• Sonuç bulunamadı

Öğretmenlerin Köye Gelişi 134 

3.7. Köy Enstitüleri 126 

3.7.3. Öğretmenlerin Köye Gelişi 134 

Dumanlı Boğaz Köy Enstitüsünü kurmak amacıyla köye gelen öğretmenler başta Müdür Halim akın olmak üzere Emine Güleç, Nuri Çevik ve Cemal Avşar adlı idealist şahsiyetlerdir. Bu kişilere baktığımızda kendine güvenen, kurulacak olan Enstitünün Anadolu halkı için son derece faydalı olacağına inanan ve Cumhuriyet devrimlerini köylerde yaşatmak isteyen aydın şahsiyetler olduğunu söyleyebiliriz. Enstitünün faydalı olacağına inanan öğretmenlerin burada karşılaşacakları iki engel vardır. Birincisi, zorlu doğa şartları ikincisi ise köy halkıdır. Emine Güleç ve Halim

Akın Enstitüye malzeme almak için çarşıya giderler. Bu Anadolu halkı ile ilk karşılaşmadır. “ ‘Yasak değil mi muskacılık?’ ‘Cinci’ye hükümat yasağı nasıl işlesin

bre efendi? Bunun Allah’a bir can borcu var, fukara Allah, biçimine getirip alamamakta… Salt muska mı? Esrar satar, recinin tütünü hesabı, açıktan… İki lafla, bakmışsın seni Yılanlı Şeyh’e derviş yazmış… Lafı dişi bunun çünkü…”193 Müdür

Halim Akın ile birlikte Ilgaz Pazarına giden Emine öğretmen, çarşıda karşılaştığı tablo karşısında hayrete düşer. Cinci Nezir adlı kişinin muskalar yazdığını ve türlü oyunlarla halkı sömürdüğünü öğrenir. Emine öğretmen Anadolu’ya farklı hayallerle gelmiş ancak karşılaştığı bu tablo onu hayal kırıklığına uğratmıştır. Ilgaz pazarında Cinci Nezir gibi kişilerin türlü oyunlarla halkı sömürdüğüne ilk kez tanık olmuştur. Karşılaştığı bu tablo Anadolu’ya gelirken tasavvur ettiğinden son derece farklıdır.

“Yazarın gördüğü Türk köylüsü, kendi yasaları içinde yaşayan ve bu yasalar

kavranmadan anlaşılması mümkün olmayan bir kitledir. Köylünün, dışarıdan bakan insana ‘anlaşılmaz’ gelen birçok özelliği, onu idare eden bu yasalar kavranıldığı zaman, ‘anlaşılır’ hale gelmektedir. Köylüyü çevreleyen bu yasalar ortaya koyulmaya çalışılır. Buna göre köylü, yüzyıllardır olabildiğince ihmal edilmiştir. Bu ihmal edilmişlik, köylünün kendine mahsus ve dışa kapalı bir sistem kurmasını netice vermiştir.”194

Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek adlı romanında köy halkını türlü yönleriyle eleştiriye tabii tutar. Söz gelimi Enstitünün kurulmasına destek verir gibi görünen halkın gerçekte kendi çıkarlarına ters düştüğü için Enstitünün kurulmasını engellemeye çalıştığını görürüz. Özellikle Cinci Nezir, Zekeriya Ağa gibi şahsiyetler enstitünün gavur işi olduğunu öne sürerek dini inançlarına zarar verdiğini iddia eder. Dışarıdan bakıldığında son derece dinine bağlı görünen Kara Derviş ise topraklarında esrar yetiştirmekte ve afyon içmektedir. Dindar geçinerek başkalarını dinsizlik ve komünistlikle suçlayan bu insanların gerçekte çıkarı için yapmayacakları şey yoktur.

193 Kemal Tahir, a.g.e., s.85-86. 194 Sezai Coşkun, a.g.e., s.249.

“Hacı Zekeriya, toprağımızın birinciye gelen zengini ve de birinciye gelen

soylu kişisi… Bunların elinde, Sultan Mahmut’un Hayriye Tüccarı fermanı vardır ki, beyim, adam boyundadır. Dilerse gemi donatır da, Firenk içine salar. Sen bizden iyisinin bilirsin, fermanlı Hayriye Tüccarı olmayan Müslüman’a gemi donatıp Firenk içine salmak yoktur. Odun kayığı, kömür kayığı işletebilirse işletir. Ayrıca benim Hacı emmimin her tezgâhta ince mekikleri gidip gelir ki, şeytanın aklı ermez. Ormanlarda kesimleri, tren yollarında keseneleri işler. Say ki hükümat gibi para basar bizim Hacı emmimiz…”195

Zekeriya Ağa, türlü oyunlarla halkı dolandıran, mallarını zorla satmaya çalışan varlık sahibi bir kişidir. Dumanlı Boğaza bir Enstitü kurulacağını öğrenen Zekeriya Ağa bunu engellemek için elinden geleni yapar. Çünkü Enstitü sayesinde halkın bilinçlenip kendi hakkını müdafaa edebilecek duruma gelmesi Zeynel Ağa’nın işine gelmez. Bu durumda mallarını zorla satmak ve halkı dolandırmak kolay olmayacaktır. Zekeriya Ağa, Cinci Nezir ve Kara Dervişle iş birliği yaparak Enstitünün kurulmasını engellemeye çalışır. Enstitüyü kurmak için köye gelen öğretmenler öncelikle bu insanlarla uğraşmak zorunda kalırlar.

Hacı Zekeriya ve Cinci Nezir, öğretmenlere karşı son derece saygılı davranarak Enstitünün kurulmasını destek verdiğini söylerler. “… Ne demeeek… Ya

biz burada neciyiz? Ankara gibi yerden gelip ve de toprağımıza esdüdü kurmaya bulaşıp… Böyle bir iyiliği yarın ahrette biz nasıl öderiz? Karışmayacaksın! Emredeceksin! Ele beşse sana iki… Bilemedin üç… Bilemedin üç buçuk… Benim dükkândakilere geldi mi hepsini malın bil! Para dersen küserim ki, yüzüne bakmam…”196 Ilgaz köyüne Enstitü yapmak isteyen öğretmenlerin karşılaşacakları

ilk engel köylüdür. Köy halkı ve özellikle Zekeriya Ağa, Cinci Nezir, Kara Derviş gibi karakterler her türlü kötülüğü yapan, halkı dolandıran, esrar satan kişilerdir. Enstitüyü kendi çıkarları için tehdit olarak gören bu şahsiyetler Enstitünün yapımını engellemek için her türlü yola başvururlar. Ancak Anadolu’ya gelen bu idealist

195 Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek, s.114. 196 Kemal Tahir, a.g.e., s.133

öğretmenler bu engelin farkında değillerdir. Çünkü yazara göre onlar Anadolu’yu yalnızca uzaktan tanıyan ve boş hayaller peşinde koşan romantik tiplerdir. Müdür Halim Akın Enstitülerin faydalı olacağını düşünen, bozkırda cevher olduğuna inanmış ve bu amaçla Anadolu topraklarına gelmiş Cumhuriyet döneminin idealist aydın tipini temsil eden bir şahsiyettir. Ona göre Cumhuriyet devrimlerini yaşatarak vicdanı hür, fikri hür nesiller yetiştirmek öğretmenlerin görevidir. Bir milleti kurtaracak olan yalnızca öğretmenlerdir. “İş, yalnız ödevini yapmaya kaldı mı,

öğretmenin herhangi bir esnaftan ne farkı olur? Herhangi bir zanaatkârdan üstünlüğü nedir?’ diyor olmalıydı gene… Oysa, ‘Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir,’ denilmişti.”197

Romanda yazarın görüşlerini temsil eden Şefik Ertem ise Halim Akın gibi düşünmez. Türk aydınının Anadolu’yu gerçek manada tanımadığını iddia eder. Aydınlarımız Anadolu’ya yalnızca uzaktan bakmış ve uzun yıllar kendi kaderine tek etmiştir. Şefik Ertem’e göre atılan her adımda köylerin ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalı ve bu doğrultuda hareket edilmelidir. Romanda harf inkilâbına değinen yazar doğrudan bu duruma karşı çıkar. Eski alfabenin kaldırılması ve yeni harflerin kabul edilmesinden bu yana okuma yazma oranında bir değişiklik görülmemiştir. Kemal Tahir’in bu noktada Cumhuriyet devrimlerine yönelik eleştirileri Şefik Ertem vasıtasıyla aktarılır.

“1943’teyiz! Cumhuriyet kurulalı 20 yıl olmuş. İlk enstitü 1940’ta açıldı. Bu

hesapça, köy öğretmeni yetiştirmekte tam on yedi yıl gecikmişiz. Sen şimdi bana ‘hız’ diye yutturacaksın. ‘Çok daha önemli işler vardı. Okuma yazmaya sıra gelmedi,’ dersen. 1923’de aldık alfabeyi… Hem de ‘eskisi’ zordu, bu kolay’ ‘Değil mi sakın?’ ‘Sen alay etmek için sordun ama zararı yok! Ben bu konuda gücüm yettiği kadar alaya koşulmayacağım! Kime göre kolay? Eski yazıyı bilenlere, göreyse, değil! Halkı hızla okutmaya göreyse, 1928’den bu yana 20 yıl geçti, okuma yazma bilmeyenler yüzde yetmiş… Yeni harfler kolaydı da, niçin okutulmadı millet? Çünkü köylünün

197 Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek, s.159.

okuma yazmayla görülecek hiçbir işi yok… O kadar yok ki, öğrenenler bile kısa zamanda unutuyor.”198

Harf Devrimi, Cumhuriyetin kuruluşundan beş yıl sonra 1 Kasım 1928 yılında gerçekleşmiştir. Harf Devrimi ile birlikte Osmanlının kullandığı Arap alfabesi kaldırılarak yerine Latin Alfabesi getirilmiştir. Kazım Karabekir, Arap Alfabesinin zor öğrenildiğine dair düşüncelerin Batı aldatmacası olduğunu iddia etmiştir. Latin harflerinin kabul edilmesiyle birlikte geçmişte yazılan pek çok kıymetli eserin gelecek nesil tarafından anlaşılmayacaktır. Arap Alfabesinin zor öğrenildiği ve Türkçeye uygun olmadığı öne sürülerek alfabe değişikliği yapılmış ancak üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen okuma yazma oranında bir artış görülmemiştir. Bu durumu eleştiren Şefik Ertem, özellikle köylerde eğitime gereken önemin verilmediğini söyler. “Sen şimdi köylü çocuğunu alacaksın, yarım yırtık

okutup köye salacaksın!’ ‘Yok, yarım yırtık! Köy için yeterince…’ ‘Köy için yeterince’ demek, okuma işinde şehirden, kasabadan ayırıyorsun köyü demektir ki, ‘yarım yırtık’ sözünü doğrulamak olursa ancak bu kadar olur.”199 Köylerin yaşam

şekilleri, ihtiyaçları birbirinden farklıdır. Bu sebeple açılacak olan okullar köylerin ihtiyaçları doğrultusunda eğitim vermelidir. Ancak Anadolu’yu tanımayan idareci kadroların köyleri sadece Enstitü kurarak geliştireceğini sanması büyük bir yanılgıdır. Çünkü köyü yaşatacak şey okul değil köylüdür. Müdür Halim Akın’ın “Yahu sen ne diyorsun! Kara cahil mi kalsın köylüler?”200 sorusuna karşılık Şefik

Ertem, “Hayır Halimcim, okusun, ama köy okulu, okuma isteği duyulunca işe

yarar.”201 Yanıtını vererek gerçek bir eğitimin okuldan ibaret olmadığına vurgu yapar.

“Köyler aynı yaşama, üretim şartları içinde olmadıklarından aynı gelişim

çizgisinde de değillerdir. Nahiyeden büyük, gelişmiş köyler olduğu gibi, yaşama şartlarını yitirmiş, dağılmaya mahkûm köyler de vardır. Köyler vardır ki, ‘okul’ diye

198 Kemal Tahir, a.g.e., s.163 199 Kemal Tahir, a.g.e., s.164. 200 Gös. yer.

yanıp tutuşur, her gördüğü sorumlunun yakasına sarılır, fakat üç sınıfı kurup yaşatacak gücü yoktur. Aslında ille okul istemesi bu güçsüzlüğündendir, dağılmak üzere olduğundandır. Bu sebeple okullar köyden köye değişmek zorundadır. Biz her köy okulunu ayrı düşünmek zorundayız.”202

Şefik Ertem’in Köy Enstitülerine son derece gerçekçi bir tavırla yaklaştığını ve değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Her köyün ihtiyaçları farklı olduğuna göre köylere kurulacak olan Enstitülerinde birbirinden farklı olması gerekir. Bunları göz ardı etmek Enstitülerin amacına ters düşer. Şefik Ertem Köy Enstitüleri ile ilgili görüşlerini anlatmaya devam eder;

“Evet, köyün değişmesi düşünülmediği gibi, çocukları değiştirmek de hiç

düşünülmüyor aslında… Köylere odundan dokuma tezgâhları dağıttık. Pazarda paketi 90 lira olan pamuk ipliğini 15 liradan veriyoruz! Yarım yırtık okuttuğumuz çocuklardan biraz dülgerlik, kaba demircilik, biraz nalbantlık, biraz duvarcılık, önemlice rençberlik istiyoruz! Köyün bunlarla kalkınamayacağını sen de benim kadar bilirsin! Köyü ancak kendi kendine yeterliğe zorlar bu… Sanki bin yıldır Anadolu köyü başka bir şey yapıyormuş gibi...”203

Şefik Ertem’in Köy Enstitüleri hakkındaki düşüncelerine baktığımızda son derece gerçekçi bir tavırla eleştirdiğini söylemek mümkündür. Köy Enstitülerine gelen öğrencilerden beklenen hem toprakla uğraşmaları yani doğayla mücadele etmeleri hem de 20 yıl boyunca köyde kalmak şartıyla öğretmenlik yapmalarıdır. Bu sebeple öğrencilerin aldıkları eğitim yarım yamalak olacaktır. Bu sadece köylerin kendi kendine yetmesi demektir. Ancak Anadolu’nun gelişmesi için sadece bu yeterli değildir. Anadolu asırlardır yalnız bırakılmış ve kendi kaderine terk edilmiştir. Başka bir deyişle yüzyıllardır kendi kabuğundan dışarı çıkmamıştır. Bu sebeple sadece okul yaparak ve başına Anadolu’ya daha önce hiç gelmemiş öğretmenler koyarak köylerin kalkınmasını düşünmek kolaya kaçmaktan başka bir şey değildir.

202 Kemal Tahir, a.g.e., s.164. 203 Kemal Tahir, a.g.e., s.167.