KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 668
TÜRK BÜYÜKLERİ D ÎZÎSÎ : 9
S & d c d d m r f W
KÜLTÜR VE TURÎZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 668
SÂDEDDİN AREL
YILMAZ ÖZTUNA
TÜRK BÜYÜKLERİ D İZÎSÎ : 9
Kapak Düm a : Salm ONAN
Onay : 23.6.1986 gün ve 928.1 - 2515 sayı.
Birinci baskı, Ağustos 1986 Baskı sayısı : 20.000
Feryal Matbaacılık San. ve TIc. Ltd. Şti. - ANKARA
9 -
S&deddin Arel (lMTde)
t Ç Î N D E K Î L E R
$ N S Ö Z ... 7
I. Resmi B iy o g r a fisi... 11
II. A ile s i... 23
III. G erm iyanoğullan... 35
IV. Arel K ü tü p h an esi... . ... 45
V. Ş a h s iy e ti... 59
VI. E s e r le r i... ... 69
VII. Arel ve M u s ik i... 79
VIII. B estek ârlığı... 95
IX . B e s te le r i... 105
A — Dini E s e r le r ... 106
B — Saz Eserleri ... ... 117
C — Söz Eserleri ... ... 122
D — Çoksesli Eserleri ... 134
X . B ib liyografya... 139
5
Ö N S Ö Z
Bu küçük monografi ile sayın okuyucularıma tanıtmaya çalıştığım Sâdeddin Arel (1880-1955), Türk kültürünün Ba»
tı’ya dönük yenileşme (Osm. teceddüd) döneminde yetişen en dikkate değer san'at ve ilim adamlarımızdan biridir.
Gökalp-Köprülü ekolünün tasnifine göre hâlen içinde ya
şadığımız ve devam eden bu çağ, Türk kültür tarihinin üçüncü dönemidir. Bu tasnif, Türk medeniyeti tarihi bakı
mından doğru ve hâlâ geçerîidir. Dönemin hususiyeti, Batı ve Avrupa taklitçiliği değildir. Böyle anhyanlar olmuşsa yanılmışlar ve kültürümüze fazla bir katkıda bulunamamış
lardır. Osmanlı çağında, bütün tarih zaman ve mekânları içinde oluşan en büyük kültürlerden biri ortaya çıkmıştır.
Türk Arz denen gezegenin üzerinde güjıeşte yerini almıştır.
3u bir millî kültür, bir büyük m edeniyettir ki. mirasından asla vaz geçilemez.
Ama bütün büyük kültürler, yabancı kültürlerle ilişki kurmuşlardır. En azından o kültürleri tanımaya çalışmış
lardır. Kapalı kültür yoktur. Varsa, çok ilkel kavimlere mahsustur. Binaenaleyh, Hıristiyan Avrupa milletlerinin or
taklaşa oluşturdukları medeniyeti tanımakta, millî bünyemi
ze yarar unsurlarını almakta, hiçbir mahzur yoktur. Son Osmanlı asırlarında da bir mahzur görülmemiştir. Bugün de mevcut değildir. Doz ne olacaktır? Dozu, ilim ve san’at, kültür ve fikir adamı, fiilen ve eserleriyle tayin eder. Şüp
hesiz her gerçek devletin bir kültür politilcası vardır. ol
malıdır. Ancak kalıcı olan, ilim, fikir, san’at adamlarının eserleri ve bunların tesirleridir.
Türk kültürünün büyük hâzinelerinden biri, Türk Mu
sikisi’dir. Bir büyük san’a ttır ki tesirleri Fas’tan Çin’e, Rus
ya ’dan Hindistan’a kadar yayılm ıştır. Nağme’ye dayanan bir teksesli musikidir. Batı’nm sa d e c e iki makam kullanmak
tan doğan- nağme eksiği, çokseslilikle kapatılmıştır. Bu çok
sesli san’atm icaplarını niçin öğrenmeyelim? Batı sazların*, niçin kullanmayalım? Niçin koro ve orkestra tekniğine gir
meyelim? Ve ehemmiyetle ilâve edeyim, niçin gerçek Türk Musikisi’ni Batı’ya dinletmeyelim, makam ve usul hâzine
mizi onlara tanıtmayalım ve onların büyük san’atınm isti
fadesine sunmayalım? Bu bir kozmopolitlik değildir. Büyük kültürleri oluşturan bir gelişmedir. Bugün yeryüzünde en yaygın dil (lingua franca) olan İngilizce, yeryüzünde en çok yabancı asıllı kelimeyi bünyesine almış dildir. Ama İn
gilizce’dir, bir kozmopolit dil değildir.
Arel, bu suallerin cevaplarını bulmaya çalışmak ve çö
zümlemek için ortaya atılmış, dehâ sahibi bir bestekâr ve musiki bilginidir. Şüphesiz Osmanlı kültürü ile yetişm iştir.
Hanği Osmanlı kültürü ile? Tanzimat kültürü ile. Yani hem eski Osmanlı Türk kültürü ve bu kültürün yabancı dilleri olan Arapça ve Farsça, hem çağdaş Batı kültürü ve bu kültürün o zamanki büyük dili Fransızca öğrenerek yetiş
miştir. Sarıklı bir ailenin, tanınmış bir Osmanlı ulemây-%
rüsum ailesinin çocuğudur. Fransız rahip kolejini bitirmiş, en yüksek medreseden İstanbul rüûsu ve Mekteb-i Hııkuk-ı Şâhâne’dsn diploma almıştır. Tanzîmât, budur. Mutlaka Ba
tı’yı da Öğrenmek inancıdır. Roman, piyes gibi edebî ye
nilikler arasında Batt Musikisi de toplumumuza girmiştir ve bir devlet müessesesi olarak girm iştir. Muzikay-ı üü- mâyûn’u İkinci Mahmud, İtalya’dan getirtip devlet hizmeti
ne aldığı müzisyenlere kurdurmuştur. Ve Mehter-hâne-i HA-
$
kaanî’yi lağvetm iştir. O mehter musikisi ki, Avrupa askerî musikileri, onu taklid ederek kurulmuşlardı. Ancak inkılâp ve ihtilâller hummalı dönemlerde yapılır ve o kadar çabuk yapılır ki, neyin doğru, neyin yanlış olduğu o humma için
de kestirilemez.
Türk Musikisinin üstad bestekârlarından olan ve hiç Batı musikisi bilmeyen İkinci Mahmudfun büyük oğlu Birin»
ci Abdülmecid, Batı musikisi de öğrenmiş ve daha çok bu musikiyi dinlemiştir. Onun oğlu îkinci Abdülhamîd, Batı Musikisi’nin Türkiye’de kökleşmesini sağlamıştır. Hiç Türk Musikisi öğrenmemiş, Batı Musikisii ile hayli uğraşmış ve çok sevm iştir.
Her hareketin Saray’a dönük olduğu böyle bir dönemde Türk Musikisi, Saray’dan asla kovulamamışsa da, daha çok dergâhlara, bilhassa M evlevîhâneler’e sığınmıştır. Ama ora
da da kültür ve san’at çizgisi, eski asırlardaki gibi değildir.
Batı kültür ve dillerini çok iyi öğrenmiş 3 M evlevi şeyhi, Türk Musikisi’nin gerçek bir dekadansa gittiği üzerinde, dergâhlarına devam eden gençlerin dikkatlerini çekmişler
dir. Bu gençlerden biri, Arel’dir.
Klasik Türk Musikisi o kadar büyük bir san’attır Jd ve o derecede gözkamaştırıcı şaheserler verm iş, gerileme devresinde bile o derecede büyük bestekârlar yetiştirm iştir ki, bu san’atta yapılacak reform, edebiyattakinden daha zor ve çapraşıktı. Osm,anlı edebiyatı ve bilhassa şiiri, dün
ya kültürünün en parlak ve yüce san’atlarından biridir, ö yle olduğu halde, Sâdeddin Arel ve Yahyâ Kemal gibi ayrı sa
haların iki büyük dâhisi, klasik Türk musikisinin, klasik Türk şiirinden üstün olduğunu söylemişlerdir. Böyle sine bir san’atta reform, elbette kolay değildi. Ama nota kullanmaz metodsuz saz öğrenen icracılar dönemi de mutlaka kapan
malıydı.
iş te A reî, böylesine bir kültür içinde yetişm iş, bu m e
selelerle k arsı ka rşıya g elm iş, bu m eselelere çöziim g etir- mek istem iş bir şah siyettir. Misyonunu hangi gelişm eler içinde ifa ettiğin i, bu m onografim de anlattım .
Ankara, 3 A ralık 1985 Y ılm az ÖZTUNA
RESMÎ BİYOGRAFİSİ 1
Sâdeddin Arel, 18 Aralık 1880 günü, İstanbul’da, ba
basının Vefâ semtindeki konağında doğdu. «Hüseyin Sâ
deddin» adı verildi. Mehmed Emîn Efendi'nin, ikinci eşi Fatma Zekiye Hanım’dan doğmuştu. Babası Mehmed Emîn Efendi o tarihte henüz kazasker olmamıştı, ilmi
ye sınıfından ve «haremeyn» pâyesinde idi (tümgenerale eşit ilmî-adlî-kazâî Osmanlı rütbesi).
Hüseyin Sâdeddin Efendi, 5 yaşında evde tahsile başladı. İlmiye (ulemâ) ailesi çocuklarının erken öğreti
me başlatılması ve resmî öğretimleri yanında yetenek
leri nisbetinde özel eğitime de tâbî tutulmaları gelenekti.
Hüseyin Sâdeddin'in öğrenimine başladığı yıllar, Os- manii İmparatorluğumda, îkinci Abdülhamîdm (1876- 1909) ilk saltanat yılları idi. Çocuk Sâdeddin, 6 yaşında da Vefâ’da taşmektebe verildi, sonra Şemsü'l-Maârif ve Mümûne-i Terakki okullarına devam ederek, mekteb-i ibtidâi diploması aldı. O yıllarda mahalle mektepleri
nin hepsi, maârif nezâretine (eğitim bakanlığı) bağlı mekteb-i ibtidâî (ilkokul) hâline getirilmiş değildi. Hü
seyin Sâdeddin, hiç mahalle mektebine gitmeksizin, Tan
zimat eğitiminin bir müessesesi olan resmî ilkokulda akudu.
Bu sırada babası, İzmir kadısı oldu. Ailece İzmir'e naklettiler. Orada Fransız kolejine yazıldı, orta ve sonra iise kısımlarından diploma aldı. Sarıklı bir ailenin ço-
13
cuğu bu şekilde bir Katolik orta öğrenim müessesesin- de tahsil yapmış oluyordu. Bu da Mehmed Emîn Efen- di’nin ne kadar ileri görüşlü ve tam bir Tanzîmât ule
mâsı olduğunu gösterir. Üstelik Yeni Osmanlılar ve Meş- rûtiyetçiler'le ilgisi vardı. Esas bakımdan Türkiye de İ960'a kadar yürürlükte kalan 93(1876) Kaanûn-i Esâ- sîsi'ni (Anayasa) hazırlayanlardan biridir. Bu ilişkisi yü
zünden İkinci Abdülhamîd rejimince mimli idi ve gene bu yüzden, çok uzun yıllar için İzmir’de kendisine anlı şanlı, bol maaşlı, fakat âtıl, politik hiçbir fonksiyonu olmayan, bir adliye görevi verildi. Sâdeddin Efendi, ço
cukluğunun ikinci kısmını ve ilk delikanlılığını bu su*
retle İzmir'de yaşadı.
Osmanlı İzmir'i, bugünkü m illî şehir değildir. İm
paratorluğun en kozmopolit şehirlerinden biri, bir çeşit Selânik ve Beyrut, Avrupa'ya açık büyük liman, impa
ratorluğun en büyük ihracat merkezi, canlı iş merkezi, zengin ve müreffeh bir belde idi. Sokaklarında Türkçe dışında pek çok dil duymak mümkündü. İstanbul'dan önce elektriği, tramvayı, telefonu vardı. Şehirde yakla
şık yarısı Türk 250.000 (1908'de 300.000) kadar nüfus vardı ve o devirde büyük nüfustu. Ancak çevre, geniş ölçüde Müslüman ve Türk idi. Genç Sâdeddin Efendi, muhafazakâr bir ilmiyye mensubunun konağından, ko
yu Katolik rahiplerin yönetimindeki kolejine gidiyor, limanın yabancıları ile Fransızca ve yeni öğrenmeye ça
lıştığı Almanca ve İngilizce konuşuyor, her iki âlemde birden yaşıyordu.
Ancak Mehmed Emîn Efendi, oğlunu tamamen Av
rupa kültürü içinde yetiştirmek niyetinde değildi, hiç değildi. Oğlunun yetişm esi için, Tanzîmât'm iki kültürlü eğitimini, Fransızcanm yanmda mecbûrî ders olarak Arapça ile Farsçanm da okunduğu, trigonometri ve kim
12
ya yanında ilm-i akaaid ve usûl-i kitâbet-i resmiyye nin de öğretildiği müesseselerini de yeterli görmüyordu.
Müslüman Türk olarak yetişmek için ona göre gerçek eğitim yeri medrese idi. Batı kültürü, Avrupa'ya alt ol
mamak için gerekli idi, o kadar. Bir Tanzîmât ulemâ
sından daha ileri bir görüş çizgisi beklenemezdi. O yıl
larda medrese eğitiminin hiç de parlak olmadığını, hâlâ Ortaçağ skolastiğine dayandığını belirtmek gerekir. XVI.
asrın parlak medresesi değildi. Devrini tamamen tamam
lamıştı, sırf din adamı yetiştirmek için bile çağın geri
sinde kalmıştı. Ancak Arap dilinin, edebiyatının, ezbere dayansa bile bir kısım ulûm-i dîniyye'nin hâlâ en iyi öğ
retildiği yerlerdi. Devlet de henüz medrese eğitimine muhtaçtı, bu eğitimden feragat edebilecek derecede Tan
zîmât öğretim müesseselerini ücra köşelere yayamamış- tı. Sultan Abdülhamîd in eğitim politikası, bu yaygın
lığı temin edebilmekti, her yıl maârif-i umûmiyye nezâ
retine bağlı ilk, orta, yüksek dereceli pek çok okul açı
lıyor, her yıl devrini tamamlamış birkaç medrese çökü
yor, kapılarını kapatıyor, öğrenci bulamıyordu.
Sâdeddin Efendi, İzmir medreselerine devam ede
rek orta kısmından «icâzet» denen diploma aldı. Ancak
«rüûs» denen yüksek medrese diploması İzmir'de alma- mıyordu, İstanbul medreselerinden birinden mezun ol
mak gerekiyordu. Sâdeddin Efendi 16 yaşında, bir ce
binde medrese icâzeti, diğer cebinde kolej diploması, İstanbul’a geldi. Hamîd rejimi babasının İzmir'deki gö
revinin devamını arzu ediyordu. Mehmed Emîn Efendi de İzmir'e alışmıştı, zira imparatorluğun parlak mer
kezlerinden biri idi, rejimce hoş görülmeyenler için im
paratorluğun ne köşelerinde ne görevler olduğu malûm
du. Ancak oğlunu, yüksek tahsil için İstanbul'a, ağabe
yinin yanma gönderdi.
13
Sâdeddin Efendi'nin İstanbul'da yanında kaldığı ağabeyi Kazasker Ali Haydar Efendi, kendisinden 30 yıl ve birkaç ay büyüktü. «Otur» emrini almadan ağabeyi
nin karşısında oturamaz ve onun huzuruna başı açık çı
kamazdı, fes giymeye mecburdu. Ali Haydar Efendi, İs
lâmî ilimlerde, babası Mehmed Emîn Efendi'yi bile ge
ride bırakmış bir bilgindi. Ancak aydın bir din ve ilim adamı idi. Kendisinden çok küçük kardeşinin yüksek öğrenimine ihtimam etmeye kararlı idi.
Ailenin kışlık konağı Vefâ’da, yazlık yalısı ise Sarı
yer’de idi. 1896 yazında Sâdeddin Efendi uzun yıllar sonra ilk defa İstanbul'a geldiği günlerde bir pazar gü
nü, Büyükdere'deki Rusya'nm yazlık sefarethanesi önün
de çalan bir Türk bandosunu dinledi ve büyülendi. İlk defa batı musikisine hayran kaldı ve Türk musikisin
den farkları olan bir san’at olduğunu anladı. Türk mu
sikisi ile İzmir'de pek az uğraşabilmişti. Biraz ud çal
maya çalışmıştı. Babası Mehmed Emîn Efendi, oğlunun ağır eğitimine sekte vereceği endişesiyle, musikinin di
nimizde harâm olduğunu söyleyip oğlunun hevesini kö
künden kesmek istedi. Ancak genç Sâdeddin, Gazâlî'nin İhyâi 'Ulûmi’d-Dîn’inde Arapça metinde gerçek musikiyi öven cümlelerin bulunduğu sahifeyi açıp babasının ça
lışma masasının üzerine koydu, yanma da Şeyhülislâm Es'ad Efendi'nin bir bestesinin notasını iliştirdi. Çocuk Sâdeddin, babasını eski tabirle «ilz&m» etmişti. Kazas
ker Efendi bunu kavradı ve oğlunun ud çalmasına artık karışmadı.
Ancak musiki tahsilinin 16 yaşından sonra İstan
bul'da başladığını belirtmek gerekir. Ağabeyinin kona
ğına gelip kendisine ders veren Cemil Efendi'den 0) ûd ve
< 1) Ûd! Hâfız Şekerci Nûreddin Cemil Efendi (Şehzâdebaşı/İs
tanbul. 1867 - Ka ahire, 16.11.1928): Türk şarkı bestekârı. $eb
14
Türk m usikisi öğrendi. Konağa bir yandan da Almanca, İngilizce ve Farsça hocaları gidip geliyordu. Bu dilleri mükemmelen öğrendi. Resmî sicil cüzdanına aralık 1906 tarihinde «Arabî, Fârisî, Alman, Fransız ve İngiliz lisân
larını tekellüm (konuşma) ve kitâbete (yazmaya) muk*
tedirdir» kaydı işlenmiştir. Yüksek medreseyi bitirip aile geleneğine uyarak «İstanbul rüûsu» denen en yüksek medrese diplomasmı aldı. Mekteb-i Hukuuk-ı Şâhâne'ye de devâma başladı. 4 Eylül 1906 tarihinde hukuğu o yıl bitirenler arasında en yüksek derece ile tamamlayarak mezun oldu. Her yılın birincisine padişah adına verilen altın madalyayı aldı.
Bâb-ı Âlî geleneğinde belirli bir tahsil yapan genç, bir devlet kapısına kâtip yardımcısı, bir çeşit stajyer devlet memuru olarak girer ve ilk yıllarda ücret almaz, sonra aslî kadroya geçirilirdi. Burada üstlerinden mun
tazam ve uygulamalı ders görür, isterse dışarıda da öğ- zâde Câmii başimâmı Haşan Tâhir Efendi İle Ayşe Sıdık»
Hanım’m oğlu. Ûd! Basrl Bey’den ûd ve Enderûnî Ali Bey' den musiki öğrendi. 1898-1911 arasında Muzıkay-ı Hümâyûn’
da ûd san'atkârı ve hocası oldu. 1912-1928 arasında hayatı
sın son İS yılını, Hıdîv Abbâs Hilmi Paşa'nın davetiyle git
tiği Kaahire’de geçirdi, burada 61 yaşında ölüp gömüldü Mısır hânedânı üyelerine ve ileri gelenlerine husûsî ûd ve musiki öğreterek yaşadı. Aynı zamanda Kaahire’de Türk şekerci dükkânı açarak çok kazandı. 1 peşrev, 3 saz semâîsi, 39 güzel şarkı besteledi. 7 çocuğundan Nûreddin Cemil San gan da bestekârdır (Türk Musikisi Ansiklopedisi, I, 130b-lb,
ti, 2û5b-6a; S. Ezgi, Türk Musikisi, V, 492-3, 554; Türk Bes
tecileri, 142-3; Musiki Mecmuası, no. 7; R.E. Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, VII, 3.481b-2b; Türk Ansiklopedisi, X, 150b;
M. Rona, Yirminci Yüzyıl Türk Musikisi, 75-7). 1913'te «Sul- tânî-i Cedîd» diye kendisinden başkasının kullanmadığı bir makam yapan Cemîl Efendi'nin şâheseri «îstedin de gön
lümü verdim sana» mısraı İle başlıyan Bestenigâr Curcuna Şarkı'dır,
15
renimine devam ederdi. Bu çeşit ve eskiden «kalemiyye», Tanzîmât'ta «mülkiyye» denen devlet görevinde yüksel
mek için Arapça ve Farsça aranırdı ve Tanzîmât dev
rinde bunlar yanında Fransızca da aranmaya başlandı.
Sâdeddin Efendi de daha 15 yaşını bitirmeden, 13 Ağus
tos 1895’te «Aydın vilâyeti» denen İzmir eyaleti mek- tûbî (özel kalem) müdürlüğü kalemine müsevvid (müs
veddeleri temize çeken) olarak, babasının Aydın eyalet valisine ricası ile girdi. Emsali arasında çok iyi öğrenim gördüğü ve kazasker oğlu da olduğu için 7 aylık staj devresinden sonra 1,39 altın net aylık maaşla kadroya geçirildi (23.3.1896). 4 ay sonra maaşı 1,9 altına yükseldi (28.7.1896). 4 yıl, 2 ay bu maaşla çalıştı. 20 Eylül 1900'de maaşı 2,9 altına çıkarıldı. Bu sırada İzmir vilâyetinden İstanbul'da adliye ve mezâhib nezâreti denilen adalet bakanlığı özel kalemine nakledilmişti.
10 ay sonra 18 Temmuz 1901’de ayda net 5 altın maaşla adliye nezâreti mütercimi, 6 ay kadar sonra, 12 Mart 1902'de, ayda 8 altınla adliye nezâreti mektûbî (genel sekreterlik) kalemi şifre kâtibi oldu. Bu görevin
de evvelce sadrâzamlık (başbakanlık) da yapmış bulu
nan, İkinci Abdülhamîd’in en tanınmış vezirlerinden ad
liye nâzın Abdurrahman Paşa'mn yakınında bulundu.
Babasını ve ağabeyini de tanıyan paşaya kendisini çok beğendirdi. Paşa, husûsî tahsiline devam etmesini, hu- kuğu bitirmesini öğütledi.
Sâdeddin Efendi nin maaşı 4 yıl, 2 aylık şifre kâtip
liğinden sonra 13 altına yükseldi (29.4.1906). 9 ay sonra (7.2.1907) adliye nezâreti mühür ve şifre müdürü, bun
dan 7 ay sonra (30.7.1907) adliye nezâreti mektûbî mu- âvini (genel sekreter yardımcısı) oldu ve maaşı bu gö
revlerle 25 ve 47 altına çıkarıldı. Mektupçu muâvini ol
madan bir ay önce, babası ve ağabeyi hâlen kazasker 16
olan genç memur, nâzın Abdurrahman Paşaya damat oldu. Artık «Sâdeddin Bey» denen Arel’in bu sırada bir kayınpederi vezir ve dâmâd-ı şehryârî (İkinci Abdülha- mîd in damadı), diğeri de birinci - ferîk (orgeneral) idi.
Bu sıralarda İkinci Meşrutiyet ilân edildi (23.7.1908).
Sâdeddin Bey henüz 28 yaşını bitirmemişti. Maaşlarda indirim yapıldı. Onun maaşı da 47 altından 30 altına in
dirildi. 14 Ağustos 1908’de adliye nezâreti mektûbî mü- dîri (özel kalem müdürü) oldu. 8 ay sonraki ikinci bir maaş «tensîkaatında» (indiriminde) aylığı 25 altına düş
tü. 5 ay sonra, aynı maaşla ticâret-i bahriyye (deniz ti
caret) mahkemesi üyeliğine getirildi ve doğrudan hâkim
lik mesleğine başlamış oldu (28.9.1909). Ancak bu gö
revde 33 gün kalabildi. 1 Kasım 1909'da 50 altm aylıkla imparatorluğun o sırada en nazik görevlerinden biri sa
yılan Rûmeli-i Şâhâne Vilâyet-ı Selâsesi 0 adliye mü
fettişliğine getirilerek bu görevin merkezi olan Selânik’e gitti.
Sâdeddin Bey, Selânik’te 1 yıl, 7 ay kaldı. Şimdi Batı Anadolu’dan sonra imparatorluğun Rûmeli denen Avrupa kısmının o sıralarda en belâlı sahası olan Ma
kedonya yı tanıyordu. Selânik, İzmir’den de kozmopolit (2) Vilâyât-ı Selâse = XIX. asrın son ve XX. asrın ilk yılların
da, Kosova bölgesi dahil Makedonya’yı oluşturan 3 Osmanlı eyâletine verilen addır (eyâletlere «vilâyet», illere «sancak», ilçelere «kazâ» deniyordu): Selânik vilâyeti 35.000 km2 ve 1908’de 1.415.000 nüfus (km2’ye 40,5 yoğunluk) + Manastır vilâyeti 28.100 km* ve 1.061.000 nüfus (37 yoğunluk):+Kosova vilâyeti (merkezi Üsküb) 32.000 km* ve 1.726.000 nüfus (52 yoğunluk) = 96.400 km2, 4.202.000 nüfus. Vilâyât-ı Selâse’de toplam 83 kazâ ihtivâ eden 12 sancak (il) bulunuyordu. Bu
gün Makedonya’nun kuzeyi Yugoslavya’da, güneyi Yunanis
tan’da, doğusu Arnavudluk’ta, çok küçük bir parçası Bulga
ristan’da kalmıştır. Ülke 1912-13’de Türkiye’nin elinden çıktı.
17
bir şehir olup şehir nüfusunun yarısı Türk, diğer yanss Rum, Yahudi, daha az nisbette Arnavut, Bulgar, Sırp, Çingene, Ermeni idi. Şehirde 250.000 nüfus yaşıyordu ve imparatorluğun İstanbul, Kaahire, Iskenderiyye, Şâir*
ve İzmir’den sonra 6. şehri idi. îttihâd ve Teıakkı par
tisinin «merkez-i umûmî» denen genel yönetim kurulu henüz bu şehirde idi, İstanbul a taşmmamıştı. Ancak yatının her döneminde politikadan, hele particilikten hoşlanmayan Sâdeddin Bey, tamamen tarafsızdı ve parti ile ilgisi yoktu. Hemen ileriki yıllarda îttihâd ve Te rakkî, üyesi ve adamı olmayan hemen bütün görevlileri tasfiye ettiği halde, çok az istisna içinde Sâdeddin Bey e de dokunmayacaktır. Zira kayınpederi gibi ehliyeti nis- betinde namus ve haysiyeti de bütün imparatorlukta biliniyordu.
Sâdeddin Bey 28 Mayıs Î911’de adlîye nezâreti umûr-i cezâiyye müdîri (ceza işleri genel müdürü) oldu ve maaşı tekrar 40 altına indi. 41 gün bu görevde kaldı. Bu kısa görevinde en büyük hâtırası, hükümetin tevkif ettiıip İstanbul’a getirdiği bir Arap şeyhini hapishanede ziya
ret edip nasihatten sonra serbest bırakıp ülkesine gön
dermesidir ki bu şeyh sonraki yıllarda çok meşhuj biı isim oldu. Şeyh ile fasîh klasik Arapça konuşunca çok şaşırmıştır. Zîrâ Osmanlı ulemâsı medresede çok iyi Arapça öğrenir, okuduğunu mükemmel anlar, fakat de
ğil konuşmasını, Arapça su ve ekmek istemesini bilmez
di. Son Osmanlı ulemâsı ile tanışanlar bu durumu bile
ceklerdir ve evvelki asırlarda da böyle idi, zîrâ Arapça öğrenim tamamen metin üzerinden olup hiç pratik ya
pılmazdı. Ancak XVI. asrın Osmanlı ulemâsı ve dahi*
önceki asırlardakiler bü hükmümüzün dışındadır.
Sâdeddin Bey, 8 Temmuz 1911'de 60 altın aylıkla ad
liye nezâreti müsteşarı oldu. 1 yıl, 8 ay bu görevi yü
î?
rüttü ve o zaman adalet bakanlığının görev sahası çok
^eniş olduğu için imparatorluk adliyesini, nazırların p o litik şahıslar olmaları bakımından,. bizzat yürüttü. 1 Mart 1913 te 50 altın maaşla Şûray-ı Devlet nâfia ve mâ“
İiye dâiresi üyesi oldu. Meşrûtiyet’te Şûrây-ı Devlet, is- tibdâd ve Tanzimat devirlerindeki çok büyük ehemmi
yetini kaybetmişti. Fakat hala görev sahası bugünkün»
den çok geniş, biraz değişikti ve Şûrây-ı Devlet reîsi, eskiden olduğu gibi Meşrûtiyet'te de nâzır olarak hükü
mete katılıyordu. 1 yıl, 4 ay sonra 8 Temmuz 1914'te 75 altın aylıkla Def ter-i Hakaanı nazın (tapu ve kadastro umum müdürü) oldu. İmparatorlukta bu makam da bugünkünden ehemmiyetli olup bâzı dönemlerde def-
’ter-i hâkaanî nâzmnın kabine (hükümet) üyesi nâzır olduğu da görülür, fakat Sâdeddin Bey kabine dışı «nâ- aır» idi. Sâdeddin Bey, tapu ve kadastroda çok mühim ve çağdaş reform yaptı. Bu görevde iken imparatorluk,
«o zaman «Harb-i Umûmî» denen Birinci Cihan Sava- şı’na girdi. 1 yıl, 4 ay sonra, son resmî görevi olan Şû- rây-ı Devlet tanzîmât dâiresi başkanlığına gene 75 altın aylıkla atandı (16 Ekim 1915). Bu dâire, yasaların ana
yasaya (Osm. kaanûn-i esâsı) uygunluğunu da kontrol edip bugünkü anayasa mahkemesi görevini yaptığı için, Şû-
•rây-ı Devlet'in en mühim kabûl edilen dâiresi idi. 3 yıl, 2 ay bu görevde kaldı. Aralık 1918'de Şûrây-ı Devlet kapatılınca Sâdeddin Bey in görevi sona erdi. Tanzîmât dâiresi başkanı iken hâkim sıfatıyla ehliyetim Türk hu
kukçuları uzun zaman unutmamışlardır. Cihan savaşı bitmiş, Mütareke dönemi denen feci yıllar başlamıştı.
Mütâreke'de Sâdeddin Bey, bir devlet görevi kabûl et
medi.
16 Mart 1908 günü Washington'da (A.B.D.) toplanan milletlerarası hukuk kongresine delege olarak, o yıllar
c a en iyi İngilizce bilen hukukçu olması bakımından,
Bâb-ı Âlî (Osmanlı hükümeti) tarafından Sâdeddin Bey, Osmanlı murahhası seçildi. 205 altın harcırah aldı. 'Yal
nız İngilizce değil, Fransızca ve Almanca konferanslar verip temaslar da yaparak gerek Birleşik Amerika da, gerek uğradığı Avrupa ülkelerinde takdir kazandı. Ba
bası, kendisi Selânik'te görevli iken, İzmir'deki kona
ğında ölmüştü.
Feci Mütâreke yıllarını İstanbul'da geçirdi ve ko
nağı düşman işgaline uğrayıp ailece dışarıya atıldılar.
Sâdeddin Bey'de gerçek milliyetçilik duygusu uyandıran hayatının sonuna kadar unutamadığı olayın bu olduğu
nu sanıyorum. Zira haysiyetine fevkalâde düşkündü ve maruz kaldığı olay, onun için bir şerefsizlikti. Siyâsi durum ortaya çıkınca Sâdeddin Bey, Cumhuriyetin ilâm gününe tesadüf eden 29 Ekim 1923'te ailesiyle İzmir e gelip çok sevdiği bu şehre yerleşti. Büyük bir avukat
lık bürosu açtı. 5 yıl İzmir'de kaldı. Ekim 1928 de İstan
bul'a döndü. İstanbul'da da avukatlıkla hayatını kazanı
yordu. Ancak mahkemeye, yalnız hukukî örnek teşkil edecek en mühim celselerde çıkıyor, davalara, bürosun
da çalışan avukatları gönderiyordu ki daha çok Ameri
kan sistemi avukatlığa benzemektedir. Sâdeddin Bey in bürosundan sonradan çok şöhret kazanan hukukçular çıktığı bilinmektedir. Birkaç defa hükümetin davetiyle An
kara'ya gidip devletin yüksek hukukî meseleleri hak
kında istenen raporları verdi. Birkaç defa da Temyiz ve Şûrây-ı Devlet'teki mühim mürâfaalara katıldı. Sâded
din Bey'in katılacağı mürâfaalara yüksek hâkimlerin çok hazırlanarak geldikleri de bilinmektedir. 1953 te Emin
önü Yeni Postahanesi arkasındaki avukatlık yazıhanesi
ni kapattı. Yalnız devlet menfaatlerine ait milletlerarası davalar, ticaret, arazi, miras gibi davalar almış, boşan
ma ve âdî ceza davalarını hiç kabûl etmemiştir. Bâzı hukuk eserleri basılmıştır.
20
Hiç içki içmeyen, biranın bile lezzetini bilmeyen, az kızartma yiyen, sıhhatine itina eden, hiç sigara içmeyen, az pipo ve puro kullanan, orta derecede kahve içen Arel, siroza tutuldu. Kısa süren bir hastalıktan sonra 6 Ma
yıs 1955 cuma günü sabahı 8.50'de İstanbul'da Bomon- ti'de Küçükbahçe Sokağında caddeye köşe yapan 3 nu
maralı üç katlı şahsî malı olan küçük evinde bir rama
zan günü öldü. 74 yaşını 4 ay ve 19 gün geçiyordu. Bü
yük cemaatle cenazesi yakındaki Şişli Camiinden Zen- eirlikuyu'daki Asrî Mezarlığa götürüldü ve büyük bir taş dikildi.
Daha 38 yaşında emekli olduktan sonra, resmî gö
rev kabûl etmemekte titizlik derecesinde özen gösterdi.
İmparatorluk devrindeki bütün görevleri ya görev de
ğiştirerek veya terfi ederek oldu ve hiç açıkta kalmadı.
Yalnız bir defa politik sebeple adliye müsteşarlığından kendisi istifa etti.
Sâdeddin Bey'in mülkiye rütbesi tedricen yüksele
rek, 1.8.1907'de ûlâ pâyesini aldı ki korgenerale eşit sivil rütbedir. Bu sırada adliye nezâreti mektûbî muâvini ol
muştu. Meşrutiyet’te mülkiye rütbeleri çok nadiren ve
rilmeye başlandığı için başka bir rütbe almadı. 1905'te adliye nezâreti şifre kâtibi iken de 3. rütbe Mecîdı nişânı almıştı (3).
Ceza evlerinin ıslahı ve tevkif usûlünde ıslahlar da yaptı. Amerika seyahatinde konferans metnini ve maka
lelerini bazı gazete ve dergiler İngilizce olarak yayınla
dılar. 1928 sonunda adliye vekâleti ahkâm-ı şahsiyye ko
misyonuna başkanlık ederek tapu ve kadastro kanununu 13) Sâl-nâme-i Devlet-i ’Aliyye-i ’Osmâniyye, 1326H = 1908, s 382-3, 1327 R. = 1911, s. 130 1; Almanach de Gotha, 1912 s 1.147.
21
hazırlayıp meclise sunduktan ve kabûl ettirdikten sonra bu görevden çekildi. Çeşitli tarihlerde kendisine 2 kere Temyiz başkanlığı, 3 defa Baro başkanlığı, Şûrây-ı Dev
let başkanlığı, adliye vekilliği, İstanbul vali ve belediye' başkanlığı teklif edildi, hiçbirisini kabûl etmedi. I929’da>
Lahey Adalet Divanı daimî üyesi oldu.
22
i l AİLESİ
Arel ailesinin bilinen atası Dardağan-zâde Ahmed Ağa'dır ve ailenin adı «Dardağan-zâdeler»dir. Ahmed Ağa, Âydın'ın Çine ilçesinin bir köyünün ağa oğludur. îstan^
bul a gelerek Yeniçeri ocağına girdi, yükselerek 1823 Ha
ziranında kul-kethudâsı ve 4 ay sonra 26 Ekim 1823'te yeniçeri ağası oldu (4). 3 ay, 18 gün bu görevi yürüttü.
13 Şubat 1824'te görevinden alındı. Ahmed Ağa, kendi
sinden önce yeniçeri ağası olan Ağa Hüseyin Paşa'nm İkinci Mahmûd'a tavsiyesiyle yeniçeri ağalığına getiril
mişti. İkinci Mahrnûd, ocağı söndürmek kesin kararın
da olup sön derecede gizli hazırlıklar yapıyordu ve bu hususta en güvendiklerinden biri Ağa Hüseyin Paşa idi.
Ancak yeniçeriler, vezir pâyesiyle başlarına getirilen Hü
seyin Paşa'nm bazı hareketlerinden kuşkulanmışlar, pâ
dişâh da onu görevinden alarak, Hüseyin Paşa'nm kul- kethudâsı sıfatıyla yardımcısı yani ocağın ikinci kuman
danı olan Dardağan-zâde Çineli Ahmed Ağa'yı yerine ge
tirmişti. Ahmed Ağa da padişahın projesini biliyordu ve çok dikkatle davranmasma rağmen ağalıkta fazla tutu
namadı. İkinci Mahmûd, 13 Aralık 1823'te Nizâm-ı Ce- dîd ricâlinden ve bürokrasi içinde Teceddüd (yenileşme) hareketinin lideri olan Mehmed Said Galib Paşa'yı sa
dâret makamına (başbakanlığa) getirmiş, ondan boşa
lan Boğaz muhafızlığını da, Hudâvendigâr (Bursa) ve (4) Cevdet Paça, XII, 84; Sicili*! Osm&nt, IV, 778.
23
Kocaeli (îzmit) sancaklarının askerî valiliğini ekleyerek, yeniçeri ağalığından aldığı Ağa Hüseyin Paşa'ya ver
mişti.
Ahrrıed Ağa'nin kısa ağalığında yeniçerilerin şüphe
leri çok arttı. Ahmed Ağa'nın falso yapmış olması muh
temeldir. Hayatının tehlikede olduğunu anlayan İkinci Mahmûd, onu yeniçerilerin elinden kurtarmak için Ba- tum'a sürdü. Bilindiği gibi Ahmed Ağa'dan sonra kısa müddetlerle Ali Ağa (13.2.1824-1.7.1824), Süleyman Ağa (1.7.1824- 11.2.1825), Haşan Ağa (11.2.1825-9.4.1825), ni
hayet Mehmed Celâleddin Ağa (9.4.1825- 15.6.1826) ye
niçeri ağası oldular ve bu sonuncunun devrinde Vak'a-i Hayriye oldu, Kapıkulu ocaklarına son verilerek m odem ordu kuruldu ve Türkiye'de modern ve çağdaş dönem başladı.
Kısa hizmetine karşılık padişah, Ahmed Ağa'ya, Ba- tum limanına 25 km mesafede bir tepe üzerindeki Aşağı Maradit köyünü temlîk etm işti ki bu köyün altında Ço
ruh ırmağı kıyısında Yukarı Maradit ve Oğlavur köyleri vardır ve bu iki köy de Ahmed Ağa'nın yönetimine ve
rilmişti. Bugün Gürcistan'da kalan bu kesimde Acaralar yaşar ki, Sünnî-Hanefî Müslüman olup Gürcî dili konu
şurlar. Aslen Kıpçak Türkleridir, bu bölgeye gelince Gür
ellerin tesiriyle Ortodoks Hıristiyan olmuş ve Türkçeyi unutarak Giircîce konuşmaya başlamışlardır. XVI. asır
da Osmanlı fethinde ihtida etmişler (Müslüman olmuş
lar), fakat Gürcî dilini muhafazada devam etmişlerdir.
Zira dil değiştirmek, din değiştirmekten daha zordur ve çok daha uzun müddeti gerektirmektedir.
İşte Ahmed Ağa, hayatının son 4 yılını böyle bir çev
rede tarımla uğraşarak geçirdi. Aslen Batı Anadolu'nun bir köyünün çocuğu olması, böyle bir hayata kolayca 24
uyumunu sağlamıştı. Vak'a-i Hayriye'yi duyunca İstan
bul'a dönmeyi de düşünmedi. Esasen 1828'de Aşağı Ma
radit köyünde öldü ve oraya gömüldü. Ahmed Ağa'nın Çine'nin bir köyünde ağa olan babasının adı ve Çine'nin hangi köyü olduğunu, Arel ailesinin görüştüğüm hiçbir ferdi bilmiyorlardı, bugüne kadar elimize geçen tarihî bir kayda, bir arşiv vesikasına da rastlamadım. Onun için Dardağan-zâdeler'i Ahmed Ağa ile başlattım.
Keza Ahmed Ağa'nın yalnız tek çocuğunun adını tespit etmiş bulunuyorum ki Dardağan-zâde Osman Efen- di'dir ve ismi bilinmeyen, fakat müderris olduğu söyle
nen bir kardeşi dışında başka kardeşi olup olmadığı da 1950'ye doğru görüştüğüm Dardağan-zâdeler'den hiçbiri tarafından bilinmiyordu. Osman Efendi, Ahmed Ağa'nın İstanbul'a gelince evlendiği eşinden doğdu, medresede tahsil görüp İstanbul rüûsu aldı, fakat genç yaşında ba
bası ile Batum'a gitti. Babası ölünce Mısır'a gitti. Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın hizmetine girdi.
Uzun yıllar Mısır'da mütesellimlik yaptı, Mısır'ın bazı illerinde Mehmed Ali Paşa'nm reformlarını uyguladı. Mı
sırdan Batum'a, aile mâlikânesine döndü ve orada öle
rek babası Ahmed Ağa'nın yanma gömüldü. Osman Efen- di'nin büyük oğlu Hacı Şeyh Ahmed Efendi'dir. 1824'ten sonra Maradit'te doğdu. Babası gibi medresede okudu.
Tasavvufa da girdi. 1878'de Rusîar, Batum’u istilâ edince oradan ayrılıp 50 yaşlarında iken Sapanca'ya yerleşti.
Bir medrese ve bir tekke kurdu. Medresesinde müder
ris ve tekkesinde şeyh oldu. Hangi tarikatin şeyhi oldu
ğunu 1950'ye doğru görüştüğüm Dardağan-zâdeler bilmi
yorlardı. Bu Ahmed Efendi, Sâdi B ey adlı bir oğul ve bir kız çocuk bırakarak, 1900'den önce Sapanca'da öldü.
Dardağan-zâde Osman Efendinin küçük oğlu, Sâ
deddin Arel'in babası olan Hacı Mehmed Emin Efendi' 25
dir. 1830 yıîının son yansında Batum'un Maradit kö
yünde aile mâlikânesinde doğdu. 1910’da İzmir'de 80 ya
şında öldü ve İzmir'e gömüldü (Emin E fendiyi 182S doğumlu gösteren bir kayıt, yanlış olmalıdır).
Dardağan-zâde Mehmed Emin Efendi, adı bilinme
yen amcası, onun büyüğü olan babası Osman Efendi ve ağabeyi Hacı Şeyh Ahmed Efendi gibi, medresenin yük
sek kısmmı bitirmek, için 1850 yılma doğru Batum'dan İstanbul'a geldi ve İstanbul rüûsu alarak ulemây-i rüsûm silkine geçti. Müderrisliklerde ve kadılıklarda bulunarak yükseldi. 57 yaşında İstanbul pâyesi aldı ki korgenerale eşit dinî-iîmî-kazâî payedir (29.6.1886). 12 yıl sonra 68 yaşında Anadolu kazaskeri pâyesîne yükseldi (14.9.1898) ki askerî rütbelerden mareşale eşit Osmanlı ilmiye rüt
besidir. Ancak Rûmeli kazaskerliği pâyesine yükseleme
di. Hayatının son 20 yılını İzmir'de geçirdi ve uzun müd
det İzmir kadılığında bulundu 0 .
Ağabeyi gibi bir ara hacca da giden Mehmed Emin Efendi, aydın bir Tanzîmât din adamı idi. 1876'da Kaa- nûn-i Esâsî'yi hazırlayan komisyonda Ziyâ Bey (Paşa), Nâmık Kemâl Bey, Ali Süâvî Efendi gibi Yeni Osman
lılarca bir arada bulundu ve içlerinde gerçek hukukçu Mehmed Emin Efendi olduğu için, arkadaşlarının istek
lerini kanun maddeleri hâlinde ilk taslak olarak o ka
leme aldı. Bu sebeple İkinci Abdülhamîd tarafından mimlendi. Bu faaliyeti sırasında Haremeyn (veya Mek
ke) pâyesinde, pek de yüksek rütbeli olmayan bir ilmi
ye mensubu idi. O kadar kazasker varken anayasa ko
misyonuna önün alınması, fıkh (İslâm hukuku)'daki bü
yük bilgisi ve Ziyâ-Kemâl ekibiyle uyum içinde çalış
maya müsait zihniyette bulunması dolayısıyladır. 24 yıl (S) S&i-nime, 1315= 1897, s. 63; S&l-n&me, 1326 = 1908, s. 109.
26
İzmir'de bulunması ve mesleğinde —kazasker rütbesin
den maiırûm edilmemesine rağmen— yükselememesi se
bebiyle Mehmed Emin Efendinin, îkinci Abdülhamîd'e sempatisi yoktu. Böyle bir ortamda büyüyen Sâdeddin Arel de aynı tesirleri aldı ve Ziyâ-Kemâl ideolojisinden de ayrılarak, Ziyâ Gökalp ideolojisini beğendi. Emin Efendi’nin İstanbul'da Vefâ'da ve Koska'da iki konağı, Sarıyer'de yalısı, İzmir'de büyük bahçe içinde konağı vardı ki karşısında bir cami yaptırmıştır. Emin Efendi, müderrisken ders verişindeki tatlılık, geniş bilgisi, kud
retli hitabetiyle ün yaparak parlamıştı. Pek çok talebe yetiştirdi. Bir padişah irâdesini vakıfların menfaatine aykırı bularak reddettiği için İstanbul'dan uzaklaştırıl
mışsa da, bunun bir bahane olması ihtimali kuvvetlidir.
1908'de Meşrutiyet'te İstanbul'a davet edildi, fakat İz
mir'e çok alışmış, oraya yerleşmiş, çok da ihtiyarla- mıştı, gitmedi. Davet sebebinin, Midhat Paşa'nm eski adamı olmasından kaynaklandığı muhakkaktır. Ancak Sâdeddin Arel, karakter sağlamlığı ve medenî cesaretini ve nimetlere karşı kayıtsızlığını, babasından almıştır.
Emin Efendi, İzmir Eytâm Sandığı'nı yılda 40.000 altm muamele yapan bir banka hâline getirdi ki, cumhuriyet devrinde Vakıflar Bankası onun bu teşebbüs ve eserin
den ilham alınarak kuruldu (®).
Batum’da doğduğu için «Gürcî» denen ve yukarı
daki bütün tafsilâttan da anlaşılacağı üzere Gürellikle hiçbir ilgisi bulunmayan Kazasker Emin Efendi, 3 ha
nımla ev len d i:
İlk eşi Hadîce Zehrâ Hanım, 1835'e doğru Batum*
da doğmuş, 1849'da Batum’da 19 yaşındaki Emin Efendi ile evlenmiştir. Emin Efendi'nin ilk 3 çocuğunun anne
sidir. Emin Efendi ile beraber hacca gitmiştir. Emin (6) R. E. Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, IX, 5.061a.
Efendi, ilk izdivacından 26 yıl sonra ve muhtemelen ilk eşinin ölümünü müteakip İstanbul'da 1875 te Fatma Ze
kiye Hanım (İstanbul 1848 - İstanbul 1936) ile evlendi.
Sonraki 3 çocuğu bu hanımdandır. Bu izdivaç 35 yıl de
vam etmiştir. Bu evlenmeden doğan 3 çocuğun küçüğü, Sâdeddin Arel'dir. Emin Efendi, ikinci evlenmesinden 13 yıl sonra, 1888'de İstanbul'da Seher Hanım (İstanbul 1870?) ile evlendi. Bu izdivaç da 22 yıl sürdü. Seher Ha
nım ilk kocasını kaybetmişti, Emin Efendi ile evlendiği zaman duldu ve Efendi onunla, himayesine de almak için evlenmişti. Emin Efendi'nin son 4 çocuğu, Seher Hanım'dandır. Bu suretle 10 çocuğu olm uştur:
1) Ali Haydar Arsebük (1850 - 1935 = 85). Ailenin bana verdiği bilgi 1850'de İstanbul da doğduğu şeklin
dedir. Ali Çankaya, 1852'de Batum'da doğduğunu yazı
yor (7). 14.9.1935'te İstanbul'da Bayezit'teki konağında öldü ve ölümünden birkaç ay önce «Arsebük» soyadını aldı. «Haydar Molla, Haydar Molla-Efendi» diye ünlü
dür (8). İstanbul'da yüksek medrese bitirip İstanbul rüûsu ve Mekteb-i Nüvvâb'ı bitirip diploma aldı. Babası Burdur kadısı iken orada nâib (nahiye hâkimi) olarak mesleğine başladı. Bidâyet mahkemesi hâkimi, istînâf mahkemesi hâkimi, Burdur kadısı, Uşak kadısı, Temyiz üyesi ve sonra reîsi oldu. 14 Ağustos 1903 te Haremeyn (Mekke) rütbesine (tümgenerale eşit Osmanlı İlmî rüt
besi), 1905'te İstanbul rütbesine (korgenerale eşit), 31 Ekim 1907'de Anadolu kazaskeri rütbesine (9) (mareşale
(7) Mülkiye Tarihi, II, 936-7.
(8) Kastamonulu Nûmân Efendi oğlu Anadolu kazaskeri, şâir, fıkh üzerinde değerli eserlerin yazarı «Büyük Ali Haydar Molla-Efendi» (İstanbul 1837 - İstanbul, 27.11.1903) ile karış- tırmamalıdır (Son Asır Türk Şairleri, 570-2; Türk M eşhur
ları, 35b-6a).
(9) Sâl-nâme, 1315 = 1897, s. 66; Sâl-nâme, 1326 = 1908, s. 111.
28
eşit) yükseldi. Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'de (Siyasal Bilgiler Fakültesi) 11 yıl Mecelle ve arazi hukuku mü
derrisi (ordinaryüs profesör) (1.6.1898-30.11.1908), Mek
teb-i Hukuuk-ı Şâhâne'de (Hukuk Fakültesi) ve Mekteb-i Kudât'ta aynı derslerin müderrisi oldu. Çok öğrenci ye
tiştirerek büyük sevgilerini kazandı. Meşrutiyete bu bi
yografi ile 58 yaşında girdi. 1915'te fetvâ emîni, 11 Ka
sım 1918'de Tevfik Paşa kabinesinde adliye nâzırı, Ara
lık 1922'de 72 yaşında emekli oldu. Eyüb'e gömüldü. Fıkh sahasında zamanının en büyük bilgini idi. 6 büyük cilt
lik Mecelle Şerhi ve başka basılı eserleri vardır. Sâded
din Arel, kendisinden 30 yaş büyük olan bu ağabeyinden de çok şey öğrendi ve esasen 16 yaşından sonra bu ağa
beyinin İstanbul'daki konağında oturarak onun terbiye
siyle yetişti. Haydar Molla'nm ilk eşi 1909'da ölmüş, er
tesi yıl 1910'da Emîne Hanım'la evlenmiştir. İlk 3 ço
cuğu ilk, son 3 çocuğu ikinci hanımdandır ve bu arada çok küçük ölen bir erkek çocuğu da vardır. Haydar Molla'nm 6 çocuğu şunlardır : 1. Ord. Prof. Dr. Ahmed Es'ad Arsebük (İstanbul 1883-Ankara, 15.5.1954 = 71), Galatasaray'ı (1904), H ukuku (1908) bitirdi, hukuk dok
toru oldu (1909), Sorbonne hukuk fakültesinden de dip
loma aldı (1913), adliye nezâreti hukuk işleri müdürü (1913), 1. ticaret mahkemesi reisi, avukat (1925), Ankara Hukuk Fakültesi medenî hukuk profesörü (1935) ve or
dinaryüs profesörü (1943), bu fakültenin dekanı (1941), ek olarak Siyasal Bilgiler'de medenî hukuk profesörü (1936), emekli (1954) oldu, mühim hukuk kitaplarının yazandır, sicilinde Arapça, Farsça, Fransızca bildiği ya
zılıdır. 4 yaş büyük amcası Arel'den batı dilleri, felsefe ve musiki estetiği öğrendi. Cebeci Asrî Mezarlığı'nda gö
mülüdür. Fatîne Arsebük'ten olan çocukları Nüvid Top- çubaşı ve Rasîn Arsebük olup Nüvid Topçubaşı, Cemil Topçubaşı ile evlenmiştir ve oğlu yüksek mimar Ahmed
29
Lutfi Topçtıbaşı'dır. 2. Zchrâ Gevrek, Haydar Molla'nm büyük kızıdır. Genç ölen Yüzbaşı Mustafa Gevrek'le ev
lendi, 4 çocuğu vardır; Suad Hanım (Süleyman Bey'l®
evlendi), Said Gevrek (Behremend Gevrek’le evlendi, ço
cukları İstanbul 1948 doğumlu Mustafa Gevrek ve İs
tanbul 1952 doğumlu Ayşe Gevrek), Suadâ Hanım ve müteahhit Sâdi Gevrek. 3. Emin Arsebük, Ulviye Ar
sebük l e evlendi, oğlu Güven Arsebük'tür. 4. Seniye Evkuran, yüksek mimar Muhiddin Evkuran'la evlendi, kızları Bülün Evkuran’dır. 5. Fatma Vedîa Karabey, önce Dr. Besim Kanatlı ile evlenip ayrıldı, sonra Ah
med Karabey (ölm. 1948) ile evlendi, son izdivacından çocukları Billûr Karabey ve Haydar Karabey’dir. 6. Hay- ri Haydar Arsebük (İstanbul 1918 - İstanbul 1938), Hay
dar Molla'nm en küçük çocuğudur, Tıbbiye 3. sınıf öğ
rencisi iken öldü. 1968'te Haydar Molla'nm bu 6 çocu
ğundan 1. ve 6. dışındaki 4'ü hayatta idi.
2) Fatma Hanım (Batum 1865 - Sapanca, 3.6.1891
= 26), 1877'de Batum'da Dr. Mehmed Abdürraûf Bey (Batum, 16.4.1848 - İstanbul, 5.5.1908 =» 60) ile evlendi,
«Hakkı» mahlasıyla şiir de yazan Abdürraûf Bey, 1861 sonlarında İstanbul'a gelerek yüksek medreseyi bitirdi, sonra Mekteb-i Tıbbiyye-i Askeriyye-i Şâhâne'deiı hekim yüzbaşı olarak çıktı, operatörlük ihtisası yaptı, memle
keti olan Batum'a askerî doktor tayin edildi, Batum el
den çıkınca 13 Ekim 1879'da askerlikten istifa ederek İstanbul'da Süleymaniye'de muayenehane açıp 29 yıl ça- lıştı. Dr. Abdürraûf Bey, Fatma Hanım ölünce, Ümme- haıı Hanım'la evlendi ki Dardağan-zâdeler'le yakınlığı vardı. Dr. Abdürraûf Bey'le Haydar Molla kızı Fatma Hanım'm çocukları Hüsnü Tokgöz, Hadice Hanım ve Tahsin Bey'dir. Hüsnü Tokgöz, Süleyman Necâtî Efen
d iy e damad oldu, çocukları Muhiddin Tokgöz, Nûred- din Tokgöz, Muallâ Tokgöz olup sonuncusu 1950'ye doğ
■30
ru 25 yaşlarında ölmüştür. 1879'da Batum'da doğan Hüs-
joü Tokgöz, 1940'larda İstanbul'da ö ld ü (!0). Dr. Abdür- raûf Bey, Müderris Nûreddin Mustafa Efendi (Batum 1816? ** Sapanca, 1.4.1905) (Sapanca Câmii'nde gömülü) de Fülâne Hanım (Batum 1824? - Sapanca, 16.11.1906, eşinin yanında gömülü), oğludur. Mustafa Efendi, Batum eşrafından ve Türk olup, 1878'de Rus istilâsı ile Sapan
ca ya yerleşip yakınlarında İlmiye adım verdiği köyü kurdu (!î)> İstanbul'un zamanlarında ünlü medrese mü
derrislerinden Murgullu Şâkir Efendi ile bunun oğlu Hacı Hâfız Mehmed Hilmi Efendi, Mustafa Efendi'den icâzet alanlardandır. Mustafa Efendi’nin babası Nûrl Efendi'dir (ölm. Batum 1831?). Mustafa Efendi'nin, D&
Abdiirraûf Bey'den sonra dünyaya gelen 4 çocuğu şun
lardır : 2. Hâfız Ahmed Nûri Efendi (Batum 1850? - Sapanca, 25.3.1914), Sapanca Camii hatib ve imamı, ilk eşinden Hadice Hanım ve Hüsnü Efendi, ikinci eşinden iki kızı oldu. 3. Haşan Efendi ile evlenen bir kız ki, iki oğlu oldu, büyükleri Hacı Ahmed Efendi’dir ve bunun da iki oğlu oldu. 4. Esmâ Hanım (Batum 1854?-İstan bul, 4.4.1935), bu hanımın ilk eşinden çocukları Hasbî ve Osman Efendiler, ikinci eşi Köse Mahmûd Efendi’den çocukları da iki erkek çocuktur; Hasbî Efendi'nin ço
cukları Fevzi ye ve Sabriye Hammlar'dan ilki, 1945'te Emîn Âlî Perişanoğlu ile evlendi. 5. Meryem Hanım, Hafız Emin Efendi ile evlendi, çocukları Nûri Bey'îe Nazlı Hamm'dır.
3) Haşan Bey (Batum 1867? - İstanbul 1887 = 20?), Mekteb-i Tıbbiyye-i Miilkiyye-i Şâhâne'de öğrenci ikeıa öldü.
<10) Bu paragraftaki bilgi, 1955te MııMddin Tokgcte’den alınmıştır.
(11) Sakarya merkez bucağında. İçişleri Bakanlığı, Sakarya îlî, Ankara 1982, s. 17.
31
4) Behiyye Adoran (İstanbul 1876 - İstanbul, 10.1.1942 = 66), 1892'de İstanbul'da Hacı Hüseyin Hüsnü Bey (İstanbul 1852 - İstanbul 1912) ile evlendi. Sırasıyla şu 5 oğulları oldu : 1. Nûreddin Ergin (İstanbul 1893), tüccardır, İstanbul'da 1931'de Dîvân-ı Muhâsebât (Sayış
tay) reisi Hüsnü Bey'in kızı Fatma Lâmia ile evlendi*
2. îzzeddin Adoran, avukattır. 3. Şerefeddin Adoran, avukattır, Aykut Adoran ve Özer Adoran adlı oğulları ile Senar adlı kızı oldu. 4. Salâhaddin Adoran, adliye m üfettişi iken 1940'larda öldü, oğulları Ahmed Adoran ve Orhan Adoran'dır. 5. Seyfeddin Adoran, tüccardır.
Salâhaddin Adoran'm kızı Şâh, 1947'de İstanbul'da avu
kat Salâhaddin Bey'le evlendi.
5) Şâdiye Kevser Hanım (İstanbul 1878 - İstanbul, 3.9.1926 = 48), mülkiye kaymakamı Ali Bey'le evlendi, 4 kız ve 2 oğulları oldu ki sırasıyla şunlardır : 1. Nefise Hanım (çocukları: Bülend Bey, Âsuman Hanım, Sâibe Hanım, Sâmire Hanım, Demet Hanım). 2. Berîa Ha
nım (çocukları: Halûk Bey ve Neclâ Hanım ki sonun
cusunun da bir kızı oldu). 3. Medîha Hanım. 4. Nâtı- ka Hanım (kızları Berrin ve Tülün Hanımlar). 5. Nâtık Bey. 6. Ali Nijad Besener, inşaat müteahhidi (bir kızı var).
6) Hüseyin Sâdeddin Arel.
7) Ahmed Hamdi Bey (İstanbul 1883-Kudüs 1915
= 32), Birinci Cihan Savaşı'nda yedek subayken Filistin cephesinde Kudüs savunmasında şehit düştü.
8) Münîre Hanım (İstanbul 1889 - İstanbul 1900'ler), genç kızken öldü.
9) Ayşe Aliye Hanım (İstanbul 1891 - İstanbul 1900'ler), bu da genç kızken öldü.
32
10) Osman Dardağan (îzm ir 1901). Kazasker Emi»
Efendi’nin son çocuğudur. Galatasaray mezunudur. îti- bâr-ı Millî Bankası'na girdi (1921). îş Bankası Galata şubesi müdürü (1943), Yapı ve Kredi Bankası u m u m müdür muavini (1951), umum müdür vekili. Denizcilik Bankası umum müdür muavini (1952), Turizm Bankası yönetim kurulu üyesi (1956) oldu. Denizcilik Bankası ve Turizm Seyahat Şirketi kurucularındandır. Nerrnin. El- gün (îzm ir 1919) ile evlendi. Çocukları Nevhiz Kocatop- çu (İstanbul 1925, İstanbul 1947’de bir yüksek mühen
disle evlendi) ve Emin Dardağan (İstanbul 1.934) Var (f?).
( 12) Kim Kimdir, 205b; İstanbul Ansiklopedisi, VHI, 4,241b; 1$55' te kendisinden alman bilgi,
r. s 33
I
I
GERMIYANOĞULLARI XII
•Dardağan-zâcieler'e dair tespit edebildiğim jen ealo tjik bilgilerden sonra, şimdi de sayın okuyucularıma, Ger»
m iyanoğullan’na dair tespit edebildiğim jenealojik ve ilki gibi orijinal, başka bir yerde çıkmamış bilgileri su
nuyorum. Genniyanoğullan, Sâdeddin Arel'in eşinin aile
sidir.
Kütahyalı Germiyanoğullan, Batı Anadolu'nun bü
yük Türkmen beyliklerinden birinin torunlarıdır (13).
Germiyanoğullan'nın sonunculan olan XV. asır başla- nndaki beylere şecereyi bağlamak mümkün olmamıştır.
Ancak bu hânedandan indikleri ve asırlarca Kütahya eşrâfı olduklan gerçektir. Bana göre, kız tarafından Ger- sniyanoğullan’ndan inmişlerdir.
Germiyan-zâde îzzet Ahmed Paşa (ölm, Hotin, 10.10.1782), Kütahya'da doğup İstanbul’a geldi. Teşrîfât- çı Mehmet Akif Bey (u) dairesinde tahsil edip efendisi-
*İ3) 1260?-1S90 + 1402-1429'da Kütahya re 1381’den sonra Kula merkez olmak üzere saltanat süren Avşar boyıı beylerinden Germiyanoğullan hânedânınin şeceresi İçin bk Büyük Tür*
kiye Tarihi, n , 24-5.
■*<44) Ebû-BekJr Paşa oğlu (mîrmîrân). Bâb-ı Alî’ye girerek zar manla teşrlfâtçı, 1743’te azil, sürgün, küçük evkaf muhase
becisi (11.1745), 2. def’a teşrlfâtçı (1755), ilâveten çavuşbaşı (1762), bunlara ilâveten süvârl mukaabelecisi (1763 sonlan), 10.1766’da azil. I9.4.1768’de Öldü. Ülküdar’a gömüklü. Sala
cakta mescid yaptırdı. Bir târihin ynzandhr (Slefil-f Os-
.55
nin iltimasıyla teşrifâtî kalemine girdi, bu kalemde ha
lîfe ve sonra hâcegân rütbesiyle yerine teşrîfâtçı, çavuş- başı (10.1764), sadâret kethudâsı (iç işleri bakanı) (12.1764), defter emini (6.4.1765) oldu ve bir ayını dol
durmadan Limni'ye sürüldü. 1765'te affedilerek başmu- hâsebeci, tersâne emîni (6.1766), tophâne emîni (1.1767) olup görevle Mısır’a gönderildikten sonra 2. kere sadâ
ret kethudâsı (12.1770), buradan vezîr (mareşal) rütbe
siyle Rusçuk cephesi seraskeri (kumandanı) (22.2.1771), buradan Vidin cephesi seraskeri (2.1772), Vidin valisi, Kars valisi (1774), Aydın mutasarrıfı, Mısır valisi (1775), hemen oradan alınarak bir müddet sonra Haleb valisi (1777), Kudüs mutasarrıfı, Diyâr-ı Bekr valisi (1778), 2.
kere Haleb valisi (1779), Köstendil mutasarrıfı (1780), Hotin muhafızı (1781) oldu ve burada öldü (15).
Bu Ahmed îzzet Paşa ile aynı aileden Hacı Emîr Bey'in oğlu Hacı Mustafa Bey, gene Germiyanoğulları'n- dan bir kızla evlenmiş, Hacı Ali Paşa doğmuştur (Kü
tahya 1800? - Kütahya, 24.8.1879 = 79?). Bu Hacı Ali Pa*
şa, İstanbul'a gelerek kapıcıbaşı, müsellim, mîrmîrânlık ve paşa unvanıyla Bozok (Yozgat) mutasarrıfı (10.1843), Kudüs mutasarrıfı (11.1844), Şâm (Suriye) eyâlet valisi (11.1845), Harput valisi (3.1846), az sonra bu görevden alınıp bu def'a 2. kere ve vezîr rütbesiyle (mareşale eşit en yüksek mülkiye rütbesi) Harput valisi (10.1846), Şeh-
mânî, I, 178; Babinger, GOW, 290-1, no. 264; Sicili, III, 287;
Iladîkatü’l • Cevâmî’, II, 226; Hammer, GOR, IX, 133, no.
791), eseri: Târîlı-ı Cülûs-i Sultân Mustafâ Hân (1757).
(15) Sicili I, 268; l.H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, 250-1.
Zülüflü îsmâil Paşa’nın oğulları, ataları Turnacı-zâde Gazi İzzet Ahmed Paşa’yı (ölm. 1780) aynı devrin vezir ve ser
darlarından olduğu için bu Ahmed îzzet Paşa ile karıştıra
rak «Germiyanoğlu» soyadını almışlarsa da, gerçekte Tur- nacı-zâde olup Germiyanoğullan ile bir ilgileri yoktur.
36
rizor valisi (10.1851), 2. kere Şâm (Suriye) valisi (12.1857), Cidde (Hicâz ve Habeş) valisi (1.1859-10.1861), Rûmeli vali vekili (8.1862), Trabzon valisi (8.1865), Ankara va
lisi (6.1867), Haleb valisi (6.1872), Kastamonu valisi (8.1873), Konya valisi (8.1875), emekli (4.1876) oldu ve Kütahya'ya yerleşip 3 yıl, 4 ay sonra öldü. 29,5 yıl vezîr rütbesi taşıdı. Halveti idi. Eşi, defter kethudâsı Osman Efendi kızı Penbe Hanım'dır (16). Tanzîmât'm kudretli eyâlet valilerinden biri idi. Kastamonu'da cami, Kütah
ya'da mescit yaptırdı ki burada gömülüdür.
1803 Ağustosunda Kütahya mütesellimi olan Germi- yan-zâde Mehmed Ağa ile 1810 Temmuzuna kadar Kü
tahya mütesellimliği yapan Germiyan-zâde Hacı Süley
man Ağa, gene bu ailedendir. Hacı Ali Paşa'nm önce oğlu Abdurrahman Paşa, sonra ardarda şu 3 kızı dün
yaya g e ld i:
1) Havvâ Hanım (Kütahya 1839? - İstanbul 1927?
= 88?), amcasının oğlu Germiyan-zâde Süleyman Bey'le evlendi. İlk 8 çocuğu küçük yaşlarda, 9. olan Âsaf Bey ise 1900 yılından önce 22 yaşında öldü.
2) Zübeyde Hanım, Dr. Mazhar Paşa ile evlendi ve Cemîle Hanım adlı kızları 1930'dan önce 76 yaşında öldü.
3) Ümmühân Hanım, Ankara mektupçusu Mevlânâ- zâde Abdullah Şevket Bey'le evlendi. Ümmühân Hanım'ın oğlu: Mahmud Zarîf Selçuk (İstanbul, 21.6.1871 - Süley- maniye/İstanbul, 7.8.1941), Mülkiye 7.1894 mezunu, 5 al
tın aylıkla dayısı Sadrâzam Abdurrahman Paşa Edirne valisi iken vilâyet maiyyet memuru, 14.3.1903'te Edebi
yat Fakültesi müdür (dekan) muavini (16 altın maaş), (16) Sicili, III, 575-6; Kütahya Şehrî. 21S-9.
37
I4.i0.1903'te Meclis-i Maârif (talim ve terbiye kuruiu>
üyesi, 24.6.1913'te Edebiyat Fakültesi müdîri (dekanı);
17.7.1917’de Dârülfünûn (İstanbul Üniversitesi) rektör vekili, İ0.7.1918'de 45 altın aylıkla Edebiyat Fakültesi dekanı, 8.1926'da emekli. 1909'da ûlâ rütbesi ve 1907'de 3. rütbe Osmânî nîşânı aldı (17). M. Z. Selçuk un bir kız^
ile şu 3 oğlu, 1903'te evlendiği Seniyye Selçuk'tan doğ
madır : Ömer Sâmi Selçuk (İstanbul 1904, Mülkiye 1925 mezunu, Sayıştay başmurâkıbı), Necil Selçuk ve Sâmi Selçuk'la ikiz olan Savni Selçuk (İstanbul, 28.6.1904), Mülkiye 1925 mezunu, Sayıştay muhasebe müdürü, ya
zar, 1934'te Nâdîde Selçuk'la evlenip bu evlenmeden Ali' Yılmaz Selçuk (1934), Osman Aydın Selçuk (1944), Nûr Selçuk (1949) adlı iki erkek ve bir kız çocuğu doğdu O8);
Ommühân Hanım'm kızı Fatma Hanîfe Hanım ise, Mehmed Nûreddin Avni Bey'le (19) (İstanbul, 4.1867 -1 * tanbul, 17.6.1928) evlendi ki, dâhiliye nezâreti muhâsebe kalemi müdîri Münir Bey'le Nazîme Hanım'ın oğlu*
dur (20).
Mehmed Nûreddin Avni Bey, 1888 Mülkiye mezunu
dur. 7 altın aylıkla sadâret mektûbî kalemi kâtibi, s&
(17) Mülkiye Tarihi, m , 582-4.
(18) Mülkiye Tarihi, V, 1.828-9.
(19) Mülkiye Tarihi, IH, 254-6; Son Asır Türk Şairleri, 135-6;
S&l-nime, 1326 = 1908, s. 172-3.
(20) Nazîme Hanım, Müşîr Mehmed Nâmık Paşa’nm (Konya 1804-İstanbul, 15.9.1892) kızı ile Nazmi Bey*in (1826-1879) kızıdır. Nazmi Bey, bâlâ rütbeli (orgenerale eşit mülkiye rütbesi) olup 2 kere bahriye müsteşarı ve Şürây-ı Devlet üyesi oldu. Bunun oğlu ve Nazîme Hanım’ın ağabeyi Meh
med Tevfik Bey (İstanbul 1860 - İstanbul 1926) (Mülkiye Tarihi, III, 34-7)’dlr, hem Mülkiye, hem Hukuk mezunu, diplomat, 1912-19’da başmâbeynci, Hukuk’ta devletler hıt»
kuku müderrisidir.
m