• Sonuç bulunamadı

1. 2002 Yılına Ait Musul-Kerkük İle İlgili Gazete Yazıları

İLK HEDEF, MUSUL VE KERKÜK

24/12/2002 Akşam Haber

Amerika, ilk olarak Irak’ın petrol bölgesini kuşatacak. Ardından, ülkenin güneyini denizden kuşatıp, batıdan kara harekatı başlatacak ABD’nin Irak’a şubat ayında saldıracağına ilişkin görüşler ağırlık kazanırken, Arap basını da, ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) savaş planlarını tamamladığını öne sürdü.

İngiltere’de Arapça yayınlanan El Şarkül Awsat Gazetesi’nin gündeme getirdiği planlara göre, ABD Ordusu’nun öncelikli hedefi petrol açısından büyük önem taşıyan Musul ve Kerkük olacak. Bu bölge kontrol altına alındıktan sonra Irak’ın güneyi denizden girişilecek bir operasyonla kuşatılırken, batıdan da kara harekatı başlatılacak.

TÜRKİYE’DEN NAKLEDİLECEK

Gazetenin haberine göre, Irak operasyonunun başlamasından hemen sonra Almanya’da bulunan ABD özel birlikleri Türkiye’deki üslere nakledilecek. Bu birlikler, büyük bir hızla helikopterlerle ilk

118

cephenin açılacağı Kuzey Irak’a taşınacak. Kuzey Irak’taki ABD askerleri, buradaki önemli petrol sahalarının güvenliğini sağlayacak ve Musul ve Kerkük’ü kontrolü altına alacak.

Bu aşamadan sonra Amerikan nakliye uçakları devreye girecek. Dev uçaklar, Irak’ın iç kesimlerine ilerlemek için tank, zırhlı araç ve gerekli askeri teçhizatı taşıyacak.

KUZEY IRAK HAREKETLİ

El Şarkül Awsat’a bilgi veren Kürt kaynakları, son haftalarda ABD özel birliklerine bağlı 200 askerin daha Kuzey Irak’a girdiğini öne sürdü. Bu kaynaklara göre, özel birliklere bağlı askerler, operasyonun başlamasıyla

ARKA BAHÇE’ PLANI : MUSUL - KERKÜK ENDİŞESİ 19/12/2002

Milliyet Manşet

Irak’a operasyon olasılığı artarken, Ankara kulislerinde Bağdat yolu üzerindeki petrol bölgesinin geleceği tartışılıyor. Türkiye’nin gerekirse bölgedeki çıkarlarını korumak için tek başına hareket edebileceği belirtiliyor ABD’nin Irak’a yönelik olası operasyonuna ilişkin tartışmalar sürerken, Ankara’da, bölgenin ekonomik anlamda en yaşamsal coğrafyası olan Musul - Kerkük eksenli endişeler masaya yatırıldı. Ankara’nın soğuk bakmasına karşın “kuzeyden kara harekâtının” tercih edilmesi halinde, bu bölgenin ABD ile ya da tek başına Türkiye tarafından kontrol edilebileceği konuşuluyor.

Kulislerde, ABD ve İngiltere’nin Türkiye sınırından kara birlikleriyle operasyon planına sıcak bakılmamasının nedenlerinin başında, Musul - Kerkük endişesinin geldiği kaydediliyor.

Ulusal çıkarlar söz konusu

On binlerce askerin sınırdan Irak’a girmeleri halinde ilk hedefin Bağdat yolu üzerinde yer alan Musul ve Kerkük olacağı, bu bölgenin Amerikan ve İngiliz askerlerinin kontrolüne girmesi halinde başta Türkmenlerin durumu olmak üzere, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının zedeleneceği kaygısının tartışıldığı belirtiliyor.

Petrol bölgesine ilk giren gücün buradaki kontrolü uzun süre elinde tutmayı başaracağına dikkat çekiliyor. Bundan kaygı duyan Ankara’nın, “ABD, Türk askeriyle koordineli hareket etmeli” görüşünü savunduğu, gerekirse bu bölgedeki çıkarlarını “tek başına koruma” amacıyla hareket edeceği belirtiliyor.

EKONOMİK SAKINCALAR

BM kararına dayalı ve Türkiye dışındaki bölge ülkelerinin de katkısının yer aldığı bir operasyon tercihinin dile getirilmesinin, bu açıdan da yorumlanması gerektiğine işaret edilirken, üst düzey resmi makamların, petrol bölgesinin “tek güç” tarafından kontrolünün politik ve ekonomik sakıncaları üzerinde durduğu kaydediliyor.

Türk askerinin, PKK ile mücadele ve ilk Körfez krizi sonrasında Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelerden bu yana bölgedeki “deneyim ve etkinliğine” dikkat çekiliyor.

Başkent kulislerinde dile getirilen önemli noktalardan biri, alternatifli operasyon hazırlıkları yapan Türkiye’nin sınırda “pasif” bir güç olarak yer almayacağı. Türk askerinin operasyonun her aşamasında “güvenlik tehdidini” de dikkate alarak çıkarlarını aktif biçimde gözeteceği kaydediliyor.

KUZEYDEN HAREKÂT UYGUN

Askeri stratejistler ABD yönetiminin AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da doğrudan ilettikleri “Kuzey’den (Türkiye tarafından) harekât daha uygun olur. Maliyet açısından da idealdir” görüşünü şu iki nedene dayandırıyorlar:

36. paralelden itibaren Bağdat 110 km. uzaklıkta. 36. paralele kadar Irak yönetiminin kara ve hava kontrolü yok. Kalan 110 km. de ise güçlü bir kara ordusu yer almıyor. Kuveyt sınırından Bağdat’a kadar olan uzaklık ise yaklaşık 650 km. ABD bu nedenle kuzeyden harekâtı daha uygun görüyor.

Hem bölge, hem de Bağdat yönetimi açısından hayati önem taşıyan petrol bölgesi kuzeye daha yakın. TÜRKMEN-KÜRT FEDERASYONU 08/12/2002 Zaman Makale M.HAKAN YAVUZ

Türkiye’nin Irak politikası 1991’den bu yana oluşan yeni olguları dikkate almalıdır. Tepkisel değil yeni olgular üreten dinamik bir yapıya kavuşmalıdır. Misak–ı Milli sınırları içinde bulunan Hatay’ı Atatürk büyük bir diplomatik başarıyla II. Dünya Savaşı koşullarından yararlanarak Türkiye’ye kattı. Bu vizyonun bir devamı olarak yine Misak–ı Milli sınırları içinde yer alan Musul–Kerkük bölgesi ekonomik ve kültürel (siyasi değil) entegrasyona tabi tutulabilir. Irak’ın toprak bütünlüğü korunarak özerk federal yapılar

119

oluşturulabilir. Türkiye, Türkmen federasyonunda ısrar etmelidir. Bu yeni yapılanma Türkiye’nin ve Kürtlerin 21. yüzyıla daha güvenlikli girmesini sağlayacaktır.

Unutulmaması gereken yeni “hakimiyetlerin” toprakla değil ekonomik ve kültürel paylaşım ve entegrasyonla inşa edildiğidir.

Avrupa ve ABD’de tartışmalar; Saddam sonrası Irak’ta “ileride sorunlar yaratma potansiyeli olabilecek” güçlü ve radikal yönelimli bir merkezî yönetimin oluşmasını önlemek için “federasyon”un tercih edilmesi gereği üzerine odaklanmıştır. ABD’de tartışmalar daha çok idari veya etnik eksenli federasyon arasında tercih üzerinedir. Iraklı Kürtler kimliklerini koruyacakları bir etnik “federal” yönetim istiyorlar. Bu doğrultuda, Iraklı Kürtler bir dizi çalışma yürütüyorlar ve hemen hemen her altı ayda bir düzenlenen toplantılarda bu konu gündeme getiriliyor.

Federasyon fikrini reddeden Türkiye halihazırda “toprak bütünlüğü ve siyasi bütünlüğün” korunması şeklinde özetlenecek bir dış politikaya sahip. Her ne kadar ilk hedefi korumak mümkün görünüyorsa da ikincisinin gerçekleşmesi mümkün değil. Bugün Irak’ta “de facto” iki tane Kürt devleti var. Dahası, Türkiye’de konuşlandırılan Amerikan ve İngiliz uçaklarının koruması altında büyüyen iki çocuk (Kürt yönetimi) doğmuştur. Türkiye bu gerçeği hesaba katmak ve yeni bir dış politika oluşturmak zorundadır.

BU POLİTİKANIN ANA İLKELERİ

1. Türkiye’yi su, kimyasal silahlar ve yine terör konularında tehdit edecek merkezi açıdan güçlü bir Irak’ın oluşmasını engellemek; 2. Kürt milliyetçiliğinin irredentist yapılanmasını önlemek; plüralist ve kaynaşım sağlayan paylaşımcı yapılanmasını teşvik etmek; 3. Türkiye’nin güvenlik ve ekonomik çıkarlarını ve Kürtlerin bekasını ve entegrasyonunu temin edebilecek bir siyasi (federasyonel) yapı oluşumunu desteklemek. Irak’ta merkezî hükümetin güçlü olduğu 1980–1990 yılları arasında Saddam yönetimi sınır güvenliğini koruyamamış ve PKK terörüne yataklık etmiştir. Bu dönemde Bağdat yönetimi su konusunda ödün vermeye zorlamak için, hem terör ve hem de kimyasal silahlarla Türkiye’yi tehdit etmiştir. Özal’ı ziyaret eden Tarık Ramazan, askerî elbiseyle Çankaya’ya çıkmış ve Türkiye’yi sürekli su konusunda Arap Birliği’nin gündemine taşımıştır. Irak’ta güçlü merkezî bir yönetim Türkiye’nin ve Kürtlerin lehine değildir. Ayrıca, Irak hiçbir zaman Türk–Irak sınırını koruyamamıştır. Bu nedenle büyüyen maliyetiyle sınır güvenliği ancak Türk askeri tarafından sağlanabilmiştir.

GÜÇLÜ ÖZERK FEDERE

Merkezi açıdan güçlü bir Bağdat Türkiye’nin olduğu kadar ötekilerin de çıkarlarına uygun değildir. Irak içinde güçlü özerk federe yapıların oluşması Irak halkının da uzun vadeli çıkarına daha uygundur. PKK’ya karşı Irak ordusu savaşmadı. Özerk yönetime sahip olan Barzani ile Talabani savaş açarak Türklerin lehine kazanımlar sağladılar. Özellikle Barzani yönetimi PKK’yla girdiği bu çatışmalarda birçok askerini kaybetti. Böylece bölgede Türklerin ve Kürtlerin aynı vücudun birbirini desteklediğinde ve birbiriyle bütünleştiğinde kazanım sağlayan birbirinden ayrılmaz iki ayrı eli olduğu bir kez daha ortaya çıktı.

Kurucu bir teori yok

Kürt milliyetçiliğinin kurucu bir teorisyeni yoktur. Ne bir Gökalp ne de bir Akçura vardır. 20. yüzyılın son yarısında şekillenen Kürt milliyetçiliğini, “az gelişmişlik ve merkezi hükümetlerin baskıcı politikaları” yarattı. Kürt milliyetçiliği merkezi hükümetleri düşman “öteki” şeklinde tanımlayarak kendisini idame ettirdi. Irak’ta şekillenen Kürt milliyetçiliği için Türkiye “öteki” değil kardeş ülke olmalıdır. Kürt milliyetçiliğinin Türkiye’ye karşıt oluşumunu engellemek için, Ankara Kürt fobisinden kurtulmalıdır. Bu doğrultuda yapılması gereken ilk iş Kürt kimliğini veya Kürt sözcüğünü tehdidin “adı” olmaktan kurtarmaktır.

Türkiye’nin kendisine güvenmesi ve Kürt fobisini yenmesi gerekiyor. Bu fobinin ana kaynağı devlet hafızasıdır. Bu hafızanın inşasında üç önemli olay vardır: Şeyh Said (1925), Ağrı Dağı (1931) ve Dersim (1937) isyanları ve daha sonra PKK terörü ile had safhaya varan durumdur.

Türkiye’de bu hafıza bence yenilenmeli ve Kürt isyanlarının oluşturduğu hafızaya tutsak olunmamalıdır. Yenilenen yaklaşım, anlayış ve inanç kendisini yansıtan davranışları er geç yaratır. Beşer inandığı şeyleri görmeye ve duymaya meyillidir. Türkiye 1920 veya 30’ların Türkiye’si değildir. Güçlü bir ordusu, gelişen ekonomisi, kendisini her alanda ispat eden oydaşmacı bir kültür birikimine sahiptir. Türk devleti

kurumsallaşmasını tamamlamıştır. Irak’taki 3,5 milyon Iraklı Kürt henüz devletleşememiştir. Türkiye bu konuda her iki Kürt yönetimine destek olabilir. Temel sorunu “aşiretçilik, kuşkuculuk ve şiddete dayanan” Irak Kürt kimliği “eziklik” psikolojisi içindedir. Ankara bu kimliği tahrik etmeden, karşılıklı kazanım için tedavi ederek yanına çekebilir.

Türkiye öncelikle Talabani ve Barzani’nin Türkiye’yi birbirlerine karşı kullanmasına izin vermemelidir. Özellikle Barzani hükümetine ait sanal sitede yer alan haritalar ve Barzani’nin Kerkük tartışmasındaki açıklaması; Kürt milliyetçiliğini “pekiştirme” çabası olarak değerlendirilmektedir. Dahası

120

teorik temelden yoksun olan Kürt milliyetçiliği, kendisini “olumsuz yoldan” inşa etmek için bir düşman “öteki” yaratma çabasındadır. Bence bunları dikkate almakla beraber fazla önemsemek yanlıştır. Ankara ile Barzani arasındaki ilişkilerin bozulmasında Talabani’nin büyük rolü olduğu da unutulmamalıdır. Dahası Talabani Barzani’yi zayıflatmak için Ankara’yı sürekli kışkırtmaktadır. Barzani yönetimi Türkiye’ye her zaman daha sıcak bakıyor. Örneğin,

Talabani yönetiminde Başbakan Yardımcısı Muhammed Mahmud Abdurrahman “Bizim için tek umut kaynağı Türkiye’dir ve Türkiye’nin endişe ve korkularını ciddi şekilde dikkate almalıyız.” diyor. Olumlu yoldan inşa için bu söylem teşvik edilmelidir. Barzani yönetiminin başında bulunan Nechervan Barzani, Türkiye’ye daha yakındır. Demokratikleşen, ekonomik olarak gelişen ve Avrupa ile bütünleşen Türkiye, tüm Kürtler için birleştirici ve zenginleştirici bir çekim oluşturacaktır.

TÜRKLER KÜRTLERİ KARDEŞ GÖRMELİ VE ORTAK KÜLTÜREL NOKTALAR

vurgulanmalıdır. Özellikle müzik ve kültür alanında ortak mirasın “İslam ve Osmanlı” olduğu unutulmamalıdır. Bütün Irak Kürt televizyonlarında en çok dinlenen Türk müziğidir. Yine Kürt gençliğinin tüketimde izlediği modeller Türkiye kaynaklıdır. Her bakımdan zenginlik ve özgürlük sağlayan Türkiye, kendisine güvenmeli ve Kürtlerin hamisi olmalıdır.

Entegrasyon

Bu desteği sağlarken, Ankara Türkmenlerin kültürel haklarını koruyacak siyasi yapının inşasına öncelik vermelidir. Bu bağlamda bir Türkmen–Kürt federasyonu ya da Türkmenler için ayrı bir federe yapıda ısrarlı olmak üzerinde yoğunlaşmalıdır. Türkmen federal yapısı hem Türkmenlerin haklarını çoğunlukta oldukları Musul ve Kerkük yöresinde koruyacak, hem de ileride ortaya çıkması muhtemel irredentist Kürt milliyetçiliğini denetim altında tutacaktır. Güneyde Türkmenler kuzeyde Türkiye tarafından kucaklanan “Barzani ve Talabani federasyonu”, ekonomik olarak Türkiye’ye rahatça entegre olabilecek imkana kavuşacaktır. Bu bağlamda plüralist zenginlik ve özgürlüklerinin teminatı olan Türkmen haklarını, özerk federasyon çerçevesinde korumayan hiçbir proje kabul edilmemelidir.

İtiraz bir

Bu yeni politikaya karşı yöneltilecek iki muhtemel eleştiri olabilir. Birincisi, kurulacak Kürt federasyonunun Türkiye’deki Kürt nüfusunu milliyetçilik konusunda kışkırtabileceği savıdır. Bu mümkün değildir. Birincisi, Türkiye Kürtlerinin çoğu Batı Anadolu’da yaşıyor ve hiçbir zaman otonomi veya Kürtçü bir siyasi yapıyı desteklememişlerdir. Yurt sathında grupsal değil, bireysel (plüralize) dağılımla, yurdun her yerindeki zenginliği özgürce paylaştıklarından, entegre olmuş yönelimlere sahiptirler. İkincisi, güneyinde Türkmen federasyonu olan Irak Kürt federasyonu, kendisini birlikte dostça yaşamanın yollarını bulmada sürekli dikkatli olmak zorunda hissedecek ve böyle bir yaklaşıma prim vermeye kalkışamayacaktır. Üçüncüsü, Türkiye Kürtleri büyük oranda “tarihi, kültürel ve iskan bağlamında” entegre olmuşlardır. Türkiyeli Türkler ile Kürtlerin arasındaki bağlar, Iraklı Kürtlerden daha fazladır ve bu bağlar sürekli “benzeşim” yönünde dönüşüm halindedir.

İtiraz iki

İkinci muhtemel itiraz noktası, kurulacak federal yapının Irak’ın toprak bütünlüğünün parçalanmasını hızlandıracağı yönünde olacaktır. Bu da mümkün değildir. Kürt ve Türkmen federe birlikleri; ancak anayasada belirli olan alanlarda yetki sahibi olacaklar ve bunların tek taraflı olarak Irak’tan ayrılmaları mümkün olamayacaktır. Bu maksatla bunların Irak’tan kopması yönünde karar için, ülke nezdinde referandum zorunluluğu anayasaya koyulmalıdır. Sadece Kürtlerin referandumu ile değil, Iraklı Arapların da referanduma katılması zorunlu olmalıdır. Demokratikleşen ve kültürel hakları verilen Iraklı Kürt ve Türkmenlerin ayrılmasını teşvik edecek sorun ve yapılar böylece bertaraf edilebilecektir.

Sonuç olarak

Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünde ısrar etse de, siyasi bütünlüğün artık mümkün olmadığını görmelidir. Bu doğrultuda birçok başkentte yapılan federasyon tartışmalarına bir an önce katılarak katkı sağlamalıdır. Yeni siyasi yapı, Türkiye’nin hem güvenlik hem de ekonomik çıkarlarına uygun şekilde oluşturulabilir. Atatürk nasıl II. Dünya Savaşı şartlarını kullanarak hem Boğazları hem de Hatay meselesini Türkiye lehine uzun vadeli çözüme kavuşturduysa, yine Misak–ı Milli sınırları içinde yer alan Musul–Kerkük bölgesi de mevcut konjonktür şartlarının isteklerine uyumlu bir şekilde Türkiye lehine şekillendirilebilir.

Federasyon konusunda Kürtlerin ısrarlı oldukları açık. Türkiye Kürtleri karşısına değil, yanına almalıdır. İki tarafın da kazandığı roller tanımlanarak paylaşılmalıdır. Iraklı Kürtler, Türkiye’nin güney güvenliğini sağlayacak yapılanma için desteklenmelidir. Türkiye onlara “abilik” yapacak bakış açısını vakit kaybetmeden oluşturmalıdır..

Yeni şartlar yeni politika

Kısacası, Türkiye edilgen değil etken bir güç olarak olaylara yön vermeli ve

olayların peşinden sürüklenmeyi bırakmalıdır. Bunun için de Saddam sonrası Irak’ı

121

kendi çıkarlarına göre şekillendirmelidir. Atatürk’ün Hatay ve Boğazlar’daki diplomatik

girişimi ve çalışması örnek alınmalıdır. Günümüz egemenliğinin bayrak veya askerle

değil, iş adamı ve ürünlerle sağlandığı unutulmamalıdır. Daha şimdiden Kuzey Irak’ın

(Kürt vatandaşlı) Türkiye’nin egemenlik alanı içinde olduğu vurgulanmalıdır. Öncü gücü temsil eden Hacı Şakir sabunu, Ülker bisküvileri, Arçelik televizyonu, Beymen tekstili, Erbil’deki Işık Lisesi ve Tarkan şarkılarıyla Kuzey Irak’ta altyapı hazırlanmıştır. Türkiye kendine güvenmeli ve yeni bir (aktör değil, senarist) vizyonla ortaya çıkmalıdır.

KERKÜK BİZİMDİR 19/10/2002

Takvim Haber

MUSTAFA ZİYA

Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Mustafa Ziya, ‘Herkesin gözü petrolde ama kimseye yar etmeyiz’ dedi.Ziya ayrıca Türkiye’den destek talep etti Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Mustafa Ziya, Ankara’da Kerkük’ün başkent olarak gösterildiği haritaları sert bir dille eleştirdi. Kuzey Irak’taki oluşumun her türlü altyapısının hazır olduğunu, “bir ilanının kaldığını” vurgulayan Ziya ekledi: “Türkiye’den destek istemek hakkımız.”

Ziya, İş Dnyası Platformu tarafından Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen “Kuzey Irak ve Türkmenler” konulu konferansta, Kuzey Irak’taki son gelişmeleri değerlendirirken, Ankara’ya ve Kürt liderlere önemli mesajlar verdi.

‘SAVAŞ İSTEMEZDİK AMA...’

Türkmen Cephesi olarak hiçbir zaman savaş istemediklerini ifade eden Ziya, hedeflerinin insana dayalı bir politika olduğunu belirtti. Türkmen lider Mustafa Ziya, “Ancak baka çare yoksa, ABD operasyon konusunda kararlıysa, görüşümüz, Türkiye bu konunun dışında kalmamalıdır” diye konuştu.

‘KERKÜK’ÜN SAHİBİ TÜRKMENLER’

Ziya, Türkmenler’in dağınık değil, bir bölgede bulunduklarını kaydederek, şunları söyledi: “Bazı haritalar çıkıyor, Kerkük Musul onun bunun başkenti diye, oraların toprak sahipleri bizleriz. O toprağın altındaki zenginliklerde gözümüz yok. Başkalarının gözleri var. Bugün oraya kim sahip olacak diye bir Kerkük sorunu yaşanmaktadır. Oraya, orada yaşayan halk sahip olacaktır. Kuzey Irak’taki oluşumun her türlü altyapısı vardır. Bir ilanı kalmıştır. Ne Irak halkının, ne de Türkiye’nin buna izin vereceğini sanmıyorum.”

Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Mustafa Ziya, ‘Herkesin gözü petrolde ama kimseye yar etmeyiz’ dedi.Ziya ayrıca Türkiye’den destek talep etti Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Mustafa Ziya, Ankara’da Kerkük’ün başkent olarak gösterildiği haritaları sert bir dille eleştirdi. Kuzey Irak’taki oluşumun her türlü altyapısının hazır olduğunu, “bir ilanının kaldığını” vurgulayan Ziya ekledi: “Türkiye’den destek istemek hakkımız.” Ziya, İş Dünyası Platformu tarafından Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen “Kuzey Irak ve Türkmenler” konulu konferansta, Kuzey Irak’taki son gelişmeleri değerlendirirken, Ankara’ya ve Kürt liderlere önemli mesajlar verdi.

‘SAVAŞ İSTEMEZDİK AMA...’

Türkmen Cephesi olarak hiçbir zaman savaş istemediklerini ifade eden Ziya, hedeflerinin insana dayalı bir politika olduğunu belirtti. Türkmen lider Mustafa Ziya, “Ancak baka çare yoksa, ABD operasyon konusunda kararlıysa, görüşümüz, Türkiye bu konunun dışında kalmamalıdır” diye konuştu.

‘KERKÜK’ÜN SAHİBİ TÜRKMENLER’

Ziya, Türkmenler’in dağınık değil, bir bölgede bulunduklarını kaydederek, şunları söyledi: “Bazı haritalar çıkıyor, Kerkük Musul onun bunun başkenti diye, oraların toprak sahipleri bizleriz. O toprağın altındaki zenginliklerde gözümüz yok. Başkalarının gözleri var. Bugün oraya kim

sahip olacak diye bir Kerkük sorunu yaşanmaktadır. Oraya, orada yaşayan halk sahip olacaktır. Kuzey Irak’taki oluşumun her türlü altyapısı vardır. Bir ilanı kalmıştır. Ne Irak halkının, ne de Türkiye’nin buna izin vereceğini sanmıyorum.”

122

TÜRKİYE KERKÜK VE MUSULA KORİDOR AÇMALI 19/10/2002

Gözcü Haber

MUHSİN YAZICIOĞLU

BBP Lideri Yazıcıoğlu, “Savaşın olmaması için Türkiye öncülük yapmalı. Buna rağmen harita değişecekse Türkiye, Kerkük ve Musul’a koridor açmalı” dedi

Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Irak’ta operasyona karşı çıktı. İzmir’de seçim çalışmalarını sürdüren Yazıcıoğlu, Irak’a yapılacak olan müdahalenin haklı ve inandırıcı bir gerekçesi olmadığını söyledi. Savaşa taraftar olmadıklarını ve savaş istemediklerini belirten Yazıcıoğlu, “Savaşın olmaması için Türkiye öncülük yapmalı, önderlik yapmalıdır. Bunlara rağmen müdahale olacaksa, müdahalenin sonucu harita değişiklikleri olacaksa Türkiye hazırlıklı olmalıdır. Böyle bir durumda Türkiye, Kerkük ve Musul’a koridor açmalı. Bölgedeki Türkmenler’i himayesi altına almalı. Öbür tarafta, Kuzey lrak’ta kürt devletinin kuruluşu aşama aşama gerçekleşiyor. Bu da milli güvenlik ve kürtlerin menfaatleri açısından son derece yanlıştır.

ATATÜRK’TE FEDERASYON FİKRİ VE KERKÜK... 18/10/2002

Yeni Şafak Köşe Yazısı

gün dahi eşkali zahiriyesi ne olursa olsun gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraberdir. Eğer bundan sonra esbabına tevessül edilirse bunlardan azami istifade etmek mümkündür...”

Buradan ne anlıyoruz? Atatürk’ün, Türkiye’nin bağımsızlığının ardından, Irak ve Suriye’nin de bağımsız olması kaydıyla; Türkiye-Irak-Suriye arasında bir ‘federasyon’ ya da ‘konfederasyon’ tasavvur ettiği... Milli Mücadele’nin liderinin bu tasavvura sahip olduğu sırada, ‘Batı yönelimi’ de elbette aynen durmaktaydı.

Dolayısıyla, 80 yıl önceki tasavvur, Ortadoğu’nun geleceğinde bu ülkelerin alacağı şekil ve Türkiye’nin elde edeceği yeni konumla birlikte (Irak ve Suriye’de demokratik rejimlerin kurulması ve