• Sonuç bulunamadı

Kur’an’ın vermek istediği mesajları algılama hususunda âyetlere genel bir bakış 524 Hazer, a.g.m., s. 363. 525 Uzun, a.g.m., s. 142. 526

Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf, X, 302; İbnü’l-Cevzî, Ebü'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman b. Ali (597/1201), Menakıbu emiri’l-mü’minin Ömer İbni’l-Hattâb, Dâru İbnu Haldun 1996, s. 179; el-Kâdî, a.g.e., s. 58-59. Hz. Ömer’in okuduğu şiire örnek olarak bkz. Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf, X,301.

527

Hazer, a.g.m., s. 362.

528

Hz. Ömer’in bu kelimeyi bilememesi Kur’an’ın yedi harf üzere inmesi meselesinde önemli bulunmuş ve tartışmalarda konu edinilmiştir. Bkz. İbn Atıyye, a.g.e., I, 47.

529

Râzî, a.g.e., VII, 213; Kurtubî, a.g.e., X, 110; Şâtıbî, a.g.e., I, 54.

530

Sa‘lebî, a.g.e., VI, 19; Râzî, a.g.e., VII, 213; Kurtubî, a.g.e., X, 111; Zemahşerî, a.g.e., III, 439; Şâtıbî, a.g.e., I, 54; Semin Halebî, a.g.e., VII, 225; İbn Âşur, Tefsîrü’t-tahrîr ve’t-tenvîr, I, 22. Bu naklin farklı bir çeşidi Taberî’de de bulunmaktadır. Bkz. Taberî, Câmiü’l-beyâni ‘an te’vîli

açısıyla yaklaşmaya bütüncül yaklaşım denilmektedir. Kur’an dikkatle okunduğunda onu oluşturan parçaların en küçük biriminden en büyüğüne kadar birbiriyle bağlantılı bir yapı oluşturduğu görülecektir. Yani Kur’an’ın parçaları, yerine göre birbirini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün meydana getirmektedir.531 Dolayısıyla Kur’an’ın anlaşılmasında bütünsellik ilkesi önemli bir işleve sahip olup,532 Kur’an anlaşılırken tek tek âyetler üzerinde değil, Kur’an’ın bütün âyetlerinin hedeflediği anlamlar üzerinde durulmalıdır. Yani bazen Kur’an’a tek tek âyetler bazında bakıldığında yanlış sonuçlara veya Kur’an’ın hedeflediği sonuca varılamayabilir. Bunu şu örnekle izah edebiliriz:

Mısır halkından bir grup Abdullah b. ‘Amr’a gelerek: “Biz Allah’ın kitabında bazı şeyler görüyoruz. Orada bunların yapılması emrediliyor da amel edilmiyor. Biz bu konuda Müminlerin Emiri ile görüşmek istiyoruz.” demişler ve İbn ‘Amr ile birlikte Hz. Ömer’e gelmişlerdir. İbn ‘Amr: “Ey Müminlerin Emiri! Mısır’da bir kısım insanlar bana gelerek: ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda bazı şeylerin yapılmasının emredildiğini, fakat bunların muktezasınca amel edilmediğini görüyoruz.’ dediler ve bu hususta sizinle görüşmek istediler.” diyerek durumu Hz. Ömer’e bildirmiştir. Hz. Ömer de onlarla görüşmeyi kabul etmiştir. Bu görüşmede Hz. Ömer, onlardan birine: “Allah ve İslâm adına söyle! Kur’an’ın tamamını okudun mu?” diye sormuş; Adam: “Evet!” deyince: “Onu tam ihâta ile ezberleyip gereğini yerine getirdin mi?” diye sormuş; Adam: “Allah için hayır!” diye cevap verince, bu kez: “Kur’an’ı gözün ile tam olarak kuşattın mı? Onu sözünde tam olarak uyguladın mı? İşlerinde tam olarak yerine getirdin mi?” diye sorular sıralamıştır. Daha sonra sonuncularına varıncaya kadar hepsine aynı soruları yöneltmiş ve sonunda: “Siz İbn ‘Amr’a bütün insanları Allah’ın Kitabı’na uydurma (Allah’ın Kitabı’ndaki her işle insanları sorumlu tutma) görevini mi yüklüyorsunuz? Rabbimiz biliyor ki elbette bizim birtakım günahlarımız olacak.” demiş ve ardından: “Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örtüp affederiz ve sizi değerli bir mevkie yerleştiririz.” (Nîsâ, 31) âyetini okuduktan sonra: “Medine halkı sizin buraya

531

Demirci, Kur’an’da Sosyal Gerçeklik, s. 157. Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. Muhammed Vehbi Dereli, Kur’an Tefsirinde Yanılgı Sebepleri ve Bunlardan Korunma Yolları, (Basılmamış Doktoara Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2008, s. 71-73, 167-169.

532

geldiğinizi biliyor mu?” diye sormuştur. Onlar: “Hayır!” diye cevaplayınca: “Eğer bilselerdi size nasihat ederlerdi.” demiştir.533 Bu nakilde görüldüğü üzere Hz. Ömer, Kur’an’ın anlaşılabilmesini, ona bütüncül olarak yaklaşmaya bağlamıştır. Kur’an’dan elbette ki emir ve nehiy anlamında birçok hüküm çıkarılabilir. Ancak çıkarılan hükümlerin bağlayıcılığı ve uygulanabilirliği yine Kur’an’ın bütüncül hedeflerine ve yine hükümlerdeki illetlerin hâlihazırda devamına bağlıdır. Aksi halde Kur’an’daki her bir âyet ayrı ayrı değerlendirilir ve bir sonuca varılmaya çalışılırsa, Kur’an’ın bireysel ve toplumsal hedeflerine varabilmek zorlaşacaktır. Hz. Ömer’in sözlerinin sonunda Medineliler’in gelenlerden haberdar olup olmadıklarını sorması ve “Şayet sizin bu halinize vâkıf olsalardı bu hususta nasihat ederlerdi.” demesini önemli bulmaktayız. Zira gelen şahıslar Mısır’da yaşıyorlardı ve onları eğitmekle görevli olan kişi de İbn ‘Amr’dı. Yani onlar Kur’an’ı nasıl anlayacaklarını İbn ‘Amr’dan öğreniyorlardı ve Medineliler’in Kur’an anlayışlarının geri planını oluşturan imkânlara sahip değillerdi. Nitekim Medineliler, Kur’an’ın nüzûl sürecine tanıklık etmişler ve Hz. Peygamber’in eğitiminden geçmişlerdi. Ayrıca sahâbenin ilimde ileri gelenlerinin birçoğu da hâlen Medine’de ikamet etmekteydi. Yani Medine’de Kur’an’a bütüncül bakmaya yönelik bir kültür oluşmuştu ve bu kültürden Medineliler nasiplenmişti. Dolayısıyla Hz. Ömer de Kur’an’ın anlaşılması hususunda bütüncül yaklaşımı esas almıştı.

Bütüncül yaklaşım esas alınmadığında âyetleri yanlış te’vil etmek de mümkün olabilmektedir. Nitekim Alkollü içki tüketen Kudâme b. Maz‘ûn’un Hz. Ömer’e gerekçe olarak, alkollü içki içmesinin dînen bir mahzuru olmadığına delil olarak Mâide Sûresi 93. âyeti534 okuması535 Kur’an’ın anlaşılmasında bütüncül yaklaşımın ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Hâlbuki alkolün

533

Nakil için bkz. Taberî, Câmiü’l-beyâni ‘an te’vîli âyi’l-Kur’an, VI, 658-659; Suyûtî,

ed-Dürrü’l-mensûr, IV, 356-357. 534

Âyet meâlen şöyledir: “İman edip iyi ve yararlı işler yapanlara bundan böyle Allaha karşı gelmekten sakındıkları ve imanlarında sebat ile iyi ve yararlı işlerine devam ettikleri, sonra takvaları ve imanları tam sağlamlaşıp kökleştiği, daha sonra da bu takva ile beraber, başkalarına iyilik eden ve her yaptığını güzel yapan ihsan mertebesine erdikleri takdirde, daha önce yeyip içtiklerinden dolayı kendilerine bir vebal yoktur. Allah da böyle güzel davrananları sever.”

535

Nehhâs, a.g.e., II, 357; Semerkandî, a.g.e., I, 458; İbn Atıyye, a.g.e., II, 235; Kurtubî, a.g.e., VI, 297-298;Şâtıbî, a.g.e., III, 349; İbn Âşûr, Tefsîrü’t-tahrîr ve’t-tenvîr, I, 24-25. İçkinin yasaklandığı süreç için bkz. Tez metni, 1.2.3.1.3. Muvâfakât-ı Ömer başlığının alt konusu İçkinin Yasaklanması.

tüketilmesinin yasaklanması bir süreç izlemiştir.536 Mâide Sûresi 93. âyetin bağlamı ise tamamen farklıdır.

Bütünsellik ilkesinin bir başka boyutunu ise Şâtıbî şöyle anlatmaktadır: “Bütünselliğin diğer boyutu ise sözün terkip içerisinde taşıdığı mânâdır. Kelâmda neyin istendiği bilinirse, bunun ötesinde kalan şeylerle uğraşmak ise tekellüf olarak görülmüştür.537 Hitapta anlamlara önem verilmesi, en önemli amaçtır. Çünkü Araplar anlamlara önem vermişler, lafızları sadece anlamlar için kalıplara dökmüşlerdir. Lafız, amaçlanan mânânın ortaya konulması için sadece bir araçtır; sözden asıl amaç, mânâdır. Söz konusu edilen mânâ ise, amaç olan terkîbî (cümlenin bütünlüğü içerisindeki) mânâdır. Çünkü eğer terkîbî mânâ anlaşılıyorsa kelimelerin yalnız başlarına sözlük anlamları pek önemli olmayabilir. Durum böyle olduğuna göre, yapılması gereken şey, ilâhî kelâmın mânâsını anlamaya özen göstermektir. Çünkü sözden gözetilen amaç, mânâ olmaktadır. Daha başlangıçta hitap mânâ üzerine kurulmuştur.”538

Hz. Ömer terkîbî mânâya önem vermiş ve Kur’an âyetlerinin bu yönde anlaşılması gerekliliğini vurgulamıştır. Örnek olarak Hz. Ömer bir gün Abese Sûresi’ni okurken, “ﺎّﺑَأَوً ًﺔَﮭِﻛﺎَﻓَو539 âyetini okuduktan sonra: “Bütün bunların (Abese Sûresi 27-30. âyetlerin) ne olduğunu biliyoruz ama “ َﺎّﺑَأ” ne demektir?” diyerek elindeki âsâyı kaldırmış ve: “Allah’a yemin ederim ki, kişinin kendisini olmadık zorluklara koşması budur. Ey Ömer! Ebb’în ne olduğunu bilmesen sana ne zararı olur? Bu kitapta size açıkça anlatılanlara uyunuz, böyle olmayanları da bırakınız,540 bize tekellüfe girmek (yani üstümüze elzem olmayan işlere kendimizi kaptırmak) yasaklanmıştı.” demiştir.541 Burada söz konusu olan durum, meseleye bütüncül olarak bakılması gerekliliğinin Hz. Ömer tarafından kavranması ve kendisini dinleyenlere de

536

Bu sürecin tahlili için bkz. Kesler, a.g.m., s. 563-569.

537 Şâtıbî, a.g.e., I, 53. 538 Şâtıbî, a.g.e., II, 87-88. 539 Bkz. Abese 80/31. 540

İbn Ebî Şeybe, “Fedâil” 33, X, 244; Taberî, Câmiü’l-beyâni ‘an te’vîli âyi’l-Kur’an, XXIV, 121, 123; İbn Sa‘d, a.g.e., III, 327; Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf, X, 406; Zemahşerî, a.g.e., VI, 317-318; Hâkim, a.g.e., II, 559; Mâverdî, a.g.e., VI, 208; Râzî, a.g.e., X, 348; Kurtubî, a.g.e., XIX, 223; İbn Kesîr, Tefsir, I, 5-6, IV, 504; Şâtıbî, a.g.e., I, 49; Zerkeşî, a.g.e., I, 295, II, 174; Suyûtî, İtkân, II, 4.

541

bildirilmesi olarak tahlil edilebilir. Buradan hareketle gerek Kur’an’ın bütünü olsun, gerekse tek tek âyetler olsun mesajın anlaşılabilirliği mevcutsa bununla yetinmek mesajı algılayan kişi bakımından yeterli olacaktır. Burada da Hz. Ömer’in anlayamadığı şey “ َﺎّﺑَأ” kelimesinin kendi mânâsıydı ve onu bilmemek âyetin genel mânâsının anlaşılmasına halel getirmiyordu. Çünkü genel mânâ anlaşılıyordu.542 Ayrıca Hz. Ömer “ﺎّﺑَأً ” in şeklini, türünü bilmek istemiştir. Yoksa bu âyeti okuyan herkes âyetin akışından onun topraktan biten bir bitki olduğunu anlayabilecektir. Zira âyetin siyak ve sibâkı bunu ortaya koymaktadır.543

Râzî bu konuda: “Kur’an’ın muhatapları, ilahî kelâmda geçen ve hemencecik kavranılamayan şeyleri çıkarıp ortaya koyma hususunda, Hz. Ömer’i örnek alarak, ileri gitmemelidir.” demiştir.544 Zemahşerî ise şunları söylemiştir: “Hz. Ömer’in bu sözünde Kur’an’ın mânâlarını araştırmayı ve müşkillerini incelemeyi yasaklama var gibi görünürse de, bu böyle değildir. Buradaki durum sahâbenin amele yönelik gayretleriyle açıklanabilir. Amel edilmeyecek bir şeyi bilmeye uğraşmak onlara göre bir zorlanma ve külfet niteliği taşımaktaydı. Bu sebeple Hz. Ömer şunu anlatmak istemiştir: “Âyetin akışı, Allah’ın insanlara verdiği yiyecekleri sayması ve şükrüne davet esası üzerinedir. Âyetin mânâsından ise “ًﺎّﺑَأ” in, insana veya hayvanlarına, istifade etmesi için yüce Allah’ın bitirdiği bitkilerden bir şey olduğu özet olarak anlaşılıyor. Şu halde burada Müslümanın asıl görevi, özel ismi “ًﺎّﺑَأ” olan otların ne olduğunu öğreneceğim diye zorlanarak vakit geçirmeyip, nimetlerden açık olarak anladıklarının şükrünü yerine getirmeğe girişmek ve onun ne olduğu başka bir zaman aydınlanıncaya kadar özet olarak anlamakla yetinmektir.”545

Şâtıbî ise bu meseleyi işlerken şöyle demiştir: “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “En büyük cürüm işleyen insan, haram olmayan bir şey hakkında soru soran ve bu sorusu yüzünden o şeyin haram kılınmasına sebep olan kimsedir.” Belki de bu sebeple sahâbe ve tabiînden oluşan selef-i sâlih, pratik bir faydası bulunmayan bu gibi konulara dalmamışlardır. Oysaki onlar, talep edilen ilmin mânâsının ne olduğunu en

542

Şâtıbî, a.g.e., I, 53.

543

İbn Kesîr, Tefsir, IV, 504.

544

Râzî, a.g.e., X, 348.

545

iyi bilen kimselerdi. Hz. Ömer’in, Kur’an hakkında insanlara, üzerine herhangi bir amelî netice terettüp etmeyecek sorular soran Sabiğ’in tartaklaması bu bağlamda değerlendirilebilir.546 Çünkü Sabiğ’in sorularının pratikte hiçbir faydası yoktu ve insanların zihinlerini karıştırmaktan başka bir amaca da hizmet etmemekteydi.547 Bu anlayışın bir dayanağı da bulunmaktadır: Yüce Allah bu anlayışa: “Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir; Lakin iyi olan, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitap’a, peygamberlere inanan, O’nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekât veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır.” (Bakara, 177) âyetinde işaret etmiştir. Ama böyle değil de, terkîbî mânânın anlaşılması lafızların sözlük anlamlarının anlaşılmasına bağlı olsa, o zaman onu öğrenmek için gösterilecek çaba bir tekellüf sayılmayacak, aksine zarûrî olacaktır.”548

1.3.7. Sebebin Husûsî Olmasını Hükmün Umûmî Oluşuna Engel Görmeme