• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: BÖLGESEL KALKINMA OLGUSU VE BÖLGELERARASI

1.1 Bölge, Bölgesel Kalkınma ve Bölgesel Dengesizlik Kavramları

1.1.2 Bölgesel Kalkınma ve Bölgesel Dengesizlik Kavramları

“Bölgesel kalkınma/gelişme” kavramı özü itibariyle “ekonomik kalkınma/gelişme” kavramının bir uzantısı niteliğindedir. Nitekim ekonomik kalkınma kavramına yığılma, uzaklık, mekânı bölgelere ayırma gibi olguların eklenmesi sonucunda bölgesel veya mekânsal kalkınma kavramı ortaya çıkmaktadır (Tekeli, 2008:188). Bu bakış açısıyla “bölgesel kalkınma”; bir bölgedeki kişi başına gelir artışlarına ilave olarak sosyo-ekonomik, kültürel ve kurumsal yapılarda meydana gelen olumlu gelişmeleri ifade etmektedir (Öncel, 2004:292). Ancak bölgesel kalkınma kavramının dinamik bir kavram olduğu ve bölgesel kalkınma paradigmalarında yaşanan dönüşümlerle birlikte kavramın yüklendiği anlamların da değiştiği unutulmamalıdır.

Yirminci yüzyıl başlarına kadar ekonomi kuramcıları zaman ve mekân öğelerini ekonomik analize katmadıklarından dolayı bölgesel kalkınma kavramı uygulama alanı bulamamıştır. 1930 Dünya Ekonomi Buhranından sonra ve özellikle de 1950’li yıllardan itibaren kalkınma ekonomisinin önem kazanması, bölgesel kalkınma kavramının yükselen değer olarak gündeme gelmesini sağlamıştır (Eceral, 2005:90-91). Bu yıllarda ulusal kalkınma stratejilerinde benimsenen gelir dağılımının düzeltilmesi ve sektörlerarası dengelerin sağlanması ya da korunması gibi ilkelere, bölgelerarası dengelerin sağlanması ya da korunması konusu da eklenmiş ve bundan sonraki dönemde bu konu ulusal kalkınma stratejilerinin önemli bir parçası haline gelmiştir (Ünlü, 2006:7). Dolayısıyla bölgesel kalkınma kavramına ilk yaklaşımlar bölgesel dengesizlik temelinde gerçekleşmiştir.

Günümüzdeki yaklaşımlara göre bölgesel kalkınma; “bölgenin kendine ait kaynaklarının harekete geçirilmesi, girişimciliğin teşvik edilmesiyle, bölgenin gelir ve istihdam düzeyinin artırılması ve hayat kalitesinin iyileştirilmesi” (Uzay, 2005:20) şeklinde tanımlanabilir. Ancak son zamanlarda iktisadi kalkınma kavramına “sürdürülebilirlik1” kavramının dahil edilmesiyle birlikte bölgesel kalkınma kavramına

1 Sürekli bir değişme ve gelişme içinde olan bölgesel kalkınma kavramının “sürdürülebilirlik” anlamında “bölgesel sürdürülebilir gelişme” ve “sürdürülebilir bölgesel gelişme” olmak üzere iki farklı anlayışı içerdiği söylenebilir. Bölgesel sürdürülebilir gelişme, canlı-cansız, doğal-yapay tüm çevresel değerlerin sürdürülebilirliğinin temel amaç olarak belirlendiği bölgesel politikaları ifade etmek için kullanılmaktadır. Sürdürülebilir bölgesel gelişme ise, bölgesel ekonomik gelişmenin finansal açıdan kendi kendine yetebilecek bir düzeye ulaştığı, ancak ekonomik gelişme sağlanırken ekolojik açıdan da bazı önlemlerin alındığı bir süreci ifade etmektedir (Mengi ve Algan, 2003:86).

da bu unsur ilave edilmektedir. Sürdürülebilirlik unsurunu da içeren bir başka tanımında bölgesel kalkınma kavramı aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır:

“Ülke bütününde yer alan bölgelerin, çevre bölgeler ve dünya ile karşılıklı etkileşimi ile oluşan bölge vizyonunu dikkate alan, katılımcılık ve sürdürebilirliği temel ilke edinen ve insan kaynaklarının geliştirilmesi, ekonomik ve toplumsal potansiyellerin harekete geçirilmesi yoluyla bölge refahının yükseltilmesini amaçlayan çalışmalar bütünüdür” (DPT, 2003a:250).

Görüldüğü üzere bölgesel kalkınma kavramı, ekonomik unsurların geçici olarak harekete geçirilmesi konusu üzerinde değil, uzun vadede kendi kendine sürdürülebilir bölgesel ekonomik kalkınma süreçlerini de içermektedir. Nitekim sürdürülebilir olmayan bölgesel kalkınma politikaları sürekli olarak dış yardıma muhtaç olacak (Bozdoğan, 2006:27) ve bu kaynağı bulamadığı durumlarda tıkanmalar yaşanacaktır. Buraya kadar yapılan açıklamalar çerçevesinde bölgesel kalkınma kavramının dört temel unsuru barındırdığı söylenebilir. Bunlar endojenlik, dengelilik, sürdürülebilirlik ve kapsamlılıktır (Keune, 2001:30). Endojenlik mümkün olduğu ölçüde bölgenin kendi kaynaklarına dayanarak gelişmeyi sürdürmesidir. Dengelilik, bitişik yerel alanlar ve bölgeler olarak ifade edilen birimlerin faaliyetlerinin koordine edilmesi, kaynaklarının yeniden geliştirilmesi, bütün birimlerin ortak faydası için sosyal uyumun teşvik edilmesi ve uzun dönemli kalkınma fırsatlarının eşitlenmesidir. Sürdürülebilirlik; arzu edilen gelir düzeyine ulaşılırken aynı zamanda gelecek kuşakların ihtiyaçlarını tehlikeye atmayacak şekilde davranılmasıdır. Kapsamlılık ise, bölgesel politikanın çok sayıda amaca yönelik olmasını ifade eder. Yani bölgesel kalkınma, sadece büyüme ve istihdam gibi kantitatif amaçları değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel kimlikler için fırsatlar sunan; sağlıklı bir çevreyi esas alan; ırk, milliyet ve cinsiyette göre ayırım yapmayan; karar almada yaygın katılım gibi kalitatif amaçları da kapsamaktadır. Daha önce ifade edildiği gibi bölgesel kalkınma kavramına ilk yaklaşımlar bölgesel dengesizlik temelinde gerçekleştirilmiştir. Geniş anlamıyla “bir ülkenin farklı yerlerinde görülen her türlü eşitsizlikler (Gündüz, 2006:15)” olarak tanımlanan bölgesel dengesizlik olgusu, sanayi devriminden itibaren tarih sahnesinde görülmeye başlamasına rağmen (Küçükoğlu, 2005:29), kavramsal olarak ilk kez Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işsizlik sorunu ile karşılaşan gelişmiş batı ülkelerinin bu sorunun

farkına varmasıyla önem kazanmıştır. Henüz, bölgesel kalkınma kuramlarının temelleri dahi atılmadan, bu ülkelerde dengesizliğin azaltılması ya da tamamen ortadan kaldırılması amacıyla devlet müdahalesinin gereği üzerinde durulmuştur (Ildırar, 2004:15). Ancak bölgesel dengesizlik sadece gelişmiş ülkelerin değil aynı zamanda geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin de ana problemlerinden biridir. Hatta gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde dengesizliğin boyutunun daha büyük olduğu, gelişmiş ülkelerde bu dengesizliklerin azalma eğilimi gösterirken, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde ise artış eğiliminde oldukları görülmektedir (Önen, 2007:17).

İster gelişmiş, isterse gelişmekte olan ülkelerde olsun bir ülkede bölgesel dengesizlikler niteliklerine göre üç ayrı grupta toplanmaktadır: Birincisi, doğal ya da coğrafi dengesizliktir. Bu tür dengesizlikler genellikle doğal kaynakların ve fiziki koşulların ülkenin değişik yörelerine eşitsiz dağılmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin kıyı ve liman bölgeleri veya zengin maden yataklarının bulunduğu bölgeler doğal kaynak ve coğrafi koşullar açısından önemli avantajlar barındırdığından bu bölgelerde iktisadi faaliyetler daha yoğundur. İkincisi, iktisadi ve fonksiyonel dengesizliktir. Dengesizliğin bu çeşidinde aynı üretim faktörleri, tarım ve sanayi gibi farklı sektörlerde değişik kazançlar elde ettiklerinden dolayı dengesizlik olgusu ortaya çıkmaktadır (Gündüz, 2006:15). Benzer şekilde üretim faktörlerinin farklı yörelerde farklı verimlilik düzeylerine sahip olmaları (Önen, 2007:22) veya üretim faktörlerinin göç olgusu münasebetiyle ana yerleşim birimlerinden farklı yerlerde kullanılması (Küçükoğlu, 2005:30) sonucunda da bu dengesizlik tipi oluşmaktadır. Üçüncü tip dengesizlik ise sosyal ve kültürel dengesizliktir. Bu dengesizlik özellikle eğitim düzeylerinin farklılık göstermesinin bir sonucu olarak sosyal ve kültürel etkinliklerin değişiklik göstermesi şeklinde kendini göstermektedir (Gündüz, 2006:15-16).

Bölgesel dengesizlik kavramının literatürde kullanıldığı şekliyle bazı türevleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazıları “bölgelerarası dengesizlik”, “bölgesel eşitsizlik”, “bölgelerarası eşitsizlik”, “bölgesel gelişmişlik farklılıkları”, “bölgelerarası gelişmişlik

farklılıkları” gibi kavramlardır1. Bunlar çoğunlukla bölgeler arasında var olan gelişmişlik farklılıklarını tanımlamak amacıyla aynı anlamda kullanılmaktadırlar. Bu çalışmada kavram kargaşasını ortadan kaldırmak amacıyla çalışmanın içeriği ve kapsamı da göz önünde bulundurulduğunda “bölgelerarası gelişmişlik farklılıkları” kavramının kullanılması uygun görülmüştür.

Bölgesel kalkınma ve bölgesel dengesizlik kavramlarının içeriklerinden de anlaşılacağı üzere bölgesel soruna yaklaşımın hangi eksende gerçekleştirileceği hususu oldukça önemlidir. Bu çerçevede en çok tartışılan husus bölgesel soruna yaklaşımın “bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının giderilmesi” ekseninde mi yoksa “bir bölgenin geliştirilmesi” ekseninde mi gerçekleştirileceğidir. Tekeli’ye göre bazı dönemlerde bölgesel sorun bölgelerarası gelişmişlik farklılıkları anlayışından koparılarak sadece bir bölgenin geliştirilmesi sorunu haline getirilmeye çalışılmıştır. Hâlbuki bir bölgenin geliştirilmesi değil, bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının azaltılması daha önemli bir husustur. Çünkü bir bölgenin geliştirilmesi tartışmasında daha çok zorunlu ihtiyaçların karşılanması hedeflenirken, içinde bulunulan sistemin eşitsizlikler oluşturup oluşturmadığı sorgulanmamaktadır. Ayrıca bir bireyin en doğal hakkı olan diğer bireylerle eşit şartlarda yaşama hakkının verilmesi, ancak bölgesel soruna eşitsizliklerin giderilmesi ekseninde yaklaşılması durumunda mümkün olabilmektedir (Tekeli, 2008:271-275).

Bölgesel soruna ilişkin yukarıda ifade edilen iki farklı yaklaşım değişik dönemlerde farklı öneme sahip olmuştur. Örneğin, 1960’lı yıllarda bölgesel sorun daha çok bölgelerarası gelişmişlik farklılıkları bağlamında ele alınırken, 2000’li yıllarda bu amaç silikleşmekte ve onun yerine bir bölgenin (yaşam çevresinin) geliştirilmesi ya da yaşam kalitesinin yükseltilmesi amacı ön plana çıkmıştır. Ancak bu tercihlerin çok keskin çizgilerle ayrıştığını söylemek zordur. Çünkü 1960’lı yıllarda özellikle ulusal planlamanın olmadığı ülkelerde geri kalmış bölgeleri geliştirmek için bölgesel planların hazırlandığı görülürken, günümüzde Avrupa Birliği gibi organizasyonların amaçları doğrultusunda bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının giderilmesi

1 Türk Dil Kurumu’na göre eşitsizlik “iki veya daha çok şeyin eşit olmaması durumu” iken, dengesizlik “bir şeyde denge bulunmaması durumu” dur (www.tdk.gov.tr). Buna göre eşitsizliğin daha keskin bir durumu ifade ettiği söylenebilir. Nitekim dengesizlik durumunda mutlak eşitlik beklenmemektedir.

(convergence) amacıyla bazı politikaların geliştirildiği dikkat çekmektedir (Tekeli, 2008:271-274).