• Sonuç bulunamadı

Avrupa Birliği Bağlantısında Ulusal Çıkar ve Dış Politika

11. Politik Faktörler

11.2. İç Politik Faktörler

11.2.4. Avrupa Birliği Bağlantısında Ulusal Çıkar ve Dış Politika

Uzgel’e göre Türk dış politikası genellikle güvenlik sorunları çerçevesinde analiz edilmektedir. Yani, Türk dış politikasında, realist yaklaşım egemendir. Bunu da Morgenthau gibi güç mücadelesinden ibaret olan ilişkiler bütünü olarak nitelemektedir. Bu bakış açısıyla, bir devletin gücünü arttırmayı hedefleyen politikalar ulusal çıkara uygundur (Uzgel, 2004: 16). Ulusal çıkar ve dış politika bağlantısını AB ile ilişkilendirmek gerekirse, Türkiye’nin AB’ye tam üye olma isteği hatta bu konudaki devlet politikası, ulusal çıkarla da örtüşmektedir. Başlangıçta ekonomik amaçlı kurulan Birliğin bu alanda mevcut gücü, Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını, güvenlik boyutuyla özellikle Kürt sorunu bağlamında Türkiye’nin tam üyelikle elde edeceği AB desteğini, AB üyesi ülkelerle girişte temellendirilmiş Yunan ve GKRY ile arasındaki sorunlarının çözüleceği düşünüldüğünde Türkiye’nin AB bağlantısında çok yönlü ulusal çıkarları mevcuttur. Ancak Türkiye’nin AB üyeliği, pek çok sebepten ötürü diğer ülkelere kıyasla çok daha sancılı yaşanmakta ve demokratikleşme ile bağlantısında TSK’nın sivil iktidar üzerindeki etkisi, direk ve MGK aracılığıyla, ilişkilerde sorun teşkil etmektedir.

11.2.4.1. Türk Ordusunun Statüsü

NATO ve ABD açısından Türkiye ile ilişkilerde en güçlü noktası Türk Ordusu’nun sistem içindeki rolü olurken, bu durum Avrupalılar bakımından problem oluşturmaktadır. Elbette Avrupalı yetkililer de Türk ordusunun önemini takdir etmektedirler, ancak Türk siyasi siteminde ordunun oynadığı rol, Avrupa geleneklerine ve uygulamalarına pek uygun düşmemektedir (Uslu, 2006: 119). Bu nedenle Türkiye’nin AB ile entegrasyonunda muhtemelen en fazla tartışılacak konu, ordunun siyasetteki rolüdür. Ordunun ve onun sivil uzantılarının AB üyeliğinin getireceği dönüşümden duydukları huzursuzluk, doğal bir şekilde, Avrupa tarafında kaygı

oluşturmaktadır (Keyder, 2005: 69). Kuşkusuz bu görünüm AB için olduğu kadar, diğer demokratik ülkelerce de ordunun siyasetteki etkisi anlaşılabilecek ve kabul edilebilecek bir durum değildir. Öte yandan ordunun bu rolünü, anayasal hukuk çerçevesine oturtmak ta bir hayli zor görünmektedir. O nedenle konuya, sosyo-politik ve tarihsel açıdan yaklaşmak gerekmektedir.

Cumhuriyet dönemi Türk siyasi hayatında ordunun ağırlığının nedeni cumhuriyetin kuruluş süreciyle bağlantılıdır. Ulusal kurtuluş savaşı asker kökenli kadroların önderliğinde gerçekleştirilmiş ve ardından yeni devlette yine bu askeri kadro tarafından kurulmuştur. Bu da toplumsal yaşamda ordunun kurtarıcı rolünün öne çıkmasına ve resmi söylemde vurgulanmasına neden olmuştur. Gerçi Türk Ordusu’nun Atatürk’ün, vasiyeti gereği askerlerin siyasete bulaşmama ilkesine sıkı sıkıya bağlı kaldığı ileri sürülse de ordunun siyasete sık sık müdahale ettiği görülmektedir (Uzgel, 2004: 137). Gerçekten demokratik ülkelerde ve bu arada AB’yi oluşturan devletlerin anayasalarında ordu, sivil otoriteye tabi, görece statükocu bir kurumdur ve bu kurumun gerek iç gerekse dış siyasette doğrudan etkisi, kural olarak görülmez.

Ancak ülkemiz açısından unutmamak gerekir ki, ordu, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden başlayarak Türkiye’nin modernleşmesi, bağımsız ve demokratik bir ülke haline gelmesi için, öncü görevler üstlenmiş bir kurumdur. 19. yy. yüksek öğretim kurumlarına bakıldığında, Mekteb-i Mülkiye dışında, hemen tüm yüksek okulların askeri okullar olduğu görülecektir. Ayrıca, Türkiye’de son 40 yıllık dönem içinde ortaya çıkan askeri darbe ve müdahaleler incelendiğinde, bunların tümünün siyasetin tıkandığı, göreceli olarak seçeneksizliğin egemen olduğu, kısacası sivil iktidarların iktidarsız duruma düştüğü ağır bunalım dönemlerinde gerçekleştirildikleri görülmektedir (San, 1998: 264–265).

AB tarafından Ordu’nun siyaset üzerindeki etkisi ilerleme raporlarının tümünde sert bir şekilde eleştirilmiştir. Genellikle eleştiriler askeriyenin sivil yönetim üzerindeki etkinliğinden bütçesine kadar pek çok başlık içermektedir.

1998 Yılı İlerleme Raporu’nda, ordunun sivil denetime tabi olmadığı ve hattâ bazen, büyük çaplı bazı baskı uygulayıcı askerî operasyonlar gerçekleştirdiğinde, hükümetin

bilgisi olmaksızın hareket ettiği ifade edilerek, ordunun konumu eleştirilmektedir (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 1998: 12).

1999 Yılı İlerleme Raporu’nda, askeriyenin MGK kanalıyla siyasi yaşamın pek çok alanında önemli bir etki sahibi olmaya devam ettiği, MGK’nın, siyasi yaşamda büyük bir rol oynamayı sürdürdüğü ifade edilmektedir (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 1999: 10). 2000 ve 2001 ilerleme raporları da önceki raporlardaki görüşleri tekrar etmektedir.

2002 Yılı İlerleme Raporu’nda, öncekilerden farklı olarak, TSK, savunma bütçesinin hazırlanmasında önemli ölçüde özerkliğe sahip olması, Hükümetin bütçe dışı fonları kapatma ve bu tür harcamaları normal bütçe sürecine dahil etme çabalarına rağmen, halen askeri amaçlara yönelik iki bütçe dışı fonun mevcudiyeti eleştirilmiştir (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 2002: 17).

2003 Yılı İlerleme Raporu’nda, sivillerin ordu üzerindeki denetiminin AB üyesi ülkelerdeki uygulamalarla uyumlu hale getirilmesi amacıyla; sivil kurumlardaki askeri temsilin sona erdirilmesi ve TBMM’nin savunma bütçesi üzerinde tam kontrol sağlayabilmesi bakımından bu reformların etkili biçimde uygulanması istenmiştir (DPT, 2003: 19).

2004 Yılı İlerleme Raporu’nda, askeri otorite üzerindeki sivil denetimi AB üyesi ülkelerdeki uygulamalarla uyumlu hale getirmek amacıyla, 2003 yılında yapılan ilave değişiklikler olumlu karşılanırken bunlar yeterli bulunmamıştır (Avrupa Toplulukları Komisyonu, 2004: 14). Komisyon bu konudaki görüşünü eleştirel şekilde ifade etmiştir; “Silahlı Kuvvetler kayda değer siyasi nüfuz kullanmaya devam etmektedir. MGK’nin askeri üyeleri, münferiden, ayrıca diğer kıdemli silahlı kuvvetler personeli, iç ve dış politika konularındaki görüşlerini kamuoyuna yaptıkları konuşmalar ve basın toplantıları vesilesiyle düzenli olarak ifade etmeye devam etmişlerdir. Bu açıklamalar özellikle Irak, Kıbrıs, terörizm, laiklik ilkesi ve Türkiye-AB ilişkilerine ilişkin olarak yapılmıştır. Türkiye, 2002’den beri sivil-asker ilişkileri reformunda iyi ilerleme sağlamıştır. Türkiye’nin geçtiğimiz yıllarda kabul edilmiş reformları sağlamlaştırması ve bu alanda daha fazla reform yapmaya bağlı kalması önem arz etmektedir. Türkiye,

üye devletlerin en iyi uygulamaları çizgisinde, güvenlik meselelerinin yürütülmesinde daha fazla hesap verilebilirlik ve şeffaflık sağlanmasına yönelik olarak çalışmalıdır. Özellikle, Askerler tarafından yapılan açıklamalar sadece askeri, savunma ve güvenlik konularını ilgilendirmeli ve sadece hükümetin yetkisi altında yapılmalıdır. Öte yandan sivil idare, komşularla ilişkilere dair ulusal güvenlik stratejisinin hazırlanması ve uygulanması dahil olmak üzere, denetimsel işlevlerini tam olarak yerine getirmelidir” (Avrupa Toplulukları Komisyonu, 2004: 16).

2005 Yılı İlerleme Raporu’nda, sivil asker ilişkilerinde yapılan ilerlemeler olumlu karşılanırken yapılan reformların sağlamlaştırılması gereği vurgulanmış ve yine askeri makamın açıklamalarının askeri konular, savunma ve güvenlik ile sınırlı olması ve sadece hükümetin otoritesi altında yapılması gereği tekrarlanmıştır (Avrupa Komisyonu, 2005: 12).

2006 Yılı İlerleme Raporu’nda, Askeri Ceza Kanunu’nun ilgili hükümlerini değiştiren Kanunla askeri mahkemelerin sivilleri yargılama yetkisi bağlamında ilerleme sağlandığı, böylelikle, askeri personel ile sivillerin birlikte suç işlemeleri hariç, barış zamanında siviller askeri mahkemelerde yargılanmayacak olmaları olumlu karşılanmıştır (Avrupa Komisyonu, 2006: 6). Ancak TSK’nın siyasi etkisinin devamı, iç ve dış politika hakkında yapılan açıklamaları, askeri bütçe ve harcamalar konusunda parlamento denetiminin beklendiği şekilde güçlendirilmemesi eleştirilmeye devam ediliyordu (Avrupa Komisyonu, 2006: 7).

2007 Yılı İlerleme Raporu’nda, 2007 ilkbaharında yaşanan anayasal kriz21 ordunun siyasi hayata müdahale girişimi olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu krizin demokratik sürecin üstün gelmesiyle aşıldığı belirtilmiştir. Ancak TSK’nın önemli ölçüde siyasi etkinlik göstermeye devam ettiği vurgulanmış, iç ve dış politikaya yönelik açıklamaların artarak devam ettiği eleştirilmiştir. Askeri bütçe konusundaki eleştiriler 2006 yılı ilerleme raporuyla aynı noktaya işaret etmektedir. Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri

21 Genelkurmay Başkanlığının laikliğin güç kaybetmekte olduğu endişesini dile getiren bir muhtırayı web sitesinde yayınlamasıyla ortaya çıkan Nisan 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine doğrudan müdahale ettiği vurgulanmaktadır.

Bakanlığı arasında imzalanan 1997 EMASYA22 gizli Protokolü yürürlükte olması ayrı bir eleştiri noktasını oluşturmaktadır (Avrupa Komisyonu, 2007: 8).

11.2.4.2. Milli Güvenlik Kurulu (MGK)

Genelkurmay başkanlığı dışında ordunun Türk siyasetindeki yerini gösteren diğer kurum MGK olmuştur. Bugünkü biçimini 1961 Anayasası’ndan alan ve sivil yürütmeyle ordunun üst kademesini bir araya getiren kurum, ordunun siyaset içindeki yerini ve etkinliğini göstermektedir. Türkiye’de ordu, MGK aracılığı ile hükümet üzerinde, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ndeki (DGM) subay üyelerle de ceza yargısı üzerinde değişen ölçülerde etkili olabilmekte, ayrıca kurum içi istihbarat ve iç-dış politikaları izleme birimleri de kurabilmektedir. Tüm bunlara ek olarak, ordunun üst düzey subayları gerek politikacılara gerekse bürokratlara “nezaket ziyaretleri” yapabilmekte, ayrıca iç ve dış güvenlik konularında “brifingler” verebilmektedirler (San, 1998: 264–265)

1982 Anayasasıyla MGK’nın yetkileri hükümetle neredeyse denk duruma getirirken DGM’nin de “devlete karşı işlenmiş suçlar”ın kendisine verilmesiyle paralel bir süreç ortaya çıkmıştır (Keyder, 2003: 53).

MGK, AB tarafından hazırlanan bütün ilerleme raporunda ordunun siyaset üzerindeki rolü ile ilişkili olarak yer almıştır; “Türkiye’de otoriteler, genel olarak, Topluluk müktesebatıyla uyumlu mevzuat hazırlama ve uygulama kabiliyetinde olan ehil bir idareye sahiptirler. Ancak, çeşitli faktörler, bu otoritelerin, Avrupa Birliği’nin üye devletlerindeki gibi işlenmesine engel olmaktadır. Millî Güvenlik Kurulu, ordunun siyasî hayatta oynadığı büyük rolü gösterir.” (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 1998: 12). 2000 ve 2001 yılı İlerleme Raporlarında “Millî Güvenlik Kurulu kanalıyla askeriye siyasi yaşamın pek çok alanında önemli bir etki sahibi olmaya devam etmektedir. Millî Güvenlik Kurulu, siyasi yaşamda büyük bir rol oynamayı sürdürmektedir.” (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 1999: 10) denilerek MGK sorgulanmaya devam etmiştir. 2001 yılında, MGK’da yapılan değişiklikle asker sayısı

22 Protokol, güvenlik, kamu düzeni ve takviye birliklerine ilişkindir. Protokolle, iç güvenlik konularında, belirli şartlara bağlı olarak, sivil makamların talebi olmaksızın askeri operasyon yürütülmesine imkan takmaktadır.

beşte kalırken sivil üye sayısının dokuza çıkarılması, AB tarafından, gelişme olarak görülmüştür. UYP ile 2003 yılında yapılan değişiklikle MGK Genel Sekreteri’nin, TSK mensupları arasından atanması zorunluluğu kaldırılmıştır (DPT, 2003: 16). 2004 (2004: 16) ve 2005 yılı İlerleme Raporunda da MGK’nın açıklamaları eleştirilmiştir; “MGK’nin askeri üyeleri, münferiden, ayrıca diğer kıdemli silahlı kuvvetler personeli, iç ve dış politika konularındaki görüşlerini kamuoyuna yaptıkları konuşmalar ve basın toplantıları vesilesiyle düzenli olarak ifade etmeye devam etmişlerdir.” (Avrupa Komisyonu, 2005: 12). 2006 ve 2007 ilerleme raporlarında da MGK kanununda yapılan değişikliklerin olumlu karşılandığı ancak İç Hizmet Kanununda değişiklik yapılmadığına vurgu yapılmıştır.

Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, hemen her raporda MGK’nın kararlarının istişari nitelikte olduğu bu nedenle ancak tavsiye niteliğinde karar verebileceği vurgulanmıştır. Ancak AB, bu konuda ciddi kaygılar duymaktadır. MGK’nın hükümet tasarrufları ve politikalarına ilişkin görüş bildirmesi de AB’nin bu kaygısını destekler niteliktedir. İlerleme raporlarında, MGK’daki sivil sayısının arttırılması, tavsiye niteliğinde karar alabilmesi uygulamalarına rağmen, karar alınırken asker üyelerin etkinliği eleştirilmiştir.

MGK’nın Türkiye’de sivil ve askeri otoriteler arasındaki diyalogu sağlamanın ve bazı Batılı ülkelerde görülen “dayanışma” işlevinin çok ötesinde bir konuma sahip olduğu ortadadır. Kuşkusuz bu hukuksal ve kurumsal yapılanma Türk siyasi hayatında ordunun sahip olduğu yerin bir sonucudur. AB ile ilişkilerde MGK’nın yapı ve işleyişinde beklenen değişiklikler yapılmadığı sürece de entegrasyona engel olan faktörler arasında yer almaya devam edeceği açıktır.