E) DEVLETİN FAYDALANMA YETKİSİ
I. BAĞLANTILI HAKLAR (KOMŞU HAKLAR)
Bazı kişilerin ortaya koydukları fikrî çabalar, nitelik itibariyle her ne kadar kanunda yer alan “eser” kavramına ait nitelikleri haiz olmasa da varoluşları bakımından fikrî mülkiyet dünyasına önemli bir katkı sunmaktadır. Bu çabalar, fikir dünyasına katkıda bulunmalarının ve esere nitelik olarak benziyor olmalarının yanı sıra, eserin hedef
kitleye ulaşması noktasında da önemli bir işlev üstlenmektedir341. Bu nedenle kişilerin
sundukları ve eser niteliğinde olmasa da fikrî anlamda önem arz eden bu çabalar kanun
kapsamında koruma altına alınmıştır342.
Kişilerin ortaya koydukları bu fikrî değerleri ifade etmek için zaman içerisinde “sınır haklar, akraba haklar, bağlı haklar, komşu haklar” gibi çeşitli kavramlar arasından 4110 sayılı kanunla “komşu haklar” terimi tercih edilmiştir.
Komşu hakların detaylandırılması, Eser Sahibinin Haklarına Komşu Haklar
Yönetmeliği’nde343 yapılmıştır. Yönetmeliğin m.4/a hükmüne göre, komşu hak kavramı,
“Eser sahibinin haklarına zarar vermeden ve onun rızası ile bir eseri özgün biçimde icra
341 Arkan Azra s.40; Arslanlı, s.49-50; Tekinalp, s.270.
342 Gökyayla, s.183.
122
eden veya icrasına katılan, bir icrayı ya da sesleri ilk defa tespit eden, yayınlayan gerçek ve tüzel kişilerin münhasıran sahip oldukları; icrayı tespit etme, çoğaltma, kiralama, telli- telsiz her türlü araçla yayınlama ve kamuya açık yerlerde temsil suretiyle bundan faydalanma haklarını” ifade etmektedir.
FSEK m.1/B ve m.80/1 maddelerinde, eser sahibinin haklarına halel getirmemek suretiyle ve izni dâhilinde bir eseri özgün bir biçimde yorumlayan, tanıtan, anlatan, söyleyen, çalan ve çeşitli biçimlerde icra eden sanatçıların, bir icra ürünü olan veya sair sesleri ilk defa tespit eden fonogram yapımcıları ile radyo-televizyon kuruluşlarının komşu haklara sahip olduğu ifade edilmiştir.
Komşu haklar kavramının bir üst çatısı olarak 4630 sayılı kanun ile yapılan değişiklik neticesinde FSEK m.1/B-j bendiyle “bağlantılı hak” kavramı ihdas edilmiştir. Buna göre “bağlantılı hak” kavramı, “Eser sahibinin manevî ve mali haklarına zarar vermemek kaydıyla komşu hak sahipleri ile filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren film yapımcılarının sahip oldukları haklar” olarak tanımlamıştır. Film yapımcısının, bağlantılı hak sahibi olarak değerlendirilebilmesi için eser sahiplerinden veya icracılardan malî hakları devralmalıdırlar. (Komşu Hak. Yön. m.8/1) Fakat bu kişinin, eserin aynı zamanda yönetmenliğini yapması durumunda kendisi de eser sahibi sayılacağından dolayı bağlantılı hak sahipliği çerçevesinde değerlendirme yapılmasına gerek
bulunmayacaktır344.
Komşu haklar açısından en fazla önemi haiz olan, icracı sanatçıların haklarıdır. İcracı sanatçılar, FSEK m.80/1 kapsamında sayılan ilk komşu hak sahipleri olup, manevî
hak ve yetkilere sahip olan tek gruptur345. Bu nedenle malî haklarını devretmiş olsalar
dahi, icranın sahibi olarak tanınma ve bütünlüğünün korunması noktalarındaki manevî
yetkileri devam eder346.
344 Ayrıca, “bağlantılı hak” kavramının kanunda yeni bir tanım olarak yer bulması doktrinde
eleştirilmektedir. Gökyayla, kanuna bu şekilde yeni bir kavram dahil etmek yerine, film yapımcılarının dördüncü bir grup olarak kanunda yer bulmasının daha isabetli olacağını savunmaktadır. (Gökyayla, s.186)
345 Ateş, s.116.
346 Güneş, İlhami: Fsek’te Yer Alan İcracı Hakları Ve Uygulama, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk
123
Mukayeseli hukukta olduğu gibi bizim mevzuatımızda da icracı sanatçı kavramı
yerini bulmamıştır347. Fakat mezkûr Yönetmeliğin m.4/b bendinde, “Sanat eserleri ile
folklor eserlerini düzgün biçimde yorumlayan, tanıtan, anlatan, söyleyen, çalan ve çeşitli biçimlerde icra eden oyucuları, ses sanatçılarını, müzisyenleri ve dansçıları vb. diğer kişiler” olarak tanımlanmıştır. Söz konusu tanım sınırlayıcı değildir. İcracılığın tespiti,
icrasının özgünlüğü ile ve somut eserin özelliğine göre ölçülür348. Dolayısıyla icra
faaliyetlerinin korunması için özgün olmaları gerektiğini söylemek yanlış
olmayacaktır349. Bu nedenle de icracı sanatçı, ancak bir gerçek kişi olabilir350. Aksi halde
gerçek kişinin dışındaki bir kişilikten “özgünlük, beceri” gibi kavramlar beklenemez. Eser sahiplerinin kendi eserlerini icra etmelerinde ise herhangi bir engel
bulunmamaktadır351. Fakat eser sahipleri eserlerini aynı zamanda icra etseler dahi icracı
sanatçı olarak değerlendirilmemelidir352.
İcracı sanatçıların ortaya koyduğu performansların başlı başlına ayrı bir eser türü
olan “işleme eser” kapsamına girip girmediği doktrinde tartışılmaktadır353.
İcracı sanatçıların faaliyetleri her ne kadar yeni bir eser olarak değerlendirilmese de fikrî mülkiyet dünyasını çok olumlu bir şekilde canlandırdıkları, fikir dünyasına zenginlik kattıkları aşikârdır. Bu nedenle, “eser sahibi” statüsü tanınmasa dahi
347 Arkan Azra, s.42.
348 Güneş, İcracı Hakları, s.172. İcra edilenin fikri ürünün FSEK anlamında bir “eser” olması
gerekmektedir. Söz konusu eserin koruma süresinin dolup dolmadığı ise önem taşımaz. Gerçekten de anonim bir eserin icrası da FSEK kapsamında koruma altına alınacaktır. (Güneş, İcracı Hakları, s.174- 175.)
349 Arkan Azra, s.50; Karasu/Suluk/Nal, s.127.
350 Öztan, s.714; Arkan Azra, s.44.
351 İcracı sanatçılar tek bir kişi olabileceği gibi birden fazla kişinin bir araya gelmesi neticesinde oluşan bir
grup da olabilirler. Bu durumda izin vb. konularda takip edilecek hükümler değişiklik gösterebilir fakat bu durum, tüzel kişilerin de icracı sanatçı olabilecekleri şeklinde değerlendirilmemelidir. Bu durumda olsa olsa bir adi ortaklıktan bahsedilebilir. (Tekinalp, s.272.)
352 Doktrinde bir kısım yazarlar ise böylesi bir durumda eseri oluşturan ve icra eden kişiye, hem eser
sahibinin hem de icracı sanatçıların haklarının birlikte tanınması gerektiğini düşünmektedir. (Öztan, s.722; Karasu/Suluk/Nal, s.127; Arkan Azra, s.50.)
353 Nitekim Ayiter, icracı sanatçıların icrasının işleme eser niteliğindeki ayrı bir eser türü olduğunu
düşünmektedir. (Ayiter, s.75) Gökyayla ve Arslanlı ise icracı sanatçı, icraatına ne kadar özgünlük katarsa katsın icranın hiçbir şartta eser olarak değerlendirilemeyeceğini savunmaktadır. (Gökyayla, s.186-187; Arslanlı, s.49.) Halbuki özgünlük, icra faaliyeti açısından kanun koyucu tarafından var olması istenen bir olgudur. Bir başka deyişle, kanun koyucu zaten icra faaliyetinin özgün bir şekilde gerçekleştirilmesini istemektedir. Bu husus FSEK m.80/1 hükmünde geçen “özgün” ifadesiyle açıkça ortadadır. Dolayısıyla, bu çalışmaların özgün olamayacağı yönündeki eleştiriler Tekinalp tarafından da makul bulunmamaktadır. Gerçekten de bu noktadaki en isabetli yaklaşım, Öztan ve Tekinalp tarafından da ifade edildiği üzere, “eser olup olmama” hususunun, her bir çalışma açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi olacaktır. (Tekinalp, s.273; Öztan, s.709.)
124
korunmalarında ve motive edilmelerinde fayda vardır. Bu durum özellikle müzik eserleri açısından büyük bir önem arz etmektedir. Zira bir eserin sözlerinin yazılması, bestesinin yapılması sonucunda eser otomatikman halkın faydasına sunulamamaktadır. Bunun için
eseri performe edecek bir aracıya, “icracı sanatçıya” ihtiyaç vardır354.
İcracı sanatçı ile eser sahibi arasında sözleşmesel bir ilişki mevcuttur. Bu sözleşme, eserin tekrar edilmesini konu almaktadır. Bir başka deyişle, eser sahibi ile icracı sanatçı eserin tekraren icra edilmesi konusunda anlaşmışlardır. Aradaki bu sözleşme,
hizmet akdi veya vekâlet akdi şeklinde gerçekleşebilir355. Bu sözleşmesel ilişkide icracı
sanatçının borcu, eser sahibinin haklarına zarar vermeden kaliteli bir şekilde icra
edilmesini sağlamaktır356. Eser sahibi ise icracı sanatçının bu faaliyetine izin vermeyi
kabul eder.
İcracı sanatçılar, FSEK m.80 ile kendilerine ait olan bu malî nitelikteki hakları sözleşmeyle bir yapımcıya devredebilirler. Buradaki devir hususunun, eser sahibi tarafından icracıya verilen izin ile karıştırılmaması gerekir. İzin, tek taraflı bir irade
beyanı iken buradaki devir, tasarruf işlemi niteliğindedir357.
İcra, tek bir sanatçı tarafından gerçekleştirilebileceği gibi bir grup, orkestra vb.
bir oluşum tarafından da gerçekleştirilebilir358. Bu durumda, söz konusu oluşumun
başındaki kişilerin (tiyatroda yönetmenin, koro ve orkestrada şefin) izni yeterli olacaktır. (FSEK m.80/1-A-b.6). Aynı şekilde, bu oluşumun haklarının zarar görmesi durumunda, oluşumun başındaki şef veya yönetmen gibi kimseler, oluşumun haklarını savunmakla da
mükelleftirler359. Bir şefi olmayan icracı gruplarda ise bütün icracı sanatçıların onayına
354 Arkan Azra, s.40; Öztan, s.706-707; Ayiter, s.75; Gökyayla, s.187; Beşiroğlu, s.344; Erel, s.208-
209. Öte yandan daha önce yeterli bir şekilde tespit işlemi gerçekleştirilmiş eserler bakımından eser sahiplerinin icracılara duyduğu ihtiyaç, canlı şekilde icra gerçekleştirilen sanatçılara duyulan ihtiyaçtan daha az olacaktır. Bu noktada doktrinde Suluk tarafından icra faaliyetleri için “canlı icra” ve “tespit edilmiş icra” şeklinde ikili bir ayrım yapılmış ve daha önce tespit edilmiş eserleri icra eden icracıların münhasır hak sahibi olmamaları gerektiği, zira eser sahiplerinin canlı icracılara oranla bu icracılara daha az ihtiyaç duydukları, hatta bu durumun eser sahipleri ile bu icracıları çoğu zaman karşı karşıya getirdiği ifade edilmiştir. (Karasu/Suluk/Nal, s.128.)
355 Gökyayla, s.188.
356 Öztan, s.720.
357 Arkan Azra, s.56 vd.; Öztan, s.724.
358 Bir topluluğun “grup” tanımlaması açısından ne mevzuat ne de yargı kararlarında herhangi bir asgari
kişi şartı öngörülmüş değildir fakat haliyle birden fazla kişinin gerçekleştirdiği icralar kastedilmektedir. (Öztan, s.714.)
125
ihtiyaç duyulacaktır360. Bu izin yazılı bir şekilde verilmeli ve FSEK m.52’de olduğu gibi
içeriğindeki haklar ayrıntılı bir şekilde yazılmış olmalıdır361. Öte yandan icracı sanatçılar
tarafından verilen bu izin, “ruhsat” müessesinden farklıdır. Ruhsat prosedüründe hak, ruhsat ilişkisinin sonunda tekrar sahibine varırken, izin neticesinde lehine izin tanınan
kişi hakkı bizzat elde etmiş olur362. Öyle ki, bu hakkını eser sahibine karşı bile ileri
sürebilir363.
Komşu hakları düzenleyen FSEK m.80 kapsamında haklarına yer verilenlerden bir diğeri ise, bir icra ürünü olan veya sair sesleri ilk defa tespit eden fonogram
yapımcılarıdır. Fonogram yapımcıları gerçek veya tüzel kişi olabilir364.
Kanunda tespit ve fonogram kavramlarına yer verilmiştir. Kısaca tespit, sesin ilk olarak kaydedilmesi işlemi, fonogram ise bu kayıt işleminin, üzerinde gerçekleştirildiği
somut nesnedir365. Fonogram yapımcılarının, eser sahibinden veya icracı sanatçıdan
aldığı izin doğrultusunda tespit işlemi gerçekleştirmesi neticesinde, izin kapsamında giren icralar üzerinde mutlak anlamda kullanma yetkisi doğar. Ayrıca fonogram yapımcı, kendisine ait olan bu tespitlerin iletimi konusunda da münhasıran hak sahibidir. Bu yolla edinilen kullanım hakkı mutlak nitelikte olduğundan dolayı herkese karşı ileri sürülebilir
niteliktedir366. Fonogram yapımcılarının bu hakları, araçlar üzerinde somutlaşmış fikrî
ürünler üzerindedir. CD veya DVD gibi ses taşıyıcı materyallerin çoğaltılan her bir nüshasındaki hak, burada bahsedilen telif hakkı kapsamında değil, eşya hukuku kapsamında mülkiyet hakkı bakımından korunacaktır.
Komşu hak sahiplerinden bir diğeri ise radyo ve televizyon kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar, kendi servis ettikleri yayınlar üzerinde mutlak hak sahibi olarak tanımlanmışlardır. Gerçekten de FSEK m.80/1-C maddesindeki bentlerde özetle; bu kuruluşların gerçekleştirdikleri yayınların; tespiti, iletimi, yeniden iletimi, dağıtımı, yasaklanması, çoğaltımı, uydulardan kendilerine tanımlı sinyallerin kullanımı ve
360 Tekinalp, s.275; Öztan, s.719.
361 Gökyayla, s.189.
362 Tekinalp, s.274. İcracı sanatçılara izin verilmiş olması, bu sanatçıların eser sahibinin manevî haklarını
zedeleyecek veya eserin itibarını düşürecek şekilde icra faaliyetleri gerçekleştirmelerine cevaz verildiği anlamına gelmez.
363 Tekinalp, s.277.
364 Karasu/Suluk/Nal, s.130.
365 Öztan, s.728. Sesin ne şekilde ve yöntemle kaydedildiğinin ise bir önemi yoktur.
126
yönlendirilmesi, şifreli yayınların çözülmesi hususlarında mutlak hak sahibi oldukları belirtilmiştir. Bu kuruluşların servis ettikleri yayınların bizzat kendileri tarafından
oluşturulmuş içeriklerden oluşup oluşmaması herhangi bir önem arz etmez367. Esasen
televizyon veya radyolar tarafından canlı yayınlanan içeriğin kendi başına eser olup olmamasının da bir önemi bulunmamaktadır. Burada korunan, bu medya organlarının yayınlarının kendisidir. Bu nedenle örneğin futbol müsabakaları eser niteliğinde olmasa da yayıncı kuruluşların komşu haklar bağlamında olmasa da bağlantılı haklar kapsamında
talepte bulunabilmeleri mümkündür368. Gerçekten de Yargıtay, spor müsabakalarını eser
olarak kabul etmemekle birlikte, verdiği kararlarda bu müsabakalar üzerinde yayın
haklarının var olduğundan yola çıkmaktadır369.
Radyo ve televizyon gibi yayın organlarının korunması isabetli olmuştur. Zira birçok eser, bu yayın araçları sayesinde hedeflenen kitleye ulaşmakta ve hak ettiği değeri bulabilmektedir. Ayrıca bunların sayesinde fikrî çalışmaların cazibesi artmakta ve teşvik
edici bir ortam oluşmaktadır370.
İcracı sanatçının, yapımcının, radyo ve televizyon kuruluşlarının haklarına ait koruma süresi, hakka konu eserin yayınlanmasından, alenileşmesinden itibaren yetmiş yıl olarak belirlenmiştir. (FSEK m.82).