• Sonuç bulunamadı

1970-2000 YILLARI ARASINDA YAZILMIŞ KIBRIS TÜRK PİYESLERİNİN TEMATİK AÇIDAN İNCELENMESİ

2.1. Tarihî Gerçeklere ve Ulusal Düşünceye Dayanan Piyesler

2.1.3. Çağdaş Kıbrıs Türk Tarihini Yansıtan Piyesler

2.1.3.1. EOKA’nın Kurulmasıyla Başlayan Olayları Yansıtan Piyes: Özgürlüğe Doğru Kuzeyden Gelen Ses-

2.1.3.2.5. Baraj-Tepe

Ali Nesim136 tarafından kaleme alınan tarihi gerçeklere ve ulusal düşünceye dayanan piyes, 1973 yılında Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi’nin düzenlemiş olduğu Ulusal Radyo ve Sahne Oyunları Yazma Yarışması’nda üçüncülüğü kazanmıştır. Tek perdelik bir oluşmaktadır.

135 Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi, 1973: 24.

136

Ali Nesim’in, gerek edebî konular, gerekse toplumsal konularda araştırmalar ve incelemeler yaptığı bilinmektedir. Bunların yanı sıra edebiyat dünyasındaki adını yazdığı öykülerle de duyurmuştur. 2014 yılında yitirilen bu değerli yazarın düşüncelerini, eserlerini korumak ve Nesim’in Kıbrıs Türk Kültürü için göstermiş olduğu çabaları yaşatmak adına 2016 yılında, Kıbrıs Türk Yazarlar Birliği tarafından Ali Nesim Edebiyat Ödülleri verilmeye başlanmıştır.

Piyesin başında karakter listesi yazar tarafından verilmemiştir. Yazar, perdelerin başında herhangi bir dekor anlatımı da yapmadığı görülmektedir. Piyeste hiçbir düşman gücüne ait kimseye rastlanmamaktadır.

Piyesteki olaylar Ali adındaki komutanın Rum saldırılarına karşı verilen mücadele sırasında yaşadıkları ve bu kahraman komutanın vatanı uğruna şahadet şerbetini içişi anlatılmıştır.

Yazara gör Ali, bir kahramandır. Çünkü o, vatanı, milleti uğruna canını ortaya koyarak mücadele etmiştir. Neticede ise vatanı, milleti hürriyete kavuşmuş, kendisi de bu uğurda şehit olmuştur. Ali, yaptıkları ile adeta destan yazmıştır. Yazar, piyeste Baraj-Tepe denilen yerde bulunan “karanlık-ağaç” (zeytin ağacı) motif olarak kullanılmıştır. Bu asırlık ağaç, anlatılan ailenin hayatındaki her şey demektir.

Ali’nin annesi Fatma’ya göre bu ağacın ayrı bir önemi bulunmaktadır. Çünkü o, bu ağacın altında doğmuş, bu ağaçtan elde edilen gelirle büyümüş, kendisi de oğlunu bu ağaçtan kazandığı ile büyütmüştür. Ali, bu ağacın altında düşman güçleri tarafından şehit edildiği zaman Fatma, oğlunu kaybetmenin acısını yaşarken aynı zamanda böyle cesur, mert bir oğlu olduğu için de gurur duymuştur.

Yazar, Fatma Kadın bu ağacın bulunduğu yerdeki toprağı için onun vazgeçilmezi olduğunu belirtmektedir. Zira Fatma Kadın, suların bulunduğu köydeki bu yere baraj yapılırken hükümet tarafından bu ağaç kesilmek istenmişti. Fakat o, buna asla müsaade etmemişti. Yazara göre bu kadın, toprağına, malına sahip çıkmıştır. Canını ortaya koyacak kadar mert oluşuyla ön plandadır.

İnsanın, hayatta kendisi için önemli olan değerlerden canı pahasına da olsa vazgeçemeyeceği mesajı verilmektedir.

Piyesin ana karakteri Ali adlı genç bir komutandır. Ali, vatanı için canını seve seve fada etmekten çekinmeyen cesur bir asker; İnci, en büyük mutluluğu hayattaki tek varlığı Ali olan fedakâr eş; Fatma ise oğlundan vatan uğruna yaptıkları karşısında büyük bir gurur duyan millî duyguları güçlü bir anne olarak piyeste yer almaktadır.

Piyesteki olaylar Ali’nin evinde, bir de Baraj-Tepe denilen yerde bulunan “karanlık- ağacın” altında geçmektedir. Yazar, sade bir dille piyesini kaleme almıştır.

Komutan Ali’nin en büyük hayali, Baraj-Tepe’de bulunan tarlalarına bir çiftlik ve yeşillikler içinde beyaz bir ev yaptırıp doğacak olan yavrularıyla birlikte huzurlu bir yaşam sürmektir. Ali’nin Baraj-Tepe’deki bahçesinde “karanlık-ağaç” (zeytin ağacı) denilen asırlık bir ağaç vardır. Fatma’ya göre bu ağaç, sıradan bir ağaç değildir: “… Ben onun altında doğdum, büyüdüm. Biz yedi gardaştık. Bubam bizi bu ağaçtan geçindirirdi. Ben de sizi bu

ağaçtan büyüttüm. O ikinci ananızdır. Sizin kanınızda benden sonra o vardır”137

Yüz kusur senelik bu ağacı, baraj yapılırken sökmek istemişlerse de Fatma, kıyametleri kopartmış ve İngiliz hükümetinin kendisine verdiği kâğıdı göstererek asırlık bu ağacı kesilmekten kurtarmıştır. Ancak yine de kurulacak olan barajın suyu, yakınlardaki Rum köyüne aktarılacağı için ağaç tehlikededir.

Bu bölgeye Rumların saldırması üzerine Ali, annesi Fatma’yı yanında aldırır. Ancak Ali, Baraj-Tepe’deki evini, evinin bahçesinde bulunan “karanlık-ağacı” çok özlemekte ve bir an önce çarpışmaların durmasını ve evine gitmeyi istemektedir. Ancak çatışmalar durmaz ve düşman kuvvetleri hücuma geçer. Bunun üzerine Türk mücahitleri de Baraj-Tepe’ye konuşlanarak buradan savunma yapar. Bu muharebe sırasında Anavatan Türkiye, Türk mücahitlerine yiyecek ve cephane yardımı göndermiştir.

Baraj-Tepe’deki mücadeleler esnasında Komutan Ali’nin tek hedefi; “mermilerle Baraj-Tepe’ye ateşten bir duvar örmek ve bu hat sayesinde düşmana, Türk vatanının ne olduğunu, ona çarpanların nasıl eridiğini öğretmek”138

olmuştur. Nitekim Ali bu hedefine ulaşmış, Türk mücahitleri Baraj-Tepe’nin geçilmez olduğunu düşman askerlerine göstermiş ve mücadeleyi kazanmıştır. Ancak ne yazık ki bu mücadele sırasında Komutan Ali de vurulmuştur. Ali, ölmeden önce kendisini ulu ağacın altına götürmelerini istemiş ve buradan son bir kez Baraj’a bakmak istemiştir. Ardından da yanında bulunan çavuşa şunları söylemiştir: “... Evet… Sapasağlam… Dim dik! Beni de görebiliyor musunuz çocuklar?... Orada!.. İşte… İşte… Bir damla… Barajdaki sularda!...”139

Piyesin finalinde diğer askerler, vatanı için canını seve seve feda eden bu kahraman mücahidin karşısında selam verirler. Ali’nin annesi ve eşi perişan hâldedir. Anne bu konudaki duygularını; “senin için yaşadık ağacım, senin için öldük biz”140

diyerek İnci ise “bana Baraj- Tepe’deki bahçelerin en güzelini yaptın kanınla sulayarak”141

sözlerini dile getirerek belirtir. Ayrıca anne, gelinine “bir can kaybettik ama gelin, koca bir vatan kazandık”142

diyerek şehit oğlu ile duyduğu gururu dile getirmiştir. Ayrıca barajdan akan sulara bakan anne, bu suların çağlayıp akması sebebiyle etraftaki ekili fidanlara hayat verdiğini dile getirmiştir. Bu fidanların her biri akan bu suyla beslenip büyüyeceğini, ağaç olacağını belirten anne, bu ağaçların aynı zamanda evlatların yetişmesine katkı yağacağını, şehit olanlara gölge olacağını sözlerine eklemiştir.

137 Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi, 1973: 5. 138

Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi, 1973: 12. 139 Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi, 1973: 12. 140 Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi, 1973: 13. 141

Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi, 1973: 13. 142 Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi,1973: 14.

2.1.3.2.6. Üzgü

Bekir Kara’nın143

yazdığı Üzgü adlı piyes, 1973 yılında Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi’nin düzenlemiş olduğu Ulusal Radyo ve Sahne Oyunları Yazma Yarışması’nda mansiyon ödülü kazanmıştır. Tek perdeden ibarettir.

Piyes yazar tarafından eserin başında, ulusal radyofonik bir oyun olarak nitelendirilmiş daha sonra oyundaki şahıs kadrosu sıralanmıştır. Şahıs kadrosunun hemen altında yer alan “anlatan” başlıklı bölümde, piyesle ilgili bilgiler okuyucularla paylaşılmıştır.

Vatanı canından daha kıymetli olan Demir’in bu husustaki yaşadıkları anlatılmıştır. Yazara göre dinleri ayrı olsa da bir Türk’ün bir Rum’a âşık olabilmesinin mümkün olduğunu vurgulamak istemektedir.

Piyeste Hristo, olumsuz bir karakter olarak yazar tarafından verilmiştir. Hristo ilk önce bağ komşusu Ali ile candan dostken, devletleri tarafından izlenen politika neticesinde değişmiştir. Hristo, Ali’nin bağına da sahip çıkmak için elinden geleni yapmıştır. Ali’yi gözünü kırpmadan öldürmüş, Ali’nin oğlu Demir’i de uzaklaştırmak istemiştir.

Yazara gör Hristo’nun kızı Maria, bir Rum olmasına rağmen Türk dostu biridir. Maria, Demir’e zarar gelmesin diye ondan vazgeçecek kadar Demir’i çok sevmektedir. Maria, bu konudaki duygularını şöyle ifade etmektedir: “Ne olurdu sen Türk ben Elen olmasak. Sana iyi günler Demir. Seni yaşantım boyunca unutmayacağım”144

Maria’nın annesi Eleni de olumsuz bir karakter olarak karşımıza çıkarılmıştır. O da kocası Hristo gibi Türk dostu iken devlet politikası sebebiyle onlara olan düşünce ve davranışları değişmiştir. Demir’in elinden bağı alıp kazançlarını artırmak istemektedir. Ayrıca köydeki Murat öğretmenle de Maria’yı evlendirmeyi düşünmektedir. Bu tezat bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir Rum’un kızını bir Türk’le evlendirmeye çalışmasıdır.

Vatan, candan daha kıymetlidir ve vatanı müdafaa için çekilen sıkıntıların hiçbiri boşuna değildir mesajı verilmeye çalışılmıştır.

143

Bekir Kara, öykü ve romanlarının yanı sıra adını daha çok tiyatro eserleriyle duyurmuştur. Tarafımızdan kendisi ve en yakın çalışma arkadaşı Fatma Sevem ile 23 Mart 2016 tarihinde Güzelyurt ilçesinde bir söyleşi gerçekleştirilmiş ve Bekir Kara arkadaşından dinlenmiştir. Kara, 12 yaşında köyünden göç etmiş ve bu durum kendisini derinden etkilemiştir. Kara, köyüne duyduğu özlem doğrultusunda kaleme aldığı Toprak Kokusu adlı eseriyle sanat yaşamına ilk adımını atmıştır. Bu eser, yazar ve arkadaşı Fatma Sevem tarafından 1965 yılında sahneye koyulmuştur. Fatma Sevem, Kara’nın en büyük ideolojisinin “Kıbrıs Türk kültür, gelenek, görenek ve yaşam biçimini ileriye taşımak” olduğunu vurgulamaktadır. Sevem ayrıca Kara’nın yazdığı tiyatro, öykü ve romanlarda “Kıbrıs’ı; Kıbrıs insanının yaşamını, çektiği sıkıntıları, aşkları, acıları ele alıp işlediğini; onun eserlerini büyükten küçüğe her yaş grubunun severek okuyabileceğini ve gerekli mesajı alabileceğini” dile getirmiştir. Sevem’in Kara hakkında önemle üzerinde durduğu bir diğer nokta, Kara’nın bağlamasını elinden hiç bırakmadığı, onun en büyük destekçisinin de bağlaması olduğudur.

144

Piyesin şahıs kadrosu oldukça kalabalıktır. Oyunun ana karakteri olan Demir, genç bir ziraat mühendisidir. Köyünün (Dereköy) gurur kaynağıdır. Demir’in babası olan Ali, köyün muhtarıdır. Demir’in annesi Hatice ise oğluna düşkün bir annedir. Diğer yandan oyunda Demir’le ilişkili olarak Rum bir aile vardır. Bu ailenin reisi Hristo, önceleri Türk komşularını seven, onlarla iyi geçinen bir karakterken soydaşlarının Türklere saldırmasının ardından düşünceleri değişmiş, Türklere düşman olmuştur. Hristo’nun eşinin adı Eleni, kızının adı ise Maria’dır. Maria aynı zamanda Demir’e karşı büyük bir sevgi beslemektedir ve ona bir zarar gelmesinden korkmaktadır. Bu nedenle de Demir’i sürekli uyarmış hatta onu korumak için sevdisinden vazgeçmiştir. Piyeste yer alan bir diğer isim ise Dereköy’de öğretmenlik yapan Murat’tır. Murat, ulusal mücadeleye baş koymuş, mücahit bir tiptir.

Piyes yazarın da en başta belirttiği gibi Dereköyü’nde; köyde bulunan bağlarda olaylar geçmektedir. Dil, anlaşılır şekilde yazar tarafından verilmiştir. Yalnızca dil konuşunda da yazarın yaptığı en büyük tezat, Rum halkın da düzgün bir Türkçe ile konuşturulmuş olmasıdır. Bu da yazarın başarısızlığı olarak değerlendirilebilir.

Piyesteki olayla şu şekilde gelişmektedir: Yüksek tahsilini tamamlayıp köyüne dönen Demir, herhangi bir devlet dairesinde çalışmak yerine babasına ait bağda işe başlama kararı vermiştir. Demir ve ailesinin komşuları Hristo ile iyi bir dostlukları bulunmaktadır. Bu dostluk ortamında Hristo’nun kızı Maria ile Demir arasında bir yakınlaşma başlamıştır. Fakat Rumların Türklere karşı başlattıkları saldırılar neticesinde, bu dostluk Hristo tarafından bir anda bozulur. Maria da Demir’i sevmesine rağmen ona bir şey yapmalarından korktuğu için ondan uzaklaşmayı tercih eder.

Türklere karşı olan düşünce ve davranışları değişen Hristo, Ali’nin bağına sahip olmaya karar verir. Bağını satmamak için direnen Ali, Hristo tarafından öldürülür. Buna rağmen bağa sahip olamayan Hristo, Rum ve Türk ortaklığına dayalı olarak kurulan cumhuriyeti fırsat bilip Demir’in burslu olarak Kanada’ya gitmesini sağlar. Hristo bu davranışıyla, Kanada’ya gidecek olan Demir’in, bağı kendisine kiralayacağını ve bu şekilde bağa sahip olabileceğini planlamaktadır. Bu plan, Kanada’ya giden Demir’in iki yıl sonra köyünü ziyarete gelmesi ve bu sırada Rumlar ile Türkler arasında başlayan çarpışmaları görerek Kanada’ya dönmekten vazgeçmesi ile bozulur.

Ortaklığın düşman tarafından bozulması ile düşman kuvvetler, Türklere yönelik saldırılara başlar. Bu saldırılardan Dereköy de nasibini alır ve köy kuşatılır. Köyde yaşayan Türk halkı, savunma yapabilecek cephaneye sahip değildir ve ne yapacağını bilemez hâldedir. Bu sırada Türk halkının emin olduğu tek düşünce, Anavatan Türkiye’nin kendilerini yalnız bırakmayacağı, mutlaka yardım göndereceği düşüncesidir. Ancak köylüler, yardım gelene

kadar direnebilecek durumda değildir. Bunun üzerine tek çare olarak mevcut cephaneleri ile bir savunma grubu oluşturabilmek adına başka bir köye göç etme kararı alırlar. Bu karara uymayarak köyünü terk etmeyen tek kişi Demir olacaktır. Demir, kendi evinde, elinde tüfeği ile düşmanla karşı karşıya gelmeyi beklemektedir.

Piyesin finalinde, elinde tüfeği ile düşmanı bekleyen Demir, Hristo ile karşı karşıya gelir ve babasının, Hristo tarafından katledildiğini öğrenir. Bunun üzerine, Demir ve Hristo arasında başlayan arbedede Hristo vurulup ölür. Ancak Demir de orada bulunan bir Rum’un elinden kurtulamayı başaramaz ve şehitlik mertebesine ulaşır. Demir’in son sözleri ise şunlar olur: “… Canım, vatanıma helal olsun. Elbet öcümü alacaklar”145

Rum, bir Türk’ün ölümüne çok sevinmiştir. Bu haberi koşup yetkililere haber vermek ve onların da harekete geçip köyü yakıp yıkmalarını ve bundan gayrı buraya bir Türk’ün dahi adım atmayacağını haykırmıştır.

2.1.3.2.7. Dava Kavramı