• Sonuç bulunamadı

Varlık bakımından birincildir. Bunun anlamı, tümel cevherlerin bilfiil tümel olmaları bakımından ya bilfiil tikellere kıyasla söylenmeleri ya da ancak tikeller itibara alınarak

BÖLÜM 2: CEVHER OLARAK SURET

1) Varlık bakımından birincildir. Bunun anlamı, tümel cevherlerin bilfiil tümel olmaları bakımından ya bilfiil tikellere kıyasla söylenmeleri ya da ancak tikeller itibara alınarak

ve tikellere nispetle düşünülmeleridir. Dolayısıyla tümellerin varlıkları, herhangi bir yönden konularına söylenmelerinden ibarettir. Bu nedenle, onların konusunun bulunması zorunludur. Oysa ferdî cevherler, fert olmaları, yani hiçbir şekilde bir konuya söylenmemeleri bakımından, kendisine söylenecekleri başka bir şeye veya konuya ihtiyaç duymazlar. Aksi taktirde, onların yüklenecekleri başka bir ferdin daha bulunması, herhangi ferdin varlığının karar kılmasının şartlarından biri olurdu. Şu halde ferdî cevherler tümellere değil, tümeller ferdî cevherlere ihtiyaç duyarlar.308

İbn Sînâ’nın tikellerin varlık bakımından birincil olduğu ve tümellerin varlıkta tikellere ihtiyaç duyduğuyla ilgili bu görüşü, tümellerin doğa bakımından tikellerden önce olduğunu savunan Yeni-Eflatuncu tutumla uyumsuzluk arz eder. Bu uyumsuzluk, İbn Sînâ’nın, kendi yaklaşımına karşı yöneltilebilecek muhtemel Yeni-Eflatuncu eleştirilere verdiği cevaplarda da kendisini gösterir. Bu bağlamda İbn Sînâ mutlak ferdî doğanın varlığının, tümel olması bakımından tümel doğanın varlığıyla bir ilişkisi olmadığını söylerken, insanın doğasının Zeyd’in doğasından önce olabileceği yönünde bir itirazla

307

İbn Sînâ, Kategoriler, 91,6-7.

karşılaşılabileceğine işaret eder.309 İbn Sînâ, tümellerin doğa bakımından tikelleri öncelediği şeklindeki Yeni-Eflatuncu tutumla uyumlu olan bu itiraza, varlık-mahiyet ayrımını merkeze alan bir cevap verir. Buna göre, İbn Sînâ’nın mutlak ya da kendinde mahiyetine karşılık gelen, “insan olmak bakımından insan doğası” hem zihindeki tümel insan doğasını hem de dışta tikellerin zımnında bulunan insan doğasını, itibarî olarak önceleyebilir. Tümellik, söz konusu anlama, ancak zihin onu aklettiği ve şeylere yüklendiği sırada ilişir, yoksa kendinde insan doğası ne tümel ne de tikeldir. 310 Şu halde tikellerin mi yoksa tümellerin mi birincil olduğuyla ilgili bir mukayesede kendinde doğanın itibarî önceliğine atıfla değerlendirme yapılamaz. Buradaki mukayesede aslolan insan doğasının tümel olması bakımından alınarak, tikel insanla karşılaştırılmasıdır. Bu mukayese yapıldığında; tikelin varlıkça tümelden önce olduğu ortaya çıkar.311

İbn Sînânın en azından el-Mekûlât’ta oldukça kısa bir biçimde ifade ettiği, tümellik ve tikellikten, hatta herhangi bir varlık tarzından bağımsız kendinde mahiyet düşüncesi, en azından burada, Yeni-Eflatuncuların “doğa bakımından önce” olduğu söylenen tümeliyle karşılaştırılmıştır. Yeni-Eflatuncular maddedeki insanlık doğasını veya suretini önceleyen kendinde insanlık suretinin, Demiurge’ta ya da İbn Sînâ’nın deyimiyle vâhibu’s-suver’de bulunan ezelî, ebedî, oluş bozuluşa uğramayan ve koinon (benzer/ortak) olma özelliğine sahip bir idea (noétai ideai) olduğunu söylüyorlardı. Onlara, en azından Ammonius ve takipçilerine, göre söz konusu aklî suret epistemolojik açıdan tümel olmasa bile, şeylerdeki ortak doğanın illeti olması bakımından nedensel bir tümelliğe sahiptir. İşte bu nedensel ve aklî tümel, doğa bakımından tikelleri önceler. Böyle bir düşüncenin İbn Sînâ’da karşılığı bulunmaz. İbn Sînâ, onların doğa bakımından önce diye adlandırdıkları demiurgik suretleri (demiurgukôi logoi), kendinde mahiyet fikrine tercüme eder ve kendinde mahiyetin varlık, yokluk, tümellik ve tikellik gibi sıfatlarla nitelenemeyeceğini ifade eder. Şu halde Yeni-Eflatuncuların ezelîlik, aklîlik, yaratıcılık gibi sıfatlarla nitelediği aklî suretler, İbn Sînâ’nın kendinde mahiyetiyle uyumsuzdur ve bunlar birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılamaz.

309

İbn Sînâ, Kategoriler, 92,28 (= fe-in kîle enne tabî‘ate’l-insâni akdem min tabîati Zeyd).

310

İbn Sînâ bu doğaya kendinde mahiyet adını verdiği gibi, zihne geldiğinde cinsliğin veya tümelliğin ilişmesi mümkün doğa anlamında, doğal cins (el-cinsu’t-tabî‘î ya da el-külliyyu’t-tabî‘î) adını da verir. Bkz. İbn Sînâ,

Mantığa Giriş, s. 60-62.

2) Tikeller cevher anlamının tahakkuku ve karar kılması bakımından da birincildir. Bunun anlamı şudur: Cevher “dışta var olduğunda bir konuya ihtiyaç duymama özelliğine sahip mahiyet” demektir. Tikel cevherler, dışta mevcut olmuş ve bu özellik onlarda tahakkuk ve takarrur etmiştir. Bununla birlikte tümel cevherler, dışta var olduklarında bir konuya ihtiyaç duymama özelliğine sahip olsalar da, dışta var olmadıkları için bu özellik henüz onlarda tahakkuk ve takarrur etmemiştir.312

3) Tikeller yetkinlik ve üstünlük (el-kemâl ve’l-fazîle) bakımından da birincidir. İbn Sînâ’ya göre doğa, birincil ve öncelikli olarak ferdî cevherleri ve meydana getirmeyi amaçlar. Doğanın nihâi gayesini oluşturması bakımından tikeller, yetkinlik ve üstünlükle nitelenmeye daha layıktırlar.313

4) Tikeller cevher adını alma bakımından da birincildirler, çünkü bir konuda

olmaksızın mevcut oldukları bilinen ilk şey ferdî cevherler olduğu için, önce onlara cevher denilir. Sonrasında arazlar tikellerde bulunma yoluyla, tümeller de tikellere söylenme yoluyla mevcut olurlar.314

İbn Sînâ’nın tikel-tümel mukayesesi etrafında, tümelleri ikincil sayması ve onlara doğa bakımından da herhangi bir öncelik atfetmemesi, Yeni-Eflatuncu şu eleştiriye kapı aralayabilir: “Siz aklî cevherlerin duyulur cevherlerden sonra olduğunu kabul ettiniz, dolayısıyla akıl ve Bârî Teâlâ’nın duyulur fertlerden sonra gelmesi gerekir.”315 Aynı eleştiri, Porphyyr’den itibaren Yeni-Eflatuncular tarafından Kategoriler üzerine yazılmış neredeyse tüm şerhlerde yer alır. Eleştirinin iki yönü vardır. Bu yönlerden birincisi söz konusu aklî cevherlerin Kategoriler kitabında yer almamasıyla ilgiliyken, ikincisi tümel aklî cevherlerin mutlak olarak ikincil olup olmayacağıyla ilgilidir. Eleştirinin kaynağı esas itibariyle Plotinus’tur. O, Aristoteles’in Kategoriler’inin hem eksik, hem de yanlış olduğunu söyler. Eksiktir, çünkü akledilir cevherleri içermez; yanlıştır, çünkü tikelleri mutlak birincil cevher olarak alır. Porphyry ve sonraki şarihler buna iki şekilde cevap verirler: Eksik değildir, çünkü Kategoriler’in konusu duyulur cevherlerdir ve bu nedenle akledilir cevherlere değinilmemiştir; yanlış değildir, çünkü Aristoteles tikelleri sadece “bize nispetle” birincil olarak değerlendirir, doğa bakımından akledilirleri ve tümelleri birincil olarak görür. İbn Sînâ’nın cevabı farklıdır: 312 İbn Sînâ, Kategoriler, 93,15-19. 313 İbn Sînâ, Kategoriler, 93,20-29. 314 İbn Sînâ, Kategoriler, 93,30-94,3. 315 İbn Sînâ, Kategoriler, 95,23-25.

“Öncelikle geçmiş tartışmalardan bilmelisin ki, Bârî Teâlâ cevher cinsine dahil değildir. İkinciye gelince, tür ve cins aklî cevherler olsa da bütün aklîler türler ve cinsler değildir. Aksine, aklîler içinde bi-zâtihi kâim olan, üzerine yükleneceği ya da içinde bulunacağı bir konuyla ilgisi olmayan fertler vardır.

İşte bu aklî fertler (el-mufredât el-akliyye) cevherliğe her şeyden daha layıktır.

Yani aklî fertler cevherliğe, hem onların varlığının sebebi olduğu için cisimsel fertlerden, hem eğer onlar için söz konusu ise aklî tümellerden –çünkü onlar işaret ettiğimiz tarzda mevcut olan fertlerdir–, hem de doğal duyulur tümellerden daha layıktır –çünkü onlar [=aklî fertler], cevherliğe bunlardan [=doğal duyulur tümellerden] daha layık olan şeyden, yani cisimsel fertlerden daha fazla cevherliğe layıktır.”316

Bu çözümüyle İbn Sînâ Yeni-Eflatuncu şarihlerden uzaklaşarak kısmen Aphrodisiaslı

İskender’e yaklaşır. Hatırlanacağı üzere Simplicius, Aristoteles’in başka yerlerde akledilirlere birincil cevher derken Kategoriler’de tikellere birincil cevher demesiyle ilgili aporiaya İskender’in getirdiği çözümün, akledilir ve ayrık cevherlerin tikel kabul edilmesine dayandığını söylemekteydi. Buna göre İskender, Aristoteles’in akledilirlere birincil cevher dediği yerde, Kategoriler’le uyumlu bir şekilde, onları tikel cevherler olarak değerlendirmesi itibarıyla birincil oluşla nitelendiğini düşünür. İbn Sînâ da

İskender’le aynı kanaattedir. Bununla birlikte İbn Sînâ, ayrık akılların birincil cevherliğe niçin en layık mevcutlar olduğu noktasında İskender’den farklılaşır.

İskender’e göre Tanrı ve ayrık akılar oluş-bozuluşa tâbi olmadıkları ve gaye nedenlik aracılığıyla hareketin nedeni oldukları için birincil cevher olmaya en çok layık olan mevcutlardır. Buna mukabil İbn Sînâ için ayrık akılların birincil cevher oluşunun anlamı, tikel duyulur cevherlerin varlığının sebebi olmaları (fe li-enne tilke esbâbu

vücûdihâ), dolayısıyla varlık bakımından onları öncelemeleridir. Ayrıca İskender’e

göre tanrı da tıpkı ayrık akıllar gibi cevher olarak nitelenirken, İbn Sînâ’ya göre Tanrı’nın bir mahiyeti bulunmadığı ve sırf varlıktan ibaret olduğu için cevherler cinsine dahil olmaz. Şöyle ki; cevherin zâtîsi bir konuda bulunmamaktır ve bu zâtî özellik varlıktan bağımsız olarak cevherin mahiyetine yüklenir. Daha sonra bu mahiyete varlık ilişerek, bir konuda bulunmayan cevheri meydana getirir. Oysa Tanrı sırf varlık olup konudan münezzehtir. O, önce şu ya da bu özellikte bir mahiyete sahip olup, sonra bu mahiyete varlığın ilişmesiyle mevcut olmaz. Dolayısıyla Tanrı ile cevher türleri arasında açık bir ontolojik mübayenet vardır. Tanrı için zâtî olan şey, yani varlık,

cevherler için arazî konumundadır (inne mâ huve zâtiyyun li-zâlike’ş-şey’i,

fe-nazîruhû arazun li-hâzihi).317 Şu halde İbn Sînâ’nın İskender’le ortak olduğu nokta, Simplicius’un tümellerle ilgili peripatetik tavır olarak ifade ettiği, tümellerin bağımsız bir şekilde var olamayıp sadece zihinde ya da tikeller zımnında bulunabileceği ilkesinin kabulüdür.318

İbn Sînâ’ya göre, akledilir cevherler içerisinde, bir türün altına yerleşen ferdî bir çokluk ve bir cinsin altına yerleşen türsel bir çokluk bulunursa, birincil-ikincil oluş açısından bunlar arasındaki ilişki tümel-tikel mukayesesindeki gibi olur. Bu çerçevede akıl olmayı bir cins olarak alma imkânımız varsa, ayrık akıllar bu akıl cinsine göre birincil cevher olacak, söz konusu cins ise ikincil olacaktır.319 İbn Sînâ tümel-tikel ve akledilir-duyulur seviyesinde birincil-ikincil ayrımını ele aldıktan sonra, bileşikler ve onların yalınları açısından bu ayrımı inceler. Burada kullanılan yalın (el-basît) ifadesi, bir yandan dört unsurda olduğu gibi basit cevherlere işaret ederken, diğer yandan bileşiği oluşturan yalın parçaya, yani surete tekabül eder.320 İlkiyle ilgili olarak İbn Sînâ şu ifadeyi kullanır:

“Duyulurların yalınlarındaki hal de aynı şekildedir. Zira ferdî suretler türsel suretlerden önce gelir (fe-inne’s-suvere’ş-şahsiyyete akdem

mine’s-suveri’n-nev‘iyye). Örnek olarak, şu suyun ve bu suyun sureti mutlak suyun suretinden

öncedir.”321

İbn Sînâ’nın bu pasajda kullandığı ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Zira tikellerdeki suretleri önceleyecek şekilde, Faal Akıl’da türsel suretlerin mevcut olduğunu kabul edersek, bu pasajı açıklamamız zorlaşır. Buradaki pasajdan anlaşıldığı kadarıyla,

İbrahim’e, Taha’ya ve Mehmet’e yüklenen tikel insanlık suretlerini önceleyen tümel bir insanlık sureti mevcut değildir. Hatırlanacağı üzere Yeni-Eflatuncu şarihler, insan fertlerinde paylaşılan ortak insanlık suretini önceleyen ve Demiurge’ta bulunan bir kendinde insan ya da kendinde canlıdan bahsetmekte ve fertlerdeki canlılığın nedeni

317

İbn Sînâ, Kategoriler, 88,11-19.

318

Simplicius’un nitelemesi için bkz. Simplicius, On Aristotle’s Categories 5-6, 82,7-10.

319

İbn Sînâ, Kategoriler, 96,4-8.

320

İbn Sînâ es-Simâ‘u’t-tabî‘î’de maddî ve sûrî illetlerin malullerine nispetinin, yalınların bileşiğe nispeti gibi olduğunu söyleyerek (fe-inne nisbetehâ ile’l-ma‘lûlâti nisbetü’l-besâiti ile’l-murekkebât), el-Mekûlât’ta olduğu gibi, bileşiğin parçaları olan maddî ve sûrî illetin onun yalınları olarak görülebileceğine işaret eder. Bkz. İbn Sînâ,

eş-Şifâ/es-Simâ‘u’t-tabî‘î, s. 11.

olması bakımından bu suretin birincil cevher adını almaya daha layık olduğunu söylemekteydiler. İbn Sînâ en azından burada, ferdî suretleri önceleyerek cevherliğe onlardan daha fazla layık olan herhangi bir aklî suretten bahsetmez.

Buradaki pasajın ateş, hava, su ve toprak gibi basît unsurlarla ilişkili olduğu düşünülerek, İbn Sînâ’nın bileşik cevherleri de içine alan genel maddî suret anlayışını yansıtmadığı varsayılabilir. Ama bundan bir pasaj sonra İbn Sînâ genel olarak suretleri ele almaya başlar ve şu ifadelere yer verir:

“Fasıllara gelince, onlar bir yönden türler gibidir –ki sen böyle fasılların neye dayandığını öğrenmiştin–, diğer bir yönden ise fasıllarla ya düşünme (nutk) gibi suret olanlar kastedilir ki, bunlar cevher olsalar Zeyd’e ve Amr’a yüklem olmazlar. Bu tür fasıllarla fertler ve türler arasında genellik ve özellik bakımından mukayese yapılmaz, aksine yalınlık ve bileşiklik bakımından

(bi-i‘tibâri’l-besâteti ve’t-terkîb) mukayese yapılır. Bu itibarla onlar, (fertler ve

türlerin) sûrî cevherleri olup, onların tikelleri ve tümelleri arasında bu mukayesenin aynısı yapılır. Onlar bileşikleri oluşturan yalınları olmaları bakımından, bileşiklerle karşılaştırıldıklarında (ve izâ nusibet

ile’l-murekkebâti min haysu hiye besâituhâ); ilkenin, ilke sahibi olanı öncelemesi

şeklinde onlardan önce gelirler. Kendi tikelleriyle kıyaslandıklarında ise (ve

hiye bi’l-kıyâsi ilâ cuz’iyyâtihâ) tür ve cins olurlar. Dolayısıyla başka bir şeye

kıyasla fasıl olsalar bile, onlar da cevherlerin türleri ve cinsleridir.322

...

Buna göre suretler olan mücerret fasıllar, kendilerinden bileşik olan türlerin doğalarına kıyaslandığında; cevherliğe, önceleme yoluyla daha layık olurlar, ancak yetkinlik yoluyla daha layık olmazlar (kânet evlâ bi’l-cevheriyyeti

bi-sebîli’l-kıdme ve lem tekun evlâ bi’l-cevheriyyeti bi-sebîli’l-kemâl).”323

İbn Sînâ, bu iki pasajda, el-fusûlu’l-mucerrede olarak adlandırdığı, faslın ilkesi (mebdeu’l-fasl) konumunda olan ve zâtî ya da arazî herhangi bir yükleme mantığı içerisinde değerlendirilmesi mümkün olmayan suretleri ele alır. İbn Sînâ’ya göre bunlar bileşiklerin kendisinden oluştuğu yalın parçalar anlamında suretlere tekabül eder ve “düşünen” gibi mantıksal fasılların (el-fusûlu’l-mantıkiyye) aksine hiçbir şekilde

322

İbn Sînâ, Kategoriler, 96,26-97,7.

yüklem olmazlar. Yukarıda aktardığımız pasajın atlanan kısmında İbn Sînâ bu mantıksal fasılları ele alır ve onların cevherliğini tartışır. Buna göre suretlere tekabül eden ve mantıksal fasılların ilkesini teşkil eden mücerret fasıllar bizatihi cevherken, mantıksal fasıllar için cevherlik onların lâzımı konumundadır. Çünkü “düşünen”, aslında “düşünme sahibi şey” anlamına gelir ve faslın cevher olması, ancak düşünmeye sahip olan bu “şey”in cevher olduğu kabul edildikten sonra gerçekleşir. Bu “şey” cevher olduğu için, “cevherin faslı da cevherdir” kaidesince faslının da cevher olduğunu söyleriz.324 Bu “şey” cevher değil de arazsa, “arazların cevherî faslı bulunmaz” ilkesine uygun olarak, söz konusu fasıl da araz olur.325 Bu nedenle cevherlik mantıkî fasılların lâzımı iken, bu fasılların ilkesi konumunda bulunan suretlerin zâtîsidir. İbn Sînâ, mantıksal fasıllarla bu fasılların ilkesini teşkil eden cevherî suretleri birbirinden ayırdıktan sonra, birincil-ikincil oluş ve öncelik-sonralık açısından suretleri iki seviyede mukayeseye tâbi tutar. Bu mukayeselerden birisi tümel-tikel, diğeri ise yalın-bileşik ayrımı üzerinden gerçekleştirilir. Her şeyden önce İbn Sînâ’ya göre, suretler ile fertler, türler ve cinsler arasında tümellik ve tikellik açısından mukayese yapılmaz. Buna göre tikelleri birinci, tümelleri ikincil cevher olarak değerlendirip, Mehmet’te bulunan insanlık suretinin mi yoksa Mehmet’in mi birincil cevher olduğunu sormak doğru değildir. Çünkü bu ikisinden biri diğerinin tikeli ya da tümeli değildir. Aynı şey şu ya da bu fertteki insanlık sureti ile insan türü arasındaki ilişki için de geçerlidir. Tür, madde ve suretin bileşiminden oluşur ve bu bileşikle, onun parçasını oluşturan suret arasında tikellik-tümellik ilişkisi bulunmaz. İnsan türünün tikeli, o türün fertleridir, o fertlerde bulunan suret değildir. Şu halde suret ile fertler ve türler arasında tikellik-tümellik açısından değil, sadece yalınlık ve bileşiklik açısından mukayese yapılabilir.

Yalınlık-bileşiklik çerçevesinde suret ve bileşik ilişkisine baktığımızda, suretin, maddeyle birlikte bileşiği oluşturan iki ilkeden biri olduğu için, ilkenin ilke sahibini öncelemesi tarzında (kıdmete’l-mebde’i alâ zî’l-mâdde) bileşiği öncelediği görülür. Bununla birlikte bu önceleme, suretin cevherliğe her yönüyle daha layık olduğu anlamına gelmez. Bileşik türler cevherliğe yetkinlik bakımından (bi-sebîli’l-kemâl) daha layıkken, suret önceleme bakımından (bi-sebîli’l-kıdme) daha layıktır. İbn Sînâ,

el-Mekûlât, el-Burhân ve eş-Şifâ/İlâhiyyât’ta öncelik türlerini ele alarak ayrıntılı bir

324

İbn Sînâ, Kategoriler, 8-15.

325

İbn Sînâ, bu ilkeyi Ta‘lîkât’ta şöyle açıklar: “Renklerin, beyaz ve siyaha nispeti nutkun insana nispeti gibi olan cevherî fasılları bulunmaz. Basitlerin de cevherî faslı bulunmaz. Cevherî fasıllar sadece cevherî mürekkepler için bulunur.” Bkz. İbn Sînâ, et-Ta‘lîkât, s. 42.

şekilde tasnif eder. Buradaki öncelik türleri arasında “ilkenin ilke sahibi olanı öncelemesi” şeklinde bir öncelik türü zikredilmez. Bununla birlikte hem el-Mekûlât’ta hem de eş-Şifâ/İlâhiyyât’ta zikredilen “doğa bakımından öncelik” (el-mutekaddim

bi’t-tab‘) türü, ilkelerin ilke sahibini öncelemesini anlatır. Doğa bakımından önce olan;

herhangi bir şeyin varlığı için, denklik olmaksızın, gerekli olandır (huve’llezî lâ yerci‘u

bi’t-tekâfu’i fî luzûmi’l-vücûd).326 Hem el-Mekûlât’ta hem eş-Şifâ/İlâhiyyât’ta buna örnek olarak, bir ve çok ilişkisi verilir. Birin varlık kazanmasının şartı ikinin mevcut olması değildir, ama ikinin varlık sahibi olmasının şartı birin mevcut olmasıdır. Dolayısıyla birin ikiye nispeti ile ikinin bire nispeti münakis, yani döndürülebilir değildir. İkinin mevcudiyeti bire bağlıdır, ama birin mevcudiyeti ikiye bağlı olmadığı gibi, birin olduğu her yerde ikinin bulunması da zorunlu değildir.327 İbn Sînâ eş-Şifâ/Simâ‘u’t-tabî‘î’de oluş-bozuluşa konu olması açısından doğal cisimlerin ilkelerini ele alırken, ilkenin (el-mebde) ne olduğunu ve ilke sahibini öncelemesinin ne anlama geldiğini şu şekilde anlatır:

“İlke, başka bir şeyin var olması için hangi türden olursa olsun varlığı gerekli

olan, fakat aksi geçerli olmayan şey ise (= in kâne kullu mâ lâ budde min vücûdihi eyye vücûdin kâne li-yûcede şey’un âher min gayri in‘ikâsin)

yoksunluk da ilkedir. Şayet bu, bir şeyin ilke olması için yeterli değilse ve ilke bir durum için hangi türden olursa olsun varlığı gerekli olan olmayıp, aksine öncelik ve sonralık olmaksızın ilkesi olduğu şeyle birlikte varlığı gerekli olan ise yoksunluk ilke değildir. İsimlendirme konusunda tartışmanın bize bir faydası yoktur. Dolayısıyla ilke yerine ‘karşılıklılık olmaksızın kendisine ihtiyaç duyulan’ı (el-muhtâc ileyhi min gayri in‘ikâs) kullansak, dönüşüm ve yetkinleşmeyi kâbil olanın, yoksunluğun ve suretin tümü, cismin dönüşen ve yetkinleşen olmasında ‘kendisine ihtiyaç duyulan’ olacaktır. En

küçük bir düşünme ile bu bizim için açıklık kazanır.”328

Cisimlerin cevherleşmesini ele alacağımız bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak tartışacağımız bu pasajın konumuz açısından önemi, ilkenin önceliği ile doğa bakımından önceliği özdeşleştirecek bir nitelik arz etmesidir. İbn Sînâ bu pasajda ilkenin tanımıyla ilgili ikinci bir yaklaşıma daha yer verse bile, madde, yoksunluk ve 326 İbn Sînâ, krş. Kategoriler, 253,11-13. 327 Bkz. İbn Sînâ, Kategoriler, 253,14-18; A. mlf., Metafizik 1, s. 146-7. 328 İbn Sînâ, eş-Şifâ/es-Simâ‘u’t-tabî‘î, s. 17.

sureti doğal cisimlerin kuruluşuna dahil ilkeler olarak gördüğünü açık bir şekilde ifade eder. İlke lafzının kullanımlarını bir kenara bırakarak, bu ilkeleri “karşılıklılık olmaksızn kendisine muhtaç olunan” şey diye tanımlayarak devam ettiğimizde, bu tanım ile “bir şeyin varlığı için, denklik olmaksızın gerekli olan” şeklindeki doğa bakımından önce tanımının aynı olduğunu görürüz. Sonuç olarak:

i. Suret ile bileşik arasındaki öncelik sonralık ilişkisi, ilkenin ilke sahibini öncelemesine tekabül eder.

ii. İlkenin ilke sahibini öncelemesi doğa bakımından öncelik anlamına gelir.

iii. Doğa bakımından öncelik, “bir şeyin varlığı için, denklik veya karşılıklılık olmaksızın gerekli olma” demektir.

iv. Şu halde bileşiğin –aslında madde ve yoksunlukla birlikte– ilkesi olan suret, onun varlığı için gereklidir, ama bileşik suretin varlığı için gerekli değildir. Bir başka deyişle, suretin varlık kazanmasının şartı bileşiğin mevcut olması değildir, ancak bileşiğin varlık sahibi olmasının şartı suretin mevcut olmasıdır.

Suretin ilke anlamında önce olması, cevherliğe bileşikten her yönüyle daha layık olduğu anlamına gelmez. Böyle olması için her ilke ya da aslın, aslı ya da ilkesi olduğu