• Sonuç bulunamadı

DURAĞAN YOL Gökyüzü tuzak ellerime tutmaya çalıĢsam düĢeceğim

Biliyorum, inadına yaĢıyorum derken bir gün ben de öleceğim Bakacaksın fırtınalar esmiĢ bakacaksın dünyaya hiç gelmemiĢim.

Belki hakkını veremiyorum aldığım nefesin

Belki de nefsime en büyük engel yine kendi nefsim Cevabı olmayan sorular sormadım

Sorusu olmayan cevaplar verdim zannederim Mazur görülmeyi beklerim

Hayat denen bu arsız müessesede unutkan bir acemiyim.

Alper OKġAR ( 9 / A)

SABAH OLA HAYROLA

Üniversiteden mezun olmuĢ genç bir gazeteci olarak, artık iĢ baĢvurusu için ajansları ve gazeteleri gezme konusunda karar almıĢtım. Ġnternet üzerinden bir ajansla iletiĢime geçip iĢ baĢvurusu için randevu alma fırsatı yakaladım.

Fakat öncelikle bir öz geçmiĢ hazırlamam gerekiyordu. Alelacele ve özenle iĢlerimi bitirip yarınki randevuya gecikmeden gitmek için canımı diĢime takmıĢtım.

Birkaç parça kıyafetle öz geçmiĢimi çantama koyup otogara doğru yola koyuldum. ĠĢ bulma hayallerimi gerçekleĢtirme umudu ile Ankara‟ya gidiyordum. Ġlk Ankara otobüsüne bindim. Hayatım için büyük bir dönüm noktası olacağını hissediyordum. Çocukluğumdan beri hayal ettiğim ve üniversitede de eğitimini aldığım iĢe baĢlamak için ilk adımımı atmıĢtım bile.

Ankara‟ya akĢam on bir sularında vardım. Konaklayacağım düĢük bütçeli bir pansiyon bulmak için Ulus‟a geldim. Önüme gelen ilk pansiyona girmiĢtim.

Sıkı bir pazarlık sonucunda ucuz bir fiyata konaklayacağım yeri de ayarladım.

Odama doğru merdivenlerden çıkarken kalın bir ses tonu ile „‟NABIYON LA BEBE!‟‟ diye bir ses duydum. Hiç aldırıĢ etmeden odamın ahĢap kapısını açıp içeri girdim. Sağda yatağın kenarında duran komidinvari bir eĢyanın üzerine çantamı bıraktım. Yatak gri bir nevresimle örtülü idi. Yatağın solunda eski, ahĢap bir sandalye vardı. Ġnsanın evindeki sıcaklık yoktu ama idare ederdi iĢte.

Uyumak üzere yatağa geçip yarın iĢ görüĢmesinde söyleyeceklerimin hazırlıklarını yaptım.

Büyük gün geldi. Sabahın köründe kalkıp sakal tıraĢımı oldum. Üstümü giydikten sonra iĢ görüĢmesi için yola koyuldum. Kızılay‟daki ajans binasının yakınında, otobüsten indim. Etrafta öyle bir koĢturmaca vardı ki herkes, her Ģey saatle yarıĢıyor gibiydi. Vızır vızır iĢleyen trafik, ellerinde evrak çantalarıyla karĢıdan karĢıya geçmeye çalıĢan insanlar… Akarsuyun debisine kendini kaptırmıĢ çer çöp misali bir oraya bir buraya savrulanlar… Bu hengâmenin içinde kendimi bir zerre gibi hissetmeye baĢlamıĢtım ki ajans binası karĢıma çıktı.

Binaya kocaman, aynalı bir kapıdan girdim. Elimdeki adreste üçüncü kat 302 numaralı daire yazıyordu. Yukarı çıkmak için asansörü çağırdım. Önce insanın baĢını döndüren bir koku, daha sonra hoĢ bir hanım belirdi peĢimde. O da asansörü bekliyordu benim gibi. Yirmi beĢ otuz yaĢlarında görünüyordu. Kim bilir, belki o da iĢ görüĢmesi için gelmiĢtir benim gibi. Ben “benim gibi”li hayallere dalmıĢken asansörün kapısı açıldı. Ġskeleye varan KarĢıyaka Konak

vapuru misali yolcularını birer birer boĢalttı. HoĢ kokulu ve hoĢ görünümlü hanıma yol vererek ben de asansöre bindim. Üçüncü katın düğmesine elimi uzattığım anda “Bir dakika, beni bekleyin !” narası duyuldu. Asansör son yolcusunu da alınca hareket etti. Asansör psikolojisi, her üçümüz de numaratöre bakıyorduk. Sanki oraya bakılmazsa asansör bizi istediğimiz kata değil de ne bileyim “Sihirli Fasulye”nin masal diyarına götürecek. Üçüncü kata geldik. Her üçümüz de bu katta indik. Katın bütün ofislerinin kapı önlerinde levha asılıydı.

Ne yazık ki hoĢ kokulu hanımla yollarımız burada ayrıldı. Kapısında “…

Sigorta” yazılı bir daireye girdi. Üçüncü kiĢi dikkatimi bile çekmedi. 302 numaralı dairenin kapı zilini çaldım. Kapı otomatik olarak açıldı. Ġçerisi aydınlatmalarla ıĢıklandırılmıĢtı. GiriĢin karĢısında otel lobilerinde gördüğümüz gibi bir danıĢma vardı. DanıĢmadaki görevliye iĢ görüĢmesi için geldiğimi söyledim. Beni bekleme salonuna yönlendirdi. Personel müdürü henüz gelmemiĢti. Beklemeye baĢladım. Saat 08.45‟te beklediğim kiĢi geldi. Öz geçmiĢimi masasının üzerine bırakıp kendimden ve gelecek planlarımdan söz etmeye baĢladım. Öz geçmiĢime göz gezdirdikten sonra yüzüme bakıp garip sesler çıkarmaya baĢladı. Boğazını temizleyerek „‟Sanırım sen yenisin bu iĢlerde‟‟ dedi. “Evet, üniversite mezunuyum ve ajansınızda çalıĢmak istediğim için sadece size baĢvurdum.” diye cevap verdim. Cevabımı tatmin edici bulmamıĢ olacak ki verdiğim cevaptan sonra homurdanmaya baĢladı. „‟Bizim ajansımızı tercih ettiğin için teĢekkür ederiz Alper. Bir veya iki hafta içinde baĢvurun hakkında detaylı bir görüĢme için arkadaĢlar seninle iletiĢime geçecekler.‟‟ dedi. Ġlk görüĢme için fena değil diyerek kendime gaz vermeye devam ediyordum.

Bir iki haftam ajanstan gelecek telefonu beklemekle geçti. Umutlar tükeniyordu. Çareyi yerel gazetelerde aramakta gördüm. Ankara‟daki tüm yerel gazetelere iĢ baĢvurusu yaptım. Buralardan gelecek haberi beklemeye koyuldum. Gazetelerden de beklediğim telefon gelmeyince hayallerim suya düĢmüĢtü. Olsun hâlâ umudum vardı. Umutsuz yaĢanmıyor.

Küçük tirajlı bir dergide, köĢe yazarı arandığını gördüm ve küçük bir köĢe yazısı yazıp yolladım dergiye. Derginin editörü beğendi ve düzenli olarak dergide yazmamı istedi. Teklifini kabul ettim ve yaklaĢık iki ay boyunca Ankara‟da izbe yerlerde yaĢayıp küçük tirajlı bir dergide köĢe yazarlığı yaptım.

Dergiden ayrıldıktan sonra bir matbaa ile anlaĢmıĢtım. Her gün kendi hazırladığım küçük yazılardan yirmi veya otuz tane çoğaltıp otobüs ve metrobüs duraklarına bırakıyordum. Her gün farklı bir konuyu ele alıp o konu hakkında yazı yazıyordum.

Gazetelerden ve ajanslardan haber çıkmadığı için Ankara‟da durmanın bir anlamı yoktu, günlük yazılarıma Antalya‟da da devam edebilirdim.

EĢyalarımı pansiyondan almak için durağın etrafında yürürken yazılarımı okuyan bir bey ile karĢılaĢtım. Birkaç dakika müsaade isteyip yazılarım hakkındaki düĢüncelerini öğrenmek istediğimi belirttim. Memnuniyetle karĢıladı. Yazılarımın çok iyi olduğunu, bir dergide veya bir gazetede çalıĢıp çalıĢmadığımı sordu. ÇalıĢmadığımı söylediğimde bana kartını uzattı ve

“ÇalıĢmak istersen benimle iletiĢime geç.” dedi. TeĢekkür edip yoluma devam ettim. Sami Bey‟in teklifini düĢünecektim. Fakat aradan geçen onca gün, elimde avucumda olan son meteliği de tüketmiĢti. ġairin dediği gibi “Cep delik, cepken delik, … Kevgir misin be kardeĢlik.” Sami Bey‟in teklifine sevinemeden midem bir sinyal gönderdi. AkĢam, kendini hissettirmeye baĢladı. Bu vakitleri hiç sevmem. Hele gurbetteyken…

Cebimde kalan bozukluklarla bir simit aldım. Bankın bir köĢesine oturdum. Ġnsanların telaĢlı telaĢlı yürüyüĢlerini gözlemlemeye koyuldum. KarĢı kaldırımda tezgâh açmıĢ çiçekçiden bir demet satın alan kravatlı, takım elbiseli, ince boyunlu delikanlı dikkatimi çekti. Uçarcasına yürüyordu. Gayet özenli giyindiğine göre gönül iĢi olmalı. Demek ki iĢleri yolunda... ĠĢ güç sahibi… E, sıra gönül iĢlerine geldi tabi.

Bir elinde iĢ çantası, diğerinde alıĢ veriĢ poĢeti tıknaz bir adamcağız.

Dünyanın bütün yükünü omuzlarında taĢıyor gibi bir hâli var. Karısının akĢam için piĢirdiği lezzetli yemeklerin hayalini kuruyor. “Çocuklara bu akĢam birkaç çikolata, bisküvi falan götüreyim. Sevinsin garipler. Hayli zaman oldu çocuklarımı sevindirmeyeli. Yetemiyorum ki ne yapayım.” diye bir iç geçirdi.

“Abi boyayayım mı?” sesiyle hayata döndüm. Ne güzel hayal kuruyordum. Bana ait olmayan hayatları yaĢıyordum(Böylesi daha kolay sanki).

Nereden çıktın sen çocuk. “Hayır abim, istemiyorum.” deyip uzaklaĢtırdım çocuğu. Gözlerim aile babasını aradı ancak yoktu. Belki markete girmiĢtir.

Marketin önüne diktim gözlerimi. Yok. Ben onu düĢünürken o, kim bilir evine varmıĢ, çocukları bacaklarına sarılmıĢ, karısı yanağına bir öpücük kondurmuĢtur bile.

Elimdeki simidin son lokmasını da mideme indirirken rüzgârda sürüklenen bir ilan gözüme çarptı. “BüyükĢehir Belediyesi Ġtfaiyesinde çalıĢmak üzere elli itfaiye eri iĢe alınacaktır.” Aranan Ģartlar sıralanmıĢtı. Ġyi maaĢ garantisi de veriyordu. Sigortalı... Kulağa hoĢ geliyordu. Ġçimden biri “Alper, sen neyin hayalini kurdun, ne üzerine eğitim aldın, deli misin oğlum?” diyordu.

Ama diğer ses de “Oğlum gazetecilikle karın doymaz, idealizmin sırası değil Ģimdi. Karnını doyurmaya bak sen.” diyordu. Ġkisinin tartıĢması pansiyona

varana kadar devam etti. Pansiyon sahibine görünmeden odaya çıktım. Ġçine binlerce insanın kokusu sinmiĢ yatağa uzanırken her ikisine : “Hey! Gençler, durun hele bir. Sabah ola hayrola.”

Naim YAMAK (9 / D) GĠZLĠ DENĠZLERĠM

Issız bir mavi çiziyorum gözlerimde Her yer kana bulanmıĢ gizli denizlerimde Bir güvercin geçiyor

Zapt edemiyorum içimdeki seni Rüyalarımda saklıyorum

Kimseler bilmesin seni

Gittikçe küçülüyor ellerim

Küçüldükçe ele avuca sığamıyorum Sonra hafızamda yutuyorum sensizliğimi Varla yok arasında kaybolup gidiyorum

Bir çocuk kayboluyor rüyalarımda Ah seni bir bulabilsem

Seni bir görebilsem

Bir adam beliriyor ansızın ġu kâbustan ah bir çıkabilsem

AyĢegül ÇATLIOĞLU (9 / B) BABAM GĠBĠ OLMAK

Bu sabah daha ilkti. Ġlk defa giriyordum bu kapıdan. Üstümde cübbem, elimde dosyalarım. Çok heyecanlıydım. Bu ilk duruĢmam olacaktı. O küçük çocuğun küçük hayali, ben büyüdükçe büyüyen en büyük hayalim gerçek olmuĢtu iĢte. Bir avukattım artık. Gerçek bir avukat… Eskiden oyun oynarken, kendimi avukat olmuĢ, bu koridorda yürürken hayal ederdim. Ama bambaĢka bir duyguydu bu. Ġlk baĢta insanın içi ürperiyor, sonra yavaĢtan bir korku kaplıyordu bedenini. Ya bu sorumluluğu kaldıramazsam, ya hayalime bu kadar yaklaĢmıĢken bir yaprak gibi savrulursam… Toplayamazdım kendimi. Ya biricik annem… Bir avukat olabilmem için nelerden vazgeçmiĢ, ne zorluklara katlanmıĢtı. Babam öldükten sonra beni tek baĢına büyütmüĢtü. Bunu onun için yapacaktım. Ve yaptım da. Vücudumu dikleĢtirdim. Sanki kırk yıllık bir avukat gibi yürümeye baĢladım. Beni “ĠĢte yeni çömez geliyor.” diye gösterenlere selam verdim. ĠĢte girmiĢtim duruĢma salonuna. Havası bile o kadar farklıydı ki.

Ġnsan hemen havaya giriyordu. Hatta bazen müvekkilini savunurken oradaki diğer insanları unutuyordun. Bir mafya babasını savunuyordum. Ġlk davadan baĢarısız olarak çıkmıĢtım. Olsun dava daha bitmemiĢti. Ama uzatılmıĢtı, yeni bir tarihte yeniden yapılacaktı. Hiç bozmadım moralimi. Bu daha ilkti çünkü.

Günler bu Ģekilde geçerken onu gördüm. Efsun‟du ismi. Çok güzel bir kızdı.

Kıvırcık sarı saçlı, mavi gözlü… Onu gördüğüm ilk andan beri gözlerim hep onu arıyordu. Staj için geliyordu buraya. Ġlk birkaç ay hiç muhabbetimiz olmadı.

Ama yanında staj gördüğü avukatın baĢka bir yere gideceğini öğrendim. Bu yüzden staja benim yanımda devam etmesini istediler. Kabul ettim. Çok tatlı bir kızdı. Her görüĢümde aklımdan geçen tek Ģey buydu. Staj teklifini kabul etmemden önce hiç konuĢmamıĢtık. Sonraki sabah uzun zamandan sonra ilk defa heyecanla kalktım yataktan. Annem bendeki bu değiĢikliğin sebebini merak ediyordu. “Oğlum ne oldu sana? Ġlk defa yataktan gülerek çıktın, seni bu denli etkileyen ne acaba?” “Yok bir Ģey anneciğim.” diyerek geçiĢtirdim annemin bu sorularını ve daha bir çoğunu. Nedenini bende bilmiyordum çünkü. Bu gün ilk defa bu kadar erken çıkmıĢtım evden. ĠĢ yerine nasıl geldiğimi bile hatırlamıyordum. Odaya ne ara çıktığımı da. Odamda içim içime sığmıyordu.

Ellerim titriyor, odayı dört dönüyordum. Zaman geçtikçe daha da heyecanlanıyordum. Bir ara kapı çalındı. Sanki hiçbir Ģey yokmuĢ ”Heyecan da neymiĢ be!” der gibi oturdum koltuğa, sakinleĢtim ve geleni çağırdım içeriye.

Onun geldiğini sanmıĢtım. Ama gelen çaycının çırağı olan 12-13 yaĢlarında bir çocuktu. Sinirle kovdum çocuğu. Çok geçmedi yine kapı çalındı. Büyük ihtimalle bu sefer de hizmetlilerden biriydi.

“Hayır yani bu saate temizlik mi olur?” deyip tam arkamı dönmüĢtüm ki onu gördüm. O kıvırcık sarı saçları ve gökyüzü misali mavi gözleriyle karĢımda duruyordu. Kusursuz bir kızdı. “Merhaba!” dedi ve uzattı o minicik ellerini.

Sanki zaman durmuĢtu. Daha önce hiç böyle olmamıĢtı. Onunla aynı odanın içinde olmak bile bir ayrıcalıkmıĢ gibi geliyordu. Günler nasıl geçiyor anlamıyordum bile. KonuĢuyorduk. Birlikte kahve içiyorduk. Gitgide birbirimize daha da yaklaĢıyorduk sanki. Odada konuĢurken sıkıldığını söyledi bir ara. Bende çok sıkılıyordum. Hafta sonu da dıĢarıya çıkmıyordum. Yapacak bir Ģey bulamıyordum. Bunları konuĢurken aklıma çok güzel bir fikir geldi.

Çocuk ruhluydu. Bana eğlence parklarını çok sevdiğini söylemiĢti. Hafta sonu dıĢarıya çıkmayı mı teklif etsem diye düĢündüm. Bir anda nasıl olduğunu bilmediğim bir Ģekilde söyleyiverdim. Bu çok bilinçsiz olmuĢtu ama olsun.

“Hafta sonu bir Ģeyler yapalım mı?” Tam o anda bir Ģeyler söylüyordu ki yarıda durdu. Ġlk baĢta ne dediğimi anlamamıĢ gibi baktı. Sonra “Ne yapacağız ki?”

dedi. Çok güzel bir fikir vardı aklımda ama söylemeyecektim.

-Bilmem sen canım sıkılıyor demedin mi? Belki sıkılmazsın. Eğlenceli olur.

-Aslında güzel fikir… Tamam kabul. Nerede buluĢuyoruz?

-Sen bana numaranı ver. Ben seni arar yerini ve zamanını söylerim.

Bu Ģekilde telefon numarasını da almıĢ oldum. Çok mutluydum. Nedensiz bir mutluluk… Sanki tüm hayatım boyunca bir daha üzülmeyecekmiĢim gibi hissediyordum. Sabırsızlıkla beklediğim o hafta sonu geldi. Aradım. Sürprizim hazırdı. Onu bir eğlence parkına çağırmıĢtım. Ġstediği eğlenceyi istediği kadar tadabilmesi için yeterince çok bilet almıĢtım. Ve sonunda gelmiĢti. Verdiğim adresin bir eğlence parkı olduğunu görünce çok ĢaĢırdı. Ona sürprizimi anlattım ama küçük bir farkla. Parkta yeterince eğlenebilmesi için çok sayıda eğlence bileti aldığımı onunla paylaĢtım. Biletleri onun için aldığımı söylemek yerine, bir arkadaĢımın hediyesi olduğu yalanını söylemeyi daha uygun buldum. Bu gün de böyle bitmiĢti.

Çok güzel vakit geçiriyorduk. Ta ki o gidene kadar. Bir ay bitmiĢti ve beraberinde staj da. Penceredeydim iĢte. GidiĢini izliyordum. Arkasına döndü.

Bana baktı. Önce gülümsedi. Sonra sanki içimdeki nedensiz hüznü anlamıĢ gibiydi. Döndü arkasını ve gitti. O giderken içime bir Ģey oturmuĢtu sanki. O an anladım ki ona âĢık olmuĢtum. Yoksa o kadar mutluyken, küçücük Ģeylerden bile kendine bir mutluluk yaratabilirken bir anda nasıl bu kadar çok üzülebilirdi ki insan. BaĢka bir açıklaması olamazdı bunun. Günler böyle geçerken son bir hafta içerisinde sanki ruh gibiydim. Etrafımdakilere ne faydam ne zararım dokunuyordu. Varlığımı bile hissetmiyorlardı bazen. Sonunda dayanamadım,

aldım telefonu elime, aradım. “Nasılsın?” diye açtı telefonu. “Ġdare eder, ya sen?” diye karĢılık verdim bu sorusuna. Kötüydüm iĢte. Bunu söylememiĢtim, söyleyemezdim de zaten. Bayağı bir konuĢtuk telefonda. Bu konuĢmayla özlemim biraz da olsa dinmiĢti. Ama yanımda olmasının yerini tutar mıydı?

Çok geçmemiĢti. Bu sefer de Efsun beni aradı. KonuĢurken bir anda buluĢmak istediğini söyledi. Sanki benim aklımı okuyordu. Bende aynı Ģeyi nasıl söylesem diye düĢünüyordum. BuluĢunca bana bir Ģey söyleyeceğini, bir müjdesi olacağını da belirtmeyi unutmadı kapatmadan önce. Hafta sonu buluĢmayı kararlaĢtırmıĢtık. Bu sefer de o beni arayıp yerini söyleyecekti. Tıpkı benim ona yaptığım gibi. Sabırsızlıkla beklediğim o gün geldi. ġimdi telefonun baĢında hazır bekliyordum. Sonunda aradı. Beni bir kafeye çağırıyordu. Gittiğimde beni kapıda karĢıladı. O an onu çok özlediğimi fark ettim. Onun boĢluğunu kimsenin dolduramadığını, dolduramayacağını da. Bize ayrılmıĢ olan masaya oturduk ve konuĢmaya baĢladık. Bulduğumuz her konuyu anlattık birbirimize. KonuĢacak bir Ģey kalmayıncaya kadar. Sonunda müjdeyi söylemenin vaktinin geldiğini düĢünmüĢ olmalı ki. Kısa bir diyalogdan sonra beni sevindirecek müjdeyi de vermiĢti:

-Staj bittiği için ayrıldığım yere geri dönüyorum. Yani senin yanına... Hem de bir avukat olarak. Gerçek bir avukat… Nasıl beğendin mi müjdemi?

Donup kalmıĢtım sanki. Sonra bir anda ayağa kalktım. ġaĢırmıĢtı bu tepkime ve o da ayağa kalktı. Yanına gittim ve ne yaptığımı bile anlamayarak, sanki bir daha bırakmayacakmıĢım gibi sarıldım ona. Sarıldığım an, kulağına götürdüm dudaklarımı yavaĢça;

-Seni seviyorum.

Bir anda hareketsiz kaldı. Çok ĢaĢırmıĢtı. Öylece duruyorduk. Sonra omzumda beliren sıcaklığı hissettim. YavaĢça uzaklaĢtırdım kendimden onu, ağlıyordu. Kollarımın arasına aldım onu, daha sıkı sarıldım.

-“Ağlama!” dedim hüzünle. Fakat o, gözyaĢlarının arasında hafifçe araladı dudaklarını ve “Seni seviyorum!” dedi. ġok olmuĢtum. ĠĢte Ģimdi anlıyordum. O gözyaĢları üzüntü değil sevinç gözyaĢlarıydı. Efsun artık benim sevgilimdi. O artık benim her Ģeyim, o artık benim kollarımda büyüyecek olan dünyanın en güzel çiçeğiydi. Özlem yoktu artık, üzülmek yoktu. Eski günlere dönmüĢtük. O yine buradaydı. Ama tek farkla… Artık o benim stajyerim değil, derslerini benden almıĢ bir avukattı. O artık benim stajyerim değil, sevgilimdi. Ama korkuyordum. Her an bir Ģey olacak mutluluğumuz bozulacak diye. Günler böyle geçerken bir Ģey fark ettim. Biz tanıĢalı yaklaĢık iki ay olmuĢtu. O kadar mutluyduk ki zaman nasıl geçiyor anlamıyorduk bile. Ġkimizin de aynı yerde olması ne büyük Ģanstı. Geçen gün bana bir dava gelmiĢti mesela. Cinayetti.

Kazanılması zordu. Efsun‟dan fikir almak için yanına gittim. Ona dosyayı verdim. Bir dosyaya baktı, bir bana. Vereceği tepkiyi merak ediyordum. “Zor!”

dedi sadece. Dosya ve deliller hakkında konuĢtuk. Sonrasında bana “Senin bu davayı kazanman çok zor. Hatta imkânsız.” demekle yetindi. Ben de öyle düĢünüyordum ama bunu kabul ederek kendimi küçük düĢmüĢ hissedecektim.

“Ben bu davayı kazanırım.” diye karĢılık verdim Efsun‟un bu sözlerine ve o inat, ben inat derken bir karar verdik. Kimin dediği gerçekleĢirse diğerinden aklına ilk gelen Ģeyi isteyecekti. Davaya daha bir hafta vardı. Bu hafta, ilk defa bu kadar çok çalıĢmıĢtım. Efsun sadece beni izliyordu. Hatta bir süre sonra onun bile içine bir kuĢku düĢürmüĢtüm. Belki kazanabilirdim. Bir hafta geçmiĢti.

Dava günü gelmiĢti sonunda. Yatağımda gözlerimi tavana dikmiĢ, aklımdaki düĢüncelerin hızına yetiĢmeye çalıĢıyordum. Bu davayı ya kazanacaktım ya kazanacaktım. Efsun‟dan isteyeceğim Ģeyin hayaliyle yaĢıyordum kaç gündür.

Hem de bu davayı kazanırsam Türkiye‟de bayağı yükselir, sayılı avukatlardan birisi olurdum. Bunları düĢünürken üstümü giymiĢ, evden çıkmıĢtım bile. ĠĢte Ģimdi de duruĢma salonunun önündeydim. Ne ara gelmiĢtim ben buraya. Onu bile anlayamamıĢtım. Sonradan bir anda ismimi duydum. DuruĢma baĢlıyor olmalıydı. DuruĢma salonuna girdim. O salonda gerçekleĢenlerden hiçbiri aklıma iĢlemiyordu, ancak Efsun‟dan isteyeceğim Ģeyin heyecanı ile iyi bir performans sergilediğimi de söyleyebilirim. Çok çabuk geliĢti her Ģey. DuruĢma bitti. DıĢarıda, beni bekleyen Efsun‟u buldum karĢımda. “Sonuç ne? ”iĢte tam o anda bir Ģeye karar verdim. “AkĢam yemekte söyleyeceğim. ”Söylediklerime yemeğin yerini ve zamanını da ekleyerek arabama yöneldim. AkĢamı sabırsızlıkla bekliyordum. Ġçimdeki heyecan aklımdakileri silip geçiyordu sanki.

Zaman su gibi akmıĢ, bir iĢitme engelliymiĢ gibi etrafımdakileri duymaz olmuĢtum. Görüyor ama anlamıyor, idrak edemiyordum. ġu an kafeye nasıl geldiğimi bilmediğim gibi mesela. YavaĢ yavaĢ, kendime gelmeye baĢlamıĢtım.

Onu kafeye çağırmamın nedeni ise sade yerleri seviyor olmasıydı. Çok geçmeden Efsun belirdi kafenin kapısında. NeĢeyle karĢıladım. Meraklı gözlerle beni izliyordu. Bense sadece güzel vakit geçirmek istiyordum. Masaya oturur oturmaz;

-Kazandın mı?

-Evet…

-Nasıl olur? Çok zordu ama hatta imkânsızdı. Sen bir imkânsızı baĢardın bunun farkında mısın? Ġsteyeceğin Ģeyi merak ediyorum doğrusu.

-Ben de. Ama yemekten sonra isteyeceğim.

Efsun biraz meraklı, biraz da bozulmuĢ ve ĢaĢkınlıkla bana bakıyordu.

Efsun biraz meraklı, biraz da bozulmuĢ ve ĢaĢkınlıkla bana bakıyordu.