• Sonuç bulunamadı

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 679. D oç.d r. HALUK İPEKTEN TÜRK BÜYÜKLERİ DÎZİSÎ : 15

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 679. D oç.d r. HALUK İPEKTEN TÜRK BÜYÜKLERİ DÎZİSÎ : 15"

Copied!
164
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 679

D oç.D r. HALUK İPEKTEN

(2)
(3)

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 679

n â î l !

Hayatı - Sanatı ve

Şiirlerinden Seçmeler

Doç. J>r. Haîûk İPEKTEN

TÜRK BÜYÜKLERİ D İZ İS İ: 15

(4)

K apak D ü zen i: Saim ONAN

(5)

İ Ç İ N D E K İ L E R

Ö nsöz... 5

Nâ'ilî’nin Haj^atı ... 7

Nâ'ilî’nin S a n a tı... 11

Kaynaklar... 16

Şiirlerinden Seçm eler... 18

Açıklam alar... 138

(6)
(7)

Ö N S Ö Z

N a ilin in yaşadığı X VII. yüzyıl, Osmanh Devleti’nin ülke içinde karışıklıklar ve ayaklanm alar, dışarıda hazı yenilgilerle karşılaştığı ve bocaladığı bir devirdir. Bm ia karşı Türk edebiyatı hu yüzyılda en p arlak ve gelişmiş devrini yaşamıştır. K aside ve gazelde, mesnevide, n ihâî­

de, sanatlı nesirde, seyahat edebiyatı ve bilim alanında Nef'î, Şeyhülislam Yahya, Neşâtî, Nev'îzâde Atâyî, Azmî- zââe Hâletî, Nergisi, Evliya Ç elebi ve K âtip Ç elebi gibi büyük şair ve yazarlar yetişmiştir. Bunların arasında Nâ’ilî’nin hem yüzyıl şiirinde, hem de bütün Türk ed ebi­

yatında önem li bir yeri vardır. Devrinde p e k ço k şairin öncüsü olmuştur.

Nâ’ilî yüzyıl şiirine hâkim olafı Sebk-i Hindî üslûbu­

nun tem silcisi olmuştur. Şiirinin dili bir hayli süslü ve ağırdır; anlaşılm ası oldu kça güçtür. M ailıyi anlayabil­

m ek ve sevebilm ek için hazırlıklı olm ak ve ç ab a harca­

m ak gereklidir. Bazen ağır olan dili çözt^se bile şiirine anlam verm ek yine güçlük gösterir. Bu durum da heyte tasavvuf yönünden yaklaşm ak gerekir. Bu sebep lerle şiir­

lerinden örn ekler verilirken, özellikle ilk şiirlerde beyit- ler bugünkü dille n esre çevrildikten sonra, daha iyi an­

laşılabilm eleri için p e k ç o k yerde açıklam alar yapm ak ve tasavvufî anlamlarını ayrıntılarıyla anlatm ak yoluna gidilmiştir. Nâ'ilınin bütün şiirlerini bu gözle oku m ak ve değerlendirm elidir.

(8)
(9)

NÂ’ÎLÎ'NİN HAYATI

Tanzimat döneminde Encümen-i Şu’arâ şairlerinden Manastırlı Nâ'ilî'nin yetişmesinden sonra Nâ'ilî-i Kadîm diye anılmaya başlayan Nâ’ilî, X V II. yüzyıl Türk edebi- yatmın büyük şairlerindendir. Bu yüzyıl şiirini etkisi altına alan Sebk-i Hindî üslûbumın başlıca temsilcisidir.

Nâ’ilî’nin hayatı hakkmda bilinenler çok azdır. Tez- kirecilerin verdücleri bilgi çok kısa ve yetersizdir. Bıun- îara kendi kasidelerinden çıkanlan birkaç bilgi kırın­

tısı da eklenerek şairin hayatı hakkında şu bilgiler elde edilmiştir ;

Nâ'ilî îstanbulludur. Asıl adı Mustafa’dır. Babası Mâden kalemi kâtiplerinden Pîıi Halife'dir. Bu yüzden kaynaklarda Pîrîzâde Mustafa Çelebi olarak geçer. Do­

ğum yılı belli olmamaikla birlikte, kasidelerinin incelen­

mesinden 1608-1611 yıllan arasında doğmuş olduğu an­

laşılıyor. Ne derecede bir öğrenim gördüğü de belli de­

ğildir. Fakat, şiirlerinin şöylece bir gözden geçirilmesi bile, çok iyi yetişmiş, ileri düzeyde bir bilgi, kükür ve olgunluk sahibi olduğunu anlamaya yeterlidir. Kaynak­

larda Efendi değil de Çelebi diye anılmasından medre­

seyi bitirmec^ği kesindir. Herhalde devrinin tanınmış hocalarmdan ders almış, iyi Arapça ve Farsça öğrenmiş ve daha çok da kendi kendini yetiştirmiş olacaktır.

Genç yaşında babasımn da çalıştığı Mâden kalemine memur olarak girmiş ve derece derece yükselerek ka-

(10)

îernde baş halife olmuştur. Şairin yetişmesinde bütün hayatını geçirdiği bu kalemin de etkili olduğu kuşku­

suzdur.

Nâ’ilî'nin bu kalemdeki kâtipliğinden başka bir ge*

liri olmadığı, böylece ancak orta halli, hatta kendi dü­

şüncesine göre «fakr u zaruret» içinde bir memur ha­

yatı yaşadığı anlaşılıyor. Bu yüzden de hemen bütün ka­

sidelerinde yaşadığı hayattan yakmmalarmı ve durumu­

nu düzeltecek bir koruyucu aradığını görüyoruz. Haya- tmı bir düzene sokabilmek için padişahtan başlayarak sadrâzam, seyhülislam, vezir, defterdar gibi devletin ileri gelenlerine kasideler sunmuş, onların yardımlanm beklemiştir. Şairin bir süre sadrâzam Sâlih Paşa ile Def­

terdar Mehmed Paşaya yakınlaştığı ve onlardan yar­

dım gördüğü, bu paşalara sunduğu kasidelerinden anla­

şılıyor. Ama bu yardımlar geçici olmuş, şair bir süre sonra yine korumasız kalmış ve memuriyetinin geliriyle yetinmek zorunda kalmıştır.

Nâ’ilî, zor da olsa bu beğenmediği hayat düzeyini sürdürmeye çalışırken, hayatınm sonlarında daha da kötü bir duruma düşmüş. Sadrâzam Fazıl Ahmed Paşa tarafından İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Paşa, sadare­

te geldikten sonra kısa bir süre içinde, bilinmeyen bir sebeple, belki de tezkire sahibi Safâyî’nin dediği gibi kendisini çekemeyen düşmıanlarının etkisiyle 1661 ekim- aralık ayları arasında, sadaretini kutlarken kendini o kadar aşırı sözlerle öğmüş olan şairi Edirne’ye sürdür­

müştür.

Ömrünün son yıllarmı doğup büyüdüğü İstanbul'

(11)

gu «şitâ’iyye» kasidesinde bu acılarını dile getirmiştir.

Padişaha ve Uyvar Kalesinin alınmasından sonra zafer şenlikleri içinde Edirne'ye döndüğünde Fâzıl Ahmed Pa- şa’ya kasideler sunarak bağışlanması için uğraşmış ve sonunda 1665 temmuz - ağustos aylannda İstanbul'a dönmeyi başarmıştır. Bu sırada sadrâzama sunduğu bir kasidesinde, eski sıkıntılı hayatı ile o günlerdeki mutlu günlerini karşılaştırdıktan sonra, artık bir koruyucu bulduğunu, bu kadar iyiliği kimseden görmediğini söy­

lediğine göre Nâ'iîî'nin bağışlanmaktan başka Fâzıl Ah- med Paşanın ilgisini ve yardımlarını da gördüğü ve bun­

dan pek sevinçli olduğu anlaşılıyor.

Nâ’ilî 55-60 yaşlarında 1666 (1077) yılında îstan- bul’da ölmüştür. Ölümü için devri şairleri şu tarihleri söylemişlerdir:

Nâ’il-i cennet ola Nâ’iH-1 nâdire-fen (1077) Nâ’ilî olan şefâ’at nâ’ili (1077)

Bihişti Nâ’ilîye eyleye mekân Mevlâ (1077)

Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Mü'elHfleri adlı ese­

rinde mezarının İstanburda Fındıklı semtinde Sünbüİ Dede dergahı yanında olduğunu, yolun genişletilmesi sı­

rasında Beyoğlu mezarlığına taşındığını söylemiştir. Son­

radan Beyoğlu mezarlığı da kaldırıldığından Nâ'ilî'nin mezarı ortadan kaybolmuştur.

Nâ'ilî, kaynakların dediklerine gÖre ufak tefek, za­

yıf, hastalıklı bir insandır. Birçok şiirinde hastalığın­

dan, zayıflığmdan ve çektiği acılardan yakınmıştır. Bu­

nun şiirlerindeki karamsar dünya görüşünün sebeple­

rinden biri olduğu düşimülebilir. Anlaşıldığına göre orta halli bir memur ailesinin üstüne titrenilerek büyütülen bu İstanbul çocuğu narin, duygusal, çabuk incinen bir

(12)

insandır. Şiiriyle ün kazanmış ve bunun -karşılığında daha yüksek bir memuriyet ve daha iyi bir hayata eriş­

meyi beklemiştir. Bunu elde edemeyince de kırılıp küs­

müş ve karamsarlığa düşmüştür. Oldukça ağır kelime­

lerle düşmanlanndan söz etmesi, zamanı şairlerini kö­

tülemesi, herkesten şüphelenen titiz bir insan olduğunu, çevresindekileri, dostlannı danittığmı gösteriyor. Bu yüzden îstajıbul’dan uzaklaştınimasma sebep olacak ka­

dar düşman da kazanmış olabilir.

Nâ'ilî Halvetiye tarikatındandır. Kaynaklarda bu konuda bilgi yoksa da Halveti şeyhi Saçh İbrahim Efen- di’ye ölüm tarihi söylemesi, «halvetileriz» redifli gazeli ve bu tarikatın bir kolu olan, İbrahim Gülşenî’nin kur­

duğu Gülşeniyye tarikatı ile ilgili gazeli bunu gösteriyor.

Şairin şiirlerinde kullandığı mahlası Nâ'ili'dir. Ede­

biyat tarihimizde Nâ’ilî üzerinde ilk çalışmayı yapan Müstecâbîzâde îsm.et Bey, 1253 yılında Kahire’de bası­

lan Nâ'ilî divanının sonuna yanhşlıkla giren Tarzî’nin beş gazeline bakarak şairin önce Tarzî m'ahlasını kul­

landığını, daha sonra Nâ’ilî m'ahlasını aldığını söylemiş­

tir. Bu gazeller aynı devir şairlerinden Tarzî nin Nâ’ilî’ye söylediği nazirelerdir ve şairde bir mahlas değişikliği ol­

mamıştır.

(13)

NÂ’İLÎ'NÎN SANATI

Nâ'ilî'nin tfâk eseri divanıdır. Şiirlerini hayatında bir divan halinde toplayıp tertiplemiştir. Bunu tezkireci Safâyî’nin sözlerinden öğreniyoruz. Ayrıca Ali Kemâl, 1918 (1336) yılında Peyâm-ı Sabah gazetesinde yazdığı

«Üstâd Nâ’ili» adlı ma-kalesinde, sahhaflar çarşısından aldığı 1070 tarihli ve Âsim adındaki bir hattatın yazdığı mükemmel ve basılmış nüshadan üç kat fazla şiirin bu­

lunduğu bir divan yazmasından söz etmiştir. Bunlardan Nâ’ilî’nin ölümünden en az sekiz - on yıl Önce divanını tertiplediği anlaşılmaktadır.

Nâ'ilî Divanı 1837 (1253) yılında Mısır’da Bulak matbaasnıda basılmıştır. Bu baskıda kasideler, rubâ'î ve k ıt’alar, tarihler, şarkılar ve kardeşinin ölümüne yaz­

dığı mersiye yoktur; yalnız gazeller ve müseddesler alın­

mıştır. Üstelik gazeller de eksiktir. -Divanın ikinci bas­

kısı Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılmıştır (Nâ’

ilî-i Kadîm Divânı. Hazırlayan : Dr. Halûk İpekten. İs­

tanbul 1970, 505 s.). 31 yazma arasından seçilen sekiz nüshanın karşılaştırılmasıyla hazırlanan bu baskıda 4413 beyit tutan 2 münâcât, 10 na’t, 29 övgü kasidesi,

I terci bend şeklinde mersiye, 1 terkîb bend, 4 müsed­

des, 1 tahmis, 390 gazel, 1 müstezâd, 18 kıt’a, 8 rubâî, II şarkı ve 6 tarih vardır. Divanın başmdaki dinî şiir­

ler ve övgüler, birkaçı dışında kaside nazım şekliyle ya­

zılmıştır. Nâ’ilî Sultan IV. Murad'a 4, Sadrâzam Kemân-

(14)

keş Kara Mustafa Paşa, Hezârpâre Ahjned Paşa, Sultan- zâde Mehmed Paşa, Sofu Mehmed paşalara birer, Sâiih Paşa'ya 3, Fâzıl Ahmed Paşaya 4, Defterdar Meîımed Paşa'ya 3, Ahmed Paşa'ya 2, Şeyhülislam Yahya Efendi ve Mehmed Emin Sun’izâde ile îsmâil Paşa, Yusuf Paşa, Mehmed Paşa, Ruznâmeci İbrahim Efendi, Reisülküt- tap Şâmizâde Mehmed Efendiye l ’er kaside söylemiş­

tir. Divandaki gazeller Nâ'ilî'nin asıl ününü sağlayan şiirlerdir. Gazelleri genellikle beş beyitlidir : 390 gazelin 245'i beş, 60 gazel altı ve 51 gazel de daha çok beyitli­

dir. Hemen bütün gazellerde tasavvufî aşk işlenmiştir- Kâ'ilî'nin tasavvufu gerçek mutasavvıf şairlerde olduğu gibi kendini açıkça göstermez, derinlerde gizlidir. Bımu ortaya çıkarıp beyti anlamak için üzerinde düşünüp araş­

tırmak gerekir.

Divandaki gazellerden sonra en önemli şiirler mer­

siye, müseddesler ve şarkılardır. Terci bend şeklindeki mersiyesini şair genç yaşta ölen erkek kardeşi için yaz­

mıştır. Feleğe sitemle başlayan ve sevgi, acı, isyan duy- gularmı dile getiren bu mersiye şairlerin yakınlan için söyledikleri mersiyelerin en tanınmışlarmdandır. Dört müseddesinden üçü Nâ’ilî’nin bütün şiirlerinin özeti gi­

bidir : Aşamadığı ihtirasları, acıları, umutsuzluklan, dünyaya bağhhğı, .tasavvufta ilerleyememenin üzüntüsü bu şiirlerde anlatılmıştır. Hayatının sonlarında yazdığı anlaşılan dördüncü müseddeste yıkılmış, bezgin, hiçbir umudu kalmamış bir insanın ruh hali v ard ır: Artık her- şeyden vazgeçmiş, düşmanlarını bağışlamış ve çektiği o kadar acıdan sonra büyük bir ruh olgunluğuna erişmiş- tir. Şarkılar, çapraz kafiyeli asıl şarkı türünün ilk ör­

(15)

Yaşadığı devirden başlayarak Nâ'ilî’den söz eden bütün kaynaklar, şiirde yeni bir çığır açtığını, daha ön­

ce görülmeyen bir üslûp getirdiğini söylemekte birleş­

mişlerdir. Aslında bütün X V ÎI. yüzyıl ş^airleri yeni bir şiir anlayışı içindedirler. Bu yüzyıl şiiri XVI. yüzyıl şiirinden farklıdır. Bu fark Nâ'ilî’nin şiirinde dalıa da belirgindir. Yüzyılın şiirinde genellikle incelik ve neza­

ket vardır. Anlam derin, hayaller geniş, renkli ve abart­

malıdır. Yabancı kelimeler, uztm tamlamalar şiMn an­

laşılmasını zorlaştırmıştır. Bu özellikler İran'dan gelen ve XV II. yüzyıl Türk şiirini etkisi altma alan Sebk-i Hindî denilen bir üslûbun getirdiği yeniliklerdir.

Sebk-i Hindî, Hind tarzı ya da Hind üslûbu denilen bir söyl^iş biçimidir. Bu üslûp, İran'da Safâvîler dev­

rindeki ağır dinî baskıdan bunalan ve daha serbestçe yazabilmek için Hindistan'a giden şairlerce ortaya çıka­

rılmıştır, Hind şiirinin de etkisiyle olgunlaşmış ve îran' dan çok Hindistan, Afganistan ve Türk edebiyatında be^

nimsenip kullanılmıştır. Üslûbun jâizlerce şairi içinde en tanınmışları Urfî, Feyzî-i Hindî, Tâlib, Kelîm, Sâib ve Şevket'tir. Türk şiirinde ise Hind üslûbunun en bü­

yük temsilcisi Nâ’ilî olmuştur. Üslûbun bütün özellik­

leri yalnız onun şiirinde görülebilir.

Hind üslûbunda şiirin konusu değişmiştir. Nâ'ilî’de de konu dış ortam yerine insanın iç dünyasıdır. Bunım sonucu olarak da söz güzelliğindei] çok anlam derinliği­

ne önem verilmiş; acıları, sevinçleri, umut ve umutsuz­

lukları., ihtirasları iie insan ruhu derinliğine deşilip Qn<

îatılmıştır. Mâ'ilî fazla sözden, söz sanatlarından kaçın­

mış, şiirini kısa, dolgun, eskilerin deyimiyle «veciz» ve '‘münakkah" söylemiştir. Şiirde muhayyile ön plana çık­

mıştır; Nâ'ilî’nin geniş bir hayal gücü vardır. Hayaller

(16)

soyut kavramlar üzerine kurolmuş, bunlar somut icav- ramlarla birleştirilmiş ve zengin, renkli ve inoe hayaller yaratılmıştır. Buna karşılık soyut kavramların okuyu­

cunun zihninde canlandırılması ve sonuç olarak şairin ha­

yallerinin incelik ve derinliğinin anlaşılması güç olmuş­

tur.

Şiirin konusu insanın iç dünyasına kaydırılmca, in­

san ruhunun ıstıraplan. şiire girmiştir. Nâ'ili, ıstırabı yalnız Hind üslûbunun başlıca özelliklerinden olduğu için şiire sokmamıştır. Çünkü ıstırap şairin hayatında da vardır: Zajrıf ve hastalıklı bünyesi, mesleğinde ka­

lem halifeliğinden ileri gidememesi, büyük şair olduğu halde değerinin bilinmediğine inanması onun şiirinde ıs­

tırabı ve karamsar dünya görüşünü hâkim unsur yap­

mıştır.

Mübâlağa da Nâ'ilî’nin şiirinin başlıca özelliklerin- dendir. Anlam derinliğinde, hayallerde, acılarda, hatta incelik ve nezakette hep mübâlağa vardır. Bunun dere­

cesinin arrcması da şiirin anlaşılmasını zorlaştırmıştır.

Şiirde anlamın sözden, hayalin gerçekten üstün tu­

tulması, şiir ıkcaıusunun dış dünyadan insan rulıuna kaydırılması, o zamana kadar kullanılan alışılmış maz­

munları yetersiz: kılmış ve yeni mazmunlar arayıp bul­

mak gereği duyulmuştur. Bazı mazmunlar değiştirilip geliştirilmiş, bunlara yeni mazmunlar, yeni hayaller de eklenmiştir. Nâ’ilî’nin şiirinde de önceki yüzyıllarda kuî- lanıhnamış yeni mazmunlar, yeni benzetmeler görül­

mektedir.

(17)

dır. Âşık “Tann'ya kavuşana yolunda ilerleyen” "derviş”, meyhane "tekke”, meyhaneci "şeyh” ve sunulan şamp da "aşk şarabı”dır. Nâ'ilî tasavvufu gazelleri ve müsed­

deslerinde işlemiştir. Birçok 'beytini tasavvufî anlamları dışında düşünmek ve anlamaya çalışmak çoğu kere mümkün değildir. Şiirlerindeki tasavvuf düşüncesi de­

rinlerdedir; şiirin potasında eritilmiştir. Bu >nizden Nâ'ilî'nin şiirini anlayabilmek için tasavvufun anlamını ve. terimlerini b.ürnek ve beyitler üzerinde durup düşün­

mek gerekir. Nâ’ilî dünyaya bağlılığı ve vazgeçemediği arzulan sebebiyle iyi bir mutasavvıf olamamış, bundan kendisi de yakınmış, aynca bu yüzden de acı çekmiştir.

Nâ’ilî'nin şürinin dil özellikleri d e Hind üslûbunun dil özellikleridir. Dili süslü ve ağdalıdır. Buna karşı in­

ce, nazik ve zariftir. Ahengi bozan pürüzlü sesler<ien, kulağa hoş gelmeyen kelimelerden 'kaçınmıştır. Yabancı kelimeler ve uzun, zincirleme tamlamıalan çoktur. Bu da şiirinin anlaşılmasmı zorlaştırmıştır. Ama bunun ya- nmda yalnız şarkılarında görülen çok sade bir dili var­

dır. Halkın günlük konuşmasın-da kullandığı köHme ve deyimlerle söylenmiş şarkılarmda şair saf ve temiz bir Türkçe ile de şür söylenebileceğini göstermiştir.

(18)

Ana Kaynaklar;

Rıza, Tezkire-i Rıza. İstanbul 1316. s. 95.

Safâyî, Tezkire. Süleymaniye Ktp. Es'ad Ef, 2549. 272a Asım, Zeyl-i Ziibdetü’l-eş'âr. İstanbul Üni. Ktp. TY 2501. s. 64.

BursaJı Belîğ, Nuhbetü'l-âsâr li Zeyl-i Zübdetü’î-eş'âr. İstanbul Üni. Ktp. TY 1182. 38a.

Güftî, Teşrîfâtü’ş-şu’arâ, İstanbul Üıü. Ktp. TY 1533. 43 b.

Mııcîb, Tezkire. İstanbul Üni. Ktp, TY 3913. 20 b.

Şeyhî Mehmed, Veskâyî-î Fudalâ. Beyâzıt G. Ktp: 3261.

Evliya Çelebi, Seyahatname c. 1. s. 670.

Kitap ve Makaleler:

Ali Keşmâl, Üstâd Nâ’ilî. Peyâm-ı Sabah. Edebî nüsha, sayı 31-32.

10 Mart - 8 Nisan 1336.

Bursalı M. Tahir, Osnvanlı Müellifleri, c. 2. İstanbul 1333 Faik Reşâd, Eslâf, c. 2 (Müstecâbîzâde İsmet Bey’in makalesi,

s. 111-118). İstanbul 1312.

Gibb, F.J.W., A History of Ottoman Poetry. c. 3. London 1904.

Gölpınarlı Abdülbaki, Nâ'ilî-i Kadîm. Hayatı - Sanatı - Şiirleri.

İstanbul 1953.

İpekten HaJCık, îsJâm Ans. Nâ’ilî mad.

K A Y N A K L A R

(19)

tstanbul Kitaplıklan TürJsçe Yazma Divanlar Kataloğu. c. 3. îs- tatıbui ts.

Kutluk İbrahim, Nâ'ilî-i Kadîm. Hayatı ve Karakteri. Ülkü Mec.

3'. Seri, sayı 34. 1949.

Kutluk İbrahim, Nâ'ilî-i Kadîm. Hayatı ve Eserleri. îstanbııl 1962.

Kutluk İbrahim, Nâ'ilM Kadîm’in Sanatı ve Kişiliği. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı. Belteten 1963. Ankara 1964.

Meıızel, Tlı., Encylopedie de Tîslam. Nâ’ilî mad. Leiden 1925.

Muallim Naci, Nâ’ilî-i Kadîm-. Mecm:ua-i Mtıallim. Sene 2. s. 217.

1306.

Muallim Naci, Esâmi. Nâ’ilî-i î^dîm . İstanbul 1308.

Müstecâbîzâde İsmet, Nâ^lî. Mektep Mec. c.2.. Sayı 22. 1312.

Müstecâbîzâde İsmet, Hazine-i Fünûn. Nâ’ilî. c.2., 1312.

Müstecâbîzâck: İsmet, Nâ'ilî-i Kadîm. İstanbul 1318.

(20)

ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

Kasîde Iter-sitâyiş-i Veör-i a'zaıU’-ı Dilîr Kara Mustafa Paşa

1. Müjde ey sadr-ı vezâret kim o dâverdir gelen Sadr-ı a'zaım ya'ni serdâr-ı muzafferdir gelen 2. Müjde ey eyvân-ı dîvânhâne-i hâkân-ı Rûm

Payeni teşrife bir gâzî ddlâverdir gelen 3. Müjde ey bâlâ-yı zerrîn-Jtürsî-i hürşîd ü mâh

Safder-i nüh-bârgâh-ı heft-çâderdir gelen 4. Sür yüzün ey pâytaiıt-ı saltanat dâmânma

Âsaf-ı sâhib-kırân-ı heft^kişverdir gelen 5. Zîr-i pây-ı rahş edip ey çarh kat-ı pâye kıl

Revnak-efzâ-ja serîr-i hân u kayserdir gelen 6. Azmin etmiş seyf-i meslûl-i yed-i nusret Hudâ

B ir şecâ'^t-pîşe hasm-endîşe safderdir gelen 7. Hamle-i pür-zûm hasmm zehresin çâk eylemiş

Âteş'efşân-ı saf-ı a’dâ bir ejderdir gelen 8. Sedd-i ye'cûc eylemiş erkân-ı rafza himmetin

Şehr-i dârü’l-mülk-i Rûma bir Sikenderdir gelen

(21)

Yiğit Sadrâzam Kara Mustafa Paşa'nın Övgüsü Hakkında Kaside

1. Ey sadâret makamı, müjdeler olsun o âdil vezir, yani zafer kazanmış başkomutan, sadrâzam geliyor.

2. Ey O'Smanlı sultamnın divan kurduğu yüce bina, sultan sarayı, müjdeler olsun, dereceni yüceltmeye bir gazi yiğit geliyor

3. Ey güneş ve aym altmdan tahtmm tepesi, müjdeler olsun, yedi göğün dokuz sarayını geçip gelen sadrâ­

zam geliyor.

4. Ey saltanatm başkenti, eteğine yüzünü sür, yedi ül­

kenin en bahtlı, en yüce sultanmın sadrâzamı ge­

l i y o r ,

5. Ey felek, yüceliğini onun atının ayağmın altına atıp sona erdir. S u lta la rın ve imparatorların tahtiannı süsleyen sadrâzam geliyor

6. Tanrı, yardmımın elindeki sıyrılmış kılıcı, kesin ka­

rarı haline getirdiği, y i^ t yaradıbşh, düşmanı dü­

şündüren, saflar yaran sadrâzam geliyor.

7. Güçlü atılışı düşmanm ödünü koparan, düşman saf­

larına ateşler yağdıran bir ejderha geliyor

8. Emeğini, çabasını Rafızî büyüklerüıe karşı Ye’cüc şeddi haline getirmiş bir İskender, Osmanlı ülkesi­

nin başkentine, geliyor

(22)

9. Pâdişeh-kevkeb vezîr ü âsaf-ı Dârâ-serîı-

Mihr-i meh-peyker meh^i hurşîd-gevherdir gelen 10. Sâzkâr-ı dîn ü devlet kârsâz-ı memleket

Ma’delet-perver hidîvni dâd-güsterdir gelen 11. Nazm-ı devlet nakd-ı rif'at dûdmân-ı ma'delet

Âsaf-ı ekrem Nizâmülmülk-i ekberdir gelen 12. FîsebiUllah guzât-ı dîne olmuş pîşvâ

Ya'ni ol fermânber-i şer'-i mutahhardır gelen 13. Sulh-fermâ-yı şeh-i İran ki kalb-i pâkine

Nazm-ı ahvâl-i re’âyâ emn-i kişverdir gelen 14. Eyleyip kasd-ı cedel gâhî dedikçe ol muhil

Vermeyip sulha rızâ âhır mukadderdir gelen 15. Bir bir âyân-ı vilâyet derdi şâhım aç gözün

Mustafâ Pâşâ-yı gâzî gibi bir erdir gelen

16. Ey diJîr-i Kahramân^kevkeb ki havfmdan müdâm Hâtır-ı a'dâya hevl-i rûz-ı mahşerdir gelen

17. Havf-ı şimşîr-i celâlinle kef-i cellâdda Bârgâh-ı kalırma bî-pâ vü bî-serdir gelen 18. Tab'-ı çâlâkin ki olmuş hâmil-i sırr-ı Kazâ

(23)

9. Padişah bahtlı vezir, Dârâ tahtlı vezir; ay yü^lü güneş, güneş cevîıerli ay geliyor^.

10. Dine ve devlete lâyık, ülkenin bütün işlerini yürii' ten, dürüst, adaletli vezir geliyor.

11. Devletin düzenleyicisi, yücelik zenginliği, a d a le t in

ocağı, büyük vezir Âsaf, yüce Nizâmülmülk g^l^‘

yor w.

12. Allah yolunda, karşılık beklemeden, d in gazilerine öncü olan, yani tertemiz, şeriatin her emrini y e r in e

getiren o büyük vezir geliyor.

Î3. Tertemiz yüreğinde Müslüman, Hıristiyan bütün balkm işlerini düzenlemek, ülkenin güvenliğini sağ­

lamaktan başka bir düşüncesi olmayan; bunun de îran şahmı anlaşmaya zorlayan sadrâzam geliyor- 14. Bazaiı anlaşmaları bozan o dönek şah, sulha razı ol­

mayıp, ne yapalım, sonunda takdir edilen başımıza gelir diyerek savaşa niyet edince ...

15. ... ülkesinin bÜ3âikleri ayrı ayn «Şahım gözünü aç, üstümüze gelen Mustafa Paşa gibi bir gazi yiğittir»

derlerdi.

16. Ey Kahraman yaradılışh, senin korkundan düşma- nm gönlüne hep kıyamet gününün korkusu gelir 17. Senin şiddet kılıcmm korkusuyla, celladm elinde

kahrmtn huzuruioa gelenler hep bitkin ve perişan­

dırlar.

i 8. Kazâ-yı İiâM’nin sırlarma sahip olan çevik yaradıîı- şınm sır dolu ağzma gelen hep gizli sırlardır.

19. Zamandan, l^htİM^mdan yakınanlar, aşıklann gönül­

leri gibi, kedCT içinde huzuruna başvururlar.

(24)

20. Yüz sürüp dâmâruna arz-ı tazallüm Icılmadaiî Fehm eder mi yâr-ı iz anın M muğberdir gelen 21. Makdemin bir başka iyd olmajkla halk-ı âleme

Hâtıra şevk-i neşât-ı iyd-i ekberdir gelen 22. Şaha nat’-ı kârzâr-ı fitneden çekdirdin el

Kur’a-i fâünde şimdi nakş-ı diğerdir gelen 23. Dest-i ta’zîminde bir vefk-i rızâ elçisinin

İ ’tizâr-ı sulh için tûmâr-ı mahzardır gelen 24. Sulh-ı nâçâra rızâ gösterdi gördü üstüne

B ir senin gibi kavî hasm-ı tüvângerdir gelen 25. Hâba vardı dîde-i bahtı meğer kim yâdına

Zahmet-i renc-^i gubâr-ı sa;ff-ı leşkerdir gelen 26. Gördü kim râh-ı gazâde hizmet-i derg^ır\a

Peyk-i tevfîk-i Îlâhî gibi yaverdir gelen 27. Gördü kim el sy.ndugunca tire bismillah ile

Her taraftan na’re-i Allahu ekberdir gelen 28. Kıldı tesîîm-i memâlik çekdi başm hırkaya

Yâdına şimdi hemân tarz-ı kalenderdir g^en 29. Erdi söz pâyâna şimdi hâtıra ey Nâ’ilî

(25)

20. Huzuruna gücenik, Idiskün gelenler, yüz sürüp dert­

lerini söylemeden, anlayışının derecesini hemen an­

larlar.

21. Dönüşün îıalka bir başka bayram olduğu için he­

men hatırlarma kurban bayramınm neşesi, coşkun­

luğu gelir

22. Şaha fitne savaş alanmdan el çektirdin. Falma bakı- İmca şimdi başka başka durumlar görünüyor.

23. Şimdi, bir boyun eğip de herşeye râzı olma ^çisi­

nin saygılı elinde gelen, banş isteyip özür dilemek için hazırlanıp imzalanmış dilekçedir

24. Şah baktı ki üstüne senin gibi sağlam, güçlü bir düş­

man geliyor, çaresizlikle banş yapmaya razı oldu.

25. Şahın bahtmm gözü, hatırına asker saflarının çıkar­

dığı toz bulutunım verdiği acılar, sıkıntılar gelince ikapandı, uykuya daldı.

26. Baktı *ki savaş yolunda, senin am inde çaiışıp gay­

ret göstermeye Tann yardımımn habercisi gibi bir yardımcı geliyor...

27. Bismillah çekerek kılıcına el attığında her yönden Alldıuekber sadalan geliyor...

28. Ülkesini teslim edip, başmı hırkasının içine çekti.

Şimdi, aklına hep dünyadan elini eteğini çekip der­

viş ohnak geliyor.

29. Söz artık sonıma geldi. Ey Nâ'ilî, şimdi hatırımıza kabul edihnek şerefine nail olacak dualar geliyor.

30. Çünkü, güzel vasıfJanm anlatamamanm utancıyla düşüncemin yüzü, taze kalemimin dilindeki sözlerin utancıyla kızarıyor.

(26)

31. Kur an-endâz-ı Kazâya kvh-i tak^^r üzre tâ Gâh nakş'i sulh u gâhî şekl-i âherdir gelen 32. Tâ ki fermân-ı şehinşâh-ı kader-menşûrdan

Sadr-ı dîvâna vücûdun gibi serverdir gelen 33. Hak vücûdım muslıh-ı her m ır-i duşvâr eylesin

Emr-i dîne tâ ki Hakdan avn-ı yâver^r gelen 34. Zâtun olsun haşredek kâ'im ki anınla müdâm

Çârsû-yı rüzgâra revnak u ferdir gelen

(27)

31. Kaza-yı İlahî’nm çekilen kurasında, kader sahifesi üzerinde bazen banş şekli, bazen de başka şekiller ortaya çıkar.

32. Kader gibi hükmeden padişahın emriyle sadaret ma­

kamına gelen senin gibi ulu bir baştır.

33. Tanrı varlığmı her güç işin düzelticisi yapsın. Din işlerini düzeltmeye Tann'dan gelen yardım ve yar­

dımcısın sen,

34. Saygıdeğer kişiliğin kıyamete kadar dimdik dursun.

Çünkü dünya çarşısına onunla aydınlık ve parlaklık geliyor.

(28)

Mersiye-i tercî bend berây-ı birâder-i höd ba’d ez-vefât

1. Ey rûzgâr-ı kîn&-ver ü çarhnı kîne-îıâh Bîdâd-kerden oldu o maazlûm-ı bîgünâh.

2. Senden ne vech ile alınır intikâınımız Ey baht-ı kîne-lıû felekti bî-müriivvet âh 3. Pîr-i hamîde-kâmet ik m şefkat etmeyip

Kıydın o nevcıvâna edip kâmetin dütâh 4. Bilsin siyâh-derûn idiğin cümle kâ'inât

Etsin kebûd iken nemedin dûd-ı dil siyâh 5. Bir şemmedir bu vakıadan hâl-i Kerbelâ

Kerrûbiyân-ı arş bu zulme yeter güvâh 6. Tut dâmen4 sipihri hemân rûz-ı rusta-bîz

Mazlûm-ı bîgünâh idiğinde yok iştibâh 7. Bu mâcerâya şerha-dil olsun yegân yagân

Tâ haşr kabrin üzre nümûdâr olan giyâh

(29)

Kendi kardeşim hakkında, ölümünden sonra söylenmiş terci bend şeklindeki mersiye

1. Ey kinci felek, kin tutan b ^ t î O günahsız zavallı senin zalimliğinin, acımasızlığınm kurbanı oldu.

2. Ey kindar baht, ins-aniyetsiz dönek felekl Senden in- 'tikamımızı nasıl, ne şekilde alacağız?

3. Beli bükülmüş, iki büklüm olmuş bir ihtiyarken, hiç acımayıp, boyunu iki kat ederek O' gencecik insana, nasıl kıydın?

4. Ey felek! Gönlümün ateşinin dumanı elbiseni mavi renkli iken kapkara etsin d^, cümle âlem ne kadar kötü kalpli olduğunu anlasın

5. Kerbelânın acıklı durumu bu olay m yanmda hiç kalır. Arşm melekleri bu zülme, bu kötülüğe tanık­

tırlar

6. Kıyamet gününde hemen feleğin eteğine yapış, ada­

let iste. Günahsız yere zulüm görmüş olduğunda hiç kuşku yok.

7. Bu maceraya, tâ kıyamet gününe kadar, mezarmm üstünde biten otlar tek tek ağlayarak yüreklerini parçalasmlar.

8. Ah, ey canımla bir olan kardeşim! Ah, dertli gönlü­

mün hayatının mayası olan kardeşim!

(30)

9. Yâ Rab ne merg olur ki za'£-ı mizâcı yok Yâ Rab ne der d olıır ki hergiz ilâcı yok 10. Derviş idin ki husrev-i mülk-i kemâl idin

Sultân idin ki ârzû-yı taht u tâcı yok 11. Teslim*i nakd-ı cân ile oldu işin tamâm

Düşdü yolun o kişreve kim gayrı bâcı yok 12. Nakd-ı hayâta eylemedin hergiz i'tlbâr

Dünyâ metâ'ımn nazarında revâcı yok 13. Sen mâhdan cüdâ bize bu âlem-i ferâh

B ir teng ü târ hücreye benzer sirâcı yok 14. Asim eğerçi hâk idi ammâ aceb bu kim

Hâk-i siyahla hîç zerin imtizâcı yok 15. Döndü vücûdun ol zer-i kâmil-^ayâra kim

Hergiz mihekk-i tecrübeye ihtiyâcı yok

(31)

9. Yârabbi! Bu nasıl bir ölümdür ki, sağlığında hiçbir bozukluk yoktu. Yârabbi! Bu hiçbir çaresi olmayan nasıl bir hastalıktır?

10. Olgunluk ülkesinin sultanı olan bir derviş idin. Taht ve taç istemeyen bir sultandın.

11. Yolun öyle bir ülkeye düştü ki, başka türlü bir ver­

gisi yoktu. Can parasının tümünü vererek ancak işi­

ni hallettin.

12. Hayat parasına asla önem vermedin. Dünya malı­

nın senin gözünde hiçbir değeri, geçerliliği yoktu.

13. Sen ay yüzlüden ayrı bu geniş, feralı dünya bize mumu olmayan dar, sıkmtılı bir hücre gibi gelir.

14. Her ne kadar senin de asim topraktandı ama, şaşı­

lacak şey, kara toprakla altın hiç uyuşup kaynaş­

mıyor.

15. Vücudun sararıp tam ayar Öyle bir -altına döndü ki, mihenk taşma vurup ayarını ölçmeye hiç gerek yok.

16. Ah, ey canımla bir olan kardeşim! Ah, dertli gönlü­

mün hayatmın mayası olan kardeşim!

(32)

17. Bir lahza ıldm bu bezm-i fenâda dem eyledin Tayy*! bisât-ı kârgeh-i âlem eyledin

18. Koydu biribirine bu mâtem felekleri Kasd-ı harâb-kârî-i nüh-târem eyledin 19. Etdin salâ-yı nevha tarabgâh-ı âleme

Tecdide resm ü kâ'ide-i mâtem eyledin 20. Gösterdin ol mehin bize eksikliğin tamâm

Ey çarh-i bîvefâ-yı sitem ger kem eyledin 21. Âh ey sürûr-ı sîne vü ey nûr-ı dîde âh

Rûz-ı neşâtmıız şeb-i târ-ı gam eyledin 22. Ahbâbma eğerçi verip gam adûları

Çarh-ı nifâk-pîşe gibi hurrem eyledin 23. Tâk u rivâk-ı arşa tezelzül verip tamâm

Çarhm da Nâ'ilî gibi kaddân ham eyledin 24. Ey vây ey b'irâder4 bâ-cân-berâberim

(33)

17. Bu, ölümlü bir toplantı olan dünyada kısa bir an ge­

çirdin. Sonra bu yeryüzünden göçüp gittin.

18. Bu yas gökleri birbirine kattı. Sanki dokuz gökkub- besini yıkıp perişan etmek istedin

19. Bu sevinç, coşk'unluk dünyasına ağlayıp inlemeyi çağıııp getirdin. Yas tutmanın usul ve kaidesini ye- nile3âp değiştirdin.

20. Ey zâlim, vefasız felek! O ay yüzlünün eksikliğinin ne olduğunu bize tastamam gösterdin; çok kötü bir iş ettin.

21. Ah, ey gönlümüzün sevinci, ey gözümün nuru olan kardeşim! Bizim neşeli gönljimüzü karanlık gam ge­

cesine çevirdin.

22. Ölümünle dostlaırmı ne kadar üzdünse de düşman­

larını, ara bozucu alçak felek gibi o kadar sevin­

dirdin.

23. Arşın kemerini, kubbesini baştanbaşa sarsıp, Nâ’ilî gibi feleğin de boyunu iki büklüm yaptın.

24. Ah, ey canımla bir olan kardeşim! Ah, dertli gönlü­

mün hayatınm mayası olan kardeşim!

31

(34)

Müseddes der-ahvâl-i höd 1

1. Olmadı bâzgûn ,kadeh-i ser-nigûnumtız Hûnâb-ı hasret oldu mey-i la'l-gûnumuz 2. Tîh-ri belâda ücaldı dil-i bî-sükûnumuz

Yok râh-ı vuslata bir reh-nümûnumuz 3. Çıktı beyaza naJcş^ı dil-i zû-fünûnumuz

Oldu netîoe-bahş-ı nedâmet cünûnumuz

4. Ettik mıikârenet nice sâhib-tarîkate Olduk karın mecâlis-i ehl-i şerî’ate 5. Dest-i taleb erişmedi dâmân-ı vahdete

Düştük bu ıztırâb ile vâdî-i hayrete 6. Bildik ki himmet olmayıcask ehl-i hâlden

Esrâr-ı Hak bilinmez imiş kîl u kâlden

(35)

Kendi Durumtmmz Hakkında Müseddes 1

î. Başaşağı olmuş, boş kadehimiz tersine çevrilip dol­

madı. Yakut renkli şarabımız aynlık acısmın kanlı gözyaşları oldu.

2. Kararsızlık içinde çırpman gönlümüz bela çölünde kaldı. Sevgiliye kavuşma yolunda bir yol gösterici­

miz yok.

3. Hünerli, marifetli gönlümüzün resmi beyaza çekil­

di, ortaya çıktı. Deliliğimiz pişmanlıkla sonuçlandı.

4. Nice tarikat ehliyle yakınlık kurduk. Nice şeriat eh­

linin toplantılarına katıldık.

5. Yine de arzumuzım eli vahdetin eteğine erişip ya­

kalayamadı. Bu acıyla hayret vadisine düşüp kal­

dık

6. Sonunda, bir yol gösterici, bir mürşidin yardımı ol' mayınca Tanrı sırlannm dedikodu ile bilinemeyece­

ğini anlayabildik

(36)

7. Yak bizde feyz âlem-i m a’nâyı bilmeğe B ir himmet olsa hâlet-d ııkbâyı bilmeğe 8. Cehd eylesek ne fâ'ide Mevlâyı bilmeğe

Âdem gerek hakîkat-ı eşyâyı bilmeğe 9. Her şahsa aşikâr değil âlem-i şuhûd Ey âşinâ-yı mes’ele^i vahdet-i vücûd

10. Gam çekm^iz bilimnez ise ger me'âdımız Mesdûd imiş ne çâre reh-1 îctihâdmuz 11. Var âsitân-ı pîre hele istinâdmıız

Hükm-i Kazâya zerre kadar yok inâdımız 12. Ukbâda cây-ı râhatmıız emr-i zülcelâl

Yâ dûzah-ı firâk ede yâ cemıet-1 visâl

(37)

7. Bizde mânâ âlemini bilmeye ilahı feyz, olgunluk yok.

Bari ahıret dünyasım anlamaya bir yardım eden olsa.

8. Tann'yı anlamaya ne İcadar çalışıp uğraşsak bir ya­

ra n olmuyor, Eşyanm ^rçeğini öğrenmek için ol­

gun insaa olmaık gerek.

9. Ey, tek varlık, vahdet-i vücud konularmı bilen kişi!

Bu görülen madde âlemi her kişiye apaçık belli değil.

10. Sonımıuz, ne dacağımız biHımıezse de yine gam çek­

meyiz. Düşünüp, uğraşıp da sonuca varma yolumuz kesilmiş; elimizden ne gelir?

11. Yalnız pirimizin eşiğine dayanıp güveniyoruz. Ka- za-yı İlahînin buyruklarına zerre kadar itirazımız yok.

12. Yüce Tann'mn buyruğuyla ahıretteki yerimiz ayrı­

lık cehennemi de, kavuşma cenneti de olsa en rahat yerimizdir.

(38)

13. Ey bâde-i hevesten olan neşve-yâb-ı aşk Ser-kûçe-i ümîdde mest-i harâb-ı aşk 14. Hakkâ ki eylemiş seni £art«ı şitâb-ı aşk

Gümkerde-râh-ı vâdî4 pür-pîç ü tâb-ı aşk 15. Râh-ı heveste âşıka bir pîşvâ geıek

Tenhâ-rev-i fezâ-yı gama rehnümâ gerek

16. Ey Nâ'ilî günâha gelir halk âleme Hırmân imiş netîce'i âmâlimiz deme 17. Maksûd ise vusûl şehinşâh-ı akdeme

Düş hâk-i pây-ı hazret-i sultân-ı ekreme Î8. Eyle gubâr-ı pâymı tercih cennete

Sür rûy-ı izânnı pây-ı şefâ’ate

(39)

13. Ey arzu şarabından içip, aşık neşelisi olan, umudun sokak başında aşktan sarhoş v-e perişan olan,

14. Doğrusu, aşka koşa koşa gidişin sana aşkın kıvrım kıvrım vadisinde yolunu kaybettirmiş.

15. Arzu yoiımda aşıka mutlal^ bir önder gerekir. Uç*

suz bucaksız gam çölünde yalnız başına yürüyenin bir yoî göstericisi olmalı.

16. Ey Nâ’iîi! İnsanlar dünyaya günah işlemeye gelir­

ler. Sen de, dünyadaki bütün isteklerimizin sonucu ayrılıkmış, deyip günaha girme.

17. Amaç, Öncesi olmayan şahlar şahına ulaşıp, kavuş­

maksa, en ulu, en cömert sultan hazretleıünin aya- ğmın toprağına düşüp yalvar.

ÎS. Onun ayağının tozunu cennete tercih et, özür dile­

yen yüzünü şefaat ayağına sü r‘^®\

(40)

Müseddes

1. Firâşım seng^i hârâ pûşişim şevk-i katâd olsun Yerim Beytül-hazen kârım figân-ı girye-zâd olsun 2. Ten-i mecruhuma ıta'n-ı adû z^ m -ı ziyâd olsun

Edenler gönlümü âzurde mesrûrü'l-fu'âd olsun 3. Yıkanlar hâtır-ı nâşâdımı yâ Rab şâd olsun

Benimçin nâmurâd olsun diyenler bermurâd olsun

4. Sipihr-i kîne-cûdân bîvefâlık resm-i adîdir Felekten bî-niyâz olmak dahi bir özge vâdîdir 5. Verâ-yı kâm-cûyân-ı mahabbet nâmurâdîdir

Gönül bu matla’m memnûn-ı ma'nâ-yı müfâdıdır 6. Yıkanlar hâtır-ı nâşâdımı yâ Rab şâd olsun

(41)

İVUiseddes

1. Yatağım katı mermer taşiiidan, yorganım Icevm di­

kenleri olsun. Evim Hz. Yaıkub'un hüzünler evi, bü­

tün işim, gözyaşlarmu arttıran feryat ve figan etmek olsun.

2. Düşmanların kınaması yaralı vücudumda gittikçe azan, çoğalan yaralar açsm. Gönlümü incitenlerin yü­

rekleri raudu olsun.

3. Tanrım! Kederli gönlümü Jaranlar sevinsin, mutkı olsunlar. Benim için umutlsun boşa çıksm, acı ^ k - sin diyenler, dileklerine ersinler.

4. Kinci felekten vefasızbJc olağan bir davramştır. Fe­

leğe yalvarıp yakarmamak da bir başka yoldur 5. Aşkta zevk arayanlar sonunda istediklerini bula­

maz, umutsuzluğa düşerler. Gönlüm bu matla'm söylemek istediği anlamdan memnundur:

6. Tanrım! Kederli gönlümü fcıraailar sevinsin, mutlu olsunlar. Benim için umutlan boşa çıksm, a>:ı çek­

sin diyenler, dileklerine ersinler.

(42)

7. Mürûr-ı dehr ile dilşâd olup ahbâb kârımdan Adû pür-derd ü dâğ olsun cefâ-ı ihtiyârımdan 8. Bu beyti istimâ etsin geçenler rehgüzârımdadi

Bu amlansın zebân-ı sebze-i hâk>i mezarımdan 9. Yıkanlar hâtır-ı nâşâdımı yâ Rab şâd olsım

Benimçin nâmurâd olsun diyenler bermıu’âd olsun

10. Ne mümkündür bula ey Nâ'ilî hükmi kazâ tağyir Bozulmak mümtenî(^ ser-nüvişt-i hâme-i takdir n . Bu ma'nâdan derun-şâdım ki bir dem etmeyip te'hîr

Edip sertiz ü bürrân tîşe-i âzân bî-taksîr 12. Yıkanlar hâtır-ı nâşâdımı yâ Rab şâd olsun

Benimçin nâmurâd olsun diyenler bermurâd olsun

(43)

7. Zaman ilerledikçe, ileride dostlarım bu işimden mutlu olsunlar. Düşmanlarım kendi isteğimle cefa çektiğimden dertlensinler, gönülleri dağlansm.

8. Mezarımın bulunduğu yoldan geçenler bu beyti işit­

sinler; mezar toprağımda yeşeren otların dilinden bunu anlasm lar:

9. Tanrım! Kederli gönlümü kıranlar sevinsin, mutlu olsunlar. Beioim için, umutlan boşa çıksm, acı çek­

sin diyenler, dileklerine ersinler.

10. Ey Nâ’ilî! Îlâhî Kazanın buyruğunu değiştirmek mümkün mü? Takdirin alınyazımızı yazan kalemi­

nin yazdıMarmı bozup değiştirmek, olmayacak bir iş.

11. Bunu söylemekten öyle yürekten sevinçliyim ki; bir an bile gecikmeden incitme kazmasını kusursuz bi­

leyip, ucunu sivriltip,

12. Kederli gönlümü kıranlar sevinsin, mutlu olsunlar.

Benim için, umutİ£irı boşa çıksm, acı çeksin diyen­

ler, dileklerine ersinler. Tanrım.

(44)

Gazeller 1

1. Yem-i âteş-hurûş-ı dilde oldxıkça sükûn peydâ Eder her dâğ-ı hasret tende hir girdâh-ı hûn peydâ 2. Bu âlem pây-tâ-ser kûh kûh-ı mihnet ü gamdır

Eder her tîşekâr-ı ârzû bir Bîsütûn peydâ 3. Girân etsin ko diller târ târ-ı zülfün olsun tek

Ruhun bağında nice nrnşk-i bîd-i semigûn peydâ 4. Leb-i şûh-ı nigâh-^ı çeşmin oldukça terennüm-sâz

Eder her cünbiş-i müjgânı bir nakş-ı füsûn peydâ 5. Bu lu'betgâhda ey Nâ'ilî bilmeikdedir hikmet

Ne zîr-i hırkadandır heft-tâs-ı nîlgûn peydâ

M efâ’îlün m efâ’îlün mejâ'îlün tnefaîlün

(45)

Gazeller 1

1. Gönlün ateş dalgalarıyla coşan denizi dumidııkça, her özlem yarası bedende bir kan girdabı meydana getirir

2. Bu dünya baştanbaşa dert ve gam sıradağlarıyla do­

ludur. Üstelik her arzu kazmacısı da yeni bir Bîsütûn dağı meydana getirir

3. Sevgilim, bırak gönüller saçİarmı tel tel ağırlaştır­

sınlar. Yeter ki, yanağmm bahçesinde başaşağı bir­

çok salkiTOSöğüt meydana gelsin

4. Gözünün bakışının şuh dudağı şarkı söylemeye baş­

ladıkça, kirpiklerinm her hareketi sihirli bir şekil (beste) ortaya çıkarır

5. Ey Nâıli! Bu dünya panayırında asıl bilgi, hikmet, bu yedi mavi renkli gökkulbbesiııin hangi hırkanın altmdan çıktığım, nasıl meydana geldiğini bilmek-

tir^""'.

(46)

î, Bîgâne-i mahabbetin olmaz gam-âşinâ Ey dâğ-ı derdin eylemeyen merhem-âşinâ 2. Kuyun ki Ka'be-i dil ü cândır olur mu hiç

Leb-teşne4 zülâl-i gamın zemzem-âşinâ 3. Sûr-ı safâ-yı vuslata olmaz firîfte

Halvet-güzîn-i hicrin olan mâtem-âşinâ 4. Bigânedir nigâhı gibi lutfu da dile

Olmuş o şûh ile tutalım âlem âşinâ 5. Ermez mi Nâ'ilî denı-i subh-ı hidâyete

Olmaz mı goncazâr-ı emel şebnem-âşinâ

M efûlü fâ'ilâtü m efâ ’îlü failü n

(47)

1. Ey derdinin yarasına çare bulmayan, açtığı yaraya merhem sürüp iyileştirmeyen sevgili! Gama tamyan, gam çekmesini bilen aşkınm yabancısı olmaz; senin aşkmı kazanır'^*.

2. Yüzün, gönüllerin ve canların çevresinde döndükle»

ri Ka'be'dir. Hiç gammm temiz, saf suyıma dudağı susamış olan Zemzem suyunu ister m i? ^ .

3. Ey sevgili! Senin ayrılığınla yalnız kalıp oturan, böylece gama, kedere alışmış kimse, kavuşma eğ>

lencesinin neşesine aldanmaz

4. O, herkese yüz veren, herkesle ilgilenen şuh sevgili ile bütün dünya dost da olsa, bakışı gibi lutfu, iyi­

liği de bizim göniümüze yabancıdır'^.

5. Nâ'ilî, aydınlık Hak yolunun sabahmm o anma er­

meyecek nıi? Onun istek goncalığını hiç çiğ danesi düşüp nemlendirmeyecek mî?

(48)

1. Şâdîni vuslat niçin tahmîi-i nâz eyler bana Rind-i şâdî-düşmanım ben gam niyâz eyler bana 2. Nâ-ümîd ol hasta-i cân-.der-gulûyum kim Kazâ

Baht'i bîmârı tabîb-i çâre-sâz eyler bana 3. B ir dıil-i bîtâb ile bin gamzeye âmâdeyim

Ey diyen hükm-i Kazadan ihtirâz eyler bana 4. Babt'i pür-âzânn eylerse telâfisin yine

îltifât-ı gamze-i hâtır-nevâz eyler bana 5. Eylemem mazmûnuna Cibrîli mahrem Nâ'dlî

Gamzeler kim fitneden ifşâ-yı râz eyler bana

F â ’ilâtün f â ’ilâtün fâ ’ilâtün f â ’ilün

(49)

1. Sevgiliye kavuşmanın sevinci, mutluluğu neden ba­

na gam yükünü yükler? Ben neşenin düşmanı bit rindim; gam, ne okır beni çek, diye bana yalvarı­

yor

2. Ben canı boğazmıa kadsu: gelmiş, yaşama umudu hiç kalmamış bir hastayım. Üst^ik, Kazâ-yı İlâhî hasta bahtımı bana derdime çare bulsun diye doktor ola­

rak f öndermiş.

3. Ey, bana Kazâ-yı İlahînin hükmünden kaçtığımı söyleyeni Ben zayıf, güçsüz bir gcm ^e binlerce yan- bakış oklarma karşı koymaya hazırım

4. İncitici, kinci, kötü bahömm bana yaptıklarını, yi­

ne, yalnozca sevgilinin gönül okşayıcı bakışları dü­

zeltebilir

5. Ey Nâ'ilî! Sevgilinin yanbakışlarmm kanşıklık sı­

rasında bana açtıkları sırrm anlamına Cebrâil'l bile ortak etmem

(50)

4

1. Edeli zevk-i tahayyür gamı tiryâk bana Oldu vâsûhtegî mâye-i idrâk bana 2. Dâmen-âlûdeliğim aşka ederdim ta'İîk

Verse alâyişe ruhsat nazar-ı bana 3. E'tdirir servet-i sermâye-i gayret bilirin

Teîef'i nakd-ı niyâz etmede imsâk bana 4. Havfım oldur sebeb-i renciş-i hicrânm olur

DiU şûrîde ile baht-ı hevesnâk bana 5. Eğer olmazsa perîşânî-i züIRln rûzî

Haşre-dek bâr-ı girândır bir avuç hâk bana 6. Kızarıp bâdeden oî çeşm-i siyah Nâ’iliyâ

Görünür câme-i surh ile gazabnâk bana

Fe'ilâtün f e ’ilâtün f e ’ilâtün fe ’ilürı

(51)

î. Hayretten duyduğum zevk bana gamı panzehir ya­

palı, her anlayış mayası beni yeniden aşık edip, yak­

tı (Her yeniden yanış, bana yeni bir anlayış maya­

sı oldu)

2. Mürşidimin temiz bakışı eğer gösterişe izin versey­

di, eteğimin bulaşıkhğjmn nedenini aşka bağlar­

dım

3. Yalı^anp yakarma parasım bol bol harcayıp tüket- meme, namusluluk sennayesinîn servetinin engel olduğunu biliyorum’^.

4. Bu deli, divane gönlümle, bu istekli, aceleci bahtım, kavuşmayı isteyerek, senin aynlığını incitmeye se­

bep olacaklar diye korkuyorum

5. Eğer saçının dağınıklığmı görmek bana kısmet ol­

mazsa, bu bir avuç toprak bana kıyamet gününe ka­

dar ağır bir yük olıır^^\

6. Ey Nâ’ilî! O kara göz içkinin etkisiyle kızarınca, ba­

na kırrmzı elbiseleriyle öfke içinde görünür

(52)

1. Sen verirsin ariyet bu cân-ı mahzûnu bana Senden ayrılmak hemân öknektir ey hûnî bana 2. Gösterir sergeşte^hâl-i vâdî-i hayret henüz

Girdibâd-ı deşt ü salırâ rûh-ı Mecnûnu bana 3. Ben özümden bihaber mecnûn iken ver<^ hırâş

Akı edip şâkird-i nâkâbil Felâtûnu bana 4. İ ’tibâr lelme revâc-ı kâr içiın Bercîs-i çarh

Çeşmine derse sen öğrettin bu efsûnu bana 5. Nâ'ilî dâğım bu hasretten ki âhım gösterir

Reng'i hâkisterde pâ-ber-câ bu gerdûnu bana

F aîîâtiin f â ’ilâtün f â ’ilâtün fâ'ilün

(53)

1. Ey aşıklara eziyet eden zalim, katil sevgili! Bu hü­

zünlü canı san 'bana Ödünç vermişsin. Senden ayrıl­

mak benim için hemen (hemen hemen) ölmek de­

mektir.

2. Çölün ve sahranın hortumları şimdi bana Mecnun'un ruhunu hayret vadisinde başı dönmüş bir halde do- laşıyormuş gibi gösterir

3. Ben gönlümle başbaşa, kendimden habersiz bir deli iken, akıl bana Eflâtun u yeteneksiz bir öğrenci ola­

rak vermekle beni üzdü, incitti, zahmete soktu 4. Eğer gökyüzünün Müş-teri yıldızı gözüne “bu sihir

yapmayı bana sen Öğrettin” derse sakın inaruna; ka­

zancını arttırmak, kendim tanıtmak, öğünmek için böyle söylüyor

5. Ey Nâ'ilî! Bu hasretten Öyle yaralıyım ki, çektiğim ah bu gökkubbeyi bana ayağı yere basmış olarak ve toprak renginde gösterir

(54)

1. Sîne gülzâr-ı muhabbet nâle bülbüldür bana Vakt-ı dâğ-efrûzî-i dil mevsim-i güldür bana 2. Cünbişinden dâğ-ber-dildir gazâlân-ı Huten

Nâfe-rîz-i >kâm-ı hâhiş kim o kâküldür bana 3. Hissedar eyler şemîminden dili hengâm-ı âh

Fikret'i zülftin ki her dem tâze sünbüldür bana 4. Zûr-ı bâzû-yı nigâhm dest-burd-ı işvedir

Çâk-riz-i ceyb ü dâmân-ı tahammüldür bana 5. Cürmüm ikrâr etdiren bismilgeh-i âşûbda

Haşyet-i cellâd-ı çeşm-i pür-tegâfüldür bana 6. Nâ’ilî i’câz-ı nutkumdur ki eyler ter-zebân

Hâme kim şem'-i şebistân-ı tahay3Üİdür bana

F ailâtü n failâtü n fâ'ilâîün fa ilim

(55)

1. Göğsüm sevgi gülbahçesi, ağlayıp inlemem de be­

nim için bülbül sesi yerine geçer. Gönlümü yakıp dağladığım z a m l a r da benim için gül mevsimi olan ilkbahardır.

2. Benim arzu damağmıa misk kokulan saçan o saçın îıer hareketi, Huten ahularının gönüllerini yara­

lar

3. Senin saçını düşündüğümde bana her an taze sün- bül kokuları verir? Mı çektiğim zamanlar kokusun­

dan gönlümü de ortak eder; taze sünbül kokuları ta gönlüme kadar işler

4. Yanhakışmın koltmdaki güç, işvenin elinin gücünü kırar ve besnim tahammülümü yakasından eteğine kadar yırtıp paramparça eder.

5. Bu kanşık, gürültülü idam yerinde suçumu bir bir söyleten, o umursamaz göz celladının korkusu­

dur

6. Ey Nâ'ilî! Muhayjdlemin yatak odasının mumu olan kaleminûn diliTil hep ıslak tutan sözümün mucize­

sidir

(56)

1. Dâd-hâh-1 vuslat olsam baht düşmandır bana Deşt-i peymâ-yı gam olsam âh rehzendir bana 2. Olmadı mümkün kemend-i zülf-i yâra destres

Tengnâ-yı dehr gûyâ çâh-ı Bîjendir bana 3. Mest-i küstâh-ı elestim müdde'â mahşerde de

'Bâde-i sâf u cıvân-ı pâk-dâmendir bana 4. Bü’l-acöb nâkâm-ı aşkım nerm dil mahbûblar

Mûm iken ağyara baks'an s.en;k ü âhendir bana 5. Tavk-ı zinciri rızâ ber-gerdenim ey Nâ’ilî

Bu kuhen dârü’ş- şifâ mâdâm meskendir bana

F ailâîü n fâ'ilâtün jâ ’ilâtün f â ’ilün

(57)

1. Kavuşmaya yalvarıp adaletini, merhametim istesem bahtım bana -düşmanlık eder. Gam çölünü a ^ a y a uğraşsam ahım yolumu keser

2. Sevgiliniin saçınm teline elimi eriştirmek mümkün olmadı. Bu dünya hapishanesi bana »tıpkı Bîjen'in hapsedildiği kuyu gibidir

3. Tanrı’nm bütün ruhları biramya topladığı «elest»

toplantısından beri küstah bir sarhoşum. Kıyamet giinü de istediğim saf şarapla, t«niz, iffetli gençle­

rin aşkıdır

\

4. Aşkta muradına erememiş garip bir aşığım. Yumıu- şak gönüllü güzeller, başkalarma karşı çok uysal iken, bana gelince taş ve demir gibi katı oluyorlar.

5. Ey Nâ'ilîl Bu dünya, bu eski tımarhane mad’fânki benim meskenkn olmuştur. O halde razılik zinciri­

nin halkasmı -boynuma takmış olmam doğaldır.

(58)

1. Şarâb-1 nâb getirdikçe nîm-hâb sana Tutar elinde kadeh mâh u âfitâb sana 2. Hezâr pâre dile leblerinden et sâkî

Eğer düşerse nemek-rîzı-i kebâb sana 3. Muhaldir eser ol çeşm-d ser-girâna hemân

Hamîr-ıi mâye-i nâz olmasın şarâb sana 4. Bir olsa zehre-i Mirrîh ile dil-i Behrâm

Yine getirmeyeler bir nigâha tâb sana 5. Nigâh-ı mestin ile bildi âşinâ i(Mğin

Bakınca Nâ'ilî-i hânümân-harâb sana

Mefâ'ilün fe'ilâtün m efâ’iîün jeilü n

(59)

1. Saf şarap 5ana mahmurluk verdikçe, ay ve güneş sana hizmet eder, şakilik edip kadeh tutarlar.

2. Ey saki! Eğer kebaba tuz serpme işi sana düşerse, bin parça obnuş gönlüme dudaklarından tuz serp;

lezzet ver

3. Başı ağırlaşmış, sarhoş, kibirli gözü etkilemek im­

kânsızdır. Sakın senin nazmın hamurunu şarap ma­

yalamış olmasın!

4. Merih’in cesareti ile Behram’m gönlü birleşseler, yi­

ne de sana bir kere bile bakmaya cesaret edemez- 1er

5. Evi barkı yıkıhnış, perişan N ailî, sana bakar bak­

maz sarhoş bakışlarınla daha önce tamşık olduğu­

nu ve bu yüzden perişan olduğunu anladı.

(60)

1. Clhânı etmeğe bir lahzada harâb sana Yeter o nergis-i mahmûr-u nîm-'hâb sana 2. Hazer gurûrdan ey âfitâb-ı behçet kini

Zamân ola gele her zerreden hicâb sana 3. Yeter harâbîni rindâna bir nigeh sâkî

Girân gelirse eğer câim-ı pür-şarâb sana 4. Düşerdi manzara-i çârtâk-ı nahvetten

Bu hüsn ile nazar etseydi âfıtâb sana 5. Nedir bu feyz-d sirâyet iki sâkiyâ vermiş

Lebin şarâba letâfet şarâb-ı nâb sana 6. Selâm-L Nâ’ilî-i zârdan mı incindin

Nedendir ey ham-ı dbrû bu pîç ü tâb sana

M efâ’ilün f e ’ilâîün mefâHlün f e ’ilün

(61)

1. Sana, bütan aşıkları lûr anda yıiap perişan etmek içdn o yan uykulu, nergise benzeyen mahmur gözün yeter.

2. Ey güzellik güneşi, boş yere gururlamnaıktan sakın.

Zaman olur, sana her zerreden utanç gelir

3. Ey şarap dağıtan güzel! Eğer sana şarap dolu kade­

hi taşımak zor gelirse, ya da aşıkları kendinden ge­

çirmek için şarap sunmak ağmna giderse, rindleri sarhoş ve perişan etmeye bir bakışm yeter.

4. Güneş sana bu güzellikle bir baksaydı, kıskanır, şa­

şırır ve daha iyi görebilmek için, gururlanarak otur­

duğu çardağımn penceresinden sanbar, yere düşer­

di

5. Ey şarap sunan güzel! Bu geçiciliğin çokluğu, bol­

luğu nedir? Şamp içerken dudağın şaraba lezzet ve kırmızılık, saf şamp da sana güzellik ve renk ver­

miş.

6. Aşkmdan süreldi ^ lay ıp inleyen Nâ'ilî'ndn 'Selamm- dan mı incindin? Ey sevgiHnim fcaşmın eğrisi! Bu öfke, bu çatılma, bu kıvrım kıvnm bükülmeler nedir?

(62)

1. Döndürüp her gülü bir aıhker-ji sûzâna sabâ Dağlar yaktı dil-i bülbül-i nâlâna sabâ

2. Şâh-ı nevrûzdan oldu yine mülk-i çemene Gonca tûmânimı îsâlme pervane salbâ 3. NâşiMbâyî-i bülbül nola efzûn olsa

Söyledi derdiıni gûş-ı güle mestâne sabâ 4. Dokunur dillere yârm ser-i gîsûsundan

Turra-i sünbüîe gâhî ki unır şâne sabâ 5. Nâ'ilî sâha-i pür sünbül-i firdevse döner

Bûy-ı zülfün getirirse harem-i câne sabâ 10

Fe'ilâtün f e ’ilâtün feiîâ tü n f e ’ilün

(63)

10

1. Sabah rüzgârı bütüa gülleri alev alev yajıan bir ateş koıo rengine çevirip, ağlayıp, inleyen bülbülün gön­

lünü yaktı, dağladı

2. Sabah rüzgârı yine gonca mektubunu Nevruz şahın­

dan çimenlik ülkesine eriştirmek için postacı ol*

du

3. Sabah rüzgârı bülbülün derdini sarhoşlukla, yalpa- laya yalpalaya gidip gülün kulağına söyledi. Bu 3Ü2;- den bülbülün sabırsızhğı, huzursuzluğu artsa, heye- canından yerinde duramajnp daldan dala sıçrasa şa­

şılır mı? .

4. Sabah rüzgârı sevgilinin alnındaki sümbül saçları­

na tarak vurduğu zamanlar, omuzuna kadar dökü­

len saçlarm uçlarında asılı olan gönüllere dokunur;

anlan dağıtıp perişan eder, üzer, kederlendirir.

5. Ey Nâ'ilî! Sabah rüzgârı sevgilmin saçlarının koku­

sunu camnın ta içine getirirse, orasını cennet bah­

çelerinin sümbül dolu alanına döndürür'^.

(64)

11

1. Ey tâb-ı hüsnün âfet-i nîrûy-ı âfitâb Haclet-pezîr^i reng-i ruhim rCıy-ı âfitâb 2. Feyz-âşinâ-yı dâğ-ı dil olmak muhâldir

Reng-i şikeste-i gül-i hodrû-yı âfi>tâb

3. Mâneoıd-i zerre mahv-a vücûd eyler uğrayan 01 mâhın oldu kûyı meğer gûy-ı âfitâb 4. Sahrâ-neverd-i âlem olaldan o hâl-veş

Bir nâfe hâsıl etmedi âhû-yı âfitâb

5. Aks'i ruhun o bâdeye bir kerre kim düşer Tâ haşr lây-ı hummu verir bûy-ı âfitâb 6. Ey nahl4 tâze uğrasa gülzâr-ı kûyıuıa

Gülbikı-firâz-ı dûzah olur cûy-ı âfitâb 7. Ey Nâ'ilî o turra ki çevgân-ı fitnedir

Pâmâl iken rubûdesidir gûy-ı âfitâb

(65)

1. Ey güzelliğiinin parlaklığı güneşin ışığının gücünü yok eden sevgili! Senin yanağının 'kırmızı rengi utanç­

tan güneşin yüzünü kızartır.

2. Güneşin kendi kendine yetişmiş yaban gülünün so­

luk rengi gönül yarasından feyz alamaz; kızaramaz.

Buna imkân yoktur

3. O ay yüzlü sevgilinin bulunduğu yer sanld güneşin ateşten topuna döndü. Buraya uğrayan zerre gibi varlığım yok eder'^*’.

4. Güneş ahusu dünyanın bütün çöllerini dolaşıp dur­

duğu halde, sevgilinin yüzündeki ben gibi bir misk kokusu meydana getiremedi.

I

5. Ey sevgili! Senin yanağınm görüntüsü hangi şaraba bir kerecik düşse, bu şarabın alındığı küpün tortu­

su ta kıyamet gününe kadar güneş kokar

6. Ey taze fidana benzeyen sevgili! Güneş ırmağı se­

nin bulunduğun gül bahçesine benzeyen yerlere bir uğrayıp geçse cehennemde gül fidanları yetişti­

11

rir(63)

7. Ey Nâ'ilî! Sevgihrdn alnına dökülen o büklüm bük­

lüm saç bir fitne çevgantdır. Ayaklar altmda sürü­

nürken bile güneş topunu yakalar

(66)

12

1. Semt-i hırmâna düşer te^e-leb-i cûy-ı taleb Tîh-i hayrette kalır germ-rev-i sûy-ı taleb 2. Sen hemân aşkta ol Kûhkene hem-vâdî

Tîşesiz kârın eder kuvvet-i bâzû-yı taleb 3. Neylesin bü'I-heves-i aşk olunca derkâr

Nigeh-i çeşm-i emel gûşe-i ebrû-yı taleb 4. VâdÎHİ aşkta girmez mi dahi dest-i dile Gûşeni dâmen-i nev-şâhid-i dilcû-yı taleb 5. Eyledi murg-ı dil-i NâıJî-i zân hevâ

Beste-i dâm-ı şik©nc-i ham-ı gîsû-yı taleb

Fe'ilâtün f e ’ilâtün f e ’iîâtün fe'ilün

(67)

r

12

!. ’İstök, arzu ımiağma dudağı susamış olan ayrılık semtine düşer. Arzu yönüne doğru aceleyle, koşa koşa giden yolunu şaşırır, hayret çölünde kalır 2. Sen yeter ki aşk işinde Ferhâd'a meslektaş ol, onun

yolundan git. Arzu bozusunun gücü işini kazmasız görür

3. Arzu gözünün bakışı ile istek kaşının köşesi birle- şip anlaşınca, aşk heveslisine artık yapacak bir şey kalmaz

4. Arzunun, avlanmak için gönüller arayan taze dilbe­

rinin. eteğinin köşesi, aşk vadisinde hâlâ gönlün eli­

ne geçmeyecek mi?^^^

•5. Aşk, ağlayıp inleyen Nâ’ilî'nin gönül kuşunu istek saçmm kıvrım kıvnm tuzağına bağladı, hapset-

(68)

13

1. Kâküllerkı Jci çîn-i cebîn üzre buldu tâb Gösterdi oezr ü meddini deryâ-yı ıztırâb 2. Dünyâya berk-i tîg-i nigâhiıtıla tâb ver

Düşsün sipâh-ı fitneye teblerze-i kıbâb 3. Âlem harâb olur nigehinden ki eylese

Sercûş-ı câm-ı işve şikest-i humâr-ı hâb 4. Deyr-i cihanda bir sanem-i şivekâr ile

Zünnâr-bend'i aşk olalı hâlimiz harâb 5. Fart4 hücûm-ı nâzdan ol şuha Nâ'üî

Reng-i şarâb-ı işve olur perdeci hicâb

M efû lü fa iîâ tü m efâ ’îîü f â ’ilün

(69)

13

1. Kaküllerin çatılmış alnma büklüm büklüm dökü­

lünce, gönüldeki ıstırap denizi dalgalanmaya; coşup kabarmaya, yatışıp çekilmeye başladı.

2. Dünyayı yanbakış kılıcmm şimşeğiyle aydınlat, ha­

reketlendir. Bakışınm kanşıklık çıkaran askerine de, gökkubbelerini sıtma nöbetine tutulmuş gibi tit­

retmek düşsün.

3. Naz, işve kadehi köpük köpük coşup taşarak gözün uyku mahmurluğunu dağıtırsa yanbakışmdan bü­

tün dünya harabeye döner

4. Bu dünya kilisesinde işveli bir güzelle aşk zünnarı- nı belimize bağlayalıdan beri halimiz harab ol­

du™.

5. Ey Nâ'ilî! Nazmm hücumunun çokluğundan o şuh güzele işve şarabının rengi utanma perdesi olur; yü­

zünü kızartır

(70)

14

1. Sümûm-ı bâdiye»i ye’s olur şemîm-i tarab Riyâz-ı bahtına olsa vezân neskri'i tarab 2. Garîb-i şehr ü diyâr-ı mahabbetin bir olur

Yanında jkülheıı-i gam giilşen-i na'îm-i tarab 3. O kıblegâh'i t^neenânm eyler olmağa nâz

Gedâ-yı kûyu tavâf-âver-i harîm-i tarab 4. Tegâfülüyle eder güft-gûy-ı nûrânî

Gamıyla ülfet eden olsa da necüm-i tarab 5. Olur mezâk-ı haikîkatte Nâ'ilî hemrenk

Humâr-ı dürd-i keder neşve4 amîm-i tarab

M efâ’îliin fe'ilâtün m efâ’îtün fe'iîün

(71)

14

î. Sevinç, neşe rüzgârı bahtımın bahçesine doğru esse, neşenin ıkoJcusu bile umutsuzluk çölünde esen samyelini andırır.

2. Aşik ülkesi ve sevgi şehrine yeni gelmiş bir yabancı için gam külhanıyla, neşenin, zevkin bütün nimet­

lerinin bulunduğu gül bahçesi birdir.

3. O, bütün arzularm yöneldiği, bütün dileklerin kıb­

lesi olan sevgÜinin bulunduğu yerlerde dolaşan di­

lenci, neşe, mutluluk Kal>esinin çevresinde dolan­

maya nazlanır

4. Sevgilinin derdine, gamına bir kere ahşan, cismiyle neşenin nedimi, yanından aynimayan sırdaşı bile olsa, ruhuyla onu bırakıp yine gizlice onun tegafü- îüyle görüşüp konuşur.

5. Ey Nâ*iH! G e r ç e ^ tadmı alanların dimağında, ke­

der şarabının tortusunun verdiği başağnsıyîa, neşe­

nin verdiği bütün coşkunluklar aynıdır.

(72)

15

1. Gül hâra düştii sln«-£igâr oMu andelîb B ir hâra baktı bir güle zâr oldu andelîb 2. Şehnâmehânlık eyledi keyhusrev-i güle

Destân-serâ-yı sebz ü bahâr oldu andelîb 3. Feryâda başladı yine her perri hârdan

Dîvânserây-ı gülde hezâr oldu andelîb 4. Gül gördü pâre pâre ciğer gonca gark-ı hûn

Memnûn-ı zahm-ı hançer-i hâr oldu andelîb 5. Ey Nâ’ilî vedâ-ı gül ü bâğ u râğ edip

Mehcûr-ı yâr u dâr u diyâr oldu andelîb

M efûlü F â’ilâtü m efâ ’îlii fa ilim

Referanslar

Benzer Belgeler

Aşağıda alt alta verilmiş olan ifadeleri okuyalım. Son sıradaki

• Sonuçtaki anlamlı rakama sayısı veriler arasında en az anlamlı rakam içerendeki kadar olmalıdır.... Kimya da ilk keşifler ve Dalton

O kadar ki, mecmuanın imtiyaz sahibi Ab- dullah Ziya bir gün Akademi'de bizlere (biz o zaman mimari atölyesi öğrencisi idik) gerekirse paltomu satarım mecmua yine de yürür

Yapı için teklif edilen taşıyıcı iskelet sistemi ve elamanlarının uygulamaya el- verişliliği, ulaşılmak istenen ve plânlama kalitelerinin mimarî etkiyle kolayca

Zeki üayâr - Neşriyat müdürü

Periferal arteriyel hastalık ve kronik hiperhomosisteinemili hastalarda endotel disfonksiyonunda ADMA’nın potansiyel rolünün araştırıldığı bir çalışmada; 76 hasta

Etilen elde&amp;i için yapılan çalışmalar göstermiştir ki, özellikle artan petrol fiatları kar- şısında ekonomik olmaya yönelmiş hidrojenlemey- le yüksek ısı değerli

&#34;Köyccğiz&#34;Dalyan&#34; diyc yazı|dığnı, oysa l988 yılındin itibaEn Dılyan'ln oİracı i|çcsinc bağlandlğlnl anlmsattyor-. Sıyın Asıln Gtlncş' I bir in