• Sonuç bulunamadı

DENİZ ÇEVRESİNİN KİRLENMESİ SONUCU OLUŞAN ZARARLARIN TÜRK İDARİ MAKAMLARINCA ÖNLENMESİ VE MALİ SORUMLULUK

2.4. YARGISAL KORUNMA

2.4.2. Özel Hukuk Kişilerinin Neden Olduğu Zararlar Yönünden

Çevrenin kirletilmesinde zarar gören herkes hiçbir sınırlama söz konusu olmaksızın dava açabilme hakkına sahiptir. Yalnız davacı zararını ve zararla kirlenme arasındaki illiyet bağını ispat etmelidir280. Ne var ki 5312 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemede Çevre ve Orman Bakanlığı ile Denizcilik Müsteşarlığı’ na yargı yoluna başvurmaksızın deniz çevresinin kirlenmesi sonucu oluşan zararları talep için özel bir prosedür tanınmıştır. Bu durumda Çevre Kanununa göre zararı tazmin ehliyetini haiz tüm özel/tüzel kişiler de çevre kirletilmesinden doğan zararların tazmini için yargı yoluna başvurabilecekleri gibi ilgili makamlara başvurarak zararların bu makamlar eliyle tazmini prosedürünü başlatabilir.

2004 yılına kadar çevrenin kirletilmesine ilişkin genel mevzuat olma özelliğine sahip Çevre Kanunu uyarınca; çevre kirlenmesinden doğan zararların tazmini ile ilgili görevli ve yetkili mahkeme genel hükümlere göre tespit olunmakta idi. Buna göre mahkemenin görevi talep edilen tazminatın miktarına göre belirlenecektir (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu281 m.1). Ne var ki

5136 Sayılı Türk Ticaret Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun282 uyarınca Denizcilik İhtisas Mahkemeleri kurulmuş ve bundan böyle deniz kirlenmesine ilişkin davalar da ihtisas mahkemesi tarafından görülecek duruma gelmiştir.

Çevre kanunu uyarınca yetkili mahkeme de HUMK m. 9’ daki genel yetki şartına göre davalının ikametgâh mahkemesi ile tali yetki kuralı gereğince haksız fiilin meydana geldiği yer mahkemesi yetkili olacaktır. Yabancılık unsuru taşıyan

279 Danıştay 10. Dairesi, 12.10.1994 tarih, 1993/800 Esas ve 1994/4811 Karar sayılı kararı, Danıştay

Kararlar Dergisi, sayı: 90, s. 1131

280 ÇÖRTOĞLU, Sair; “Çevrenin Kirletilmesinden Dolayı Sorumlulukla Taşınmaz Mülkiyetinin

Aşkın Kullanılmasından Doğan Sorumluluğun Karşılaştırılması”, Yargıtay Dergisi, Cilt:12, Sayı: 1–2, 1986, s. 92

281 RG, T. 2-3-4 /07/1927, S. 622-623-624 282 RG, T.28.04.2004, S. 25446

davalarda (örn. gemi donatanı yabancı uyruklu gerçek / tüzel kişi) da mahkemenin yetkisi 5718 sayılı Milletler arası Özel Hukuk Usulü Kanunu’na283 göre belirlenmektedir. Bu kanuna göre haksız fiilden doğan borçlar haksız fiilin işlendiği yer hukukuna tabi olacağından Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları ile belirlenecektir284.

Denizlerin petrol ve diğer zararları maddelerle kirlenmesi hakkında hazırlanan özel nitelikli 5312 sayılı kanun uyarınca ise Müsteşarlık ile sorumlu taraf veya garantörünün uzlaşması halinde bu kanun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümü için hakem veya hakem heyeti tayin de edilebilir.

Çevre kirliliğinden doğan zararların tazmini prosedüründe incelendiği üzere deniz çevresinin petrol ve diğer maddelerle kirlenmesinden doğan zararların tazmini için öngörülen zamanaşımı süresi zararın öğrenildiği ve sorumlu tarafın tespit edildiği tarihten itibaren beş yıl, her halde olayın meydana geldiği tarihten veya olay, olaylar zincirinden meydana geliyorsa son olayın meydana geldiği tarihten itibaren on yıldır.

5312 sayılı Kanun ve Uygulama Yönetmeliğinde zararları tazmin talebi zamanaşımı süresi ve dava zaman aşımı süresi arasında herhangi bir ayrıma gidilmediğinden zararın özel kişilerce tazmin edilmemesi durumunda çıkacak uyuşmazlığa ilişkin olarak açılacak davada da tazmin talebi için 5312 sayılı kanunda öngörülen sürelere riayet edilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Ne var ki yine uluslar arası alanda konu ile ilgili olarak hazırlanan ve ülkemizin de taraf olduğu CLC sözleşmesi ile kanunun bu şekilde uygulanması süreler yönünden çatışma yaratacaktır.

283 RG, T. 12/11/2007, S. 26728. 284 TOPÇUOĞLU, s. 205

SONUÇ

1950’li yıllardan beri uluslar arası alanda deniz çevresi kirliliğini önleyici ve kirlilik sonucu oluşan zararları giderici tedbirler alma yolunda önemli çalışmalar kaydedilmiştir. Bu çalışmalar şüphesiz ki başta kamu sağlığının korunması olmak üzere idarenin önleyici kolluk faaliyetleri yönüyle de son derece önemlidir. Gerçekten yaşanan tanker kazaları ve diğer deniz kirliliği etmenleri nedeniyle uluslar arası alanda oluşan kirliliği önleme ile kirlilik neticesinde ortaya çıkan zararları tazmin etme konusunda hem uluslar arası sözleşme, hem de karar ölçeğinde taraf devletleri bağlayıcı düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Bu sözleşmelerden Petrol Kirliliği Zararlarından Doğan Hukuki Sorumluluk Sözleşmesi (CLC) ve Petrol Kirliliği Zararının Tazmini için Bir Uluslararası Fonun Kurulması (FUND) ile İlgili Uluslararası Sözleşme kirlilik neticesinde ortaya çıkan zararların tazmini için izlenecek yolları, sorumluluk sınırlarını ve kurulacak fon esasını düzenlemekte bu özellikleriyle deniz kirliliği ile ilgili diğer uluslar arası sözleşmelerden farklılık arz etmektedir. Uluslar arası Sözleşmelerin iç hukukta giderek öneminin arttığı ve İdare Hukukunun yazılı kaynakları arasında olduğu söylenmelidir.

Ülkemizde uluslar arası hukukta tanzim edilen tazmin sistemine uyum sağlamak için düzenlenen “5312 sayılı Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Kanun”un yürürlüğe girdiği 26.04.2006 tarihine kadar özellikli olarak deniz çevresinin kirlenmesi sonucu oluşan zararların tazmini ile ilgili mevzuatta herhangi bir hüküm bulunmamakta idari, cezai ve hukuki bütün uygulama ve yaptırımlar “2872 sayılı Çevre Kanunu”na göre verilmekte idi. 2006 yılına kadar Çevre Kanunu 30. maddesinin yorumu ve öğreti ile içtihatlar doğrultusunda “kamu hukuku tüzel kişilerinin” deniz kirliliği zararlarını talep etmekle yetkili olduğu kabul edilse dahi hukuki tazmin boyutunda yetkili idari mercilerin hangisi olduğu ve tazmin prosedüründe izlenecek yol ile ilgili mevzuatta boşluk bulunmaktaydı.

İdareye, deniz kirliliğini önleme ve kirlilik sonucu oluşan zararı tazmin yetkisi veren 5312 sayılı Kanun ile çevre kirliliği zararlarını tazminde yetkili merciler ve

usul (prosedür) ile ilgili boşluk kısmen doldurulmuş ve hem sorumlu tarafların hem de idari mercilerin önleme ile ilgili görevleri kanunda sıralanmış olsa da tahsis edilen fon sisteminden, kirlilik zararlarının karşılanma prosedürüne, zararın tazmini talebi için öngörülen zaman aşımı sürelerinden zarardan sorumluluk sınırlarına kadar aynı konuyla ilgili düzenlenmiş dayanak Uluslar arası Sözleşmeler (CLC ve FUND Sözleşmeleri) ile 5312 sayılı Kanun arasında çok büyük farklılıklar olduğu da söylenmelidir.

Nitekim uluslar arası sözleşmeler ile kurulan fon sistemi sayesinde zararın gemi sahibi tarafından karşılanması mümkün olamayacak (mücbir sebep) durumlarda veya zararın gemi sahibi sorumluluğun üzerinde olması durumunda kalan miktar için kıyı devleti kurulan fon sisteminden zararını karşılayabilmektedir. Aynı şekilde, sigortalı donatanın tekne sigortası kapsamına girmeyen üçüncü şahıslara karşı doğan sorumluluk ve masraflarını, karşılıklı sigorta gereğince sigortaladığı istisnai bir sigorta türü olarak tanımlanan Koruma ve Tazminat (P&I) sigortalarına da zarar gören kıyı devlet zararının giderilmesi için başvuru hakkını sahiptir. Ne var ki 5312 sayılı Kanununda gemi sahiplerinin çevre kirlilik zararından sorumlu olduğu miktar belirlenmemiş dolayısıyla gemi sahibinin sorumluluğu sınırlandırılmayarak kurulan fon sistemi ile tahsis edilmiş olunan “mali sorumluluk garantisi” kurumu da havada kalmıştır. Zararın tazmini talebi için öngörülen zaman aşımı sürelerinde de 5312 sayılı Kanunun zarar göreni koruyan bir yapı benimseyerek benzeri uluslar arası sözleşmelerden daha uzun bir zaman aşımı süresine yer vermiş olduğunu görüyoruz.

Usulüne göre yürürlüğe girmiş anlaşmaların Anayasa m. 90/5 uyarınca kanun hükmünde olduğu ve katıldığımız görüşe göre; kanun ile taraf uluslar arası anlaşmanın çatışması durumunda insan haklarının en temeli olan yaşam hakkı ile doğrudan ilgili olduğu ölçüde uluslar arası anlaşmanın uygulanması gereği gerçekleri göz önüne alındığında yukarıda bahsedilen noktalarda çıkan çatışmalarda taraf olunan uluslar arası antlaşma hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Ne var ki kanun koyucunun bu anlaşmaya paralel hükümler düzenlenmesi ile aradaki çatışma giderilmiş olacak ve uygulama sıkıntıları da elbetteki yaşanmayacaktır.

5312 sayılı Kanunda zararın karşılanma usulüne değinilmiş ne var ki bu prosedürün izlenmesi sonucunda ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü için başvurulabilecek yargı yollarına değinilmeyerek uygulayıcıyı bu derece özellikli bir konuda genel hukuk normlarına başvurmak durumunda bırakmıştır. Konuyla ilgili her bir idari makamın yetki, görev ve sorumlulukları ile tazmin prosedüründe uyuşmazlık çıkması durumunda başvurulabilecek hukuki yolları belirlemek ve genel geçer normları saptamak için yasal düzenlemeler yapılması gerekmektedir.

Uluslar arası sözleşmelerde zararları tazmin talebine yetkili “taraf kıyı devlet” teriminin içi 5312 sayılı Kanun ile doldurulmuş ve bu yetki “Çevre ve Orman Bakanlığı” ve “Denizcilik Müsteşarlığı”na verilmiştir. Aynı kanun ile Sahil ve Güvenlik Komutanlığı’ na da asayiş ve kolluk yetkisi ile Büyükşehir Belediye sınırları dışında yaşanan kirlilik olaylarında ceza kesme yetkisi verilmiştir. Ne var ki 5312 sayılı Kanunda bu üç idari makam dışında herhangi bir makama deniz çevresi kirliliğini önleme ve oluşan zararları tazmin konusunda yetkiler verilmemiştir. Bu durum kanaatimizce bu denli geniş çaplı ve ülkemiz idari yapısının tecrübesiz olduğu bir konuda yetki sıkıntısının çekilmesine neden olabilecektir. Yapılması gereken mevzuatta dağınık olarak kendisine çevre koruma ve kirliliği önleyici faaliyetlerde bulunma görevi verilen; İl ve İlçe Sağlık Kurulları, Özel Koruma Kurumları, Kamu Denetçileri, Belediyeler vb. kurumların da 5312 sayılı Kanun ile yetki ve görevlerinin belirlenerek sistem içine dahil edilmesi ve böylelikle mevzuatta bir yeknesaklık sağlanmasıdır.

5312 sayılı Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Kanun başta olmak üzere yapılan son yasal gelişmelerin umut verici olduğu söylenebilir.

KAYNAKÇA