• Sonuç bulunamadı

Antalya Erünal Sosyal Bilimler Lisesi. BĠR ġġġr BĠR ÖYKÜ. Nisan 2016, ANTALYA

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Antalya Erünal Sosyal Bilimler Lisesi. BĠR ġġġr BĠR ÖYKÜ. Nisan 2016, ANTALYA"

Copied!
212
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Antalya Erünal Sosyal Bilimler Lisesi

BĠR ġĠĠR

BĠR ÖYKÜ

Nisan 2016, ANTALYA

(2)

“BĠR ġĠĠR BĠR ÖYKÜ”

Antalya Erünal Sosyal Bilimler Lisesi Adına Sahibi

Özgür UYGUR Okul Müdürü

Hazırlayanlar Bülent DEMĠRCĠN

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Mustafa YAĞARKAR Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Eser Ġnceleme Komisyonu Mehmet Cavit KOTANLI

Müdür Yardımcısı-Ġngilizce Öğretmeni Nilgün ġAHĠN AKTAġ

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Selmin GÜNAY

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

ĠletiĢim

Antalya Erünal Sosyal Bilimler Lisesi

Adres : YeĢilbayır Mahallesi Namık Kemal Bulvarı No: 35 DöĢemealtı-ANTALYA

Telefon: 0-242 - 443 19 29 / 0-242 - 443 19 30 Belgegeçer:0-242 – 443 19 42

E-posta adresi: 969464@meb.k12.tr http://antalyaerunalsbl.meb.k12.tr/

(3)

HAYIRSEVERĠMĠZ ERGÜN ERÜNAL

1932 Yılında Kadıköy-Suadiye´de doğdu. Ġlköğrenimini Erenköy 38.Ġlkokulda (1943–1951), Liseyi Saint-Joseph de tamamladı (1943–1951).

Ġstanbul Teknik Üniversitesi ĠnĢaat Fakültesini (1951–1956) bitirdi. 1960 yılına kadar TaĢeron-Müteahhit olarak çalıĢtı.1960-1961 yıllarında Paris, Ecole National des ponts et chaussees de ön gerilimli beton ihtisası yaptı ve Fransa‟da A.S.T.E.F. Stajyeri olarak muhtelif Ģantiyelerde çalıĢtı. 1961-1964 yıllarında Almanya‟da değiĢik alanlarda çalıĢtı. 1964‟de Bekol Kollektif ġti.‟ni 2 sınıf arkadaĢı ile kurdular. Merbalit sun‟i mermer tesisini iĢletirken muhtelif yol ve köprü iĢleri yaptılar. 1974 „de Orman Yüksek Müh. Ġkbal ġenol ile evlendi ve Uludağ‟da Ergün Otel, Teleski, Kafeterya iĢletmeleri ile turizm iĢletmeciliğine baĢladı. 1983 de de Antalya Beldibi‟nde Erman Turizmi iĢletmeye açtı. 1992 de Uludağ Tesislerini devrederek Antalya‟ya yerleĢti. 1993 de Ayer Tarımı kurarak Türkiye‟de ilk bilgisayar donanımlı yüksek teknoloji ekipmanlı seracılığı baĢlattı.

Hayatı boyunca kazandıklarını Antalya Ġl Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Osman Nuri GÜLAY‟ın teĢvikiyle DöĢemealtı-YeĢilbayır mevkiinde yaptırdığı Erünal Sosyal Bilimler Lisesi‟ne harcayan, öğrencilerin “Ergün Dedesi” Sayın Ergün ERÜNAL ve kıymetli eĢleri Sayın Ġkbal ERÜNAL halen okuldaki çalıĢmaları yakından takip ediyor.

(4)

Sosyal Bilimler Lisesi‟nin bir parçası olmak; edebiyatın, sanatın, kültürün ve sporun bir aynası olmaktır. Hayatı yaĢamak, paylaĢmaktır edebiyat aslında!

YaĢantılar insana güç verir, aldığı nefesin hakkını vermektir insan!

Bu eser öğrencilerimizin kaleme aktığı, beyaz sayfalara duygular bıraktığı bir Ģaheserdir. Özellikle öğrencilerimizin ileride dönüp baktıklarından “Ben bunu baĢardım!” diye hissedeceği ve bundan güç alacağı; gururlu bir Ģekilde kendini takdim edeceği bir projedir.

Edebiyat, sanatların sahnesidir, bu sahnede yer alan öğrencilerime ve onları bu sahnede yüreklendiren öğretmenlerimize ve emeği geçen herkese teĢekkür ederim.

dört.dört.ikibinonaltı

“Çok ıssızdı

Sağlam ve kusursuzdu

Ne siyah ne de mavi O aslında beyaz’dı!

Buluta çalardı sesi; kokardı kelimeleri

Ne yalnızdı Ne kırmızı Sade

Keskin sarısı güç katıyordu sesine Hiç duymuyordu, koĢuyordu…”

Özgür UYGUR

Okul Müdürü

(5)

SUNUġ

Hitabet ve kitabet odaklı, kitabetin hitabete kuvvet verdiği bir alandır, edebiyat. Yeni neslin kitap satın alma konusunda eski dönemlerin çok çok önünde, ancak sosyal platformlara müptela, sağını solundan ayırt etmek için bile teknolojiye mahkûm olduğu-bizce-gerçek okumanın inceliklerinden mahrum, yüzeysel sınırlarda dolaĢtığı bir asır yaĢamaktayız.

Her Ģeye rağmen ümidin, bir Ģeyler ortaya koymanın yegâne anahtarı olması ve çalıĢmayı ibadet sayan inancımızın bizler için teĢvik edici rolü, Erünal Sosyal Bilimler Lisesi öğretmen ve öğrencilerinin, arı misali, yaptığı iĢten zevk alan bir çalıĢmayla, 2016 Nisanında, sizlerin karĢısına çıkmalarına kuvvet ve cesaret vermiĢtir.

Kimi kitapların sunuĢ kısımlarının, içerikle ilgili ilkeler, mazeret ve teĢekkürlerle dolu sayfalar hâlinde bir yönlendirme yumağına dönüĢtüğü günümüzde, biz böyle bir yolu irade etmeyeceğiz. “Sözün güzelliği kısalığındadır.” kaidesine uyacağız. Okuyucularımızdan tek beklentimiz, Ģiir ve öykülerdeki etkilenme, özenme ve öykünmeleri, yazma yolculuğundaki gençlerin birer kusuru olarak görmek yerine, merdivenin birinci basamağına çıkmaya çalıĢırken zihni her türlü etkiye açık, emekleme devresini yaĢayan ya da birinci basamağa çıkmayı baĢarmıĢ gençlerin, samimî edebiyat hevesleri olarak değerlendirmeleridir.

ÇalıĢmamızın baĢka çalıĢmalara ilham vermesi temennisiyle…

Bülent DEMĠRCĠN– Mustafa YAĞARKAR Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenleri

(6)

ĠÇĠNDEKĠLER SUNUġ

 BEYAZ BIYIK ÖZDEN YALIM (ġĠĠR)

YEKPARE GENĠġ BĠR AN AYġEGÜL ADĠLE AKÇA (ÖYKÜ)

BĠN PARÇA UMUTLA NAĠM YAMAK(ġĠĠR)

KUYUMCUNUN ÇIRAĞI ENGĠN OKAN ÇETĠN(ÖYKÜ)

 ELVEDA KÜBRA BEKKĠ(ġĠĠR)

ÖTELERDEN BĠR NEFES ZÜHRE SALAZ(ÖYKÜ)

 KADAR MELĠSA POLATER(ġĠĠR)

AYDINLIKTAKĠ KARANLIK ELĠF NUR KÜÇÜKÇAKAL(ÖYKÜ)

SESSĠZ KADIN YEġĠM ġAġĠHÜSEYĠNOĞLU(ġĠĠR)

HAYATIM(N)A DOKUNAN AġK SEVCAN ÖZEL(ÖYKÜ)

 SADECE SEN AYġE AKBAġ(ġĠĠR)

TELAġIM ONUN ĠÇĠN ASYA NUR YILMAZ(ÖYKÜ)

 BU VATAN ALEYNA KAYABAL(ġĠĠR)

YENĠ FĠLĠZLENMĠġ BĠR OT GĠBĠ OL ĠBRAHĠM ATAK ÇEK(ÖYKÜ)

GÖZYAġI BOYASI ASUDE ÇEHRELĠ(ġĠĠR)

HERKES MĠ HERKESLEġĠR? ĠREM YAREN YAKAN(ÖYKÜ)

 KADER RÜVEYDA DEDEOĞLU(ġĠĠR)

YIRTIK PABUÇLAR FATMA SULTAN ACAR(ÖYKÜ)

ġEHĠT ANNESĠNĠN FERYADI AYġE KAYSERĠ(ġĠĠR)

YAġAM BĠLGE SU BENLĠ(ÖYKÜ)

ĠZ SULTAN ġĠMġEK(ġĠĠR)

UYANIġ SEMANUR AK(ÖYKÜ)

KAÇINCI BU NAĠM YAMAK(ġĠĠR)

YANLIġA KAÇIġ ALĠHAN ÖZTÜRK(ÖYKÜ)

 YANILSAMA SEVCAN ÖZEL(ġĠĠR)

 UMUT GÜLBEDĠ BERRA SERT(ÖYKÜ)

SENSĠZE KAÇIġ RÜVEYDA DEDEOĞLU(ġĠĠR)

AĞLAMANI ĠSTEMEZDĠ SENA OKUTAN(ÖYKÜ)

SEN BENĠM Ö.Y.(ġĠĠR)

TEK BĠR AN BELEMĠR AKSAY(ÖYKÜ)

 BABA FADĠME BAġYĠĞĠT(ġĠĠR)

KALBĠM HEP SENĠNLE AYġE CEYDA ÜLKÜDÜR(ÖYKÜ)

SAĞ OLUNMUYOR KÜBRA BEKKĠ(ġĠĠR)

KAÇIġ VOLKAN BAYRAKTAR(ÖYKÜ)

 CANIM ANNEM AYġENUR KORKMAZ(ġĠĠR)

GEÇMĠġE KAVUġMA ARZUSU ECENUR BĠLDĠRĠCĠ(ÖYKÜ)

YAĞMUR GÜLNUR KARPUZ(ġĠĠR)

DÖNÜġMEYĠ BECEREN HĠSLER NĠL ECE AKIN(ÖYKÜ)

 GECE VE KADIN ASUDE ÇEHRELĠ(ġĠĠR)

(7)

LĠMONATA FIRAT KAYA(ÖYKÜ)

 KARAMSAR GECELER AYġE AKBAġ(ġĠĠR)

BÜYÜK KARAR HĠLAL KAKIġIM(ÖYKÜ)

UÇURTMALAR ZEYNEP EKĠCĠ(ġĠĠR)

MAHKÛM DUYGU ERKUġ(ÖYKÜ)

 SEN ĠPEK NUR AYBEK(ġĠĠR)

ARINMIġ RUHLAR NAĠM YAMAK(ÖYKÜ)

DĠNLE BENĠ SEVCAN ÖZEL(ġĠĠR)

KADERĠN AĞLARI ESRA BOLATKOL(ÖYKÜ)

 BU KENTTE NAĠM YAMAK(ġĠĠR)

BAZI RÜYALAR TESADÜF DEĞĠLDĠR HATĠCE NUR ACAR(ÖYKÜ)

SANA DEĞĠL NAĠM YAMAK(ġĠĠR)

GÖRMEK ĠSTEDĠĞĠM GĠBĠ TUĞÇE AKGÖL(ÖYKÜ)

MAZĠDE GÜNEġ SEVCAN ÖZEL(ġĠĠR)

ĠKĠZ DUYGULARIN AġK ĠTĠRAFI FEYZA NUR ERġĠN(ÖYKÜ)

 ANNEM MELĠSA POLATER(ġĠĠR)

HEREKDOT’UN SIRRI MUSTAFA ALĠ UĞUZ(ÖYKÜ)

DURAĞAN YOL SEVCAN ÖZEL(ġĠĠR)

 SABAH OLA HAYROLA ALPER OKġAR(ÖYKÜ)

GĠZLĠ DENĠZLERĠM NAĠM YAMAK(ġĠĠR)

BABAM GĠBĠ OLMAK AYġEGÜL ÇATLIOĞLU(ÖYKÜ)

ZORLU ĠMTĠHAN MELĠSA KORKMAZ(ÖYKÜ)

HAYAT BOYAR GÖZLERĠNĠ OLMAYAN RENKLERĠNE ĠREM ÖZBEK(ÖYKÜ)

KĠMSESĠZ KÜBRA ġEKER(ÖYKÜ)

 YARIM KALAN SEN SAYFALARI BĠLGE COġKUN(ÖYKÜ)

MEZARLIKTA BAġLAYAN YAġAM EDA GÜLER(ÖYKÜ)

(8)

Özden YALIM (12/A)

BEYAZ BIYIK

Bir ballı süt bir de ekmek

Baba kokusuyla dalmak uykuya Anne öpücükleriyle uyanmak Çocuk olmak ya da hep

Çocuk olduğun günleri saymak Kedilerin mırıltısı poĢetlerin hıĢırtısı

Ve senin özlemin

Her Ģiirde adı geçmek zorunda olan sen Aynalara yüzümü çeviren sen

GözyaĢlarımdan ne istersin ki sen

Yorganın altında hıçkırıklarıyla uyuyan çocuk Çek yorganı baĢından

Bil ki en güzel Ģeydir Ģu dünyada ağlamak GözyaĢların ayna olur bakıĢlarına

Umut olur yarınlarına

Temizler seni ve çevrendekileri

Ağlarken bir fotoğrafını çek mesela Güldükçe aç bak o fotoğrafa

Bak ki gülerken de Ģükredesin

Bak ki ağlarken ki kadar samimi ol dualarında

(9)

Rahman seni duyar seni sever üzülme çocuk

Annen değil miydi seni her akĢam „‟hu hu‟‟ larla uyutan?

Resmini çiz hayallerinin

Zihnin elinden daha iyi bir ressam O ressama teĢekkür et

Çünkü o sana umut ıĢığını yakan

Ballı süt ve taze ekmek

Bir de sütten kalma beyaz bıyık dudağında

(10)

AyĢegül Âdile AKÇA (9 / A) YEKPARE GENĠġ BĠR AN

Çıt, tak, ip ip pıp ,tra lay, pıs, sak, tim, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, iham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi, ilham geldi ,ilham geldi.

Sessizlik…

Sadece sessizlik…

BoĢluk değil en azından 

Neyse, demek ki olmuyordu. Kırk kez söylemek yeterli değildi. Kırk fırın ekmek yemek lazımdı üstüne. Ama zaten kırk senedir ekmeğini yemiyor muydu bu iĢin? Senelerdir yazmıyor muydu sabah suyunu içercesine? Öyleyse Ģimdi?

Belki de ekmek amaç değil araç olmalıydı artık.

Bir Ģey olmuĢtu yani ya da belki bir Ģey kopmuĢtu.

ZIRRRRRRRRRRRRR!

ĠĢte Ģimdi boĢluk! Hem de öyle çirkin, öyle itici ki bu kez… YaĢından beklenmeyen bir çeviklikle salonun sağ köĢesindeki telefona doğru koĢtu. Bu koĢuĢun sebebi elbette heyecan değildi. Merak? Hayır! Sadece bıkkınlık!

BıkmıĢtı bu anlamsız sesten ve genelde anlamsız olan her Ģeyden. Yani aslında hiçbir Ģeyden… Yine de devam etmek gerekliydi. Peki neden?

YETER ARTIK!

Yine sessizlik. Ama bu kez bilinçli, dolayısıyla refah temininde olmazsa olmaz olanlarından. Bu son sesi de susturdu, hafifçe öksürdü ve ahizeyi kaldırdı.

„‟Evet?‟‟

„‟ Ġyi günler Ece Hanım. Meziyet‟ten Selin ben… Siz bu saate kadar uğramayınca biz de…‟‟

„‟Ah evet ben… ġey… Bazı aksaklıklar oldu da. Uğrayacağım ama ben.‟‟

„‟Yok, yani iĢiniz varsa… Sorun değil. Biz sadece endiĢe ettik.‟‟

(11)

„‟Anlıyorum. Ama ben mutlaka uğrayacağım bugün. Yine de teĢekkürler.‟‟

„‟Yani o zaman… ġey iĢte… Biliyorsunuz ki yarın…‟‟

„‟Biliyorum. Birkaç düzeltme kaldı sadece. KuĢkunuz olmasın.‟‟

„‟Pekâlâ, kendinize iyi bakın.‟‟

Ne mana yoksunu bir veda idi bu böyle! Sandalyesi çekilmiĢlerin sallanan ayakları kadar soğuk… Kuyular kadar korkak… Banyo ördekleri kadar yapmacıktı kuĢkusuz…

„‟Ġyi günler‟‟

Yalan ne tuhaf Ģeydi. En dürüstlerin ağzındaydı nedense hep. Onuncu köyünden kovulmak üzere olan Ece Hanım‟ın da yapacağı Ģey değildi bu. Yapacağı Ģey değildi ne demekti? Kim yapmam dediği bir Ģeyi yapmadan giderdi ki buralardan zaten?

Bazen olduğu gibi yaĢamak, geldiği gibi konuĢmak, gittiği gibi davranmak lazımdı. Çıkıp gitmeliydi çoktan mesela Ģu an.

Konuya Dönelim!

Soğuk bir aralık akĢamı zavallı kız… Zavallı kız…

ZAVALLI KIZ KALIN DUVARLAR ARDINDA KĠBRTLE ISINIYOR OLAMAZDI ELBETTE!

Ilık bir ilkbahar günü genç adam… Genç adam…

KÜÇÜK KIZI VE BÜYÜK ANNESĠNĠ ZALĠM KURDUN ELĠNDEN KURTARIYOR DA OLAMAZDI

Sıcak bir Ağustos günü Ģımarık prenses altın topuyla oynuyor olabilirdi ama değil mi?

Hayır! BU DA OLAMAZDI

Önce söz vardı ise SON gelmiĢti.

Bu giriĢle gelen prangalardan kurtulmuĢluk hissi yerini o kelimenin feci derecede rahatsız edici olan tesirine bıraktı.

SON

(12)

Bacaklarını karnına çekerek uzandı bir süre. Bu düĢünceden sıyrılmak ile cümleyi silmek arasında gitti geldi.

Defteri çöpe atmayı yeğledi sonunda. Ve yaptı da.

Öyleyse sil baĢtan:

Kırmızı gömlekli kız yılbaĢı sarhoĢluğuyla ceketini evde unuttuğu için Saint Petersburg sokaklarında titreyerek yürürken genç bir amca gördü. Birbirinden güzel ve bir o kadar da güven verici ceketler satan bu genç amca kızın zihninde bir anda tek buluttan çift baĢlı ĢimĢekler çakmasına neden oldu. Bir sorun, iki çözüm!

Ġçi yünlü, az ĢiĢkince ve asker yeĢili olanı çarçabuk seçti. Parasını öder ödemez de üstüne geçiriverdi. Ardından sakince düĢünmeye koyuldu. Büyük teyzesi gülkurusu ipekli trençkottan mı daha çok hoĢlanırdı yoksa bordo rengi kaĢmir pardösüden mi?

??******#2122122122####2###

Sakince yönettiğini düĢündüğü bu ufak karasızlık kısa sürede o anı ele geçirdi ve kız bütün yıldızlar kendisini seyrediyormuĢ gibi hissetti. Bütün yıldızlar…

Bütün yıldızlar… Bu ikileme mi yoksa bütün yıldızlara mı tahammül edemediğini anlayamadan ilerleyecekti ki bir Ģey fark etti:

Bordo rengi kadife trençkot

Böylece:

Ġnsanlar ısınmak için tilkilerin karnını delmekten vazgeçti.

KIT!

Çoğu fevri hareketinden sonra olduğu gibi bu kez de Ece Hanım kısa süreli bir rahatlık hissinden sonra „‟piĢmanlık‟‟ dinlenme tesislerine ulaĢtı. Salona geri dönüp kalemi bantla yapıĢtırmayı düĢündü. On beĢ yaĢında kalem kırmamaya ant vermiĢ olan bu kadın için abartı sayılmazdı bu hareket.

Belki de yanlıĢ bir hayat yaĢamıĢtı-yaĢıyordu-. Ağaç kalem olmak istediğinden mi kalemliğe uygundu, kalemliğe uygun olduğundan mı kalem olmayı seçti bilinmez. Ama bütün bu saçma kurgu ve –artık- boĢ hayat onun istenci, zihni ve hatalarının ürünüydü. Kalemse yalnızca Ģamar oğlanı…

Kalem olmak istedi birden. Alabildiğine uçlarda, alabildiğine vakur, alabildiğine masum…

Kaç dakika vardı „‟Kaleme Giden Yol‟‟ giĢesinin kapanmasına? Geç miydi?

Geç neydi?

(13)

Geçip giderken bütün bu düĢünceler zihninden göl üstünde arı tüyü misali, kalem parçalarından birisinin ucunu açmaya baĢlamıĢtı çoktan.

BaĢka bir deyiĢle, baĢa döndü:

YaĢlı adam belini hafifçe doğrulttu ve devam etti:

„‟Ama o zamanlar farklıydı. Ġnsanlar böyle değil. Dondurma koysan sıcak çikolata olur. Öyle iĢte…‟‟

AMA BU DA KLĠġE CANIM!

Olmuyordu! Olacak olsaydı, hemen Ģimdi “bir sabah‟‟ diye girer, “o zaman‟‟ ile iĢleri kızıĢtırır, „‟böylece‟‟ sayesinde de her Ģeyi tatlıya bağlardı.

Ardından da, yarım saat sonra gelecek olan VC276‟ya atar kendisini, Seise‟ye gelmeden iner, biraz yürür kafasını toparlar, o metruk binanın önüne gelince merdivenleri ikiĢer ikiĢer çıkar, meĢin kapıyı tıklar, içeri girer, kâğıdı masanın üzerine koyduktan sonra-aslında- oradan hemen giderdi.

Ama olmuyordu.

Ve daha kötüsü olmayanı dahi yazamıyordu artık.

DĠNG DAN DON!

Ah! Ġkinci bir intihar sebebi… Oldu olası nefret ettiği bu kapı ziline elli yıldır nasıl tahammül ettiğine yazar da hayret ediyordu. Ama iyi yanları da vardı bunun. Mesela hiç kimse ikinci kez zile basmak zorunda kalmıyordu. Kolayca ulaĢabiliyordu ona insanlar. Belki de sorun buydu. Kolay- ve buna bağlı olarak basitleĢmiĢ- bir hayat.

„‟Ġyi günler Ece Hanım. Bakıcımın teyzesi vefat etti de ikizleri birkaç saatliğine size bırakmamın bir mahsuru var mı?‟‟

„‟Çok iyi olurdu. Ama ben on dakikaya dergiye gidecektim.‟‟

„‟Hay Allah…‟‟

„‟Öyleyse izin verin benimle gelsinler. Çok uzak değil biliyorsunuz.‟‟

„‟Yok canım, ayak bağı olurlar size.‟‟

„‟Aman be kızım, iĢ mi sanki yaptığım? Bizimki yaĢlılık meĢgalesi iĢte…

Hayatın son demleri…‟‟

„‟Öyle ya…‟‟

„‟Bırakıyor musun çocukları?‟‟

„‟Madem öyle beĢ dakikaya yollarım buraya.‟‟

(14)

„‟Tamam, kızım dikkat et kendine.

„‟Siz de dikkat edin. Yormayın kendinizi bu afacanlarla çok fazla.‟‟

Bu kızcağız neden bahsediyordu böyle? Sanki hiç yorgun değilmiĢ gibi…

Yorgun değildi aslında. Tıpkı ütüden önce herkesin pantolonunun ütülü sayılması gibi aslında o da yorgun değildi. AlıĢılmıĢlık değildi bu ama. Yalnızca öyle sayılmıĢlıktı. Öyle ya, kaç sene önceydi bütün dinlenmiĢliği, huzuru ve dinç zihniyle uyandığı son sabah?

Tık Tık Tık!

Ha Ģöyle . En çok da zile boyları yetiĢmeyen minik yavrucakları seviyordu bu apartmanda.

„‟Merhaba Ece Teyze‟‟

„‟HoĢ geldiniz. Aç mısınız?‟‟

„‟Hayır, yeni kahvaltı ettik sayılır.‟‟

„‟Ne güzel… Siz içeri geçin, ben de çantamı alıp geliyorum.‟‟

Ne güzeldi ya… Oysa kendisi kahvaltı dahi etmemiĢti. AkĢam yemeği de neydi ki zaten? Ya nohut, ya yoğurttu yıllardır yediği… Sofra kurduğu da yoktu doğru dürüst. Sahi, sofra da kurmuyordu artık. Ne zamandır? Kim bilir ne zamandır…

„‟Evet, hazır mısınız bakalım?‟‟

Cevabı beklemeye bile gerek yoktu. Zaten çocuklar hep hazırdı. Kocaman katlanabilir dünyaları vardı, hepsinin üstüne bu dünya da tamamen onlara aitti.

Etti mi iki dünya?

Hâlbuki yetiĢkinler öyle miydi? Bir yere giderken muhakkak anahtarlarını almaları gerekirdi. Yoksa kim alırdı onları evine? HoĢ, anahtar kullanmaları da bir tuhaftı ya… Cüzdanları da olmazsa olmazlarından birisiydi. Kimse kimseye durduk yere yardım etmezdi. Dünyaları genelde bundan ibaretti. Kimisinin birkaç dönüm arsası, kimisinin dev bir marketler zinciri olsa da hiçbiri dünyanın tamamına sahip değildi.

Otobüsü çok beklemediler bu kez. Malum, öğle saati kim iĢe giderdi ki? Öğle saati kim „‟otobüsle‟‟ iĢe gidebilirdi? Hal böyle olunca hiçbir Ģoför müĢteri biriktirme zahmetine girmiyordu. Yine de otobüsün yeterince hızlı gittiği söylenemezdi. Varsın yavaĢ gitsindi. Her Ģey yeterince hızlıydı zaten.

„‟Offfff… çok sıkıldım. KeĢke „‟ipod‟‟alsaydık yanımıza. Değil mi Efecan?‟‟

„‟Evet ya… Ece Teyze, senin telefonunda oyun var mı?‟‟

„‟Telefonum yok ki benim.‟‟

(15)

„‟Nasıl yani? Hiç sıkılmıyor musun?‟‟

Elbette sıkılıyordu. Ama telefonsuzluktan değildi tabi. Bu sevimsiz binalar, ufacık dikdörtgenlerin önünde eğilen adamlar, gittikçe daha da grileĢen bu Ģehir, modern çağın mantar gibi çoğalan mabetleriydi canını sıkan. Ama baĢka bir Ģey vardı. Hepsinin aksine, bir türlü alıĢamadığı, yıllardır atmaya uğraĢtığı bir Ģey, bir fincan zencefille çekip gidecekmiĢçesine basit ve eğreti aynı zamanda öldürmeden rahat vermeyecekmiĢçesine çökkün ve yoğun bir Ģeydi asıl canını sıkan. YanlıĢ bir hayat seçmiĢ gibiydi… Belki de yanlıĢ kurallar seçmiĢti…

Eksik bir hayattı belki de en büyük hatası. Her ne ise, senelerdir yolunda gitmiyordu iĢte. Onu bulamadan ölecek gibiydi…

„‟Sıkılmıyorum.‟‟

„‟Nasıl yani? Ne yapıyorsun?‟‟

„‟Bak mesela Ģimdi dergide birkaç saat kaldıktan sonra sizi parka götürürüm.

Zaten hava kararır sonra. Eve geldim, yemek yedim, koltuğa kuruldum derken bir de bakmıĢım ki sayfam bitmeden uyumuĢum. Sıkılmaya bile vaktim olmaz.‟‟

YaĢamaya vakti yoktu asıl sıkılmaktan… Ama haberinin olası da yoktu…

„‟Ġyi de bizim senin kadar iĢimiz yok ki?‟‟

„‟ĠĢiniz yoksa kitaplarınız da mı yok akıllı bıdık?‟‟

Tabii ya kitaplar… Bir amaç seçecekse hayatına belki de kitaplar olurdu bu. Bir kitap olmak için yaĢardı belki bundan sonra. ġöyle yaklaĢık üç yüz sayfalık, siyah, kalın bir kapağı ve saman sarısı yaprakları olan on iki punto ile yazılmıĢ bir kitap olabilirdi pekâlâ. Konusu ne olacaktı ki? “Kitap mı? Yooo… Kitap okumuyoruz biz. Sadece okulda. O da bazen.‟‟

Kitapsızlık… Belki de buydu onun sorunu da. YaĢının bilmem kaç katı kitap okumuĢtu nerdeyse ama kitapsızdı belki hâlâ, ya da yanlıĢ kitaplar okumuĢtu bugüne değin… Doğru kitabı bulabilir miydi ki artık? Neden bulamazdı ki?

Bulmasa ne olurdu? Neden çoktan seçmeli Ģıklardan daha fazlasına yer veremezdi hayatında?

„‟Madem öyle, dergiyi sallayın. Ġlerideki dükkândan birkaç kitap alalım mı size?

Ne dersiniz?‟‟

Aynı anda kafa salladılar. Kadının gözleri ister istemez parladı nedense bunun üzerine… Misk caddesinde indiler. KarĢıya geçerken son kez mırıldandı Ece Hanım:

„‟Hayat Ģimdiden ibaret.‟‟

Anlam varsa sizin için ve böylece anlamsızsa bütün bu dünya, son sözüm Ģudur belki:

(16)

Yazar kim burada? Kadın mı? ġahit mi? Çocuklar mı? Yoksa sadece kalem mi yazar?

Ne tuhaf sorular bunlar… Ne olursa olsun özne, Ģahıs eklerinin ötesinde aranmalıdır. Zira harfler sadece gölgedir. Oysaki insan güneĢe dönmeli gönlünü.

YaĢamak, yaĢamak ve yaĢamak için…

(17)

Naim YAMAK (9 / D) BĠN PARÇA UMUTLA

Umudun güneĢimiz olduğu zamanlardı, O zamanlar

Kan renginde batardı

Meydan okurdu her bir hürlüğe

Umudun bin parçaya ayrıldığı zamanlardı, O zamanlar

Gözümüzü alamazdık, ne sevdaydı KoĢardık, koĢardık doru at edasında

Umudun önümüzü aydınlattığı zamanlardı, O zamanlar

Her sokağımız epeyce karanlıktı Pek anlamazdık doğrusu

Elimize tutuĢturulmuĢ meĢalelerden

Doru atı altımıza aldık Ellerimizde meĢale

Karanlığı delip geçtik, koĢtuk Umuda doğru

Kalan mı?

Kan renginde hürlük…

Ve bin parça umutla GüneĢi ellerimizle tuttuk Savurduk karanlığa doğru

(18)

Engin Okan ÇETĠN (9 / D) KUYUMCUNUN ÇIRAĞI

Ocak ayının, neredeyse yarısı bitmiĢti. Müjgân ve Remzi Bey‟in, çocuklarının doğumuna günler kalmıĢtı. Doktorun söylediğine göre, en geç iki gün içinde olmalıydı. Aile hazırlıklıydı ve o mükemmel günü bekliyordu. O gün, Remzi Bey‟in izin günüydü ve eĢi Müjgân Hanım‟la parkta yürüyüĢe çıkmıĢlar, kuru dalların arasından, bir mızrak hızında geçen güneĢ ıĢınlarını iliklerine kadar hissediyor, bu kıĢ gününde böyle güzel bir hava olduğu için Ģükrediyorlardı.

Yorucu bir günün ardından, Müjgân Hanım akĢam kahvaltı tarzı yemek hazırladı. Zaten her ikisinin de, uzun uzun yemek yiyecek hâlleri yoktu. Tüm günlerini dıĢarıda geçirmiĢ, güzel güneĢli bir günün keyfini çıkarmıĢlardı.

Yemekten sonra kahve içmelerine rağmen, erkenden uykuları gelmiĢ ve her günkü vakitten epey erken bir saatte, uyumak için üstlerini değiĢtirmiĢlerdi bile.

Gece saat üçe gelirken Remzi Bey, Müjgân Hanım‟ın seslenmesiyle uyandı ve zamanın geldiğini hemen anladı. Hızla kıyafetlerini giydikten sonra, önceden hazırlamıĢ oldukları çantayı aldı, Müjgân Hanım‟ın koluna girdi ve dikkatlice evin hemen yanındaki sokağa yürüdüler. Yolda yürürlerken, Remzi Bey durağı aramıĢ ve bir tane taksi istemiĢti bile. Taksi hemen geldi.

“Hastaneye!” dedi Remzi Bey heyecanla. Hastane çok uzak değildi. Araç ile en fazla on dakika sürüyordu.

Hastane giriĢinde onları acil servis ekibi karĢıladı. Müjgân Hanım‟ı hemen, doğum bölümüne aldılar. Remzi Bey hastane koridorlarında, bir o tarafa, bir bu tarafa sürekli dolaĢıyordu. Sanki eĢi içeriye gireli günler olmuĢtu. Zaman bir türlü geçmiyor, beklenen haber gelmiyordu. EĢinin durumu ile ilgili, bilgi alabileceği birilerini aradı etrafta ve az ileride, bankonun arkasında oturan bir hemĢire gördü. Tam ona doğru yönelmiĢti ki, doğumhanenin kapısının açıldığını fark etti. Hemen yönünü değiĢtirdi ve hızlı adımlarla, içeriden çıkan doktora doğru ilerledi. Remzi Bey‟i gören doktor yanına yaklaĢtı “Gözünüz aydın, nur topu gibi bir oğlunuz oldu, hem annenin hem de bebeğin durumu çok iyi” dedi.

Nihayet dört buçuk saat sonra Remzi Bey‟e güzel haber gelmiĢti. Artık o bir babaydı.

O soğuk gecenin, en sıcak haberiydi bu. Anne ve çocuk ikisi de çok sağlıklı idi. Müjgân Hanım odaya geçtiğinde, bebeğinin getirilmesini bekliyor ve o sırada camdaki buzlara bakıyordu. Ġnce ince dantel gibi iĢlenmiĢ, özel çizimlerdi sanki camdaki Ģekiller. Gündüz o kadar güzel güneĢ varken, gece nasıl da soğuyor, nasıl da donuyordu her yer. Bir anda kapının sesi duyuldu.

HemĢireler, Müjgân Hanım‟ın bebeğini getirmiĢlerdi. Müjgân Hanım bebeğini kucağına aldı. Çok sevinçliydi. Bebek ilk sütünü içerken, Müjgân Hanım Remzi Bey‟e baktı “Adını Ayaz koyalım.” Dedi. Remzi Bey, ĢaĢkın bakıĢlarla Müjgân Hanım‟a bakıyordu. Daha önce düĢündükleri isimler arasında bu isim, hiç

(19)

geçmemiĢti. Müjgân Hanım gülümseyen bir yüzle, Remzi Bey‟e tekrar baktı

“Camlara bak.” dedi “Camlara bak, dantel dantel iĢlenmiĢ gibi Ģekiller, tüm bunları gecenin soğuğu yapıyor. Oğlumuzun iyi bir ressam olmasını, iyi bir sanatçı olmasını istiyordum bu yüzden adını Ayaz koymak istiyorum.” dedi.

Remzi Bey sanatsever biri olarak gülümsedi ve baĢını sallayarak bu ismi onayladı.

Saniye, yelkovan ve akrep arasındaki amansız yarıĢ, hiç bitmeyecekmiĢ gibi devam ediyor, her seferinde saniye, akrep ve yelkovanı geçiyor, böylece günler ayları, aylar yılları kovalıyordu. Ayaz büyümüĢ, ilkokul çağına gelmiĢti bile.

Okulun ilk günü annesi ile birlikte gitmiĢ, bir ara annesinin de kendisiyle birlikte sürekli okulda kalacağını sanmıĢtı. Ġçeri giriĢ zili çaldığında Müjgân Hanım oğlunu öpmüĢ, çıkıĢta gelip alacağını ve kendisi olmadan okulun bahçesi dıĢına çıkmaması gerektiğini de sıkı sıkı tembihlemiĢti.

Ayaz, daha ilk günlerde davranıĢlarıyla ve resme olan yeteneği ile öğretmeninin dikkatini çekmiĢti. Öğretmeni, Ayaz‟ın ailesi ile de görüĢmüĢ ve tespitlerini anlatmıĢtı. Ailesi de, Ayaz‟ın istemesi durumunda ona her türlü desteği vereceklerine dair Sınıf öğretmenine görüĢlerini bildirmiĢlerdi.

BaĢarılı bir ilköğretim dönemi geçiren Ayaz, ortaöğretim ve lisede de aynı baĢarıyı göstermiĢ, üniversite sınavlarında en çok istediği bölüm olan, Güzel Sanatlar bölümünü kazanmıĢtı. Ayaz‟ın en çok sevindiği konu ise kazandığı üniversitenin kendi Ģehirlerinde olması ve böylece anne ve babası ile sürekli görüĢebilecekleri konusu olmuĢtu.

Ayaz‟ın ailesinin maddi durumu çok iyi olmadığından, hem kendi harçlığını çıkarmak, hem de ailesine katkıda bulunmak için, yaz dönemlerinde kuyumcu Hamdi Bey‟in yanında çalıĢıyor, ustalarına çay verirken, onların ham altınları nasıl iĢlediklerini ve ortaya çıkan her biri Ģaheser denilecek kadar güzel, mücevher tasarımlarını hayranlıkla izliyordu. Kuyum atölyesinde çalıĢan ustalar da, her fırsatta iĢin inceliklerini Ayaz‟a anlatıyor, zeytin tanesini andıran siyah gözlerinin derinliklerindeki gülümsemeyi görmeyi, çok seviyorlardı.

Ayaz‟ın en büyük hayali, bir gün kendi tasarımlarının altına iĢlenmesini görmekti. Üniversite bittikten sonra, iĢ aramaları baĢlamıĢ, ancak istediği gibi bir iĢ bulamamıĢtı. Tam da ümitlerin tükenmeye baĢladığı bir anda, kuyum atölyesinin sahibi Hamdi Bey, Ayaz‟a bir iĢ teklifinde bulundu. Ayaz çizimler yapacak, Hamdi Bey de beğendiği çizimleri mücevher olarak üreterek yeni ve örneği olmayan tasarımları satıĢa sunacaktı. Ayaz hiç düĢünmeden bu teklifi kabul etti. Hamdi Bey, çıraklık döneminden beri Ayaz‟ın yeteneğinin farkında olup, elinden tutulması gereken bir yetenek olduğunu her fırsatta ifade etmiĢ ve kendi kendine „‟ eğer ömrüm olursa, bu desteği ben vermek isterim „‟ Ģeklinde içinden geçirmiĢti.

(20)

Ayaz‟ın öncelikli hedefi, en büyük hayalini gerçekleĢtirebilmek için, lise yıllarından beri çizdiği ve özenle sakladığı çizimleri ile bir sergi açmaktı. O dönem belediye baĢkanı seçilen, Patronu Hamdi Bey‟in de desteği ile bir salon kiralanmıĢ, tüm hazırlıklar yapılmıĢ ve Ayaz‟ın ilk sergisinin baĢlamasına sadece günler kalmıĢtı.

Sergiden bir gün önce heyecanı daha da artmıĢtı ve o gece neredeyse hiç uyuyamadı. Bir ara, tam gözleri kapanıyordu ki annesinin, “Oğlum kahvaltı hazır, hadi kalk, sergiye geç kalacaksın.” cümlesiyle kendine geldi. Hızlı bir kahvaltıdan sonra ailece sergi salonuna gittiler. Bir müddet sonra, ilin ileri gelenleri salonda belirmeye baĢladı. Herkes büyük bir ilgiyle çizimleri inceliyor, baĢlarını öne arkaya sallayarak, âdeta hayranlıklarını belirtiyorlardı. Bazıları aralarında konuĢuyor, böyle yetenekli bir çocuğu nasıl keĢfedemediklerini belirterek, çizimlere hayranlıkla bakmaya devam ediyorlardı.

Organizasyonda Ayaz‟a çokça yardımda bulunan Hamdi Bey, belediye baĢkanı olarak yaptığı, serginin kapanıĢ konuĢmasında sözlerine “Ġlimizin gurur kaynağı...” diye baĢlamıĢtı. Bu sözler üzerine Müjgân Hanım ve Remzi Bey göz göze gelmiĢ, Müjgân Hanım‟ın gözlerinden inci tanesi bir damla, yerlere süzülmüĢtü bile. Bu gurur tablosu karĢısında kim dayanabilirdi ki gözyaĢı dökmeden.

Çok baĢarılı geçen sergi gününden sonra, Ayaz çalıĢmalarına devam ediyor, neredeyse Hamdi Bey‟in üretimlerinin tamamı onun tasarımlarından yapılıyordu. Hamdi Bey belediye iĢleri ile çok meĢgul olduğundan, çoğu zaman kuyum atölyesini Ayaz idare ediyordu. Hepsi birbirinden güzel çizimleri, altına iĢlemek atölyedeki ustaları ayrıca mutlu ediyor, hiç kimse zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordu.

AkĢam, ailecek yemek yerlerken, annesi birden masadan kalktı. Sabah postacının bıraktığı ve bir kenara koyduğu zarf aklına gelmiĢti. Zarf sarı renkli ve belli ki bir devlet kuruluĢundan geliyordu. Zarfı aldığında, Ayaz‟ı arayıp haber verecekti ancak, araya baĢka Ģeyler girmiĢ, günlük ev telaĢı yüzünden aramayı unutmuĢtu. Zarfı Ayaz‟a uzattı. Ayaz zarfı bir hamlede açtı ve içindeki evrakı çıkardı. Askerlik Ģubesinden gelen, çağrı mektubundan baĢka bir Ģey değildi. Zaman ne çabuk geçmiĢti de, askerlik vakti gelmiĢti.

Ertesi gün Ayaz, konuyu Hamdi Bey ile görüĢtü. O askere gittiği zaman, yerine bakacak birinin olması gerekecekti. Ayaz, Hamdi Bey‟in zor durumda kalmasını hiç istemezdi. Hamdi Bey „‟ sen sıkıntı yapma, ben hallederim „‟ dedi.

Sonra Hamdi Bey ve Ayaz birlikte askerlik Ģubesinin yolunu tuttular. ġubede gerekli kontroller yapıldı ve belgeler hazırlandı. Ayaz askerliğini kısa dönem, yedek subay olarak yapacaktı.

Aradan altı ay kadar geçmiĢti. Ayaz tezkeresini almıĢ ancak, hiç kimseye haber vermemiĢti. Hem ailesine, hem de Hamdi Bey‟ e sürpriz yapmak

(21)

istiyordu. Önce eve geldi. Annesinin sevinci ve babasının gururu görülmeye değerdi. O gün, annesi ve babası ile bol bol hasret giderdiler, askerlik anıları anlatıldı, çaylar içildi.

Sabah ilk uğranması gereken kiĢi, tabii ki Hamdi Bey‟di. Kahvaltıdan sonra kuyum atölyesine doğru yola çıktı. Atölyeye vardığında Hamdi Bey yalnızdı, ustalar dahi yoktu. Hamdi Bey, Ayaz‟ı karĢısında görünce çok ĢaĢırdı.

Gerçekten büyük sürpriz olmuĢtu. Sarıldı, yanaklarından öptü. „‟ Ustalar nerede?

„‟ diye sordu Ayaz, „‟ yoksa ayrıldılar mı? „‟ Hamdi Bey gülümsedi „‟ yok yok „‟

dedi „‟ bugün öğle vaktine kadar izinliler. „‟Tam o sırada, Hamdi Bey‟in kızı Melike içeri girdi. Ayaz‟ı karĢısında görünce çok ĢaĢırdı ve sevincini gizlemedi.

Eskiden atölyeye geldiğinde, Ayaz‟ın çalıĢmasını izler ve kendince mutlu olurdu. Ona karĢı bir Ģeyler hissettiğinin de farkındaydı, ancak bir türlü açık açık konuĢma fırsatı bulamamıĢtı. Bir de, araya askerlik girince, tümden bağlantıları kopmuĢtu. Aslında Ayaz da, Melike‟ye karĢı bir Ģeyler hissediyor, ancak bir türlü cesaretini toplayıp konuĢamıyordu.

Ayaz, tekrar Hamdi Bey ile çalıĢmaya baĢlamıĢ ve baĢarılarına baĢarı katmaya devam etmiĢti. Melike de atölyeyi daha sık ziyaret ediyor, kendi elleriyle yaptığı, tatlıları ve kekleri babasına ve çalıĢanlara ikram ediyordu.

Hamdi Bey, bu sık ziyaretlerin sebebini tahmin ediyor, içten içe gülümsüyordu.

Bir tarafta biricik kızı, diğer tarafta oğlu gibi gördüğü, Ayaz vardı ne de olsa.

Annesi ve babası, kendi aralarında Ayaz‟ın artık evlenme vaktinin geldiğini konuĢmuĢlar, ancak konuyu kendisine bir türlü açamamıĢlardı. Remzi Bey, Müjgân Hanım‟a; bu akĢam konuyu açmasını ve Ayaz‟ın görüĢünü almasını istemiĢti. AkĢam olduğunda Müjgân Hanım, Ayaz ile görüĢtü ve düĢüncelerini aldı. Tam da tahmin ettiği gibiydi durum. Ayaz da, Melike‟den hoĢlanıyor ve onunla evlenmek istiyordu. Remzi Bey, durumu Hamdi Bey‟ e anlattı ve onun da görüĢlerini ve onayını aldıktan sonra, birbirlerini seven iki gencin evlenmelerinde bir sakınca olmadığı kanaatine vardılar. Ara çok uzatılmayacak, bir an önce düğün yapılacaktı. Her iki ailenin de bir çocuğu vardı ve onların mutluluklarını görmeyi, her iki aile de çok isterdi. Remzi Bey ve Hamdi Bey torunlarını sevmek isteyen dede rolüne, çoktan bürünmüĢlerdi bile.

Melike ve Ayaz, dillere destan bir düğün töreni ile evlendiler. Ġki yıl sonra, biri kız biri oğlan ikiz çocukları oldu. Hamdi Bey, iĢini tamamen Ayaz‟a devretti ve emekli oldu. Müjgân Hanım ve Remzi Bey, torunlarını sevmeye bir türlü doyamıyorlar. Melike, iki sevimli çocukla uğraĢmaktan çok mutlu. Ayaz ise çırak olarak baĢladığı kuyum atölyesini, ülkenin en büyük takı tasarım atölyesi haline getirmekten çok mutlu ve kendisi gibi birçok insan yetiĢtirmek için, Ģimdiden kolları sıvadı ve birçok yetenekli öğrenciye, burs vermeye baĢladı bile.

(22)

Kübra BEKKĠ (Hazırlık / B) ELVEDA

Bugün son kez ağladım uğruna sevgilim Son kez süzüldü gözyaĢları yanaklarımdan Son satırlarımı yazdım gökyüzüne seninle ilgili Artık olmayacak gözlerin hayatımda

Artık dolmayacak ciğerlerime kokun Artık çıkmayacak bütün yollar sana Bitti bu hikâye

Mağlup oldum aĢkında Yenik düĢtüm sevdana Parçalandı yüreğim

Binlerce parçaya bölündü kalbim Gelenim yok gidenim çok sevgilim Yalnızım Ģimdi

Yalnızım annesinden koparılmıĢ çocuk misali Çıkarıp atma yüreğinden beni

Kalayım ücra bir köĢede Kalayım ki yaĢayayım

Senin gönlünden sürülmek sonuymuĢ dünyanın Sonum geldi sevgilim

Tükeniyorum yavaĢ yavaĢ Yok oluyorum

ELVEDA gönlümün gül bahçesi ELVEDA hayatımın en iĢlek caddesi ELVEDA

(23)

Zühre SALAZ( 9 / D) ÖTELERDEN BĠR NEFES

Durdurmak mümkün müydü yelkovanla akrebin aĢkını, mümkün müydü bir adımla geri dönmek? Kalbin acısına ortaklık eden sessizliğin sesini yok etmek? Kayalara çarpan denizin aptallığı mıydı? Yoksa maviyi taklit eden gökyüzünün kıskançlığı mı? Tapılacak varlıklar. Hangisi daha can yakıcı?

Ölmek mi? Sonsuz karanlık çukurunda kaybolmak mı? Ölmek can yakmaktan daha öte korkular barındırır bedeninde. Ölüm karĢına dikilip seni hayat bağlarından bir bir ayırdığında acı, zavallı bedeninde düĢündüğün en ufak ayrıntı olur. Dünyanın siyah boyayla kaplanmıĢ defterinden silinip sayfadaki değerini kaybetmekti belki acı olan ya da bir kelimenin anlamını yitirmekti.

Sonsuzun parlak yıldızlarıyla sonsuzu geçirmekti acı olan. IĢığı barındırmayan kara ölüm, bedenine çizikler kazırken gördüğün son yüzün ilk hıçkırığıydı acı.

PaylaĢmaktı. Kalbi, bedeni, ruhu… Cenneti kaybetmekti.

Peki ya cennetin yasak meyvesi aĢk, o ruhta bıraktığı izin büyüklüğünü görür müydü? Ruhu cennetin ruhuna diktiğini biliyor muydu? Ya kelebeğin çiçeğe her kanat çırpıĢında can verdiğini. Ama yaktığını küle çevirdiğini biliyordu. Her gülüĢte atan kalbin hızını görürdü. Uzaklığın onu yok etmediğini öğretirdi.

GüneĢ isyanımın büyüklüğünden korkup dağların ardına saklanmaya baĢladığında acı imkânsızlığın meyvesiyle birlikte ilmik ilmik iĢlediği üzerimi örten örtüyü, inceden bedenime sızan rüzgârı gölgelemek adına çekiĢtirdim.

Rüzgârla arama duvarımı kurup rüzgârın üzüntüme katılmasını bekledim.

Müziğin yüksek ritimleri hoparlörden çıkıp kulağıma ulaĢtığında gizlendiğim iki duvar arasına iyice sığındım. Ġnsanlar onları dıĢ dünyadan ayıran okulun kapısından birer ikiĢer çıkmaya baĢlamıĢtı. Gözlerim tanıdık bir yüz için her birinin yüzünü parçalıyordu. Kapıdaki insan sayısı arttıkça gözlerimin telaĢı aynı oranda artmıĢtı. Gözlerimin telaĢı aradığı simayı en uzak köĢede bulunca bitti.

Her gün inatla değiĢmeyen yüzü bu gün buğuluydu. Kahverenginin yüceliği sönmüĢ, yorgundu. Dimdik duran bedeni çökmüĢtü. En sevdiğim süveteri, bedenini kaplıyordu. Bu beni mutlu etmiĢti. Adımlarını sıklaĢtırıp insanların arasına daldı. Varlığı umurunda olmayan insanların arasından bir bir sıyrılıp kapıdan adımını atıp sokağa çıktı. Gizlendiğim duvarın önünden geçtiği saniye yelkovan akrebine ihanet etti ve durdu. Ancak kalbim durmadı. Ciğerlerim cennetin kokusuyla dolarken kalbim saniyenin bin katı çarptı kalbine… Kokusu burnumun ucunu acıyla sızlatırken, gözlerim okyanus oldu gözlerinde.

Kulaklarım içine çektiği nefesi duyarken bedenim içine çektiği hava olmak istedi içinde. Ne yazık ki yelkovan ihanetin acısına dayanamayıp dönmeye devam etti ve o önümden geldiği gibi geçti. Ardından bir enkaz bıraktığını bilmeden, ölü bir melek bıraktığını görmeden gelip geçti. Acı duvarın arasına sızıp bedenimi hapis etmeden hemen önce gizlendiğim sığınağımdan kaldırımda

(24)

bıraktığı kokusuyla ardında gitmeye baĢladım. Ġzlediğim yolun ona gittiğini bilmek güzeldi, güven vericiydi. Kırmızı engelli Ģeridi beni ona sürüklüyordu.

Kokusunu takip ediyordu bedenim. Kokusu etrafı cennete dönüĢtürüyordu.

Kokusu etrafı sarıyordu. Kokusunun havaya sinmesi iliklerimi harekete geçirip öfke duygumu fıĢkırttı. Bu kokunun benden baĢka bedenlere misafir olacağı gerçeği beynime kocaman bir kaya Ģeklinde düĢmüĢtü. Bu duyguyu tanıyordum;

içimde bir yerde alev alev yanıyordu. O herhangi bir varlığa gülümsediğinde alev alıyordu, karĢı cins zehirli gözlerini ona çevirdiğinde yanıyordu. Bu duygu gökyüzünün denize hissettiği duyguydu, bu duygu kıskançlıktı. Kıskançlık ruhu bir fare gibi kemirirdi. Beyni ürettiği senaryolarla havasız bırakırdı. Bedeni hırsla öfkeyle doldururdu.

Kokuyu ruhumda hissetmediğim an kıskançlıkla dolup taĢan bedenimle koca bir duvara toslamıĢ gibi hissettim. Kıskançlık yerini ruhun yeni sahibine bırakırken etrafımda deli gibi dönüp çevreyi taradım. Kokunun sahibini arıyordu gözlerim. Araması çaba verdi. Onu karĢı kaldırımda ilerlerken buldum.

Önümden gelip geçen arabaları yok sayıp yavaĢça karĢıya geçtim. Araba beni ezip geçmek yerine yavaĢça yanımdan geçtiğinde kaldırıma ilk adımımı atmıĢtım bile. Adımlarım kaldırıma bıraktığı darbeleri izleyip yarım kalmıĢ iĢine devam etti. Saatler ördekler gibi birbirini takip ederken güneĢ artık sönmeye yüz tutmuĢtu. Gece çarĢafını sermeye baĢlamıĢtı. Gündüz ve gecenin birleĢimiydi gök. GüneĢ ateĢini temsili diyarını terk ederken geride bıraktığı tabloya armağan etmiĢti. Özgürlüğün bayrak rengi gecenin kara çarĢafıyla savaĢıyordu.

Ne geceydi hava ne de gündüz. Hava kızıldı maviydi. Hava araftı. Arafın serinliği, soğuğu dünyaya hâkim olmuĢtu çoktan. Siyahlığıma iyice sığınıp onun beni ısıtacağını umut ediyordum. Siyaha güvenmek. Komik olan cümle bir o kadar da ürkütücüydü. Çünkü güveni yok eden sonsuzluğun rengini endiĢeyi hücrelere depoluyordu. EndiĢe korkuyu tetiklerdi. Bu ürkütücüydü. Ġnsanlar korkunun burun yakan kokusunu almıĢçasına yavaĢ yavaĢ sokakları terk etmiĢlerdi. Fakat kokunun onu sarmadığı belliydi. Sokakları terk etmeye niyeti yoktu Benim de onu. Yolların uzunluğu üzerine çökmüĢtü bundan bıkkın bir halde markete daldı. Bende peĢi sıra… Dudaklarıma ilkbahar gelmiĢti. Yukarı kıvrılıp çiçekleri karĢılayan gülümsemem iyice geniĢlemiĢti. Gideceği reyonu bildiğimden takibi bırakıp reyonları aĢtım ve önünde durduğu reyonun arkasına ilerledim. Olduğu reyonda oluĢturduğu hıĢırtıları duymak güzeldi. HıĢırtılar durunca alacaklarının bittiğini anladım. Biraz sonra olduğum reyonun solundan geçince panik beynime hükmedip emirler verdi. Bedenimin hareket etmesine yardımcı oldu. Böylece o solumdan akıp giderken ona sırtımı dönüp olduğum reyonu karıĢtırıp bir Ģeyler arıyormuĢ gibi hareketler yaptım. Beni fark etmesin istiyordum. Nitekim de öyle oldu; beni görmeden kasaya ilerlemeye baĢladı. O kasada iĢlerini hallederken yine ona görünmeden marketten çıktım. Marketten çıktığım an içerisinin sıcaklığı bedenimi terk etti ve soğuk tüylerimi dikleĢtirecek kadar üfledi içime. Ruhum soğuğun iç yakan tadına alıĢık

(25)

olduğundan bedenimin soğuk havaya maruz kalması o kadar da mühim değildi benim için. Soğuk bir kelebek gibi iç dünyamda uçuyordu, bir güvercin gibi özgürlüğünü bağırıyordu kalbime. Kalbimin baĢka bir ruha esir olduğunu bağırıyordu özgürlüğüyle. Onun içinde olduğu ruh için atmadığını fısıldıyordu kanat çırpıĢları. Kara boyasıyla karalıyordu kalbimin duvarlarını. Fırçasının darbesiyle yerle bir ediyordu kalbimi. Marketin kapısının tek bir sesle açılması soğuğun bedenime yaptığı iĢkencenin son bulmasını sağladı. Heybetli bedeniyle kapıdan çıktığı zaman soğuk iyice kaybolmuĢ ve karanlık bir sokağın ıssız duvarında parçalanmıĢtı. Ona bakan gözlerim bir fitil gibi ateĢ almıĢ az sonra tüm bedenimin, ruhumun yanmasını sebep olmuĢtu. Çıktığı kapı yavaĢça kapanırken o yoluna koyulmuĢtu bile. Öksüz bıraktığı kaldırımı kokusuyla sararken kaldırım onu çoktan affetmiĢ ve benimsemiĢti. Kaldırım onun gelmesiyle iyice neĢelenip kokusunu etrafa yaymaya baĢlamıĢtı. Kaldırımın neĢesi uğruna onun kokusunu etrafa yayması sinir bozucuydu. Kaldırımın bile bu kokuyu benimsemesi, sahiplenmesi haksızlıktı. Ben kokuyu sadece içime çekiyordum. Oysaki ben kokuyu ruhuma sürüp onun gibi kokmak istiyordum.

Cennette yaĢamak istiyordum. Cenneti isteme arzusuna karĢı aldığım sadece cennetin can yakan gerçeklerle beni yakan kokusuydu. Gözlerim kaldırımın neĢesine gerçeklerin ağırlığına cennetin güzelliğine daha fazla dayanamayıp acıların püskürmesine engel olamadı. Acılar birer damla halinde yeryüzüne akıyordu geçtikleri yerlere izler bırakıyorlardı. Islak, tuzlu, ekĢi bir iz. Can yakan bir iz… Elimin tersiyle yağan acıları geri püskürtüp bıraktığı izlerle birlikte onları yok ettim. Acılar Ģimdi yeryüzüne akmıyordu, içime akıyorlardı.

Ve ben onları elimin tersiyle yok edemiyordum. Aktıkları yerlerde kezzap etkisi yaratıyorlardı. Yakıyorlardı, kül edip parçalıyorlardı. Acılarımı masanın diğer tarafına itip dikkatimi kaldırımda cennetten izler bırakan ona verdim. Ġzleri birer birer takip ediyor ve benden baĢka birinin bu izleri takip etmemesini umut ediyordum. PoĢetleri tutan parmakları soğuğun azimetine uğramıĢ kırmızılaĢmıĢlardı. Parmaklarını ellerimin arasına alıp sevgiden yoksun nefesimle ısıtmak istiyordum. Onun parmakları yerine parmaklarımın soğuktan kırmızılaĢmasını istiyordum. Soğuk ruhumu yakacak daha etkili bir yol bulmuĢtu, kaybetmeye alıĢmıĢtım. Yok olmaya, acılarla boğulmaya. Gideceği yere yaklaĢtığımızı bilme beni biraz olsun rahatlatıyordu. Soğuk onun üzerindeki etkisini iyice arttırmıĢ olacak ki adımları hızlandı. Onun hızlanmasıyla adımları büyüdü, kaldırım artık kendinden geçmiĢti. Kokusu her yanı sarmıĢtı. Kıskançlık kanımı istila edip damarlarıma hükmedip iyice geniĢledi. Kıskançlık kokan kan kalbime ulaĢtığında kıskançlığım artık bir birey oluĢturacak kadar büyümüĢtü. Sol ayağımı hızla kaldırıma çarpıp canını yakmak istedim. Bunun yeterli olmadığını düĢünüp iki ayağımın üstünde üç kez kaldırıma vurdum. Her ne kadar zıplıyor gibi dursam da kaldırımın canını yakmıĢtım. Çünkü artık etrafa yaymıyordu ya da cennet uzaklaĢmıĢtı. Her halükârda kaldırım artık kokuyu yaymıyordu .‟‟Oh olsun „‟ellerim kıskançlığımın rehberliğiyle göğsümün üzerinde gidip gelmiĢ dudaklarım bana

(26)

ait olmayan kelimeler fısıldıyordu. Kokusunun etrafa yayılmadığını anlayan kıskançlığım, damarlarındaki etkisini azaltmıĢ ve kaybolmuĢtu. Kokuyu hissetmemek haritada kaybolmak anlamına gelse de cennetin gideceği yeri bildiğimden bunu pek dert etmiyordum. Ġntikamımı aldığım kaldırımın üstünde mutlu bir Ģekilde acılarımla birlikte yürüyüp ona yetiĢtim. Yollar geçmek bilmiyordu. Bitmek bilmeyen yollar bitmiĢ ve az önce cennetimin geçtiği kapıda dikiliyordum. Doğru harfler birbirini bulup süslemiĢti kapının üzerindeki tabelayı “ (…) YETĠM VE MUHTAÇ ÇOCUKLAR YARDIM VAKFI ‟‟

Cennetime sarılan yüzleri, gülümsemeyle dolu çocukları gördükçe onun çocukların koruyucu meleği olmak istediğini görüyordum. Bu onu sevmemi sağlayacak yeni bir sebep. Bu ona âĢık olmam gerektiğini anlatan yeni bir kanıt.

Kollarını yoran poĢetleri bırakmıĢ, bunun yerine kollarıyla çocukları sarmıĢtı.

Gülümsemelerine, kahkahalarına karĢılık veriyordu. Bu güzel tabloya saatlerce bakmak ağlamak istiyordum. Ayaklarım isteğimi geçersiz sayıp saklanacağım yere yürüdü. Dünden beri görmediğim duvara sırtımı dayarken onu özlediğimi fark ettim. Özlediğim yalnızca rutubet kokan duvar arası değildi. Kollarına aldığı çocuk ve etrafını saran miniklerle her zaman oturduğu banka yürüdü.

Saklandığım duvarın az ilerisindeki bankı kıskandım bir an. Ancak onun çocuklarla geliĢi kıskançlığımı göz ardı etmemi sağladı. Gözleri okyanusa dönerken gülümseme kokan dudaklarım onları izliyordu kanatları eksik bir meleği andırıyordu âdeta. Banka oturup çevresine çocukları aldığı zaman duvara iyice dayanıp bana güç vermesi için ellerimi duvara koydum. Ne yazık ki duvar beni soğuğuyla karĢıladı. Duvarın cevabı paramparça olmama neden oldu.

PoĢetin hıĢırtısını duyunca sorularla dolu kafamı duvar arasından çıkartıp az ilerimde oturanlara baktım. Çocuklar mutluluğun onları esir alan havasıyla gülücükler saçıyordu. GüneĢin rengini çalan sarıĢın çocuğun hevesle ona dönüp

„‟Bu gün bize ne getirdin? „‟sorusu gülümsemesini dudaklarıma yapıĢtırdı. „‟Siz ne isterdiniz?‟‟ sesindeki ezgilerin güzelliği kulak zarımı aĢıp beynimi sarhoĢ ediyordu. Sesi Ģefkat kokuyordu, cennet barındırıyordu. Çocuklar sorusuna koro halinde cevap verirken o kahkaha atıyordu.‟‟Çikolataaaaaa‟‟ diye bağıran çocukların ve genzinden gelen ezgilerle dolu kahkahasının sesi kulaklarımı istila etti. Kahkahası soğuğa karĢı ördüğüm duvarımı bir çırpıda yıktı. Soğuk bunu fırsat bilip içime daldı, bedenim buz keserken gözlerim çoktan okyanus olmuĢtu.

Kahkaha atarken gözlerinde oluĢan çizgilerde var oldum… Kulaklarımı seslere küstürürken kahkahayı salan ağzındaki Ģekillere âĢık oldum. Kahkahası acıyı yüzüme vuruyordu, gerçeği çarpıyordu kalbime; artık iyice kendimi kaybediyordum. Bunu iliklerimde hissettiğim acı kadar net hissediyordum.

Çocuklar poĢetlerde onları bekleyen çikolatalara sarılırken o gülümsemeyi dizginleyemediği bir yüzle onları izliyordu. Çikolatalar yavaĢ yavaĢ midedeki yerini alıp gülücüklere dönerken yine o çokbilmiĢ sarıĢın dayanamayıp konuĢtu

‟‟Eren ağabey bize yine Aslı ablayı anlatsana „‟ Ona bakan gülümsemem yüzümde donmuĢtu. Çocukların neĢesi iyice artıp tekrar koro hâlinde

„‟Evettt‟‟diye bağırırken bazıları el çırpıyordu. Zafer kazanmıĢlardı. Bir diğeri

(27)

ise „‟Ġlk tanıĢtığınız günü tekrar anlat.„‟ diyerek ortamı iyice kızıĢtırdı. Onun gülümsemesi yeni doğmuĢçasına yayıldı dudaklarında. Acı cehennemi yaĢatırdı kalbe. Cehennemin bilinmez gayyalarına sürüklerdi bedeni. Cennete girmek için çarpan bir günahkârdı kalp. Ruhun bedenimi terk etmiĢti, cennet için bedenim kalbimi terk etmiĢti ruhum için kalbimse siyah bir örtü içinde cennet uğruna acıyla çarpıyordu. Kalbim ne zaman o adın geçtiği bir cümle bulsa çarpmayı bırakırdı hayata küserdi. Bedenden yoksun siyahla örtülmüĢ benliğimi terk ederdi. Ait olamadığı beden için çarpmanın anlamsız olduğunu anlardı. Ġsim sihirli bir sözcük gibi dudaklardan döküldüğü vakit büyünün etkisiyle atmayı bırakırdı kalbimin çarpması anlamsızlaĢırdı. Güç almak için dayandığım rutubet kokan duvardan yavaĢça aĢağı kayarken okyanus olmuĢ gözlerim daha fazla dayanamayıp taĢtı. Acılar sel olup akıyordu yanaklarımdan. Ayaklarım benden habersiz bedenime çekilirken ellerim çoktan onları sarmıĢtı. Cennetin sesi kulaklarımı bulduğunda gülümsediğini anlamıĢtım. Sesi gülümseme doluydu, sevgi doluydu. Benimkisi ise hıçkırık ve gözyaĢıyla doluydu.

„‟O gün yağmur bulutlara sığamıyorcasına yağıyordu. Okuldan çıktım eve gitmek için…‟‟O günü anlatıyordu; kâbuslarımın yeryüzüne indiği günü, bulutların hüzünlerini boĢalttığı kötü havaya inat, o kıza gülümsediği günü…

„‟Ama yağmur nasıl yağıyor …‟‟sesi hikâyesini güzelliğiyle keyifli çıkıyordu.

„‟Neyse ki Ģemsiyem yanımdaydı.‟‟

-Ama benimki yoktu.

„‟Durağa hızlı bir Ģekilde vardım. Durakta benden baĢka kimse yoktu‟‟

-Ben hariç…

„‟Çünkü ortada koca bir tabelaya kazınmıĢ bir D harfinden baĢka bir Ģey yoktu.

Haliyle insanlar sıcak kahvelerle demli bir çayı içmeyi tercih etmiĢlerdi.‟‟

-Bense bir ağaç altında seni izleyerek ıslanmayı…

„‟Damlaların etrafı nasıl ıslattığını izliyordum. Sonra birden dikkatimi biri çekti

„‟

-Onu

„‟Onu... KarĢıda yağmur onu ıslatırken o ellerini açmıĢ gülümsüyor… Bir süre onu izledim öyle „‟

-Otobüsü kaçırdın.

„‟Otobüsüm geldiği zaman bile onu izlemeyi seçtim ve otobüse binmedim. Çok güzeldi ve çok güzel gülüyordu „‟

-Güldün…

(28)

„‟Onu izledikçe ben de güldüm. Bir süre sonra gülmeyi bırakıp ellerini birbirine sürtüp üfledi. ÜĢümüĢtü diye düĢündüm „‟

-Yanına gittin…

„‟Yanına gittim önce bana ürkekçe baktı. O kadar masum bakıyordu ki o saniye sevdim onu.‟‟

Hıçkırıklarım boyut atlamıĢtı sesim çıkmasın diye ellerim diĢlerime siper oldu.

DiĢlerimin ellerimi ısırırkenki acısına karĢı kalbimdeki acı ağır basmıĢtı.

„‟Ceketimi çıkarıp omzuna astım ve Ģemsiyeyi de kafasına tutup olduğumca sevimli görünmek için gülümsedim. „‟

- OlmuĢtun da…

ĠĢte ben o an ölmüĢtüm o kıza gülümserken ben yağmurla bütünleĢmiĢtim O, o kıza ceketini verirken ben soğuk olmuĢtum. O, o kıza Ģemsiyesini verirken ben yağmur damlalarının altında boğulmuĢtum „‟ Hasta olacaksın.” dediğimde gülüp “Olurum.” dedi. Dalga geçtiği o kadar belliydi ki gülümsemesinde kavrulurken ben de gülümsemiĢtim. “Hadi sana bir kahve ısmarlayayım.”

dedim. “Ben kahve sevmem.” “Çay…” gülerek “Hayır.” dedi. Tam ümidimi kaybettim ki son bir Ģans daha deneyip “Sıcak çikolata…” dedim. Cevabına o kadar sevindim ki uçuyordum “Bak o olabilir.” demiĢti. O kadar mutlu olmuĢtum ki gülerek ağlayabilirdim. ġemsiyeyi ikimiz arasında ortaladım. Sonra da onu ilerideki kafeye götürdüm. Sıcak çikolata olmadığı için daha doğrusu kalmadığı için neredeyse ağlayacaktı. Kahve içmedi, çay da… Sadece sıcak süt içti. Bense onu izlerken çayımı sürekli tazelettirdim

Bense ruhumla o yağmurun altında soğukla, yağmurla bir bütün oldum.

Mutlu hikâye sonu gelince uçup gitti. Tüm güzelliğiyle geride büyülenmiĢlik sihrinin etki gösterdiği bir çocuk topluluğu bıraktı. Çocukları memnuniyet dolu

„aaaaaaaa‟ ları havayı kapladı. Geride bir ruh bıraktı. Bedenden, kalpten yoksun hüzün ve gözyaĢıyla dolu bir ruh… Bir âĢık bıraktı geride hikâyenin baĢrolü, kızın kahramanı olan hani.

Ellerim kelepçelediği dizlerimi serbest bırakırken ayaklarım serbest kalınca bir suçlu misali yadırgadı bu durumu. Kıpırdamadı. Yapamadı. Sanki yıllardır tutsak gibiydi. Serbest kalmanın melankolik havasına alıĢmamıĢtı daha… Nitekim dakikalar sonra o da tempoya uydu ve açılıp yer boyunca serildi. Yorgunluk gözlerimde olduğu kadar bedenimde de egemenliğini sürdürüyordu. Fakat ona olan bağlarım beni ayakta durmaya zorluyordu.

Yandıktan sonra ortaya çıkan küllerdim Ģu an… Dumanı havayı lanetledikten sonra piĢmanlığıyla kül tablasının dibine külleriyle bırakılan izmarittim.

AnlamsızlaĢtırılmıĢ varlıklardım, ancak o kadarda anlamsız değildim. Acıydım, piĢmanlıktım, unutulmuĢluktum… Aynı zamanda da her Ģeydim. Duygularım, suskunluklarımı geri planda bırakıp ruhuma haykırıyordu. Acıyı haykırıyorlardı.

(29)

Bedenimde bu kadar acı varken yeni acıları göğüslemek komikti. Artık koca bir acı olmuĢtum. Ona olan bağlarım giderek artarken silkindim ve bir anda ayağa kalktım. Bir elimle duvardan güç alırken diğeriyle gözyaĢlarımı gölgeledim.

Kafamı duvardan çıkarıp ona baktığımda benim aksime mutlu görünüyordu.

Gözleri gülüp dudakları ıĢık saçıyordu. Birden kendimi gülümserken buldum.

Onun gülüĢünü yansıtıyordum gökyüzü gibi… Ay gibi... Onlar aĢklarını yansıtıyorlardı… Benim gibi…

Bir onu izleyip gülüĢünde kendimi kaybettim. Ancak zaman geçiyordu, en azından onun için çocuklarla yaptığı muhabbet bitmiĢti. Bu beni mutlu etti.

Çünkü duymadığım bir muhabbete girmesi canımı sıkıyordu. YavaĢça ayağa kalkan ellerini pantolonuna sürttü. Çocuklar yüzlerinin yeni hâkimi olan hüzne kucak açtılar. Her birinin yüzü hüznün can sıkıcı Ģekliyle boyandı. Çocuklar kucaklamak için ona sarıldılar. Koca kolları onları kucakladı. Birkaç dakika bu tabloya hayran hayran baktım. Maalesef bu koca tablo kucaklama seremonisi bittiğinde bozuldu. Yetimhanenin kapısından çıkıĢını izledim. O çıktıktan sonra özel hüzünle doldurduğum sığınağımdan çıkıp koĢarak çıkıĢ kapısına ulaĢtım.

Son kez arkamı dönüp her gün saklandığım iki duvar arasına baktım „‟Yarın görüĢürüz.‟‟ kalbimin içine haykırdığı cümleyi dıĢarı fısıldayacak güç bulamadım kendimde. Etrafıma baktığımda kaldırımı süsleyen kokusunun her günkünün tersine olduğunu fark ettim. Bedenim yorgunluğun egemenliğiyle kokuyu takip ediyordu. Kaldırıma kızıp bağıracak gücü bile bulamıyordum kendimde. Kıskançlık boĢ teneke ruhumun en köĢesinde dahi yoktu. Kaybolup yorgunluğa dönüĢmüĢtü, yolların neden bu kadar uzun olduğunu düĢünürken.

Bir çiçekçinin önünde aniden durdu. Kaldırımı dolduran ağaçlara minnetle bakıp hemen birinin ardına saklandım. Ve yine baĢımı saklandığı yerden çıkarıp onu izledim. Tüm renklerin bulunduğu bir etekle gömlek giyen kadın bir yandan sakız çiğneyip konuĢuyordu. “Her zamankinden mi olsun? „‟diye sordu kadın. O ise sakin bir Ģekilde „‟Evet. „‟ Kadın tüm çiçekleri bir araya toplayıp sardıktan sonra verdi ona. Tüm çiçekler birleĢip cennet gibi görünmüĢtü gözlerime. Eline aldığı çiçek demetini burnuna yaklaĢtırıp derin bir oh çekti… Çiçeklerin güzel kokusu yüzüne yansıdı. Gitmek için arkasını döndüğü zaman çiçekçi sakızın izler bıraktığı kelimeleri sıraladı “Aslı kızıma selam söyle. “ Bir an duraksadıktan sonra muhteĢem gülüĢü eĢliğinde kafasını çevirip çiçekçiye

“Söylerim.” dedi ve yarım kalmıĢ iĢine devam edip yürüdü. Bense ardına gizlendiğim ağacın kokusu ile çiçeklerle olan birkaç saniyelik duraksamadan hemen sonra yola devam ettim. Kırmızı ıĢıkta durup yeĢilin emriyle karĢıya geçtiğinde hareketlerini yansıttı. Ve karĢıya geçip takibe kaldığım yerden devam ettim. Gözlerim yürüdüğümüz yolların yorgunluğu ile ve zaten var olan yorgunluk ile birleĢtiğinde kapanmaya baĢladı. Ayaklarım son adım kelimelerine sığınmıĢtı. Ellerim yorgunlukla baĢ ederken yerçekimi yorgunluğu galip çıkartıp kollarımı aĢağı doğru çekiyordu. Yollar artık iyice bedenime çökmeye baĢlamıĢtı ki cennet sola sapıp mezarlığa daldı. Yaptığım en güzel

(30)

hareketi uygulayıp onu yansıttım, mezarlığa girdim. Ben aynaydım, güneĢe âĢık ay, denize sevdalı gökyüzüydüm. Yaptığım en iyi Ģey sevdiğimi yansıtmaktı.

Tanıdık hava ciğerlerimdeki yerini aldığında kaskatı kesildim. Ayaklarım artık sığınacak kelimeler bulamamıĢtı. Mekanik hareketlerle gideceği yerin bilincinde hareket etmiĢti. Gideceği yere vardığında onun, çoktan varmıĢ olduğunu gördüm. Ancak bu sefer saklanma ihtiyacı görmedim. ĠĢine o kadar yoğunlaĢmıĢtı ki beni fark etmeyeceğini biliyordum.

Birbirinden farklı yirmi dokuz hazineden seçilen harfler mezar taĢını süslüyordu.

Acı da bedenimi. Cennetim mezar taĢına öpücükler bahĢederken acı bedenime gözyaĢlarını. O toprağın altındaki arafta yatan bedene cenneti sunarken acı can yakan duyguyu sunuyordu ruhuma. O çiçekler ile toprağı güzelleĢtiriyordu, acı yaĢların bıraktığı izlerle. Üstümdeki siyah örtü acılarımı, hüznümü, sevgimi örtmeye yetmiyordu. Soğuk bedenime sızmayı bırakıyordu. Damlalar, bulutlara sığmıyor; üzerimize yağıyordu. Soğuk bana acımıĢtı, gökyüzü benim için ağlıyordu. Acılarımın yoğunluğunu hissediyorlardı. Etrafta ağaçtan baĢka bir varlık olmadığından elimin tekini güç almak adına ağaca dayadım. “Sevgilim.”

Toprağa fısıldayan ses bedenime çarpıyordu. AĢk dolu sözcük ağzından çıkarken, okyanustan firar eden bir damla yağmur damlalarının eĢliğinde topraktaki yerini aldı. Cennetimin her bir cümlesi bedenime, ruhuma, kalbime darbe etkisi yapıyordu. “Bak, bugün de yağmur yağıyor, sevgilim.” Elleri etrafı göstermek için havaya kalktı. Sesi depremler ile doluydu, acı ile hüzün ile. “Seni gördüğüm ilk günkü gibi seni o gün o yağmurun altında mutlulukla uçarken gördüğüm andan beri seviyorum. Seveceğim de. Beni o günden önce takip edip âĢık olduğunu ve hatta o gün bile takip ettiğini öğrendiğimde de sevdim, kavga ettiğimizde de.” Sesindeki üzüntü ve özlem ruhumu yaralıyordu. Cehennem artık içimdeydi. AteĢ yanmaktan küle dönmüĢ bedenimi tekrar yakıyordu. Bu yanma bedenimin aksine kalbimden arta kalan kırıntılarını küle çeviriyordu.

GözyaĢlarım kalbimdeki ateĢi söndürmek adına artık yuvalarında durmuyordu.

Acım ruhumu, bedenimi, her bir hücremi o kadar çok kez küle çevirmiĢti ki artık bu olaydan zevk almaya baĢlamıĢtı ve oyuna son verip yeni bir oyun peĢine düĢmüĢtü. Alnıma doğduğumda yazılan, kulağıma fısıldanan isim mezar taĢına kazınmıĢ bir Ģekilde bana el sallıyordu, dalga geçercesine. Ġki tarih arasında çekilmiĢ düz ölüm çizgim. Sanki o tarih arasında hiç doğmamıĢ, hiç büyümemiĢ, hiç düĢmemiĢim gibi sanki ilkbaharı hiç yaĢamamıĢ, gülmemiĢ, ağlamamıĢ gibi.

Hiç sevmemiĢim gibi. Aradaki büyük fırtınalara karĢı düz gülünç bir çizgi.

Oysaki güldüğüm, sevdiğim zamanlar gibi yukarı kıvrılmalıydı. Ağladığım, sevdiğim anlar gibi dalgalı olması gerekirdi. Her duygumu yansıtabilirdi.

Bedenim isyan listesinin uzamasından bıkmıĢtı, zaten onun çektiği sevda yeterince ağırdı. Her gün sevdiğinin nefesleri yeterince azap çektiriyordu.

GülüĢleri tekrar soğuklar diyarına gömüyordu onu zaten. Cennetimde cehennemi yaĢıyordum. Sesi bedenimi aĢıp kalbime değdi. “Çiçekçi Asiye Abla‟nın, yetimhanedeki çocukların selamı var.”

Referanslar

Benzer Belgeler

1988-1989 öğretim yılında Millî Eğitim Bakanlığı’ndan sağlanan ödenekle pansiyon binası alt katındaki kullanılmaz halde bulunan odalar derslik

3g- Kongre Oda Kartı Sponsorluğu 3.000.-EURO Kongre otellerine giriş esnasında verilen oda kartlarının arka yüzünde kongre adı ile birlikte sponsor firmanın görseli

Model Birleşmiş Milletler (İngilizce: Model United Nations, MUN), eğitim kurumlarının öğrenci delegeler çıkararak belli ülkeleri ve Birleşmiş Milletler

[r]

Bu çalışmanın amacı, otizmlilerin yaşadığı sosyal dışlanmalara bir çözüm önerisi sunma amacıyla oluşturulan ve başlı başına bir sosyal içerme örneği olan İZOT

Dönme Ekseni 221, 257 Lineer Denklem Sistemi 11,18 Teğet Vektör 293 Dönme Dönüşümü ve Matrisi 240, 241, 258 Lineer Dönüşüm 191 Tek - Çift Permütasyon 76 Dörtyüzlünün

*Ücretsiz İçecekler: Tüm yerli alkollü, alkolsüz içecekler, seçilmiş ithal içkiler, seçilmiş kokteyl menüsü, seçilmiş şampanya ve Türk kahvesi UHD konseptine

MÜCAHİT BULUT FİLİZ ADIGÜZEL SERCAN YANIK SERKAN AKAR.. HAVVA KONANÇ