• Sonuç bulunamadı

1569 tarihli Üsküb İcmâl Defterinin transkripsiyonu ve değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1569 tarihli Üsküb İcmâl Defterinin transkripsiyonu ve değerlendirilmesi"

Copied!
306
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1569 TARİHLİ ÜSKÜB İCMÂL DEFTERİNİN TRANSKRİPSİYONU VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Tahsin HAZIRBULAN

Yüksek Lisans Tezi Tarih Anabilim Dalı Prof. Dr. Mehmet İNBAŞI

2012

Her Hakkı Saklıdır

(2)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI

Tahsin HAZIRBULAN

1569 TARİHLİ ÜSKÜB İCMÂL DEFTERİNİN TRANSKRİPSİYONU VE DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TEZ YÖNETİCİSİ Prof. Dr. Mehmet İNBAŞI

ERZURUM–2012

(3)
(4)
(5)

İÇİNDEKİLER

ÖZET... III ABSTRACT ...IV TABLO LİSTESİ ... V KISALTMALAR ...VI ÖNSÖZ ... VII

GİRİŞ ... 1

I. OSMANLI DEVLETİNDE İSKÂN SİYASETİ VE TOPRAK İDARESİ ... 1

a) İskân Siyaseti ... 1

b) Toprak İdaresi ... 6

BİRİNCİ BÖLÜM ÜSKÜB ŞEHRİ VE İDARİ TAKSİMATI 1.1. ÜSKÜB ŞEHRİ ... 14

1.2.İDARİ YAPI ... 17

1.2.1. Paşa Sancağı ... 19

1.2.2. Üsküb Sancağı ... 20

1.2.2.1. Kalkandelen ... 25

1.2.2.2. Kırçova ... 26

1.2.2.3. Pirlepe... 27

İKİNCİ BÖLÜM ÜSKÜB İCMAL DEFTERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 2.1. DEFTERİN FİZİKİ ÖZELLİĞİ ... 29

2.2. DEFTERİN MUHTEVA ÖZELLİĞİ ... 30

2.2.1. Defterde Geçen Hükümlerin Özetleri ve Değerlendirilmesi ... 30

2.2.2. Defterde Adı Geçen Görevliler ... 34

2.2.3. Defterde Adı Geçen Has, Ze‘amet ve Timar Sahipleri ... 39

2.2.4. Defterde Adı Geçen Yer İsimleri ... 52

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1569 TARİHLİ ÜSKÜB İCMÂL DEFTERİNİN TRANSKRİPSİYONU 3.1. METİN ... 67

(6)

SONUÇ ... 177

KAYNAKÇA ... 178

EKLER ... 186

Ek-1: 1569 Tarihli Üsküb İcmâl Defteri ... 186

ÖZGEÇMİŞ ... 294

(7)

ÖZET

YÜKSEK LİSANS TEZİ

1569 TARİHLİ ÜSKÜB İCMÂL DEFTERİNİN TRANSKRİPSİYONU VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Tahsin HAZIRBULAN 2012, Sayfa: 306

Danışman: Prof. Dr. Mehmet İNBAŞI Jüri: Prof. Dr. Mehmet İNBAŞI (Danışman)

Doç.Dr. Ersin GÜLSOY

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Etem ÇAKIR

Mufassal defterlerin müsveddelerine dayanılarak hazırlanan icmâl defterleri gelirlerin kimler tarafından tasarruf edilmekte olduğunu göstermektedir. Yalnız idari teşkilatla, gelir birimlerinin isimlerini ve yıllık hâsılat miktarını ihtiva etmektedir. İcmâl defterleri bir bölgede bulunan timarların idari taksimata göre gelirleri teferruatsız olarak verilmiş listeleri olup gelirlerin timarlara ne şekilde tahsis edildiğini ve timar sayısını göstermektedir.

Sultan II. Selim döneminde 1569 yılında hazırlanan Üsküb İcmâl Defterinde Arapça uzun bir dua ve mukaddimeden sonra sırasıyla Üsküb, Kalkandelen, Kırçova ve Pirlepe kazalarındaki has, ze’âmet ve timarlar yazılmıştır. Defterin son kısmında Üsküb, Kalkandelen, Kırçova ve Pirlepe Kale görevlilerinin isimleri ve timar miktarları verilmiştir. Bazı timarların kenarına hüküm düşülmüştür. Timarın devamı veya vakfedilmesiyle alakalı kayıtlar bulunmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Üsküb, İcmâl, Timar, II. Selim, XVI. Yüzyıl

(8)

ABSTRACT MASTER THESIS

DATED 1569 THE TRANSCRIPTION AND EVALUATION OF USKUB ICMÂL DEFTER

Tahsin HAZIRBULAN Erzurum, Page: 306

Advisor: Prof. Dr. Mehmet İNBAŞI Juri: Prof. Dr. Mehmet İNBAŞI (Advisor)

Assoc. Prof. Dr. Ersin GÜLSOY Asist. Prof. Dr. İbrahim Etem ÇAKIR

Abreviation notebook which is prepared by basing on ample notebook's manuscript shows by whom income is saved on. It concludes only managerial governance, names of people who pay tax and such information as where the tax in these notebooks. Abreviation notebooks are the lists which are given without details according to manor's managerial divisions being in one region. It shows how a gegion's income is given to manor's and numbers of manors ın Uskup's abreviation notebook which was prepared in times of sultan II. Selim Khan, 1569, after a long arabic pray and preface it was written hass zeamet and manors of the region Uskub, Tetovo, Kicevo and Prilep. At the last parts of the notebook, the names of the responsibles of Uskub, Tetovo, Kicevo and Prilep castle and amount of manor are written. some notes are taken down near the names of some manors. There is no record about continuation of manors or its being wedded with.

Key Words: Uskub, Casulalty, Grooming, II. Selim, XVI. Century

(9)

TABLO LİSTESİ

Tablo 1. 1. Defterde Adı Geçen Görevliler ... 34

Tablo 1. 2. Has, Ze‘âmet ve Timar Sahipleri ... 39

Tablo 1. 3 Terakki Verilerek Tezkireli Timar Haline Gelen Timarlar ... 47

Tablo 1. 4. Üsküb, Kalkandelen, Kırçova ve Pirlepe Yer İsimleri ... 52

Tablo 1. 5. Üsküb, Kalkandelen, Kırçova, Pirlepe’ye Ait Yer İsimlerinin Değerlendirilmesi ... 62

(10)

KISALTMALAR

TADB.TTD. : Tapu Dairesi Başkanlığı Tapu Tahrir Defterleri İ.A. : İslam Ansiklopedisi

DİA. : Diyanet İslam Ansiklopedisi TED. : Tarih Enstitüsü Dergisi

TDAD. : Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi TTK. : Türk Tarih Kurumu

DTCFD. : Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi

AÜHFD. : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi OTAM . : Osmanlı Tarihi Araştırmaları Merkezi

ED. : Editör

ÇEV. : Çeviren

GDAAD. : Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi TTK. : Türk Tarih Kongresi

UÜİFD. : Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

(11)

ÖNSÖZ

Osmanlı Devleti kuruluşundan yıkılışına kadar mükemmel bir devlet sistemi oluşturmuştur. Müesseselerinde her ne kadar Bizans, İlhanlı ve Selçuklu etkisi görünse de Osmanlı Devletini adı geçen devletlerden ayıran en büyük özellik muazzam bir defter sistemi oluşturmasıdır. Bu sebeple devletin bir yeri fethettiğinde ilk işi bölgenin gelirlerini tespit ederek ve belirli parçalara ayırarak askeri sistemin temeli olan timar sistemini ihdas etmiş olmasıdır. Yapılan bu işlemler timar defterlerine yazılmıştır. Daha sonra belirli aralıklarla timar yoklamaları yapılmış, eksiklikler giderilmiş, dönemine göre yeni kayıtlar tutulmuş ve hükmü biten kayıtların üzeri çizilmiştir.

Defterhanede en önemli defter, arazi tahririnin teferruatlı sonuçlarını ihtiva eden mufassal defterlerdir. Mufassal defterler, vergi veren erkek nüfusun isimlerini, hukuki durumlarını, mükellefiyetlerini, imtiyazlarını ve ellerindeki arazilerin dökümü ile verdikleri vergilerin toplamını ihtiva etmektedir.

İcmâl defterleri de mufassal defterlerin bir özeti olup gelirlerin kimler tarafından tasarruf edilmekte olduğunu göstermektedir. Yalnız idari teşkilatla, gelir birimlerinin isimlerini ve yıllık hâsılat miktarını ihtiva etmektedir. Bu defterlerde vergi veren nüfusun isimleri ve vergilerin nerelerden alındığı gibi teferruatlı bilgiler yoktur. İcmâl defterleri bir bölgede bulunan timarların idari taksimata göre gelirleri teferruatsız olarak verilmiş listelerdir. Bir bölgedeki gelirlerin timarlara ne şekilde tahsis edildiğini ve timar sayısını göstermektedir.

1569 tarihli Üsküb İcmâl Defteri de eski adı Tapu Kadastro Kuyûd-i Kadîme Arşivi, yeni adı Tapu Dairesi Başkanlığı Kuyûd-i Kadîme Arşivinde bulunan 190 numaralı mufassal defterin icmâlidir. Defter, Üsküb’e ait has, ze‘âmet ve timar kayıtlarını ve kimler tarafından tasarruf edildiğini göstermektedir. Son kısımda ise, Üsküb, Kırçova ve Pirlepe kalesinin görevlileri yer almaktadır. Defterde, bazı hükümlerin üzeri çizilmiş, yeni bir takım hükümler yazılmıştır.

Bu çalışma bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde iskân siyaseti ve toprak sistemi hakkında kısa bilgiler bulunmaktadır. Yapılan çalışmanın birinci bölümünde Üsküb ve Üsküb’ün Osmanlı idari taksimatındaki yeri ile alakalı bilgi verilmiştir. İkinci bölümde defterin değerlendirilmesi yapılmıştır. Defterde adı

(12)

geçen görevliler, timar sahipleri, Üsküb, Kalkandelen, Kırçova ve Pirlepe’nin karye isimleri tablo olarak verilmiştir. Ayrıca defterde geçen hükümlerin değerlendirilmesi yapılmıştır. Üçüncü bölümde ise, defterin transkripsiyonu verilmiştir.

Kayıtların ve hükümlerin transkripsiyonu yapılırken Osmanlı Türkçesi’nin okunuşu ve yazılışına sadık kalınmıştır. Okunamayan yerler (…), okunup da tereddüt edilen kelimeler (?), ayınlar (‘), defterde silik olan yerler ( ) işaretleri ile gösterilmiştir.

Bu çalışmanın, konu seçiminde ve tez aşamasında her türlü yardımını gördüğüm değerli hocam, Prof. Dr. Mehmet İNBAŞI’ya, defterde geçen yer isimlerini okunmasında yardımcı olan Arş. Gör. Eyüp KUL’a, tezin hazırlanması aşamasında emeği geçen Arş. Gör. Muhittin KUL’a ve her zaman duacım olan anne ve babama teşekkür ederim.

Erzurum-2012 Tahsin HAZIRBULAN

(13)

GİRİŞ

I. OSMANLI DEVLETİNDE İSKÂN SİYASETİ VE TOPRAK İDARESİ a) İskân Siyaseti

Balkanlardaki Türk varlığı Osmanlı döneminden önce de mevcuttur. 376 yılında İdil (Volga) Nehrini geçen Hun Türkleri, Doğu Avrupa ve Balkanlarda önemli siyasal ve kültürel etkiler bırakmış, Türk varlığını Orta Asya’dan sonra Avrupa’ya da yayılmasını sağlamıştır.1 Bundan sonra da Türkler, Karadeniz’in kuzeyinden Rumeli’ye göç etmeye devam etmişlerdir. VI. yüzyılda Avarlar, VII. yüzyılda Bulgarlar, IX.

yüzyılda Macarlar X. yüzyıldan itibaren Peçenek, Oğuz ve Kumanlar kuzey yoluyla Tuna’dan geçmiş ve Bizans İmparatorluğu’nca çeşitli yerlere yerleştirilmişlerdir. Bizans kaynaklarında “Vardarlı Türkler” diye isimlendirilen bir grup, IX. yüzyılda Selanik civarına yerleştirilmiştir. Konya’ya mensubiyetlerinden dolayı Konyarlar adını alan Selçuklu Türklerinden gruplar, X. yüzyılda Bizans tarafından Varna, Makedonya, Tesalya ovasında Yenişehir’e (Larissa) yerleştirilmişlerdi.2

Anadolu‘da Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte, kurulan beylikler arasında fütuhat alanına yakın bir yerde kurulan ve Anadolu’daki Moğol baskısı sebebiyle Türkmenlerin yoğun şekilde iskânına maruz kalan Osmanlı Devleti, XIV.

yüzyılın ikinci yarısından itibaren en önemli faaliyet sahası olarak Balkanlar‘ı seçmiştir3.

Balkan imaparatorluğu olarak Osmanlı Devleti, I. Bayezid (1389-1402) döneminden itibaren Mora’dan Tuna’ya kadar bütün Balkanları kendi egemenlik alanı olarak görmüş ve Dalmaçya, Karadağ, Arnavutluk, Mora, Ağriboz ve Ege adalarındaki Venedik kolonilerini kendi hükmü altına sokmak için yüzyıllar boyu uzun bir savaşıma girmiştir. Savaşımın uzun sürmesi Venedik’in denize, Osmanlı’nın karaya hâkim olmasındandır.4

1 Yusuf Oğuzoğlu, “Balkanlardaki Türk Varlığının Tarih İçindeki Gelişmesi”, Balkanlardaki Türk Kültürünün Dünü-Bugünü-Yarını, Uluslar Arası Sempozyum (26-28 2001), Bursa 2002, 1.

2 Filiz Kaya, Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de Uyguladığı İskân Siyaseti (XV-XVI. YY.), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2006, s. 6

3 Mehmet İnbaşı, “Balkanlarda Osmanlı Hâkimiyeti ve İskân Siyaseti”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, IX, 279.

4 Halil İnalcık, “ Balkanlar ve Türkler” Bal-Tam Türklük Bilgisi , Prizren 2005, 3, 23.

(14)

Osmanlılar Bizans’taki tahta mücadelelerinden yararlanarak zaman zaman Rumeli’ye geçmek istemişlerdi. Orhan Bey henüz babası hayatta iken, ona vekâlet ettiği tarihlerde Trakya sahillerine birçok çıkartmalar yaptırarak bu bölgenin durumunun öğrenmişti. Nitekim (721) 1321 yılında Doğu Trakya sahillerine yapılan akın, Osmanlıların Rumeli yakasına yaptıkları ilk hareket sayılır.5

Osmanlılar Bizanstaki taht ve saltanat mücadelesine 1345`ten itibaren karışmışlardı. Bu şekilde hem ileride kendi hesaplarına yapacakları Rumeli fütühatı için tecrübe kazanmış, hem de Rumeli yakasında hakikaten yerleşerek bir hareket üssüne sahip olmuş oluyorlardı.6

XII. yüzyılda Rumeli’ye ilk geçiş Gazi Umur Bey tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bunun yanında Gazi Umur Bey bölgede yurt edinememesi sebebiyle ilk geçiş Süleyman Paşa’ya atfedilir. Çağdaş Bizans kaynakları Osmanlı Türklerinin Rumeli’ye geçişini 1322 yılında iki Andrenicos arasındaki iç harp sırasından olduğunu bahseder.7 Zaman zaman da Bizans‘ı tazyik maksadıyla küçük gruplar halinde Rumeli‘ye geçiş yapmaları, Türklerin Rumeli‘yi görmelerine ve tanımalarına imkân sağlamıştır.8

Osmanlılar Balkanları belirli aşamalarla fethetmiştir. Bu aşamalardan ilki, 1329- 1354 yılları arasında gerçekleştirilen fethe hazırlık dönemidir. İkincisi, Gelibolu’nun alınışından Çirmen Savaşı’na kadar olan dönem, 1354-1371 tarihleri arasındaki Balkanlar’da tedricen ilerleme dönemidir. Dördüncü aşamada, 1396 Niğbolu Savaşı’ndan sonra, Osmanlı’nın Balkanlardan sökülüp atılamayacağı ve bu coğrafyaya egemen olduğu bir konuma gelinmiştir. Son aşamada ise, Fatih devrinin sonlarına kadar devam eden uzun bir süredir ki, bu zaman içersinde Balkanların önemli bir kısmı Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.9 Bu durumun neticesi olarak Osmanlı padişahları ve ümerası, Rumeli’de fethettikleri yerleri yalnız işgalle ve oralara askeri kuvvet

5 Fahameddin Başar, Osmanlı Kaynaklarına Göre Osmanlı-Bizans Münâsebetleri (1299-1451), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1991, s. 143.

6 Tayyib Gökbilgin, "Orhan Gazi", İA, IX, 402.

7 Havva Selçuk, Rumeli’de Osmanlı İskân Siyaseti (1299-1481), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2002, s. 9.

8 İnbaşı, “Balkanlarda Osmanlı”, s. 280.

9 Sıddık Çalık, Çirmen Sancağı Örneğinde Balkanlar’da Osmanlı Düzeni (15.-16. Yüzyıllar), Ankara 2005, s. 19.

(15)

göndermekle kalmayacaklar, bu bölgeleri tam anlamıyla Türkleştirmek için teşkilatıyla da meşgul olacaklardı.10

Yıldırım Bayezid, Batı Anadolu harekâtı sırasında (1390) Saruhan Beyliği‘ni Osmanlı topraklarına dâhil etti. Padişah buradaki nüfus yoğunluğunu azaltmak ve fethedilen bölgenin nüfusunun yerini değiştirmek geleneğine uyarak Saruhan bölgesinde oturan yürükleri Rumeli‘ye geçirdi. Bu durumda Saruhan ili, Karesi‘den sonra göç veren ikinci bölge oldu.11

Osmanlı Beyleri, topraklarını genişletirken, emirleri altındaki insanların gücünü aşan bir coğrafyaya ulaştırdıklarında; kapıları başkalarına, özellikle diğer beyliklerin rekabetinden ve Bizans’ın şiddetinden kaçan insanlarada açtılar. Beyliğe gönüllü olarak katılan insan gücü, Rumeli’nin fethi için gereken desteği sağladı.12

Osmanlı Devleti, fethettiği topraklarda sömürge siyaseti takip etmediği için fetihten kısa bir süre sonra Balkan Yarımadası‘nın iskânına öncelik verdi. Gelenlerin çoğunun gayesi Rumeli‘yi yurt edinmekti. Anadolu‘da olduğu gibi Balkanlar‘da da Türkleşme ve İslamlaşma, birbirine paralel yürüdü. Ancak Anadolu‘nun Türkler tarafından iskânı ile Rumeli‘nin iskânı arasında önemli bir fark olduğu görülmektedir.13 İskân, en geniş anlamıyla bir beşeri yerleşmedir. Mevsimlerin durumuna göre yer değiştiren, yazın yaylalara çıkan, kışın ise ovalara inen yarı göçebe unsurların bir süre yerleşmeleri; insanların oturdukları bireysel mekân, çiftlik, kasaba ve şehir, geçici ya da sürekli, toplu ya da dağınık, küçük veya büyük bütün yerleşmeler iskân kavramını meydana getirmektedir. Devletlerin kuruluşu ve parçalanması gibi olaylar, çok defa büyük nüfus kütlelerinin yer değiştirmesine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti’de bu şekilde kurulmuştur.14

10 M. Münir Aktepe, “ XIV. ve XV. Asırlarda Rumeli’nin Türkler Tarafından İskânına Dair”, Türkiyat Mecmuası, X, 299-300.

11 Halime Doğru, “Osmanlı Devletinin Rumelide Fetih ve İskan Siyaseti”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, IX , 308.

12 Abdullah Saydam, “Sultanın Özel Statüye Sahip Tebaası: Konar-Göçerler”, SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, Isparta 2009, 11.

13 Doğru, “Rumelide Fetih ve İskân Siyaseti”, s. 304

14 Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1988, s. 1; Osmanlı Devletinde Konar-Göçerlerle ilgili bk.: M. Tayyib Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fâtihân, İstanbul 1957; Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, İstanbul 1930; İlhan Şahin, Osmanlı Döneminde Konar-Göçerler, İstanbul 2006;

(16)

Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki iskân politikası, Yörüklerin yeni fethedilen topraklarda iskân edilmeleriyle başlamıştır. Yörüklerin Rumeli’ye geçişleri, Osmanlıların yarımadaya ayak basmalarıyla beraber gerçekleşmiştir. Doğudan devamlı olarak gelerek, batıya doğru yayılmak ihtiyaç ve zaruretinde kalan Osmanlı Devleti’nin batı sınırlarında yeni yurtlar tesis etmek isteyen muhtelif Oğuz kabilelerini daha XIV.

asır ortalarında Rumeli’ye geçirdiği muhakkaktır.15

Yeni fethedilen özellikle Balkanlar ve Akdeniz adalarına Anadolu’nun muhtelif yerlerinden Müslüman Türk halkın nakledilerek buraların Türkleştirilmesine çalışılması, “halî ve harâb” durumdaki boş ve âtıl topraklara aktif nüfus kaydırarak buraların zıraî ekonomiye kazandırılması bir başka deyişle söz konusu toprakların

“şenlendirilmesi”; konar-göçer yaşayan ve bu durumlarıyla idari, sosyal ve ekonomik sorunlara neden olan Türkmen-Yörük gruplarının toprağa bağlanarak yerleşik hayata entegre edilmesi ve benzer sebepler çok uzun bir süre böyle bir programın uygulanmasını zorunlu kılmıştır.16

Sürgün politakasının en önemli özelliği Rumeli bölgesinde iskâna tabi tutulan kimselerin geldikleri yerlerde ayrı ayrı yerleşim birimleri oluşturmalarıdır. Müslüman Türkler, Hristiyan köylere yerleştirilmedikleri gibi şehirlerde dahi ayrı mahalleler kurmuşlardır. Bunun neticesinde de Hristiyan nüfus ile Müslüman nüfusun bir arada olması engellenmiştir. Örneğin; Filibe, Sofya, Eski Zağra ve Tatar Pazarı’nda Türk ve gayri müslim mahalleler ayrı ayrıydı. Yani Türk mahallelerin hiçbirinde gayri müslim nüfus bulunmamaktaydı. Buna karşın gayri Müslim mahallelerinde de hiçbir Türk nüfusa tesadüf edilmemekteydi. Bu husus Rumeli’de Osmanlı idaresinde bulunan gayri müslim unsurun hiçbir surette İslamlaştırma gibi bir politikaya tabi tutulmadıklarına bir delil teşkil etmektedir.17

Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, İstanbul 1987; Celal Erdönmez, Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Konar-Göçer Aşiretlerin Yerleştirilmesi (1840-1876), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 1995.

15 Kamil Çolak, XIV.-XVI. Yüzyıllarda Balkanlarda İslamlaşma, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1996, s. 48.

16 Osman Köksal, “ Osmanlı Hukukunda Bir Ceza Olarak Sürgün ve İki Osmanlı Sultanının Sürgünle İlgili Hatt-ı Hümâyunları”, DTCFD, 284.

17 Havva Selçuk, “Tapu Tahrir ve Maliyeden Müdevver Defterlere Göre Rumeli’de İhtida Hareketleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 12, Kayseri 2008, 96.

(17)

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde birçok tarikat mensubu dervişin liderliğinde ilk iskân hareketleriyle birlikte, yeni fethedilmiş yerlere ahali sürgün ederek, çeşitli vakıflar ve derbend kurarak buralardaki nüfus artırılmıştır. Bu metodla ilk Osmanlı iskân siyasetinin temelleri atılmıştır. Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki fetih ve iskân hareketlerinde yerli halka iyi geçinme politikası takip etmiş “istimalet”

uygulayarak yerli halkın Osmanlı’ya yakınlaşmasını sağlamıştır. Bu uygulamada resmi iskân politikası içinde önemli bir yer tutmaktadır.18 Osmanlılar, imparatorluklarını kurarken, kitleleri çeken bu uzlaşıcı, koruyucu, hoşgörülü siyaseti bilinçle izliyorlardı.

İlk Osmanlı kroniklerinde fetihlerin bu yolla “İstimalet”le yapıldığı vurgulanmıştır.19 Rumeli’de yapılan iskânlarda, dervişlerin ve tarikatların etkiside çok önemlidir.

Farklı tarikatların önderleri, İslam şovalye ve liderleri olarakta adlandırılan bu dervişler içinde özellikle Âşık Paşazâde tarihinde Gaziyân-ı Rûm, diğer tarihlerde Alpler veya Alperenler namıyla geçen ve daha İslamiyet’ten önce bütün Türk dünyasında var olan eski ve geniş bir teşkilata mensupu Türk dervişleri mevcuttur.20 Yapılan bu iskânlar ve sürgünler neticesinde Balkanlarda Osmanlı Hâkimiyeti tesis edilmiş bunun neticesinde Osmanlı Medeniyeti (İslam Medeniyeti) bölgede nüfus etmiştir.21

Osmanlı Devleti’nin prensipte gerek Balkanlarda ve gerekse Anadolu’da ihtidayı teşvik etmiş ve ihtida edenleri ödüllendirmiş olduğuna dair kanaat yaygındır.

Bununla birlikte Osmanlı Devleti, baskı uygulayarak ihtida ettirme yoluna kesinlikle gitmemiştir.22 Osmanlı döneminde İslamiyeti kitle halinde kabul eden yerli halk, en çok Balkanlar’ın orta kısmında, Arnavutluk, Kosova ve Bosna’da bulunur.23 Rodop dağlık

18 Kemal Daşcıoğlu, Osmanlı Devleti’nin Sürgün Siyaseti (XVIII. Yüzyıl), (Doktora Tezi), Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta 2004, s. 30.

19 İnalcık, “ Balkanlar ve Türkler”, s. 29.

20 Ömer Lütfi Barkan, “Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I, İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, 282.

21 Balkanlardaki Osmanlı medeniyetine örnek teşkil etmesi açısından bk.: Raif Vırmiça, Kosova Tekkeleri Türbeleri ve Kitabeli Mezar Taşları, İstanbul 2010; Berrin Yapar, Yunanistan’daki Türk Eserlerinde Kitabeler (Dedeağaç, Dimetoka, İskeçe, Gümülcine, Selanik, Kavala, Yenice-Karasu) , (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2007; Mirsad Kaledziç, Bosna’da Osmanlı Dönemi Selâtin Camileri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2006.

22 Halide Arslan, “Osmanlı Son Döneminde Kosova’da İhtidâ (İslâmlaşma Süreci) Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, 52/1, 170.

23 Balkanlarda İslamlaşma için bk.: Ahmet Yaşar Ocak, Popüler İslam’ın Balkanlar’daki Destanî Öncüsü Sarı Saltuk (XII. Y.Y.), Ankara 2002; Aleksandre Popovıc, Balkanlarda İslam, İstanbul 1995;

Kemal Nurkiç, Bosna-Hersek’in İslamlaşma Süreci (XV.-XVI. YY.), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2007; İsmajil Hodziç,

(18)

bölgesinde Pomaklar’da bu gurup içindedir. Buna karşı, Balkanların doğu bölümündeki Müslümanların ana dili Türkçe’dir. Onlar Anadolulu Türklerdir.24

Balkanlar, Anadolu, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika‘da geniş toprakları imparatorluklarına dâhil eden Osmanlılar, bu bölgelerde, tekâmüllerinin farklı evrelerini yaşamakta olan, farklı ekonomik sistemlere ve farklı kültürlere sahip toplumlarla karşılaştılar. Bu toplumların imparatorluğun bünyesine dâhil edilmesi meselesi, teorik ve pratik merkezileşme arasında bir denge kurulmasını, diğer bir ifade ile merkezi otoritenin tesisini sağlarken, mahalli şartlara da uyum sağlayacak bir sistemin oluşturulmasını gerekli kılıyordu. Zıt yönde çalışan bu iki faktör, merkezi otorite ve mahalli şartlar arasında denge kurulması neticesinde, imparatorlukta, birkaç tür eyalet idare şekli ve birkaç tür sosyo-ekonomik hayat tarzı ortaya çıktı. İmparatorluğun topraklarının büyük bir kısmında (Balkanlar, Anadolu, Kuzey Suriye ve kısmi olarak Irak‘ta) uygulanan timar sistemi, bu idare tarzlarının en yaygın olanıdır ve sisteminin uygulandığı yerler, tipik Osmanlı eyaletini temsil etmektedir.25

b) Toprak İdaresi

İslam hukukuna göre arazi üç kısıma ayrılmıştır. Bunlardan birincisi arz-ı öşri veya araziyi öşriye, ikincisi arz-ı haraci veya araz-i haraciyye, üçüncüsüde arz-ı taz’if veya arz-ı emiriyye yani mirîyedir. Toprağın bu şekilde ayrılması yeri veya ürünleri bakımından olmayıp sahipleri bakımındandır. Nitekim toprak sahipleri bu ayrıma bağlı olarak üçe ayrılmışlardır. Birinciler Müslim, ikinciler zimmî, üçüncüler tagallübi, yani fetihle ele geçirilerek idare edilen toprakların sahipleridir.26 Osmanlı’da topraklar, mülk arazi, vakıf arazi, metruk arazi, mevat arazi ve miri arazi olarak sınıflandırılmıştır. Bu arazi çeşitleri içerisinde ağırlığı oluşturan miri arazi, fethedilen toprakların beytül- mâlde alıkonulması, fetih esnasında ne sebeple alınıp verildiği bilinmeyen arazi, mülk arazi, sahibinin mirasçısız ve vasiyetsiz olarak ölmesi, maliki meçhul olan arazinin Bogomolizm ve Bosna Hersek Bogomilleri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2007; Ahmed S. Aliçiç, “Hersek’te İslamiyetin Yayılması” , (Çev. Hatice Oruç), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergis,2006, 46/2, 247-252; Adil Sayman, Balkanlarda Alevi Bektaşilik, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marrmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2006.

24 İnalcık, “Balkanlar ve Türkler”, s. 34.

25 Fatma Acun, “Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Timar Sistemi ve Uygulanması”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, IX, 1665.

26 Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, TTK, Ankara 2007, 88-92.

(19)

zaman aşımına uğraması ve soyut mülkiyeti devlete ait olmak üzere ihya edilen arazilerden oluşmaktaydı.27

Osmanlı, fethettiği topraklarda tahrir-i memleket denilen nüfus ve arazi sayımı yaptırırdı.28 Tahrirler tamamlandıktan sonra bir eyalete veya sancağa ait vergi ve mukataa‘ gelirleri dirlik denilen muayyen büyüklükte parçalara ayrılarak kişilerin rütbe ve istihkaklarına göre tevcih edilmektedir. Timar sistemi içerisinde dirlikler üç ana gruba ayrılmıştır. Bunlar has, ze‘âmet ve timar adını almaktadır.29

Haslar genel bir ifade ile geliri 100.000 akçeden yüksek olan dirlikler olarak tarif edilmektedir.30 Genel olarak has tabiri devlet başkanına ait olan her tür mülkü ifade etmekte olup, Osmanlı Devleti’nden önce de sıkça kullanılmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nde sultanın malları için kullanılmış hükümdara mahsus dirliklere has denilmiş ve bu tabir Anadolu Selçuklu Devleti’ne de intikal etmiştir. Has, Osmanlı idari terminolojisine has veya hassa şeklinde girmiştir. Bunlar önceleri padişah ile ailesine ayrılmışken, sonraları vezir-i azam ve diğer vezirlere dağıtılmaya başlanılmıştı. Padişah hasları, Osmanlıların fetih dönemlerinde yeni fethedilen arazilerden devlet hissesi olarak ayrılan haslardır. Havass-ı Hümâyun olarak anılan bu hasların gelirinin bir kısmı doğrudan hazineye girerken, doğrudan hükümdara ait olan kısmı ise İç hazine’ye konurdu. Bunlar, şehirlerde alınan bir kısım resimlerden, mukataa’ gelirlerinden, birçok köy ve mezrânın hâsıllarından, bâc-ı ubur, adet-i ağnam, gümrük, cizye ve cemaat gelirlerinden oluşmaktadır.31

Beylerbeyliklerde hazine defterdarlarına da haslar tahsis edilmekteydi. Görev karşılığı verilen haslar dışında ilmiye sınıfından bazı kişilere verilen arpalık türü haslar ile padişahın kız kardeşi veya annesi gibi saray kadınlarına verilen ve genellikle

27 Abdullah Mesud Küçükkalay, “Osmanlı Toprak Sistemi Miri Rejim”, Osmanlı, Ankara 1999, III, 55.

28 Halil İnalcık, Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, Ankara 1987, s. XVIII; Ersin Gülsoy, Malatya, Divriği ve Darende Sancakları’nin İlk Tahriri (1519), Erzurum 2009, s. XXI; Tahrirlerin nasıl yapıldığıyla alakalı bk. ;Bruce W. McGowan, Sirem Sancağı Mufassal Tahrir Defteri, Ankara 1983; M. Mehdi İlhan, “Erbil Vilayeti Mufassal ve Mücmel Tahrir Defteri (H. 949/M.1542)”, Belgeler, Ankara 1994- 1995, XVI/ 20, 1-150; Melek Delilbaşı-Muzaffer Arıkan, Hicrî 859 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Tırhala I-II, Ankara 2001; Yılmaz Kurt, Adana Sancağı Mufassal Tahrir Defteri (1572 M.-980 H.), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1985; Fahri Coşkun, 888/1483 Tarihli Karaman Eyaleti Vakıf Tahrir Defteri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1996.

29 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, Isparta 2010, s. 179.

30 Kurt, “Toprak Yönetimi” , s. 60.

31 Mustafa Oflaz, “Osmanlı Dirlik Sistemi”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, X, 701.

(20)

paşmaklık diye adlandırılan haslarda bulunmaktaydı. Bunların belirli bir ölçüsü ve kuralı olmayıp zaman ve kişiye göre değişmekteydi.32

Ze‘âmet, dirliklerin 20.000-100.000 akçe gelire sahip orta dilimini teşkil etmektedir. Ze‘âmet, Osmanlı Devleti’nde sayıca az olup, bunları tasarruf edenler daha ziyade orta dereceli devlet görevlileri ve sipahi subaylarıdır. Sahiplerine zaim (çoğunluğu zuama) veya erbab-ı ze‘âmet denilirdi. Ze‘âmet, dirlik çeşitleri içerisinde sayıca en az olanıdır. Osmanlılar, ze‘âmeti; alaybeyi, timar defterdarı, timar kethûdası, divan kâtip ve çavuşlarıyla müteferrika ve saire gibi orta derecedeki devlet memurlarına, yürük ve müsellem beyleri, defter kethûdaları, timar defterdarları, beylerbeyi ve sancak beylerinin oğullarına tahsis etmişlerdi. Beylerbeyi ve sancak beylerinin oğullarına ze‘âmet tevcih edilmesi kanun gereği idi. Savaşta üstün yetenek ve kahramanlık gösteren timar sahipleri de kılıçlarına yapılan terakkilerle ze‘âmet sahibi olurdu. Bunlara ilaveten Anadolu’nun çeşitli sancaklarındaki piyadegan beyleri de değişik dirlik meblağları ile eyaletlerin varsa timar defterdarları ve defter kethûdaları da zaim sayılmaktadır. Dirlik veya ulufe tasarruf eden çavuş, müteferrika, kapıcı ve bazı divan kâtipleri de dirlik tercih ettikleri takdirde zaim oluyorlardı.33

Ze‘âmetin de kılıç adı verilen bir kadro bölümü vardı ve ze‘âmetlerde kılıç miktarı 20.000 akçeydi. Ölüm, terakki veya becayiş gibi hallerde ze‘âmet mahlûl kalırsa, kılıç denilen kısmına dokunulmaz ve bu kısımdaki topraklar parçalanmazdı.

Kılıcın dışında kalan dirlik kısmına hisse adı verilir ve bunun gelirleri timar veya ze‘âmetlere terakki yoluyla veya yeniden tevcih ile verilebilirdi. İcmâl Defterlerinde ze‘amet kayıtları yanında “an ze‘âmet” ibareleri hisseye tekabül edip bu hisse sahiplerinin asıl ze‘âmetlerinin başka sancaklarda olduğuna dalalet eder.34

İcmâl defterlerinde bir sancağın has tahsislerinden sonra ze‘âmet tahsisleri yer almaktadır. “Ze‘âmet-i Ali Kethûda”, şeklinde bir başlıktan sonra ze‘âmet gelirinin hangi köy ve mezrâlardan ne kadar akçe verildiği yazılır ve en altta da ze‘âmetin toplam geliri belirtilirdi. Ze‘âmet geliri birkaç ayrı nahiyeden verilmişse defter sıralamasında bu nahiye düzenine dikkat edilirdi. Bir yerin gelirinin bir kısmı bu zaime verilmişse bu

32 Kurt, “Toprak Yönetimi”, s. 61.

33 Oflaz, “Dirlik Sistemi”, s. 702.

34 Halil Sahillioğlu, “Ze‘âmet” İ.A., MEB., Ankara 1974, XIII, 478.

(21)

gelir kaynaklarının başına “An Karye-i Karacaviran” şeklinde kayıt düşülür ve hissesine ne kadar olduğu belirtilirdi.35

Osmanlı belgelerinde iki tür ze‘âmete rastlanır; icmâllü ze‘âmet ve sadece ze‘âmet. Asıl ze‘âmetler bu icmâllü ze‘âmet veya icmâllü kılıç ze‘âmeti olarak kayıtlı olanlardır. Normal ze‘âmetler ise timar olarak tevcih edilmiş olup, sonradan verilen terakkilerle ze‘âmet derecesine ulaşanlardır ve bunlar için hiçbir şekilde icmâllü ze‘âmet tabiri kullanılmaz. Dolayısıyla bunlar miktar olarak ze‘âmet olsalar bile klasik manada ze‘âmet kavramı içerisine girmezler.36

Has ve ze‘âmetleri meydana getiren gelir birimleri, köyler ve hisseler, sancağın her yerini kapsayacak biçimde serpiştirilmiş, böylece sancağın asayiş ve güvenliğinden sorumlu olan sancakbeyi ve zaimin sancağın her yerini ziyaret etmesi sağlanmıştır.

Gelirleri dağınık şekilde düzenlemenin diğer, belki de asıl amacı, timar sahiplerinin tasarruf ettikleri köyleri, kendi özerk bölgeleri haline getirmelerini önlemekti.37

Zaimler dirlik bölgesinde ikamet etmek zorunda idi. Ze‘âmetler serbest timar statüsünde olduğu için, zaimler dirlik bölgelerindeki bâd-ı hevâ vergilerinin tamamını tasarruf etme hakkına sahipti. Bu tasarruf hakkı timarların serbest olup olmadığıyla ilgilidir. Sefere gitmedikleri takdirde ise ze‘âmetleri ellerinden alınmaz, sadece bir yıllık gelirlerine el konurdu.38

Bu kisiye verilen ze‘âmet o kisi öldügü zaman, yani ze‘âmet bos kaldıgı zaman tekrar baska bir kisiye ze‘âmet olarak verilir ve o yer bölünmezdi. Mesela 25.000 akçelik bir ze‘âmet yine aynı miktarda olmak üzere başkasına verilirdi. Osmanlı Devleti’nde 1520- 1535 tarihleri arasında Anadolu Eyaleti’nde 195, Rumeli Eyaleti’nde 384 ze‘âmet vardı.39

Timar, Osmanlı İmparatorluğunda geçimlerini veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nâm ve hesaplarına tahsili salahiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu

35 Kurt,“Toprak Yönetimi”, s. 61.

36 Oflaz, “Dirlik Sistemi”, s.702.

37 Acun, “Timar Sistemi ve Uygulanması”, s. 902.

38 Oflaz, “Osmanlı Dirlik Sistemi”, s.703.

39 Ercan Koç, 19. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Tarım, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir 2005, s. 19.

(22)

arada bilhassa defter yazılarındaki senelik geliri 20.000 akçeye kadar olan askeri dirliklere verilen isimdir.40 Osmanlı ekonomisinin ve askeri yapısının temelini timar teşkil etmekteydi. Timar sisteminin tam olarak işletildiği ve Osmanlı klasik dönemi olarak adlandırılan dönem devletin en parlak yılları oldu. Timar sahibi kişiye ehl-i timar veya timarlı sipahi denilmektedir.41

Devlet timar erbabına asıl toprağı değil, onun intifa hakkını, timar gelirini verdiğine göre, yani maaş yerine timar haklarını memuruna devrettiği için timar hakkının, nakit yerini tutan bu kıymetin, ödeme vasıtasının gelirsiz kalması, serfin İslam ıslahına göre reayanın timar sahibine karşı olan vazifelerinden kurtulmaması hazinenin menfaati idi ve timar hakkı, mesela ölüm neticesi sahipsiz kalacak, dolayısıyla yeniden hazineye dönecek olursa ona layık birine hemen tahsis olacaktır.42

Osmanlı İmparatorluğu’nun eyaletlere ayrılmasında güdülen amaç, her hususta, fakat her şeyden önce iktisadi bakımdan kendi kendini idare etmesi idi. Her eyalet aynı zamanda imparatorluğun müdafaası için lazım olan ve gelirine göre hissesine düşen askeri miktarını da yetiştirmekle görevli bulunuyordu. Timar ve bunun büyüğü olan ze‘âmetin esası bu idi.43

Osmanlı Devleti’nde timar ile ilgili en eski atıflar Osman Gazi ve Orhan Gazi dönemine rastlamaktadır. Gelirleri 1462-1463’de Süleyman oğlu Mehmed’in timarını oluşturmakta olan Torbalı Köyü, Orhan Gazi döneminde (1326-1362) tevcih edilmiş ve bu timar I. Bayezıd tarafından Mahmud ve Balaban adlı kişilerin yararına olmak üzere yenilenmiştir. I. Bayezid’in Ankara savaşında uğradığı bozgundan sonra, düzeni yeniden tesis eden Çelebi Mehmed’in saltanatı döneminde tevcih edilmiş timarlarla ilişkili olarak birçok tahrir defterinde zikredilmektedir.44 II. Murad (1421-1451) dönemin de düzenlenen 1431 tarihli bir tahrir defteri de, timar sisteminin XVI. yüzyılda tanımlanan temel prensipleri ve özelliklerine, bu dönemde kavuştuğunu göstermektedir.

II. Mehmed döneminde (1451-1481) Teke Sancağı’nda yapılan tahrire (1464) dair

40 Ömer Lütfî Barkan, “Timar”, İ.A., MEB., Ankara 1974, 12/1, 286.

41 Kurt, “Toprak Yönetimi”, s. 62.

42 L. Fekete, “Türk Vergi Tahrirleri”, (Çev. Sadrettin Karatay), Belleten, Ankara 1947, XI/ 142, 301.

43 Şinasi Altundağ, “Osmanlı İmparatorluğunun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Bir Araştırma”, DTCFD, Ankara 1947. V/ 2, 191.

44 Nicoara Beldiceanu, Yüzyıldan XVI. Yüzyıla Kadar Osmanlı Devleti’nde Timar, (Çev. M. Ali Kılıçbay), Ankara 1985, 13.

(23)

kayıtlarda, Selçuklu Sultanı Alâeddin dönemine ait bir timara atıf da bulunulması, sistemin daha erken dönemlerde tekâmül ettiğini göstermektedir.45

Toprak dirlikleri tevcih edildikleri, kimselere göre evvela iki ana gruba ayrılır:

1- Sefere gitmesi şart olanlara verilen dirlikler.

2- Seferi gitmesi şart olmayanlara verilen dirlikler. Sefere gitmesi şart olanlara verilen dirlikler iki kısımdır.

a- İleri hizmet erbabı, b- Geri hizmet erbabı.

İleri hizmet erbabı şunlardır: sefere memur timar, ze‘âmet ve has sahipleri, akıncı çeribaşları ve bazı akıncılar, arpalık sahipleri, yurtluk ve ocaklık sahipleri, bir kısım humbaracılar ve lağımcılar. Sefer gitmesi şart olanlara verilen timar şeklindeki dirlikler ise mahiyetler itibariyle şu kısımlara ayrılır: Tezkireli timarlar, ber vech-i iştirak, be-nevbet, serbest, malikâne.46

Geliri düşük olup beylerbeyi tezkiresi ile verilen timarlara tezkiresiz timar geliri yüksek olup tayini beylerbeyi tezkiresi ile Divan-ı Hümayunca gerçekleştirilen timarlara tezkireli timar denir. Her sancağın geliri farklı olduğundan tezkireli veya tezkiresiz timarlar için belirlenmiş rakamda birbirinden farklıdır.47

Sipahi timarının “kılıç” tabir edilen ve sipahilik hizmetine giren herkes için bir başlangıç kadro maaşı teşkil eden bir çekirdek kısmı vardır. Bu kısım sipahinin zamanla göstereceği yararlılıklara göre yapılacak terakki zamlarıyla büyümüş olabilirdi. Bu suretle, timar arazisinin zamanla türlü fırsatlardan faydalanılarak büyütülmüş olan şekilleriyle bir aile mülkü halinde nesiller boyunca aynı soydan gelen kimseler elinde kalması ve büyümesi önlenmişti.48

Osmanlı yöneticileri, timarın toprak ve mali bütünlüğünü muhafaza edecek tedbirler almış, bu yolla, timarlı sipahi sayısının kontrol etmeye çalışmıştır. Deftere bir

45 Acun, “Timar Sistemi ve Uygulanması”, s. 899.

46 Mithat Sertoğlu, “Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Toprak Dirliklerinin Çeşitli Şekilleri”, VI. Türk Tarih Kongresi (Ankara 20-26 Ekim 1961), Kongreye Sunulan Bildiriler, TTK Basımevi, Ankara 1967, s. 283.

47 Zafer Özdem, Osmanlı Devletinde Tarım İşçiliği (1453-1600), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1988, s. 34.

48 Barkan, “Timar”, s. 295.

(24)

timar olarak kaydedilen gelir kaynağı ünite teşkil etmekte ve bu ünitenin hisselere bölünmesi veya başka ünitelerle birleştirilmesi mümkün olmamaktaydı. Bazı nadir istisnaların haricinde, sipahinin oğlu babası hayatta iken timar sahibi olamamakta yukarıda da belirtildiği üzere timar babadan oğla intikal ettiğinde yalnızca kılıç denen çekirdek kısmı devredilmektedir. Kılıç kısmının prensip olarak birden fazla sipahinin tasarruf etmemesi gerekmektedir. Fakat pratikte birden fazla sipahiye tevcih edildiği ve sipahilerin sefere birlikte veya nöbetleşe gittiği görülmektedir. İlk dönemlerde daha fazla rastlanan bu tür timarlara “be-nevbet timar” lar denmektedir. Bu uygulamaya timar almak için bekleyen sipahilerin sayılarını azaltmak üzere başvurulmuş olabileceği gibi, devletin savaş meydanına daha fazla sayıda sipahi götürmek istemesi de yol açabilir.49

Sıradan Osmanlı timarlarının yanında sefere bizzat katılmayıp yerine asker (cebelü) göndermek karşılığında verilmiş “mülk timar–eşkincili timar” denilen timarlarda vardı. Bunlar daha çok Karamaoğulları ve diğer Anadolu beyliklerinden devir alınmış topraklarda görülen az çok kuvvetli bir soy asaletini devam ettirmekte olan timarlardır. Hatta Rumeli’de bazı Hırıstiyan beylerin ellerinde bırakılan timarların böyle aile mülkü eşkincili mülk timarlar olduğu görülmektedir. Bunun yanında derviş, şeyh gibi dini nitelik taşıyan kişilere de bu şekilde eşkincili timarlar verildiğine dair tahrir defterlerinde birçok örnek bulmak mümkündür.50

Timar sisteminin çöküşü, çağdaş Osmanlı kaynaklarında çok sayıda reayanın timarlı sipahi sınıfı arasına karıştığı, timarların ehil olmayan kişilere verildiği şeklindeki ifadelerle anlatılmaktadır. Sipahiler giderek zorlaşan ekonomik şartlar karşısında, pahalıya mal olması nedeniyle, uzak mesafelere yapılan ve uzun süren seferlere katılmaya gönüllü olmuyorlardı.51 Timar XVI. asrın ikinci yarısından itibaren bozulmaya başlamıştır. İlk bozulma alametleri “düşen dirliklerin” sipahiliğe yarar kimselere verilmeyerek, Hass-ı Hümâyuna katılması veya saray halkı, ümera, rical gibi yüksek zümreye has olarak verilmesi şeklinde başlamıştır.52

Timar sisteminin tam olarak ortadan kaldırılışı olarak genellikle 1839 Gülhane Hatt-ı Hümâyunu’nun ilani tarihi kabul edilmektedir. Bu tarihten sonra bütün askerlerin

49 Acun, “Timar Sistemi ve Uygulanması”, s. 903.

50 Kurt, “Toprak Yönetimi”, s. 63.

51 Acun, “Timar Sistemi ve Uygulanması”, s. 906.

52 Mustafa Akdağ, “Timar Rejiminin Bozuluşu”, DTCFD, Ankara 1945, 3/ 4, 420.

(25)

aylığı Hazine-i Hümâyun’dan verilmeye başlanarak timar uygulaması ortadan kalkmıştır.53

53 Kurt, “Toprak Yönetimi”, s. 64; Timar sisteminin kaldırılmasıyla alakalı farklı görüşler vardır. Bu görüşler için bk.: H. Veli Aydın, Osmanlı İmparatorluğu’nda Timar Sistemi’nin Kaldırılması, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1992, s.

69; Aydın Yalçın, Türkiye İktisat Tarihi Osmanlı İktisatında Büyüme ve Gerileme Süreci, Ankara 1979, s. 226.

(26)

BİRİNCİ BÖLÜM

ÜSKÜB ŞEHRİ VE İDARİ TAKSİMATI 1.1. ÜSKÜB ŞEHRİ

Makedonya, Avrupa kıtasının doğusunda ve ana yollar üzerinde yer almaktadır.

Yunanlılar’a göre, Makedonya bir Helen bölgesinin adıdır. Bulgar müellifi Anastas Totev’e göre ise, Makedonya, İlirler’den kalan bir kelimedir. Fransızca’ya geçen, fakat aslı eski Yunanca olan Makedonya kelimesi, “karışık”, “türlü”, “muhtelif parçalardan oluşan”, “yamalı bohça”, “sebze veya meyve salatası”, gibi manalara gelmektedir.54

Eskiçağ'larda Makedonya adı verilen kesim güneyde Therme körfezi, batıda Haliakmon Nehri ve kuzeyde Axios Nehri arasındaki bölgeyi, doğuda Axios vadisinden Strymon Nehrine kadar uzanan alanı ve Strymon'un doğusundaki Philippi Ovasını kapsamaktaydı. Makedonya ismi güneyde Ege denizi ve Aliakmon (Bistrica) Nehrine, kuzeyde Şardağı, Üsküb Karadağı. Kozjak ve Osogovo dağlarına, doğuda Mesta (Nes- tos) Nehrine ve batıda Korab, Jablanica, Mokra ve Pindos dağlarına kadar uzanan bir bölgeyi tanımlamaktaydı. Bu sınırlar içinde Selanik (Thessalonike), Manastır ve Üsküb gibi vilâyet merkezlerinin yanında Siroz (Serres), Drama, Kavala, Petric, Menlik (Melnik), Nevrekop (Goce Delcev), Razlog, Cum'a-i Bâlâ (Blagoevgrad), Ustrumca (Strumica), Doyran, Kukuâ, Gevgeli, Vodina (Edessa), Karaferya (Veroia), Katerine, Sel-Fice (Serbia), Kozani, Kesriye (Kastoria), Florina, Ohri, Pirlepe (Prilep), Debre (Debar), Köprülü (Veles), İştip (Stip), Koçana, Kırtova, Kumanova, Kalkandelen, Gostivar gibi kaza ve sancak merkezleride bulunuyordu.55

Adı, bir İllir kabilesinin yerleştiği Skupi’den gelmekte olan Üsküb, sonradan Romalıların Dardania adını verdikleri eyaletin başşehri olmuştur. Bugün Üsküb’ün birer semti olan Aşağı Vodno ve Nerez arasındaki antik şehrin arkeolojik kalıntıları, eski Dardanların varlığına dalalet etmektedir. Arnavutların bugün bile Üsküb’ü İllirceden Shkup (Şkup) ismi ile adlandırmaları bu antik şehrin ilk sakinlerinin İllir Peonları olduğunu göstermektedir. Batlamyus II. Asırda ilk defa Üsküb’den bahsettiği gibi, burası bir asır sonrada Roma İmparatorluğu’nun yollar haritasında gösterilmiştir.

Yedinci Roma legiosunun üssü olarak büyüyen ve gelişen Skupi, 518 senesinde vuku

54 Ljutfı Nedzıpı, XV-XVI. Yüzyıllarda Makedonya’da Kültür ve Medeniyet, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi 2006, s. 8.

55 Mehmet Hacısalioğlu, “Makedonya”, DİA. İstanbul 1997, XXVII, s. 437.

(27)

bulan büyük bir depremle tamamen yıkılmıştır. Üsküb coğrafî olarak Balkanların merkezinde yer aldığı için, tarihi boyunca bölgede önemli siyasî, iktisadî ve kültürel hareketlere ev sahipliği yapmıştır. Yer yer deniz seviyesinden 220-340 m. yüksekliğe ulaşan Üsküb, Vardar mecrasının yukarı kısmında, kuzey-batı ve güneydoğu yönünde uzayan tektonik bir arazide sıralanmış vadilerden kendi adını taşıyan geniş ve verimli ovanın kuzeyinde Vardar nehrinin her iki yakasında yer almaktadır.56

Kuruluş döneminden günümüze kadar geçen süre içerisinde sürekli el değiştiren Üsküb, demografik açıdan değişken bir yapı arz eder. Bölgeyi hâkimiyeti altına alan her güç, kendi politika ve çıkarları doğrultusunda, gerek yöreye kendi milletinden olan toplulukları yerleştirmek, gerekse kendileri dışındaki halkı farklı bölgelere göçe zorlamak suretiyle kendi nüfuslarını arttırma ve kendi gücünü egemen kılma çabası içinde olmuştur. Bu yüzden, bugün Üsküb multi-etnik bir karaktere sahiptir. Üsküb’te Makedonlar ve Arnavutlar hâkim unsur olmakla birlikte Türkler, Torbeşler, Boşnaklar, Çingeneler, Ulahlar gibi farklı topluluklar yaşamaktadır.57

M.Ö. VII. yüzyılda, Perdika Kralı Makedonya topraklarında bir devlet kurdu ve bu devletin başlıca sakinleri Hint-Avrupa kabilesi Şitler, İlirler ve daha sonra da Yunanlılar olmuştur. M.Ö. 337–323 döneminde II. Fîlip ve Büyük İskender, Makedonya’yı ve Yunanistan’ı işgal ettiler. VII. yüzyılda Slav kabileleri Makedonya’ya etraftan göç etmeye başladılar. IX. yüzyılda (1018–1258) Makedonya Bulgarlar tarafından idare edildi. Bu dönemden sonra, yeniden Bizans idaresine geçti. Fakat bu zamanda Bizans Devleti kraliyet sorunları ve Osmanlılar’ın baskılarıyla yüz yüze gelmişti. Bu esnada Sırp Kralı Stefan Duşan (1331–1355) Makedonya’yı işgal etti. Bu dönemden itibaren Makedonya da zamanla yaşadığı savaşlardan ötürü istikrarsızlık içine düşüp sağlıklı idarî ve kültürel bir gelişme gösteremedi.58

Edirne‘nin fethinden hemen sonra Osmanlı‘nın başkenti yapılması, Balkanlar‘ın devletin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirildiğinin önemli bir göstergesiydi.59 Üsküb ve bölgesinin, Avrupa’ya yapılacak fetih hareketlerinin yolu üzerinde bulunması, Osmanlı Devleti için ele geçirilmesi zaruri hale gelmiştir. Nitekim 1389 yılında

56 Nazif Hoca, “Üsküb”, İ.A., MEB., Ankara 1988, XIII, 122.

57 Enes İdris-Enver Uysal, “Üskübte Müslümanlar, Dini ve Etnik Kimlik Bağlamında Sosyolojik Bir İnceleme”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bursa 2009, XVIII/ I, 594.

58 Nedzipi, Makedonya’da Kültür ve Medeniyet, s. 9.

59 Rossıtsa Gradeva, “Orta Balkanlarda Osmanlı İdari Sistemi ve Taşra İdaresi”, (XV. YY.), (Çev. M.

Faruk Çakır), Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, IX, 916.

(28)

Priştine’nin güneyinde yani Priştine’ye daha yakın olarak Üsküb ve Priştine arasındaki Kosova ovasında, I. Murad’ın komutasındaki Osmanlı ordusunun Sırp ordusu karşısında elde ettiği zafer, Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki fetih hareketlerinin hızlanmasına yol açmıştır.60

1362–1389 arasında Sultan Murad’ın önderliğinde bölgede Osmanlı nüfuzu başladı. En kanlı savaşlardan biri 26 Eylül 1372’de meydana gelen (Sırp Sındığı)61 Meriç Muharebesi idi. Osmanlıların zaferiyle sonuçlanan bu savaştan sonra, diğer Balkan ülkelerinin fethi için kapılar açıldı. Böylece Makedonya’nın şehirleri Osmanlı idaresine girmeye başladı. Rumeli’ye geçmeden evvel Sultan Murad, Vardar’ın sol tarafına yerleşti ve 1380’de İştip şehrini aldı. Bu savaşların önderliğini Timurtaş Paşa yapmıştır. İştip’in düşmesinden sonra da savaşlar devam etti.62 1382’de Manastır, ve Pirlepe, 1385’te Ohri fethedilmiştir. Bulgaristan taraflarında da 1385’de Sofya, 1386’da Niş’in fethinden sonra artan Türk baskısını önlemek için bu dönemde Sırp Devleti’ni yeniden kuvvetlendiren Lazar, harekete geçerek Ploşnik’te önemli bir Türk kuvvetini mağlup etti. Ploşnik başarısı Balkan Devletleri’ni ümitlendirmiş, bu sebeple Sırp, Hırvat, Arnavut ve Bulgarlardan oluşan bir ittifak kurulmuştu. I. Murad Ploşnik mağlubiyetinden sonra Ali Paşa’yı Kosova’ya göndererek Osmanlı Hâkimiyetini tesis etmeye çalışmıştır.63

1389’da I. Murad, Rumeli’de oluşan ittifakla savaşmak için Sırbistan üzerine yürüdü. Öncü kuvvetlerin başında ihtiyar ve tecrübeli bir kumandan olan Evrenos Bey ile Paşa Yiğit bulunduğu halde, Osmanlı ordusu Fîlibe, İhtiman, Köstendil, Eğri- Palanka, Üsküb’ün kuzeydoğusundan geçerek Kosova ovasınından Priştine’ye yürümüştür. 27 Ağustos 1389 tarihinde sekiz saatlik savaştan sonra Osmanlı ordusu ittifak kuvvetlerini mağlup etmiştir. Savaştan sonra, muharebe alanını gezen Sultan Murad, yanına elçi gibi yaklaşan Miloş adlı bir Sırp asilzadesi tarafından şehid edilmiştir. Vasiyeti gereği yerine oğlu I. Bayezıd Sultan olmuştur. I. Kosova savaşının sonunda Osmanlı Devleti, Balkanlara esaslı suret yerleşmiş Sırp krallığı ise istiklalini

60 Mehmet Emin Yardımcı, “XVI. Yüzyılda Üsküb Şehri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Ankara 2006, 163, 96.

61 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, Ankara 2006, s.171.

62 Nedzıpı, Makedonya’da Kültür ve Medeniyet, s. 10.

63 Mehmet İnbaşı, “Osmanlı İdaresinde Üsküb Kazası”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1995, s.13.

(29)

kaybederek XIX. asra kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır.64 Yıldırım Bayezid, 1390 yılının baharında Timurtaş Paşa’yı Lazar ilinin zaptına gönderdi. Aynı zamanda Evrenos ve Paşa Yiğit Beğler de bölgede fetih yapmakla görevlendirildi. Böylece Yiğit Bey 1392’de Üsküb’ü aldı.65 Fethi müteakip Üsküb’e uc beyi olarak tayin edilen Paşa Yiğit Beğ’in Rumeli’de sancak beyliği ve akıncı kuvvetlerin komutanlığını yapmış olması, Rumeli’ye sürgün edilmiş olan Saruhanlı Yörüklerinin bu aşiret reisin komutasında fütuhat hareketlerine geniş olarak iştirak ettirildiğini göstermektedir.66

1395‘teki Rovine savaşından sonra bugünkü Makedonya‘nın neredeyse tamamı doğrudan Osmanlı yönetimine girdi ve bu toprak parçasının büyük bir kısmı, sırasıyla Paşa Yiğit (1414‘e kadar) ve varisleri İshak Bey (1414-1439) ve oğlu İsa Bey (1439- 1463) tarafından yönetilen uca dâhil edildi. 1463‘de Bosna da alındı. Üsküb ucu parçalandı ve İsa Bey Bosna‘nın ilk sancakbeyi oldu. Bu ucun büyük bir kısmı Bosna sancağına, geri kalan kısmı da Paşa Sancağına katıldı. Benzer türden uclar, merkezi önce Miğalkara ve daha sonra Tesalya‘da olmak üzere Turahan ailesi ve diğer askeri komutanların mensup olduğu önde gelen aileler tarafından kuruldu.67 Bu dönem boyunca Makedonya’da, yeni bir medeniyet (İslam) gelişmiş, böylece cami, tekke ve medrese başta olmak üzere birçok kültürel anıt inşâ edilmiştir.68

1.2.İDARİ YAPI

Kuruluştan itibaren gerek Anadolu‘daki fetihler ve beyliklerin ilhakı ve gerekse 1354’ten sonra Gelibolu’ya çıkıştan itibaren başlayan Rumeli hareketi sonucunda, Osmanlı Devleti iki kıtada toprakları olan ve geniş bir coğrafyaya yayılmış bir devlet haline gelmişti. I. Murad ve bunu takip eden dönemlerde ve özellikle I. Bayezid zamanında merkezi devlet yapısını iyice yerleştirmiş olan Osmanlı Devleti’nin ele geçirdikleri bölgeleri de, merkezi devletin denetim ve gözetiminden uzak tutmayacak bir idari yapıya kavuşturması gerekmiştir. Bu bağlamda, beylerbeylik sistemini

64 Münir Aktepe, “Kosova” İ.A. MEB., İstanbul 1954, 6/ 2, 871.

65 Mevlana Mehmed Neşrî, Cihânnümâ, (Hazırlayan, Necdet Öztürk), İstanbul 2008, s. 141; Oruç Beğ Tarihi, (Hazırlayan, Necdet Öztürk), İstanbul 2007, s. 31; Derviş Ahmed Âşikî, Âşık Paşazâde Tarihi, (Hazırlayan, Cemil Çiftçi), İstanbul 2008, s.123; Nihal Atsız, Âşık Paşaoğlu Tarihi, İstanbul 1992, s.59; Hoca Sadeddin Efendi, Tacü-t Tevarih I, (Hazırlayan, İsmet Parmaksızoğlu), Ankara 1999, s.193;

Ahmet Şimşirgil, Birinci El Osmanlı Kaynaklarından Osmanlı Tarihi Kayı I, İstanbul 2006, s.120;

Halil İnalcık, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481) İstanbul 2010, s.112; Georges Castellan, Balkanların Tarihi, İstanbul 1995, s. 68.

66 İnbaşı, Üsküb Kazası, s. 14.

67 Gradeva, “Osmanlı İdari Sistemi ve Taşra İdaresi”, s. 917.

68 Nedzıpı, Makedonya’da Kültür ve Medeniyet, s. 10.

(30)

getirerek 1362’den sonra Rumeli Beylerbeyliğini kurmuş69 ve Rumeli tarafındaki yerler sancak statüsüne alınarak bu beylerbeyliğe bağlanmıştır. Lala Şahin Paşa70 da ilk Rumeli Beylerbeyi olmuştur.71 İlk beylerbeyi merkezi Edirne olmuştur. Böylece Rumeli bir beylerbeyi idaresinde ayrı bir askeri-idari bölge olarak meydana çıkmıştır.72 İdarî teşkilat bakımından tarih içinde Osmanlı Devletine bağlı ülkeler ve bölgeler önce eyaletlere, eyaletler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar nahiye ve köylere bölünmüştür. Bu teşkilat içerisinde eyaletler beylerbeyi, sancaklar sancak beyleri tarafından yönetildi.73 Rumeli, Osmanlıların Balkanlar coğrafyasına verdikleri coğrafi isimdir aynı zamanda bu bölgeyi içine alan Osmanlı eyaletinin adıdır. Osmanlılar Rumeli adını Bizanslıların Romania’ sından aldılar ve onu Anadolu’ya karşı denizin ötesinde Bizanslılardan fethettikleri bölgeler için kullanmaya başladılar. Yalnız Rûm adı ise, Küçük Asya’da Selçukluların hâkim oldukları yerleri gösteren coğrafi bir isim olarak kaldı.74

Osmanlı İmparatorluğunda coğrafi ve idari manada küçük veya büyük bir çevreyi ve bölgeyi bazende çok geniş bir mıntıkayı ifade eden “Nahiye” XIX. asrın yarısından itibaren de idari teşkilatta mülki taksimatın en küçük parçasını bildiren bir ıstılah ve tabirdir. Rumeli eyaletinin Paşa Livası, birinci planda, Edirne, Selanik ve Üsküb Nahiyeleri ve bu nahiyelerde kendilerine idari ve mutlak olmamak üzere bağlı diğer daha küçük nahiyeleri ihtiva ediyorlardı. Üsküb Nahiyesinde Kalkandelen, Kırçova gibi yerler hem Paşa Livası’na bağlı birer nahiye, hem de bu büyük merkeze ilhak edilmiş küçük mikyasta bir bölgeyi ifade eden nahiyeler olarak belirtiliyordu.75

Üsküb şehri XVI. asrın ilk yarısına kadar, Paşa Livasının sol koluna bağlı bir nahiye iken, 1578 yılında Rumeli Eyaletine bağlı bir Liva olarak belirtilmiştir. Ayn Ali Efendi, 1609 yılında yazdığı risalesinde Üsküb şehrini, Rumeli Eyaletinin 24

69 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), (Çev. Ruşen Sezer), İstanbul 2006, s.

108.

70 Neşrî, Cihânnümâ, s. 92; Oruç Beğ Tarihi, s. 24.

71 Orhan Kılıç, “Klasik Dönem Osmanlı Taşra Teşkilatı; Beylerbeylikler/Eyaletler, Kaptanlıklari Voyvodalılar, Meliklikler” (1362-1999), Türkler,Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, IX, 887; M.

Tayyib Gökbilgin, XV.-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı, İstanbul 1952, s. 6.

72 Halil İnalcık, “Rumeli”, İ.A.,MEB, İstanbul, 1964, IX s. 771.

73 Nedzıpı, “Makedonya’da Kültür ve Medeniyeti,” s. 11.

74 İnalcık, “Rumeli”, s.766; Halil İnalcık, Osmanlılar, İstanbul 2010, s. 201; Halil İnalcık, “ Osmanlı İdare ve Ekonomi Tarihi”, İstanbul 2011, s. 92.

75 M.Tayyib Gökbilgin, “Nahiye”, İA, MEB, İstanbul 1964, IX, 37-38.

(31)

sancağından biri olarak belirtmiştir. 1632-1641 yılları arasındaki Osmanlı idari düzeninde de Üsküb şehri, Rumeli Eyaletine bağlı bir Livadır.76

Osmanlı hâkimiyetinin başlangıcından XVII. yüzyılın sonuna kadar Makedonyada’ki normal idari taksimat sistemine gelince, bu bölge ilk zamanlarda Paşa ( veya Edirne), Köstendil ve Ohri sancaklarına tabiydi. Kısa bir süre sonra Selanik ve Üsküb sancakları da kurulmuştu. Makedonya’nın güneyinde bulunan küçük bir bölge ise Yanya sancağına dâhildi. Kısa bir süre için Florina (Lerin) sancağı da kurulmuştu.

Adı geçen sancakların içerisinde sadece Selanik ve Florina sancaklarının kapsadıkları bölgelerin tümü, Makedonya topraklarında bulunuyordu. Diğer sancaklar ise civar bölgelerin bir kısmını sınırları içine almaktaydı.77

1.2.1. Paşa Sancağı

1453’e kadar devlet merkezi, sonra uzun zaman ikinci bir merkez ve Balkanlar’daki Osmanlı fütühatının hareket üssü halinde görünen Edirne’nin idare teşkilatımızdaki statü ve mevkii Rumeli Eyaleti’nin teşkili ile sıkı sıkıya ilgili bulunmaktadır. I. Murad’ın Edirne’nin fetihinden (1362) sonra, Rumeli Eyaleti teşkilatı yaptığı ve bu eyaletin başına evvela, aynı zamanda Edirne muhafızlığı da uhdesinde kalmak üzere Lala Şahin, sonra Timurtaş Paşaları Beylerbeyi olarak getirdiği görülmektedir.78 XV. yüzyılın sonlarına doğru, beylerbeylik merkezi (ve sancağın merkezi) Sofya‘ya taşındı ve bu durum XVIII. yüzyılın sonuna kadar da devam etti.

Paşa Sancağı alanının geniş olması nedeniyle sağ ve sol kol olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Savaş zamanında her iki bölüme ait sipahiler bir alaybeyinin komutası altına girerdi. Bu sancak, bugünkü Türkiye‘nin Avrupa‘daki topraklarının geniş bir parçasını, Güney Bulgaristan, Kuzey Yunanistan, Makedonya ve hatta Arnavutluk‘un bazı bölümlerini kapsamaktaydı. Çünkü bu sınırlar XV. yüzyıl boyunca değişikliğe uğramış, değişik zamanlarda bazı topraklar eklenmiş, bazıları da ayrılmıştır. Bu nedenle,

76 Mehmet Emin Yardımcı, 1544 Yılı Nüfus ve Arazi Tahrir Defterine Göre Üsküb Nahiyesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1998, s.

6.

77 Aleksandar Stoyanovski, “Makedonya’nın İdari Taksimatı”, (Çev. İ. Eren), TED 4-5, 1974, s. 217.

78 Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 6.

Referanslar

Benzer Belgeler

With the rapid growth and wider implementations in fields such as enforcement, surveillance, financial supervision, AI security, and risk management which this paper

Malazgirt Savaşından sonra Anadolu içlerine taarruz eden Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklu Devletini kuran Tuğrul ve Çağrı Bey’lerin amcası Arslan Yabgu’nun

Karahisâr-ı Şarkî ve kâdîlarına ve Karahisâr-ı Şarkî voyvodasına hüküm ki Karahisâr kazâsı sâkinlerinden Firdevs nâm hâtûn gelüb bunun hâlâ zevci olan yine Karahisâr-ı

Karahisâr-ı ġarkî kazâsına tâbi‟ Üsküne nâm karye sâkinlerinden Mehmed ve Abdürrahim nâm kimesneler gelüb bunların valideleri Selime nâm hâtûnun babası

İlker Bulunur; 110 Numaralı Tapu Tahrir Defterine Göre Özer (Üzeyr) Sancağı, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, 2004. Dilek Bülbül; 805 No’lu

Bin yüz iki senesinden berü Silistre ve Niğbolu sancaklarında ve baʿzı kazâlarda tahrîr olunan bundan akdem Engerüs seferinde hizmetde olmak üzere me’mûr olan

Medîne-i Kayseri ve kurâsında sâkin erbâb-ı harâsetden zikr-i âtî husûsa mezrûʽâtları olan işbû râfiʽü’l-kitâb fahrü’s-sâdâtü’l-kirâm es-Seyyid Osman Ağa ibn-i

Hanede baba adı kayıtlı olmayan 2 veya 3 erkek kardeĢin bir arada yaĢadığı toplam 8 hane tespit edilmiĢ bunlar geniĢ aile statüsünde belirtilmiĢtir.3 hane