• Sonuç bulunamadı

Türk Mûsikîsi Nazariyyâtı Dersleri, Arel'in en mühim eseridir. Bütün Türk müzikolojisinin en mühim

ŞAHSİYETİV

1) Türk Mûsikîsi Nazariyyâtı Dersleri, Arel'in en mühim eseridir. Bütün Türk müzikolojisinin en mühim

kitabı olduğu söylenebilir. 479 fıkra tutarında, yüzler­

ce nota örneğini muhtevi büyük b ir eserdir. Eserin muh- teviyâtı şudur :

I. Kitap : Perdeler (fıkra 1-3), Aralıklar (4-41), Dizi Teşkiline Yarıyan Tam D örtlüler (42-52), Dizi Teşkiline Yarıyan Tam Beşliler (53-63), Diğer Bazı Dörtlü ve Beş­

liler (64-73), Dizi ve Makam (74-90), Sekizli'nin 24 Gayri Müsâvî Kısma Bölünmesinin îlm î Sebebi ve 24 Sesi El­

de Etmenin Yolları (91-98), Basit M akamlar (99), Çârgâh Makamı (100-2), Bûselik (103-6), Kürdi (107-9), Rast (110-2), Uşşak ve Beyâtî (113-7), Hüseynî ve Muhayyer 72

(118-21), Nevâ ve Tâhir (122-6), Hicaz (127-9), Hümâyûn te-Isfahân, Râhatü'l-Ervâh, Dilkeş-Hâverân, Rûy-i Irak, Revnak-nümâ, Hüzzâm-ı Cedîd, Ferahnâk (304-325) ; Rast Perdesinde Duran Mürekkeb M akam lar: Nikrîz, Nev-e- ser, Gül-deste, Tarz-ı Nevîn, Nihâvend-i Kebîr, Zâvil, Pençgâh, Sûz-i Dilârâ, Büzürg, Sâzkâr, Rehâvî, Şevk-ı Dil (326-353); Dügâh Perdesinde Duran Mürekkeb Makam­

lar : Gül'izâr veyâ Hüseynl-GüFizâr, Isfahân, Isfahânek, Beyâtî-Arabân, Acem, Hisâr, Kûçek, Şehnâz, Arazbâr,

73

Eski Sipihr, Yeni Sipihr, Sabâ, Dügâh, Gerdaniye, Sün- büle, Dügâh-Mâye, Sultânî-Irak, N îşâb û rek ; Beyâtî-Bû- selik, Beyâtî-Arabân-Bûselik Gerdâniye-Bûselik, Sabâ-Bû- selik Tâhir-Bûselik, Muhayyer-Bûselik, Hisâr-Bûselik, xMâhûr-Bûselik, Nevâ-Bûselik, Evc-Bûselik, -Acem-Bûse- lik, Hicâz Bûselik, Arazbâr-Bûselik, Dügâh-Bûselik, Mu*

hayer-Kürdî, Nevâ-Kürdî, Acem-Kürdî, Arabân-Kiirdî, Sabâ-Zemzeme (354-417); Segâh Perdesinde Duran Mü*

rekkeb M akam lar: Segâh, M üsteâr, Hüzzâm, Mâye, Vech-i Ârazbâr (418-427); Bûselik Perdesinde Duran Mürekkeb M akam : N îşâbûr (428-30); Mürekkeb Ma­

kamların Tasnifi, Tahlili ve Tenkıydi (431-444); Şed Makamlar (445-448), Basit Makamların Şedleri (449), Çârgâh’m Ş e d le ri: Acem-Aşîrân, Mâhûr (450-2), Bû- selik'in Şedleri: Sultânî-Yegâh, Rûh-nevâz, Nihâvend (453-7), Kürdı'nin Şedleri: Ferah-nümâ, Aşk-efzâ, Kürdi'- uygulanmış bahisleri yer alır.

74

3) K ontrpuan (Contrepoint) D ersleri: Kontrpuan, İki Kısımlı K., Birinci Çeşit İki Kısımlı K., İkinci Çeşit İki Kısımlı K., Üçüncü Çeşit İki Kısımlı K., Dördüncü Çeşit İki Kısımlı K., Beşinci Çeşit İki Kısımlı K., bu ba­

hislerin her biri m üteaddid fıkralar hâlindedir. Bundan sonra ikinci kısımla eser devâm eder. Bahisler, klasik kontrpuan kitaplarında olduğu gibidir. Batı Musikisi' nin m odem temayülleri ifade edildiği gibi, Türk musi­

kisi tekniği bakım ından akla gelebilecek birçok teferrü*

âta da yer verilmiştir.

4) Füg (Fugue) D ersleri: Türk Musikisi için füg kitabıdır.

5) Türk Musikisi İleri Solfej D ersleri: Türk Mu­

sikisi aralık, makam ve şedlerine göre yazılmış çok ileri görüşlü ve çok teknik b ir solfej kitabıdır.

6) Eski Musiki T a rih i: Başlangıç, I. Sümer Musi­

kisi: Süm erliler'in Medeniyetleri, Süm erliler'in Musiki Sistemi, Süm erliler'in Nota Yazısı, Süm erliler'in Sazlan, Süm erlüer'de Lir, Arp, Kanun, Santur, Gayda, Def, Da­

vul, Sistr, Süm erliler’in Musikiyi Nerelerde ve Nasıl Kul­

landıkları; II. Eski Yunan Musikisi: Eski Y unanlıların Musiki Sistemi ve M akamları (bu bahis çok teferrüatlı- dır), Eski Yunanlılar’ın Düzümleri ve ölçüleri, Eski Yu­

nanlılar'm Sazları, Eski Yunanlılar’m Musikiyi Nerede ve Nasıl Kullandıklan; III. Hind Musikisi.

7) Türk Musikisi Kimindir? : Türklük mecmuasının 214 sayfa kaplam ak suretiyle 14 nüshasm da tefrika edil­

di. Sonra Musiki Mecmuası’nm 16-58. nüshalarında tek­

ra r tefrika edildi. Kitap hâlinde Yılmaz öztuna tarafın­

dan —çok küçük b ir kaç tâdil yapılarak— yayınlandı:

İstanbul 1969, 5.000 tiraj (hemen tükendi), Millî Eğitim Bakanlığı yayım, 232s.: Başlangıç (s. 1-2), I. İran Musi­

kisi (3-23), II. Arap Musikisi (24-84), III. Eski Yunan

Musikisi (85-163), IV. Bizans Musikisi (164-224), Son Söz yazılmıştır ki, ister mevzuu bilmezlikten, eski tabiriyle

«cehâletten», ister kasıt ve hiyanetten gelsin, bu eser or­

tada iken artık Türk musikisinde sahte milliyetler izafe­

si mümkün olm am aktadır.

8) Kantem ir E dvân, m etin neşri, Şehbâl, no. 67-85’

te yayınlandı.

9) Prozodi Dersleri : Türk dilinin sözlü musiki eser­

lerinde kullanılma kaideleri. Bu husus gerek Türk san'at musikisinde, gerek Batı musikisi tekniği ile bestelenen eserlerde, operaların dilimize tercümelerinde, hele hafif musikide bugün de fevkalâde ihmâl edilmektedir. Pek çok kişi musikide b ir güftenin hecelerinin istenen uzun­

luk ve kısalık veya vurguda bestelenebileceğini sanmak­

ta, Türk dili gülünç hâle gelmektedir. Arel’in bu eseri, bu maksatla yazılmıştır.

10) Turkish Music in a Nutshell, Arel'in 1951'de İstanbul'da toplanan m üsteşriklere dağıtılm ak üzere İn­

gilizce kaleme aldığı broşürdür.

11) Musiki Mecmuası'na yazdığı makalelerin mü­

himleri şu n lard ır: l.B ir Musiki Masalı (no. 1-7), 2. Türk

Spirtizma Vasıtasıyle 3.300 Sene Evvelki Mısır Musikisi (no. 4, 6-8), 10. Türk Musikisi’nde M akamlar (no. 7), 11

76

Musiki Istılahları (no. 8-10), 12. Niçin Türk Musikisi'ne

Çeşitli dergilerdeki yazılarında nedense çok m üsteâr isim kullanm ıştır. Bunlardan benim tespit edebildikle­

rim ş u n la rd ır: Bedî Mensî, Petek, Tanık, Asma, Kimo.

Bunlar dışında musiki üzerinde daha epey müsvedde hâ­

linde kalmış yazısı mevcuddur. Eski Musiki Tarihi, İs­

tanbul K onservatuvarinca teksir edilmiş, sonra Musiki Mecmuasında (no. 63-5 v. dd.) tefrika olunm uştur. Ar­

moni Dersleri de ayni dergide no. 84 v. dd.'nda tefrika edilmiştir. Kapital eseri olan Türk Musikisi Nazariyatı Dersleri, Musiki Mecmuasının 1-83. sayılarında tefrika edilmiş, sonra kitap hâline getirilm iştir. Bu eserlerde yüzlerce nota örneği mevcuddur. Nazariyat Dersleri nin

77

Büyük Usuller kısmı hiç basılm am ıştır. Diğer eserleri, öğrencilerinin ellerindeki notlar hâlinde kalm ıştır. İleri Solfej D erslerinin Türkiyat E n stitü sü n e intikal ettirilen elyazısı ile yazılmış eserleri arasında olduğunu hatırlı­

yorum. Elyazısı ile kalan eserlerinin en zengin örnekleri, öğrencilerinden Lâika Karabey'dedir.

Arel, Türk milletinin bin yılda yetiştirdiği muhteme­

len en büyük müzikolog yani musiki bilginidir. Bugün hemen her müessesede ve musiki eğitiminde de onun sistemi geçerlidir. Böyle olduğu ve pratik ihtiyaç da çok büyük olduğu halde eserlerinin basılmamış olması, dergi sayfalarında kalması, millî kültür hayatımızın ga- rabetlerindendir. Bu eserlerin çok kaliteli ve san'at eser­

lerine 3'akışan b ir baskı ile bastırılm ası, evvelâ —gerçek­

te Arel'in eseri olan— İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’na düşer. Arel'in b ir Ni- had Sâmi'si olamamıştır. Nihad Sâmi'nin Yahyâ Kemâl için yaptıkları yapılamamıştır. Belki bir Arel Enstitüsü veya vakfı kurm ak gerekmektedir. Zira Türk şnrinde ve tefekküründe Yahyâ Kemâl ne ise, Türk musikisinde ve san'atında da Arel odur.

VII

AREL ve MUSİKİ

Şüphesiz Arel’i AreJ yapan musiki cephesidir. Sâded­

din Arel musikiye batı musikisi ile ve 10 yaşında baş­

ladı. 1890 yılında kibâr-ı ulemâ'dan b ir aile çocuğunun batı musikisi ile başlaması belki bize garip gelebilir, fa­

kat sanıldığı kadar istisna değildir. Zira Yesârî-zâde Ne- cib Paşa'nm babası da, —Arel'in babası ve ağabeyi gibi—

kazasker pâyesinde yani Osmanlı ilmiyye, ulemây-i rü- sûm sınıfının zirvesine çıkmış b ir kişi idi (kazaskerlik., Osmanlı düzeninde, m areşal askerî rütbesine eşit en yük­

sek ilmî-kazâî-dînî pâye idi).

Arel, 1890'a doğru bir müzisyenden mandolin çal*

masını ve batı musikisinin öncelik bilgilerini, notayı öğ­

rendi. Bu müzisyenin b ir Gayri Müslim olduğunu sanı­

yorum (bu hususu ve adını Arel'e sormayı ihmal etmi­

şim). Az sonra İzm ir'de Şeyh Cemal Efendi'den ûd ve Türk Musikisi öğrendi (1893'ten itibaren) (»).

İstanbul'a 16 yaşmda dönünce bilhassa batı musikisi- sine ihtirasla sarıldı, Türk musikisinde de ilerlemeye devam etti. Bu yıllarda İstanbul'da başlıca Türk musi­

kisi ve ûd hocası Ûdî Şekerci Cemil Bey'dir ki devrin ünlü şarkı bestekârlarından idi. Öğrenmeye doymayan Arel, çeşitli hocalardan ney, msfıye, girift, keman,

ke-<36) İzmirli ûdî ve nezyen Şeyh Cemâl Dede (İzmir 1973-İzmir.

7.6.1945) (TMA, I, 123b-4a). Ağabeyi ve babası gibi o da tzanir Mevlevîhânesfne şeyh oldu. Bestekârdır.

79

1

mençe, viola, violonsel, bilhassa piyano dersleri aldı.

Her çalgıyı öğrenmek istiyordu. H er çalgının karakteri­

ni, imkânlarını incelemek azmindeydi. Ancak icrâcı ola­

rak doğmamıştı. Bestekâr ve müzikolog olarak doğmuş­

tu. Batı musikisinde çaldığı piyano, Türk musikisinde çaldığı ûd ve daha az derecede üflediği ney, bestekârlık ihtiyacını karşılıyordu. Zaten karakter yapısı kadar eği­

timi de umûma saz çalmaya m üsait değildi. 1907-9 ara­

sında hemen hemen 3 yıl, Edgar M anas'tan (37) m unta­

zam şekilde armoni, kontrpuan ve füg tahsil etti. Ma­

nas, muntazaman Arel’in köşküne gelip bu dersleri ver­

di. Arel, instrüm antasyon, orkestrasyon ve kompozisyon ile musiki tarihi gibi batı musikisi ilimlerini ise 1909-11 arasında şahsen tetebbû ederek öğrendi. Batı musikisinin bütün cereyanlarını ölünceye kadar şahsen takip etmiş­

tir.

Klasik, bilhassa dinî, bilhassa Mevlevi musikisinde başlıca hocası Şeyh Hüseyin Fahreddin Dede’dir C38).

Arel'in 1924'e kadar Mevlevî-hâneler'e devâm ettiğini, âyinler dinlediğini, şeyhlerle sohbet edip faydalandığını, evine gelen zamanmın musiki üstadlarm dan istifade et­

tiğini biliyoruz. Ancak Klasik Türk musikisinde reper­

tuar bilgisi olarak arkadaşları Raûf Yektâ ve Dr. Subhi (37) İstanbul 1875 - İstanbul, 11.3.1964 (TMA, II, 11b). Batı mu­

sikisi bilgini, öğretmeni; bestekâr ve piyanisti. Şehzâde ve sultânların da musiki hocası idi. İstiklâl Marşı’mn or- kestrasyonunu o yapmıştır. Venedik ve Padova konserva­

tuarlarında okudu, 1912’den 192 l ’e kadar Dârülelhân’da (İmparatorluk Konservatuarı) armoni, kontrpuan ve piyano öğretti.

Beyler'e erişememiş, zira onlar gibi klasik musiki p a r­

çalarım muntazam an meşk etmemiştir. Fakat önüne al­

dığı notayı derhal kusursuz okuması ve işittiği en muğ­

lak nağmeleri derhal notaya alabilmesi, arkadaşlarından üstündü. Açığını bu suretle kapamaya çalıştı. Dr. Sııbhi Ezgi'nin birkaç defa okutup notaya aldığı klasik nağme­

leri Arel’in işitir işitmez nota olarak yazdığına ben şa­

h it oldıım.

Arel'in batı ve Türk musikileri ile eksotik musiki parçalarından oluşan muazzam plak koleksiyonu (disko­

tek) ve tape'e aldığı parçaları, kızma intikal etti. Elin­

deki bazı nadir sazlar da öyle. Bazı sazlarını ise Türk musikisinin ünlü isimlerine âriyeten verdi, iâde etmedi­

ler. Onun içindir ki, kitap ödünç verm ekten korkardı.

En yakınlan kitaplarına m usallat olmuş, geri vermemiş­

lerdi. N otaları için de titizlik gösterirdi. Ama notaları ve kitapları kütüphanesinde çalışmak isteyen herkese açıktı. Bu hususta en küçük ihmal göstermedi, çalışmak isteyenleri teşvik etti. Dışarıya kitap vermezdi. Bir defa çok lüzumlu olan b ir kitabm ı üç gün için rica ettim , karakterim in diğer müzisyenlere pek benzemediğini bil­

diği halde çok sıkılarak verdi, üç gün sonra iade ettim ve b ir daha kendisinden asla kitap istemedim. Ölümün­

den sonra da ahbabı olan veya geçinen çok kişi kitap­

larına m usallat oldu, birçoğu aracılığım ile bazı kitap­

lara tâlip oldular, kendilerine hediye edilmesini istedi­

ler, hiçbirine yüz vermedim ve hepsinin ayrı ayrı düş­

manlığını kazandım. Ben de Ölümünden sonra kütüpha­

nesinden tek kitap istemedim ve almadım, ailesi de ba­

na böyle b ir şey teklif etmedi, belki emsâl olur diye çe­

kindiler. Halbuki Arel'in müzikoloji çalışmalarını benim devam ettireceğimi biliyorlardı, Arel yakınlarına söyle­

mişti. Arel'deki bugüne kadar edinemediğim bazı kitap­

lar elimin altında olsa idi, eserlerim in daha kusursuz 81

olacağını ve bundan onun rûhunun şâd olacağım düşün*

müşümdür.

Arel'in hedefi çokseslilikti. Gerek eğitimde, gerek bestekârlıkta piyano ve org gibi çoksesli b ir çalgının Türk musikisi sistemi ve perdeleri ile düzenlenerek kul­

lanılamaması, Türk musikisinin çoksesli b ir sazdan malı­

nım bulunuşu onu düşündüren hususlardan biri idi.

Türk musikisine başlayan ve bu san'atla uğraşan herke­

sin az çok tanbûr çalması fikrinde idi (aynı fikirdeyim).

Türk musikisi piyanosu için kendiliğinden birkaç proje yaptı ve meraklılarla, îmalcilerle görüştü. Oradan org’a intikal etmek istiyordu. Udda da küçük b ir ıslâhat yap­

mıştır.

Ancak mühim değişikliği kemençede yaptı. Kemen- çenin 3 telini 4'e çıkararak kemanın 4 teline düzenletti.

Bugün Türk Musikisi Devlet K onservatuvarinda Arel’in 4 telli ve keman düzenli kemençesi öğretilmektedir, 3

telli kemeııçe terkedilm iştir. Bu soprano kemençedir, kemana karşılıktır. Arel, violaya karşılık alto kemençe, tenor kemençe, violonsele karşılık bas kemençe ve kontr­

bas kemençe îmâl ettirdi. Bunlar için mühim para h ar­

cadı. Rûşen Kam, Mes'ud Cemil ve benzeri saz üstad- lan n a evinde çaldırttı. Böylece keman ailesine karşılık, kemençe beşlemesi ortaya çıkardı. Bilindiği gibi kemen­

çe, Türk musikisinin 3 mühim sazından biridir (diğer­

leri tanbur ve ney). Verdiği heyecan uyandırıcı parlak­

lıktaki ses, kemana benzemez ve tim bre'inden vazgeçi­

lemez (*). Arel’in îmâl ettirdiği kemençeler, şimdi Lâ­

ika Karabey'dedir.

Bugün Türkiye’de Türk ve batı musikilerinde kul­

lanılan yüzlerce Türkçe terim in mûcidi Arel’dir.

(33) Bk. Türk Musikisi Ansiklopedisinde Keman Ailesi (I, 338a), Kemençe (I, 338a-9b), Kemençe Beşlemesi (I, 339>t>40a) mad­

deleri ve Dr. Zühdü Rıza, Asri Kemençe ve Kemençe Beş*

82

Arel, Dârülelhân'da C*0) yıllarca Türk musikisi okut­

tu. Bu müessese daha doğrusu Türk musikisi kısmı ka­

pandıktan sonra millî musiki, okulsuz kaldı. İhtiyaç he­

men başgösterdi. İstanbul Şehir Umûmî Meclisi Büdce E ncüm eninin 1943 yılı Belediye (Batı Musikisi) Kon- servatuvarı büdcesine ait esbâb-ı mûcibe mazbatasında aynen şunlar y azılıd ır: «Ankara Devlet Konservatuvarı' nın takip ettiği usul ve program ın İstanbul Konserva- tuvarı'nda da tatbiki lâzım olup olmadığı, iki konserva- tuvar arasında benzerlik bulunm ası icap edip etmeyece­

ği hususlarının tedkıykme; Türk musikisini gerek naza­

riyat, gerek ameliyat sahalarında gençlere aşılayarak, günden güne azalan Türk m usikişinaslarının yerlerini gençler ile doldurm ak maksadıyla b ir m ütehassısın ta­

yinine lüzum gösterilmiştir». Bu iki görev b ir arada, yani hem batı musikisi öğreniminin ıslahı, hem Türk musikisi kısmının kurulm ası ve bu kısma bağlı b ir de îcrâ Hey'eti bulunması, Arel'e teklif edildi ve istediği gibi çalışabileceği bildirildi. Arel'le ayda 500 TL ücretle 5 yıllık sözleşme imzalandı. Arel, 63 yaşında, Türk mu­

sikisinin canlandırılm ası görevini üzerine almış oldu.

Türk musikisi kısmını kurdu ve çağdaş m etotlarla eğitimine başlattı. İcrâ Hey'eti kurularak o sıradaki pi­

yasa icrasından çok farklı, temiz b ir üslûbla haftalık pazar konserleri ile musikimizin en değerli parçaları halka dinletilmeye başlandı. Arel, A ve B takım ları hâ­

linde iki icra hey'eti kurmuş, B takım ına gelişmeye ve yetişmeye m üsait gençleri almış, A takım ını gelişmesi­

ni tamamlamış, B takım ına ayak uyduram ayan müzis­

yenlerden oluşturm uştu. İcrâ Hey'eti reisliğinde (koro lemesi Üzerinde Çalışmalar (1926), müellifin elyazısıyla tek nüshası Türkiyat Enstitüsü, Arel Kütüphanesinde.

W0) TMA, I, 153. Arel, Dârüttâlîm-i Mûsikîde de (1916-1931) na­

zariyat dersleri verdi. Dârülelhân 1.1.1917’de kurulup 1926’

da kapatıldı,

83

şefliğine), Üniversite K orosıintı kurm uş ve başarıyla yü­ Batı konservatuvarı çizgisine» getirdi. Çeşitli orkestra­

lar, saz ve ses toplulukları kurdu. Türk Filarmoni Der- neği'ni kurup başkanlığım da kabûl ederek, batı mu­

sikisi san'atmm yayılmasını da temine çalıştı. Zira kül­

tü r merkezi İstanbul olduğu halde, batı musikisi s a n ­ atkârları Ankara’da açılan müesseselerde toplanm ışlar­

dı. O yıllarda Ankara’nın nüfusu ise çok ehemmiyetsiz­

di. Alaylı müzisyenlerin reform a mukavemet ettiklerini bilen Arel'in hedefi, musikimizi yeni yetişen, yüksek tahsil gören gençlere teslim etmekti. Bu sebeple p atır­

dı koptu. 5 yıllık mukavelesi biten Arel, 1948'de m uka­

velesinin uzatılmasını istemeyerek istifa etti. Konser- vatuvar’ın Türk musikisi kısmı, piyasacıların ağırlıkta olduğu veya piyasacı olmayıp musikimizin eski, dede­

den kalma usullerle öğretilmesinde direnenlerin eline geçti. En büyük ve basm a aksettirilen gürültülerden bi­

rinin, Arel'in icrâ hey'eti konserlerinde m utlaka yay bağı, yay birliği istemesi olduğu, bugün ibret verici b ir olay olarak unutulmamalı, hatırlanm alıdır. Zira bugün, en basit Türk musikisi topluluklarında bile kem anlar aynı yay bağı ile çalm aktadırlar ve kimin eseri olduğu­

nu belki bu gençler bilmemektedirler. O devirde b ir ke- mânî kırık yayla, yanındaki uzun yayla çalar, biri ya­

yını çekerken diğeri yükseltirdi.

84

TBMM'nde Dr. Osman Şevki Uludağ'ın (41) millî eği­

tim bakanı ve kendisi de bizzât Osman Şevki Bey gi­

bi Türk musikisinde bestekâr olan Haşan Âlî Yücel'i (42) o devir için çok şiddetli tenkidine, itirazm a ve tale­

bine rağmen, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda Türk musikisi kısmı açılamadı. İkinci Malımûd'un modern Türkiye'nin başlangıcı olan Vak'a-i Hayriye (1826) inkı­

lâbında yeniçeri müessesesi sayıp o muhteşem Türk as­

kerî musikisini, Mehter-hâne-i Hâkaanî'yi ilga etmesi, Mehter-hâne taklid edilerek kurulm uş olan Avrupa as­

kerî musikisi bandosu için Muzıkay-ı H üm âyûnu kur­

ması hatırlanırsa, çok fazla hayret göstermemek gere­

kiyor. Arel de âdeti hilâfına Ankara'ya giderek, Devlet Konservatuvarı'nda Türk musikisi kısmım açtırm ak is­

temiş, başarı kazanamamıştı. B aşan kazanamamasmm sebebi, Millî Eğitim Bakanlığı'nın ve bakan Yücel'in di­

renm esidir ki o sırada cum hurbaşkanı olan İnönü'nün Batı Musikisi’ni sevdiğinin, Türk musikisini sevmeme­

sinin tesirinde idi. Bütün bunlar, ileride Türk kültür tarihini yazacak tarihçilerce bilinmelidir.

Bunun üzerine Arel, 1949'da İleri Türk Musikisi Konservatuvarı adıyla bir dem ek kurdu. Daha doğrusu derneği öğrencilerinden Lâika Karabey, onun adına kur­

du. Bu müessese, özel teşebbüsten bile yardım görme­

di. Kısa m üddet sonra Arel burada ders vermekten vaz­

geçti.. en istidatlı öğrencilerine evinde ders vermeye baş­

ladı. Musiki Mecmuası'nın derneğin organı olarak ku­

rulması, Arel'in devamlı konferanslarına üniversite genç­

liğinin ilgisi, piyasacılar kadar tutucu Türk musikisi mensuplarını da çok tedirgin etm iştir. Bugün bu me­

müştür. Kimse Türk musikisinin çağdaş eğitimine itiraz etmemektedir veya edememektedir. Ancak b ir zamanla- rnı büyük problemi olduğunu belirtm ek, musiki tarih­

çisinin görevidir. Arel'in kitaplarının baskı imkânından bile m ahrum kalması hatırlanm alıdır. Arel'in evine git­

tikçe daha fazla genç toplaması, onun ünlü cumartesi toplantılarım çok bozdu. Zira m usiki prova salonu hâ­

line geldi. Bir çok müdâvim, ayaklarım kestiler. Çünkü onlar am atörlerden musiki dinlemeye değil, Areİin soh­

beti için geliyorlardı. bir şeyler söylemek zarûrîdir.

Türk musikisi bilgisini tedvin eden (derleyip top­

layıp kaleme alan) Safiyyeddîn Abdülmü'min Urmevf d ir (43). Bazılarının sandığı gibi Fârâbi (870-950) de­

ğildir. Zira Fârâbî, Eski Yunan musikisi nazariyatım nakletmiş, Yunanca kitaplardan tercüm e etm iştir. Fârâ- bî'nin kitabını okumayıp da onun müzikoloji üzerinde büjiik b ir eseri olduğunu duyanlar, tarih bakım ından ona öncelik vermek istemişler, hiçbir tarih bilgileri ol­

mayan ve Türk musikisi tarihini, hangi m akam ve usu­

yazanların hiçbiri, ünlü Abdülkaadir Merâğî dahil, onu geçememiş, onun İlmî seviyesine erişememiş, zaten onun yazdıklarına dayanmışlardır. XVI. asır başlarm dan son­

ra da Türk musikisi üzerinde XX. asra kadar hiçbir mü*

îıim ilmî eser yazılmamış, eskiler birbirini taklit ve kop­

ya etmişlerdir. Öyle ki, bu zaman içinde yazılanların en mühiminin Kantemiroğlu'nurı E dvâr'ı (1694) olduğu­

nu söylemek bile belki m üm kündür, zira batı metodo­

lojisine vâkıftı. Son asırlarda yazılan bazı edvâr yani müzikoloji (Türk musikisi bilgisi, nazariyatı) kitapları­

nın zavallılığı karşısında hayrete düşmüşüzdür. Zira mu­

siki tamamen semâî (kulaktan öğrenilen), ilmi olma­

yan b ir san'at hâline getirilm iştir. Bizim yetiştiğimiz, çok m uhterem, anlı şanlı bestekârların b ir Hicâz, bir Mâhûr makam ını tarif edemediklerini, ne mene şeyler olduğunu söyleyemediklerini, ancak saz ve sesleriyle di­

zi değil de kalıplar gösterebildiklerini, benimle bera­

ber, pek çok kişi hatırlar.

Osmanlı kültürünün bu derecede iııhitâtm a ilk dik­

kat ederler, iki Mevlevî şeyhi oldu. Bunlar iyi Arapça ve Farsça bildikleri için eski edvârları okudular, XVI.

asırdan evvel mükemmel edvârlar yazıldığını, burada*

ki bilgilerin zam anlarında biç bilinmediğini öğrendiler.

Üstelik Fransızca da biliyorlardı. Batı musikisi ilimle­

rine âit kitaplar buldular, getirttiler, büyük boşluğu kav­

radılar. Ancak yaşları ilerlemişti, kendileri b ir şey ya­

zamadılar. Mevlevîhânelerine devam eden gençlerin en istidatlı,doğu dilleri ile Fransızcaya vâkıf olanlarına durum u anlattılar, alâkalarını istediler.

Bu büyük misyonu yapanlardan biri, Şeyh Mehmed Celâleddin Dede O4), diğeri Şeyh Mehmed Atâullah

De-(44) İstanbul, 1.2.1849-İstanbul, 31.5.1907. Yenikapı Mevlevihâ-

De-(44) İstanbul, 1.2.1849-İstanbul, 31.5.1907. Yenikapı Mevlevihâ-