• Sonuç bulunamadı

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARLARINA KARŞI KANUN

Belgede Ceza yargılamasında istinaf (sayfa 173-190)

D. DURUŞMA SONUNDA VERİLEBİLECEK KARARLAR

VIII. BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARLARINA KARŞI KANUN

KANUN YOLLARI

Olağan kanun yolları olarak Ceza Muhakemeleri kanununda itiraz, istinaf ve temyiz müesseseleri düzenlenmiştir.

Yukarıda istinaf mahkemelerinin bazı kararlarına karşı itirazın mümkün olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, BAM’nin verdiği kararlara karşı temyiz yolu da açıktır.

İtiraz; “bir yargılama merciinin, verdiği kararda bir yanılma olduğu iddiası üzerine, iddia edilen yanılmanın başka bir yargılama mercii önüne getirilmesidir.”451

5271 sayılı yasanın 267 inci maddesinde; hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hallerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir, hükmü getirilerek, hem hakim ve hem de mahkeme kararlarına yönelik olarak itiraz yoluna gidilebileceği belirtilmiştir.

İlk derece mahkemelerinde olduğu gibi bölge adliye mahkemelerinde de hakim kararı ve mahkeme kararı verilebilir. Verilen bu kararlara karşı itiraz edilebilir. Burada önemli olan, kararı kimin verdiği değil, verilen kararın itirazı kabil bir karar olup olmadığıdır. Bu çerçevede beden muayenesi, tutuklamanın devamına ilişkin karar, ön inceleme aşamasında verilen yetkisizlik kararı ve adli kontrol gibi kararlar itiraza örnek olarak gösterilebilir.452

Mahkemenin, nihai karardan önce verdiği ve nihai hükme esas oluşturmayan kararları, mahkemenin itirazı kabil ara kararlarıdır.453 Bu itibarla, kural olarak itiraz olunamayan mahkeme kararlarına karşı yapılacak itiraz, ancak kanunda gösterilen hallerde mümkündür, zira, mahkeme kararlarına itiraz istisnadır.454

Bu açıklamalar ışığında, bölge adliye mahkemelerinin tüm ara kararları ve kanunda gösterilen mahkeme kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabilir.

451 EROL, Haydar, a.g.e., s:771.

452 Ceza Muhakemesinde İstinaf El Kitabı, s:164.

453 CENTEL, Nur, ZAFER, Hamide, a.g.e., 4.Baskı, s:667. 454 EROL, Haydar, a.g.e., s:772.

Bölge adliye mahkemelerinin kararlarına ve hükme esas teşkil eden ara kararlarına karşı kural olarak temyiz kanun yoluna başvurulabilir.455 Gerçektende, CMK’nun 287 inci maddesinde “Hükümden önce verilip hükme esas teşkil eden veya başkaca kanun yolu öngörülmemiş olan mahkeme kararları da hükümle beraber temyiz olunabilir” denilerek bu düşünce doğrulanmıştır.

Aynı ilk derece mahkemelerinde olduğu gibi, istinaf mahkemelerinde de verilen kararları kesindir ve bunlara karşı temyiz kanun yoluna başvurulamaz. Yine, kesin olmamakla birlikte bazı mahkeme kararlarına karşı da temyiz yoluna gidilemez.

5271 sayılı yasanın 286 ıncı maddesinde, bölge adliye mahkemelerinin hangi kararlarına karşı temyiz yoluna gidilemeyeceği belirtilmiştir.

Buna göre; “ bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma dışında kalan hükümleri temyiz edilebilir (CMK m. 286). Bu genel bir kuraldır. Yani bölge adliye mahkemelerinin bozma kararları dışındaki tüm nihai kararların temyiz edileceği belirtilmiştir. Yukarıda incelediğimiz üzere, bozma kararı CMK’nun 280/1-b maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “İlk derece mahkemesinin kararında 289 uncu maddede belirtilen bir hukuka aykırılık nedeninin bulunması hâlinde hükmün bozulmasına” karar verileceği belirtilmiştir. Bu halde, kesin hukuka aykırılık hallerinin varlığı halinde verilen bozma kararına karşı temyiz yoluna başvurulamaz. Bozma kararı dışında kalan hususlar için temyiz yoluna gidilebilir.

Ancak, kanun bu bozma halleri dışında kalan hususlar için temyiz yoluna gidileceğini düzenlerken bazı istisnai durumlar ihdas etmiş ve bu durmaların varlığı halinde temyiz yoluna başvurulamayacağını belirtmiştir.

Bu istisnalar;

-İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile

miktarı ne olursa olsun adlî para cezalarına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararları,

-İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan bölge adliye mahkemesi kararları,

-Sulh ceza mahkemesinin görevine giren suçlarla ilgili olarak ilk derece mahkemelerinden verilen hükümlere ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,

-Adlî para cezasını gerektiren suçlarda ilk derece mahkemelerinden verilen hükümlere ilişkin suç niteliğini değiştirmeyen bölge adliye mahkemesi kararları,

-Sadece eşya veya kazanç müsaderesine veya bunlara yer olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararlarını değiştirmeyen bölge adliye mahkemesi kararları,

-On yıl veya daha az hapis cezasını veya adlî para cezasını gerektiren suçlardan, ilk derece mahkemesince verilen beraat kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen beraat kararları ile istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,

-Davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine veya istinaf başvurusunun reddine dair kararlar,

-Yukarıdaki bentlerde yer alan sınırlar içinde kalmak koşuluyla aynı hükümde, cezalardan ve kararlardan birden fazlasını içeren bölge adliye mahkemesi kararları, temyiz edilemez (CMK m. 286/2).

Bu belirtilen istisnalar ve bozma kararı haricinde kalan bölge adliye mahkemeleri kararları temyiz edilebilir. Kanun bu madde ile, istinaf mahkemesince verilen bazı kararların kesinleşeceğini belirtmiştir.

Yine bilindiği üzere, temyiz incelemesinde maddi mesele denetime yapılamaz. Sadece hukuki norma denetimi yapılır. Yani tespit edilen maddi meseleye uygulanan hukuk normunun doğru olup olmadığı tespit edilir. Bu da Yargıtay’ın asli işlevini yerine getirmesine önemli derecede katkı sağlar.

Bölge adliye mahkemelerinin verdiği karar ve hükümlere karşı direnme yasağı getirilmiştir. Buna göre; Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karşı direnilemez; bunlara karşı herhangi bir kanun yoluna gidilemez, ancak, itiraz ve temyize ilişkin hükümler saklıdır. (CMK m. 284). Bu itibarla, ilk derece mahkemesi, bölge adliye mahkemeleri kararlarına karşı direnemez.

SONUÇ

Tarihsel süreç içerisinde büyük gelişmeler gösteren yargılama hukukunun temel amacı; maddi gerçeği, önceden belirlenmiş hukuk kuralları ile araştırarak bulmak ve böylelikle adaleti gerçekleştirmek, adalete olan güveni, toplumsal ve kamusal barışı sağlamaktır. Yargılama hukuku, bu amacı gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler ihdas etmiştir. Bu müesseslerden bir tanesi de kanun yollarıdır. Kanun yollarının temel amacı; yargılama faaliyetini yürütenlerin insan olması nedeniyle bilerek veya bilmeyerek yapmış oldukları hatalarla, kişilerin haklarının ihlal edilmesine engel olarak yargılama hukukunun amacının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmaktır. Bu hataların ortadan kaldırılması veya en aza indirilmesi için ihdas edilen kanunu yollarından birtanesi de istinaf kanun yoludur.

İstinaf kanun yolunun amacı, ilk derece mahkemelerince verilen nihai kesinleşmemiş kararlarının hem maddi mesele hem de hukuki mesele yönünden incelenerek hataların giderilmesini sağlayarak yargılama hukukunun gayesini gerçekleştirmektir. Bu gayenin gerçekleştirilmesi için çeşitli yöntemler benimsenmiş, kimi ülkeler bunun için istinaf mahkemeleri kurmuş, kimi ülkeler bunun bidayet mahkemeleri içerisinde yapmış ve kimi ülkelerde karma bir sitem benimseyerek davaların bir kısmını müstakil istinaf mahkemelerinde veya genişletilmiş temyiz yolu ile Yargıtay’da veya hem yerel ağır cezalar ve hem de müstakil istinaf mahkemeleri aracılığı ile yapmıştır. Yine istinaf mahkemelerinin yaptığı yargılama faaliyetinin kapsamı ve inceleme usulü ülkelere göre farklılık göstermiştir.

İstinaf mahkemeleri birçok Avrupa ülkesinde faaliyete geçmesinin etkisiyle 1879 yılında ülkemizde de istinaf mahkemeleri faaliyete geçmiş, ancak, çeşitli sebeplerle 1924 yılında kaldırılarak vazifesine son verilmiştir.

İstinaf mahkemeleri ülkemizde kaldırılmasından sonra tartışmalar bitmemiş ve yeniden kurulması yönünde hukuk dünyasında tafsilatlı şekilde tartışılmış ve 1932 yılından itibaren çeşitli kanun tasarıları yapılarak yeniden kurulması sağlanmaya çalışılmış ancak, uzun yıllar bu başarılamamıştır. Nihayetinde 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı “Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun” ile Bölge Adliye Mahkemeleri adıyla

istinaf mahkemeleri kurulmuş ve aynı yıl kabul edilen 5271 sayılı CMK’nu ile istinaf kanun yolunun usulü düzenlenmiştir.

Gerek bu düzenlemeler yapılmadan önce ve gerekse bu düzenlemeler yapıldıktan sonra istinaf sistemi aleyhinde ve lehinde, ilgili bölümlerde tafsilatlı şekilde incelediğimiz üzere tartışmalar hep sürmüştür. Halende bu tartışmalar hukuk dünyasında devam etmektedir. Bu tartışmalara ilişkin kanaatimizi ilgili bölümlerde belirtmiş olmamıza rağmen sonuç kanaatlerimizi belirtmekte fayda vardır.

Meseleye istinaftan beklediğimiz gayeye göre bakmakta yarar vardır. Bu şekilde meseleye yaklaştığımızda, daha sağlıklı sonuca varırız.

İstinaftan beklenen gayelerden ilki; ilk derece mahkemelerinin yapmış olduğu hataların ortadan kaldırılmasını sağlamaktır.

Yargılama faaliyetleri insan unsuru ile gerçekleştirilmektedir. İnsan doğruları ve hataları ile bir bütündür. Yargılama faaliyetleri de insan tarafından gerçekleştirildiğine göre, bu yargılama faaliyetleri sırasında doğruların ve yanlışların olması doğaldır. Bu yanlışlar bilerek ve isteyerek yapılabileceği gibi, bilmeyerek veya istemeyerekte yapılabilir. Bu itibarla, yargılama faaliyetini yapan hakimin yaptığı yanlışlıkların bağımsız bir başka mahkeme tarafından denetlenmesi, kişilerin haklarının korunması için ciddi bir güvencedir. Bir hukuk devletinde böyle bir inceleme talebinde bulunmak her ferdin bir hakkı olmalıdır. Aksi düşünce adalete olan güveni sarsar ve toplumsal barışa ve güvenliğe zarar verir.

Hataların ortadan kaldırılması için, yapılan denetim hem maddi meseleyi ve hem de hukuki meseleyi içermelidir. Zira, önemli olan ceza yargılamasında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve adaletin sağlanmasıdır.

İstinaf mahkemelerinin toplu mahkeme olması, daha tecrübeli ve bilgili hakimler heyetinden oluşması, yeni delil toplayabilmesi, maddi ve hukuki denetim yapabilmesi, delillerle temas edebilmesi, birden fazla yerlerde kurulabilmesi gibi nedenlerle bu maddi hataları düzeltmesi mümkündür. Bu hataların, Yargıtay tarafından düzeltilmesi mümkün değildir. Zira, ilgili bölümde açıklandığı üzere Yargıtay ilgili Ceza Dairesinin bir dosya için ayırabileceği azami zaman dört dakikadır. Böyle anlık bir sürede dosya incelemek imkansızdır. Yine, Yargıtay delillerle temas halinde olamadığı için maddi meselenin tespitinde hata yapma olasılığı çok yüksek olabileceğinden ilk derece mahkemesinin hatalarını düzeltemez. Yine, bunun sonucu olarak hukuki norm yanlış

tespit edilebilir ve cezanın bireyselleştirilmesi gerçekleştirilemeyerek hataların düzeltilmesine imkan bulamaz. Bu itibarla hataların düzeltilmesi için maddi ve hukuki denetim yapan bir sistemin, yani istinaf mahkemelerinin varlığı gereklidir.

İkinci olarak, istinaf mahkemelerinin gayesi; hukuk devletinin bir gereği olarak bireylerine, adaletin sağlanmasını sağlayacak ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yardım edecek bir güvence sunmalıdır. Bir davanın hem maddi hem de hukuki meselelerinin ikinci bir defa üst mahkemeler tarafından yeniden incelenmesi bir teminattır, adil karar verilmesi için iyi bir araçtır ve hak ihlallerini asgari düzeye indirmesi adına bir güvencedir. Bu güvence ancak, maddi meselenin tekrar ele alınabildiği ve delillerle temasın mümkün olduğu bir sistemde vardır. Bu itibarla bölge adliye mahkemeleri bireylere hukuk devleti tarafından tanınan bir güvencedir. Kişiler, bu güvence ile yapılan hataların giderilmesini ve haklarının ihlal edilmesini engellerler. Bu durum, beraberinde adaletin sağlanmasını ve hukuksal barışı getirir.

Üçüncü olarak, istinaf mahkemeleri maddi gerçeği makul sürede ortaya çıkarmalıdır ve davaların uzamasına engel olmalıdır.

İlgili bölümde değinildiği üzere, istinafın aleyhinde olanların ileri sürdüğü en büyük eleştirilerden bir tanesi de, istinaf yargılamasının davaları uzatacağı ve makul sürede bitirilemeyeceği ve böylelikle kişilerin haklarına zarar verilebileceği, maddi gerçek ortaya çıksa bile etkisinin kalmayabileceği belirtilmiştir.

İkinci derece yargılamada, bazen yeniden yargılama yapıldığı için davaların uzayacağı bir gerçektir. Ancak unutulmamalıdır ki hala ülkemizde iki dereceli yargılama olmasına rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi makul sürede yargılama yapmadığı için bazı davalarda ülkemizi mahkum ettiği bir gerçektir. Demek ki makul süre ihlali her halükarda vardır. Burada yapılması gerekli olan, özellikle delillerin toplanması için, davların uzamasına neden olan diğer unsurları ortadan kaldırmaktır. Zira, Ceza Muhakemesi Kanunumuz tek celse esası getirerek, bu noktada davaların uzamasının önüne geçmek istemiştir. Bu kapsamda adli kolluk hizmetleri güçlendirilmeli ve mevcut sorunları giderilmelidir. Tebligat işlemlerin için posta idaresinin yanı sıra özel posta şirketleri de (kargo şirketleri) bu hizmeti yapabilmelidir. Bu ve benzeri davayı uzatıcı işlemler ortadan kaldırılmalı ve makul sürede yargılama sağlanmalıdır.

Ayrıca, burada davaların makul sürede bitirilememe sakıncasına rağmen, bir hakların yarışması söz konusudur. Önemli olan davaların uzun sürmesi mi yoksa adaletin sağlanması mıdır. Kanaatimce asıl olan adaleti sağalmaktır.

Yine, istinaf kanun yolunda yapılan ön inceleme, inceleme ve duruşma aşamalarında bölge adliye mahkemelerinin verdikleri bazı kararlar kesin olması, bu süzgeçlerin iyi çalıştırılabilmesi, tek celse esası ve birden çok bölgede bölge adliye mahkemeleri kurulacağı hususları hep birlikte nazara alındığında, esasen yargılama makul sürede bitirilebilecektir. Önemli olan bu sistemi iyi yürütmektir.

Yine, iki dereceli sistemimizde dört dakikalık inceleme süresi ile maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının imkansızlığı düşünüldüğünde, asıl amaç, davaların hızlı sonuçlandırılması mı yoksa adaletin sağlanması mı daha net ortaya çıkmaktadır.

Bu itibarla, adaletin sağlanması asıldır ve bölge adliye mahkemeleri davaların uzamasına neden olmaz. İstinaf mahkemeleri, sistemi iyi işletip süzgeçleri çalıştırırlarsa birçok dava istinaf mahkemelerinde makul süreden önce dahi bitirilebilir. Yine, davaları uzatan diğer sorunlar ortadan kaldırıldığında yine davalar makul sürede tamamlanacak ve adil yargılanma ilkesi gerçekleştirilecektir.

Dördüncü olarak, istinaf mahkemelerinin gayesi Yargıtay'ın iş yükünü azaltmak olmamalıdır.

Gerçektende, bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçtiğinde, Yargıtay'ın iş yükü azalacaktır. Zira, bazı yerel mahkeme ve bölge adliye mahkemeleri kararları kesin nitelikte olduğu için Yargıtay'ın iş yükü azalacaktır. Yine, istinaf mahkemesinde de aleyhine karar verilen kişi, iki defa yargılamaya tabi tutuldum ve aynı veya benzer karar ortaya çıktı, o halde benim talebim haksız, birde Yargıtay’a gitmeye ne gerek var diye düşünen insanlar var olacağından, bunlara ait dava dosyaları da Yargıtay'a gitmeyeceğinden Yargıtay'ın iş yükü azalacaktır. Esasen bu durum bölge adliye mahkemelerinin kurulmasının doğal bir sonucudur. Ama bu durum bölge adliye mahkemelerinin kurulması için bir gaye değildir ve olmamalıdır.

Bu noktada bölge adliye mahkemelerinin gayesi, usulü dairesinde elde edilen delillerle maddi gerçeği ortaya çıkarmak, ortaya çıkarılan bu maddi gerçeğe doğru hukuk normunu uygulamak olmalıdır. Yani, güvence fonksiyonunu ifa ederek, adaleti sağlamak olmalıdır.

Beşinci olarak, istinaf mahkemelerinin gayesi Yargıtay'ın asli vazifesini görmesine yardımcı olmaktır.

Gerçektende, bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçtiği takdirde, Yargıtay'a giden dosya sayısı azalacağından, Yargıtay'ın dosyaları incelemek ve araştırma yapmak için daha çok zamanı olacaktır. Bunun doğal sonucu olarak Yargıtay asli vazifesi olan içtihat üretme faaliyetini gerçekleştirecektir. Gerçekten, Osmanlı dönemi hukuk hayatına yapılan en büyük eleştirilerden bir tanesi de, içtihat kapsının kapalı olması nedeniyle Osmanlı hukuk gelişmemiştir, şeklindeydi. Bugün ağır iş yükü altında çalışan ve bir dosya için en fazla dört dakika inceleme süresi ayırabilen Yargıtay'dan bu vazifeyi beklemek insafsızlık olur. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen Türk Yargıtay’ı içtihat üretmeyi de ihmal etmemiştir. Fakat bu yeterli değildir.

Yargıtay, içtihat üreterek ülkedeki farklı uygulamaların önüne geçerek, ülkede uygulama birliğini ve hukuk güvenliğini sağlamalıdır. Bunun için iş yükü azalmalı, inceleme ve araştırmaya yeterli zaman ayırabilmelidir. Bölge adliye mahkemelerinin kurulması iş yükünü azaltacağı için Yargıtay bu fonksiyonunu daha iyi bir şekilde yerine getirebilecektir.

Bu itibarla, bölge adliye mahkemelerinin kurulmasının amacı, Yargıtay'ın iş yükünü azaltmak değil, Yargıtay'ın içtihat üretmesine ve böylece ülkede uygulama birliğini sağlamasına ortam hazırlaması olmalıdır.

Altıncı olarak, bölge adliye mahkemeleri, birçok ülkede uygulandığı için ülkemizde de uygulanmalı gayesi taşımamalıdır.

1932 yılından beri hazırlanan tasarıların tamamına yakınında ve 5235 sayılı bölge adliye mahkemeleri kanunu kuruluş gerekçesinde, birçok ülkede istinaf mahkemeleri olduğu için kurulması gerektiği ve kurulduğu, diğer gerekçelerin yanı sıra belirtilmiştir. Bu husus, bölge adliye mahkemelerinin kuruluş gerekçesi olamaz ve olmamalıdır. Burada önemli olan, böyle bir sisteme ihtiyaç olup olmadığıdır. Bu noktada bir ihtiyaç analizi yapılarak tespit yapılıp; ülke olarak böyle bir şeye hukuk sistemimizin ihtiyacı var mı, mevcut sistem adil yargılanma ilkesine uygun şekilde işliyor mu, toplumun adalet makamlarına karşı güveninde bir eksilme var mı ve toplum kendini mevcut sistem içerisinde hak arama ve hakkını elde etme anlamında güvencede hissedip hissetmediği gibi hususlar belirlenmelidir.

Yedinci olarak, istinaf mahkemelerinin gayesi, adil yargılanma ilkesinin gerçekleştirilmesini sağlamak olmalıdır.

İlk derece mahkemesinde yapılan hatalı tesbit neticesinde kişilerin hakları zedelenmiş olabilir. Adil yargılama ilkesinin sonucu olarak, yargılamanın sonucunun tarafları tatmin etmesi gerektiği halde verilen karar tarafları tatmin etmeyebilir. Zira, ilgili bölümde belirtildiği üzere ilk derece mahkemelerinin kararlarının %64,1’i Yargıtay tarafından bozulmaktadır. Buda bize, tespitlerde çok büyük bir hata payı olduğunu göstermektedir. Bu halde kişi, Yargıtay’a başvurarak hakkını arayabilir. Ancak, dört dakikalık süre içerisinde, hem maddi hem hukuki denetim imkansızdır. Eğer Yargıtay’ın görevi sadece hukuki denetim dersek o zaman da ilk derece mahkemesinin maddi meseleye ilişkin tespiti denetim dışı kalacaktır. Bu halde bu tespiti yapacak bir mekanizma kurmak gerekir. Yine delillerle yüzyüzelik ve aleniyet açısından bakıldığında Yargıtay için fiili imkansızlık olduğundan, maddi denetim yetkisi de olsa bunu gereğince kullanamayacaktır. Bu itibarla kişilerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ıncı maddesinde öngörülen yargı yerine başvuru hakkının içini doldurmak gerekir. Bu noktada istinaf mahkemelerini devreye sokmak gerekir. Eğer ilk derece mahkemesinin maddi vakıaya ilişkin hatalarını tespitini istiyorsak istinaf mahkemesi bir zorunluluktur. İstinafta yeniden inceleme gereği delillerle ikinci bir yüzyüzelik sağlanacak ve ilk mahkemenin tespitleri aleniyet ilkesi çerçevesinde denetlenecek, gerekirse yeniden karar verilecektir. Bu taraflara sağlanan bir güvencedir. Bu bağlamda maddi gerçeğin ortaya çıkarılması adil yargılama ilkesinin masumiyet karinesinin de bir sonucudur. Kişinin masumiyeti varsa bunu ortaya çıkarmak yargının bir görevidir.

Sanığa savunma hakkı verilmesi noktasında da yine istinaf gereklidir. Zira, sanık hakkındaki isnadı ilk derece mahkemesinde yeterince ileri süremediğin ilk derece mahkemesi soncunu görünce fark edebilir. Biz 6 ıncı madde gereği sanığa bu savunma hakkını delillerle yüzyüzelik ilkesi ile birlikte tanımalıyız. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerle yüzyüzelik üst mahkemeler için büyük bir olanaktır. Bu olanağı kullanacak sistem ise bugünkü Yargıtay’da mevcut değildir. Ancak bu olanak sağlandığı takdirde sanığın hakkını koruyabiliriz. Bu hakta yüzyüzeliğin olduğu istinaf sisteminde vardır.

Bu itibarla, adil yargılanma ilkesi çerçevesinde tarafların haklarını korumak, verilen kararın tarafları tatmin etmesini ve güvenli adaleti sağlamak için istinaf mahkemeleri bir gerekliliktir.

Bu açıklamalar ışığında; istinaf mahkemeleri birçok amacı bünyesinde barındırabilir. Biz önemli olarak gördüklerimize açıklamaya çalıştık. İstinaf mahkemeleri yukarıda belirttiğimiz gayeleri taşıdığı ve gerçekleştirdiği zaman, hem ceza yargılamasının gayesine ve hem de adaletin sağlanmasına hizmet edecektir.

Burada, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun, bölge adliye mahkemeleri kısmına ilişkin olarak şunları söyleyebiliriz:

Bu kanunun kuruluş gerekçesinde yer alan, ‘birçok ülkede ikinci derece mahkemesi var’ şeklindeki gerekçe yukarıda belirttiğim nedenlerle doğru değildir. Bu bir mahkemenin kuruluş sebeplerinden biri olmamalıdır.

Kanunda, bölge adliye mahkemelerinde görev yapacak hakim ve savcılar için, bilgili, tecrübeli ve mesleğinde belirli süre çalışma şartları aranırken, aynı yargılama faaliyetinin içinde yer alan, imzası olmadığı zaman duruşma zabtının dahi geçersiz sayıldığı bir zabıt katibi ve diğer yardımcı personel için herhangi bir kriter aranmamıştır. Oysa yargılama faaliyeti, o faaliyete dahil tüm kişilerce birlikte bir bütün

Belgede Ceza yargılamasında istinaf (sayfa 173-190)