• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: İNSAN DOĞASINDAN DEVLETE: İKTİDARIN SERÜVENİ SERÜVENİ

1.2. Antik Dönem: İnsan, Hukuk ve Devletin Bölünmezliği

Batı dünyasının kültürel kaynaklarından sayılan Yunan ve Roma antik dönemi her ne kadar Hint, Anadolu, Mısır ve Mezopotamya’da ortaya çıkan uygarlıklardan düşünce ve ekonomik bakımdan etkilenmiş olsa da etnosentrik bir yaklaşımla “Avrupa” kendisini Antik Yunan’a ve Roma’ya dayandırmaktadır. Bu sebeple Batı dünyasının insan ve devlet algısını doğrudan ve derinden etkileyen Avrupa antik döneminin incelenmesi Batı’nın kendi savları açısından anlamlıdır.

Hint, Anadolu, Mezopotamya ve Mısır gibi kadim kültürlerin etkisinden soyutlandığı zaman Antik Yunan Felsefesinin öncüsü olarak Homeros (M.Ö. 8 yy.) ve Hesiodos (M.Ö.

de Batı Dünyası içinde sayılabilmektedir (Metin, 2013: 123). Ancak bu çalışmada Batı Dünyası genel olarak Batı Avrupa özelde ise Almanya ile sınırlı tutulacaktır.

31

700) ön plana çıkmaktadır. Her ikisine, evrenin var oluşana yönelik, doğada bulunan birçok karmaşık yaşam formunun ve doğa olaylarının belli bir düzen içerişinde nasıl birlikte bulunabildiğine dair sorgulamalarından ötürü Anti Yunan’ın ilk filozofları denebilir. Öte yandan eserlerinde ağırlıklı olarak mitolojik olayları barındırmaları ve dünya düzenini bu tür dış kaynakların etkisi bağlamında açıklamaları sebebiyle, Sokrates öncesi bu dönem düşünürleri, Aristoteles tarafından teologlar olarak da nitelendirilmiştir. Bu dönem içerisinde evren üzerine yöneltilen soruların mitolojiden ayrı düşünülememesi ve kendisinden bağımsız gerçekleşen olayları anlamanın yarattığı şaşkınlığı tam manasıyla aşamayan düşünürlerin insan olgusuna yönelmedikleri görülmektedir. İnsana dair kapsamlı soruların sorulması, evren ve doğa üzerine bilgi kaynaklı (üçüncü bir dış kaynak olan –din, mit, efsane ya da masallar dışında-) açıklamaların getirilme çabası için Sokrates (M.Ö. 470-399) ve sofistler döneminin beklenmesi gerekmektedir (Cevizci & Küçükalp, 2009: 31-34).

Sokrates, insanın günlük yaşamına ve yaşamdaki amacına dair kayıtsız kalmasından ötürü doğa felsefesini terk ederek toplumsal olana yönelmeye başlamıştır. Bunun için doğadan yüz çevirmemiş, aksine bütünü anlamak için tüm parçaları bütünden ayrı olarak tek tek incelemeye ve sorgulamaya koyulmuştur. İlahi köklerden ve tanrılaştırılan atalardan geldiği düşünülen polisin yasalarını, o yasaların oluşturduğu düşünülen toplumsal ilişkileri ve kuralları sorgulayan Sokrates (Strauss, 2011: 107-111, 149), nihayetinde tanrılara inanmamak, gençlerin iyiye ve kötüye dair olan ahlak anlayışlarını bozmak gibi sebeplerden ötürü suçlu bulunarak idam edilmiştir (Höffe, 2008: 38).

Sokrates’in insana ve doğaya dair sorunların cevabını ilahi ve kadim olandan ayırıp her bir kişinin kendisinde bulabileceği bilgiye dayandırıp (Çüçen, 2005: 94), verili dış kaynaklardan bağımsız bilgiyi bir erdeme dönüştürmesi, düşünce tarihinde yeni bir dönem başlatmıştır. İnsanın kendisinde bulunan bilginin merkezini ve hayatın kaynağını insana içsel olan ruhta (Psuhke) tanımlayan Sokrates, buradan hareketle insanın maddi bedeni ile manevi varlığı ve ölümsüz olan ruhu arasında keskin bir ayrıma gitmiştir. Bedenin ruhtan bu denli ayrılması insanın yaşam amacında da (ölümsüz ruha sahip insanın bundan böyle iyi yaşam (eudaimmonia) gibi ereksel bir amacı vardır) bir ayrışmaya neden olmuştur. Artık insanı nihai mutluluğa götüren kendini maddi dünyadaki salt bedensel ihtiyaçlarıyla tatmin etmesi değildir. İnsanın ruhuna gerekli özeni göstermesi, kendi kendisini sorgulayarak kendisi için en iyi olanı bulması, ölçülü, adil ve

32

erdemli bir yaşam sürmesi mutluluğa erişebilmesinin yegâne yoludur. Sokrates’in insanı merkeze alan ahlaklı yaşam misyonu, daha sonra Platon’da (M. Ö. 427-347) vücut bulacak olan yukarıdan aşağı top yekûn yapısal bir değişimden ziyade, bireylerin ruhlarında bulunan bilgiyi keşfederek kendilerini tam manasıyla tanımaları yoluyla tek tek insanların değişmesini içermesi bakımından aşağıdan yukarıya bir değişimi hedeflemektedir (Boyacı, 2013: 26). Ancak Sokrates’in bilgeliğe ve ahlaka dair sorgulamaları onu ölüme mahkûm etmiştir. Öğrencilerinin onu hapishaneden kaçırma teklifini ret etmiş, Atina yasalarına, adil olsun ya da olmasın, mutlak itaat etmeyi önererek bu yasalara “ihanet” etmeyip, hapishaneden kaçmamıştır (Heller, 2006: 129).

Sokrates’in diyaloglarından anlaşıldığı üzere, o, hukuku yazılı olan ve toplumsal olan (sözlü) şeklinde ikiye ayırmaktadır. Yazılı olan yasalar Sokrates’in yaşadığı dönemde Atina siyasetine hâkim olan demokrasi sayesinde özgür vatandaşların mecliste tartışarak kanunlar çıkarmaları suretiyle oluşmaktaydı. Uzlaşarak çıkardıkları yasaların yapım sürecine katılmış olan insan, kural koyucu yegâne unsurdu. Sokrates’e göre kural koyucunun kendisi olduğu bir düzende insanın kendi koyduğu kurallara uyması zaten aklın bir gereğiydi. Ayrıca yasaların yenilenmesi ya da düzeltilmesi gerekiyorsa bu pek ala yeniden tartışılarak yapılabilirdi. Bunun yanında toplumsal kurallar ilahi yasalar olduğu için onlara itaat doğaldı, tartışılamazdı11 (Işıktaç, 2015:53). Böylece Sokrates’te yasa yapım süreçlerine veya Atina’nın mevcut yasal sistemine dair bir eleştiriden ziyade var olan ahlak normlarına ve onu yargılayan yargıçların bilgeliğine yönelik bir eleştiri ön plana çıkmaktadır (Arendt vd., 1997: 83). Yoksa adaletli olmasalar bile yasalara keyfi olarak uyulmamasının yaratacağı kaos yüzünden tüm toplumun zarar görmesindense adil bir insanın adaletsizliğe uğraması daha adaletli olacaktır.

Sokrates’in ortaya koyduğu bu hukuksallık, dönemin yasa yapım süreçlerine ve iktidarın kaynağına da açıklık getirmektedir. Atina’da, Otuzlar Tiranlığın’dan sonra ortaya çıkan dönemin demokrasi anlayışı içerisinde hukuk düzeninin bir tür vatandaş-hukuk-devlet bütünleşmesi ile meydana geldiği görülmektedir. Her Atina vatandaşının –dönemin vatandaşlık anlayışı oldukça kısıtlı olmakla beraber- yasa yapım süreçlerine katılma,

11 Sokrates’in ilahi yasalara bağlılığını en iyi şu cümleleri özetlemektedir:

“Gökten inen ve kaynağında geçici ve insanî hiç bir şey bulunmayan yüce kanunlar, ne bugünün, ne de önceki günün eseri olmayan ve ne vakit ortaya çıktıkları hiç bir kimse tarafından bilinemeyecek, fakat hiç bir zaman da unutulmayacak olan kanunlar! Ebedî ve ezelî bir yaratıcının eseri olan değişmez kanunlar” (Bertrand, 2001: 27)

33

yapılan yasaları beğenmediği zaman itiraz etme, mecliste dilediği gibi fikirlerini beyan etme özgürlüğü ve nihayetinde yasaları/varılan anlaşmayı beğenmediği takdirde şehri terk etme hakkı12 bulunmaktadır (Adomeit, 2004: 33-37). Şehir devletlerinden oluşan Antik Yunan’ın demokrasiyle yönetilen şehirlerinde kural koyucunun halk olduğu, koyulan bu kuralların uygulandığı mekanizmalarda da (devlet aparatlarında) polis vatandaşlarının yer aldığı ve dönemin öne çıkan önemli ismi Sokrates’in de hukuk yapma bağlamında bu durumu aklın bir yöntemi bulup savunduğu anlaşılmaktadır. M. Ö. 4. yüzyılda halk mahkemelerinde en alt sınıftan bile vatandaşların jüri olarak yer alması, hukuk koyucu olan halkın aynı zamanda hukukun yorumcusu haline gelmesini de sağlamış ve Makedon İmparatorluğu’nun M. Ö. 322 yılında Atina’da bir oligarşi yönetimi kurmasına kadar bu düzen devam etmiştir (Özenç, 2014: 36-37). Bu dönemde günümüzde radikal demokrasi olarak adlandırılabilecek bir yönetim benimsenmiştir. Vatandaşın, hem örfi hukuku yaratması hem de uygulanmasında ve yorumlanmasında doğrudan yer alması vatandaş-hukuk-devlet bütünlüğünü sağlamaktaydı. Zaten devlet kavramı da, Platonun inşacı devlet anlayışı bir kenara bırakılırsa, kamu işlerinin kura usulüyle vatandaşlar tarafından yerine getirilmesinden ibarettir. Modern anlamda kamusal-özel alan ayrımının olmadığı, bireyden ziyade Polisin ön planda olduğu, vatandaşların kimliğinin tamamen Polisle ve Polisin tanrısıyla bütünleştiği bir toplumsallıkta vatandaş-devlet bütünleşmesi kaçınılmaz gözükmekle beraber Atina bunun mükemmele en yakın örneğini gerçekleştirmiştir. Ancak bu bütüncüllük sadece demokrasinin bir kazanımı değildir. Demokrasiye karşı filozof kralı öneren Platon da üreticiler, koruyucular ve yöneticilerden oluşan toplumsal kesimlerin uyum içinde çalışan bütünlüğünden bahsetmekte, siyaseti yeteneklerin ve arzuların uzlaştırılması olarak görmektedir. Kadim dönemlerden modern döneme kadar toplum-devlet bütünlüğü yönetim rejimlerinden bağımsız olarak istikrarlı ve mutlu bir sosyoloji için peşinden koşulan yegâne hedeftir.

Sokrates’in düşünceleri uğruna ölmesi öncelikle öğrencisi Platon’u daha sonra tüm felsefe tarihini etkilemiştir. Sokrates’in sonraki filozofları etkileme gücü sadece “doğru

12 Dönemin Yunanistan’ında bir kimsenin tüm soy ağacının bulunduğu bir şehri terk etmesi ve başka bir şehir tarafından kabul edilmesi çok güçtü. Öncelikle bir şehre ait vatandaşlık genelde atadan o şehirli olmakla alakalıydı. Ayrıca her şehrin bir tanrısı vardı ve dolayısıyla her vatandaşın da o tanrıya itaati yaşamının ayrılmaz bir parçasıydı. Bu durumda bir kişinin salt bazı yasaları beğenmediği için şehri terk ederek başka bir şehre yerleşmesi imkânsıza yakındı. Ayrıca her şehir yeni gelen yabancıya vatandaşlık statüsü vermemekte, yabancılara özel mülk edinememe, meclislerde oy kullanamama gibi bazı hukuki kısıtlamalar getirmekteydi. Görüldüğü üzere Antik dönemde yapılacak başka bir şehre yerleşme girişimi birçok statü ve inanç kaybıyla eş anlamlıydı.

34

yaşamdan” vazgeçmeyerek baldıran zehrini içmesinden kaynaklanmamaktadır. Onun, bilginin ve adaletin kaynağını insanın ruhunda görmesi ve insanın doğası gereği iyi ve vicdanlı olduğu görüşü13 yüzyıllar boyu düşünürlere ilham vermiştir.

Antik Yunan kültürüne hâkim olan, doğayla uyum içinde yaşamak zorunda bulunan ve toplumsallaşmasını/organize olmasını doğanın fiziki yasalarına ve anlam veremediği “doğaüstü” olaylara göre şekillendirmek zorunda kalan insan, Sokrates’le birlikte çevresi ve doğası hakkında her şeyin bilgeliğine sahip olabileceği, dolayısıyla anlayabileceği bir konuma gelmiştir. Ancak Sokrates’te sistematik ve bilinçli olarak çevreyi şekillendirme öğretisi yoktur. İnsanların, doğal koşulların zorunlu kıldığı organize olma halini bilinçli bir sistematik içinde devlet örgütlenmesi kuramı olarak ortaya atan Sokrates’in öğrencisi Platondur. Böylece insan artık sadece kendinde olan bilgiye ulaşarak çevrenin ona hâkim olmasının önüne geçmekle kalmıyor, aynı zamanda bu bilgiyle çevreyi değiştirmesi gerektirdiğine kani oluyordu.

Kadim olanın doğru, adaletli ve iyi olduğu, insanın da kadim yasaların öngördüğü düzen içerisinde yaşaması gerektiği inancını sarsan Yunan filozofları, artık kadim yasaları ve insanı da aşan, her şeyin temeli olan ve ona aşkın olan bir doğa durumundan hareketle evrensel ve ereksel bir “iyi” inancını ortaya koymaya başladılar (Küçükalp, 2011: 62). İyi ve erdemli yaşama ulaşılmasını adaletli bir şehir ve yönetimle mümkün kılınacağına inanarak bu düzeni insana aşkın bir sistem içinde ilk olarak Platon ortaya koydu. Yunan düşünce dünyasının gelenekten gelen zihni, insanın iç dünyasına yönelmesine rağmen modern çağda ortaya çıkacağı biçimiyle bireyselleşen yalnız insana yönelmedi. Platon için, Sokrates’in insanların kendi kendilerine değişmelerine ilişkin düşüncesi, değiştirmeye çalıştığı insanlar tarafından idam edilmesinden sonra farklı boyutlar kazandı. Madem dünyanın en doğru ve adaletli insanı adaletsiz yasalar ve insanlar tarafından katledilebiliyordu, o halde insanları tek tek değiştirmekten ziyade kenti topyekûn değiştirerek en adaletli, en iyi kentin yaratılması gerekiyordu.

13Sokrates’e göre, hiçbir “bilge” insan bile isteye kötü olanı, kendisine kötülük gelecek bir davranışı seçmez. İyinin bilgisine sahip olan birisi artık kötülük yapamaz, iyiliği ve iyilik yapmayı arzular. İnsan kötü bir davranışı karakterinin zayıflığından değil, doğru ve iyiye olan bilgisinin eksikliğinden gerçekleştirmektedir. Sokrates’in insan doğasına yönelik bu yaklaşımları (insanın özgür iradesiyle kötülüğü seçebileceğini, kötü davranışın ne olduğu bilgisine sahip bir insanın da kötülük yapabildiğini ve kötülüğün ne olduğu bilgisine sahip bir kişinin nasıl bile isteye kötülük yapabildiğini açıklamaması bakımından) Sokratik Paradokslar olarak adlandırılmaktadır (Cevizci, 1999: 784).

35

Sokrates’in aşkın bir anlam yüklediği insan ruhu ve onda ikamet eden bilgelik düşüncesi Platon’da idealar dünyası14olarak ortaya çıkar15. Platon eşyaya aşkın olan bilgiyi en üst konuma koyar. Platon’un idealar dünyasıyla ortaya koyduğu düşünceler salt felsefi açıdan önem arz etmemektedir. Sokrates’le açılan yolda insan rasyonel (aklını kullanarak) yoldan doğru bilgiye ulaşmasının yanında, artık Platon’la birlikte insanları mutluluğa götürecek doğru yönetim düzenine ve toplumu adalete götürecek doğru hukuk sistemine de aklın yolunu izleyerek ulaşabilecektir. Böylece Sokrates’in, Atina’da uygulandığından bahsettiği ortak akıl ile kabul edilen yasalar ve yönetim, Platon’da, yerini tek bir filozofun ya da filozoflar grubunun aşkın aklına bırakmaktadır. Onların bilge yönetimi sayesinde yasalara duyulan ihtiyaç en aza inmektedir. Yaşadığı dönem Atina’sının içinde bulunduğu kargaşa ve bunalım ortamı16 ile hocası Sokrates’in ortak akıl ile idama mahkûm edilmesi Platonu demokratik yönetimlere karşı olma konusunda motive etmiş gözükmektedir.

Ancak Platon’un öne sürmüş olduğu yönetici kadronun (filozof kralın) eşyanın tüm aşkın bilgisine nasıl sahip olacağı ve bunun nasıl kanıtlanacağı konusu sorunludur. Yönetilenlere düşen erdemli sınıfın sözlerine güvenmektir. Çünkü onlar erdemli kişiler oldukları için yalan söylemezler ve yanılmaz mahiyettedirler. Bu düşünce, ileride dönüşüm geçirerek papanın ya da kralın yanılmazlığı17 gibi aşırı örnekler olarak tarih sahnesine çıkacaktır. Zaten sıradan halkın yeterince bilgeliğe sahip olmamasından ötürü yönetenlere karşı verecek bir cevabı da bulunmamakta, bilge yöneticilerin kararlarını “hikmeti hükümet” olarak değerlendirip kabul etmeleri beklenmektedir. Böylece erdemli

14 İdea kavramı Platon için materyalin değişmeyen özüne işaret eder. Bir matematikçi için bir kâğıt üzerindeki üçgen sadece bir çizim değildir. Matematikçinin üçgene dair basit bir çizimden öte bir algısı vardır. Platon aynı şekilde erdeme, güzel ve iyiye dair eşyaya aşkın değişmeyen sabit bir kavrayışımız olduğunu varsayar. Bu kavrayışa ulaşabilen nadir insanlar ise filozoflardır. Onlar ki salt görünenin arkasında yatan düşünceye vakıf olmuşlardır, o halde toplumu yönetme hakkının onlarda olması aklın bir gereğidir.

15 Sofistlerle Sokrates’in ayrıştığı bu idealar fikrinde, sofistler her toplumda ve coğrafyada bilginin, hukukun ve devlet düzenlerinin farklı olmasından ötürü onlara göreceli düzenler olarak yaklaşırken, Sokrates, Platon ve daha sonrasında tüm evrenselci düşünürler gerçeğin bilgisinin tek olduğunu, dolayısıyla doğru hukukun ve devlet düzeninin de tekliğini savunmuşlardır (Aster, 2005: 158).

16 Kaos ortamlarında hemen otoriter bir aşkın devlet kurma fikrini sadece Platonda değil aynı zamanda Hobbes’un ve diğer birçok düşünce ve siyaset adamının düşüncelerinde de görmekteyiz.

17 Papanın, Katolik inanç sistemi içerisinde ve örfe dair verdiği kararlarında Kutsal Ruh’un himayesinde olduğunu ve hatadan muaf olduğunu ifade etmektedir. I. Vatikan Konsili’nde (1870) resmi olarak kabul edilen (çok daha önceleri papanın yanılmazlığı fiili olarak mevcuttur ve eleştirilmektedir) Papanın Yanılmazlığı Doktrini (infallibility) kilise içerisinde çok boyutlu tartışmalara ve bölünmelere yol açmıştır. Papanın Yanılmazlığı Doktrini hakkında daha ayrıntılı bilgi için bknz. Özalp Mürsel, Papanın Yanılmazlığı Doktrini, (2015). Kralın yanılmazlığına dair bknz. Hobbes, Leviathan, s. 133-134.

36

yaşamın bilgisine malik olmayan sıradan vatandaşlar da erdem ve adaletli devletin altında ve filozof kralın rehberliğinde mutlu yaşama ulaşabilecektir.

Platon yaklaşık 78 yaşındayken, Devlet (M.Ö. 387) adlı eserinde kurduğu bu ütopyayı son eseri olan Yasalar’da (M.Ö. 350) revize etmiştir. Filozof Kralın tüm erdemine ve

bilgeliğine rağmen tek başına yasa yapma yetkisini elinden almış ve yasalar üstü kabul ettiği kralı Polisin yasalarına tabi kılmıştır. Devlet’teki görüşlerinin aksine gücün belli otoriteler arasında paylaştırılması gerektiğine karar veren Platon (2012: 691e-692d, 715b-715e), Perslerin tiranlığı ile Atina’nın demokrasisi arasında ikinci en iyi yönetim biçimi dediği yasaya dayalı karma bir yönetimi okuyucularına sunmaktadır (2012: 693e-693d, 713e-714b). Yaşadığı deneyimler ve insanlara ilişkin tecrübeleri onu Devlet’te ortaya koymuş olduğu idealizmi bırakarak vasatı kabul etmeye yönlendirmiş olabilir. Bu vasat düşüncesi öğrencisi Aristoteles’in felsefesinin de temelini oluşturacaktır. Başta Platon ve Aristoteles’ten etkilenen İslam düşünürleri için de vasat anlayışı, fikirlerinin ana düsturu olacaktır.

Platonun düşünceleri sadece devlet yönetimi alanında değişmemiş, ayrıca insan doğasına ve devletin oluşumuna dair fikirleri de farklılaşmıştır. Kendi başına ihtiyaçlarını karşılayamayan ve bunun için de iş bölümüne giderek Polisi kuran insan anlayışı yerini, bir tufan sonrası dağlara yerleşen ve çobanlık yapan küçük kabilelere bırakmıştır. İnsan sayısının az ve dağınık olmasından ötürü bu doğa durumunda birbirleriyle paylaşım içinde yaşayan insanlar, savaş halinde değildir. İnsanların az, otlakların ve hayvanların bol ve mülkiyet kavramının gelişmemiş olmasından ötürü hiç kimse ne fakir ne de zengindir. Ayrıca maden işleme zanaatının geriliğinden kaynaklı silah yapımının bulunmadığı, altın ve gümüşün olmadığı bu huzurlu ortamda insanlar barış içindedirler. Ekonomik aşırılıkların –fakirlik ya da zenginlik- olmadığı bu toplumlarda insanlar iyiydiler ve iyi insanların yazılı yasalara ihtiyacı yoktur. Toplumsal ilişkiler de ihtiyar meclislerin rehberliğinde töre ile düzenlenebiliyordu. Platon’un doğa durumunda mutlu ve huzurlu yaşayan iyi insan düşüncesi gelecekte Rousseau’nun ortaya koyacağı düşüncelere adeta kapı aralıyordu. Mülksüz ve küçük gruplar halinde yaşayan kabilelerin tarım toplumuna geçmeleri ve birbirleriyle kaynaşarak daha geniş topluluklar oluşturmalarıyla birlikte doğa durumu son bulup Polis kurulmaktadır. Farklı törelere mensup kabilelerin bir arada yaşamaya başlaması artık yasasız topluluklar döneminin de sonlanmasına yol açıyordu. Her kabile Poliste kendi töresinin hâkim olmasını istiyor,

37

dolayısıyla çatışmalar çıkıyordu. Çatışmaların önüne geçebilmek adına, her kabilenin kabul edebileceği, törelerin birlikteliğini sağlayacak ortak bir yasa hazırlanmakta ve bu şekilde yasa koyucular ortaya çıkmaktadır (Platon, 2012: 676a-681e).

Platon’un, Devlette ortaya koymaya çalıştığı yönetim sisteminin yapısını oluşturan üreticiler-koruyucular-yöneticiler örgütlenmesinin meşruluğu adına iş bölümüne dayanan, ihtiyaçları için başkasına mecbur olan insan doğası, Platon’un kurguladığı ütopyanın tasarımı açısından gerekliydi. Ama madem tek hâkim olan filozof kral fikrinden vazgeçilmişti, öyleyse organik, kast sistemine dayanan toplum modeline de ihtiyaç kalmamıştır. Bir nevi toplum sözleşmesine dayanan yeni Polis tasarımı, Platon’un yeni bir düzlemde ortaya koyduğu vasata ve uzlaşmaya dayalı “karma yönetim modeli” için gayet uygundur. Nasıl ki toplum farklı törelere sahip olan kabilelerin bir araya gelmesinden oluşuyorsa, iktidar gücü de farklı gruplar arasında göreceli olarak pay edilebilirdi. Belediye, yasama, denetleme gibi yönetimle alakalı işleri farklı gelir seviyelerine sahip vatandaşlar arasında dağıtan Platon, anayasanın yapılmasını ve toplumun eğitimini “Şafak Kurulu” ismini verdiği, felsefe eğitimi almış 10 kişilik bir ihtiyarlar heyetine bırakmıştır. Böylece Platon, Polis’in geleceğinin inşasında yine de toplumun çoğunluğuna güvenmez ve filozoflardan oluşacak olan aristokratik bir gruba iktidarda ayrıcalık tanır (Şenel, 1999: 156-162).

Yasalar adlı eseri Platon’un son eseridir ve diğer tüm eserlerinden idealizm dozu bakımından ayrıcalık göstermektedir. Platon, Devlette uç bir toplum ve devlet sistematiği gösterirken Yasalar’da bir yandan Sparta’nın, Girit’in, Atina’nın ve Perslerin hukuk ve devlet sistemini karşılaştırmalı olarak tartışırken bir yandan da ayakları daha yere basan hukuka bağlı bir toplum-iktidar uzlaştırmasının yolunu aramaktadır18.

Aslında Antik dünyada yeni olan Atina demokrasisi ve onun takipçileridir. Daha önceki kadim dönemlerde de –kabile demokrasilerini bir kenara bırakırsak- daha sonraki yüzyıllarda da bir kralın, tiranın ya da aristokrasinin halk üzerindeki sınırsız yönetimi yeni bir durum değildir. Platon’da yeni olan önemli hususlardan biri yöneticilerine atfettiği bilgelik kısmıdır. Daha sonraki dönemlerde yönetenler çok defa aldıkları

18 Diğer eserlerine nazaran Yasalarda yaşanan bu dönüşüm eserin ona ait olup olmadığı, ya da bazı kısımlarının başkasına ait olduğu konusunda şüpheleri de beraberinde getirmiştir (Müller, 1968: 7-10). Günümüzde çoğu Platon uzmanı eserin tamamıyla ona ait olduğunu kabul etmiş durumdadır (Ottman, 2001: 82).

38

kararlarda bu bilgeliğe atıf yaparak hükümlerinin sorgulanmamasını halklarından beklemiş, halka rağmen almış oldukları kararlarda bu bilgelik vasfı sayesinde kendi konumlarını meşrulaştırmışlardır. Ayrıca Platon’un devleti, toplumsal gruplar arasında