• Sonuç bulunamadı

Çocuğa Görelik

Belgede İbn Haldun'un eğitim görüşü (sayfa 136-141)

F. İBN HALDUN’A GÖRE EĞİTİM ÖĞRETİM VE ÖĞRETMEN

3.3. TATİLLER

4.1.1. Çocuğa Görelik

İnsan psikolojisi ve bireysel farklılıklar gibi insan hakkında doğru bilgilere dayanmayı ifade eden bu ilkenin13 en genel tanımı, çocuğun gelişim süreci ve eğitim- öğretiminde ona yapılacak her türlü etkide onun gerçek durumuna (yetenek, vb. özelliklerine) saygı göstermek ve ona uygun hareket etmektir.14 XX. yüzyıl eğitimine şekil veren bu ilkenin temelinde J. J. Rousseau’nın (1712-1778) çocuğa her şeyden önce çocuk olarak bakılması gerektiği düşüncesi yatar. Çocukların yaşlarına göre eğitilmeleri gerektiğini söyleyen Rousseau, çocuklar yetişkin olmadan önce çocukturlar, eğer bu düzen bozulacak olursa, çocuğa yetişkin gibi davranılırsa, tadı olmayan, olgunlaşmayan meyveler yetişir, diyerek çocuğa gereksiz birçok bilgi öğretmenin hiçbir faydası olmadığını ileri sürer. Çünkü ona göre, akıl da vücut gibi yalnız taşıyabildiğini taşır, önemli olan çocuğun nicelik bakımından birçok bilgiye sahip olması değil, bilmediklerini bir gün öğrenmeye yardımcı olacak bir yeteneğinin olduğundan haberdar edilmesidir.15

Rousseau’da temellerini bulan ve XX. yüzyılın başlarında John Dewey (1859 -1952) tarafından kuvvetle benimsenen ve savunulan bu eğitim ilkesine benzer görüşler İbn Haldun’da da görülmektedir. O da eğitim-öğretim etkinliklerinde öğrencinin zihinsel gelişim özelliklerinin dikkate alınması gerektiğini, aksi durumda

11 M, C. I, s. 424, (191-192). 12 M, C. II, s. 684, (377). 13 Parladır, a. g. e. (2001), s. 13. 14 Binbaşıoğlu, a. g. e. (1988), s. 61. 15 Rousseau, a. g. e., s. 69-70, 151.

öğrencide bıkkınlık ve öğrenmeye karşı isteksizlik doğabileceğini ileri sürer. İbn Haldun’a göre,

“Öğrenciyi başlangıçta belirsiz, açık olmayan bir takım konularla karşı karşıya getirmek ve bunları halletmesini öğrenciden beklemek, bunları ezberlemesini, öğrenmesini istemek; ayrıca ilmin sonunda öğretilecek konuları, öğrenci bunları kavrama yeteneği geliştirmeden, ona öğretmeye çalışarak onun zihnini allak bullak etmek ve onda bıkkınlık ve öğrenmeye karşı isteksizlik meydana getirmek, bazılarının izlediği yanlış yöntemlerdir.”16

İbn Haldun’a göre, eğitim-öğretim etkinliklerinde öğrencinin zihinsel gelişiminin yanında bireysel farklar da önemli rol oynar:

“Eğitim-öğretimde bir ilme (alana) tam olarak hâkim olma üç aşamada gerçekleşen bir yöntem ile mümkün olurken, bu, bazı öğrencilerin fıtratlarına ve yeteneklerine bağlı olarak daha az tekrarla da gerçekleşebilir.”17

4.1.2. Hazır Bulunuşluk

Olgunlaşma ve geçmiş yaşantıların etkileşiminin bir ürünü olan hazır bulunuşluk yeni öğrenilecek konular için gerek bilişsel, gerek duyuşsal, gerekse psikomotor birikimi ve öğrenmenin alt yapısını oluşturan temeli ifade eder. Herhangi bir şeyin öğrenilebilmesi için zihinsel, duygusal ve bedensel gelişme ve olgunlaşma bakımından yeterliliğin yanı sıra o konu ile ilgili gerekli ön bilgi, beceri ve tutuma da sahip olunması gerekir. Öğrenenin iç durumunun ve daha önce öğrendiklerinin önemli rol oynadığı öğrenme sürecinde herhangi bir öğrenmede bireyin hazır bulunuşluk düzeyi, yani giriş davranışları yeterli değilse öğrenme tam olarak gerçekleşemez.18

İbn Haldun çağındaki özellikle lisan âlimlerinin çoğunun bazı tür şiirlerden hoşlanmadıkları için, o şiirleri reddettiklerini ve o şiirlerin biçimsiz ve irabtan yoksun olduklarını düşündüklerini, oysa bunların böyle bir inanca sahip olmalarının tek sebebinin, onların lugatları hakkında meleke sahibi olmamalarından ileri

16 M, C. II, s. 979-980, (533-534). 17 M, C. II, s. 979, (533).

18 Ramazan Arı, Ömer Üre, Hasan Yılmaz, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, 2. Baskı, Mikro

geldiğini, şayet onlarda bu türlü şiirler konusunda da bir meleke mevcut olsa, sözü edilen şiirlerde gerçekten bir belagatın var olduğuna tabiatları, duyguları ve edebî zevklerinin şahitlik edeceğini söyler.19 İbn Haldun’un bu görüşünden, önceden öğrenilenlerin sonradan öğrenilenleri etkileyerek bireyi seçici kıldığı ve insanın hakkında bilgi sahibi olmadığı konuya karşı olumsuz bir tutum takındığı için, herhangi bir öğrenmede önceden hazır bulunuşluluk yoksa o konunun değersiz kabul edilebileceği sonucu çıkmaktadır.

4.1.3. Tedricilik

İbn Haldun’a göre bilhassa alışkanlık kazanmada ve sanat/meslek eğitiminde tekrar ve tedricilik esastır, basitten karmaşığa, kolaydan zora doğru bir sıra izlenmelidir,20 çünkü nefis için çeşitli melekeler meydana gelmesinin tek yolu tedriciliktir.21 O eğitim-öğretimde bu ilkenin dikkate alınmamasını yanlış bir yöntem olarak değerlendirir.22

Ona göre sanatların öğretiminde de bu ilkenin dikkate alınmasının önemi büyüktür, örneğin musikide belli bir sesten onun zıddına veya benzerine aniden değil, tedrici olarak geçilir, geri dönülmesi de aynı şekilde tedricen olur.23 Çünkü eşyanın kuvveden fiile çıkması bir defada ve aniden olmayıp, zamana ihtiyaç duyulduğundan, insan düşüncesi de sanatların çeşitlerini ve oluşum biçimlerini dolaylı anlama yolu ile yavaş yavaş -birbirinin ardı sıra- potansiyel durumdan işler hale çıkarır ve bu durum sanatlar kemâle erinceye kadar aşamalı bir şekilde devam eder.24

İbn Haldun’a göre, melekeler birden olmayıp yavaş yavaş, aşama aşama meydana geldiklerinden,25 ayrıca eğer bir şeye aşamalı bir şekilde alışılırsa, o iş kişiye başlangıca göre daha kolay geleceğinden,26 bu ilkenin uygulanması her türlü melekenin elde edilmesinde kolaylık sağlar. Vahiy hali de başlangıçta Hz. Peygambere zor geldiği ve bu sırada şiddetli sıkıntıları göğüslemek zorunda kaldığı 19 M, C. II, s. 1055, (538). 20 İbn Haldun, a. g. e. (1977), s. 40-41. 21 M, C. II, s. 1044, (578). 22 M, C. II, s. 978, (532). 23 M, C. II, s. 757, (425). 24 M, C. II, s. 723, (400). 25 M, C. II, s. 1044, (578). 26 M, Ugan, C. I, s. 242, 243.

için Kur’an ona bir takım ayetlerden oluşan parçalar halinde nazil oluyordu, daha sonra, yavaş yavaş vahye alıştığı için, Tebük savaşında Tevbe suresi, deve üzerinde iken toptan nazil olmuştur.27

“Riyazet ve tedricilik yolu ile aç kalmada da durum aynıdır, aç kalmaya nefis alıştığında artık bu onun doğal bir durumu haline gelir.28 Riyazet yoluyla yavaş yavaş açlığa alışılıp sonra da riyazeti bırakarak eski hale dönmek istenildiğinde bunun da derece derece yapılması gerekir, birdenbire eskisi gibi yemek yemeğe başlandığı takdirde o kimsenin

ölümünden korkulur.”29

4.1.4. Somuttan Soyuta

Elle tutulan, gözle görülen, parçalara ayrılarak incelenen varlık ve konuların daha iyi öğrenildiği ve bu tür öğrenmelerin daha kalıcı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.30

Öğrenmeye somut şeylerden başlamak, gerek öğrenme etkinliğine daha çok duyuyu katma, gerekse insanın zihinsel gelişimi somuttan soyuta bir süreç izlediğinden öğrenmenin insanın zihinsel gelişimi ile uyumlu olabilmesi açısından önemlidir. Ayrıca insan zihninin sahip olduğu soyut konuları kavrayabilme, soyut düşünebilme ve öğrenme yeteneklerinin geliştirilebilmesi için de öğrenme etkinliğinde somuttan soyuta ilkesine uyulmalıdır.31

İbn Haldun gözle görülen bir şeyi aktarmanın haber alınan ve tarifle bilinen bir şeyi aktarmaktan daha kapsamlı olduğunu ve görme sonucunda meydana gelen bir melekenin rivayet ve haberden meydana gelen bir melekeden daha sağlam ve daha mükemmel olduğunu kabul eder. 32 Çünkü yaşantı konisinde gösterildiği gibi gözle algılanan şeyler kulakla, yani sözel sembollerle gerçekleşen öğrenmelerden daha kalıcıdır.33

27 M, C. II, s. 848. 28 M, C. I, s. 273, (90). 29 M, Ugan, C. I, s. 213.

30 Büyükkaragöz & Çivi, a. g. e., s. 55. 31 y. a. g. e., s. 55.

32 M, C. II, s. 722, (400).

İbn Haldun bizzat kendisi de herhangi bir konudaki görüşünün daha iyi anlaşılmasını sağlamak için eserlerinde somut örneklere yer vermiştir. Örneğin o dildeki kalite ve belagattaki farklılığın bir olan anlamı farklı kılmadığını daha açık olarak anlatmak için denizden su almak için kullanılan kapların farklı oluşunun (altın, gümüş, vb. gibi) içlerindeki suyun farklılığına sebep olmadığı örneğini kullanmıştır.34 Bir hanedanlığın son zamanlarındaki geçici iyileşmeyi anlatmak için de, sönmek üzere olan kandilin son kere parlaması örneğini vermiştir:

“Refah ve rahatlık sebebiyle mutlaka her hanedanlığın bir takım ihtiyarlık belirtileri olur, bazen son günlerinde devlet için bir kuvvet meydana gelebilir, devletin fitili, hemen sönmek üzere bir kere daha parlayabilir. Nitekim lambada yanan fitilde de bu hal görülür ve depoda yağ kalmadığı için fitilin sönmesi yaklaştığı zaman, öylesine parlar ki, bu tabii ve sürekli

bir yanış olduğu izlenimini uyandırır.”35

4.1.5. Basitten Karmaşığa

Eğitim-öğretimde basit konuların öğretimi bileşik ve karmaşık konulara göre daha kolaydır ve daha çabuk öğrenilir. İbn Haldun kendi zamanında önce basit olan beceri ve sanatların öğretildiğini haber verir ve bunların gerekçesini de şu şekilde açıklar:

“Öğrenimine öncelik verilen bu sanatlar sadedir, bunlarla hayatta bir zaruret hükmünde olan nesneler hazırlanır, ayrıca genel ihtiyaçlardan olduğu için bunları öğrenenlerin sayısı çoktur, bütün bunlardan başka, bunlar ilkel madde ve nesnelerin imali ile ilgili olduklarından öğrenilmelerinde fikir ve akıl yormaya gerek yoktur, bir başka ifade ile

öğrenilmeleri kolaydır.”36

4.1.6. Yakından Uzağa

Eğitim-öğretim etkinliklerinde öğrenenin doğal ve sosyal çevresinden başlayarak yakından uzağa doğru bir sıranın takip edilmesinin pedagojik değeri büyüktür,37 çünkü öğrenen içinde yaşadığı doğal ve sosyal çevresinin bir parçasıdır.38

34 M, C. II, s. 1043, (577). 35 M, C. I, s. 558, (294). 36 M, Ugan, C. II, s. 367-368.

37 Mehmet Okutan, Genel Öğretim Metotları-İlke ve Yöntemleri, Trabzon, 1997, s. 56. 38 Parladır, a. g. e. (2001), s. 19.

Öğrencinin parçası olduğu doğal ve sosyal çevreden örnekler verilerek bağlantıların kurulması öğrenmeyi kolaylaştırıp, öğrenilenlerin kalıcı olmasını sağlarken, suya atılan bir taşın oluşturduğu dışarıya doğru genişleyen halkalar gibi, zihnin kavrayışının ve anlayışının da genişlemesine sebep olur. Fakat öğrenme çevresi daraltılırsa zihnin kavrama ve anlayış kapasitesi de daralır. İbn Haldun bu konuya zindanda babasının yanında büyüyen çocuğun hikâyesini örnek verir.

“Vezir senelerce zindanda kalmış, bu süre içinde oğlu bu hapishanede büyümüştü. Çocuk akıl ve idrak sahibi olunca, gıdasını oluşturan etin ne olduğunu sorduğunda, babası bu koyun etidir, diye koyunu çocuğa tarif etmeye çalıştığında çocuk hapishanede yalnızca fareleri gördüğü için

koyunun fare gibi bir şey olduğunu düşünür.” 39

Görüldüğü gibi önceden ve yakın çevreden edinilen bilgiler, doğal olarak sonraki ve yeni bilgiler için bir başlama noktası oluşturur. Ayrıca dar bir yaşantı çevresinde repertuar da kısıtlı olacağından bu durum yeni öğrenmeler için zorluk doğurmaktadır. Oysa zengin bir uyaran çevrede yetenekler daha çok açılıp gelişeceğinden öğrenme daha kolay ve kalıcı bir şekilde gerçekleşir.

Belgede İbn Haldun'un eğitim görüşü (sayfa 136-141)