• Sonuç bulunamadı

Belâgat Ekolleri ve Özellikleri

el-Ḫûlî’nin belâgat ekolleri konusundaki görüşlerine yer vermek onun Arap belâgatı hakkındaki düşüncelerini ortaya koymak açısından oldukça büyük önemi haizdir. Zira o ortaya koyduğu belâgat çalışmalarında her iki ekolü ele alır ve söz konusu ekollerin belâgat ilmindeki yerine, artı ve eksiklerine değinir. Bu başlık altında el-Ḫûlî’nin belâgat ekolleri hususundaki görüşleri ve değerlendirmeleri ele alınacaktır.

Daha önce belâgatın bir ilim olarak gelişmesinde etkili olan kaynaklardan bahsedilmiştir. Görüldüğü üzere belâgat, tarih boyunca İslâmî ve gayri İslâmî olmak üzere çeşitli kaynaklardan beslenerek gelişmesini sürdürmüş ve bir ilim olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu kaynaklar içinde şairler, edipler, râvîler, kâtip ve bürokratlar gibi edebî kaynakların yanı sıra kelâm ve fıkıh usulü gibi dinî kaynaklar olduğu gibi felsefe ve mantık gibi yabancı kaynaklar da bulunmaktaydı. Ama belâgat araştırmalarında bütün bu farklı kaynakların birleştiği tek ortak nokta sözün iyisini kötüsünden ayırt etmektir. Belâgatın doğuşunda ve gelişmesinde etkili olan bu kaynaklar belâgat çalışmalarında çeşitli yöntemlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Zamanla ise söz konusu çeşitli yöntemler belirli bir kimliğe bürünerek belâgat ekollerini oluşturmuştur.391

Yukarıda işaret edildiği üzere İ‘câzu’l-Kur’ân meselesi, belâgatın bir ilim olarak doğuşunda ve gelişmesinde çok etkili bir rol üstlenmiştir. Müslümanlar İslâm’ın doğuşundan itibaren vahiy mahsulü olan Kur’ân metninin i‘câzı üzerinde durmuşlar ve İslâm’ın en büyük mucizesi olarak kabul edilen Kur’ân metninin anlaşılması için edebiyat ve edebî eleştiri ve beyân ilminden örnekler ve alıntılar yapmışlardır. Kur’ân’ın i‘câzı meselesiyle uğraşan İslâm âlimlerinin çoğunluğunun kelâm ve felsefeyle uğraşması belâgatın kelâm ve felsefecilerin metodundan etkilenmesine uygun zemini hazırlamıştır. Kur’ân’ın i‘câzı meselesinin yanı sıra belâgatın gelişmesinde etkili olan bir diğer faktör de toplumun ve hayatın sanata olan ihtiyacıydı. Bu tür edebiyat çalışmalarında dinî görüntüden daha ziyade sanatsal yaşamla ilişkili edebî zevk ve güzellik duygusu ön plana çıkmaktaydı. Bütün bunların bir sonucu olarak daha erken dönemlerden itibaren belâgat

çalışmaları birbirinden hayli derecede farklılık gösteren iki temel karaktere bürünerek gelişmesini sürdürmeye başlamıştır. Belâgat çalışmalarında görülen söz konusu iki temel eğilim ise kelâmcılar ve edebiyatçılar belâgat ekolleridir.392

Belâgat ilminin doğuşu konusu ele alınırken bu ilmin, çeşitli metot ve kaynaklardan beslenerek gelişmesini sürdürdüğüne işaret edilmişti. Farklı kaynaklardan beslenerek olgunlaşan belâgat ilmi, aldığı bu değişik gıda sebebiyle biri “edebî” diğeri de “kelâmî” olmak kaydıyla iki temel karakter sergiler. Başka bir deyişle başlangıçtan bu güne kadar gelen belâgat çalışmaları taşıdıkları özellikler bakımından genel olarak kelâmcılar ve edebiyatçılar ekolü olmak suretiyle iki ana merhaleye ayrılmaktadır. es- Suyûṭî (ö. 911/1505) bu iki merhaleyi, “Acem ve felsefecilerin ekolu” ile “Arap ve buleġâ ekolu” şeklinde nitelemiştir.393

Yeri gelmişken işaret edilmesi gerekir ki belâgat çalışmalarını sergilediği bu ikili özellik bizzat klasik dönem belâgatçıları tarafından fark edilmiştir. İlk kez böyle bir ayrımdan söz edenin Ebû Hilâl el-‘Askerî olduğu görülmektedir. Nitekim o, edebî eleştiriye dair kaleme aldığı Kitâbu’ṣ-ṣınâ‘ateyn adlı eserinde kendi döneminde yapılmış belâgat çalışmalarının mantık ve kelâm yönteminin etkisinde kaldığını ve bu sebeple Arap edebiyatıyla uyuşmadığına dikkat çekmiş ve söz konusu eserinde kelâmcıların yöntemlerini terk ederek şair ve ediplerin üslubunu takip edeceğini ifade etmektedir.394

Belâgat tarihçileri, belâgat ilminin geçirdiği tarihî süreci muhteva ve bölge ayırımı gözetmeden kronolojik bir tarzda ele aldıkları gibi, bir başka açıdan daha ele almışlardır ki bu da, konuyla ilgili yazılan kitapların içerik özelliklerine dayanılarak yapılan incelemelerdir. Söz konusu ayrım sadece kitap tasnifinde takip edilen yönteme göre yapılmamış, bazı âlimler tarafından coğrafî tasnife de gidilmiştir. Ancak buradaki coğrafî tasnifin de sonuç itibariyle yine kitap telifinde izlenen yönteme döndüğünü unutmamak

392 el-Ḫûlî, Menâhicu tecdîd, s. 95-96.

393 Celâleddîn es-Suyûṭî, Ḥusnu’l-muḥâḍara fî târiḫi Mıṣr ve’l-Ḳâhire, thk: Muhammed Ebu’l-Fażl

İbrâhim, Kahire, Dâru iḥyâi’l-kutubi’l-‘Arabiyye, 1387/1967, I, 338; el-Ḫûlî, Fennu’l-ḳavl, s. 126; el- Ḫûlî, “el-Belâġa” Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 68; Kılıç, “Belâgat”, DİA, V, 382.

394 Bk: el-‘Askerî, Kitâbu’ṣ-ṣınâ‘ateyn, s. 9; el-Ḫûlî, Fennu’l-ḳavl, s. 126; el-Ḫûlî, “el-Belâġa” Dâiretu’l-

gerekir. Nitekim İbn Ḫaldûn (ö. 809/1406) belâgat âlimlerinden bahsederken coğrafî tasnif noktasından hareket etmiştir. O genelde manaya ağırlık veren Horasan ve Mâverâunnehir bölgesinde yaşayanlara “Meşâriḳa/Doğu âlimleri”, manadan ziyade lafızların süsüne ağırlık veren Endülüs ve Kuzey Afrika belâgat âlimlerine ise “Meġâribe/Batı âlimleri” adını vermiştir. İbn Ḫaldûn bununla belâgat ekollerinin sayısını üçe çıkarmış bulunuyordu. Birincisi, acem, meşârike, felsefe veya kelâmcılar kavramlarıyla da ifade edilen Horasan ve Mâverâunnehir âlimlerinin oluşturduğu ekol, ikincisi, edebiyata ağırlık veren ve çoğunlukla Arap kökenli olan ediplerden müteşekkil Şam, Mısır ve Irak bölgesinde yaşayan Arap ve buleğâ ekolü, üçüncüsü ise İbn Ḫaldûn’un eklemiş olduğu daha çok söz sanatlarına ağırlık veren bedî‘ciler ekolüdür.395 el-Ḫûlî söz

konusu belâgat ekollerinin yanı sıra Mısır belâgat ekolü diye farklı bir belâgat ekolünden de bahsetmektedir.396

Genel olarak belâgat tarihçilerinin belâgat çalışmalarını içerik ve muhtevası bakımından farklı taksimlere ayırdıkları görülmektedir. Bu nedenle onlar belâgat çalışmalarını bölgelere nispetle farklı ayrıma tabi tutmamışlardır. Ama el-Ḫûlî’nin Mısır belâgat ekolü diye bir belâgat ekolünden bahsetmesi onun edebiyat çalışmalarında benimsediği metottan kaynaklanmaktadır. Zira kurucusu olduğu edebiyat ekolü Medresetu’l-umenâ’dan bahsederken onun edebiyat çalışmalarında bölgeselliğe (iḳlîmiyye) önem verdiğine ve hatta söz konusu ekolün diğer edebiyat akımlarından edebî çalışmalarda bölgeselliğe çağırmasıyla ayrıştığına işaret edilmiştir.

Burada bir hususa özellikle işaret edilmesi gerekir ki bütünüyle belâgatçıları bilinen bu ekole göre sınıflandırmak son derece zordur. Zira belâgatçılar arasında açık bir şekilde kelâmcılar veya edebiyatçılar ekolüne mensup bulunanlar olduğu gibi, bu iki

395 Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Belâgat Ekolleri ve Anadolu Belâgat Çalışmaları”, Atatürk Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı, 8, Erzurum, 1988, s. 116; Taşdelen, “Belâgat İlmi ve Tarihi”, s. 277- 278.

özellikte ortak olanlar da vardır. Örneğin kelamcılar ekolüne mensup bulunan es- Sekkâkî’de sanat akımından söz eden edebî esintiler görülmektedir.397

7. 1. Edebiyatçılar Belâgat Ekolü ve Özellikleri

Daha ziyade şair, kâtip ve ediplerin mensup bulunduğu edebiyatçılar belâgat ekolü, Arapların sıklıkla yaşadıkları ve Arapçanın ana dili olarak kullanıldığı Hicaz, Irak ve Mısır gibi bölgelerde yaygınlık kazanmıştır. Bu ekolün en bariz özelliği, belâgat konularının açıklanmasında kelâmcılar ekolünden farklı olarak gerek şiir gerekse nesir örneklerine fazla yer vermeleri, felsefî ve mantıkî kurallara ve çeşitli taksimlere itibar etmemeleridir. Daha açık bir şekilde ifade edilecek olursa söz konusu ekole mensup belâgatçılar belâgat meselelerinin ele alınışında edebî eleştiri alanında yapılmış çeşitli taksim ve gruplandırmaları mantık kaidelerini onaylamak ve sözün iyisini kötüsünden ayırırken bunlara itibar etmek yerine edebî ve sanatsal zevki ön plana çıkarmışlardır. Konuların açıklanmasında şiir ve nesirden bolca örnek ve şâhidlere başvuran bu ekole mensup belâgat eserlerinin dili kolay anlaşılır olduğundan söz konusu eserlerin üzerine şerh, hâşiye ve ta‘liḳât türünden eserlerin yazılmasına gerek duyulmamıştır.398

Belâgat çalışmalarında zevki selimi öne çıkaran edebiyatçılar ekolüne mensup belâgatçılar belâgat konularını izah ederken kelâmcılar ekolü belâgatçılarının yaptıkları gibi kullandıkları kavramların mantıkî tasnif ve tertibe, tanımların ise “efrâdını câmi‘ ağyârını mâni‘ olmasına pek önem vermezlerdi. Hatta söz konusu ekole mensup pek çok belâgatçının eserlerine göz atıldığında onların belâgat çalışmalarında kelâmî yöntemin kullanılmasına karşı çıktıkları ve böylesi bir yöntemin edebî olmaktan uzak olduğunu dile getirdikleri görülmektedir. Örneğin edebiyatçılar belâgat ekolünün önemli temsilcilerinden biri olan İbnu’l-Es̱îr, el-Mes̱elu’s-sâir adlı eserinde belâgat çalışmalarında mantıkî tasnif ve kaidelerin kullanılmasına ve edebî eleştiri olan belâgatın Yunan felsefesi ve mantığına göre ayarlanmasına karşı çıkmaktadır. Fakat İbnu’l-Es̱ îr, konuşmada kullanılan anlamların kural ve kaidelerinden ilk bahsedenlerin Yunanlılar

397 el-Ḫûlî, Arap-İslam Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, s. 101.

olduğunu kabul etmekle birlikte399 Yunan mantığı bilinmeksizin de edebiyat alanında

güzel eserler verilebileceğini ifade eder ve Ebû Nuvâs, Muslim b. Velîd, Ebû Temmâm, el-Buḫturî gibi şairlerle birlikte kendisini bunlara örnek olarak gösterir.400

7. 1. 1. Edebiyatçılar Belâgat Ekolüne Mensup Bazı Belâgatçılar ve Eserleri Belâgat ve edebî eleştiri arasındaki ilişkiden bahsedilirken ilk belâgat çalışmalarının edebî eleştiri şeklinde başladığına temas edilmişti. Bu nedenle erken dönem belâgat araştırmaları yapanların çoğu edebiyat alanında söz sahibi kimselerdi. II. (VIII.) ve III. (IX.) yüzyıllarda belâgatla ilgili yazılmış müstakil eserler bulunmamakla beraber, zengin edebî kültüre sahip olan bazı vezir, mütercim ve kâtiplerin kaleme aldıkları edebî risaleler belâgat konularını ele alındığı ilk teliflere örnek olarak gösterilebilir. Belâgatı ve edebî üslubunun güzelliğiyle döneminin önemli ediplerinden biri olarak kabul edilen Abbâsî devlet adamı, Ca‘fer b. Yaḥyâ el-Bermekî (ö. 187/803)’nin resmi ferman ve mektuplarda kullandığı edebî dil ve üslup, Abdulḥamîd el-Kâtib (ö. 132/750)’in resmi yazışmalarda kullandığı risâleleri, belâgat konularının işlendiği ilk metinlere örnek gösterilebilir. Öte yandan felsefe ve kelâmla uğraşan Sehl b. Hârûn, Bişr b. el-Mu‘tezz ve el-Câḥıẓ’ın çalışmaları da bunlara örneklik teşkil eder. Her ne kadar bunlar kelâmcı olsalar da yaptıkları edebî eleştiriler edebî zevkten yoksun değildir. Bu nedenle bunların belâgat araştırmalarında edebiyat ve edebî eleştiri akımlarını anlamaya yardımcı olacak pek çok şey bulunmaktadır. Bunlara İbn Ḳuteybe ed-Dîneverî (ö. 276/889) ve el- Muberred (ö. 286/900)’in edebiyat ve dil alanında yaptıkları çalışmalar eklenebilir. Dolayısıyla II. (VIII.) ve III. (IX.) yüzyıllarda belâgat konusunda telif edilmiş müstakil eserler bulunmamakla beraber bunlara öncü olabilecek pek çok edebî çalışmalar yapılmıştır.401

Belâgat alanında ilk müstakil çalışmaların ortaya çıkışı III. (IX.) yüzyılın sonları ile IV. (X.) yüzyılın başlarına tekabül etmektedir. Sahip olduğu ilmî miras, kültür ve belâgat konularını ele alış tarzları göz önünde bulundurulmak suretiyle bu belâgatçılar,

399 İbnu’l-Es̱ îr, el-Mes̱elu’s-sâir, II, 3. 400 İbnu’l-Es̱ îr, el-Mes̱elu’s-sâir, II, 5.

edebiyatçılar veya kelâmcılar ekolüne dâhil edilmişlerdir. el-Ḫûlî, doğrudan edebiyatçılar belâgat ekolüne mensup olan veya kelâmcı olmalarına rağmen eserlerinde edebî yöntemin ağır basması ve edebiyatçılar ekolüne katkıları bulunması nedeniyle bazı şahısları da edebiyatçılar belâgat ekolü temsilcileri arasında zikretmiştir. Bunlardan bazıları:

7. 1. 1. 1. Abdullah b. el-Muʻtezz (ö. 296/908)

Abbâsî halifesi, edip, şair ve yazar olan İbnu’l-Muʻtezz, belâgatla ilgili olarak el-

Bedîʻ402 adlı eserin müellifidir. el-Bedî‘, belâgat tarihçileri tarafından belâgatın bedî‘

alanında telif edilmiş ilk eser olarak kabul edilmektedir. Ondan önce edebiyatın bazı konuları çeşitli kitaplarda ele alınmakla birlikte, bu eserler çoğunlukla ya bir Kur’ân âyetini, ya bir hadisi yahut herhangi bir şiir ve nesir örneğini izah ederken yapılan edebî açıklamaların ötesine geçmiyordu. el-Bedî‘, belâgat konularının hem nazarî hem amelî açıdan ele alınması bakımından ilk eser olma özelliğini taşımaktadır. İbnu’l-Mu‘tezz’in bedî‘ kavramını edebî üslubun eleştirisinde bir kriter haline getirerek ona yeni bir anlam kazandırmış olması da söz konusu eserin özellikleri arasında zikredilebilir.403 O, eserinde

söz sanatlarının çeşitli yönlerini “bedî‘” ve “meḥâsin” olmak suretiyle iki kısma ayırmıştır. Bedî‘in kendisini ise istiâre,404 cinâs/tecnîs,405 muṭâbaḳat/tıbâḳ,406 reddu

402 Hatırlatılması gerekir ki eserin isminden kast olunan, daha sonra terim haline gelen ve belâgatın bir alt

dalı olan bedî‘ değildir. Bilakis burada bedîden kast olunan özenle ilgi gösterilen edebî anlatım tarzlarıdır ki bunların başında da istiâre gelmektedir. Bk: el-Ḫûlî, Menâhicu tecdîd, s. 105.

403 el-Mubârek, el-Mûcez fî târîḫi’l-belâġa, s. 73-74; Taşdelen, “Belâgat İlmi ve Tarihi”, s. 250-251.

404 Bir beyân terimi olarak isriâre; hakiki ve mecâzî mana arasındaki benzerlik (Muşâbehet) alakası ve

hakiki manayı kastetmeye engel olan bir karine dolayısıyla kelimenin mecâz manasında kullanılmasıdır. İstiâre, alakası benzerlik (Muşâbehet) olan mecâz olup teşbihe dayanmaktadır. Bu nedenle taraflarından her hangi biri hazfedilmiş teşbih olarak da tanımlanmıştır. Daha geniş bilgi için bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 15; el-Curcânî, Esrâru’l-belâġa, s. 31; es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-‘ulûm, s. 369; Muhammed b. el-Ḫaṭîb el-Ḳazvînî, el-Îḍâḥ fî ‘ulûmi’l-belâġa, 1. baskı, thk: İbrâhîm Şemsuddîn, Beyrût, Dâru’l-kutubi’l-‘ilmiyye, 1424/2003, s. 212 vd.; Bulut, Belâgat Terimleri Sözlüğü, s. 190-207.

405 Tecnîs, tecânus, veya mucânese olarak da adlandırılan cinâs bedî‘ ilminin lafızla ilgili süsleme sanatları

(el-Muḥassenâtu’l-lafẓiyye) kategorisine dâhil olup, manaları farklı iken yazılış ve söylenişleri aynı olan iki veya daha fazla kelimenin şiir veya nesirde bir arada kullanılmasıdır. Geniş bilgi için bk: İbnu’l- Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 36; el-Curcânî, Esrâru’l-belâġa, s. 16; Bulut, Belâgat Terimleri Sözlüğü, s. 54-74.

406 Bedî‘ ilminin manevî süsleme sanatları (el-Muḥassenatu’l-ma‘neviyye) kategorisinde yar alan ṭıbâḳ,

sözlükte uygunlu anlamına gelmektedir. Belâgat kitaplarında ṭıbâḳ kavramı, taṭbiḳ, muṭâbaḳat, tezat ve tekâfu’ kelimeleriyle de ifade edilmiştir. Bir bedî‘ terimi olarak ise tıbâk, mana bakımından birbirinin zıddı olan kelimelerin şiir veya nesirde uyum içinde kullanılmasına denir. Geniş bilgi için bk: el-Ḫaṭîb el-Ḳazvînî, el-Îḍâḥ fî ‘ulûmi’l-belâġa, s. 255; et-Teftâzânî, el-Muṭavval, s. 641 vd.; ‘Akkâvî, el- Mu‘cemu’l-mufaṣṣal fî ‘ulumi’l-belâġa, s. 596-597.

a‘câzi’l-kelâm ‘alâ mâ taḳaddemehâ/raddu’l-‘acuz ‘ale’ṣ-ṣadr407 ve el-meẕhebu’l-

kelâmî408 şeklinde beş alt bölüme ayırmıştır. Bunlardan sonuncusu olan muhatabı ikna ederek susturan delil zikretmek anlamındaki kelâmî üslubun (el-meẕhebu’l-kelâmî) el- Câḥıẓ tarafından kullanıldığını ifade eden İbnu’l-Mu‘tezz, bu tür bedî türüne Kur’an’da rastlamadığını belirtmektedir. Zira bu tür bir bedî tekellüf kokmaktadır.409 Şu hususun da

belirtilmesi gerekir ki İbnu’l-Mu‘tezz, bedî‘i beş alt bölüme ayırdığını zikretmekle beraber, bunu beşle sınırlandırmasının sebebine açıklık getirmemiştir.410 İbnu’l-Mu‘tezz,

bedî’den sonra “meḥâsinu’l-kelâm ve’ş-şi‘r/söz ve şiirin güzellikleri” adlı yeni bir bölüm daha açmıştır. Söz ve şiir güzelliklerinin fazla olduğunu belirten müellif bunların sadece

407 Bedî‘ ilminin lafzı süsleme (el-Muḥassinâtu’l-lafẓiyye) sanatlarından olan raddu’l-‘acuz ale’ṣ-ṣadr’dan

ilk kez İbnu’l-Mu‘tezz bahsetmiştir. Taṣdîr veya teş‘îb olarak da isimlendirilen raddu’l-‘acuz ale’ṣ-ṣadr; terim olarak, lafız ve mana açısından aynı veya lafız bakımından aynı olup manaları farklı olan lafızların şiirde beytin nesirde ise cümle veya ibarenin sonunda gelmesi gerekirken bunların önceden tekrarlanmasıdır. Bu tekrar ifadeyi pekiştirmek ve zihinde yerleşmesini sağlamak içindir. Geniş bilgi için bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 62 vd.; el-Ḫaṭîb el-Ḳazvînî, el-Îḍâḥ fî ‘ulûmi’l-belâġa, s. 294; et-Teftâzânî, el-Muṭavval, s. 689 vd.; ‘Akkâvî, el-Mu‘cemu’l-mufaṣṣal fî ‘ulumi’l-belâġa, s. 574 vd.

408 Bedî‘ ilminin manevî süsleme sanatları (el-Muḥassinâtu’l-ma‘neviyye) kısmına giren el-Meẕhebu’l-

kelâmî, tartışma esnasında muhatabı ikna etmek ve iddiasını çürütmek için kelâmcıların metoduyla delil getirmek demektir. İbnu’l-Mu‘tezz, bu üslubun el-Câḥıẓ tarafından kullanıldığını belirtmektedir. Fazla zorlama olmaksızın kullanıldığı takdirde sözün etkisini ve güzelliğini arttırır. Geniş bilgi için bk: İbnu’l- Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 69 vd.; el-Ḫaṭîb el-Ḳazvînî, el-Îḍâḥ fî ‘ulûmi’l-belâġa, s. 276-277; et- Teftâzânî, el-Muṭavval, s. 667 vd.; Bulut, Belâgat Terimleri Sözlüğü, s. 294.

409 İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 69; el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l-me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 67.

Ayrıca bedî‘ türlerinin açıklaması için bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 15 (İstiâre), 36 (Tecnîs/cinâs), 48 (Muṭabaḳât), 62 (Reddu a‘câzi’l-kelâm ‘alâ mâ taḳaddemehâ), 69 (el-Meẕhebu’l- kelâmî).

on üç411 türünden söz etmiştir. Bunlar, iltifât,412 rucû‘,413 ḥusnu’l-ḫurûc,414 te’kîdu’l-medḥ bimâ yuşbihu’ẕ-ẕemm,415 te’kîdu’ẕ-ẕemm bimâ yuşbihu’l-medḥ,416 tecâhulu’l-ârif,417 el-

411 Belirtmek gerekir ki el-Ḫûlî-muhtemelen yanlışlıkla-İbnu’l-Mu‘tezz’in söz ve şiirin güzelliklerini

(Meḥâsinu’l-kelâm ve’ş-şi‘r) on iki kısma ayırdığını belirtmiştir. Bk: el-Ḫûlî, “el-Belâġa”, Dâiretu’l- me‘ârifi’l-İslâmiyye, IV, 67. Oysa İbnu’l-Mu‘tezz, bunları on üç kısma ayırmıştır. Bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 73-103.

412 Lügat manası “dönmek, dönüp bakmak” olan iltifât, me‘ânî ilminde bir şiir veya nesirde beklenmedik

bir şekilde sözü gâibden muhataba yahut muhataptan gâibe döndürmek suretiyle değişiklikler yapmak sanatının adıdır. Geniş bilgi için bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 73 vd.; el-Ḫaṭîb el-Ḳazvînî, el- Îḍâḥ fî ‘ulûmi’l-belâġa, s. 67; ‘Akkâvî, el-Mu‘cemu’l-mufaṣṣal fî ‘ulumi’l-belâġa, s. 207 vd.; Ṭahiru’l- Mevlevî, Edebiyat Lügatı, s.63.

413 Rucû‘ veya istidrâk olarak da isimlendirilen bu sanat bedî ilminin manevi süsleme sanatları (el-

Muḥassinâtu’l-ma‘neviyye) kategorisine girmektedir. Terim olarak, sevinç, hüzün, tehdit, korku vb. sebeplerden dolayı önce söylenen sözden dönmek manasına gelmektedir. Geniş bilgi için bk: İbnu’l- Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 74 vd.; el-Ḫaṭîb el-Ḳazvînî, el-Îḍâḥ fî ‘ulûmi’l-belâġa, s. 266; et-Teftâzânî, el-Muṭavval, s. 650 vd.; ‘Akkâvî, el-Mu‘cemu’l-mufaṣṣal fî ‘ulumi’l-belâġa, s. 82 vd.; Bulut, Belâgat Terimleri Sözlüğü, s. 371 vd.

414 Bedî‘ ilminin lafzı süsleme sanatlarından (el-Muḥassinâtu’l-lafẓiyye) biri olan ḥusnu’l-ḫurûc, ḥusnu’t-

taḫalluṣ, berâatu’t-taḫalluṣ şeklinde de isimlendirilmektedir. Terim olarak ḥusnu’l-ḫurûc; bir münasebet kurmak suretiyle bir konudan diğer konuya güzel bir üslupla geçiş yapmak demektir. Geniş bilgi için bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 75 vd.; İbn Reşîḳ, el-‘Umde, I, s. 236 vd.; ‘Akkâvî, el-Mu‘cemu’l- mufaṣṣal fî ‘ulumi’l-belâġa, s. 263 vd.

415 Bedî‘ ilminin manevî süsleme sanatlarından (el-Muḥassinâtu’l-ma‘neviyye) biri olan te’kîdu’l-medḥ

bimâ yuşbihu’ẕ-ẕemm, yergi ifade eden kelimeler kullanmak suretiyle övgüyü daha da pekiştirmek anlamına gelir. Bu sanat istisnâ olarak da isimlendirilmiştir. Geniş bilgi için bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 77 vd.; el-Ḫaṭîb el-Ḳazvînî, el-Îḍâḥ fî ‘ulûmi’l-belâġa, s. 282; et-Teftâzânî, el- Muṭavval, s. 672 vd., ‘Akkâvî, el-Mu‘cemu’l-mufaṣṣal fî ‘ulumi’l-belâġa, s. 275 vd.

416 İstisnâ olarak da adlandırılan ve manevî süsleme sanatlarından (el-Muhassinâtu’l-ma‘neviyye) biri olan

te’kîdu’ẕ-ẕemm bimâ yuşbihu’l-medḥ, muhatabı övecekmiş gibi yaparak yermek anlamına gelmektedir. Yergiyi daha da pekiştirmek için kullanılır. Geniş bilgi için bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî, s. 78 vd.; el-Ḫaṭîb el-Ḳazvînî, el-Îḍâḥ fî ‘ulûmi’l-belâġa, s. 281; et-Teftâzânî, el-Muṭavval, s. 676 vd., ‘Akkâvî, el- Mu‘cemu’l-mufaṣṣal fî ‘ulumi’l-belâġa, s. 276 vd.

417 Tecâhulu’l-‘ârif, manevî süsleme sanatlarından (el-Muḥassinâtu’l-ma‘neviyye) biri olup bilinen bir şeyi

bilmiyormuş gibi yapmak anlamına gelmektedir. Geniş bilgi için bk: İbnu’l-Mu‘tezz, Kitâbu’l-bedî‘, s. 79; et-Teftâzânî, el-Muṭavval, s. 678 vd., ‘Akkâvî, el-Mu‘cemu’l-mufaṣṣal fî ‘ulumi’l-belâġa, s. 287 vd.

hezl yurâdu bihi’l-cidd,418 ḥusnu’t-tażmîn,419 et-ta‘rîż420 ve’l-kinâye,421 el-ifrâṭ fi’ṣ-ṣıfa,422