• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: AVRUPA’DA ÇALIŞANLARIN KATILIM VE

3.4. Avrupa Birliği Süreci ve Çalışan Katılımı

3.4.1. Türkiye’nin Avrupa Birliği Süreci ve Katılım Politikası

Türkiye’nin geleceğini çok yönlü etkileyecek ve değiştirecek olan AB süreci pek çok alanda etkilerini göstermeye başlamıştır. Konumuz itibariyle bu sürecin etkileyeceği bütün toplumsal sınıf ve kesimler içerisinden çalışanların ve onların örgütlerinin etkilenme süreci önemli ve ağırlıklı bir yere sahiptir. Avrupa’nın sosyal köklerine ve geleneklerine dayalı olan AB sosyal politikası içerisinde yer alan 200 yıllık sosyal bir mücadele ve 50 yıllık Avrupa bütünleşmesine dayalı sosyal haklarla ilgili AB standart ve uygulamaları önümüzdeki günlerde ülkemizdeki çalışanların ve örgütlerinin gündeminde çok fazla yer kaplayacaktır (Çelik, 2004: 31-32). Bununla birlikte Avrupa Endüstri Đlişkiler Sisteminin neredeyse tamamı, ASŞ temelinde kurumsallaştırılmış sosyal diyalog çerçevesinde şekillenmektedir. Son yılarda sosyal tarafların çalışma hayatında egemen olduğu ve sosyal diyalogun dünyada refaha ulaşmanın bir altın anahtarı olarak görülmektedir (Ekin, 2003: 12).

Bununla birlikte Türkiye’de son yıllarda dünya ekonomisi ile bütünleşme ve ulusal rekabet gücünü geliştirme düşüncesi ve bunun da ötesinde çabalarının arttığı görülmektedir. Böyle bir değişim Bingöl (2000)’e göre çatışmacı değil uzlaşmacı bir davranış gereksinimi ortaya koyarak, geçmişe oranla sosyal diyalog arayışlarını arttırmıştır.

17 Aralık 2004 Bürüksel zirvesinde Türkiye ile müzakerelerin başlatılması kararı AB sürecinde yeni bir aşamadır ve muhtemelen önümüzdeki 10-20 yıllık süreç de bu çerçevede şekillenecek gibi gözükmektedir. Bununla birlikte bu süreçte çalışanlar ve onların örgütleri açısından çeşitli sorunların ortaya çıkması önemli bir noktadır. Bununla birlikte Türkiye’nin AB uyum süreci içerisinde iki Anayasa değişikliği ve yedi uyum paketi içerisinde en az ilgi gösterilen alan sosyal hukuk ve politika olmuştur (Çelik, 2005: 23-25). En hararetli tartışmaların yaşanacağı bu alana ilgi gösterilmemesi, buradaki problemlerin hala çözüm beklediğini göstermektedir.

Türkiye’nin AB adaylık süreci bir tarafta entegrasyon için gerekli yapılanmalar diğer taraftan da bu yapılanma sürecinde etkin olmak isteyen taraflar arasında yaşanan çıkar çatışması eşliğinde gelişmektedir. Bu gelişme ve ilerleme sürecinde, statükonun

korunmasının çıkarların korunmasının önüne geçtiği durumlar duraksama ve sapmalara yol açmaktadır. Ulusal düzeyde üçlü ve ikili anlaşmaların etkili bir sosyal diyalog aracı olarak uygulandığı ülkelerde, anlaşmaların rekabet gücünün korunması ve geliştirilmesi, dengeli ekonomik büyüme, ekonomik istikrarın sağlanması, istihdamın geliştirilmesi ve işsizliğin azaltılması, aktif istihdam politikaları, vergi ve gelirler politikası, sosyal güvenlik, eğitim ve mesleki eğitim, çalışma yasaları, ayrımcılık vb konuları kapsadığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’deki gelişmeler kurumsallaşamamış dolayısıyla eksik ve sonuçsuz kalmıştır. ESK çalışmaları, iş yasası ve sosyal güvenlik yasalarında olduğu gibi bu süreçler, Hükümet politikalarının ya da güçlü tarafın isteklerinin egemenliğinde biçimsel olarak mevcut fakat işlevsel olarak göstermelik olmaktan öteye geçememişlerdir (Çelebi, 2007). Uslu (2007)’ye göre geçmişte sosyal “taraflar” arasındaki çıkar çatışmasına dayanan geleneksel endüstri ilişkiler sistemi sosyal “ortaklar” arası uzlaşma ve işbirliği temelinde yeni yapılanma sürecine girmiştir. Bununla birlikte ülkemizdeki ekonomik ve sosyal yapıda geleneksel olarak devletin ağırlıklı rolünün neden olduğu yapı, temsili ve katılımcı demokrasiyi temel alan diyalog, uzlaşı ve karar alma yapılarının oluşmasını geciktirmiştir. Buna rağmen son yıllarda bu konuda önemli aşama kaydedilmiştir. Çalışma yaşamını ilgilendiren konularda işçi-işveren, devlet ve diğer bazı kurum temsilcilerinin katıldığı sosyal diyalog yöntemleri geliştirilmiştir. Ülkemizde üçlü danışma kurulu, ESK ve çeşitli komitelerce sosyal diyalog geliştirilmektedir. ESK 1995 yılından beri işçi-işveren ve devlet kesimlerini buluşturan bir üçlü yapı sunmaktadır. Bununla birlikte Türkiye’de sosyal diyalogun kurulması çok zordur. Çünkü temel sorun yasal mevzuatın kendisidir. Sektörel ve işyeri düzeyinde sosyal diyalog yasal açıdan kurumsallaşmamıştır. Bunun yanında yasal düzenlemelerin yapılmasının ötesinde asıl problem bu kuralların uygulanmasıdır (EMF ve DGB, 2008: 36).

Dereli (2007)’ye göre; AB müktesebatına uyum sürecinde işyerlerinde çalışanların katılımını düzenleyen AB Direktiflerine uyum sağlanması gerekmektedir. 4857 yasa tasarısında sendika temsilcisi bulunmayan işyerlerinde işçi temsilcilerinin seçilmesini mümkün kılan düzenlemenin sosyal tarafların itirazı üzerine yasa metninden çıkarılması, özellikle toplu işten çıkarmalar, işyerinin devri, v.b. konularda

bilgilendirme ve danışma işlevi bakımından mevzuatımızda boşluk yaratmıştır. Bu konuda Türkiye’nin işyeri konseyleri kurmayı ya da en azından ulusal işletmeler düzeyinde çalışanları bilgilendirme ve danışmayı içeren direktife uygun düzenlemeleri yapması gerekmektedir.

Bununla birlikte önümüzdeki dönemde bizi yoğun bir süreç beklemektedir. Ülkemizde sosyal diyalogla ilgili AB mevzuatı ile henüz uyumlaştırılmayan;

— Çalışanların bilgilendirilmesi ve görüşlerinin alınması amacıyla çıkarılan Avrupa Çalışma Konseyi Kurulması hakkındaki 2009/38/EC sayılı direktif,

— Đşletmede çalışanların bilgilendirilmesi ve danışma sürecinin işletilmesine dair 2002/14 sayılı direktif,

— Avrupa Şirketlerinde çalışanların yönetime katılması hakkındaki 2001/86/EC sayılı direktif ile gelecek düzenlemeler Türk çalışma hayatına yeni, önemli kavramları ve kurumları taşıyacaktır.

Bunları gerçekleştirirken de çeşitli güçlükler çıkabilir. AB’ne tam üyelik yolundaki ülkemizde sosyal diyalog tabandan gelen bir yapılanma olmadığı için pek etkili uygulanmamaktadır. Türkiye’de gerek endüstri gerekse işyerini temel alan sosyal diyalogun etkili olarak uygulanabilmesi ve ASM ile eklemlenebilmesi için bu hareket tabandan başlatılmalı yani işyeri ve işkolu düzeyinde sosyal taraflar arasındaki işbirliği ve uyumu sağlanmalı ve bunu hedef alan yapılar etkinleştirilmelidir (Uçkan, 2006a: 268).

3.4.2. Çalışanların Bilgilendirilmesi ve Danışılması Đle Đlgili Uyumda Türk Sosyal Politikası

Avrupa Sosyal Modelinin temel unsurları; güçlü sendikalar, etkin kamu hizmetleri ve yeniden dağıtıcı vergileme ile birlikte ekonomik zenginlik, yüksek düzeyde sosyal koruma, yasal güvence altındaki sosyal haklar, düzenleyici mekanizmalar olarak serbest toplu pazarlık ve sosyal diyalog sayılabilir (ETUC, 2003: 94). Avrupa Birliği entegrasyonu meselesi aslında yukarıda sayılan ASM’nin temel unsurlarına uyum sorunudur.

Bununla birlikte bilgilendirme, danışma ve katılım hakları ulusal hukuk, gelenek ve uygulamalarda ortaya çıkan farklılıklara rağmen II. Dünya Savaşından sonra tüm batı Avrupa’da çalışanların demokratik kazanımları arasında yer almıştır. Bilgilendirme ve danışma hakkı AÇK Direktifinin öncesinde iki topluluk belgesinde de düzenlenmiştir (Gülmez, 2008). 1989 tarihli çalışanların Temel Sosyal Hakları Topluluk Şartının 17. maddesi Avrupa Topluluğu üyesi iki veya daha çok ülkede işletme veya işletme grubuna sahip çok uluslu ve büyük ölçekli işletmeleri kapsamakta ve üye ülkelerdeki mevcut uygulamaları göz önüne alarak çalışanların bilgilendirme ve danışma haklarını sağlayabilmek için uygun yöntemler geliştirilmesini öngörmüş, 18. maddesi ise bu bilgilendirme ve danışma sürecinin hangi durumlarda derhal devreye sokulması gerektiğini açıklamıştır.

Bunun yanında 2000 yılında Nice Zirvesinde Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyonu tarafından ilan edilen Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı temel hak ve özgürlükler yanında sosyal hakları da ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. Đşletmelerde Đşçilerin Bilgilendirilmesi ve Đşçilere Danışılma Hakkını düzenleyen 27. maddesinde Topluluk mevzuatının ulusal yasalar ve uygulamalarda öngörülen durumlar ve koşullarda işçi veya temsilcilerine, belirli seviyelerde zamanında bilgilendirme ve danışmayı güvence altına alınması gerektiği belirtilmiştir (Çelik, 2004: 43)

Türkiye’de 27 Eylül 2006’da Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartının onaylanmasının uygun bulunmasına ilişkin yasa tasarısı kabul edilmiştir. 8 Kasım 2006’da da Avrupa Komisyonunun Đlerleme Raporu yayımlanmıştır. Anayasa ve yasalarımızdaki çalışanların sosyal ve sendikal hakları ile ilgili uluslar arası sözleşmelere aykırılılar değerlediğinde Sosyal Şart ve Đlerleme Raporlarına dikkat edildiğinde yakın bir bağ olduğu ortaya çıkar. Çünkü 1961 Sosyal Şartının 5. ve 6. md’lerine34 koyulan çekincelerin yeni Sosyal Şartın kabulünde de devam ettirilmesi ilerleme raporlarında eleştiri olarak karşımıza çıkacak bir konudur. Çünkü Avrupa Sosyal Şartı, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların güvencesini sağlamasının yanında, Đnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin sosyal haklar alanındaki boşluğu doldurması

34 Sosyal şartın 5. maddesi “Tüm çalışanlar ve çalıştıranlar ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak amacıyla ulusal ve Uluslararası kuruluşlar düzeyinde örgütlenme özgürlüğüne sahiptir”, 6. maddesi “Tüm çalışanlar ve çalıştıranlar toplu pazarlık hakkına sahiptir” şeklindedir.

nedeniyle “Đnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi”nin ikizi olarak görülmektedir (Gülmez, 2006: 41-48). Yine Sosyal Şartı uygulamada etkin kılınması için çalışanlara, sendikalara ve yargıya önemli görevler düştüğü ve sendikaların Sosyal Şarta ilgi göstermedikçe, bu anlaşmanın ne sosyal hukukumuzda ne de çalışanlar açısından bir yarar sağlamayacağı ifade edilmektedir (Gülmez, 2006: 64-65)

AB’nin Sosyal Politikasının temeli, farklı uygulamalar görülse de, sosyal devlet modeline dayalıdır ve ILO normları ve Avrupa Konsey kararları ile de uyumludur. Bu politikanın önümüzdeki günlerde piyasa-sosyal koruma geriliminin artmasının sonuçlarına göre şekilleneceği söylenmektedir (Çelik, 2004: 51).

Türkiye Ulusal Programında Sosyal Politika ve Đstihdam alanında uyumlaştırılması gereken 57 adet AB mevzuatı bulunmaktadır. Bu mevzuat, çalışma hayatı bakımından bireysel ve toplu iş hukuku, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal diyalog, kadın erkek eşitliği ve ayrımcılığın önlenmesi bölümleri altında yer almaktadır. Bu alandaki AB Mevzuatına uyum 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı Đş Kanunu ve bunu takiben çıkarılan yönetmeliklerle bir parça sağlanmış durumdadır (DPT, 2007: 89). 10 Haziran 2003 tarih ve 4857 sayılı Đş Kanunu, Sosyal Politika ve Đstihdam alanında yer alan AB Müktesebatı dikkate alınarak hazırlanmış olsa da, gerek bu kanunda ve gerekse Devlet Memurları Kanunu, Deniz Đş Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun gibi kanunlarda halen değişiklik yapılması ihtiyacı bulunmaktadır.

AB Müktesebatında, bilgilendirme ve danışma mekanizmaları bazen çalışma hayatı ile ilgili direktiflerin birer unsuru olarak bazen da ayrı direktifler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Mevzuatımız bu direktiflerle kısmen uyumlaştırılmıştır. Đş Kanununun 114. maddesi ile getirilen 3’lü danışma kurulunun tesis edilmesi ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda yapılan değişiklikle sendikal örgütlenmenin önündeki bazı engellerin kaldırılması önemli gelişmeler olarak sayılabilir. Ancak bu konuda mevzuatın tam uyumlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Tam uyumun sağlanması için mevcut bilgilendirme ve danışma mekanizmalarının güçlendirilerek yaygınlaştırılması, ulusal düzeyde üçlü sosyal diyalogun yanı sıra sektörel ve işletme düzeyinde ikili sosyal diyalogun da geliştirilmesi, AB’nin “AÇK’leri”, “Avrupa şirketlerinde çalışanların yönetime katılması”, “işletmelerde çalışanların bilgilendirilmesi” direktiflerine de uyum sağlanması gerekecektir (DPT, 2007: 90).

Yine 4857 sayılı Đş K.’da yer alan esnek çalışma hükümlerinin AB normlarına dayanmadığı, çünkü çalışanlarla ilgili kimi konularda koruyucu hükümler yerine getirilmediği ifade edilmektedir. Siyasi kriterler içerisinde yer alan sendikal haklara karşı olan direnç hukuksal alanda da görülmekte ve buradaki sosyal diyalog, işçilerin temsili, işçilere danışılması ve çalışma koşulları gibi sorunlu alanlarda ise uyum gecikmektedir. Türkiye’ye özgü siyasi koşullar ve Türkiye’nin rekabet gücü söylemleri, AB uyum sürecinin önündeki iki büyük engeldir. Bunlardan ilkinin kısmen aşılmasına rağmen diğer söylemin aşılması zor olmakla birlikte ancak paternalist ve neo-liberal çizgiden uzaklaşmakla mümkün olabileceği söylenebilir (Çelik, 2005: 43-45).

Bunun yanında Orta Vadeli Programda başta kamu kesiminde olmak üzere çalışma hayatında sosyal diyalog mekanizmaları etkinleştirilmesi ve yaygınlaştırılması planlanmıştır (DPT, 2006b: 16). Ön Ulusal Kalkınma Planın da ise KOBĐ çalışanlarının işletme içi karar alma sürecinde aktif rol almalarını sağlamak amacıyla sektör bazlı eğitim programları düzenlenmesi yer almıştır (DPT, 2004: 102).

Ancak Türkiye genel olarak AB normlarını -ILO normlarında olduğu gibi- sözleşmenin gereklerini yerine getirmeme, zamana yayma ve oyalama taktikleriyle kabul etmektedir. Mevcut uygulamaları da, ya geç onaylamakta ya çekinceler koymakta ya da iç hukukta gereklerini yerine getirmemekte ve bunun sonucunda da uluslar arası denetimde eleştirilere maruz kalmaktadır. Bunun yanında AB sürecindeki siyasal hak ve özgürlüklerin ülkemiz dinamiklerine uymadığı ve ülkedeki yapıyı zayıflatacağı iddiaları nedeniyle demokratikleşme konusunda gerekli adımlar atılmamıştır. Bu çerçevede atılacak adımlar konusunda ülkemizdeki geniş toplum kesimleri (işçi-işveren sendikaları, akademisyenler, hükümet ve AB organları)’nın farklı düşüncelere sahip oldukları görülmektedir (Çelik, 2005: 26-27). Burada dikkati çekilmesi gereken nokta AB sosyal politikasına uyumun sadece müktesebat hükümlerine uyum ile değil aynı zamanda bu hükümlerin sosyal alanda da kabul edilmesi ile gerçekleşeceğidir.

Değerlendirme

Türk Endüstri Đlişkilerinin kapsamının dar olması, ayrıntılı yasal düzenlemeleri içermesi ve devletin sistem içerisinde ağırlıklı olarak rol alması çalışanlar açısından bazı olumsuz sonuçlara yol açmıştır. Ayrıca otoriter unsur ve özellikler içeren kültürel yapının endüstri ilişkilerini etkilemesi bu olumsuzlukları arttırmış ve demokratik açılımların gerçekleştirilmesini zorlaştırmıştır.

Endüstri ilişkilerinde çalışanların kendilerini ilgilendiren kararlara katılımı konusu geçmişten günümüze şüpheyle karşılanmıştır. Bu tedirginliğin temelinde Türkiye Cumhuriyetinin sınıfsız bir toplum olduğu ve böyle bir toplumda işçilerin kendilerini temsil edecek bir örgütlenmeye gerek olmadığı düşüncesi yer almaktadır. Bununla birlikte çalışanlar açısından örgütlenme girişimleri 1800’lü yılların sonlarına kadar geriye gitmesine rağmen; geç kapitalizm, geç işçi sınıfı ve geç demokratikleşme olarak sayılabilecek nedenlerden dolayı, örgütlenme sürecinin kurumsallaşması için 1947’yi beklemek gerekecektir. 1947’den buyana çalışanların örgütlenmeleri ve çeşitli seviyelerde kararlara katılmaları ile ilgili çeşitli deneyimler yaşansa da günümüzde gerek yasal olarak gerekse uygulamadan kaynaklanan sorunlar nedeniyle çalışanlar kendilerini ilgilendiren kararlara etkin olarak katılmakta güçlük çekmektedirler.

Günümüzde endüstri ilişkilerinde tüm çalışanlar kapsam dâhilinde değildir. Kapsam dâhilinde olanlar için bile çalışanlara tanınan katılım haklarına bakıldığında, çeşitli kurul yapıları içerisinde, sınırlı bir söz hakkı sağlandığı görülmektedir. Ayrıca sendika ve toplu pazarlık yapısı içerisinde yer alan çalışanlar da, sendikaların örgütlenme ve faaliyetlerinde karşılaştıkları sorunlar nedeniyle etkili olarak söz haklarını kullanamamaktadırlar. Ayrıca bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, çalışanlar çeşitli sendikasızlaştırma politikaları ve işletmeyi temel alan (TKY, ĐKY vs.) uygulamalarla karşı karşıyadırlar.

Türkiye son yıllarda AB sürecinde çeşitli gelişmeler yaşamaktadır. 2005 yılında gerçekleşen AB adaylık müzakerelerine başlanması birçok alanda entegrasyonu gerekli kılmaktadır. Sosyal politika ve istihdam alanında gerçekleşmesi gereken bazı uyum konuları arasında, çalışanların bilgilendirilmesi ve danışılması haklarını sağlayan çok

uluslu işletmelerde, bir AÇK’nin veya başka bir prosedürün oluşturulmasını sağlayan direktif de yer almaktadır.

BÖLÜM 4: AVRUPA ÇALIŞMA KONSEYLERĐNĐN TÜRK