• Sonuç bulunamadı

3. AK PARTĠ

3.3. AK Parti ve Artan Karizması: Ġkinci Dönem 2007-2011

22 Temmuz seçimleri AKP bakımından tarihsel örtüĢmelerin hazırladığı bir koalisyonu doğurmuĢtur. Konvansiyonel Kemalist söylemin eleĢtirisine dayanan bir muhakeme ile AB‟yi benimsemiĢ kesimler, kendisini liberal diye adlandıran odaklar, aydınlar ve seçim öncesinde baĢlayan bazı geliĢmeler nedeniyle kısmen Aleviler, AKP‟ye yönelmekte bir beis görmemiĢlerdir. Ayrıca Kürtler, o dönemde

Genelkurmay BaĢkanlığı‟nın istediği Kuzey Irak‟a müdahale izni vermeyen AKP‟yi desteklemiĢlerdir.

22 Temmuz seçimlerinin ardından özellikle askeri vesayete karĢı dik duruĢuyla ön plana çıkan AK Parti, her türlü engelleme çabalarına karĢın sistemin karĢı çıktığı adayını cumhurbaĢkanlığı statüsüne yükseltmiĢtir. 22 Temmuz‟un ardından mecliste MHP‟nin de desteğiyle üniversitelerde baĢörtüsüne serbestlik tanıyan kanunun kabul edilmesi AK Parti‟nin 27 Nisan e-muhtırasından sonraki en önemli adımlarından birisidir. Bu adımla birlikte muhafazakâr kesimlerin AKP‟den beklentisi artmaya baĢlamıĢtır.

AKP‟nin ikinci dönemi olarak adlandırdığımız bu dönemde AKP‟ye verilen desteğin artmasının en önemli sebepleri;

1. AKP‟ye Açılan Kapatma Davası 2. 2010 Referandumudur.

AKP‟nin halk ve siyasi tarih nezdinde karizmasına karizma katan bu dönemde geliĢen bir diğer olay, AKP‟ye sistemin getirdiği statükoyu kaybetmeme arzusunun bir göstergesi olarak açılan kapatma davasıdır. Bir yandan Türkiye‟deki laiklik anlayıĢının tartıĢıldığı, bir baĢka yanıyla yargı-siyaset iliĢkisinin yeniden yoğrulduğu bu oluĢum AKP bakımından çok ciddi ve ikili bir sonuç doğurmuĢtur. Verilen kararda Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet BaĢsavcılığının kapatma davasına esas aldığı iddiayı kabul etmiĢ ve AKP‟yi „laiklik karĢıtı hareketlerin odağı‟ saymıĢtır. Ancak 11 üyenin 10‟u tarafından verilen bu karara rağmen mahkeme partiyi kapatmamıĢtır.

Partinin eldeki malzeme ve oy çokluğuna rağmen kapatılmaması, sistemin AKP‟ye duyduğu ihtiyacın ve partinin kapatılmasıyla doğan boĢluğun doldurulma endiĢesini göstermiĢtir. Bu da AKP‟nin „taĢıyıcı ve modernleĢtirici‟, o arada da „köprü‟ bir parti olmasından türemiĢtir. Ayrıca bu kararla birlikte parti, Türkiye‟deki laikliğin yorumuna önemli bir açılım getirmiĢtir. Sistem laikliğin temel ilkelerinden ödün vermemekte, onun radikal yapısını benimsemekte, fakat bunun gene sistem içinde tutulması gerektiğini ve denetlenebileceğini öngörmektedir (Kahraman, 2009: xiii- xviii).

AKP hükümeti ve ordu, aksinin beklenmesine karĢın, iyi kötü yürüyen bir iliĢki kurmayı baĢardı. Bu iliĢki örüntüsü, liberal-demokratik asker-sivil iliĢkisi modeline

eskisinden daha fazla yakınlaĢtı. Ordu, son sözü hükümetin söyleyeceğini kabul etti. Bunun nedenlerinden biri, sivil hükümetlerin sorumlu davranması, ülkenin karĢı karĢıya kaldığı sorunlarla baĢarıyla mücadele etmek için gerçekten çaba harcaması ve hepsinden önemlisi, siyasi Ġslam‟dan (ve aynı zamanda etnik ayrılıkçılıktan) uzak durması kaydıyla, ordunun demokrasiyi desteklemesi idi (Heper, 2011: 334).

AK Parti iktidarının ikinci dönemi olarak adlandırdığımız bu döneme etki eden en önemli olaylardan birisi de kuĢkusuz 2010 referandumudur. Bu çalıĢmada belirttiğimiz gibi darbe yalnızca asker eliyle yapılan asker tekelinde gerçekleĢtirilen bir olay değildir. Askerin yanında vesayetçi belli kesimler-sivil bürokrasi ve özellikle 28 ġubat sürecinde daha net görebildiğimiz medya ayağı bu süreçte çok önemlidir. 2010 referandumu, 27 Nisan e-muhtırasında verilen tepki ile ordunun üzerindeki yerini belirleyen ve sağlamlaĢtıran AK Parti‟nin, sivil bürokrasiyi yani yargıyı aĢmak için attığı en önemli adımlardan birisidir. Bu referandum 2009 Yerel Seçimlerinden kısmi oy kaybı ile çıkan AK Parti‟nin 2011 Seçimlerindeki baĢarısını etkileyen öncelikli olaylardan birisidir.

12 Eylül 2010‟da yapılan ve Ģimdiye kadar ki cuntacıların yargılanmasını öncelikli amaç olarak kabul eden bu referandum, 27 Nisan e-muhtırasının etkilerini hem askeri bürokrasi hemde sivil bürokrasi üzerinde göstermiĢtir. Ayrıca bu referandum AK Parti‟nin 2009‟da kısmen uğradığı oy kaybı ile baĢlayan karizma rutinleĢme sürecini ortadan kaldırmıĢ; partiye 2011 seçimlerinde mevcut sistemleri kırmak isteyen ancak bir Ģekilde engellenen\engellenilmek istenilen parti karizması eklemiĢtir. Bu karizmanın eklenmesine katkıda bulunan sivil bürokrasiyi aĢmak için atılan en önemli adımlardan birisi de baĢörtüsü serbestliği ile ilgili anayasa değiĢikliğine verilen vetodur. Mevcut sistemi korumak adına verilen bütün bu tepkiler doğrudan AK Parti‟nin iĢine yaramıĢ, halkın çoğunluğu tepki olarak sistemle çatıĢan AK Parti‟yi desteklemiĢtir.

2010 referandumunun politik kültürümüze bir diğer etkisi ise, CHP ve özellikle MHP‟nin takındığı tavrın kendi tabanlarında yarattığı hayal kırıklığıdır. CHP, ülkenin ilk partisi olmasına rağmen 12 Eylül döneminde siyasi hayatının bitirilmesinden kurtulamamıĢtır. Ayrıca 27 Mayıs‟tan 12 Mart‟a kadar (28 ġubat kısmen hariç) bütün darbelerin etkilerini yaĢamıĢtır ancak buna rağmen referandumda mevcut iktidara tutumunun etkisiyle tepkisini halkın çoğunluğundan

aksi yönde göstermiĢtir. 12 Eylül döneminde ise MHP‟nin gerek sokak olaylarında gerek yargılanmalarda verdiği kayıp 12 Eylül MHP‟si ile 2010 MHP‟sinin belli kesimlerinin zıt düĢmesine neden olmuĢtur. 2010 referandumu için MHP‟nin takındığı tavır, tabanındaki belli çevreler tarafından kabullenilememiĢ ve parti az da olsa oy kaybına uğramıĢtır.

AK Parti döneminde gelinen önemli bir noktadan birisi de; demokratikleĢme perspektifinin geliĢtiği, temel hak ve hürriyetlerin geniĢlediği bir dönem. Bir diğer nokta, ekonomik alanda Türkiye‟nin son 9 yılda kaydettiği modernleĢme ve refah artıĢı dönemi olmuĢtur (Bolat, 2012: 232-233). Son olarak ne merkez sağ, eski merkez sağ olmadığı için, ne de Siyasal Ġslam eskisi gibi sadece pre-modernist kesimlerin bir tercihi olarak görülemeyeceği için, AKP‟nin merkez sağ ile RP çizgisini birleĢtiren yeni bir sistematikle hareket ettiğini söylemek mümkündür. Bu bir oranda Özal stratejisinin bir uzantısıdır, ancak AKP klasik anlamda bir ANAP olmayı tercih etmeyecek kadar birikimli, aynı zamanda ülke konjonktürünün 1980‟li yıllardaki gibi olmadığının da farkındadır. Bu nedenle AKP asıl olarak, bugün dünyada kendini farklı ülkelerde değiĢik biçimlerde ifade etme eğilimi taĢıyan yeni bir sağ politik kulvarın temsilcisi olmaya soyunmakta, büyük oranda düzenden ve sistemden umudunu kesmeye hazırlanan kesimlere yeni bir güç kazandırmayı amaçlamak durumundadır. AKP bir yanıyla geliĢen\küreselleĢen kapitalist sisteme entegre olmaya çabalayan, diğer yanıyla sosyal meselelerde solu aratmayacak bir duyarlılık gösterecek “yeni” bir parti, bir yanıyla global değerlerin savunucusu, diğer yanıyla da geleneksel devlet otoritesinin ısrarlı bir takipçisi olacak bir anlayıĢ içinde hareket etmeye çabalayan bir organizasyon olma çabasındadır (YaraĢır ve Aygün, 2002: 192-193).

Bu dönemde değinilmesi gereken önemli geliĢmelerden birisi de Davos‟ta yaĢanmıĢtır. R.Tayyip Erdoğan, ilk defa Müslüman bir devletin baĢbakanı olarak Ġsrail‟in Filistin‟e karĢı uyguladığı ambargoya dünyanın gözü önünde radikal çıkıĢıyla tepki göstermiĢtir. Erdoğan‟ın bu çıkıĢı Arap ülkelerinde sevinçle karĢılanmıĢ ve Erdoğan‟ı Arap Dünyasının Lideri konumuna yükseltmiĢtir. Birçok Arap Ülkesinde düzenlenen mitingler, doğan çocuklara Recep Tayyip Erdoğan isminin verilmesi, Arap Ülkelerinde yaĢayan Türk vatandaĢlarına olan sevginin artması bu durumun en belirgin kanıtlarındandır.