• Sonuç bulunamadı

12 Eylül‟ün ardında bıraktığı derin izlerin sadece yapılan iĢkenceler, idamlar ya da halkın ekonomik, siyasi, dini yaĢantısına vurulan bir sekteyle sınırlı olmadığını önündeki yıllara dahi sirayet edecek bir zihniyet değiĢimi ve kutuplaĢmasını da beraberinde getirdiğini daha önce belirtmiĢtik. Bu kutuplaĢmaların gölgesinde halkın mevcut siyasilere olan itimadı da zedelenmiĢ, koalisyonlar ekseninde ülke mevcudiyetini korumaya çalıĢmaktadır. 12 Eylül toplum üzerinde “zıt bir etki” bırakmıĢ; sivil toplum uyanıĢları kurumsallaĢmaya baĢlamıĢ, kadınlar sivil toplumda kendilerine daha çok yer edinmiĢ ve en önemlisi dindar kesim sosyolojik ve politik anlamda kendisini belli etmeye baĢlamıĢtır. Ancak bu normalleĢme\sivilleĢme çabalarının önemini geri planda tutan birçok olay yaĢanmıĢtır ki bu olaylar bugün birçok kesimin zihinlerinde oluĢan ötekiliğin elinde bir meĢale olup meydanlarda boy göstermesine neden olmuĢtur.

Bu süreçte diğer darbelerden farklı olarak, bedensel\fiziksel bir iĢkence değil; psikolojik\zihinsel bir iĢkence yaĢanmıĢtır. Bu süreçte herkes sistemin yönlendirilmesi doğrultusunda bir bakıĢ kazanmıĢtır. Ne yazık ki zihinlerde oluĢan bu bakıĢın, algıların, ötekileĢtirmelerin, yaftalamaların değiĢtirilmesi vücuda alınan herhangi bir yaranın iyileĢmesi kadar çabuk olamamıĢtır. Bu durumda son kerte de normalleĢmenin, vatandaĢlık bilincinin oturmasının önünü tıkamıĢtır. ĠĢte bu yüzden 28 ġubat süreci kimilerine göre “bin yıl sürecek” bir süreçtir. AktaĢ‟a göre “28 ġubat bakıĢı, „çürümeye ikna‟nın bakıĢıdır. Her Ģey giderek kötüye gidiyor, Ģeklindeki olumsuz yargı için bir ittifak kurulmuĢ ve geliĢen, çeĢitlenen toplumsal hareketlilik içinde baĢörtülü kadınların sunduğu yapıcı, olumlu hal ve gelecek konusunda umut veren faaliyet ve çabaların göz ardı edildiği haber ve yorumlara terk edilmiĢtir Türkiye” (AktaĢ, 2012: 23).

YaklaĢılmakta olan sürecin adı ya da tarihi çok önemli değildir. Önemli olan bu sürece katkıda bulunan olaylardır bu yüzden senaryo çok akıllıca yazılmıĢtır. Öncelikle ülkenin bel kemiğini oluĢturan, her kesimden insanın saygısını kazanan, yeri geldiğinde mevcut rejimi cesaretle eleĢtirmekten çekinmeyen ve ülkenin önündeki yıllarda düĢünsel olarak en fazla fikrine baĢvuracağı insanlar cımbızlanarak

seçilmiĢtir. Bu kiĢiler taraftarı oldukları kesimlerin baĢı her sıkıĢtığında gidecekleri tükenmez bir kaynak oluĢturmuĢlardır. Ödedikleri bedel en ağır Ģekilde tezahür etse de ne gariptir ki tükenmez bir karizmanın da yollarını açmıĢ, kitlelerinin “efsane”si olmuĢlardır. Bugün geriye dönüp baktığımızda seçilen insanların birbirinden bağımsız ya da tesadüfen belli bir ideolojinin militanının bir anda planlayıp „tek baĢına ve anlık‟ gerçekleĢtirebileceği bir infaza kurban gittiğini inanmak akıl karı değildir.

28 ġubat‟a giden bu yol; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun gibi birçok aydının suikastiyle baĢlamıĢtır. Ve daha sonra Org. EĢref Bitlis suikastiyle devam etmiĢtir. (Elbette ki bu olayların planlanıĢ süreleri daha eskilere dayanmaktadır) Bu isimlerin temsil ettikleri kesim, kendisini Cumhuriyet rejiminin koruyucusu olarak nitelendirdiğinden bu durum da halk arasında bölünmelere yol açmıĢtır. Artık toplumda kimilerine göre sadece “Mağdur” olduğunu iddia eden, rejimi korumak, haklı olanın yanında olmak pahasına canından olan kesimle; mağduriyetlerin kaynağı olan, resmi ideolojiyle yıldızı barıĢamamıĢ, Ģeriat özlemiyle dolu olan bir kesim vardı. Aslında bu bölünmelerden gerçekten kimin mağdur olduğunu ya da olacağını zamanla görmek daha mümkün olacaktı. Görünen en belirgin durum ise, ülkenin siyasetle olan iliĢkisine vurulmak istenen her sekte ile iliĢkilerin bir o kadar birbirine bağımlı hale geldiği idi.

Entelektüel kesimde boĢalan liderlerin yeri, halkta oluĢturulan\oluĢturulmak istenen “nefret ve ötekileĢtirmeyle” doldurulmaya çalıĢılırken 8. CumhurbaĢkanı Turgut Özal hayatını kaybetmiĢti. Türkiye Cumhuriyetinin sivil kökenli ikinci cumhurbaĢkanı olan Özal; “orta sınıfın babası” olmuĢ, bu kesimin cılız olan sesini gürleĢtirmiĢ ve ülkenin ekonomik anlamda liberalleĢmesi önünde tartıĢmalı da olsa alıĢılagelmiĢin dıĢında kararlara imzasını atmıĢtı. Ölümünün denk geldiği süreç ise, ülkenin karizması olan bir lider etrafında örgütlenmek, tek vücut haline gelip içinde bulunduğu çıkmazlardan kurtulmak için liderine duyduğu ihtiyacın en fazla olduğu zamanlardı. Özal‟ın öte yandan Kürt meselesi konusunda da attığı veya atmak istediği adımlar Türk siyasi denkleminde eksik olan taĢları tamamlamak ve çözüm üretmek niteliğindeydi. Ancak Özal bu süreci tamamlayamadan ve ardında pek çok soru iĢaretleri bırakarak hayatını kaybetti. (17 Nisan 1993)

Özal‟ın ölümüyle gelen soru iĢaretleri yukarıda belirttiğimiz aydın suikastleriyle de örtüĢerek günümüze uzanan “acaba‟ları” da beraberinde getirmiĢtir. Nitekim bu sayfaların yazılmakta olduğu günlerde, Özal‟ın da bir suikaste kurban gittiği ihtimali artmıĢ ve bu ihtimalin kesinleĢmesi için adli tıp raporları beklenmektedir. Bu kesinleĢme Ģu bakımdan hayati bir önem arz etmektedir: Evet, Özal geri gelmeyecektir ancak siyasi cinayetler, faili meçhule gitmiĢ gözaltı mağdurları, hangi taraftan olduğu fark etmeksizin mutlaka “mağduriyete” uğrayan tarafların gözünde devlet, kaybettiği karizmasını olayların peĢine düĢerek geri kazanabilecektir. Devlet içinde devlet yapılanması için “kökenine inme ve sorgulama” bu olaylara sebebiyet verenler için soğuk bir duĢ etkisi yaratacak ve artık bu iĢlerin böyle yürümediği\yürümeyeceği için de bir emsal olacaktır. Bu sayede de ülkenin gerçek manada demokratikleĢebilmesi ve hukuk devleti olabilmesi için gerekli siyasal zemin hazırlanmıĢ olacaktır.