• Sonuç bulunamadı

1. LİTERATÜR TARAMAS

1.1. GÖÇ ÖNCESİ TRAVMATİK YAŞANTILAR ve GÖÇ SONRASI YAŞAM ZORLUKLAR

1.1.2. Göç Sonrası Yaşam Zorlukları

1.1.2.5. Ayrımcılığa Maruz Kalma

Mülteci ruh sağlığı çalışmalarında psikolojik ve sosyal stresörlerin birlikte değerlendirilmesi önemlidir. Bu doğrultuda göç edilen yerdeki toplumsal tepkilerin göç sonrası uyum ve mülteci ruh sağlığı değişkenleri üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir (Kartal ve Kiropoulos, 2016). Göç sonrası yerleşimdeki toplumsal atmosfer, bireylere birincil destek sağlayan aile ortamı kadar bireylerin iyi oluşu açısından önem arz etmektedir (Hakim-Larson, Nassar-McMillan ve Ajrouch, 2014). Ancak, zorunlu göçmenlerin günlük yaşamlarında iş ortamları dahil pek çok sosyal alanda damgalanma, toplumsal hayattan dışlanma ve ayrımcılığa uğrama gibi olumsuz sosyal yaşantılara yaygın şekilde maruz kaldıkları bilinmektedir (Amer, 2014; Beirens, Hughes, Hek ve Spicer, 2007; Ennis, 2011; Kira, Amer ve Wrobel, 2014). Özellikle de Amerika’daki Müslüman Araplar gibi baskın kültür tarafından politik tutumlar dolayısıyla daha fazla ayrımcılığa maruz kalan göçmen gruplarında, kadınların dini ya da geleneksel giyim tarzları dolayısıyla daha fazla ayrımcılığa maruz kaldıkları belirtilmektedir (Wrobel ve Paterson, 2014). Ayrıca eğitim almaları dolayısıyla baskın kültürle yakın temas içinde bulunan mülteci çocuklar, okulda akranları tarafından dışlanmış hissettiklerini ve yanlış anlaşıldıklarını ifade etmektedir (Haboush ve Barakat, 2014). Tehdite karşı geliştirilen bilişsel bir değerlendirme olarak tanımlanan ayrımcılığın, kişilerin kendi gruplarını baskın olan gruba karşı özdeşleştirmeye yöneltmesi yüzünden sosyal uyumu ketlediği ve ruh sağlığını tehdit ettiği savunulmaktadır (Kira, Amer ve Wrobel, 2014; Rosli, 2011). Özellikle de çocuklarda ayrımcılık, okulda ve toplumda sıklıkla gözlemlenen zorbalık ve fiziksel şiddetle de bir araya gelince çocukların ruh

sağlığı ve bilişsel yetileri için oldukça zararlı etkiler göstermektedir (Kira, Amer ve Wrobel, 2014). Mültecilerin yeni bir sosyokültürel atmosfer içinde sosyal yalnızlık çekmesi, ayrımcılığa hatta ırkçı tutumlara maruz kalması, diğer tüm göç öncesi ve sonrası stresörlerin ruh sağlığına olan olumsuz etkilerini pekiştirmektedir (Wong, Cheung, Miu, Chen, Loper ve Holroyd, 2017). Ayrımcılık, göç sonrası diğer stresörlerle başarılı şekilde baş etmiş mülteciler için de geçerli olacak şekilde, mültecilerde yüksek seviyede kaygı ve psikolojik stresle, doğrudan ilişkili bulunmuştur (Amer, 2014; Wrobel ve Paterson, 2014). TSSB’si olan yetişkin mültecilerde ayrımcılık görme, depresyon ve anksiyete varlığı için tehdit oluşturmaktadır (Rosli, 2011). Ayrıca, saldırı hatta cinayet içeren aşırı ırkçılık yüzünden ayrımcılığa maruz kalan mültecilerin, anksiyete, depresyon ve psikoz için yüksek oranda risk altında olduğu görülmektedir (Mann ve Fazil, 2006).

Zorunlu göçmenlerde, sosyal dışlanmışlık açısından en fazla risk altında olan grup, gençlerdir (Beirens, Hughes, Hek ve Spicer, 2007). Ayrımcılığa tepki olarak genç mültecilerin gözlenebilir davranış tepkilerinden ziyade daha çok ayrımcılığı içselleştirme davranışı gösterdiği ve bunun sonucunda bireylerin içe çekildiği belirtilmektedir (Rosli, 2011). Benzer şekilde, mülteci ailelerin okuldaki ayrımcılık yaşantılarından sonra, çocuklarının sadece kendi etnik toplumlarındaki çocuklarla sosyalleşmelerine izin verdikleri ve diğer çocuklarla etkileşimlerini olabildiğince kısıtladıkları görülmektedir (Le Roch, Pons, Squire, Anthoine-Milhomme ve Colliou, 2010). Ayrıca, ayrımcılığa maruz kalan mültecilerin maddi zorluklarla beraber dışlanmışlık da hissetmesi yüzünden, merkeze uzak ve nüfusun az olduğu bölgelerde yaşamayı tercih ettikleri ve bu yüzden sosyal olarak daha da ötekileştikleri fark edilmektedir (Aspinall ve Watters, 2010). Ayrımcılığa uğrama ve ayrımcılık algılama, bireylerin yeni kültüre ne derece uyum sağladığı ve kendi kültürlerine ne derece bağlı kaldığıyla, yani kültürel uyum yaşantılarıyla da ilişkilidir (Wrobel ve Paterson, 2014). Ailelerinden ve arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalan ve göç sonrası yerleşimde sosyal yalnızlık yaşayan mültecilerin kendilerini daha fazla ötekileştirilmiş hissettikleri belirtilmektedir (Wong, Cheung, Miu, Chen, Loper ve

Holroyd, 2017). Travmatik yaşantıların etkisiyle aşırı uyanıklık ve dikkat gösteren, aynı zamanda kontrol edilemeyen travmatik yaşantılar ve toplumda maruz kalınan ayrımcılık yaşantıları sonucu olayları kontrol edebileceğine dair algısı ve öz güven duygusu zarar görmüş mültecilerin bildirdiği ayrımcılık tecrübelerinin, “algılanan” ayrımcılık boyutuyla da değerlendirilmesi gerekmektedir (Haboush ve Barakat, 2014; Wrobel ve Paterson, 2014). Ayrıca, etnik ve ırkçı ayrımcılıkla ruh sağlığı arasındaki ilişkide, ayrımcılığın aracı değişkenler olarak “kişilerin hayatları üzerinde hakimiyet kurabildikleri hissine” ve sonrasında “öz güveni”ne zarar verdiği, böylece psikolojik stresi artırdığı belirtilmektedir (Amer, 2014; Wrobel ve Paterson, 2014). Ayrıca bireylerin ayrımcılık yaşantıları sonucunda yaşadıkları günlük kültürel zorluklardan daha çok etkilendikleri ve bu zorluklarla baş etmede daha çok zorlandıkları, böylece artan depresyon ve düşük öz güven gösterdikleri belirtilmektedir (Amer, 2014). Algılanan ayrımcılığın olaylar üzerindeki kontrol algısını düşürdüğü ve düşük algılanan kontrolün düşük öz güvenle ilişkili olduğu da görülmektedir. Bunlara ek olarak, ayrımcılığa maruz kalan mültecilerin kendilerini sosyo-politik gruplarla özdeşleştirmesinin kontrol algısını geliştireceği ve böylece dolaylı da olsa ayrımcılıktan kaynaklanan stresi azaltacağı savunulmaktadır. Çalışma ortamı gibi yaşamsal alanlarda ayrımcılığa maruz kalan mültecilerde, terapi sürecinde ortamdaki ayrımcılık davranışları üzerinde danışanın ne derece kontrol geliştirebileceğiyle ilgili gerçekçi bir algının oluşturulması ve bu doğrultuda ayrımcılık karşıtı bir hareket tarzının oluşturulmasında ne gibi tedbirlerin geliştirilebileceğiyle ilgili farkındalık kazandırılması önem arz etmektedir (Wrobel ve Paterson, 2014).