• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KOBİ’LERİN KISA TARİHİ, ÖNEMİ, TANIMI VE GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ

2.4. Ülkemizde BASEL II Çalışmaları

Ülkemizde, özellikle bankacılık tarihinin gelişimine bakıldığında, yakın zamanlarda bir çok krizlerin yaşandığını görülmektedir. Yakın zamanda özellikle AB uyum süreci içerisinde Türk bankacılığında çok önemli gelişmeler yaşanmaktadır. AB, özellikle ileriye dönük, yeni ve kapsamlı olarak sorunları ele almakta, çözüm önerileri sunmaktadır. Gerek bankacılıkta yaşanan sorunlar, gerek AB uyum süreci kapsamı içerisinde Türk bankacılığı, sorunlarını çözebilmek ve çağdaş bir yapıya kavuşabilmek için son yıllarda oldukça çaba ve gayret göstermektedir. Tüm bu çalışmalar, ilgili kurumlar ve kuruşlar nezdinde çok ciddiye alınmaktadır. BASEL II çalışmaları bu kapsamda Türk bankacılığı için çok önemli fırsatlar sunmaktadır.

Türk bankacılığında BASEL II’ye uyum çabaları şu şekildedir;

2001 yılında çok büyük bir kriz atlatan ve önemli kayıplara uğrayan Türk bankacılık sektörüne dönük olarak, krizin hemen ardından daha da yoğunlaştırılan çalışmalar doğrultusunda oldukça geniş kapsamlı düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Temel olarak sektörün krizlere karşı oldukça kırılgan olan yapısının sağlamlaştırılmasını, bu yolla etkin bir biçimde ve güven içinde çalışmasını amaçlayan söz konusu düzenlemeler BASEL II Uzlaşısı’na uyum sürecinin de önemli aşamalarını oluşturmuştur. Türk Bankacılık sektörü 2001 yılında yaşadığı bankacılık merkezli kriz neticesinde çok önemli dersler almıştır. Takip eden süreç içerisinde devrim niteliğinde düzenlemelere gitmiştir. Tüm çalışmalar neticesinde 2008–2009 yıllarında yaşanan uluslar arası kriz bankacılık sektörünü fazla etkilememiştir.

08.02.2001 tarihinde yürürlüğe giren ”Bankaların İç Denetim ve Risk Yönetim Sistemleri Hakkında Yönetmelik” uyarınca bankalara, karşı karşıya kaldıkları riskleri en iyi yönetebilmelerine olanak verecek ayrı bir risk yönetim birimi kurmaları ve bu yolla

81

etkin bir risk yönetimi sistemi oluşturmaları zorunluluğu getirilmiştir. Bu doğrultuda harekete geçen ve gerek insan kaynağı gerekse teknoloji bakımından önemli yatırımlar yapan bankalar, halen devam eden süreçte, söz konusu sistemlerin istenilen şekilde işlemesine ve geliştirilmesine dönük olarak büyük çaba harcamaktadırlar. Gelinen aşamada pek çok banka içsel derecelendirme sistemlerini kurmuş ve veri seti oluşturma çalışmalarına başlamış bulunmaktadır (Ayan, 2007:78). BDDK’nın taslak yol haritası özet olarak Şekil 3’te yer almaktadır.

Şekil 3. BASEL-II Yol Haritası

Kaynak; Çabukel, Rıdvan. Yayımlanmamış Doktora tezi, 2006, Gazi Üniversitesi, s.53

BDDK tarafından yapılan anket çalışmaları ile sektördeki bankaların BASEL-II’ye geçiş konusunda hazırlıkları sürekli değerlendirilmektedir. Bu kapsamda, özel sermayeli ve yabancı sermayeli bankaların önemli bir kısmı BASEL-II’ye geçiş sürecini kapsamlı bir proje olarak ele almaktadır. BASEL-II sürecinde ağırlıklı olarak veri problemi yaşanmaktadır. Yabancı sermayeli bankalar ve sektörde yüksek paya sahip birkaç özel sermayeli banka ileri düzeyde yasal sermaye hesabı yapabilirken, diğerleri daha çok standart yaklaşımları tercih etmektedir (BDDK, 2005b: 55). Öte yandan, BDDK tarafından yapılan bir çalışmada yasal çerçeve açısından BASEL Temel İlkelerine büyük ölçüde uyum sağlandığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla, BASEL II’ye geçiş

82

konusunda bu çalışmanın bulgularının girdi olarak kullanılmasının faydalı olacağı düşünülmektedir. Diğer yandan, resmi otoriteler, BDDK, Hazine Bakanlığı, TCMB, SPK ve TBB öncülüğünde banka yetkililerinin katılımıyla oluşturulan “BASEL-II Yönlendirme Komitesi” ve “Koordinasyon Komitesi”nin kurulmuş olması bir fırsat olarak değerlendirilmeli ve bu komitelerin bulguları geçiş sürecinde “girdi” olarak kullanılmalıdır.

BDDK’nın sürekli yapmakta olduğu sayısal etki analizi QIS-TR Aralık 2009 tarihindeki çalışmasında Türk bankalarının BASEL II uzlaşısı uyum sürecine yaklaşımlarının farklılık içerdiği görülmektedir. Bankaların bir kısmı, uyumu sadece piyasa olarak düşünürken, önemli bir bölümü sadece belirli bölümleri ilgilendiren bir konu olarak ele almaktadır. Burada bankaların büyük bir kısmının BASEL II ile ilgili olarak çalışma grupları kurduğu görülmektedir. Yapılan çalışmalarda bankaların hemen hemen tamamının BASEL II’ye geçiş ile ilgili politika ve stratejilerini oluşturdukları görülmektedir.

BDDK Şubat 2010 tarihinde BASEL II’nin etkilerini öngörebilmek amacıyla sayısal etki analizi çalışması QIS-TR yayımlamıştır. Yapılan QIS-TR çalışmasında Türk Bankalarının uzlaşıda standart yöntemleri kullanmaları durumunda önemli bir sermaye ihtiyacı ile karşılaşmayacakları tespit edilmiştir.

BASEL II kriterlerine göre kredi riski için sermaye yeterliliğinin hesaplanmasında, Türk Bankalarının bir bölümü SA yaklaşımını uygulama kararlılığındadır. Ancak programda hedef olarak IRB yaklaşımını düşünen bankaların bir bölümü başlangıçta SA yaklaşımlarını kullanacaklarını, ilerleyen dönemlerde IRB yaklaşımına geçeceklerini belirtmişlerdir. Bu geçişin planlamalarda 10 yıllık bir süreyi kapsayacağı düşünülmektedir.

Söz konusu ankete Aralık 2009 itibarıyla verilen cevaplara göre; sektörün toplam aktif büyüklüğünün %39,4’unu oluşturan bankalar bireysel bazda, %29,3’unu oluşturan bankalar ise konsolide bazda CRD/BASEL II’ye geçişe ilişkin strateji ve politikalarını yönetim kurullarının onayına sunmuş veya söz konusu strateji ve politikaları yönetim kurullarına onaylatarak uygulamaya koymuştur.

83 Tablo 16. Strateji ve Politikaların Oluşturulması

Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektörü BASEL II İlerleme Raporu, Şubat 2010, s:14

Bankacılık sektörünün %99’u CRD/BASEL II çalışmalarını yürütecek üst yönetim ve birimlerini oluşturmuş, %82’si sorumlu personelini, %70’i ise komitelerini belirlemiştir.

Şekil 4. Çalışmaları Yürütecek Yönetim, Personel, Birim ve Komitelerin Belirlenmesi

Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektörü BASEL II İlerleme Raporu, Şubat 2010, s:14

Bankaların (Capital Requirements Directive -CRD) / BASEL II’ye uyum durumu anketler sonucunda, kredi riski, piyasa riski, operasyonel risk, ikinci yapısal blok ve üçüncü yapısal blok kapsamında verdikleri cevaplara gore, kredi riskinde bankaların

84

%99’u standart yaklaşıma, %53’u ise içsel derecelendirmeye dayalı yaklaşıma %50 ila %100 arasında uyum sağlarken, menkul kıymetleştirmede bankaların hemen hemen tamamı %50’den düşük uyum sağlamışlardır. Bankaların tamamı piyasa riskinde standart yönteme uyum sağlarken, içsel ölçüm yöntemlerinde ve değerlemeye ilişkin hususlarda büyük ölçüde (%75-%100 oranında) uyumlu olan bankaların oranı sırasıyla %86 ve %83’tur. Spesifik riske ilişkin hususlara büyük ölçüde uyumlu olduğunu belirten bankaların oranı %39 seviyesinde kalmaktadır. Operasyonel riskte bankaların tamamı su anda kullanılmakta olan temel gösterge yaklaşımına uyum sağlarken, standart yaklaşımda %75 ila %100 arasında uyum sağlayan bankaların oranı %30’da kalmaktadır. İleri olcum yaklaşımlarında ise bankaların %44’u, uyum düzeyinin %50’nin üzerinde olduğunu belirtmektedir. İkinci yapısal bloğa uyumun birinci yapısal bloğa kıyasla daha düşük düzeyde olduğu dikkat çekmektedir. Örneğin kredi riskinin birinci yapısal blokta kapsanmayan hükümlerine ilişkin uyum durumunun %75-%100 aralığında olduğunu belirten bankalar sektörün sadece %1’ini oluşturmaktadır. Yapısal faiz oranı riski ve likidite riskine ilişkin uyum düzeyi %50-%100 aralığında olan bankaların payı ise %99 düzeyindedir. Üçüncü yapısal blok hükümlerine ise bankaların %93’unun %50 ila %100 arasında uyum sağladığı görülmektedir.

Şekil 5. CRD/BASEL II’nin Uygulamasında Son 6 Ay İçerisinde Gerçekleşen Önemli Gelişmeler

85

Son 6 ay içerisinde BASEL II çalışmaları ile ilgili olarak, verilen cevaplara göre bankaların %26’sı yaşanan küresel krizi son 6 ayda yaşanan en önemli olumsuzluk olarak değerlendirmiştir. Bunun yanında bankaların %20’si BASEL II’nin uygulanma sürecinde yaşanan belirsizlikleri olumsuz bulurken %18’i ise BASEL II dokümanının güncellenmesi için gerçekleştirilen çalışmaları son altı ayda yaşanan olumlu bir gelişme olarak değerlendirmiştir.

BASEL II ile gündeme gelen operasyonel risk tanımı, Türkiye’nin de uzlaşıya dahil olma kararlılığından dolayı bankacılık sektörünün üzerinde en çok durduğu konulardan biridir. Operasyonel riskler için sermaye hesaplamasında üç temel gösterge kullanılacaktır. Bunlar, temel gösterge yaklaşımı, standart yaklaşım, alternatif standart yaklaşım ve dahili ölçüm yaklaşımıdır. Sektörde faaliyet gösteren bankaların büyük bölümü hedef olarak IRB yaklaşımına geçmeyi amaçlasa da, uygulamaya IRB dışındaki yöntemlerle başlanacağı görülmektedir. Yapılan incelemelerde Türk Bankacılık sektörünün ağırlıklı olarak, karmaşıklık düzeyi yüksek olan ve ön çalışmaları uzun süren Pillar I safhasında yoğunlaştıkları görülmektedir (Doğuş Üniversitesi dergisi 2008 Ocak ISSN 1302-6739 sayfa 21-26).

Yukarıda bahsedilen konular ışığında Türk bankacılık sektörünün BASEL-II stratejisinde aşağıdaki hususların dikkate alınmasının faydalı olacağı düşünülmektedir: • BASEL-II, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından hem fırsat hem de yeni çabaların gerektiği bir alan olarak değerlendirilmektedir.

• Alternatifi ortaya konulabildiği sürece, BASEL-II ne zorunludur ne de vazgeçilmezdir (Köylüoğlu,2005). Ancak, gelişmekte olan ülkeler açısından bazı güçlükleri içerisinde barındırmasına ve geçişin maliyetli olmasına rağmen, Yeni Uzlaşı küresel finans sektörünün yeni düzenleme standardıdır ve uyum sağlayamamanın maliyeti de yüksek olabilecektir.

• BASEL-II, gelişmiş ülkelerin önerileriyle oluşturulmuş olsa bile, bir uzlaşma metni olması sebebiyle gelişmiş ülkeler için de bir geçiş maliyeti içermektedir. BASEL-II finansal sektörün daha istikrarlı olmasına katkı sağlayacaktır ancak finansal suçları, yolsuzlukları ve banka iflaslarını engellemeye tek başına yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla, BASEL-II’nin de ötesinde çabalar her zaman gerekli olacaktır.

86

• Birinci yapısal bloktaki hesaplamaların karmaşıklığı ve özellikle ileri düzey yaklaşımların gerektirdiği veri standartları, bazı bankalar tarafından kısa vadede uyarlanması sürecinde sıkıntılarla karşılaşılacağını ortaya koymaktadır. Ancak, bütün sorunlara rağmen BASEL-II’ye geçiş konusunda kararlı davranılmasının, uzun vadede tüm finansal sektöre olumlu yansımalarının olması beklenmektedir.

• Aynı zamanda ikinci ve üçüncü yapısal blok üzerinde odaklanılması önemlidir. Zira bu bölümler risk yönetimi kültürünü ve piyasa disiplinini teşvik etmektedir. Söz konusu yapısal bölümlerin daha ziyade nitel kriterler üzerinde durmaları dolayısıyla, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde finansal istikrara azımsanamayacak katkıda bulunabileceği düşünülmektedir.

• IMF ve Dünya Bankasının, finansal sektör değerlendirme programları (FSAP)’nda BASEL-II’nin uygulanmaması halinde olumsuz bir değerlendirme yapması beklenmemektedir. Ancak, bir ülke BASEL-II’ye geçeceğini açıkladıktan sonra, bu hususta yapacağı uygulamalar ve Yeni Uzlaşının yürütülmesi dikkate alınarak daha sonraki finansal sektör değerlendirme programlarında skor verilecektir. Dolayısıyla, hazırlıksız ve erken geçişin maliyeti sadece sektör için değil, tüm ülke ekonomisi için geçerli olacaktır (Kruger, 2005:5).

• Ulusal tercihler ve diğer hususların otoriteler ve sektörle tartışılarak belirleniyor olması geçiş sürecinin başarısını olumlu yönde etkileyecektir. BASEL-II’nin öngördüğü parametrelerin tahmininde ülkenin bankacılık sektörünün esaslarına ilişkin tercihler veya “kalibrasyonlar” yapılması gerekebilecektir.

• Ülkemiz bankacılık sektörü, BASEL-II’nin sunduğu gelişmiş kredi riski ölçümlerinden mutlaka faydalanmalıdır. Ancak, makroekonomik riskler, likidite riski, iş alanı riski (business risk), jeo-politik riskler gibi hususlar Türk bankacılık sektörü açısından hala önemli gözükmektedir.

• BASEL-II ile ortaya konulan yaklaşımlar ve ekonomik sermaye kavramı ile Türk bankacılık sektöründe mevcut olan finansal/endüstriyel, risklerini daha iyi yönetmeleri teşvik edilmiş olacaktır.

• Yeni Uzlaşıya geçişin zamanlamasının bankacılık sektörünün taleplerine, kapasitesine ve BDDK’nın hazırlanma sürecine göre şekillenmesi önem arz etmektedir. İçsel

87

yöntemlere erken geçişin ulusal bankaları ve BDDK’yı zorlayabileceği düşünülmektedir. Ancak, özellikle yabancı bankaların ileri düzey yaklaşımlara geçme konusunda istekli olabilecekleri ihtimal dâhilindedir. Bu durum karşısında hazırlıklı olunması için sektörün ve BDDK’nın insan kaynaklarına ve bilgi teknolojilerine azami ölçüde yatırımı planlaması ve yapması gerekmektedir. Özellikle, IRB yaklaşımlarının onayının BDDK açısından ciddi çaba gerektiren alan olması beklenmektedir.

• Avrupa Birliğinin yeni direktifi “konsolidasyon yapan denetim otoritesi” kavramını gündeme getirmektedir. AB’ye üye ülkenin büyük bir bankası ileri düzey yaklaşımlar için kendi ülkesinde onay alabilir ve bu husus ülkemiz açısından bağlayıcı olabilir. Dolayısıyla, ana ülke (home) ev sahibi ülke (host) arasındaki ilişkiler konusuna ağırlık verilmelidir.

• Sektörün BASEL-II’ye geçişinin zamanlaması konusunda hassas bir dengenin tutturulması gerekmektedir. Erken geçiş ve yetersiz uygulama ileride FSAP değerlendirmelerinde Türkiye’yi olumsuz etkileyebilecek ama geç kalınması da uluslar arası finans sistemine olan uyumun maliyetini artırabilecektir. Zira uluslar arası derecelendirme kuruluşlarının BASEL-II’nin uygulanıp uygulanmadığını nasıl dikkate alacakları belirsizdir.

• Paralel hesaplamalardan önceki bir yılın “pilot” uygulama yılı olarak kabul edilmesi halinde daha yumuşak bir geçiş dönemi sağlanabilir.

• TCMB Risk Merkezi, Kredi Kayıt Bürosu, KOSGEB ve diğer veri tabanlarının BASEL-II çerçevesinde nasıl değerlendirilebileceği düşünülmelidir.

• Türk finans sektörünün Avrupa’yla olan yakınlığı düşünüldüğünde, AB ile olan yakınsamanın sağlanabilmesi ve üye ülkelerdeki gelişmeleri daha yakından takip edebilmek için Avrupa Bankacılık Otoriteleri Komitesi’ne (Committee of European Banking Supervisors- CEBS) ülkemizden de katılımın sağlanmasının orta ve uzun vadede faydalı olacağı düşünülmektedir (BDDK, Çalışma Raporu,2005/3).

AB ülkelerinde 2007 yılından itibaren uygulanmaya başlayan BASEL II uygulamalarının maalesef ülkemizde tüm sektörlere yönelik uygulanması sürekli ertelenmektedir. Son yıllarda yaşanan Amerika merkezli kriz etkili olmaktadır. Erteleme ile ilgili açıklama şu şekildedir; “Türk Bankacılık Sektörünün BASEL-II’ye 01.01.2009

88

tarihinde geçişine yönelik Kurumumuzca yürütülen çalışmalar sonucunda önemli mesafeler kaydedilmiş olmakla beraber, son dönemde uluslararası finansal piyasalarda yaşanan sebepleri ve etkileri derin ve belirsiz gelişmeler ışığında özellikle seküritizasyon ve likidite riski açılarından BASEL-II uzlaşısında eksiklikler tespit edilmiştir. Söz konusu eksikliklerin giderilmesi amacıyla ilgili dökümanlarda değişiklik çalışmalarının uluslararası düzeyde devam ettiği bilinmektedir. Bahsi geçen değişiklik çalışmaları yanında, uygulama sonuçları bu süreçte oldukça önemli olan Türk Ticaret Kanunu yeni yasallaşması, finans ve reel sektör temsilcilerinin BASEL II’nin uygulanma zamanlamasına ilişkin görüşleri de dikkate alınarak bankaların sermaye yeterliliğinin ölçümünde esas alınacak kredi riskinin derecelendirmeye dayalı olarak hesaplanmasına ilişkin uygulamanın ileri bir tarihe ertelenmesi uygun görülmüştür” (www.bddk.org.tr Erişim Tarihi: 10.01.2011).

Çalışmamızı hazırladığımız bu süreçte, Dünyanın yüzleştiği en büyük finansal krizlerden birisi olan son dönem gelişmeleri beraberinde, dışarıdan bakıldığında son derece detaylı ve karmaşık gözüken finansal düzenlemelerin yetersizliği tartışmalarını gündeme getirmiştir. Krizin ortaya çıkardığı eksiklikleri gidermek amacıyla yakın zamanda BASEL III olarak adlandırılan düzenleme değişiklikleri gündeme gelmiştir. 12 Eylül 2010 tarihinde Merkez Bankaları ve Denetim Otoriteleri Başkanları, sistemik önemi haiz finansal kuruluşların BASEL III standartları çerçevesinin ötesinde kayıpları karşılayacak kapasiteye sahip olmaları konusunda fikir birliğine varmışlardır. BASEL Komitesi çalışmalarını BASEL III ve ilgili denetime ilişkin sağlam standartların uygulanması alanlarında yoğunlaştırmayı planlamaktadır.

1

BÖLÜM 3: MUHASEBE AÇISINDAN ULUSLARARASI

Outline

Benzer Belgeler