• Sonuç bulunamadı

Açıkça Anılmayanlar

Belgede Sahabe bilgisinin tespiti (sayfa 70-78)

BÖLÜM 1: İLK DÖNEMDE SAHÂBE BİLGİSİNİN TESPİTİ

1.1. İlk Dönemde Sahâbe Bilgisinin Kaynakları

1.1.2. Yazılı Kaynaklar

1.1.2.1. Kur’ân-ı Kerîm

1.1.2.1.2. Açıkça Anılmayanlar

Sahâbeden bazı şahıslar ve gruplar ise açıkça anılmamaktadırlar. Fakat bu şahıs ya da gruplardan kimlerin kastedildiği tevatüren veya tarihen sabit olan rivayetlerle anlaşılmaktadır.

1.1.2.1.2.1. Şahıslar

Yirmi üç yılda olaylara ve gelişmelere göre nazil olan Kur’ân-ı Kerîm’de bazı âyet-i kerîmeler çeşitli şahısların söz ve davranışlarıyla ilgili olarak indirilmiştir. Ancak yukarıda geçtiği üzere bunlardan sadece Zeyd b. Hârise’nin adı açıkça zikredilmektedir. Diğer sahâbîlerle ilgili indirilen âyetler ise Hz. Peygamber’in açıklamalarıyla ve hem hakkında âyet indirilen sahâbîlerin hem de diğer sahâbîlerin tanıklıklarıyla anlaşılmaktadır. 316 el-Ahzâb (33) 6. 317 el-Ahzâb (33) 53. 318 el-Ahzâb (33) 30-33, 59. 319

el-Ahzâb (33) 32. Ayrıntılı bilgi için bkz. Çapan, a.g.e., s. 209-219.

320

Bkz. el-Ahzâb (33) 29-30; et-Tahrîm (66) 5.

321

58

Kur’ân-ı Kerîm’de kendisine işaret edilen sahâbîlerden birisi Hz. Ebû Bekr’dir. İlk Müslümanlardan olan ve Hz. Peygamber’in bir gece Mekke’den Kudüs'e oradan Sidretü’l Müntehâ’ya gittiği İsra ve Mîrâc hadisesini duyan Mekkeli müşriklerin bunu kendisine yetiştirdiklerinde “o dediyse doğrudur” sözüyle “es-sıddîk” lakabını alan322 Hz. Ebû Bekr, Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşıydı.

Mekkeli Müşriklerin zulüm ve işkenceleri artınca Hz. Peygamber; Hz. Ebû Bekr, Hz. Ali ve hapsedilen bazı sahâbîler dışında herkesi Medîne’ye göndermiş323

sonra en yakın arkadaşı ve kadim dostu Hz. Ebû Bekr ile beraber hicret yolculuğuna başlamıştı.324

Hz. Peygamber, Mekkeli Müşriklerin kendilerini takip etmeleri üzerine Sevr dağındaki küçük bir mağaraya sığınmıştı. Hz. Ebû Bekr, Mekkeli müşriklerin izlerini bulmaları nedeniyle endişeye kapılmış, Hz. Peygamber de onu; “Üzülme! Allah, hiç şüphe yok ki

bizimle beraberdir!” diyerek teskin etmişti. Bu hadiseyi anlatan âyet-i kerîme’de Allah

Teâlâ, Hz. Ebû Bekr’i, ismini vermeden “ikinin ikincisi” ve “onun arkadaşı” olarak nitelemekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Eğer siz ona (Rasûlüm’e) yardım etmezseniz (hatırlayın o demleri ki) kâfirler onu (Mekke’den) çıkardıkları (hicretine sebep oldukları) zaman bizzat Allah ona yardım etmişti. (Yine de O, nusretini esirgemez. O demler öyle demlerdi ki Rasûlüllah ancak) ikinin ikincisinden ( ِن ي ن ثا ) ibaretti (Hak’tan başka mededkârı yoktu). O zaman onlar ىِنا ث

(«Sevr» dağının tepesindeki) mağaradaydılar. Peygamber, o vakit arkadaşına ( هِب ِحا صِل)

(Ebû Bekir es-Sıddîk’a): «Tasalanma. Allah, hiç şüphe yok, bizimle beraberdir» diyordu. Allah o (arkadaşı) nın üzerine (kalbine) sekînetini (kuvve-i maneviyyesini) indirmiş, onu (Habîbini) görmediğiniz (manevî) ordularla te’yîd etmiş, kâfirlerin kelimesini (küfürlerini) alçaltmıştı.”325

322 İbn Hişâm, a.g.e., s. 348. 323 İbn Hişâm, a.g.e., s. 413. 324 İbn Hişâm, a.g.e., s. 417. 325 et-Tevbe (9) 40.

59

Âyet-i kerîme’de geçen “ikinin ikincisi / ِن ي ن ثا ” ve “arkadaşına / هِب ِحا صِل ” ifadelerinden ىِنا ث kastedilenin Hz. Ebû Bekr olduğuna dair icmâ‘ın bulunduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle Hz. Ebû Bekr’in suhbetini inkâr edenin kâfir olacağı da söylenmektedir.326

İsmi açıkça anılmayan bir diğer sahâbî de Hz. Ebû Bekr’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Aişe’dir. Hz. Aişe’ye, İfk hâdisesiyle327

ilgili âyetlerde işaret edilmektedir. İfk hâdisesinden dolayı dolayı Hz. Peygamber, pâk ve muhterem eşi Hz. Aişe ve Hz. Ebû Bekr büyük üzüntü duymuş, hâdise, ashâb arasında da çeşitli tartışmalara yolaçmıştı.328

Sıkıntılı bir süreçten sonra Allah Teâlâ, Nisâ sûresi 11-20 arası âyetleri inzal buyurdu.329 Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak, mezkür ifk hâdisesine atıfta bulunarak isim zikretmeksizin Hz. Aişe’ye büyük bir iftira atıldığını söyleyerek onun tertemiz olduğunu bildirmekte, iftirayı atan münafık için büyük bir azabın olacağını zikretmekte, iftiraya karışan mü’minlere de sitem edip onları yeren ifadeler kullanmaktadır.

326

Ebû Hayyân el-Endelûsî, Muhammed b. Yûsuf (ö.745/1344), Tefsîru el-Bahru’l-muhît, dirâse, thk. ve tlk., ‘Âdil Ahmed ‘Abdülmevcûd vd., 1. Basım, I-VIII, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1993, V, 45; Kurtubî, a.g.e., IV, 353; Râzî, Ebû ‘Abdillah Fahruddîn Muhammed b. Ömer er-Râzî (ö.604/1207), Tefsîru’l-Fahri’r-Râzî el-Meşhûr bi Tefsîri’l-Kebîr ve Mefâtîhi’l-ğayb, 1. Basım, I-XXXII, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1981, XVI, 67.

327

İfk hâdisesinin meydana gelişi özetle şöyledir: Hz. Peygamber, Mustalikoğullarının Müslümanlara karşı savaş hazırlığında olduklarını öğrenince, hicretin beşinci (İbn İshâk’ın es-Sîre adlı eserinde bu seferin, hicretin altıncı yılında düzenlendiği zikredilmektedir. Bkz. İbn İshâk, a.g.e., s. 439) yılında içlerinde münafıkların da bulunduğu bir orduyla Müreysî‘ denilen yerde Mustalikoğulları ile savaşmış ve onları hezimete uğratmıştı (İbn İshâk, a.g.e., s. 440; Vâkıdî, a.g.e., s. 301). Rasûlüllah (s.a.s.), sefere giderken âdeti üzere kura çekerek hanımlarından bazısını da beraberinde götürürdü. Bu seferde ise kura Hz. Aişe ile Ümmü Seleme’ye çıkmıştı (Vâkıdî, a.g.e., s. 312. İbn İshâk’ın es-Sîre’sinde sadece Hz. Aişe zikredilmektedir. Bkz. İbn İshâk, a.g.e., s. 445). Sefer dönüşü Medine yakınlarında konakladılar. Hz. Aişe, ihtiyacı için ordugâhın dışına gitti. Döndüğü zaman boynundaki gerdanlığın düştüğünü farketti. Gerdanlığı bulmak için tekrar geri gitti. Döndüğünde kafile hareket etmiş ve gözden kaybolmuştu. Kendisini ararlar düsüncesiyle orada oturup bekledi. Bir süre sonra ordunun artçısı Safvân b. Mu‘attal çıkageldi. Sonra da onunla birlikte diğerlerine yetişmek için yola koyuldu. Fakat onlara yetişemediler. Sabah olunca Hz. Aişe’nin geride kaldığını farkettiler. Bir müddet sonra Hz. Aişe, Safvân ile birlikte çıkagelince sefere katılan münafıklar Hz. Aişe ve Safvân hakkında dedikodu yaydılar (İbn İshâk, a.g.e., s. 445; Vâkıdî, a.g.e., s. 313. Ayrıca bkz. Buhârî, “Şehâdât”, 15, hadis no: 2661). Bazı Müslümanlar da bu dedikodu olayına karıştı. Böylece tarihe İfk hâdisesi diye geçen meşhur olay meydana geldi.

328

Bkz. İbn İshâk, a.g.e., s. 447-448; Vâkıdî, a.g.e., s. 314-315.

329

İbn İshâk, a.g.e., s. 450; Vâkıdî, a.g.e., s. 316; Buhârî, “Şehâdât”, 15 (hadis no: 2661). Hz. Peygamber’in diğer hanımlarına işaret eden âyetlerle ilgili bkz. Çapan, a.g.e, 242-244.

60

Hz. Peygamber’in diğer hanımlarından Hz. Zeynep bint Cahş ve Hz. Hafsa da Kur’ân’da adı açıkça zikredilmeyen kadın sahâbîlerdendir.330

Mekke’de müşrikler, Rasûlüllah’a (s.a.s.) gelip yanındaki zayıf ve fakir mü’minleri kovmasını istemişlerdi. Rasûlüllah da bunu yapmak isteyince şu âyet-i kerîme nazil olmuştu:331

“Sabah, akşam Rablerine, sırf Onun cemâlini dileyerek, dua edenleri

(huzurundan) kovma. Onların (kâfirlerin) hesabından hiç bir şey sana, senin hesabından hiç bir şey de onlara ait değildir. Onları (fakirleri) kovarsın (amma) zalimlerden olursun. Biz, onlardan (insanlardan) kimini kimi ile -(sırf) «Allah (buldu buldu da) aramızdan bunlara, bunların üzerine mi lütfunu reva gördü»? desinler diye- işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil mi?”332

Sa‘d b. Ebî Vakkâs, âyetin nuzûlüne, kendisinin de içinde bulunduğu altı kişinin sebep olduğunu söyleyerek bunlardan İbn Mes‘ûd ve Bilâl’in ismini vermekte, birisinin Huzeyl kabilesinden bir adam olduğunu, diğer ikisinin ise ismini hatırlamadığını belirtmektedir.333 İbn Mes‘ûd da herhangi bir sayı belirtmeksizin, o esnada Hz. Peygamber’in yanında Habbâb b. el-Eret, Suheyb b. Sinân, Bilal b. Rabâh ve ‘Ammâr b. Yâsir’in olduğunu söylemektedir.334 Her iki haberdeki sahâbe adları karşılaştırıldığında bu altı kişinin Sa‘d b. Ebî Vakkâs, İbn Mes‘ûd, Habbâb, Suheyb, Bilâl ve ‘Ammâr oldukları söylenebilir.

Bir âyet-i kerîme’de ise Allah ve Rasûlüne itaati, akrabalık bağlarına önceleyenlerden bahsedilerek şöyle buyrulmaktadır: “Allah’a ve ahiret gününe imanda sebat eden hiçbir

kavmin Allah’a ve Rasûlü’ne muhalefet eden kimselerle -velev ki onlar, bunların babaları, ya oğulları, ya biraderleri yahut soy sopları olsunlar- dostlaşacaklarını görmezsin. (…) Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır,

330

Ayrıntılı bilgi için bkz. Çapan, a.g.e., s. 242-245.

331

Bkz. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XI, 374; Kurtubî, a.g.e., III, 562.

332

el-En‘âm (7) 52-53.

333

Müslim, “Fedâilu’s-sahâbe”, 46

334

61

işte onlar Allah fırkasıdır. Gözünüzü açın ki Allah fırkası (mensupları) umduklarına erenlerin ta kendileridir.”335

Âyette geçen; “…velev ki onlar, bunların babaları, ya oğulları, ya biraderleri yahut soy

sopları olsunlar…” ifadesiyle, babası Abdullah b. el-Cerrâh’ı öldüren Ebû ‘Ubeyde b.

el-Cerrâh, oğlu ‘Abdurrahmân’ı öldürmeye çalışan Hz. Ebû Bekr, kardeşi ‘Ubeyd b. ‘Umeyr’i öldüren Mus‘ab b. ‘Umeyr, dayısı el-‘Âs b. Hişâm b. el-Muğîre’yi öldüren Hz. Ömer, aşiretinden ‘Utbe’yi öldüren Hz. Hamza, Şeybe’yi öldüren Hz. Ali ve Velid b. ‘Utbe’yi öldüren ‘Ubeyde b. el-Hâris’in kastedildiği söylenmektedir.336

Bunların dışında Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve daha birçok sahâbî hakkında âyetlerin nazil olduğu da nakledilmektedir.337

Örnek olarak verilen bu âyetlerden de anlaşılacağı üzere Kur’an-ı Kerîm’de sahâbîler birçok âyette sarâhaten veya zımnen övülmektedir.

Sahâbileri öven bu âyetlerin yanında bazı âyetlerde de bir kısım sahâbe, adları açıkça anılmaksızın tenkit edilmektedir.

İlgili örneklere geçmeden önce birkaç hususa değinmekte yarar vardır. İlâhî vahyin ilk muhatabı olan toplum, medeniyetten yoksun, dini ve insani değerler açısından ibtidai bir hayat sürdüren ve “cahiliyye” toplumu olarak adlandırılan bir toplumdu. Dolayısıyla Kur’ân’ın yüksek ve ideal değerlerini cahiliye dönemi insanının bir anda kabullenmesi ve kaldırabilmesi mümkün olmayacaktı. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerîm, olayların akışına ve ilk muhatapların davranışlarına göre 23 yılda peyderpey indirildi. Nihayetinde cahiliye dönemi insanları, örnek bir nesle inkılab ederek “asr-ı saâdet” toplumunu meydana getirdi.

Hz. Peygamber’in eğitiminden geçen bu neslin hepsi aynı insani özelliklere sahip değildi. Bu nedenle kimisi kısa sürede zirve noktaya erişirken kimisi de bazı beşeri zafiyetleri nedeniyle yavaş yavaş ilerleme kaydediyordu. Bazı sahâbîler ise beşeri

335

el-Mucâdile (58) 22.

336

İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, thk., Muhammed Hüseyin Şemsuddîn, 1. Basım, I-IX, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1998, VIII, 84; Kurtubî, a.g.e., IX, 198.

337

62

zaafiyetlerinden kaynaklanan sebeplerle yanlış davranışlarda bulunabiliyorlardı. Kur’ân, sahâbîleri topluca veya münferiden övmekle birlikte sahâbîlerden bazısının yapmış olduğu yanlış davranışları da haber vererek ilâhî mesajı, sahâbe nesli üzerinden, gelecek tüm nesillere ulaştırmaktadır.

Kur’an-ı Kerîm’de yerilen bazı sahâbîler şunlardır:

Allah Teâlâ, daha önce geçen İfk hâdisesinde Hz. Aişe’ye atılan iftiraya iştirak eden bazı sahâbîler yermekte ve şöyle buyumaktadır: “O ağır iftirayı uyduranlar, sizin

içinizden bir güruhtur. Onu işittiğiniz vakit erkek mü’minlerle kadın mü’minlerin, kendi vicdanları (önünde), iyi bir zanda bulunup da «Bu, apaçık bir iftiradır» demeleri (lâzım) değil miydi? Buna karşı dört şâhit getirmeli değil miydiler? Madem ki onlar (bu) şâhitleri getiremediler, o halde onlar Allah indinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyâda ve âhirette Allah’ın fazl-u rahmeti üstünüzde olmasaydı içine daldığınız (bu) yaygaradan dolayı sizi her halde büyük bir azâb çarpardı.”338

Bu âyetlerle kastedilenlerin Hassan b. Sâbit, Mistah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş gibi Müslümanlar oldukları söylenmektedir.339

Konuyla ilgili olarak şu örnek de verilebilir: Rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.s.), Velid b. ‘Ukbe’yi zekât toplaması için Mustalikoğulları’na göndermişti. Mustalikoğulları onu yolda karşılamaya çıkınca Velîd b. ‘Ukbe daha önce aralarındaki husumet nedeniyle kendisine zarar vereceklerini düşünüp Rasûlüllah’a (s.a.s.) dönmüş ve onların dinden döndüklerini ve zekât vermek istemediklerini söylemişti. Bunun üzerine hakkında şu âyet inmişti:340

“Ey îman edenler, eğer bir fâsık size bir haber

getirirse onu tahkik edin. (Yoksa) bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman kimseler olursunuz.”341

338

en-Nûr (24) 11-14.

339 İbn Hişâm, a.g.e., s. 849; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 197; Buhârî, “Meğâzî” 35 (hadis no: 4141); Ebû Dâvûd, “Hudûd” 34 (hadis no: 4475). Ayrıca bkz. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, IX, 275; İbn Kesîr, Tefsîr, VI, 22.

340

Taberî, a.g.e., XI, 383; Taberânî, Ebu’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî (ö.360/970), el-Mu‘cemu’l-kebîr, thk., Hamdî b. ‘Abdilmecîd es-Silefî, 2. Basım, I-XX, Musul: Mektebetu’l-‘Ulûm ve’l-Hikem, 1983, XVIII, 6; Beyhakî, Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali b. Mûsâ Ebû Bekr el-Beyhakî (ö.458/1065), Sünenu’l-Beyhakî el-kübrâ, thk., Muhammed ‘Abdülkâdir ‘Atâ, I-X, Mekke: Mektebetu Dâri’l-Bâz, 1994, IX, 54; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 266.

341

63

1.1.2.1.2.2. Gruplar

Kur’ân-ı Kerîm’de bazı sahâbe gruplarına da açıkça anılmakasızın işaret edilmektedir. Bunlar Uhud, Hendek ve Tebuk savaşlarına katılan ve katıl/a/mayan kimselerdir.

Uhud savaşına katılanlarla ilgili âyetlerde savaş öncesinde Müslümanlar arasından iki grubun morallerinin bozulup sarsıldığına işaret edilmekte,342

savaş sırasında Müslümanların yılgınlık gösterip emre karşı gelmeleri ve dünya malına meyletmelerine sitem edilmekte,343 bununla birlikte nihayetinde Allah’ın yardımına mazhar oldukları344 ve bağışlandıkları345

ifade edilmektedir. Uhud’da Müslümanların yenilip dağılmasından sonra Hz. Peygamber’in çağrısına uyanlar ayrıca zikredilerek onlara da büyük bir ecir vadedilmektedir.346

Hicretin beşinci yılında gerçekleşen ve Müslümanların Medine’nin etrafına Hendek kazmalarından dolayı Hendek, Mekkeli Müşriklerin birçok grubu birleştirerek Medine’ye geldikleri için de Ahzâb savaşı adını alan savaşa katılan sahâbîlere de Kur’an’da işaret edilmektedir. Bu savaşta Müslümanlar hem içerde Yahudi ve Münafıklarla hem de dışta Müşriklerle mücadele etmek zorunda kalmışlardı. Uzun süren muhasara ve mücadeleler sonucunda Allah’ın yardımıyla Müşrikler dağılıp gitmişlerdi.

Hendek savaşıyla ilgili olarak nazil olduğu söylenen347 âyet-i kerîmelerde Allah Teâlâ, mü’minlere lütfettiği yardımlardan, savaşın çetinliğinden, mü’minlerin hâlet-i ruhiyelerinden, karşı karşıya kaldıkları imtihandan ve şiddetli sarsıntıdan bahsetmekte348 ayrıca imanlarını artırdığını söyleyerek onları övmektedir.349

342

Âl-i ‘İmrân (3) 122. Müşrikler, Bedr’in hezimetinden sonra ertesi yıl (3/624) daha kalabalık ve güçlü bir orduyla Medine yakınlarındaki Uhud’a kadar gelmişlerdi. Gelen ordunun büyüklüğü ve Müslümanlar arasından Abdullah b. Übey b. Selûl’ün üçyüz adamıyla İslam ordusundan ayrılması, daha savaş başlamadan Müslümanlardan iki grubun moralini bozup sarsılmalarına neden olmuştu.

343

Âl-i ‘İmrân (3) 152.

344

Âl-i ‘İmrân (3) 152, 154.

345

Âl-i ‘İmrân (3) 152. Âyetin Uhud savaşından sonra nazil olduğu söylenmektedir. Bkz. Kurtubî, a.g.e., II, 438.

346 Âl-i ‘İmrân (3) 172. 347 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, X, 262. 348 el-Ahzâb (33) 9-11.

64

Kur’ân-ı Kerîm’de işaret edilen gruplardan birisi de Ğazvetu’l-‘Usra diye de adlandırılan350

Tebuk seferiyle ilgili kimselerdir. Âyetlerde Tebuk seferiyle ilintili olanlar; sefere katılan, katılamayan ve katılmayan kimseler olmak üzere üç grupta ele alınmaktadır.

Hicretin dokuzuncu yılında meydana gelen Tebuk seferi, Müslümanların büyük bir imtihandan geçrmelerine sebep olmuştu. Nitekim Rasûlüllah (s.a.s.) Tâif muhasarasından henüz dönmüş ve Müslümanlar yorgun düşmüştü. Ayrıca yaz mevsimi nedeniyle aşırı sıcakların olması, hurmaların hasat vaktine denk gelmesi ve gidilecek mesafenin uzunluğu dolayısıyla bu sefer, Müslümanların bir kısmına ağır ve zor gelmişti.351

Bu nedenle Allah Teâlâ, Müslümanlardan bir kısmının dünyaya meylini yermekte352 sonra da Hz. Peygamber’e tabi olan Muhâcir ve Ensârı affettiğini ve tevbelerini kabul ettiğini bildirmektedir.353

Tebuk seferiyle ilgili olarak Kur’an’da işaret edilen bir grup da bekkâûn/ağlayanlar denilen354 ve imkânsızlıkları nedeniyle Tebuk seferine katılamayan kimselerdir. Nitekim bu kişiler Tebuk seferine katılmak için Hz. Peygamber’den binek istemiş fakat Hz. Peygamber, elinde fazla binek bulunmadığı için onlara binek temin edememişti. Onlar da binekleri olmadığı için savaşa katılamamış ve bundan dolayı çok üzülüp ağlamışlardı. Allah Teâlâ bu duruma işaret ederek onlar hakkında; “Bir de şunlara

günâh (ve mes'ûliyyet) yoktur ki: Kendilerini bindir (ip sevk et) men için ne zaman sana geldilerse, «Size bir binek bulamıyorum» dedin ve (bu uğurda kendileri) harcayacak bir şey bulamadılar da kederlerinden gözleri yaş döke döke döndüler.”355

buyurmaktadır.

349

el-Ahzâb (33) 22.

350

Tebuk seferi, yazın sıcağında, meşakkatli ve imkânsızlıklar içerisinde gerçekleştiğinden dolayı “Ğazvetü’l-‘Usra” diye de adlandırılmaktadır. Bkz. Buhârî, “Meğâzî”, 79; İbn Hibbân, Sahîh, VIII, 328.

351 İbn Hişâm, a.g.e., s. 1023.

352

et-Tevbe (9) 38. Âyetin Tebuk gazvesiyle ilgili olduğu söylenmektedir. Bkz. Taberî, a.g.e., VI, 372.

353

et-Tevbe (9) 117.

354

Mücahid, onların Mukarrin oğullarından olduklarını söylemektedir, Bazıları ise onların yedi kişi olduğunu söyleyerek isimlerini sıralamaktadırlar. Bkz. Taberî, a.g.e., XIV, 422-423.

355

65

Tebuk seferine, meşru bir özrü nedeniyle katılamayan bazı mü’minlerin yanında geçerli bir özrü olmayan Ka‘b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî‘ el-Ensârî ve Hilâl b. Ümeyye b. ‘Âmir de katılmamıştı. Rasûlüllah (s.a.s.) sefer dönüşü, sefere katılmayanların mazeretlerini dinlemiş ve onları mazur görmüştü. Fakat sözü edilen üç kişi bir mazeret beyan etmemişti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s.), Allah Teâlâ onlar hakkında hüküm bildirinceye kadar Müslümanların onlardan uzak durmalarını ve onlarla konuşmamalarını emretmiş ve elli günlük bir çilenin ardından Allah Teâlâ, onların tevbelerini kabul ettiğini bildirmişti.356

Söz konusu âyette onlar hakkında şöyle buyrulmaktadır: “Ve geriye kalan o üç kişinin

de, bütün genişliğiyle beraber (öylesine bunalmışlardı ki) yeryüzü onlara dar gelip, vicdanları için için onları sıkıp durduktan ve Allah'tan başka sığınacak bir (kapı) bulunmadığını kesinlikle anladıktan sonra eski hallerine dönmeleri için onları tevbeye muvaffak kıldı. Şüphesiz ki Allah tevbeleri çokça kabul edendir ve O çok merhametlidir.”357

Belgede Sahabe bilgisinin tespiti (sayfa 70-78)