• Sonuç bulunamadı

B. BEKTÂŞÎ İNANCININ ÇÖZÜMLENMESİ

1.2. Şiilik

1.2.3. Batınîlik ve Ali Kültü

Binlerce yıldan beri süregelen tüm inanç sistemlerinde zahiri ve batınî olmak üzere hep ikili olmuştur. İnançların ilk ortaya çıkışında bu iki boyut birbirinden kesin çizgilerle ayrılmazken zamanla birbirini dışlar duruma gelmişlerdir. Zahiri öğretiler tekrarlar, yaptırımlar, koşullandırmalar ve kurallarla ifade bulmuş ve bireysel bilinçlenmeye asla izin vermemişken, batınî inançlar her varlığın bireysel yeteneklerine, kapasitesine ve tekamülüne göre içerik ve değer kazanmıştır.89 Bu nedenle batınîlik, zahirilikten daha küçük kitlelerce kabul görmüştür.

Bektâşî inancı incelendiğinde zahiri ve batınî olmak üzere ikiye ayrıldığı ancak zahirilikten çok batınîliğin ağır bastığı gözlemlenmiştir.90

Batınîlik gizli olmak, bilmek, bir şeyin iç yüzüne vakıf olmak anlamına gelmektedir.91 Kur’an ayetleri ve hadislerinin ancak tevil ile anlaşılabileceği iddiasıyla ortaya çıkan bir anlayıştır.92 Batınîler her zahirin bir batını olduğunu, zahirin hiçbir kıymet taşımadığını ve asıl mananın batında gizli bulunduğunu iddia etmişlerdir.93 Kökleri eski dinlere uzanan batınîlik

85 Muhammed Rıza Muzaffer, Şia İnançları: Akaidü'l-İmamiyye, çev. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul, Zaman Yayınları, 1978, s. 54; B. Noyan, Bütün Yönleriyle Bektâşilik ve Alevilik: Bektâşilik ve Bektâşi Ahlakı, C.

VII, a.g.e., s. 49.

86 M. Rıza Muzaffer-Allame Şeyh-Muhammed Cevad Tureyhi, Caferi İmamiye İnançları, Bilgin Coşkun, Ehl-i Beyt İlim Kültür Derneği, İstanbul, ts., s. 155.

87 Ali Ağa Varlık, Hanedan-ı Ehli Beyt Neden Hor Görüldü, 2. b., Can Yayınları, İstanbul, 1993, s. 26.

88 Meleq Shembërdhenji Baba, Muhamed Alinë Dua: Poezi, K.B.B. Yayınları, Tiran, 2012, s. 19-21; Baba Selim Rexhep Kalçani, Testamenti Bektashian, Marin Barleti, Tiran, 2000, s. 35-36.

89 Süleyman Diyaroğlu, Alevilik Batınîlik Ezoterizm Tanrının Gizli Dili, Çiviyazıları, İstanbul, 2005, s. 23;

İbrahim Agah Çubukçu, Gazzali ve Batınîlik, Ankara, 1964, s. 38.

90 Abdülbaki Gölpınar, Alevi- Bektâşi Nefesleri, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1963, s. 203.

91 Mustafa Öztürk, Kur’ân ve Aşırı Yorum: Tefsirde Batınîlik ve Batınî Te’vil Geleneği, Kitabiyat Yayınları, Ankara, 2003, s. 28.

92 Kutluay Erdoğan, Alevi- Bektâşi Gerçeği: İslamiyetin, Türkmen Töreselliği İçinde Özümlenerek Anadolulaşması, 3. b., Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2000, s. 97; Ahmed Ateş, “Batınîye”, Arap Aleviliği Nurayrilik, Haz. Ömer Uluçay, Gözde Yayıncılık, Adana, 1996, s. 370.

93 Çubukçu, a.g.e., s. 48.

İslam dünyasında ilk defa Şii İsmailî ve daha sonra Hurremiyye koluyla gelişmiştir.94 İsmailîlere göre Kur’an’ın zahiriyle amel etmek önemli değildir; asıl olan onun batınî yönüdür.

Bu nedenle onlar namaza, oruca ve diğer ibadetlere farklı manalar vermiş, böylece kendilerini ibadetten uzak tutmuşlardır. Burada esas olan iyi niyetli olmak ve kalbin temiz olmasıdır.95 Batınîlere göre ibadetlerin manasını bilen kimse için farzların edası sakıt olur.96

Batınî doktrin Bektâşiliği etkilemiştir. Ancak bu etki aynen değil de Bektâşîliğin mistik yapısına uyarlanmış bir biçimde kendini göstermiştir.97 Bektâşîlikte batınîliğini oluşturan en önemli öğe Ali kültüdür. Bu inanç sisteminde İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in amcasının oğlu olan ve O’nun fikirlerini ilk benimseyen kişi olan Ali, tarihsel kişiliğinin ötesine taşınmıştır. Bir başka deyişle tarihsel süreçte karşımıza iki farklı Ali kimliği çıkmaktadır. Pek çok kaynak bu ikisini Ali’nin tarihsel kimliği ve efsanevi kimliği olarak ikiye ayırırken, Esat Korkmaz bunları “Ali’nin Sünni ve batınî tasarımları” olarak adlandırır.98 Batınî tasarıma göre;

dünya kurulmazdan önce Muhammed ve Ali esasında tek bir nur idi. Adem’den on dört bin yıl önce bu nur iki parçaya bölünmüş, birinden Hz. Muhammed, diğerinden Hz. Ali yaratılmıştır.99

Ali şeriatte aslan, tarikatta şah-ı merdan, marifette veli, hakikatte ise tanrı ile bir olmuştur.100 Bektâşîlikte Hurufi ve batınî etkiyle birlikte Hz. Ali, Tanrı’nın insan suretindeki tecellisi olarak yorumlanmıştır.101 XVI. yüzyılın ilk üç çeyreği boyunca Safevi propagandası daha da yaygın ve belirgin bir şekilde Hz. Ali ve Oniki İmam kültünü, Muharrem matemini, tevella ve teberra prensibini ve bilhassa Hakk-Muhammed-Ali şeklinde, zahirde üçlü bir görünüm arz eden, ama gerçekte yalnız Hz. Ali’nin temel oluşturduğu, eski hulul inançları içine çok rahat bir biçimde yerleşen uluhiyet telakkisini Bektâşîlerin doktrinine eklemiştir.102 Tanrı sahip olduğu ebedi sırrı Muhammed’in Peygamberliği ve Ali’nin İmamlığı ile dünyaya indirmiştir.103 Bektâşî inancına göre Muhammed dinin ve Tanrı’nın dış yüzüne, Ali ise tasavvufi anlamda özüne dair olan bilginin sahibidir. Bu nedenle aslında Tanrı, Muhammed ve Ali ayrılmaz bir bütündür. Ali, insan-tanrı, insan-ı kâmildir. Bazı Bektâşî deyişlerinde kimi zaman tanrı adıyla da anılan Ali, Hakkın (Tanrı’nın) yeryüzündeki ve her insandaki görüntüsüdür. Yani

94 Mustafa Öztürk, Kur’ân ve Aşırı Yorum: Tefsirde Batınîlik ve Batınî Te’vil Geleneği, s. 51-56; Hurrem;

Farsça bir kelime olup hoş sevinçli ve gönül çeken gibi manalara gelmektedir. Bu akıma üye olanlar hoşlarına giden her şey mubah sayarlar. Bakınız; İbrahim Agah Çubukçu, Gazzali ve Batınîlik, Ankara, 1964, s. 31, 38;

Ömer Uluçay, Arap Aleviliği, Gözde Yayıncılık, Adana, 1996, s. 348.

95 İsmail Mutlu, Caferilik: Tarihte ve Günümüzde, Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 151.

96 Çubukçu, a.g.e., s. 44.

97 A. Y. Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sufilik: Kalenderiler XIV-XVII Yüzyıllar, a.g.e., s. 156.

98 Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliği, Berfin Yayınları, İstanbul, 2000, s. 54.

99 Virani’den aktaran İsmet Z. Eyuboğlu, Alevi-Bektâşi Edebiyatı, s. 167; Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Alevilik ve Bektâşilik, Yayına Haz. Şakir Keçeli, C. II, Ardıç Yayınları, Ankara, 1999, s. 51; Ali Ağa Varlık, a.g.e., s. 22.

100 Süleyman Diyaroğlu, Alevilik Batınîlik Ezoterizm Tanrının Gizli Dili, Chiviyazıları, İstanbul, 2005, s. 93.

101 İ. Melikoff, Hacı Bektâş: Efsaneden Gerçeğe, a.g.e., s. 172.

102 A. Y. Ocak, a.g.e., s. 158; Nihalistan-ı İrem Dergisi, Bulak, H.1255, s. 114.

103 F. Bozkurt Haz., Buyruk: İmam Cafer-i Sadık Buyruğu, a.g.e., s. 220.

bir yanıyla insan biçimci tanrı anlayışına (antropomorfizm) sahip olan Alevi-Bektâşîlere göre her insan Ali’nin ve dolayısıyla tanrının özünü içinde taşır.104 Önemli olan tasavvufi anlamda bu özü açığa çıkarabilecek şekilde kendini geliştirebilmektir. Bu noktaya insan-ı kâmil mertebesi adı verilir. Bektâşîler için Ali’nin bu mertebeye ulaştığının iki kanıtı vardır. Bunlardan ilki Hz.

Muhammed tarafından Ali için söylendiğine inanılan sözlerdir. İkincisi ise, Kırklar Cemi örneğindeki gibi Ali tarafından sergilenen insanüstü nitelik ve davranışları işleyen sayısız söylencedir. Ocak’ın ifade ettiği üzere, Ali öldürüldükten sonra mitoloji devreye girmiş ve Ali, hayattayken oynamadığı rolü öldükten sonra oynamaya başlamıştır. Ancak neden Batınî yorumlara Hz. Muhammed değil de Hz. Ali konu olmuştur, sorusunun cevabı net değildir.

Bunun cevabı Muhammed’e en yakın kişi olmasına rağmen Ali’nin ve kendisinden sonra gelen soyunun hep “şehit edilmesi” olabilir. Bu doğrultuda Ali’nin kutsiyetinin izi sürüldüğünde ise İran kökenli Cemşid efsanesinden Ali’ye ulaşan bir mitolojik hat ortaya çıkar. Devleri yenebilen, kayaları ve dağları yerinden sökebilen Cemşid karakteri, Sami topluluklarda karşımıza Süleyman Peygamber olarak çıkar. Tevrat, İncil ve Kur’an ’da adı geçen Süleyman, efsaneye göre şeytanı yenip bir şişeye hapsetmiştir. Tüm canlılara hükmedebilecek bir yetkinliğe erişen Süleyman’ın bu özelliği, Ali’nin tanrısal sırrın taşıyıcısı olmasının kökenidir.

Bu mitolojik karakter kurgulamalarından da anlaşılabileceği kadarıyla İslamiyet öncesinden devralınan efsanevi ve felsefi eğilimler, İslamiyet’in dogmatik yapısını halk düzeyinde gevşetmiş ve hatta dönüşüme uğratmıştır. Bu dönüşüm Ali’nin kişiliği etrafında geliştiğinden Şii mistisizmi ve Alevi-Bektâşî inancı bir tür Ali Kültü yaratmıştır.105

Ali kültü sadece Bektâşîlere ait olmayıp Arnavutluk’ta Ticanilik haricindeki tüm tarikatlarda vurgulu bir şekilde bulunmaktadır. Arnavutlar sıkıntılı durumlarda Ali’den veya onun kılıcından medet beklerler. İmdat beklediklerinde fiilen yardım gördükleri söylenir. “Ey Hazret-i Ali’nin Kılıcı” dendiği zaman koyun veya keçi sürüleri kurtlardan ve diğer vahşi hayvanlardan korunduğu gibi zor durumdaki insanların hayatları da kurtulur. Halkı Bektâşî olmadığı halde XIX. yüzyılda Debre bölgesinde, Lura Köyü’nde vuku bulan bir olay hala anlatılmaktadır. Kış mevsiminde, yoğun kar yağışı altında, gecenin ilerlemiş saatlerinde bir yolcu ormanda kalır. Bu sırada kurtların sesini duyar ve korkudan bir ağaca tırmanır. Kurtlar insan kokusunu koklaya koklaya yolcunun bulunduğu ağacı kuşatır ve onun ağaçtan inmesini bekler. Korkudan ne yapacağını bilemeyen yolcu, “Medet ey Hz. Ali’nın Kılıcı! Bana yardım et ve bu vahşi kurtlardan beni koru”, diye niyaz eder. Birkaç dakika sonra uzun boylu ve yeşil elbiseli bir insan görünür. Kurtlara bir şeyler verir vermez onlar oradan uzaklaşır. Ancak bir

104 Latife Özpolat - Hamdullah Erbil, a.g.e., s. 194.

105 Etem Xemgin, İslamiyet ve Alevilik: Alevilik İslam’ın İçinde Mi Dışında Mı? Doz Yayınları, İstanbul, 2005, s. 301; Ali Keleş, Ortak Kimlik Ve Müzik 1980 Sonrası Alevi-Bektâşî Uyanışı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi ) İstanbul, 2008, s. 62-68.

kurt bir şey alamadığı için oradan ayrılmaz ve ulumaya başlar. Yeşil elbiseli adam da, “Git, falancanın köpeğine saldır” der ve kurt da oradan uzaklaşır. Yolcu bir taraftan gördüğü mucizeden şaşkın diğer taraftan da olaydan korkmuş bir vaziyettedir. Gün doğunca ağaçtan inip köyüne döner. Yaşadıklarını ailesine anlatır ve bir çocuğa, “Git de şu falan köylünün köpeğinin yaşayıp yaşamadığını bir öğreniver” der. Çocuk soruşturur ve o köpeğin gece saat üçte kurtlar tarafından yendiği haberini alır. Bunun gibi olaylar değişik yerlerde farklı şekillerde ifade edilmektedir. Yardım istemenin yanında Arnavutluk’un pek çok bölgesinde halkın Hz. Ali veya onun kılıcı adına yemin ettikleri de bilinmektedir. Ancak gerek yardım, gerekse yemin ifadelerinde Anadolu’da bilindiği şekliyle “Zülfikar” kelimesinin olmaması dikkat çekicidir.