• Sonuç bulunamadı

Y. PRK.MYD., 6/92, 9 Ca 1305 (23 Ocak 1888).

2. ARNAVUT MİLLİYETÇİLİĞİNİN GELİŞİMİ 1 93 Harbi Öncesi Arnavut Milliyetçilerinin Faaliyetler

Siyasî yönden karışık, yaşayanların farklı ırk, din, mezhep ile kültür ve medeniyet dünyalarına ayrışmış olmaları nedeniyle aralarında kanlı mücadeleler verdikleri kriz bölgelerini tanımlamak için kullanılan, “Balkanlaşma” kelimesi119, bölme, parçalama, birbirine düşürme anlamında Osmanlı Devletinin son dönemlerinde Balkanlarda yaşanan kanlı çatışmalar ve parçalanmaya izafeten kullanılmaya başlamıştır120

. 19. yüzyılda gelişen milliyetçi fikir ve hareketler, Balkan coğrafyasını ilk fethedildikleri günlerdeki çatışma ortamına sürükleme eğilimi göstermiştir. Rumeli coğrafyasında Osmanlı hâkimiyetinde yaşayan Sırp, Rum, Hırvat, Bulgar, Arnavut ve diğer unsurlar, Osmanlı hâkimiyetine girmeden önce büyük bir mücadele içerisinde olup, Osmanlı hâkimiyeti ile bu çatışma dindirilmişse de gelişen milliyetçi akımların etkisiyle tekrar alevlenmeye başlamıştır121. Bu nedenle ulusalcılık, Balkan coğrafyasında Osmanlı

egemenliğinin başlangıcından itibaren özü var olan ve zamanla gelişerek güçlenen bir olgu olmuştur122

.

Fransa ve Almanya üzerinden yayılan milliyetçilik akımı, 19. yüzyılın başlarında Balkan yarımadasında hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştır. Milliyetçilik akımının ilk etkileri daha çok kültürel alanda görülmüştür. Entelektüeller, Balkanlarda konuşulan yerel dilleri standardize etmek ve bu dillerin halka mal olmasını sağlamak için büyük bir gayret sarf etmişlerdir. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için takip ettikleri yol, Osmanlı hâkimiyeti öncesi Balkanlardaki Ortaçağ devletleriyle bağlantılar kurmak olmuştur. Bunun neticesi olarak kısa süre içerisinde milliyetçilik, siyasî bir mahiyet kazanmaya başlamıştır. Millî birlik ve beraberliklerini tesis etmek isteyen Balkan milletleri, Osmanlı Devleti’ne karşı harekete geçmeye başlamışlardır. Liderlerin; devletlerin ancak ulusal birliklerini elde ettikten sonra gelişebilecekleri düşüncesini

119 Kemal Beydilli, “II. Abdülhamid Devrinde Makedonya Mes‘elesi’ne Dâir”, Osmanlı Araştırmaları,

C. IX, İstanbul 1989, s. 78.

120 “Balkanlaşma” kelimesini ilk olarak Alman sanayici, siyasetçi, yazar ve devlet adamı Walther

Rathenau 1918 yılının Eylül ayında New York Times dergisine verdiği röportajında kullanmıştır. Ahmet Kavas, “Modern Devletlerin Yüreğini Ağzına Getiren Kelime: Balkanlaşma”, Kültür, S. 14 Bahar 2009 (Rumeli Özel Sayısı), s. 15.

121 Beydilli, a.g.m., s. 78.

yaymaları, Balkan halklarını milliyetçilik düşüncesine yöneltmiştir123. Hıristiyanların

kendi orta sınıflarını yaratmaları, Patrikhanenin Helen kimliğini ön plana çıkararak Bulgarları, Sırpları, Arnavutları ve diğer etnik grupları Helenleştirmeye çalışarak Helenist bir milliyetçiliğe yönelmesi, Rum olmayan Hıristiyan elitler tarafından tepkiyle karşılanmış ve bu durum Ortodoksluk birliğini bozarken Osmanlı Devletinde de kopuşlara yol açmıştır124

. Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurulan Sırp ve Bulgar kiliseleri, Fener Rum Patrikhanesinin talebi doğrultusunda 1767 yılında kapatılmıştır. Patrikhane, Bulgar, Sırp, Ulah ve diğer piskopos ve rahiplerin çoğunu görevden alarak yerlerine Rumları atamış ve ibadetlerde Yunancanın kullanılmasını zorunlu hale getirmiş, kilise hizmetleri için halktan topladığı miktarı artırmıştır. Bu durum sıradan insanlar tarafından pek önemsenmemişse de dinî konumlarını kaybeden Rum asıllı olmayan ruhbanlar tarafından millî varlıklarına ve dinî dayanışmaya karşı bir tehdit olarak nitelendirilmiştir. Artan tepkiler karşısında Osmanlı yönetimi millî kiliselerin tekrar kurulmasına izin verirken bu kurumlar ilk etapta büyük etnik grupların her birinin sözcüsü olmuş 1878 yılından sonra ise yeni devletlerin siyasal aygıtları haline dönüşmüştür125

.

Balkan halkları arasında ulusçuluk hareketi ve ulusalcılığın gelişimi, herhangi bir Batı Avrupa ülkesindeki ve “çağdaş dünyanın koloni ülkelerindeki” gelişiminden oldukça farklı olmuştur. Bölgede Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik ve hukukî yapısı nedeniyle ırsî bir aristokrasi gelişmemiş ve 14. yüzyıldan önceki yerli aristokrasi de hemen hemen yok olmuştur. Balkan Slavları arasında ulusçu hareketler kilisenin, 18. yüzyıldan itibaren gelişen ticaret burjuvazisinin ve zaman içerisinde köylülerin katılımıyla gelişmiştir. Buna karşı olarak, ilk etapta bir yaşam tarzı ve toplum düzeni olarak zamanla hilafet ve resmî ideoloji tarafından beslenen ve bir ideoloji haline gelen “Osmanlılık” düşüncesi belirmiştir. Ancak Osmanlılık düşüncesi kısa bir süre sonra Türk-Arnavut, Suriye-Lübnan örneğinde olduğu gibi etkinliğini kaybetmiştir126.

Arnavutların ulusal tarihlerini yeniden inşaları sürecinde 15. yüzyılda gerçekleşen İskender Bey isyanına büyük önem atfedilmiş ve İskender Bey, yabancı istilasına karşı direnen ilk ulusal kahramanlardan biri olarak gösterilmiştir. Oysa 15. yüzyılda

123 Richard C. Hall, Balkan savaşları 1912-1913 I. Dünya Savaşı’nın Provası, Çev.: M. Tanju Akad, 1.

Baskı, Homer Kitabevi, İstanbul, 2003, s. 1-2.

124

Karpat, Osmanlıdan Günümüze…, s. 14.

125 Kemal H. Karpat, Balkanlar’da Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik, Çev.: Recep Boztemur, 2. Baskı,

Timaş Yay., İstanbul, Şubat 2012, s. 33.

Arnavutluk’ta gerçekleşen isyanların temelinde feodal haklarını korumak isteyen beylerin Osmanlı yönetimine karşı direnmeleri etkili olmuştur. Beyler, Osmanlı Devleti’nin mülkiyetine geçmiş bulunan topraklar üzerinde, tımar koşullarına tabi bir asker veya memur durumuna düşerek varlıklarını koruyabilmişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı yönetiminin beylerin durumunu değiştirmek ve babalarından intikal eden toprakları başka birine tımar olarak verme hakkı bulunuyordu. Bu şekilde tımarlarını ve feodal haklarını kaybeden beylerin hoşnutsuzlukları isyanlara sebebiyet vermiştir. Bu isyanlardan en büyüklerinden biri olan İskender Bey isyanı da Osmanlı tımar sisteminin uygulanması sonucu yerleşen merkezî otoriteyle yerli Arnavut beylerinin çatışması sonucunda ortaya çıkmıştır. Ancak bu isyanlar bölgesel kalmış Osmanlı Devleti, yerel aristokrasi ile uzlaşarak hâkimiyet ve idaresini tesis etmiştir127

.

Tımar sisteminin en iyi uygulandığı yerlerden biri olan Arnavutluk, 17. yüzyılın sonunda sistemin çökmeye başlamasından en çok etkilenen yer olmuştur. Tımar arazileri zamanla yerel beylerin eline geçmeye başlamış ve bu gelişmelerin sonucu olarak paşalık yönetimleri ortaya çıkmıştır. Bölgedeki küçük paşalıklar zamanla birleşerek iki büyük paşalık haline gelmişlerdir. Bunlardan biri, Kuzey Arnavutluk’ta merkezi İşkodra olan ve Buşatlılar tarafından yönetilen paşalıktır, diğeri ise Güney Arnavutluk’ta merkezi Yanya olan ve Tepedelenli Ali Paşa tarafından yönetilen paşalıktır128. Ortaya çıkan bu yeni güçler karşısında Osmanlı Devleti; güce başvurarak,

bunlar arasındaki rekabetten istifade ederek ve ödüllendirme yoluna başvurarak yerel beylerin bağlılığını sağlamayı ve merkezî otoritesini güçlendirmeye çalışmıştır. 1822’de Tepedelenli Ali Paşa’nın, 1831’de ise Buşatlı paşalığının ortadan kaldırılmasının ardından Osmanlı yönetimi Arnavutluk’ta merkezî denetimini kuvvetlendirebilmek için bir takım siyasî, sosyal ve askerî tedbirler almıştır. Paşalık yönetimleri, örgütlü bir muhalefet hareketine dönüşememiştir. Bunun nedeni olarak paşalık yönetimlerinin doğrudan Osmanlı yönetiminin politikasından kaynaklanan etkenler sonucunda değil, tımar sisteminin çökmesi sonucunda ortaya çıkması, kabileler şeklinde örgütlenme yapısının Osmanlı yönetimi tarafından da devam ettirilmesi ve yabancı devletlerin desteğinin olmaması ifade edilebilir. Buşatlı ailesi ve Tepedelenli Ali Paşa, kontrolleri

127 Sönmez, a.g.e., s. 48.

128 Yusuf Akçura, 19. yüzyıla hâkim olan milliyetçilik düşüncesinin kabile hayatı yaşayan Arnavutlar

arasında görülmesinin imkân dâhilinde olmadığı görüşündedir. Ancak, “insiyakî bir surette” millî his ve millî gururun varlığını kabul ederek, XVIII. yüzyıl sonlarında gerçekleşen Kara Mahmud ve XIX. yüzyıl başlarında yaşanan Tepedelenli Ali Paşa olaylarını “millî vasıflara haiz olan hadiseler olarak” göstermiştir. Yusuf Akçura, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri (XVIII. ve XIX. Asırlarda), 4. Baskı, TTK Yay., Ankara, 2010, s. 32-33.

altında özerk yapılar oluşturmak için mücadele etmişlerse de bu mücadeleleri ulusçu bir harekete dönüşemeyecek kadar yerel ve kişisel menfaatler üzerine kurulu girişimlerden ibaret kalmıştır. Ulusçu bir hareketin başlangıcını oluşturduklarını ifade etmek mümkün olmamasına rağmen bu iki Paşalık, uzun bir süre Arnavutluk’un büyük kısımlarını kendi yönetimleri altında birleştirmeyi başarmış, yerel liderler ve kabileler arasında birlik sağlayabilmişlerdir129.

Osmanlı yönetimi, Tanzimat reformlarını, Arnavutluk’ta genel nitelikli bir isyana sebebiyet vermemek için, aşamalı bir şekilde uygulamış ve bu çerçevede 1843’te Kosova’da, 1844’te İşkodra’da, 1845’te Yanya’da uygulanmaya başlanmıştır. Ancak reformlar köylülerin, dağlı kabilelerin ve beylerin direnişiyle karşılaşmıştır. Reformların uygulanmasında güçlüklerle karşılaşan Osmanlı yönetimi, dağlık bölgeleri kontrol etme girişiminden vazgeçerek, kabileleri kendi liderleri yönetiminde yerel kanun ve geleneklere göre yaşamalarında serbest bırakmıştır. Osmanlı Devleti tarafından Arnavutluk’ta gerçekleştirilen merkezileştirmeye yönelik reformlar, toprak sahipleri, tüccarlar ve din adamlarından destek görmüştür. Yerel ileri gelenler, siyasî nüfuzlarını; lonca liderleri ise ekonomik çıkarları ve güçlü konumlarını muhafaza etmek amacıyla reformlara karşı çıkmışlardır. Dağlı kabileler, geleneksel ayrıcalıklarını sürdürmek isterken, köylüler ve şehirliler ise vergi ve askerlik uygulamalarıyla geleneklerine uygun olmayan mahkemelere karşı çıkmışlardır. Muhalefetin yerel ayrıcalıklarını korumak düşüncesi dışında siyasî bir gayesi söz konusu olmamıştır. Tanzimat döneminin sonlarına doğru, yerel ölçekteki bu dağınık ayaklanmaları, ulusçu bir düşünce etrafında örgütlenmeye çalışan Arnavut aydınların faaliyetleri takip etmiştir130

.

19. yüzyıl boyunca Balkan coğrafyasında bulunan tüm unsurlar, milliyetçi düşüncelerle bağımsızlıklarını kazanmak için Osmanlı Devleti’ne isyan etmişlerken Arnavutlar, yerel bir takım nedenlerin dışında bir ayaklanmaya kalkışmamışlardır. Bunun en büyük nedeni, Arnavutlar ile Türkler arasındaki karşılıklı güven duygusu olmuştur. Bunu sağlayan ise halkın üçte ikisinin Müslümanlardan oluşması ve önde gelenlerinin hükümete bağlılığı, Arnavutların mülkî ve askerî üst düzey görevlerde bulunmaları ve Arnavutluk’un Osmanlı topraklarını sınır komşularına karşı koruması olmuştur. Ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ve sonrasında yapılan Berlin Kongresi ile Arnavutların yaşadıkları toprakların Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan’a verilmesi ve

129 Sönmez, a.g.e., s. 49-50. 130 Sönmez, a.g.e., s. 51.

kurulan “Prizren Birliği” Arnavut milliyetçiliği için bir dönüm noktası olmuştur131. Bu nedenle Arnavut milliyetçiliğinin gelişiminde Arnavutların Osmanlı devletine karşı besledikleri dinî veya siyasî düşmanca fikirlerden ziyade bölgede her geçen gün artan yayılmacı Balkan milliyetçilikleri etkili olmuştur. Osmanlı Devletine muhalif olarak gelişen ve ayrılıkçı hareketler arasında yer alan Arnavut milliyetçiliği, Osmanlı Devleti içerisinde gelişen diğer ulusçuluklarda olduğu gibi tek bir liderlik tarafından yönetilmiş veya genel nüfusu harekete geçirerek kitlesel destek sağlayabilmiş bir hareket değildir. Arnavutluk’un bağımsızlığı süreci, tamamıyla ulusçu nitelikli bir hareket olmayıp uluslararası konumundan kaynaklanan dış gelişmeler ve özellikle Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın kendi çıkarlarına ve önceliklerine göre verdikleri destekle şekillenmiştir132

. Arnavut milliyetçiliği, diğer Balkan milliyetçilikleriyle mukayese edildiğinde, kendine has bazı özelliklere sahiptir. Arnavut milliyetçiliği, Balkan coğrafyasında ortaya çıkan en geç milliyetçilik hareketi olmakla beraber, çoğunluğu Müslümanlardan oluşan milletler arasında görülen ilk milliyetçilik hareketi olarak ön plana çıkmaktadır. Arnavut milliyetçiliğini Osmanlı topraklarında görülen “en ilginç milliyetçilik” olarak nitelendiren İlber Ortaylı, Şemseddin Sami üzerinden yaptığı değerlendirmede, onun hem Arnavut hem de Türk dil ve edebiyatı alanında verdiği eserlere dikkat çekmekte ve yazdığı ansiklopedi maddelerinde Arnavut ve Türk milliyetçiliğinin en abartılı örneklerinin verildiğini ifade etmektedir. Ortaylı’ya göre gerçek bir ulusçuluktan uzak olan Arnavut milliyetçiliği, Sultan Reşad’ın Rumeli gezisiyle bertaraf edilmiştir ve Arnavutlar 19. yüzyılda attıkları ulusalcı kültürel temeller sayesinde Balkan Savaşı sonunda varlıklarını koruyabilmek için bağımsızlılarını ilan etmişlerdir133

.

19. yüzyılın ortasından itibaren Arnavut toplumunun kültürel ve iktisadî gelişimi hız kazanmış, Arnavut şehirleri oluşmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin İtalya ile gerçekleştirmiş olduğu ticarî faaliyetler neticesinde İşkodra, Berat ve Elbasan’da “yeni bir burjuva sınıfı” ortaya çıkmıştır134. Bu sınıftan meydana gelen Arnavut entelektüel ve

aydınları, her ne kadar Batı kültürüne açık tutumlarıyla Osmanlılık düşüncesine karşı bir tavır takınmışlarsa da kendilerini bu düşünceden tamamen sıyırmaları mümkün olmamıştır. Arnavutların birbirine düşman birçok kabileye ayrışmış olması ve feodal

131 Stavro Skendi, “Albanian Political Thought and Revolutionary Activity, 1881-1912”, Südost

Forschungen, C. 13, Münih, 1954, s. 159.

132 Sönmez, a.g.e., s. 15.

133 İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Milliyetçilik (En Kalıcı Miras)”, XIII. Türk Tarih

Kongresi 4-8 Ekim 1999 Kongreye Sunulan Bildiriler, C. II, TTK Yay., Ankara, 2002, s. 1.

134 Ali Engin Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, 1. Baskı, İmge Kitabevi Yay., Ankara, Ocak 1995, s.

beylerin Bâbıâli ile menfaat birlikteliği içinde bulunması Arnavut milliyetçiliğinin gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir135. Dinî ve coğrafî bir merkezden yoksunluk,

Arnavut milliyetçiliğinin gelişimini oldukça yavaşlatmıştır. Arnavutlar için en önemli birleştirici unsurun Arnavutça olması beklenirken; farklı şive ve alfabeler ile kendi içinde dahi bir birliktelikten oldukça uzak kalmıştır136. Ancak ne var ki Arnavutların

çok dinliliği, Arnavut milliyetçiliğinin diğer milliyetçilikler gibi din temelli değil; dil temelli gelişmesine sebebiyet vermiştir. Bu da Arnavut milliyetçiliğinin bir başka özgünlüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. Milliyetçilik asrında Arnavutların “herhangi bir büyük gücün daimi desteğini almayan tek Balkan halkı olması”137

Arnavut milliyetçi hareketinin bir başka dikkat çekici özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.

19. yüzyıla değin Arnavutlar, siyasî veya kültürel gayelerle bir faaliyet içerisinde olmamışlardır. Ancak Balkan coğrafyasındaki diğer etnik unsurların bu yöndeki çalışmaları, zamanla onları da harekete geçirmiştir. Özellikle Yunan, Sırp ve Bulgar propagandalarının Avrupa kamuoyu tarafından dikkatle izlenmesi ve bunun sonucunda millî hareketlerinin desteklenerek millî varlıklarının tanınması Arnavut aydınlarını da harekete geçirmiştir138

. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Alman bilim adamları, Arnavutların dili, kökeni ve tarihine yönelik araştırmalara yoğunluk vermişlerdir. Arnavutçular tarafından sağlanan kaynaklar vasıtasıyla yapılan araştırma sonuçları, yine onlar tarafından kullanılmıştır139. 19. yüzyılda Arnavutluk’u egzotik ve romantik bir

bölge olarak nitelendiren Avrupalı entelektüeller, büyük bir merakla bölgeyle ilgili çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Yurt dışında yaşayan Arnavutlar, tarihlerine büyük bir ilgi gösterirlerken; Avrupalı tarihçiler, Arnavut milliyetçiler için bir övünç kaynağı olarak, Arnavutların Balkanların bilinen en eski sakinleri olan İliryalıların torunları olduklarını ifade etmeye başlamışlardır140. Arnavutların Türk, Rum veya Slav değil,

kendine özgü dili ve kültürü olan etnik bir topluluğun üyeleri olduklarını ortaya koymaya çalışan bir takım araştırmalara dayanarak Arnavutlar arasındaki millî duygular canlandırılmak istenmiştir141

.

135Kuzucu, “Layihalar Işığında…”, s. 316.

136 Barbara Jelavich, Balkan Tarihi: 20. Yüzyıl, Çev.: Zehra Savan, Hatice Uğur, 2. Baskı Küre Yay.,

İstanbul, Aralık 2009, s. 89.

137 Dritan Egro, “Arnavut Milliyetçi Doktrininde Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Avrupa’nın Algılanışı”,

OTAM Dergisi, S. 33 Bahar 2013, s. 32.

138

Çelik, a.g.e., s. 203.

139 Clayer, a.g.e., s. 124. 140 Jelavich, a.g.e., s. 89. 141 Sinno, a.g.e., s. 161.

3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ve arkasından gelen reform hareketleri, Arnavutların yaşantılarında büyük değişimleri de beraberinde getirmiştir. Sahip oldukları özel statüyü kaybetmek istemeyen Arnavut beyleri ve halk, bir yandan reformlara karşı çıkarlarken bir yandan da kendi millî okullarını kurma talebinde bulunmaya başlamış ve millî tarihleri, kökenleri, Arnavut alfabesi gibi konularda kafa yormaya başlamışlardır142

. 1840’lardan itibaren Osmanlı ülkesi dışında gelişen Arnavut kültür ve millî uyanış hareketi, bir yandan Arnavut kültür ve diliyle ilgili çalışmalar yapan yazarlar yetiştirirken bir yandan da millî hisleri dinî inançların önünde tutan fikir adamları yetiştirmiştir.

Sadri Maksudî Arsal’ın “mâşeri ruhun ve millî seciyenin teşekkülü, milletin kültür ve medeniyet sahasında ilerlemesi, milliyet duygusunun derinleşmesi, büyük şair, yazar, âlim ve mütefekkirler sayesinde”143 gerçekleşir şeklindeki düşüncesi ve İlber Ortaylı’nın, Balkan coğrafyasındaki milliyetçilerin “şair ve din adamı” oldukları yönündeki kanaati144, Arnavut milliyetçileri için ziyadesiyle doğrudur. Çünkü Arnavut milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden Naum Veqilharxhi, Girolamo de Rada, Naim Frasheri, Şemseddin Sami Frasheri, Thimi Mitko ve Vasa Efendi aynı zamanda Arnavut edebiyatının da önemli isimleri olmuştur145

. Şair ve yazarları ön plana çıkaran ise dilin millet oluşumundaki yeriyle ilgilidir. Eğer dile kimlik sağlayıcı bir işlev yüklenir ve dil, belirli bir grubun siyasî alamet-i farikası haline getirilirse siyasî bilinci sağlayıcı bir işlev üstlenir. Bu nedenle Balkanlarda dil, bir gecede etnisitenin daha sonrada milliyetin ayırıcı bir simgesi olarak önemli bir rol oynamıştır146

.

Hıristiyan Arnavutların fikir öncüleri arasında en önde Naum Veqilharxhi (1797- 1854), Girolamo De Rada (1814-1846) ve Kostandin Kristoforidhi (1827-1895) gelmektedir. Veqilharxhi’ye göre millî dilin ihmali ve yabancı dillerin kullanımı Arnavutların kültürel ve siyasî çehresini bulanıklaştırmıştır. Ona göre Arnavutçanın ihyasıyla milliyet fikri aşılanabilecektir147

. Ortodoks bir Arnavut entelektüeli olan

142 Agata Biernat, “Albanian Political Activity in Ottoman Empire (1878-1912)”, World Journal of

Islamic History and Civilization, Vol: 3, Nu.: 1, 2013, s. 1.

143 Arsal, a.g.e., s. 87.

144İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Milliyetçilik…”, s. 6.

145Arnavut edebiyatı gelişimi ve yukarıda ismi geçen yazarlar ve eserleri hakkında kısa bilgiler için bkz.

Robert Elsie, Albanian Literature A Short History, I. B. Tauris, New York, 2005.

146 Karpat, Balkanlarda..., s. 36.

147 Abdurrauf Sinno, Osmanlı’nın Sancılı Yıllarında Araplar-Kürtler-Arnavutlar 1877-1881, Çev.: D.

Veqilharxhi148, Arnavutluk’la ilgili fikirlerini ilk kez 1840’lı yıllarda açıklamaya başlamış; 1844 yılında ilk Arnavut millî alfabesini yayınlamıştır149

. “Evetor”150 ismiyle 8 sayfalık küçük bir alfabe kitabı olarak yapılan bu yayını ertesi yıl 48 sayfalık, Kitab-ı Mukaddes tarihinden alıntılar içeren, “İlkokul Çocukları için Çok Yeni Bir Heceleme Kitabı” adıyla bir okuma kitabı takip etmiştir151

. Veqilharxhi, Arnavutlar arasında dinsel bölünmeyi sonlandırmak amacıyla tamamen özgün bir alfabe geliştirmişse de 33 harften oluşan bu alfabe, karmaşık yapısı nedeniyle matbaacılık için pek de kullanışlı olmamıştır152. Veqilharxhi, Arnavut milliyetçiliğinin gelişememesini Osmanlı eğitim

sistemindeki dinî ağırlığa bağlayarak Yunanca, Latince ve Arapçadan başka Arnavutça eğitim veren okulların açılması gerekliliğini savunmuştur. Veqilharxhi, Arnavut dil ve kültürünün gelişimine yönelik olarak 1850 yılında Romanya’da “Arnavut Kültür Derneği” ni kurmuştur. Bu faaliyetleri Fener Rum Patrikhanesi ve Osmanlı Devleti tarafından tepkiyle karşılanan Veqilharxhi, 1854 yılında Fener Rum Patrikhanesi tarafından zehirlenerek öldürülmüştür153

.

Jeronim De Rada adıyla da tanınan Girolamo De Rada’nın (1814-1903)154

çalışmalarıyla Arnavutların dil ve siyasî bağımsızlık alanındaki faaliyetleri hız kazanmıştır. Girolamo De Rada, Batılı ülkelerin dikkatini, Arnavutların millî bir dilinin ve millî geleneklerinin bulunduğunu belirterek, Arnavutlara özgürlük ve bağımsızlık hakkı verilmesi gerektiği noktasına çekmeye çalışmıştır. İtalyan basını vasıtasıyla Arnavutlar hakkında kaleme aldığı yazılarla Arnavutların ve Arnavutçanın kökenini oluşturan Pelasglar hakkında yazılar kaleme almıştır. De Rada, 1848 yılında “L’Albanese d’Italia” ismiyle İtalyanca ve Arnavutça yayımlanan bir gazete çıkarmaya başlamıştır. De Rada, gazeteciliği vasıtasıyla Arnavutların millî varlığını dünya kamuoyuna duyurmaya çalışmıştır. Bu yüzden Arnavut asıllı Romanya Prensesi Elena

148Selçuk Akşin Somel, Osmanlı’da Eğitimin Modernleşmesi (1839-1908) İslamlaşma, Otokrasi ve

Disiplin, Çev.: Osman Yener, 1. Baskı, İletişim Yay., İstanbul, 2010, s. 262.

149 Bozbora, a.g.e., s. 160. 150

Stavro Skendi, The Albanian National Awakening 1878-1912, Princeton University Press, Princeton, 1967, s. 139.

151 Robert Elsie, A Biographical Dictionary of Albanian History, I. B. Tauris, London, 2013, s. 462. 152 Clayer, a.g.e., s. 141.

153 Bozbora, a.g.e., s. 160.

154 Girolama De Rada, İtalya’nın Cosenza (Calabria) eyaletinde San Demetrio Kolejinde Yunanca ve

Latince öğretmenliği yapan bir babanın oğlu olarak 1814 yılında doğmuştur. 1834 yılında hukuk eğitimi almak üzere Napoli’ye gitmiş ve edebiyata yönelmiştir. 1836 yılında ilk denemesini Arnavutça ve İtalyanca olarak yayımlamıştır. 1836’da yayınladığı Poesi albanesi del secolo XV . Canti di Milosao,

figlio del despota di Scutari isimli kitabından sonra 1838 yılında İtalyanca ve Arnavutça olarak Canti storici albenesi di Serafina Thopia, moglie del principe Nicola Ducagino yayınlanmıştır. Clayer,