• Sonuç bulunamadı

Alevi-Bektaşi İnanç Sisteminin Temel Değerler Silsilesi ve Nüansları

6. ALEVİ-BEKTAŞİ İNANÇ SİSTEMİNİN TERMİNOLOJİK ÇERÇEVESİ

6.2. Alevi-Bektaşi İnanç Sisteminin Temel Değerler Silsilesi ve Nüansları

Alevi-Bektaşi inanç sistemi temelinde; Hak-Muhammed-Ali, Ehl-i Beyt ve On İki İmam sevgisi ile hümanizm düsturu çerçevesinde şekillenmiş bir inanç sistemdir. Alevi-Bektaşiliğin Anadolu’da halk arasında yayılması ise XIII. yüzyılda Hünkar Hacı Bektaşi Veli’nin düşünce sisteminin halk arasında kabul görüp yayılmasıyla başlar. Daha önce de bahsettiğimiz gibi temelde aynı değerler sistemine bağlı olan Alevilik ve Bektaşilik; pratikteki bir iki hususta birbirinden ayrılmaktadır. Genel olarak Alevi-Bektaşi inanç sistemindeki görüş; “Yol bir sürek binbir” prensibidir. Buradaki mevzu kişinin hangi yoldan gittiği değil, kişinin nereye gittiğidir.

Benzerlik arz eden inanç değerleri incelendiğinde; cem ibadeti iki inanç sisteminde de ortak bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. İçeriğinde farklı nüans noktaları olmasına rağmen, her iki inanç sistemindeki temel ibadet cem ibadetidir. Bu ritüel her iki grupta da toplu bir şekilde yapılmaktadır. Kadın-erkek farkı gözetilmeksizin, meclisteki herkesin cinsiyet vasıflarından sıyrılarak bir “can”

132 Fuat Köprülü; age., s:17-21

133 Belkıs Temren; Bektaşiliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, Bektaşi Kültür Derneği Yayınları, Ankara,

olduğu düsturuyla ibadetler yürütülür. Alevilik ve Bektaşilikte kişinin manevi doygunluğa ulaştığı ibadet cem ibadetidir.

Alevi-Bektaşi inanç sistemindeki önemli ortak değerlerden birisi de kişinin kendisini sorguya çektiği ritüel olan görülme-sorulma ya da baş okutmadır. Alevilikte görülme-sorulma olarak adlandırılmakta, Bektaşilikte ise baş okutma adıyla kavramsallaştırılmaktadır. Bu ritüel her sene bir kereye mahsus olmak üzere yapılır. Kişi aynı yolu sürdüğü ve aynı yol içerisinde ikrar verip nasip alan134 kişilerin toplandığı bir meclisteki alanın ortasına gelir ve kendisi; Alevilikte Dede, Bektaşilikte ise Baba makamı tarafından sorguya çekilir. Bir diğer tanımlamayla

özünü dara çeker. Bu ritüel Alevi-Bektaşi toplumunda bir nevi mahkeme işlevini

görür ve bu inanca mensup olmuş kişilerin gerek kendilerine gerekse toplumsal yaşamdaki hareketlerine çekidüzen vermesini sağlayan bir dürtü oluşturur. Gerek sosyal gerekse manevi yaşamındaki hal ve tavırları baz alınarak kendi öz eleştirisini yapar ve mecliste hazır bulunanlardan da kişi ile ilgili malumat alınır. Eğer özünü dara çekmiş olan bireyden herkes hoşnutsa yani diğer bir isimlendirmeyle razıysa o kişi görülme ya da baş okutma merasimini tamamlamış olur. Bu ritüel; Kur’an’da Fecr Suresi’nde 27. ayetten 30. ayete135 kadar geçen sureler baz alınarak uygulanmakta ve temellendirilmektedir. Buradaki maksat kişiye bir kontrol mekanizması endişesi oturtmak ve hümanizm değerleri çerçevesinde bir bakış açısı sağlama dürtüsü edinmesini sağlamaktır.

On İki İmam kavramı; inanç sistemindeki yol ulularının geldikleri sulbü

tanımlayan bir kavramdır. Kerbela’da şehit edilen Hz. Hüseyin’in, Kerbela sahrasından sağ kalabilen tek oğlu olan Hz. Zeynel Abidin vasıtasıyla Ehl-i Beyt’in soyu devam edebilmiş Bugün Alevi-Bektaşi inanç sistemindeki ortak olan yol ulularının hepsi bu kıymetli soydan gelmişlerdir ve inanç sistemini; bu soyun aktardığı temel inanç öğretileri ve değerleri vasıtasıyla şekillendirmişlerdir.

134 İkrar ve nasip meselesi terminolojik kısımda daha ayrıntılı tanımlanacaktır.

135 Fecr Suresi 27. Ayet: ‘’Ey sükûna kavuşmuş benlik!” Ayet 28: ‘’Dön Rabbine razı etmiş ve razı

Her bir İmamdan sonra, o İmamın evlatları arasında bu makama en fazla layık olan kişi gelir. Çünkü Ehl-i Beyt’in yarattığı uygulama pratiklerini ve inanç sistemine dair önemli bilgilere vakıf olmak, sonraki nesillere aktarılmasını sağlama hususunda halkı bilgilendirmek önemli bir vazife olduğundan On İki İmam silsilesi liyakat sistemi doğrultusunda şekillenmiştir.

Tevella ve teberra kavramları iki inanç sisteminin de ortak kavramlarından

bir tanesidir. Tevella; Ehl-i Beyte dost olana dost olmak, teberra ise Ehl-i Beyte düşmanlık güdenden uzak olmak ve ondan kendini korumaktır şeklinde tanımlanabilir. İnanç sisteminin temelini arz eden Ehl-i Beyt kavramı inanç sisteminin yapı taşlarından birini oluşturur.

Alevi-Bektaşi inancının en temel göstergelerinden birisi de ozanların oluşturmuş olduğu Alevi-Bektaşi edebiyatıdır. Ozanlar tarafından nakledilmiş nefesler vasıtasıyla inanç sistemindeki önemli kavramlar, günler ve kişiler alegorik bir üslupla dile getirilmiş ve söylenegelmiştir. Bu ozanlar içerisinde “Yedi Ulu

Ozan” olarak tanımlanan bir grup üstat vardır. Bu üstatların nakletmiş oldukları

nefesler bugün dahi aynı önem ve titizlikle Alevi-Bektaşi meclislerinde, ibadetlerinde zakirler tarafından feyz alınması ve manevi bir haz edinilmesi maksadıyla okunmakta ve işlenmektedir. Zakir; “zikr eden, tekrar eden” anlamına gelmektedir ve Alevi-Bektaşi inanç sistemindeki nefes icralarını yerine getirmekle görevli kimseledir. Bu nefeslerin okunmasındaki maksat ise yine Kur’an temellidir. Maide suresi 35. Ayet’te geçen “Ey îmân edenler! (Allah'tan korkup kötülüklerden,

ilâhî sınırı aşmaktan) sakının; O'na yakın olmak için vesile arayın ve yolunda cihâd edin; ola ki korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşursunuz.” ifadesi gereğince

nefes ve bağlama Alevi-Bektaşi inanç sisteminde; Allah’ı anmak ve O’na iyi bir kul olmak için icra edilen vesilelerden birisidir.

Yedi Ulu Ozan; Fuzuli, Yemini, Virani, Nesimi, Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet’in oluşturduğu ozanlar topluluğudur. Birbirlerinden farklı zamanlarda, farklı bölgelerde yaşamış olmalarına rağmen, Alevi-Bektaşi inanç sistemin ortak değerlerini ve inancın çerçevesini nefeslerine konu eden, kendilerine

has üsluplarıyla bunları nakşeden ozanlardır ve her iki inanç sisteminde de çok önemli ver hürmete layık bir konumları vardır.

Her iki inanç sisteminde de ortak olan değerlerden birisi de belli başlı günlerdir. Kurban Bayramı’nın birinci gününden itibaren 20 gün sonra 10 gün sürecek olan Muharrem Orucu başlar. Bu oruç, Hz. Hüseyin ve 72 yareninin katledilmelerinden duyulan üzüntü ve acıların çerçevesinde geçirilmeye çalışılır. Bu oruç vakti içerisinde su içilmez, et yenmez ve eğlence gezip tozma gibi etkinlikler mümkün mertebe yapılmaz. Yedi Ulu Ozan’dan birisi olan Fuzuli’nin “Hadikat’üs

Süeda”136 adlı eseri okunarak kişi olabildiğince matem havasına bürünür. Tutulan orucun sayısı bölgelere göre farklılık göstermesiyle birlikte esasen 10 günlük bir zaman dilimini kapsar. Çünkü 10. gün Hz. Hüseyin rahmete göçmüştür. 10. günden itibaren de aşureler halk tarafından pişirilmeye başlar. Esasen bütün İslam alemi açısından vahim bir olayı bizlere hatırlatan Muharrem Orucu, ekseriyetle Alevi- Bektaşi inanç sistemine mensup insanlar tarafından daha fazla sahiplenilir ve bu zaman dilimi içerisinde yapılması gereken ritüeller gerçekleştirilir.

Alevi-Bektaşi toplumu için önemli günlerden birisi de Nevruz Bayramı’dır. Her sene 21 Mart’ta kutlanan bu bayram Hz. Ali’nin doğduğu gün olması hasebiyle büyük bir önem taşır. 21 Martta Alevi-Bektaşi toplumunda “Nevruz Cemi” düzenlenir ve gelen bahar ile birlikte başlayacak olan taze bir yaşam dönemine şükür edilir. Yine önemli günlerden bir tanesi de Hıdırellez ‘dir. Hıdırellez; Hz. Hızır ile Hz. İlyas’ın buluştuğu günü ifade eder. Mitolojik özellik ihtiva eden Hz. Hızır ve Hz. İlyas’tan; Hz. Hızır karada, Hz. İlyas ise denizde zor dudumda kalmış olanlara yardım eteleriyle anılırlar. 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece Hızır’ın ve İlyas’ın buluşacağına inanılır. bu sebeple de 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan geceyi zor durumda olanlar, hastalar dua ederek geçirirler. Ertesi gün teşekkür ifadesi olarak unlu yiyecekler hazırlanarak komşulara dağıtılır.

Alevilik ve Bektaşilik arasındaki farklı görüşlere gelecek olursak; Alevilikte kan bağı düsturu önemlidir. Kişi eğer Alevi bir anne veya babadan gelmiyorsa Alevi olamaz. Alevilik doğuştan gelen bir özelliktir ve sonradan edinilemez. Ama

Bektaşilikte böyle bir görüş yoktur. Kişi eğer, Bektaşiliğe meyilli ise alacağı eğitim ve bekleyeceği belirli bir zaman diliminden sonra Bektaşiliğe intisap edebilir. Bunun yanı sıra Alevilik daha eski dönemlerde kırsal kesimdeki halk tarafından usul ve erkânı yürütülürken, Bektaşiler ağırlıklı olarak şehirlerde ikamet edip, şehirde Bektaşiliğin pratik eylemlerini yerine getirirlerdi. Pek tabii içinde bulunduğumuz modern çağda böyle bir ayrım artık söz konusu değil ancak önceki devirlerde, dönemin getirmiş olduğu şartlar ve görüşler doğrultusunda bölgesel bir şekillenme meselesi söz konusuydu.

Diğer bir mesele ise; Alevilik daha ziyade sözlü anlatım geleneği çerçevesinde şekillenmiş bir prensip üzerine halk arasında yayılmıştır. Ancak Bektaşilikte böyle bir husus söz konusu değildir. Öncelikli olarak Hacı Bektaş-i Veli’nin yaratmış olduğu düşünce sistemi 16. yüzyıl başlarında Balım Sultan137 tarafından usul ve erkân düzenlenip yazılı hale getirilmiş ve kurumsallaştırılmıştır. II. Beyazıt devri (1481-1512) itibariyle de kurumsallaşması artmış ve klasik tarikat tanımına uygun tasavvufi bir örgütlenme meydana geldi. Böylece Bektaşilikteki pratik usuller yazılı kaynağın olması vesilesiyle tutarlı bir ölçütte sabitlenmiş oldu.

Özellikle Hacı Bektaşi Veli’nin Yeniçeri Ocağı’na dua etmesi hasebiyle Yeniçerilerin Hacı Bektaş’ı Pir olarak kabul etmeleri, Bektaşiliğe Osmanlı toplumunda daha farklı bir değer atfedilmesine sebebiyet vermiştir. Öyle ki Osmanlı devlet adamlarından dahi Bektaşiliğe intisap eden kimseler vardır. Bu mevzua en önemli örnek ise Kânuni Sultan Süleyman devrinin vezirlerinden Server Ali Paşa’nın, bütün mevki ve gücünü bir tarafa bırakarak Bektaşiliğe intisap etmesi gösterilebilir. Hatta ve hatta Bektaşi tarikatında ulaşılabilecek en üst makam olan Dedebabalığa layık görülmüş ve kendisi Bektaşi tarikat tarihinin ilk Dedebaba unvanıyla anılan zat-ı şerifi olmuştur.138

137 Bektaşilikte, yazılı erkânı oluşturması ve düzenlemesi sebebiyle Pir-i Sâni(İkinci Pir) olarak

anılmaktadır.

138 Dedebabalık kurumunun maiyetine dair açıklama Bektaşiliğin Teşkilatlanması başlıklı kısımda

Bektaşilik ve Alevilik arasındaki en temel farklardan birisi de liyakat sistemi meselesidir. Bektaşilikte kişi verdiği emek ve çalışmaları karşısında belirli mertebelere getirilir.139 Alevilikte ise kan bağı esas olduğundan böyle bir liyakat söz konusu değildir. Bunun yanında Alevilikte usul ve erkan gereği ibadetleri yürüten makam “Dede” makamı olarak adlandırılır ve daha önce de belirttiğimiz gibi kan bağı esas alınarak o makama geçecek kişi belirlenir. Ancak bu husus Bektaşilikte tamamen farklı işler ve kademelenir. Bir kere ibadeti yürüten makamın isimlendirilmesi Bektaşilikte farklıdır. Bektaşilikte bu makam “Baba” makamı olarak adlandırılır ve kan bağı gibi bir zorunluluk yoktur. Kişi Bektaşiliğin usul ve erkânı çerçevesinde tarikat içerisindeki çalışmaları ve davranışlarıyla bu makama getirilebilir. Liyakat Sistemi, özde bir pratikte birtakım farklılıklar içeren bu iki inanç sistemini birbirinden ayıran en belirgin özelliklerden birisidir.