö. 167/783-84) ile başlatılmaktadır. Onlara “muvelledûn” adının verilmesi ise söz konusu ayırımı yapan dilci ve edebiyatçılara nisbetle daha sonraki dönemde yaşamalarından kaynaklanmaktadır. Eski Arap dilcileri kendilerinden alınan dilsel malzemelerin (şiir) lügat, sarf, nahiv ve tefsir alanlarında şâhid olarak kullanılabilmesi bakımından şairleri yaşadıkları dönemlere göre câhiliyyûn, muḥaḍramûn, İslâmiyyûn/muteḳaddimîn ve muvelledûn/muḥdes̱ûn şeklinde tabakalara ayırmışlardır. Henüz Araplar Arap olmayan unsurlarla dilin yanlış kullanılmasını etkileyecek düzeyde karışmadığından ilk iki tabakaya ait şairlerin şiirlerinin şâhid olarak kullanılması konusunda dilciler ittifak halindedirler. İslâmiyyûn devri (Ḫulefa-i Râşidûn ve Emevîler dönemi) şairlerine ait şiirlerin şâhid olarak kullanılmasına ihtiyatla yaklaşılmasına rağmen hâkim görüş bunlarla da istidlâl edilebileceği yönündedir. Muvelledûn tabakasına mensup şairlere gelince ise söz konusu dönemde Arapçanın bozulmaya yüz tutması nedeniyle dilciler arasında yaygın kanaat bu şairlerin şiirleriyle istidlâl edilmeyeceyi yönündedir. Yeri gelmişken belirtilmesi gerekir ki belâgat alanında Arap olan veya olmayan her döneme ait şair ve ediplerin ifadeleri şâhid olarak kullanılabilmektedir. Geniş bilgi için bk: İbn Reşîḳ, el-‘Umde, I, 90; Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Târiḫu edebi’l-‘Arabî, 24. baskı, Kahire, Dâru nahḍati Mıṣr li’ṭ-ṭıbâ‘a ve’n-neşr, ts., s. 45 vd.; Mustafâ Ṣâdiḳ er-Râfi‘î, Târiḫu edebi’l-‘Arab, 4. baskı, Beyrut, Dâru’l-kitâbi’l-‘Arabî, 1394/1974, II, s. 55-56.

209 el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 67; Taşdelen, “Belâgat İlmi ve Tarihi”, s. 219.

210 İbnu’l-Mu‘tezz, çağdaşı olan bazı bilginlerin bedî‘ kavramını ilk kullanan şairlerin Beşşâr b. Burd (ö.

167/784), Ebû Nuvâs (ö. 198/814) ve Muslim b. Velîd (ö. 208/823) olduğunu söylemelerine karşı çıkmış ve söz konusu sanatın eski şiir, Kur’ân, hadis ve sahabe sözlerinde bulunduğunu ispat etmek için, bu kitabı telif ettiğini açıkça belirtmiştir. Daha geniş bilgi için bk: Abdullah b. Muhammed el-Mu‘tezz Billâh/ İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-Bedî‘, thk: İrfân Maṭracî, 1. baskı, Beyrût, Muessesetu’l-kutubi’s̱- s̱ekâfe, 1433/2012, s. 9.

konuda öncü konumuna yükselten ise bedi‘ kavramına yeni bir mana kazandırmış ve onu edebî üslubun eleştirisinde bir kriter haline getirmiş olmasıdır.211

3. 1. 2. Kâtipler

Belâgatın bir ilim olarak gelişmesinde önemli rol oynayan tabakaların başında Arap olmayan divan kâtipleri gelmektedir. Zira İslâmî fetihlerinin genişlemesi sonucunda birbirinden apayrı insan toplulukları bu devletin himayesine girmiş ve çoğu Arap asıllı olmayan bu insanlar devlet makamlarında görev alabilmek için devletin resmî dili olan Arapçayı yüksek seviyede öğrenmeleri gerekmiştir. Bu yüzden bu kâtipler kaleme aldıkları yazılarını edebî sanatlarla süslemeye özen göstermişlerdir. Ayrıca kâtiplik gibi üst düzey görevlerde çalışmak için bu insanların Arap dilinin yanı sıra Arap edebiyatında ciddi başarılar göstermeleri gerekiyordu. Zira kâtiplik, Arap edebiyatı ve edebiyat tarihi üzerinde son derece önemli etkileri bulunan bir alandı. Bu yüzden eskiden beri söz ustaları olarak bilinen ve edebiyat alanında başka meslek gruplarının ulaşamadıkları bir noktaya kadar varan kâtip tabakası bu alanda kayda değer edebî araştırmalar yapmıştır. el-Ḫûlî’ye göre söz konusu kâtiplerin edebî araştırmalar alanındaki başarılarını el-Câḥıẓ’a isnat edilen şu ifadeler daha net bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Şiiri Aṣmaî‘ (ö. 216/831)’den öğrenmek istedim, ama onun sadece şiirin garibini iyi anladığını gördüm. Daha sonra Aḫfeş (ö. 215/830)’e212 gittim, onun da

sadece i‘râb konusuna vakıf olduğunu öğrendim. Ebû ‘Ubeyde (ö. 209/824)’ye gittiğimde ise onun kabile savaşları ve neseplerle ilgili haberlerle alakalı olduğuna rastladım. Aradığımı sadece Hasan b. Vehb (ö. 250/865)213 ve Muhammed b.

211 Taşdelen, “Belâgat İlmi ve Tarihi”, s. 250.

212 Ebu’l-Hasan Saîd b. Mes‘ebe el-Mucâşiî el-Belḫî olup daha çok el-Aḫfeş el-Evsaṭ olarak meşhurdur.

Bk: Ziriklî, el-A‘lâm, III, 101-102.

213 Kâtip ve şair olan Hasan b. Vehb’in tam adı Ebû Alî el-Ḥasan b. Vehb b. Saîd b. ‘Amr b. Ḥuseyn el-

‘Abdilmelik ez-Zeyyât214 gibi kâtiplerde buldum.215 Zira onlar (kâtipler)

anlaşılmayan, telaffuzu zor ve manası bilinmeyen sözlerden uzak dururlar.”216

Kâtiplerin edebiyat alanındaki çalışmalarına temas ettikten sonra el-Ḫûlî onların çok erken dönemlerden itibaren Kur’ân araştırmalarına başladıklarını da ifade eder. Ona göre âyetlerin dil açısından yorumlandığı ilk eserlerden olan Ebû ‘Ubeyde Ma‘mer b. Mus̱ ennâ’nın Mecâzu’l-Ḳur’ân adlı çalışması buna örnek olarak gösterilebilir. Ebû ‘Ubeyde mecâz konusunda ilk eser telif eden şahıstır. Kaynakların aktardığına göre, el- Faḍl b. er-Rebî (ö. 208/823)’in217 bulunduğu bir sohbet toplantısında kâtip kıyafetindeki

birisi Ebû ‘Ubeyde’ye; “

يييطاَيهشلا ُسوُءُر ُههنَأَك اَهُعْلَط .يمييحَْلْا يلْصَأ يفِ ُجُرَْتَ ٌةَرَجَش اَهنَّإ

” “Zira o,

cehennemin dibinden bitip yetişen bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların kafalarına benzer.”218 âyetinin anlamını sormuştur. Zira söz konusu âyette “ağaç tomurcukları” gibi

bilinen bir nesne “şeytanların kafaları” gibi bilinmeyen bir şeye benzetilmiştir. Başka bir ifadeyle bilinenin bilinmeyene benzetilmesi konusunun Arap dilinde bilinen bir husus olmadığı iddiası ile kendisine yöneltilen bu soruyu Ebû ‘Ubeyde, “Tehdit ancak aynı

derecedeki bir tehditle caydırıcılık kazanır, ancak burada böyle bir durum söz konusu değildir.”219 şeklinde cevaplamış ve bilinenin bilinmeyene benzetilmesi hususunun Arap dilinde garipsenecek bir şey olduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine Ebû ‘Ubeyde

214 Tam adı Ebû Ca‘fer Muhammed b. Abdilmelik b. Ebân b. Hamza olup daha çok İbnu’z-Zeyyât ismiyle

meşhurdur. Şair ve edip olan İbnu’z-Zeyyât Abbâsî halifeleri el-Mu‘taṣım Billâh (ö. 227/842) ve el- Vâsik Billâh (ö. 232/847) dönemlerinde vezirlik ve kâtiplik görevleri yapmıştır. Bk: Ziriklî, el-A‘lâm, VI, 248.

215 İbn Reşîḳ, el-‘Umde, II, 105.

216 el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 66.

217 Şair ve edip olan Ebu’l-Abbâs el-Faḍl b. er-Rebî‘ b. Yûnus aynı zamanda Abbâsî halifeleri Hârûnurreşîd

ve Emîn dönemlerinde vezirlik yapmıştır. Bk: Şemsuddîn Muhammed eẕ-Ẕehebî, Siyeru a‘lâmi’n- nubelâ, thk: Muhammed Nuaym el-‘Arḳûsî, Beyrût, Muessesetu’r-risâle, 1417/1992, X, 109-110; ez- Ziriklî, el-A‘lâm, V, 148.

218 eṣ-Ṣaffât, 37/64-65.

Kur’ân’daki bu ve benzeri meselelerin anlaşılması için kitap telif etmeğe karar vermiş ve

Mecâzu’l-Ḳur’ân220 adlı eserini yazmıştır.221

Netice olarak el-Ḫûlî’ye göre böyle erken bir dönemde edebî faaliyetlere başlayan kâtipler, Arap edebiyatı ve belâgatı alanında yaptıkları çalışmalarla bu bilim dallarını önemli derecede etkilemişlerdir. İbnu’l-Muḳaffâ‘ (ö. 142/759)222 (el-Edebu’l-kebîr ve el-

Edebu’ṣ-ṣaġîr), Ḳudâme b. Caʻfer (ö. 337/948)223 (Naḳdu’ş-şiʻr ve Naḳdu’n-nes̱ r), İbn Şîs

el-Ḳuraşî, (Meʻâlimu’l-kitâbe ve Meġânimu’l-iṣâbe), İbnu’l-Es̱ îr (ö. 637/1239)224 (el-

Mes̱elu’s-sâir fî edebî’l-kâtib ve’ş-şâir), Ḳalḳaşendî (ö. 821/1418)225 (Ṣubḥu’l-aʻşâ fî

ṣınâʻati’l-inşâ) ve başkaları Arap belâgat ilminin gelişmesinde rol oynamış önemli

bürokrat kâtiplerden sadece bazılarıdır.226

3. 1. 3. Râvîler ve Dilciler

Belâgat ilminin inkişafında önemli katkıları bulunan bir diğer grup ise dil râvîleri ve dilcilerdir. Dil râvîleri, Arapların geçmişlerini bulundukları zamana bağlayan, onların kültür miraslarını muhafaza eden ve faṣîḥ Arapçayı rivâyet edip kelimelerin kullanılışındaki Arap üslup özelliklerini tespit ve tayin eden kimselerdi. Arap olmayan yabancı unsurların Araplarla karışması sonucunda Arap dilinin bozulmaya yüz tuttuğu bir

220 Belirtmek gerekir ki Ebû Ubâde’nin bu kitabı “Ġarîbu’l-Ḳur’ân” ve “Me‘âni’l-Ḳur’ân” türü eserler

arasında, Ḳur’ân’da geçen ġarîb kelime ve tabirlerin filolojik tefsiriyle Ḳur’ân’ın üslup özelliklerinin “Mecâzu’l-Ḳur’ân” adıyla ilk ele alındığı eserdir. Bk: Âdem Yerinde, “Mecâzu’l-Kur’an”, DİA, İstanbul, 2003, XXVIII, 225.

221 el-Ḫûlî, Arap-İslam Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, s. 56; Ayrıca metnin aslı için bk: Şemsuddîn

Ahmed b. Ḫallikan, Vefayâtu’l-aʻyân ve enbâu ebnâi’z-zamân, thk: İhsan Abbas, Beyrut, Dâru ṣâdır, ts., V, 236.

222 İran asıllı kâtip ve edip olan İbnu’l-Muḳaffâʻ Emevîler döneminin sonlarına doğru Basra ve Kûfe valiliği

yapan Yezîd ile Kirmân valisi Dâvûd’un kâtipliklerini yapmıştır. Geniş bilgi için bk: eẕ-Ẕehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nubelâ, VI, 208 vd.; ez-Ziriklî, el-A‘lâm, IV, 140.

223 Abbâsî divân kâtibi, şiir tenkitçisi ve edip olan Ḳudâme b. Ca‘fer’in hayatı için bk: Yâḳût b. Abdillâh

el-Ḥamevî, Mu‘cemu’l-udebâ İrşâdu’l-erîb ilâ ma‘rifeti’l-edîb, 1. baskı, thk: İhsân Abbâs, Beyrut, Dâru’l-ġarbi’l-İslâmî, 1414/1993, V, 2235; ez-Ziriklî, el-A‘lâm, V, 191; Cengiz Kallek, “Ḳudâme b. Ca‘fer”, DİA, İstanbul, 2002, XXVI, 311.

224 Belâgat âlimi olan Ẓiyâuddin İbnu’l-Es̱ îr Selahuddin el-Eyyûbî’nin oğlu el-Meliku’l Efḍal Alî’nin özel

kâtipliğini yapmıştır. Bk: İbn Ḫallikân, Vefayâtu’l-a‘yân, V, 389 vd.

225 Memlüklü tarihçisi olan el-Ḳalḳaşendî ayna zamanda Kahire’de başkanlığını el-Ḳâḍî Bedreddin el-

Ömerî’nin yaptığı Divân-ı İnşâ’da kâtibu’d-dest olarak görev yapmıştır. Geniş bilgi için bk: ez-Ziriklî, el-A‘lâm, I, 177; Mehmet İşpirli, “Kalkaşendî”, DİA, İstanbul, 2001, XXIV, 263.

226 el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 66-67; el-Ḫûlî, Arap-İslam Kültüründe

süreçte söz konusu dil râvîleri geriye kalan saf dil ve edebiyat mirasını koruyabilmişlerdi. Bu râvî tabakasının uğraş alanı, faṣîḥ Arapçanın sığınağı durumundaki çölden ulaşabildikleri kadar edebî ve dilsel metinleri yazıya geçirmekti. el-Câḥıẓ’in ifade ettiğine göre bu dil râvîleri sadece edebî ve dilsel metinleri yazıya geçirmekle kalmamış, Arapça kelimelerin kullanımı ve Arap üslubunun özellikleri gibi bazı belâgat konularından da nasiplerini almışlardı.227

Abdulḳahir el-Curcânî, Delâilu’l-i‘câz adlı eserinde dil kitaplarında teşbîh yoluyla aktarılmayan konuların istiâre başlığı altında ele alındığına işaret ederek, İbn Dureyd (ö. 321/933)’in el-Cemhere’sine, istiâreler babıyla başladığını belirtmektedir. Ayrıca el- Curcânî, dilcilerin belâgatla ilgili bu yaklaşımlarının el-Emâlî228 adlı kitaplarda bölük

pörçük bulunduğunu da eklemektedir. Dolayısıyla dil bilimlerinin başlangıç safhasında yazılan kitaplarda dil bir bütün olarak kabul edildiği için, sarf, nahiv belâgat vb. ayırımı gözetilmeyip, dilin güzel, doğru ve etkili kullanımındaki aletlerin tamamı aynı kabul edilerek tasnifler buna göre yapılmıştır. Nitekim Sîbeveyhî (ö. 180/796)’nin el-Kitab adlı meşhur eserinde sarf ve nahiv dışında, daha sonraki belâgatçıların belâgatın me‘ânî bölümünde yer verdikleri musned, musnedun ileyh, taḳdîm, te’ḫîr, ta‘rîf, tenkîr gibi konuları ele alması da bunu teyit etmektedir. Bu konuları ele aldığı için bazı araştırmacılar Sîbeveyhi’yi me‘ânî ilminin kurucusu saymışlardır. Bu sebeple klasik dilbilimciler kendi kitaplarında ister istemez belâgat konularına temas etmek zorundaydılar. Bu yüzden daha sonraki belâgatçıların, kendi kitaplarını telif ederken dilcilerden iktibas getirmeleri garipsenmemelidir.229

227 el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 67.

228 “İmlâ” veya “umliye” kelimesinin çoğulu olan el-Emâlî; hadisçiler, tefsirciler, fıkıhçılar, Arap dili ve

edebiyatı âlimleriyle diğer bazı âlimlerin, rivayetiyle meşgul oldukları bilgileri kendi talebelerine ezberlerinden veya kitaplarından kendilerine kadar gelen senetleriyle birlikte yazdırmaları neticesinde vücuda gelen eserler anlamına gelmektedir. Bk: M. Yaşar Kandemir, “Emâlî”, DİA, İstanbul, 1995, XI, 70.

229 el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 67-68; el-Ḫûlî, Arap-İslam Kültüründe

Yenilikçi Yaklaşımlar, s. 59; Hacımüftüoğlu, “Belâgat İlminin Gelişmesine Müessir Olan Kaynaklar”, s. 284-285; Taşdelen, “Belâgat İlmi ve Tarihi”, s. 225; İsmail Durmuş, “Meânî”, DİA, İstanbul, 2003, XXVIII, 204.

3. 1. 4. Kur’ân-ı Kerim ve İ‘câzı

Kuşkusuz, İslâmî dönem belâgat araştırmalarının gelişmesindeki en büyük faktörlerden biri de Kur’ân’dır. Zira nazil olduğu Arap toplumunda önemli bir kesim Kur’ân’ın feṣâḥat ve belâgatını anlayabiliyor, çok istisnaî durumlar hariç âyetlerin manasını anlamak için Hz. Peygamber’e soru sormuyorlardı. Ancak zamanın akışıyla, İslâmî fetihler neticesinde Arap olmayan unsurların din olarak İslâm’ı benimsemeleriyle Müslümanlar, Kur’ân’ın iʻcâzını araştırma ihtiyaç ve zorunluluğunu hissetmişlerdir. Böylece belâgat; fıkıh usulü, tefsir ve kelâm âlimlerinin de uğraştıkları dinî bir ilim haline dönüşmüştür.230 Söz konusu Müslüman âlimler Kur’ân’ın i‘câzını delillendirmek,

âyetlerini doğru anlamak, üslubundaki incelikleri görebilmek ve ondan doğru hükümler elde edebilmek için muazzam bir çaba sarf etmişlerdir. İşte bu yüzden belâgat ve edebî eleştiri çalışmalarının gelişmesinde Kur’ân’ın inkâr edilemez bir rolü bulunmaktadır. Arap dilinin ifade özelliklerini, belâgat konularını ele alan erken dönem literatürünün tamamının Kur’ân’la irtibatlı olması da bu durumu net olarak ortaya koymaktadır. Tabii ki, bunda Kur’an’ın; “Siz, bunun bir tek suresine bile benzer getiremezsiniz.”231 sözleriyle meydan okuyarak, insanlık tarafından ulaşılması imkânsız bir belâgat noktasında bulunduğunu ilan etmiş olması teşvik edici olmuştur.232

3. 1. 5. Usulcüler, Tefsirciler ve Kelamcılar

İslâmî dönemde hayat, Kur’ân’la özdeşleşmiş, Kur’ân hukukun kaynağı, ahlak ve ahlakla ilgili bütün meselelerin temeli haline gelmiştir. İslâm âlimleri bütün bu meseleleri ortaya çıkarmak maksadıyla kendilerini Kur’ân’ın üslubu, onu anlama yöntemlerini konu edinen araştırmalara adamışlardır. Örneğin fıkıh usulü âlimleri, fıkıh usulünün dilsel altyapısı niteliğindeki belâgat araştırmalarına başlamışlardır. Zamanla bu araştırmalar zenginleşmiş ve nihayet fıkıh usulcülerinin başlıca araştırma konusu haline gelmiştir. Zira fıkıh usulü âlimleri, Kur’ân ve sünnetten hüküm çıkarırken Arap dilinin özelliklerini de

230 el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 66; Hacımüftüoğlu, “Belâgat İlminin

Gelişmesine Müessir Olan Kaynaklar”, s. 273.

231 el-Baḳara, 2/23.

232 Taşdelen, “Belâgat İlmi ve Tarihi”, s. 220; Hacımüftüoğlu, “Belâgat İlminin Gelişmesine Müessir Olan

dikkate almak zorunda kalıyorlardı. Bu yüzden fıkıh usulü kitaplarında, hakikat, mecâz, emir, nehiy, ḥurûfu’l-me‘ânî vb. konuların bulunması garipsenecek bir durum değildir. Bütün bunlar fıkıh usulü ve belâgatın kesiştiği noktalardır. es-Sekkâkî, belâgatın beyân ve me‘ânî dallarına ait pek çok konunun fıkıh usulü eserlerinde ele alındığına; “Fıkıh usulü

konularının büyük kısmına bak gör, aslında hangi ilme aittir?”233 ifadeleriyle işaret etmiştir.234

Bir ilim olarak belâgatın gelişmesinde büyük rol üstlenmiş olan bir diğer grup tefsircilerdir. İbn Abbâs (ö. 68/687)’tan rivayet edilen

ُهُيرسفَت ام يردَي ملف ينآرقلا َنيم اًئيَش مُكُدحأ َأرَق اذإ

ي شلا فِ ُهْسيمَتليلف

يبرعلا ُناويد ُههنإف يرع

“Kur’ân’dan okuyup manasını anlayamadığınız kelimeleri

Arap şiirinde arayınız.”235 şeklindeki rivayet, tefsircilerin Kur’ân âyetlerini yorumlarken Arap şiirine başvurmalarını teşvik etmiştir. Böylece Kur’ân’daki garip kelimeler şiirde, Arap dil özelliklerinde yani istiâre, mecâz, kinâye, taḳdim ve te’ḫîr gibi hususlarda aranmaya başlanmıştır. Bu yüzden erken dönem tefsir çalışmaları dil ağırlıklıdır ve Mecâzu’l-Ḳur’ân, Me‘âni’l-Ḳur’ân ve Muşkilu’l-Ḳur’ân gibi adlarla isimlendirilmiştir. Kur’ân’ın belâgat yönüne ağırlık veren ilk tefsir çalışmaları ise daha çok Mecâzu’l-Ḳur’ân adı altında yapılmıştır.236

Daha sonraki dönemlerde tefsirciler arasında belâgat alanında ustalaşmış ve bu ilmin gelişmesine katkıda bulunmuş pek çok şahsiyet ortaya çıkmıştır. Hiç kuşku yok ki bunların başını meşhur el-Keşşâf adlı eseriyle ez-Zemaḫşerî (ö. 538/1144) çekmektedir. Belâgat alanında müstakil bir eser kaleme almamasına rağmen o, el-Keşşâf’ta belâgat konusunda yorumlar yapmış ve bazı çıkarımlarda bulunmuştur. Onun belâgata dair söz konusu yorum ve çıkarımları özellikle de kelâmcılar belâgat ekolünün gelişmesine doğrudan katkıda bulunmuştur.237