• Sonuç bulunamadı

Yakın zamana kadar okul öncesi eğitim kurumlarının öğretmen ihtiyacı büyük ölçüde Kız Enstitüsü (Kız Meslek Lisesi) mezunları ve ilkokul öğretmenleri

ile karşılanırken, kısmende Kız Teknik ve Kız Sanat Yüksek Öğretmen Okullarının “Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü” mezunları ile giderilmeye çalışılmıştır (Duman, 1996:27).

Okul öncesi eğitime öğretmen yetiştirmenin tarihine bakıldığında, son onbeş yılda önemli gelişmeler kaydedildiği, yüksek öğretim kurumları bünyesinde önce önlisans, daha sonra da lisans düzeyinde bölümler açıldığı görülmektedir. Bugün, okul öncesi öğretmeni yetiştiren yüksek öğretim kurumlarında öğrenciler, 4 yıllık bir lisans öğrenimi sürecinden geçmektedirler. Okul öncesi öğretmenliği lisans programlarında yer alan derslere ait detaylı bilgiyi Ek-2’de görmek mümkündür. Okulöncesi eğitime verilen çok yönlü görevler, okulöncesi eğitime öğretmen yetiştirmeyi de o denli çok yönlü ve önemli bir uğraş durumuna getirmektedir. Okulöncesi eğitimde görevli bir öğretmen, çok çeşitli bilgi ve becerileri öğrencilerine kazandıracak bilgi ve deneyimi elde edecek özellikte yetişmiş olmalıdır. Okulöncesi eğitim hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde fiziksel ortam, araç-gereç ve program ne denli yeterli olursa olsun, okulöncesi eğitim hizmetlerinden beklenen yararın sağlanması, bu programları uygulayacak öğretmenlerin gerek nicelik gerekse nitelik yönünden yeterli olmalarına bağlıdır. Öğretmenin niteliği, okulöncesi eğitimin niteliğinin geliştirilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.

Bugün okulöncesi eğitim öğretmenleri üniversitelerin eğitim fakültelerinde yetiştirilmektedir. Türkiye'de hedeflenen okullaşma oranını sağlayacak okulöncesi öğretmeni sayısı yeterli değildir. Hedefler doğrultusunda gereksinim duyulan öğretmenlerin örgün yüksek öğretim programlarıyla kısa sürede karşılanmasına da olanak bulunmamaktadır. Ülke gerçekleri göz önüne alındığında, nitelikten ödün vermeden istenilen sayıda ve en kısa sürede okulöncesi öğretmeni yetiştirebilmek için en rasyonel çözüm uzaktan öğretim sistemi ile öğretmen yetiştirmektir. Bu kapsamda 2000-2001 öğretim yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak yürütülen program çerçevesinde, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi de okulöncesi eğitime öğretmen yetiştirmeye başlamıştır.

2.9. OKUL ÖNCESİNDE SANAT EĞİTİMİ

Çocuk ve sanat birbirini tamamlayan gelişen ve sürekli olan çağdaş, yaratıcı eğitim anlayışı içinde önemli bir unsurdur. Çizme, boyama, yırtma inşa etme gibi sanatsal etkinlikler süreç içinde karmaşık bir niteliğe sahip olup, çocuk bu tür etkinliklerle kendine göre anlamlı bir bütünlük oluşturarak deneyin kazanır. Bu tür etkinlikler sonucunda çocuk bize sadece bir sanat ürünü örneği vermemekte, onu tanımamıza yarayan önemli ipuçlarını sunarak bilinçsiz bir şekilde kendisini anlatmaktadır.

Çocuğun sanatsal etkinlikleri onun bir çeşit düşünme dilini oluşturur. İki çocuğun birbirine benzeyen özellikler gösterdiği görülmemiştir. Her biri gelişimsel, bilişsel, duyuşsal ve algılama gibi bireysel farklılıklar gösterir ve yorumları farklı bakış açılarını temsil eder. Bu nedenle sanat etkinliklerinde psikolojik birtakım karakteristik özellikler gösterirler. Çocuklar bu özelliklerini belli bir yaşa gelinceye kadar gizlemezler.

İlköğretimin disiplinli havası içine girmeden önce çocuklar ilginç bir okulöncesi dönem yaşarlar. Bu dönemde renk, çizgi ve doku ile yansıttığı, kendine Özgü bu olağanüstü dünyayı yetişkinlerle paylaşabilir. Uzman kişilerce bu çizimler incelendiğinde çok yoğun duygu yoğunluğu, içten gelen doğal düşüncelerini yansıttıkları görülür. Bu incelemelerde doğal olarak yetişkinlerin standartları aranmaz. Çünkü çocukların, kendilerine has bir anlatım biçimleri vardır. Çocuklar bu aşamada, semboller ve şemalarla, genelde, çizgisel bir anlatım üslubunu taşırlar.

Çocuklar bulundukları ortamda boya ve kille oynama, çeşitli malzemelerle inşa etme gibi etkinlikler içinde bulundukları görülür. Çocuklar çevrenin sunduğu imkanların etkisiyle tanınmaya çalışılan, öğrenilen bu etkinlikler, sanatsal bir deneyim sonunda zevk alma ve ürün verme şekline dönüşerek gelişimini sürdürür.

Okulöncesinde verilen sanat eğitiminde ilköğretimin planlı, programlı eğitimine göre, daha bağımsız, spontane bir şekilde çalışmalara yer verilir. 0-6 yaş arasındaki çocuklarda kendilerine has son derece özgür, kendi dünyasını yansıtan özel anlatım biçimlen vardır. Yaptıkları resimler onların iç dünyalarını yansıtır. Resimlerini yaparken önceden planlayarak yapmazlar, yaparken planlarlar. Çocuk resimleri onları yetişkinlere anlatan Önemli bir anlatım aracıdır. Psikolojik, pedagojik, çevresel ve sanatsal faktörler açısından hana zeka düzeyi bakımından çocuğu bize tanıtır.

Erbay'a göre, “okulöncesinde verilen plastik sanatlar eğitimi ile 2-4 yaş arası çocuklarda ilk çizgisel gelişimin yansıması olarak gelişi güzel karalamalar görülse de sonraları dairesel ve uzunlamasına çizgilerin biçimlenmeye başladığı, şema Öncesine geçiş döneminde olduğu gibi çocuk resminde farklı gelişimler gözlenir.”

Çocuğun büyümesindeki bedensel ve zihinsel gelişimine paralel olarak sanat faaliyetlerinde de belirgin bir değişim dikkatimizi çeker. Kağıda yapılan ilk işaret ve çizgi, giderek birer sanat evresine dönüşür. Bu durum ergenlik dönemine kadar gelişir. Çocuk bir evreyi yaşarken uzun süreli olarak o evrede duraklayabilir ama daha sonra diğer evreye yerini bırakır. Bu evrelerden anlaşılacağı gibi sanat sürekli gelişen dinamik bir olgudur. Her çocuğun aynı evreye aynı yaşta gireceği gibi bir durum söz konusu değildir.

“Bütün sanat eğitimcileri bilirler ki, sanatsal bir yolla kendini ifade etme içtepisi, her çocukta, her fertte kendiliğinden vardır. Bu gerçeğin, bütün sanat eğitimcileri ve sanatçılar tarafından bilinmesi şarttır. Bu, çocuğun en doğal hakkıdır. Çocuk, duygu ve düşüncelerini, yeteneklerine uygun bir objektivasyonla gerçekleştirirken hem gerilimlerinden kurtulur ve hem de yaratma arzusunu tatmin eder. Belki de evrensel ritme, bilmeyerek de olsa katkıda bulunur, onunla kendisi arasında empati kurar. Çocuk, bunu belki bilerek yapmaz. Ama mutlaka bunun temelinde 12 yaş civarında oluşan bir istek vardır. Bu durum, Batıda ve ülkemizde çeşitli araştırmalarla saptanmıştır. Bu istem, Batıda sanat istemi denilen istem, aşağı yukarı hepimizin malumu olduğu gibi, 2 ve 12 yaş arasında geçen dönemde çocuklar,

birtakım renkleri, yetenekleri, formları, biçimleri, yeteneklerine uygun bir maddeyi ama özgür şekilde kullanma imkan ve avantajına sahip olursa, duygu ve düşüncelerinin yanı sıra, baskı altına korkularını ve isteklerini de dile getirebilir. Bunlar, sanat eğitimcisi ve eğitimciler için çok değerli olan verilerdir” (Boydaş,1990:282).

Okulöncesinde sanat eğitiminin gerekliliğini ve önemini batı ülkeleri 19. yüzyılda anlamış ve uygulamaya geçmiştir. Batı ülkelerinde sanat eğitimi, okulöncesinde başlar. Çocukların erken aldığı bu eğitim, onları her alanda zenginleştirir, bu gelişme çizgisel gelişimine de yansır. Ülkemizde okulöncesi eğitim yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı için çocukların çizgisel gelişiminin geç yaşta gelişmesine neden olmaktadır.

Okulöncesi verilen sanat eğitiminde, çocuğun özgürlüğü kısıtlanmamalı, yaratıcı gücü, imgeleme gücü ile kendine özgü iç dünyasını geliştirmesi için imkanlar tanınmalıdır. Anaokulu seviyesinde yapılan çalışmalarda bireyin ileriye yönelik sanat eğitiminde başarısını da önemli ölçüde etkiler. Bu nedenle sanat eğitimi anaokulu çağında çocuğa verilmelidir. Anaokullarında sanat eğitimi çocuğa sevdirilerek, eğlendirerek, oyunla sanattan zevk almasını sağlayıcı çalışmalar yapılmalıdır. Okulöncesi resim-iş faaliyetleri yaptırılırken eğitimci son derece bilinçli ye duyarlı davranmalıdır. Faaliyetler öncesi eğitimci mutlaka çocukların yaş gruplarını gözetmek ilgili araç-gereçler ve yardımcı materyaller önceden hazırlanmalı, işlem sırasına göre planlayıp yerleştirmelidir. Eğitimci kimi zaman arkadaş, kimi zaman da onu motive eden ve destekleyen insan konumunda olmalıdır. Sanat öğretimi sırasında eğitimci çocuğun duygularını daha iyi anlayabilir, çocuk hakkında daha fazla bilgi edinebilir.

Resim, çocuk ile yetişkinler arasında iletişim kurarken karşılaşılan güçlükleri yenme konusunda yardımcı bir unsurdur. Resmin oyun ile ortak özelliği, çocuğun ilgisini sürekli olarak canlı tutmasıdır. Resimleri ile çocuk farkında olmadan kendini anlatır, kişiliği ile ilgili ip uçları verir. Resim, aynı zamanda çocuğun dış dünyayı algılayışının elle tutulur bir kanıtıdır. Sanatsal etkinlikler sürecinde çocuklar, bazı nesneleri- objeleri aynı şekilde algılayıp, uygulamalarında

farklı hissedildiğini öğrenmektedirler. Renkler hakkında bilgilenmelerin de bu deneyim süreçlerinden oluşur. Örneğin, boyama anında renklerin isimlerini öğrenirler, tonlarının değişkenliklerini fark ederler. Bu nedenle bu tür sanat

etkinlikleri görerek, anlayarak, yaparak, deneyerek öğrenme çocuğun zihinsel gelişiminde de önemli bir faktör olarak karşımıza çıkar. “Çocuk bu süreç

içerisinde esnek düşünme becerisini de kazanmaktadır. Ayrıca esnek düşünme çocuğun sonraki okul deneyimlerinde de hazırlıklı olmayı kolaylaştırmaktadır” (Mayesky, 1995:232 ). Örneğin; Matematik etkinliklerinde çocuk, sayıların toplama ve çıkarma ile nasıl değiştiğini öğrenmekte ve böylece esnek düşünme, çocuğun düşünme deneyimlerinin temelini oluşturduğu görülmekledir. Ayrıca çocuğun giriştiği her sanatsal etkinlik sürecinde yeni gelişimler gözlenir, bu yaş ilerledikçe belirginleşir.

“Çağımızda geleneksel çocuk yetiştirme yöntemlerinin yanılgıları ve eksiklikleri giderek daha açık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Pedogoji alanındaki gelişmeler ışığında, geleneksel çocuk yetiştirme yöntemlerinin yanılgıları ve eksiklikleri giderek daha açık seçik bir biçimde ortaya konmaktadır. Eğitim yöntemlerinin oluşumunda toplumsal etkenlerin gelenek ve göreneklerin etkisi büyük olmakla birlikte, temel pedogojik ilke ve yöntemlerin evrensel olduğu da kesinlik kazanmaktadır”. (Tepecik ve Oğuzoğlu,2002:205)

Bu eğitim süreci anne karnında başlar ve ilk somut boyutu anaokulunda devam eder. Ana okulları 3-6 yaş çocuklarının eğitimini gerçekleştiren kurumlardır. Froebel’in deyişiyle “ Anaokulunun amacı, öğrenmeye ilgi uyandırmak” tır. Anaokulu çocuğu bilgi verimlilikten daha çok çocuğun var olan yeteneklerinin ortaya çıkmasına ve gelişmesine yardımcı olur. Anaokulunda kavramlar, sayı ve renkler çocuğun anlayabileceği biçimde yalın bir dille öğretilir. Örneğin, tüm resimsel faaliyetler eğlenceli bir dilde oyun olarak çocuğun karşısına çıkar. Çocuk en iyi örgütlü oyun ortamını anaokulunda bulur (Yavuzer,2000).

İlk çocuklukta gelişim (bilişsel gelişim) Anaokulu evresi olarak, değerlendirdiğimiz dönemlerdir. Çocuk belirgin bir biçimde ben merkezcidir ve dış

dünyayı başkasının gözünden göremez, maddeleri tek ve belirgin özellikleriyle sınıflandırabilir, bir yönleri ile birbirlerine benzeyen maddelerin, başka yönlerde değişik olabileceklerini göremez. Bu evrede çocukların büyük bir bölümü, ayrıntıları dikkate almadan, genel olarak algılar ve ilişkisiz obje ve kavramları bütünleştirirler. Buna “bütünleştirme” denir. Bütünleştirme, birbirleriyle ilişkisiz objeler ve fikirler arasında bağıntı kurabilmektir. Çocuk her şey arasında her türlü ilişkiyi kurabilir. Yine bu dönemde çocuk parçayla bütünü aynı zamanda düşünememektedir” (Kırışoğlu, 2002).

Bu dönemde çocuklar; öznel olanla (subjektifle) nesnel olanı (objektifi) ayıramazlar. Bunun sonucu olarak da doğal olayların insanlar tarafından kontrol edildiklerini sanırlar.

Çocuğun algı, beceri ve yaratıcı gücünün bir göstergesi olarak ortaya çıkan resim etkinliği aynı zamanda duygusal ve sosyal eğitiminin belirleyici bir unsuru olarak da görülür.

Araştırmalar, bebekliklerinde temel güven duygusunu geliştirememiş çocukların, ileride, ruhsal bozukluklar, aşırı kıskançlık, bencillik, sabırsızlık, saldırganlık gibi anti sosyal davranışlar gösterme olasılıklarının fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çocuklar zihinsel gelişim süreci içinde soyut kavramları geç ve güç elde etmektedirler. Özdeşleşme güçlükleri, diğer bireylerde derin ve anlamlı ilişki kurmada yetersizlik, uzun süreli hedeflere bağlılıkta aksamalar, ilerde kişilik yapılarında görülebilecek gerilikler olarak belirtilmektedir (Oğuzkan, Oral, 2001).

Dolayısıyla bu tür olumsuzlukların en aza indirgenmesi, çocuğun duygusal ve sosyal gelişimine katkısı olabilmesi, özellikle güven duygusunu kazanabilmesi, uygun sanatsal ortamların sağlanmasıyla gerçekleşebilir. Bu anlamda çocukların grup içerisinde çok yönlü etkinlikler içerisine girmesi ve istendik duygu ve davranışların kazandırılması sanatsal öğrenim ile birlikte gelişebilmektedir.