• Sonuç bulunamadı

A. ALEV İ TÜRKMENLERİN İNANÇ YAPISI

5. Alevilik ve Kızılba şlık

Abdulbaki Gölpınarlı, Kızılbaşlığı “Şii mezhebinin aşırılığında (gulat) olan bir yolun mensubu” olarak tanımlar. Ali’yi Tanrı bildiklerini, İsmailiye’nin etkisinde kaldıklarını ve İmamiye mezhebinin aşırılarından olduklarını belirtir.304 Ethem Ruhi Fığlalı, bu tanımlamaya katılmaz. Tanımın bir mezhep bağnazlığı içinde yapıldığını, aşırı iddia ve isnatlardan bulunduğunu söyler ve Kızılbaşlığın “İmamiye mezhebi ile On

İki İmam hakkındaki inanış dışında hiçbir ilgisinin olmadığını savunur. Ona göre

Anadolu Alevilerine verilen bir başka ad Kızılbaşlıktır.305

Orhan Hançerlioğlu’nun tanımı, Gölpınarlı’ya yaklaşır. Ona göre; Kızılbaşlık, “Şii-Batıniliğin İmamiye mezhebinin bir koludur. Başlarına kızıl taç ve sırtlarına kızıl hırka giydiklerinden bu adla anılırlar. Aşırı Ali sevgisinden doğmuştur.306

Esat Korkmaz’a göre Kızılbaşlık, “Ne zaman ve kim tarafından kurulduğu tam olarak bilinmeyen, On İki İmam inancı ve adama muhabbet (insanı sevme), deme muhabbet (şarabı sevme), nura muhabbet (aydınlığı sevme) ilkeleri üzerine yapılanan Alevilik koludur.307

Kızılbaşlık-Alevilikte insana ve aydınlığa sevgi, bağlılık temeldir. Ama “şarap sevgisi” bir temel ilke olmasa gerek. İçki içilir, fakat inancın temel bir ilkesi ve kuralı değildir. Kızılbaşlık, Aleviliğin bir koludur. Dahası Kızılbaşlık Aleviliktir. Alevi sevgisine ve bağlılığına dayanır. On İki İmam ve Ehl-i Beyt inancı/bağlılığı temel alınmıştır. Şii ve Batıni inançlarla benzerlikleri ve köken ortaklıkları vardır.308

Kızılbaşlık; Anadolu, İran ve Azerbaycan’da kimi kez aşağılama içeren çeşitli adlarla adlandırılır. Bu kesimi Anadolu’da karşıt düşüncede olanlar “Mum söndürenler”

303İsmet Zeki Eyüboğlu, a.g.e., s. 317-318. 304

Abdülbaki Gölpınarlı, “Kızılbaş”, İslam Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul: 1979, s. 789-791.

305

Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevilik Bektaşilik, Selçuk Yayınları, Ankara: 1991, s. 9- 11.

306

Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1975, s. 323.

307

Esat Korkmaz, Alevilik Bektaşilik Sözlüğü, İstanbul: Ant Yayınları, 1994, s. 213.

308

diyerek aşağılarlar. İran’da aynı anlamda “Çerağ kuşanlar” denir. Ayrıca Anadolu’da “tavşan yemezler”, Maku’da “Karakoyunlular”, Meşhed yöresinde “Ali Allahiler”,

İran’ın genelinde “Ehl-i Haklar” adları verilmiştir.309

Kızılbaşlık, Anadolu coğrafyasında genel Aleviliğin bağında Bektaşilikle birlikte ortak inanç gelenek ve görenek temeli üzerinde birleşerek biçimlenmiştir. Yer yer Aleviliğin kendisi, yer yer bir kolu, yer yer bir uzantısı olarak algılanmıştır. Böyle düşünülmesi Alevilik-Kızılbaşlık gerçeğine uyar. Dolayısıyla, Kızılbaş adı, Alevi- Bektaşiliğin bir simgesi olmuştur.310

“Kızılbaş” adının ortaya çıkışı, Alevi Türkmenlere “Kızılbaş” namı verilmesi söz konusu olunca, kaynak şahıslarımız birkaç rivayet anlatmıştır. Bu rivayetler, Kızılbaşlığın İslam kökenli olduğu çerçevesindedir. Köken olarak Hz. Ali’ye dayandırırlar. Bir rivayete göre, Hazreti Muhammet, Uhud Savaşı’nda Mekkeliler tarafından yaralanır. Başından akan kanlar, onun başını, “kızıl bir baş” haline getirir. Hz. Ali, bundan sonra savaşlara başında kırmızı bir tac ile katılır. Kızılbaşlar, bu adı buradan almışlardır. Bir başka rivayete göre, Şah İsmail, İkinci Beyazıt ile bir anlaşma yaparak, askerlerini Anadolu’dan Suriye’ye geçirir. Bu askerlerin başlarında kırmızı

şapkalar vardır. Bundan sonra Şiilere, Kızılbaş denilmiştir. Bununla bağlantılı olarak,

Anadolu Alevileri de Kızılbaş olarak anılırlar. Yine bir başka rivayete göre, Hz. Muhammet’in de katıldığı bir savaşta, Hz. Muhammet’in bir dişi, ok darbesiyle kırılır ve düşer. Hz. Ali bunu görür ve Hz. Muhammet’in dişini alıp, kaybolmasın diye kendi başına çakar. Böylece dişi korur, diş kaybolmaz. Hz. Ali’nin başı kan olur ve bütün sarığını kırmızıya boyar. Bu yüzden kendilerine Kızılbaş da denir.

Literatürü incelediğimizde bir başka görüş olarak, “Kızılbaşlık”ın Türk ve

Şamanilik kökenli olduğunu görüyoruz. Bu görüş, Türk toplumlarında “börk”

kullanımıyla doğrudan ilişkilidir. Türkler de börksüz giyim olmayacağı kanısı yaygındır. Enver Behnan Şapolyo’ya göre, Aleviliği kabul eden Türkmenlerin Müslümanlıktan önce dinleri Şamanlık idi. Türk Şamanları başlarına kırmızı bir külah giyerlerdi. Dini ayinleri bunlar idare ederdi. Aleviliği kabul eden Türkmenlerin din

309

A.Gölpınarlı, “Kızılbaşlık”, İslam Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul, 1979, s.790.

310

büyüklerine “Dede” veya “Seyid Dede” denildi. Bu dedeler başlarına kırmızı külah giyerek, Alevilerin derneklerini idare ederlerdi. Bu sebeple Anadolu Alevilerine “Kızılbaş” demek adet olmuştur.311 Faruk Sümer’e göre, XIII. ve XVI. yüzyıllarda Anadolu’daki Türk göçebe unsurunun kızıl börk giydikleri kesin bir şekilde bilinmektedir. Bu usulün daha sonraki yüzyıllarda da yaygın olduğunda şüphe yoktur. Bu yüzden Safevi mürid ve askerlerinin giydikleri külah ve taçların kırmızı renkte olmasının bu gelenekle ilgili bulunması imkansız değildir.312

Bir diğer görüş, Kızılbaşlığın, Mazdek-Batıni kökenli olduğudur. XIV. yüzyıl

Şii-Zeydi ulemalarından Muhammed al-Hasan al Daylami’nin verdiği bilgilere

bakılırsa, Batınilere “kırmızı elbise giyenler” denilmektedir. Yemen’deki Batıni akımında olanların tercihi kırmızıdır. Bu renk Mazdek, Babek, Hurrem yanlılarınca tutulmuş ve simgeleşmiştir. Babek yanlıları kırmızılar giydikleri için “Muhammarı- kırmızılar” olarak adlandırılırlar. Sasani döneminin aşırı Zerdüştileri de kırmızı elbiselidirler.313

Baki Öz’e göre Kızılbaşlık, Safevilerce başlatılan ve Erdebil tekkesi kökenli olan bir kavramdır. Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’in babası olan Şeyh Haydar kalıcı bir örgüt kurar. Yandaşlarının başlarına “Haydari taç” denen on iki dilimli kırmızı bir başlık giydirir. Ordusunu al bayraklarla donatır. On iki dilimli başlık, On İki İmamı, kızıl renk ise şehitliği simgeler. Bu kızıl başlık nedeniyle Anadolu Alevisi “Kızılbaş” olarak adlandırılır.314

Araştırma bölgemizdeki kaynak şahıslarımız, kendilerine atfedilen “Kızılbaş” sözcüğünün, insanlarda hep kötü çağrışımlar uyandırdığına, bu kelimenin, “kadın ortaklığı”, “ana-bacı tanımama”, “mum söndürme” gibi anlayışla özdeşleştirildiğine, topluma namus dışılık ve ahlaksızlık olarak sunulduğuna dikkat çekmişlerdir. Kızılbaşlığın dinsizlikle, sapkınlıkla, soysuzlukla bir gösterilmesinin, Osmanlı’nın bir

311

Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Türkiye Yayınevi, İstanbul: 1964, s. 255.

312

Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü (Şah İsmail ile Halefleri ve Anadolu Türkleri), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara: 1992, Ön söz, s. 1.

313

A. Gölpınarlı, “Kızılbaşlık”, İslam Ansiklopedisi, C.VI, İstanbul, 1979, s. 789.

314

politikası olduğunu belirten Çetinkaya, Kızılbaşların inanış olarak İran’a bağlı olmaları nedeniyle böyle bir suçlama ile karşı karşıya kaldıklarını belirtmiştir. İran’ın siyasi hayatında sapkın ilişkilere izin veren hükümdarların bulunması ve Anadolu’daki Kızılbaş Türkmen gruplarının da bu coğrafyayla gönül bağlarının olması nedeniyle aynı kültürün sapkınlıkları Kızılbaşlara atfedilmiştir. Halbuki, Kızılbaş Türkmenlerin tarihinde böyle bir olay görülmemiştir.315

İsmail Tok, bu şekilde bilinçsizce yapılan suçlamalara bir anlam veremediğini

belirterek şöyle söylüyor: “Bizim yolumuzda, silinmeyen tek leke namus lekesidir. Diğer bütün lekeler silinir, o silinmez. Zaten namus lekesi olanlar Muhammet-Ali yoluna giremez.”

Sonuç itibariyle, Kızılbaş sözcüğünün, olumsuz çağrışımının bugün de devam ettiğini ve kaynak şahıslarımızın bu kullanımdan rahatsız olduklarını, bu nedenle de kendilerini Alevi Türkmen olarak tanıttıklarını söyleyebiliriz.

315

Nihat Çetinkaya, Kızılbaş Türkler (Tarihi, Oluşumu ve Gelişimi), Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul: 2003, s. 389-390.

B. MUĞLA YÖRESİ ALEVİ TÜRKMENLERİNİN İNANÇ KAVRAMLARI