• Sonuç bulunamadı

B. Tarihî Kaynaklar

2. Arapça Kaynaklar xl

1.1. HERÂT BÖLGESİ’NE KOMŞU BÖLGELER

2.2.5. Herât Bölgesi’nin Şehirleri ve Bu Şehirlerin Orta Çağ’daki Durumları

1.2.5.1 Herât

1.2.5.1.2. Şehrin Fizikî Yapısı

Eski şehirlerle ilgili olarak kaynaklarda kal’a geçmektedir. Ancak buralar sadece birer kale değil aynı zamanda birer yerleşim yeriydi. Türklerin İslâmiyet’ten önceki yaşam alanlarının fizikî yapısı incelendiğinde buraların kal’a değil birer şehir olduğu

44 İsfendiyar’ın oğlu Behmen’in kızı Şemîrân asıl ismi Hûmayı Çehrazat’tı, ona ona Şemîrân diyorlardı.

anlaşılmaktadır. Fütuhu’l-Büldân yazarı el-Belâzurî “Tirmiz bir kaledir.” demekle birlikte kalede bir dikhânının bulunduğuna, kale içinde insanların yaşadığına işaret etmiştir. Üstelik de kalenin içinde sarayın varlığını kaydetmiş olmasına bakılırsa aslında kal’adan kastedilen şeyin bir şehir ya da yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Araplar Tirmiz şehrini fethettiklerinde el-Belâzurî, burasını şehir olarak adlandırmıştır (el-Belâzurî, 2002: 608; V. Barthold, 1990: 76, 78-79). Özellikle V. yüzyıla doğru Mâverâünnehr ve Horâsân’da başlayan yerel güçlerin ağırlık kazandığı bir düzenin sonucu olarak kal’a şeklindeki yapıların oluşmaya başladığı ve şehirlerin etrafı surlarla çevrili şatoya benzer küçük yerleşim birimleri şeklinde kendini gösterdiği bilinmektedir (Can, 2002: 152). Nitekim bölge şehirlerinin çoğunda şehrin içinde savunma amaçlı bir kale mevcut olup, bu kaleden sonra şehir ve şehrin etrafını çevreleyen surlar bulunmaktaydı. Şehre ancak belli yerlerdeki kapılardan girilmekteydi.

İran ve Türkistan şehirleri iki temel unsurdan oluşmaktaydı. Bunlar diz (Kohendiz) adı verilen büyük bir kale ile şehristân (medîne) adı verilen asıl şehirdir (W. Barthold, 2005: 224; Özçamca, 2007: 33). Eski Türklerde “diz”’i karşılayan “ordu”, şehristânı karşılayan ise “balık”’ın içine inşâ edilmekle birlikte bazen de ordunun etrafında yeni bir balık kurulduğu oluyordu. Bu nedenle şehirler “ordubalık” veya “ordukent” gibi adlar almaktaydı” (Esin, 1968: 35). Müslüman Araplar, İran ve Türkistan’ı fethetmelerinin ardından buraların şehir hayatının ve iki unsurdan oluşan şehir tipinin de değişmesine büyük katkı sağlamışlardır (V. Barthold, 1977: 24).

Orta Çağ İslâm devletlerinin büyük şehirleri umûmiyetle üç kısımda teşekkül ediyordu: Kale, şehir ve varoş (rabaz). Bazen Ulu Câmi ile hükûmet dairelerini ve mahalleleri de ihtivâ eden kale (iç şehir-medîne-şehristân) yerleşim yerinin ortasında bulunurdu. Surlarla çevrili olan bu asıl şehir, büyük kapılarla dışarı bağlanırdı. Şehrin

surları dışarı genişleyerek (Farsça Birûn, Zâhiru’l-medîne veya rabaz) vücuda geliyordu. Bunun etrafında bahçeler ve daha ilerisinde tarlalar uzanıyordu (Turan, 2010: 340).

Horâsân’ın önemli şehirleri olan Semerkand, Buhârâ ve Belh gibi Herât’ın da etrafını sur çevrelemekteydi. Arapların medîne, Farsların şehristân dedikleri esas şehir bu surun içinde bulunurdu (W. Barthold, 1930: 50; V. Barthold, 1990: 82, 88). Dönemin diğer şehirlerinin de Herât gibi surdan şehre girmek için kapıları bulunurdu. Surlar önceleri kerpiçten yapılmıştı. Horâsân’ın dört büyük şehrinde de surlar, giriş kapıları, câmi, câminin yanında pazar ve dükkânların bulunması ortak özellik taşımaktaydı (W. Barthold, 1930: 50; V. Barthold, 1990: 82, 88, 90).

Câmi: Şehristânın merkezinde olup toplumsal hayatın odak noktasını oluşturmuştur (Can, 2002: 150-161). Orta Çağ’da her şehirde bir büyük câmi (Mescid-i Cuma) yapılırdı. Herât’ın da çok eskiden beri böyle bir câmisi vardı.

Dâru’l-Emâre (Emîrlik Sarayı-Hükûmet Konağı): Çoğu zaman şehrin veya kalenin içine yapılırdı. Yalnız Herât’ta emîrlik sarayı kalenin ve şehir merkezinin dışında Horâsânâbâd denilen yere yapılmıştı (İbn Havkal, 1992: 217; İsfizârî, 1338: II/7; el-Belâzurî, 2002: 458-459; İbn Havkal, 2004: 144; Ensârî, 1383: 103). Bu yönüyle Herât, Arap şehircilik anlayışından ayrılmıştır (İbn Havkal, 2004: 144). Sonraki yüzyıllarda şehrin büyüyüp genişlemesi ile yönetim binası içeride kalmıştır.

Şehirde bulunan diğer belli başlı yapılar ise emîrlik hamamı, dîvânlar, hapishâne, beytü’l-mâl gibi devlet kurumları ile birlikte bulunan diğer kurumlardı. Bu binalar şehrin farklı noktalarında bulunabilirlerdi (Can, 2002: 150-161).

Çarşı ve Pazarlar: Bir İslâm şehrinin kuruluşunda iki önemli yapı şehrin oluşumunu şekillendirmiştir. Bunlardan birisi bölgenin veya şehrin en büyük ibadet ve

aynı zamanda toplanma yeri olan câmi (çoğu şehirde bu câmiler Mescid-i Cuma adını almışlardır), ikincisi de hayatın devamı için çok önemli olan ve ticarî münasebetlerin sürdürüldüğü pazarlardı. Haftalık pazar yerlerinin etraflarının çevrilmesi ve pazar olarak sürekli açık bulundurulmaları buraları ticarî bir merkezden şehirlere dönüştürüyordu (Demir, 2003: 157).

Çarşı kelimesi Farsça çârşû veya çâr-sû/çehar-sü kelimelerinden gelmektedir (Kırpık, 2012: 523). İslâm öncesi İran ve Türkistan şehirlerinde ticaret meydanı şehrin içinde değil, surların dışında ve kapının hemen yanında bulunmaktaydı. İran ve Sâmânî dillerine başka dillerden alınmış olan ve “kapı yanındaki iş anlamına gelen bâzâr” sözü de bunu göstermektedir (W. Barthold, 1977: 24). Nitekim Herât’ın kapılarının her birinin yanında pazar kurulduğu tarihi kayıtlarda mevcut olup ekonomi kısmında değinilecektir.

Mahalleler: İslâmlaşma süreci ile birlikte dinî ayrımlı ve Arapların kabile anlayışına göre oluşturulan mahalleler meydana gelmeye başlamıştır. İslâmiyet’ten sonra ise mahalleler etnik ve dinî temelli kurulmaya başlamıştır. Şehirler gibi mahalleler ve caddeler de çoğu zaman surlarla çevriliyordu. Mahallelerin temel gereksinimlerini karşılayan fırın, bakkaliye, kumaş satanlar gibi dükkânlar (sûk), hamam ve mescidler gibi ortak kullanım alanları vardı. Orta Çağ’da gerek bölgenin en büyük şehri Herât ve gerekse diğer şehirlerde mahalle ve sokaklar mevcuttu.

Şehirlerdeki evler avlulu ve avlusuz olmak üzere inşâ edilebiliyordu. Evler caddeye bakıyor ise ev avlunun en gerisine yapılıyordu. Bu uygulamanın İslâmiyet’in mahremiyet anlayışına göre şekillendiği düşünülmektedir (Can, 2002: 158). Mahallelerde hamamlar, türbeler, mezarlıklar ve yanında ihtiyaca göre başka yapı ve kurumlar da oluşturuluyordu.

İslâmî dönemde kurulan Müslüman şehirler, eski dönemden kalan şehirlere dokunmadan ve onların yanı başlarında kurulmuşlardır. Ancak eski dönemlerden kalan şehirlerin fizikî yapılarını bozmamışlardır (Demir, 2003: 156). VIII. yüzyıldan itibaren İslâm yerleşim yapısı ile bağlantılı olarak şehirlerin karakterleri de oluşmuştur (Demir, 2003: 159).

Selçukluların hâkimiyetinden önce Horâsân Bölgesi; içtimaî ve fizikî hayat bakımından yerleşik hayat tarzının mevcut olduğu şehirler ile kasabalarda Abbasî Halîfeliğince temsil edilen doğu İslâm kültürünün hâkim olduğu ve aynı zamanda geniş imkânlarının olması dolayısıyla da kültürün geliştiği bir saha olmuştur. Bu nedenle burada devlet ve hukuk anlayışı tabiatıyla Tâhirîler (821-873), Saffârîler (861-1003) ve Sâmânîler (874-999) tarafından da devam ettirilmiş olan Abbasî-İslâm geleneklerine dayanıyordu (Kafesoğlu, 1992: 73; Kolbaşı, 2002: 206).

X. yüzyılda Herât’ı ziyaret eden İbn Havkal (2004: 144) şehir için: “Burası Herât’ın batısında Bûşenc yolundadır. Medîne yani şehristân ile bu yapının arası üç fersahtır. Binaları da kerpiçtendir.” demekle o zamanki şehrin büyüklüğünü ve yapılaşmada kullanılan malzemeler hakkında bize bilgi vermiştir. Müslümanların fetihlerinden sonra IX. ve X. yüzyıllarda Herât Bölgesi’nin merkezi aynı zamanda, Herât (Herî) adında bir şehirdi ve bölgenin de başkentiydi. Burası sağlam bir kalesi ve dış mahallesiyle Herât Bölgesi’nin çok büyük ve mamûr bir şehriydi (el-İstahrî, 1989: 209; İbn Havkal, 1992: 217; İbn Havkal, 2004: 144; Hudûdü’l-âlem, 2008: 58).

Orta Çağ kaynaklarının hemen tamamı şehrin etrafında ve içinde su bulunduğunu, burada şehrin rabazı olduğunu, şehrin câmisi (Cuma Câmi) ve etrafında sur bulunduğunu belirtmişlerdir (İbn Havkal, 2004: 144; el-Ya‘kûbî, 2004: 307-308 Hudûdü’l-âlem, 2008: 58; Fikri Saljuqi, 1967: Tâlikat; Özgüdenli, 2003a: 58). İsfizârî

(1338: II/6) ve Hudûdü’l-âlem (Hudûdü’l-âlem, 2008: 58) müellifi de “Herât, güçlü şehristânı ve dış mahalleleriyle çok büyük bir şehirdi.” kaydını düşmüştür. el-Ya‘kûbî, buranın içme suyunun derelerden temin edildiğini (2004: 330) belirtmiştir. Bu açıklamaya bakılırsa X. yüzyılda Herât’ın tam olarak su problemini çözemediği, Herât Nehri’nden bu anlamda tam faydalanılmadığı görülmektedir.

el-Ya‘kûbî (2002: 61; el-Ya‘kûbî, 2004: 330) ve İsfizârî (1338: II/6) X. yüzyıl Herât’ı için: “Horâsân beldelerinin en kalabalık, en mamûr ve halkı en güleryüzlü olanıdır. Horâsân’ın en şenlikli şehirlerinden olup ahalisi iyi huyludur.” demektedir. Makdîsî (1994: 270-272) Ahsenü’t-Tekâsım adlı eserinde el- buranın mamûr, kalabalık ve güçlü bir şehristâna sahip şehir olduğunu, hisarı, câmisi, hapishânesi bulunduğunu belirtmiştir.

İbn Rusteh ve Seyf-i Herevî, buranın büyük bir şehir olduğunu, büyüklü küçüklü dört yüz köyünün ve yüz dört kazasısının bulunduğunu, her köyün nüfusunun on ile yirmi arasında olduğunu bu eyâlette üç yüz yirmi dört kadar değirmenin bulunduğunu kaydetmişlerdir (Seyf-i Herevî, 1944: VI; İbn Rusteh, 2004: 303; Christensen, 1993: 138; Boyle, 2001: 496). Aynı yazarlar Herât’tan Kirmân’a kadar çok fazla su kuyusunun olduğunu, hatta bu mesafede kuyulardan başka bir şeyin olmadığını yazmışlardır. Rusteh’in belirttiğine göre (2004: 303), burası Orta Çağ’da Horâsan’ın büyük şehirlerindendi. İsfizârî de Ebîverd, Bâverd, Meymene başta olmak üzere çok sayıda şehrinin olduğunu belirtmiştir (I/378).

İbn Havkal’a göre Herât şehrinin içinde câmiyi ve rabadı çevreleyen bir dış şehir daha vardı. Herât’ın etrafı surlarla çevrili olup şehir dikdörtgendi (Fikri Saljuqi, 1967: Talikat; W. Barthold, 1930: 50). Bu dönem İslâm şehirlerinin genel yapısı bu şekildeydi (W. Barthold, 1930: 50 ). Sâmânîlerin Herât’a gönderdikleri vâli isyan edince Herât

halkı bu vâliyi desteklemiş ve şehrin kapılarını kapatarak vâliyi korumuşlardır. Vâlinin Herât’taki iktidarı, Eş’as b. Muhammed’in şehri fethiyle sona ermiş ve şehrin surlarının hiçbir iz kalmayacak şekilde yıkılması için görevliler tayin etmiştir. Bu yıkımla sur ve kale sanki hiç var olmamış gibi geride bir iz bırakılmadan yıkılmıştır (İbn Havkal, 2004: 144). Şehrin sağlam sur yapısının Selçuklular devrinde de muhafaza edildiğine bakılırsa sonradan tekrar yapılmış olma ihtimali akla gelmektedir. Büyük Selçuklu Devleti’nin son dönemlerindeki Oğuz isyanı sırasında şehrin fazla zarar görmeme sebebi de bu surlar ve kalenin muhkem olmasındandır.

X. yüzyılın sonlarına doğru burayı gezen coğrafyacılar; her kapıda pazar olduğundan, Saray Kapısı dışındaki tüm kapılarda akarsu ve bahçelerin varlığından bahsetmişlerdir. Bu kaynaklar Saray Kapı’sının daha kurak olduğundan, bu kapıda sulama suyu ve bahçenin bulunmadığından ve bu kapılar içersinde en mamûr olanının Fîrûzâbâd (Kandehar) Kapısı olduğundan bahsetmişlerdir (el-İstahrî, 1989: 210).

İç şehrin dört kapısı bulunmaktadır (el-İstahrî, 1989: 209; İsfizârî, 1338: II/7, 12; İbn Havkal, 1992: 217; İbn Havkal, 2004: 144; Strange, 1873: 408; W. Barthold, 1930: 50, 58; Terry, 1983: 13). Bu kapılar şunlardı:

Saray Kapısı (Bâb-ı Saray): Belh yoluna açılmaktaydı.

Ziyâd Kapısı (Bâb-ı Ziyâd): Şehrin batısındaydı. Nîşâbûr yoluna açılmaktaydı. Hûşk Kapısı (Bâb-ı Hûşk): Gûr Dağlarına doğru açılmaktaydı.

Fîrûzâbâd Kapısı (Bâb-ı Fîrûzâbâd): Sistân yoluna açılmaktaydı. Şehrin güney kapısıydı (İsfizârî, 1338: II/13; W. Barthold, 1930: 50; Brandenburg, 1977: 9; Ensârî, 1383: 172). Bu kapılardan Saray Kapısı demirdendi. Diğer kapılar ise ağaçtan yapılmıştı (el-İstahrî, 1989: 209-210; İbn Havkal, 1992: 217; el-Makdîsî, 1994: 270; İbn Havkal, 2004: 144; Strange, 1873: 408; W. Barthold, 1930: 50).

İlhanlılar devrinde idare merkezi Herât’ın güney kapısı olan Dervâze-i Fîrûz civarındaydı. Şehir bu kapıya doğru büyümüştü. Bu yönünde eskiden Saray Kapısı denilen tek bir kapısı varken sonradan birisi batısında Melik Kapısı diğeri doğusunda Beraman Kapısı olmak üzere iki kapı açılmıştır. Beraman Kapısı, Timurlular devrinde Dervâze-i Kıpçak45

adıyla bilinmekteydi. Bu kapıyı 676/1277-78 yılında şehrin darugası46

olan Kıpçak’ın yaptırdığı tahmin edilmektedir. Fahreddîn Kert zamanında şehrin genelinde bir imar faaliyetine girişilmiş olup bu dönemde kale kapılarının yanısıra şehrin ana giriş kapıları da güçlendirilmiştir (Seyf-i Herevî, 1944: 440).

Hasan-ı Rumlu (2006: 400) da şehrin kapılarının isimlerini Melik Kapısı, Irak Kapısı, Kıpçak Kapısı, Hoş (Huşk) Kapısı olarak kaydetmiştir. Câmî, İsfizârî ve Hândmîr de şehrin beş kapısı olduğunu belirtmişler ve bu kapıları şu şekilde sıralamışlardır: Dervâze-i Melik (kuzeyde), Dervâze-i Irak (güneyde), Derb-i Fîrûzâbâd (güneyde), Derb-i Hoş (Doğuda), Pervâne-i Kıpçak (kuzey doğuda) (Câmî, 1922: 12; İsfizârî, 1338: I/71,77; Hândmîr, 1362: IV/125).

İsfizârî, şehri öğrencilerine incelettirdiğini, buranın yüz kırk dokuz burcunun bulunduğunu, duvarlarının uzunluğunun bin üç yüz kadem olduğunu, şehrin çapının Derb-i Irak’a kadar bin dokuz yüz kadem olduğunu tespit ettirdiğini kaydetmiştir. X. yüzyıl coğrafyacılarının kaydı gibi İsfizârî de şehrin etrafında hendeklerin bulunduğunu

45 Bu günkü ismiyle Kutupçak

46“Moğolcada sıkmak, daraltmak, basmak, mecazî olarak da mühürlemek anlamına gelen daruga kelimesinin Türkçe karşılığı; yargan, baskak, Arapçada hâkim, şıhne anlamında kullanılmıştır (Yuvalı, 1993: 505). Moğollarda önemli yetkileri olan bu makam, onların halefleri olan devletler tarafından da kullanılmışlardır (Yuvalı, 1993: 505). Hükümdarın bir kimseye bağışladığı mülk, ihsan ve/veya imtiyâzları ihtivâ eden resmi bir belgedir (Özgüdenli, 2005c: 81). Darugalar ve hâkimler Timurlular zamanında çoğu zaman eş anlamda kullanılırlardı. Her hangi bir şehrin veya bölgenin idarî, adlî ve askerî işlerine bakarlar, bölgenin askeri ile savaşa giderlerdi. Olağanüstü zamanlarda bir bölgenin veya şehrin vergisini toplamak üzere de görevlendirildikleri olurdu. Bunların görevden azillerini Maliye Dîvânı yapardı. Ayrıntılı bilgi için bkz. Manz, 1985: 59-69; Aka, 1994: 192.

belirtmiş ve eski kaynaklara ilaveten bu hendeklerin derinlik olarak yirmi gez47

olduğunu kaydetmiştir (İsfizârî; 1338: I/77; W. Barthold, 1930: 58).

Herât’ın surlarının yerleri, kapılarının açıldığı alanlar, sulama kanallarının ilk zamanlardan itibaren konumlaları dikkate alındığında şehrin kurulurken gerçekten çok bilimsel metodlarla, her şey iyi hesap edilerek kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Bunun ispatı ise çok çeşitli devlet ve medeniyetin burada hüküm sürmesine rağmen şehrin genel yerleşim yapısında fazla bir değişikliğin yapılmayışıdır.

Görüldüğü gibi Herât’ın kapıları ilk başlagıcından itibaren genel olarak varlıklarını sürdürmüşler, ancak bu kapılar üzerinde zaman içinde küçük değişiklikler yapılmış ve eklemelerle kapı sayısı arttırılmıştır.