• Sonuç bulunamadı

ÜNİTE. SOSYAL HİZMET KURAM VE YAKLAŞIMLARI Prof. Dr. Veli Duyan İÇİNDEKİLER HEDEFLER VAROLUŞÇU YAKLAŞIM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ÜNİTE. SOSYAL HİZMET KURAM VE YAKLAŞIMLARI Prof. Dr. Veli Duyan İÇİNDEKİLER HEDEFLER VAROLUŞÇU YAKLAŞIM"

Copied!
25
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HEDE FL ER

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Fenomenolojiyi bilebilecek,

• Varoluşçuluğu açıklayabilecek,

• Varoluşçuluğun kökenini anlayabilecek,

• Dasein ve türlerini açıklayabilecek,

• Varoluşçuluğun temel

kavramlarını fark edebilecek,

• Varoluşçu psikoterapi ve sosyal hizmeti karşılaştırabileceksiniz.

İÇİ NDEKİLE R

• Fenomenoloji

• Varoluşçuluk

• Varoluşçuluğun Kökeni

• Dasein (Evrende Bulunmak)

• Temel Kavramlar

• Varoluşçu Psikoterapi

• Sosyal Hizmet ve Varoluşçuluk

ÜNİTE

6

©Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz.

VAROLUŞÇU YAKLAŞIM

SOSYAL HİZMET KURAM VE YAKLAŞIMLARI

Prof. Dr. Veli Duyan

(2)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

V ARO LUŞÇU YAK LAŞ IM

Fenomenoloji

Varoluşçuluk

Varoluşçuluğun Kökeni

Kierkegaard

Jaspers

Heidegger

Dasein (Evrende Bulunmak)

Temel Kavramlar

Ölüm

Kaygı

Özgürlük

Varoluşçu Yalıtım

Otantik Varlık

Sorumluluk

Vicdan ve Kararlılık Varoluşçu Psikoterapi

Sosyal Hizmet ve Varoluşçuluk

(3)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

GİRİŞ

Psikanaliz ve davranış terapisine bir tepki olarak doğan Varoluşçu Yaklaşım felsefedeki fenomonoloji ve varoluşçuluktan etkilenmiştir. Varoluşçu Yaklaşım, insan doğasına ilişkin deterministik bakışı ve radikal davranışçı görüşü reddeden bir yaklaşımdır. Psikanaliz özgürlüğün, bilinçaltı güçlerle, akılcı olmayan güdülerle ve geçmiş olaylarla sınırlandırıldığını savunurken; davranışçılar özgürlüğün, sosyo-kültürel koşullar tarafından sınırlandırıldığını ileri sürmektedir. Varoluşçu yaklaşım seçeneklerimizden ve eylemlerimizden sorumlu olduğumuz

varsayımına dayanmaktadır.

Hümanizm ve varoluşçuluk, yerleşik felsefelere dayanan yaşama bakış biçimleridir. Hümanizm, bilinçli insanoğullarının akıl yürütme, seçim yapma ve özgürce hareket etme yetisine inanmaktadır. Bu, insancı olmaktan, yani

insanlıklarına değer verdiğimiz için insanlara nazik yaklaşmaktan farklıdır. İnsanın akıl yürütme yetisi üzerinde durması nedeniyle, hümanizm genellikle ateizm veya agnostisizm –yani Tanrılara veya dine inanmama- ile ilişkilendirilmektedir.

Bunun nedeni, bu tür inancın mantıktan ziyade iman gerektirmesidir. Aynı zamanda, insanoğullarının kaderlerini kontrol etmeye değer verme ve bu konuda birbirlerine katılma yetilerine olan inancından dolayı, demokrasi ile de

ilişkilendirilmektedir. Varoluşçu felsefe, insanoğulları için varoluşlarının gerçeğinin anlamıyla ilgilenmektedir. İnsanların yaşamlarını kontrol etmeye ve nasıl yaşadıklarını belirleyen fikirleri değiştirmeye ilişkin kişisel gücü kazanma yetisi üzerinde durmaktadır. İnsanlar hem “özne” hem de “nesne” olarak kabul edilmektedir; yani, hem çevreye etki etmekte hem de ondan etkilenmektedirler.

Çevrenin absürd ve yabancılaştırıcı yaşantılar ve ıstırap içerdiği kabul edilmektedir [1].

Varoluşçu terapi belirli bir kişi veya grup tarafından geliştirilmemiştir.

Soren Kierkegaard (1813-1855), Friedrich Nietzsche (1844-1900), Martin Heidegger (1889-1976), Jean-Paul Sartre (1905-1980), Martin Buber (1878- 1965), Ludwing Binswanger (1881-1966) ve Medard Boss (1903-1991)’un kısa yaşam öyküleri ve eserleri Varoluşçu Yaklaşım’ın felsefi temelleri konusunda bilgi vermektedir. Viktor Frankl (1905-1997), Rollo May (1909-1994), James Bugental (1915-2008) ve Irvin Yalom (1931-) Varoluşçu Terapi Yaklaşımı’nın gelişimine katkıda bulunan öncü kuramcılar arasında yer almaktadır. Viktor Frankl

Avrupa’da Varoluşçu Kuram’ı geliştiren ve daha sonra bunu Amerika’ya götüren kişidir. Frankl kendine ait kuramı ve uygulamalarını özgürlük, sorumluluk, anlam ve değerlerin araştırılması üzerine inşa etmiş; logoterapiyi (anlam yoluyla sağaltım) geliştirmiştir [2].

(4)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Fenomenolojik Yaklaşım davranıştan ziyade içsel süreçlere

önem vermekte;

davranışı kestirmekle uğraşmamakta,

bireylerin içsel yaşantılarını anlama

uğraşı içine girmektedir.

Resim 6.1. Kierkegaard [2]

FENOMENOLOJİ

Fenomen, görüngüye karşılık gelmekte, doğrudan doğruya kendini gösterenin, verilmiş olanın betimlenmesidir. Fenomenolojik kuramlar, bireyin olaylar karşısındaki güncel algılamalarına ve yorumlarına önem verir. Odak noktası öznel deneyim olan bu yaklaşım, kişinin dünya görüşü ve olayları yorumlaması (bireyin fenomenolojisi) ile ilgilenmektedir. Olayları yani fenomenleri önsel hiçbir düşünce ve kavramla hareket etmeksizin (paranteze alarak), kişinin yaşadığı gibi anlamaya çalışma söz konusudur. Bu yaklaşımla daha çok insanların davranışlarını gözlemekten öteye gidilip onların kendilerini ve dünyalarını nasıl gördüklerini inceleyerek insan doğası hakkında derinlemesine bilgi edinmeye çalışılmaktadır. Öyle ki, aynı olay karşısında iki ayrı insan iki farklı davranış göstermektedir. Bu yaklaşım çerçevesinde, her bir kişinin olayı nasıl yorumladığı öğrenildiğinde, davranışları da anlaşılacaktır.

Psikanalitik Kuram’a göre benimsenen davranışın bilinç dışı itkilerle denetlendiği görüşünü ve Davranışçılık Yaklaşımı’na göre davranışın dış

uyaranlarla denetlendiği görüşünü Fenomonolojik Yaklaşım kabul etmemektedir.

VAROLUŞÇULUK

Varoluşçuluğun gerçek bir tanımı yapılamaz. Çünkü varoluşçuluk

sözcüğünü kucaklayan tek bir öz, tek ve değişikliğe uğrayamayan tek bir felsefe yoktur. Varoluşçuluk sözcüğü belli bir düşünme biçimini, özel bir davranışı, ruhsal bir akımı göstermektedir. Varoluşçuluğun çıkış noktaları bireyciliğe aşırı yer vermek, insanoğlunun varoluş sorununa büyük ilgi göstermek, herhangi bir

(5)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Varoluşçuluk, insan varoluşunun anlamını

içeren bir felsefe akımıdır.

düşünce ekolüne bağımlı olmamak, inançlar kümesini yetersiz görmek, sığ olduğu yaşamdan uzak olduğunu ileri sürerek gelenekçi felsefeyi küçümsemektir.

Varoluşçuluk, varoluşun öze oranla öncelliğini benimseyen bir kuramdır.

Ancak bu sadece insanlar için geçerlidir. Öyle ki, her şeyin bir varoluşu bir de özü vardır. Öz derken, bir nesnenin değişmez niteliklerinden söz edilmektedir.

Mesela, insanın özünde onun ana nitelikleri yatar. Bu niteliklerin eksikliği hâlinde insan varolmayacaktır. Varoluş derken ise, evren içinde gerçek olarak

bulunmaktan söz edilir. Mesela, ev yaptırmak isteyen bir kişinin, önce evin nasıl olacağını tasarlayıp sonra inşa etmesi, burada özün varoluştan önce geldiğini gösterir. Ancak varoluş felsefesinde, sadece insanların varoluşu özden önce gelir.

Yani, önce insan vardır; daha sonra nasıl bir insan olduğu gerçekleşir: Kişi

varolmadan önce ne büyük ne sarışın ne de sigara tiryakisidir. Ancak varolduktan sonra, büyük, sarışın ya da sigara tiryakisi olmuştur [2,4].

VAROLUŞÇULUĞUN KÖKENİ

Varoluşçuluk sözcüğünü ilk kez Kierkegaard önerip kullanmıştır.

Kierkegaard gerçek varoluşa, duygu yoğunluğu ile ulaşabileceğini

düşünmektedir. Varoluşçuluk felsefesinin tarihi Schelling'e hatta Hegel'e kadar uzanır. Daha sonra Jaspers ve Heidegger daha bilimsel terimlerle anlatmışlardır.

Varoluşçuluk, hem durumu yansıtan hem de duruma tepki gösteren bir felsefedir.

Varoluşçu düşünürler çağımız kişisinin bırakılmışlığını, yalnızlığını, boğuntusunu, umutsuzluğunu, güvensizliğini belirtmekle yetinmeyip, kendini tanımasını, özünü yaratmasını, benliğini kazanmasını, baskıdan kurtulmasını da isterler. Bu yüzden öznelliğe ve bireyciliğe büyük önem verirler. Öznellikten kalkarak bireyciliğe varırlar. Kierkegaard'a göre, gerçek bireydir. Bireyin gerçekliğini koruması için, toplumdan sıyrılması gerekir. Bireycilik ancak yalnızlık, boğuntu, kaygı ve umutsuzluk içinde belirir, korunur ve derinleşir. Jaspers, bireylerin her işine karışan devlet makinesinin kişiyi yutmasından yakınır. Marcel, hayatın

toplumsallaştırılmasına öfkelenir. Wahl'a göre bireyin varoluşu tıpkı bir kumar parası gibi tehlikededir. Sartre'a göre bireyin tehlikeden kurtulması

sorumluluğunu yüklenmesine, durumunu kavramasına bağlıdır [2,4].

Varoluşçuluk felsefesi, insanın kendini gerçekleştirmesi, insan varoluşunun rastlantılar içinde oluşu, güvensizliğe götürmesi, güçsüzlüğü ve hiçliği içinde insan, zaman içinde ve tarihselliği içinde insan, ölüme mahkûm bir varlık olarak insanın varoluşu, hiçlik karşısında insanın varoluşu, insan varoluşunun halisliği ve bu halis olmaya çağrı, özgürlüğü içinde insanın varoluşu, topluluk içinde

kaybolmuş insanın, tek insanın kendini bulması, kendi olması, doğruluk ve ahlaklılık karşısında sahici davranışı-tutumu-sorunları mevcuttur. Yine, insanın evreni aşıp aşmayacağı, nereye kadar aşabileceği sorununu da içerir.

(6)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Bir öğreticinin öğrencisini kendi kopyası yapmaya hakkı

yoktur.

Eskiden hiç üzerinde durulmayan bir şey bugün sorun oldu. “Bir yer bulmak”. Örneğin bir ailenin çocuğunu okula yerleştirmesi günümüzde bir sorun hâlini aldı. Okul kalabalığı, tiyatro, sokak kalabalıklığı kitleleşmeyi doğurdu. Bu yığınlaşma içinde insan giderek kendi özelliğinden, kendi kişisel özelliğinden çözülme-kopma durumunu yaşamaktadır. Birey, bireyselliğini kitle içinde sıradan bir insan hâlini almaktadır. Bu felsefeye göre, modern insan artık kendi yaşamını sürdürememektedir. Modern insanın kendi kendini yitirmesini, yaşamını yeniden kendi eline almasını, nesneleşmemesini, kendi yaşamına kendisinin biçim vermesini dile getirmektedir. Bu felsefeyle insanları karar verme durumuna getirmeyi, yeni bir tavır alışa yöneltmeyi, yaşamı yargılamayı amaçlamaktadır.

Yabancı, saçma, ezici, güvensiz, anlamsız bir ortamda yani hiçlikle karşı karşıya yaşamak zorunda kalan bir insan söz konusudur. Bu nedenle birey giderek kişiliğinden olmaya, toplumda yabancılaşmaya, yalnızlaşmaya,

bunalmaya doğru gitmektedir. Geçmişsiz, desteksiz, yapayalnız bir varlık, savaşı ve ölümü bekleyen bir varlıktır. Varoluşçuluk bu durumun yarattığı bir akımdır.

Kierkegaard'a göre, varoluş gerçekliği bildirilemez. Doğruluk her defa yeniden gerçekleştirilmelidir. Bir insan doğruluğu bildirebilse bile, bunu

yapmaması gerekir. Öğretmen öğrencisine dolaylı olarak biçim vermekle, dolaylı olarak onu yetiştirmekle yetinmelidir. O ancak öğrencinin gerçekleştirmesi gereken olanakları gösterebilir.

M.Heidegger varlığı varoluşta aramakta, çıkış noktası olarak insanı almaktadır. Sadece insan varlığını sorabilen, varolanın sınırlarını aşabilendir.

Heidegger'e göre insan burada olandır (Dasein) ve insan varoluştur [2,4,5].

DASEIN (EVRENDE BULUNMAK)

İnsanın ruhsal yapısının ve içinde yaşadığı fiziksel dünyanın bir bütün olduğunu öne süren varoluşçular, bu bütünlük içindeki varoluş algısını “dasein (burada olmak)” olarak adlandırmaktadır. Kişinin daseini ne kadar güçlü ise kişilik de o denli sağlıklıdır. Ancak insanın “dasein”nini geliştirmesi ve doğuştan varolan potansiyellerini yaşama geçirebilmesi sürekli çaba ve cesaret gerektirmektedir.

Anlamlı bir yaşam sürmenin yolu, sosyal kurallar ve bunlara uyma baskısı, yanlış ana baba standartları ve ölümün kendi tehdidi karşısında dahi “dasein”imızı ortaya koymak ve onaylamaktır.

Dasein’in Tarzları

“Dasein” birbiriyle ilişkili üç alandan oluşmaktadır. Varoluşçular, insanın kişiliğinin gerçekten anlaşılabilmesi için bu üç alana eşit önem verilmesi gerektiğini vurgularlar:

(7)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

• Umwelt: Fizyolojik ve fiziksel çevremizi oluşturan içsel ve dışsal objelerin dünyası (çevremizdeki dünya)

• Mitwelt: Diğer insanlardan oluşan sosyal dünya (diğerleri ile ilişkilerimiz)

• Eigenwelt: Kişinin kendisi ile potansiyelleri ve değerleri arasındaki ilişkinin oluşturduğu psikolojik dünya (kendimizle ilişkimiz).

Umwelt, insanın biyolojik varlığını sürdürme ve biyolojik gereksinimlerini karşılama dünyasıdır. Doğa yasalarının doğal döngülerin, uyku ve uyanıklığın, doğmuş olmanın ve ölümün, doyum aramanın ve gerilim boşaltmanın

dünyasıdır. Umwelt’te yasayan insan; davranışlarını biyolojik ihtiyaçlarına göre düzenler. Kendisiyle ve dış olaylarla ilişkisinin de tek amacı, biyolojik varlığını sürdürebilmek ve doyum sağlamaktadır.

Mitwelt, diğer insanlarla ilişki kurmak yönünde doğuştan getirdiğimiz ihtiyacı içermektedir. Diğer insanlardan izole bir durumda anlamlı bir varolma duygusu elde edilemez. İnsanlara nesne gibi değil, insan gibi davranmamız gerekir. Eğer onlara nesne gibi davranırsak o zaman mitweltte değil yalnızca umweltte yaşıyor oluruz. Umwelt ve mitwelt arasındaki fark, aşk ve cinsellik arasındaki farkla kolaylıkla anlaşılabilir. Eğer bir insan, diğer bir insanı yalnızca cinsel doyum için araç olarak kullanıyorsa bu kimse umweltte yaşıyordur. Aşk, karşıdaki kişiye bağlanmayı ve o kişinin varoluşuna koşulsuz saygıyı ve kabulü gerektirir.

Eigenwelt, bireyin kişisel öznel dünyasını temsil eder. Bu alan insanın kendisini ve kendi varoluşunun farkında olması ile ilişkilidir. Diğer bir deyişle kendisi için yasamasıdır. Varoluşçu düşünceye göre her insanın diğer

insanlarınkine benzemeyen insana, dünyaya, yasama ve olaylara bakış açısını belirleyen öznel bir dünyası vardır. Bu dünyasında birey özgürdür. Birey bu dünyasını nasıl var ederse öylede yasar. Bunun sorumluluğu da kendisine aittir.

Seçme özgürlüğü ve sorumluluk varoluşçu düşünürlerin en çok üzerinde durdukları kavramalardır.

May’e göre sağlıklı insanlar bu üç tarzı da eş zamanlı bir biçimde yaşarlar.

Doğal dünyaya uyum sağlarlar (umwelt), diğer insanlarla insanca ilişkiler kurarlar (mitwelt) ve tüm bu deneyimlerin kendileri için ne anlam ifade ettiğine dair keskin bir farkındalığa (eigenwelt) sahiptirler. Fakat hiçbir insan dünyada varolmanın (dasein) üç tarzını da mükemmel bir biçimde yaşayamaz. Bazı kaçınılmaz hatalar ontolojik “suçluluk duygusuna” yol açar.

(8)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

• Kişinin varoluşuna ilişkin farkındalık eksikliğinden kaynaklanan umwelt ile ilişkili suçluluk duygusu teknolojinin gelişimi ile pasifleşen ve doğadan ayrılan insanların yaşadığı “ayrılma suçluluk” duygusudur.

• Diğerlerinin ihtiyaçlarını hatasız bir biçimde anlayamadığımız için onlarla ilişkilerimizde kendimizi yetersiz olarak gördüğümüzde mitweltle ilişkili suçluluk duygusu yaşarız.

• Eigenweltle ilişkili suçluluk duygusu ise kişinin kendi potansiyellerini doyurucu bir biçimde kullanamaması ile ilişkilidir.

• Kaygı gibi ontolojik suçluluk duygusu da yapıcı ve yıkıcı biçimler alabilir.

İdeal olan, bu suçluluk duygusunu kabul etmek ve bu duyguyu diğer insanlarla ilişkilerimizi geliştirmek gibi yapıcı amaçlar için kullanmaktır.

Ancak bu duyguyu yadsımayı tercih edersek cinsel yetersizlik, çökkünlük, diğerlerine karşı kötü davranma ya da karar verememe gibi üretken olmayan nevrotik belirtilere yol açar.

May, psikolojik olarak sağlıklı insanların zihinlerinde geleceğe dair arzulanır bir durumu canlandırıp bu duruma ulaşmak için gerekli davranışları sergilemelerini “irade” ya da “amaçlılık” olarak tanımlamıştır. Bu irade

olmaksızın insanlar ne seçim yapabilir ne de yaptıkları seçime yönelik davranış sergileyebilirler.

Varoluşumuzu (daseinımızı) onaylamanın en yapıcı yolu sevgidir. Sevgi;

diğer bir insanın varlığını ve onun değerini ve gelişimini kendimizinki kadar onaylamak anlamına gelir ve dört temel bileşenin karışımından oluşmaktadır:

Cinsellik: Cinsel birleşme ya da cinsel gerilimin boşaltılabildiği diğer yollarla doyurulabilen biyolojik bir işlevdir. Önceleri üzerinde konuşulması tabu hâline gelen cinsel arzular inkâr edilmiş ancak yirminci yüzyılda insanların bu cinsel bastırmaya karşı çıkmalarının bir sonucu olarak ele alınmaya başlanmıştır.

Eros: Bizim için önemli olan kişilerle birlikte olmak yönünde duyduğumuz arzu ve o kişiyi özleyince hissettiğimiz hoş gerilim duygusudur. Psikolojik bir gereksinim olan eros, şefkat ve özen gösterme üzerine kuruludur.

Filia: Dostça ya da arkadaşça sevgi anlamına gelen, cinsel içerik

taşımayan, hoşlanma duygusudur. ( Örneğin; kardeşler arasındaki ilişki)

Agape: Diğerlerine duyulan saygı, hiçbir kazanç göstermeksizin diğerlerinin refahını önemseme, karşılıksız ve çıkarsız sevgidir.

Sağlıklı bir yetişkin bu dört tür sevginin karışımından oluşur. Sevgi, daseinin tüm tarzlarını kapsayan zengin bir yaşantıdır. Sevgi biyolojik dürtüleri

(9)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Ölüm yaşama anlam

verendir.

(umwelt), diğerleriyle ilişkileri (mitwelt) ve kişinin benliğini ve değerlerini onaylamasını (eigenwelt) içerir.

TEMEL KAVRAMLAR Kaygı

Heidegger insanın varoluşunu dünya içinde olmasına ve öteki insanlarla birlikte bulunmasına bağlamaktadır. İnsanın dünyada oluşu bu dünyayla

karşılaşmadır. İnsan dünyayla bilgiyle değil eylemleriyle (bir iş yaparak, kurarak, üreterek, yenilerek, ilgilenerek, kaygılanarak) karşılaşmaktadır. Dünya, insanın bir işlevi (ürünü, yaratması) hâline gelmiştir. Varlığımız hem dünyanın içinde hem de öteki insanların varoluşunun bir göstergesidir. Ötekiler, kendileri için

kaygılandığımız, kendileri için ilgilendiğimiz bir varoluştur. Bu kaygılanma, iyilikseverlik, sevecenlik anlamında değil, kayıtsızlığı, başkalarına karşı

kurabileceğimiz olumlu olumsuz her türlü bağıntıyı barındırmaktadır. Öyle ki bu kaygı insanların eyleminin kaynağı-temelidir. Kaygısı olmazsa eylemde

bulunamaz.

Dasein dünyaya atılmış-fırlatılmıştır. Kimse bize bu dünyaya gelmeyi isteyip istemediğimizi sormamıştır. Kimse şimdi şu durumlara girmek isteyip istemediğimizi sormamıştır. Burada oluşumuz (dasein) bize yalnızca zorlanmıştır, yük olarak bize yerleşmiştir. Bu nedenle içinde olduğumuz dünya bize yabancıdır, bizden uzak ve düşmancadır. Orada kendimizi evimizde hissetmeyip aksine yabancı, korumasız, yurtsuz, evsiz-barksız hissederiz. Heidegger insanın bu terkedilmişliği içinde iç daralması yaşadığını düşünmektedir. Bu da kaygıdan başka bir şey değildir. Dasein'ın yaptığı, dilediği, bildiği, vb. tüm şeyler, ilgi büyük-ilgi, kuram, kılgı, isteme, dileme, itki, eğilim kaygının görünüşleridir. Kaygı, Dasein'in varlığıdır [6].

Ölüm

Heidegger'e göre varlık temelini en derinden açığa vuran ölümdür. Ölüm insan varlığının bütün olanakları arasında en gerçek olanıdır. Çünkü ölüm bir başkası tarafından yerine getirilemez, herkes kendi başarır. Ölüm aşılamaz bir şey olup ölümle bütün olanaklar biter. Ölüm varolduğunda insanı aşan bir biçim alır. Ölüm yaşama anlam verendir. Çünkü ölüm olmasaydı hiçbir şeye

başlayamazdık. Ancak ölümün ne zaman geleceği bilinmiyor. Herkes herkesin öleceğini bilir. Ancak insan günlük işlerinde ölümün korkusundan uzaklaşmaya çalışır. Oysa bu kendi ölümü karşısında korkakça bir kaçmadır. Ancak kendi ölümünü göz önünde tutarak sağlam kalan, kendini sağlam tutan, kendi varoluşuna doğru açılabilir. İnsan ölüm korkusuyla “ötekiler”de bir sığınak

(10)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Ölüm ve hayat iç

içedir.

aramaktadır. Ölümün yarattığı iç daralması insanı (dasein) otantik olmayan sıradan varlığa götürmektedir.

En göze çarpan, en kolay korkuya neden olan kaygı ölümdür. Şu an varız, ama bir gün olmayacağız. Ölüm gelecek ve ondan kaçışın bir yolu yok. Korkunç bir gerçek olan ölüme, ölümcül bir korkuyla tepki vermekteyiz. Buradaki

çatışmanın nedeni, ölümün kaçınılmazlığının farkında olma ile varolmaya devam etme isteği arasındaki çatışmadır. Ölüme yönelik iki temel önerme sosyal hizmet uygulaması için önemli anlamlar taşımaktadır. Bunlar:

• Hayat ve ölüm birbirine bağımlıdır; aynı anda vardır, birbirine ardışık olarak değil; ölüm, hayatın perdesi ardında sürekli olarak sesini duyurmakta ve davranış üzerinde büyük etkide

bulunmaktadır.

• Ölüm ilk anksiyete kaynağı ve bu sıfatla ilk psikopatoloji kaynağıdır.

Her şeyin yok olduğunu gören insanoğlunu ölüm korkusu sarmaktadır.

Ama yok olmanın ve korkunun varlığında yaşaması gerektiği gerçeği, hayatın en önemli gerçeklerindendir. Stoacı felsefeye göre, ölüm hayatın en önemli olayıdır.

İyi yaşamayı öğrenmek iyi ölmeyi öğrenmektir ve bunun tersine iyi ölmeyi öğrenmek iyi yaşamayı öğrenmektir. Ölüm ve hayat iç içedir. Hemen her büyük düşünür hayatının başlarında ya da sonlarında ölüm üzerinde düşünmüş ya da yazmıştır. Birçoğu ölümün hayatın ayrılmaz bir parçası olduğu ve ölümün hayat boyu düşünülmesinin hayatı yoksullaştırmaktan çok zenginleştirdiği sonucuna varmıştır. “Ölümün fizikselliği insanı tahrip etse de ölüm fikri onu korur.”

düşüncesini inceleyen büyük düşünür Heidegger, kendi kişisel ölümümüzün farkında olmanın bizi bir varoluş şeklinden daha yüksek olana geçmeye sevk ettiğini düşünmektedir. Heidegger burada iki varoluş şekli olarak kabul ettiği otantik olmayan varoluştan(varolmayı unutma durumu) otantik varoluşa geçişten söz etmektedir. Otantik olarak varolan kişi, öz farkındalığını yaşar.

Kendi olanaklarını, sınırlılıklarını bilir. Böyle bir kişi mutlak özgürlük ve yoklukla yüzleşir ve onların karşısında endişelenir. Ölüm hayatımızı otantik bir tarzda yaşamamızı bizim için olası kılan bir durumdur.

Ölümün hayatımıza olumlu katkıda bulunduğunu kabul etmek kolay değildir. Genellikle ölümü çok kötü bir şey olarak görürüz. Ölüme dair olumlu bir bakış açısını saçma buluruz. Ancak kısa bir süre için olsun ölüm düşüncesinin olmadığı bir dünyayı hayal ettiğimizde hayatın yoğunluğundan bir şeyler

kaybolacaktır. Ölüm inkâr edildiğinde hayatın küçüldüğünü görürüz. Freud Birinci Dünya Savaşı sırasındaki yazılarında savaşla birlikte hayatın yeniden ilginç hâle

(11)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 geldiğini, tam anlamını bulduğunu belirtmiştir. Ölüm dışlandığında, kişi işin

içindeki riskleri gözden kaçırdığında hayat zayıflar [6].

Bütün bu örneklerde, ölümle yüzleşmenin ardından kişilerde olumlu değişiklikler gözlendiği görülmektedir.

Özgürlük

Bir diğer güçlü ama çok daha az anlaşılabilir kaygı özgürlüktür. Normalde özgürlük olumlu bir kavram olarak düşünülür. İnsanlar tarih boyunca özgürlüğü için çabalamıştır-savaşmıştır. Ancak kaygı açısından yaklaşıldığında, özgürlüğün korkuya yapışık olduğu görülmektedir. Varoluşçu zemin açısından "özgürlük", dışsal zeminin yokluğuna gönderme yapmaktadır. Her zamanki deneyimin tersine, insanoğlu, doğasında bir modeli barındıran iyi yapılandırılmış bir evrene girmemektedir. Daha çok, insan, kendi dünyasından, hayat tarzından,

seçimlerinden ve hareketlerinden tamamen sorumludur-yani bunların yazarıdır.

Bu anlamda özgürlük ürkütücü anlam taşımaktadır: altımızda bir zeminin

Ör ne k

•Senatör Richard Neuberger kanserden ölmeden kısa bir süre önce şu değişiklikleri ifade etmiştir: Dönüşü olmayacağını düşündüğüm değişiklikler oldu bende. Saygınlık, politik başarı, mali durum gibi konular birdenbire önemsiz hâle geldi. Kanser olduğumu fark ettiğim o ilk saatler içinde Meclisdeki yerimi, banka hesabımı ya da özgür dünyanın kaderini hiç

düşünmedim... Karım ve ben hastalığımın teşhis edilmesinden bu yana hiç kavga etmedik. Eskiden onu diş macununu alttan sıkmak yerine üstten sıktığı, benim titiz iştahıma uygun şekilde ikramda bulunmadığı, konuk listesini bana danışmadan hazırladığı için azarlardım. Şu anda ya bu konuların farkında değilim ya da ilgisiz görünüyorlar.. Bunların yerini bir zamanlar öylesine kabul ettiğim şeylerin yeniden takdir edilmesi aldı-bir arkadaşla öğle yemeği yemek, Muffet'in kulaklarını kaşıyıp mırıltılarını dinlemek, karımın arkadaşlığı, başucu lambamın ışığı altında bir kitap ya da dergi okumak, bir bardak portakal suyu ya da bir dilim kek için buzdolabını talan etmek. Sanırım ilk defa hayatın tadını çıkarıyorum. Sonunda ölümsüz

olmadığımı fark ettim. Sahte gurur, yapay değerler ve

hoşlanılan tepeden bakışlarla-en sağlıklı olduğum zamanlarda bile -kendim uğruna berbat ettiğim bütün o olayları

hatırladığımda ürperiyorum.

(12)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 olmadığı anlamına gelmektedir-altımızda hiçbir şey yoktur, sadece bir boşluk, bir uçurum vardır. O hâlde, anahtar durumundaki varoluşçu dinamik, zeminsizlikle karşı karşıya kalmamızla, zemin ve yapı için duyduğumuz arzu arasındaki çelişkidir [6].

Varoluşçu Yalıtım

Üçüncü nihai kaygı ise yalıtımdır-yalnızlığın eşlik ettiği kişiler arası ya da kişinin içindeki yalıtım (kişinin kendi parçalarından yalıtım) değil, temeldeki yalıtımdır-yani yaratıklardan ve dünyadan yalıtımdır- ki bu diğer yalıtımdan daha kötüdür. Birbirimize ne kadar yakınlaşırsak yakınlaşalım en sonunda arada kapatılamaz bir boşluk kalacaktır; her birimiz varoluşa tek başımıza başlarız ve varoluştan tek başımıza da ayrılmalıyız. Bu nedenle varoluşçu çatışma, mutlak yalıtımımızın farkında olmamızla, bağlantı kurma, korunma ve daha büyük bir bütün olma arzumuz arasındaki gerilimdir [6].

Anlamsızlık

Dördüncü nihai kaygı ya da varoluş getirisi anlamsızlıktır. Eğer ölmek zorundaysak, eğer kendi dünyamızı oluşturuyorsak, eğer her birimiz aslında kayıtsız bir evrende tek başınaysak, o hâlde hayatın anlamı nedir? Neden

yaşıyoruz? Nasıl yaşayacağız? Eğer bizim için önceden verilmiş bir model yoksa o hâlde her birimiz hayattaki kendi anlamımızı bulmalıyız. Fakat kişinin kendi yarattığı anlam insanın hayatını taşıyacak kadar sağlam olacak mıdır? Bu varoluşçu dinamik çatışma, bir anlamı olmayan evrene fırlatılmış, anlam arayışı içindeki yaratığın ikileminden kaynaklanmaktadır.

Varoluşçu dinamikler bu dört nihai kaygılara ve her birinin neden olduğu bilinçli ve bilinçdışı korku ve güdülere gönderme yapmaktadır. Dinamik varoluşçu yaklaşımla Freud'un çizdiği temel dinamik yapı korunmakta, ancak içeriği

temelden değiştirilmektedir.

DÜRTÜ→ANKSİYETE→SAVUNMA MEKANİZMASI şeklindeki eski formül, TEMEL KAYGILARIN FARKINA VARMA→ANKSİYETE→ SAVUNMA MEKANİZMASI hâlini almıştır.

Bu iki dinamik arasındaki en önemli farkı, Freud'un zincirinin dürtüyle başlamasına karşın varoluşçu çatının farkındalık ve korkuyla başlaması oluşturmaktadır. Otto Rank'a göre, eğer bir terapist, bireyi, içgüdülerinin egemen olduğu bir birey değil, aslında korku dolu, acı çeken bir varlık olarak görürse çok daha güçlü olacaktır.

(13)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

İnsanların çoğu kendi gerçek varlıklarına göre

yaşamayıp onlar alanına saklanarak- benimseyerek yaşarlar;

kaybolurlar.

Bu dört nihai kaygı (ölüm, özgürlük, yalıtım ve anlamsızlık) varoluşçu dinamiklerin temelini oluşturur. Bireysel ruhsal düzenlemenin her düzeyinde önemli rol oynarlar. Klinik çalışmayla da büyük ilişkileri vardır [6].

Otantik Varlık

İnsan birlikte yaşadığı insanlar(ötekiler) arasında bulunur. Bizimle burada birlikte olan onlar alanıdır. Bu onlar alanı her şeye egemen olur. Öyle ki bizler eğlenildiği gibi eğlenen, okunulanı okuyan, bir sanat üzerinde yargılama yapıldığı gibi yargılama yapan, öfkelenildiği gibi öfkelenen varlık hâlini alırız. Çünkü bu 'onlar' olağan dışına yer vermemektedir; direnmek isteyeni durdurmakta, sıradan insan hâline getirmektedir. Onlar, sorumsuz olup sorumluluk getiren yerde olmazlar. Onlar hiç kimsedir-kitledir. İnsanların çoğu kendi gerçek varlıklarına göre yaşamayıp onlar alanına saklanarak-benimseyerek yaşarlar, kaybolurlar. Kendine yönelip yaşayan bir insan kendi gerçekliği, kendine özgü oluşu içinde yaşar. Bu bir otantik varolmadır. Bir de insanın otantik varolmama biçimi vardır ki burada insan kendinin olmayan bir tutum içinde bulunur. Onlar insanı aldatır, yabancılaştırır. Sartre insanın anlamsız dünya içinde, yaşam kendisini zorladığı için kendini aldattığını belirtmektedir. Şöyle ki, yaşamın kendisinden beklediği davranmakla insan kendisini bir anlamda aldatmaktadır.

Örneğin, bir garson, garson olarak ondan beklenildiği şekilde davranışlarda (nazik, çevik, sessiz) bulunur. Bu nedenle Sartre dünyayı bir tiyatroya

benzetmektedir. Orada herkes kendi rolünü oynamaktadır. Ama kimse oynadığı rolü gerçekten olma durumunda değildir. Mesela bir palyaço içi kan ağlasa bile seyircisini güldürmek zorundadır [6].

Özgürlük

Sartre başlangıçta insanın 'kendinde varlık' olduğunu, kendi kendisini bilmesi için ötekilere açıldığını düşünmektedir. Bu şekilde kendi kendisiyle bağlantı kuracaktır ve kendi bilincine erişecektir: 'Kendinde varlık' - 'Kendi için varlık' Sartre'a göre insan yabancı bir yerde olmadan kendi yurdunu bilemez.

Varlığın yabancısı da hiçliktir. İnsan bu hiçliği bilmeden varlığı bilemez.

İnsan temelinden özgürdür. İnsan gerçekleştirebileceği olanaklar toplamıdır. Sartre "İnsan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur."der. İnsan kendinden ne yapabilirse odur. Eylemleri gelecek içinde kökenleri özgürlük içinde bulunur. İnsan özgürlüğe mahkûmdur; özgürlük onun alın yazısıdır. Her şeyde özgürdür. Bundan dolayı insan zorunlu olarak huzursuz kalır, “kendinde'”

duyduğu varlık açlığını doyurmaya çalışır. Sartre doğuştan nitelikler diye bir şeye inanmaz, bütün niteliklerin özgür eylemlerle gerçekleştiğine inanır. İnsan önce buradadır. Doğuşundan o ne iyidir ne kötü, ne bilgilidir ne bilgisiz, ne dürüsttür

(14)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 ne de suçlu. Her bir insan ne olmuşsa odur, kendinden ne yapmışsa odur. İnsan kendi özünü kendi eylemleriyle yaratır.

Heidegger bırakılmış olan insanın varlığının kendi olanaklarını

tasarlayabilen, yaratabilen ve gerçekleştirebilen kimse, yani kendini anlayan olduğunu göstermektedir. Bu durumda “kendini tanıma”, kendi üzerinde inceden inceye düşünmekle olmayacaktır. Tam tersine kendi gücünü deneyerek ne kadar başarabileceğini anmakla, denemekle olur. Öyleyse insan özgürlük içinde yarattığı ve gerçekleştirdiği kendi yapı planının kurucusudur. Kendi yapı planını gerçekleştiremeyen insan başkalarınınkini gerçekleştirecek, dolayısıyla kendi özgür yaşamını sürdüremeyecektir.

Varoluşçu düşünürler, özgür olarak kendilerini seçenlerin, kendilerini yaratabilenlerin, varoluşlarını benimdir diye kabul edenlerin gerçekten

varolduğunu belirtirler. Varolmak için insan, ne olmak istiyorsa onu seçmelidir.

Özgür seçmeleri sonucunda sürekli kendini aşacaktır. İnsan, olmak istediği kişiyi seçmekle özünü de seçmiş olacaktır. Ancak bu seçimlerde bulunurken kendi dışındakiler (ötekiler-dış dünya) etkili olacaktır. İnsanlar gene de gerçek

özgürlüğe sahiptirler; çünkü, insan için, kendisi olmayan her şey, insanın istediği biçimde verdiği anlamdan ibarettir. Örneğin, çirkin ya da güzel olalım; bir işçi çocuğu olalım, ya da zengin bir aileye sahip olalım, bütün bu olaylara karşı elimizden bir şey gelmez. Ama bize bağlı olmayan bu tür olaylar karşısında istediğimiz tavrı takınabiliriz. Bütün bunlardan gurur ya da utanç duyabiliriz. Bu olayları biz seçmeyiz; ama onlara bakış açımızı biz seçeriz. Yani onları biz üstleniriz [6].

Sorumluluk

Sartre'a göre kişinin dünyaya atılmışlığı, kendi başına bırakılmışlığı onun kendi yaptıklarından sorumlu olduğunu göstermektedir. İnsanın bir temeli, nedeni yoksa kendi kendinin temeli, kendi kendinin nedeni olacaktır. Kendini nasıl kurarsa öyle olacaktır. İnsanlar belli bir tarihsel, toplumsal, düşünsel, ruhsal gerçeklik içinde yaşarlar. Ancak bu durum sıkı bir determinizme yol açmamakta, insanlar sürekli seçimlerde bulunmaktadır. İnsan bu seçimleriyle-eylemleriyle insan kendini olmak istediği gibi yapacaktır. Böylece insana varoluşunun sorumluluğu yüklenmektedir. İnsan kendini seçerken yani olmak istediği kişiyi yaratırken herkesin nasıl olması gerektiğini de tasarlar. Bu durumda insan sadece kendisinden değil herkesten sorumludur. Bir şeyi seçmekle o şeyin değerli olduğunu belirtmiş oluruz, çünkü kötüyü değil iyiyi seçeriz. Herkes için iyi olmayan şey bizim için de iyi olmaz. Özgürlüğe mahkûm olan insan bütün yaptıklarından sorumludur. Hiç kimse bize ne yapmamız gerektiğini söyleyemez.

(15)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Korkak ya da kahraman olmak insanın elindedir. Korkak kendi kendini korkak, kahraman kendi kendini kahraman yapar.

Sorumluluk, Varoluşçu Yaklaşım’ın temel taşlarından biridir ve bu yaklaşım temel alınarak yapılan çalışmalar sonucunda; kişiler davranışlarının başkaları tarafından nasıl görüldüğünü, kendi davranışlarının başkaları üzerinde nasıl duygular uyandırdığını, davranışlarının başkalarında ne tür düşüncelere neden olduğunu ve davranışlarının kendi görüşlerini nasıl etkilemekte olduğunu öğrenirler. Burada kişi davranışlarının insanlarla kurduğu iletişimi

biçimlendirmesindeki rolünü anlar ve sonuçta diğer insanların ona gösterdikleri davranışlardan kendisinin sorumlu olduğunu kavramaya başlar [6].

Vicdan ve Kararlılık

Heidegger'de vicdan, onlar alanının etkisi altında kalmayı bırakması için yapılan çağrıdır. Kaygı varoldukça vicdan gelişecektir. Vicdan bizi onlar alanının günlük işlerine düşmemek için uyararak, bizi kendi benliğimize-özgürlüğümüze dönmeye çağırıyor. Bizler bu dünyada üstesinden gelemeyeceğimiz ödevlerle karşı karşıyayız. Vicdan insana kendi yüksekliğini de gösterir. İnsanı kararlılığa çağırır. Kararlılık, insanın yaşamını güçlükler içinde de kendi eline aldığı, aşabildiği noktadır. Onun sayesinde insan, dünyada oluşunu yüreklilikle kabullenir ve dünya içindeki rolünü kararlılıkla benimser. Kararlılık ölme özgürlüğüdür.

VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ

Varoluşçu psikoterapi, bireyin varolmasından kaynaklanan endişelere odaklanan dinamik bir terapi yaklaşımıdır. Varoluşçu görüş farklı türde bir temel çatışmayı vurgulamaktadır: Ne bastırılmış içgüdüsel çekişmelerle ne de

içselleştirilmiş önemli yetişkinlerle olan çatışmayı önemsemektedir, onun yerine bireyin varolmanın getirileriyle yüzleşmesinden kaynaklanan çatışma üzerinde durmaktadır. Varolmanın getirileri derken belirli en nihai kaygıları (ölüm, özgürlük, yalıtım, anlamsızlık), insanoğlunun dünyadaki varlığının bir parçası, hem de önemli bir parçası olan, yaratılıştan getirilen belirli nitelikler

kastedilmektedir.

Psikiyatride varoluşçuluk, II. Dünya Savaş’ını izleyen yıllarda Batı

Avrupa'da belirlemeye başlayan ve giderek Amerika kıtasında da yaygınlaşan bir yaklaşımdır. Heidegger'in ontolojisinden (varlık biliminden) etkilenerek

psikoterapi temeli üzerinde geliştirilen bir tedavi tutumudur. Psikolojide varoluşçuluk bağımsız bir tedavi ekolü değildir. İnsanı anlama çabasında, geleneksel yöntemlerden temelden farklı bir yöntem izler. Varoluşçu psikiyatrinin kurucularından Binswanger, geleneksel bilimsel yöntemlerin

(16)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Varoluşçuluk, varoluşun zaman boyutuna önem

verir. İnsanı heran olmakta olan bir süreç

olarak ele alır.

psikiyatride kullanımının müracaatçının yaşadıklarının anlaşılabilmesini engellediğini öne sürer. Bu nedenle, müracaatçıları hazır kavramlara ya da beklentilere sokmamak gerekmektedir. Psikanalitik Kişilik Kuramı, kişiliği bölümlere ayırıp insanları kavramlar içine yerleştirmesi nedeniyle

eleştirilmektedir. Hem psikiyatrik hem de felsefi açıdan bu yaklaşım, insanı birimler ve mekanizmalar topluluğu olarak açıklamak yerine, öylece 'olmakta olan' bir varlık olarak anlamaya çalışır. Tabi bu demek değildir ki Varoluşçu Yaklaşım’da, davranışların gerisindeki dinamik güçleri ve mekanizmaları

incelemez. İnceler ancak incelerken görünen şeylerin gerçek olmayabileceğini de göz önünde bulundurur. Varoluşçu Yaklaşım mantık karşıtı da değildir. Hem öznelliğin hem de nesnelliğin altındaki gerçeği araştırır. Hem insanın yarattıklarını hem de bunları yaşayan -yaşananları yaratmakta olan- insanı inceler. Gerçekte olan 'yaşanmakta olan anda' insanın kendi dünyasında

yaşananlardır. Varoluşçu yaklaşımın tedavi olarak kullanımında, spesifik davranış örüntülerinin ve bunların gerisindeki dinamiklerin öğrenilmesi gerekli görülür. Bu yaklaşıma göre, bir insan hakkında bilgi sahibi olma, onu tanıma anlamına gelmez. Bir insanı tanımak, onunla aramızda oluşan bağı yaşamaktır. Bu nedenle varoluşçu uzman, müracaatçı hakkında öğrenmiş olduklarından farklı bir

düzeyde, onunla birlikte o anda yaşananlara odaklaşır. Elbette ki onun hakkında edindiği bilgilerle de ilgilenir. "Ben"in algılanması, yaşanabilmesine öncelik tanıyan bir yaklaşımdır. "Ben"i yaşayabilmek kişinin sorunlarına çözüm sağlamaz, ama çözüm için ön koşuldur. "Ben"i yaşamak, bilinci, bilinç dışını ve insanın bütününü içerir. İnsanın içsel yaşantılarını farkedebilmesinden de öte bir yaşantıyı tanımlar. Buradaki ben, ego’dan farklıdır. Ego, kişiliğin dış dünya ile ilişki kuran kısmıdır ve dış dünyanın bir yansımasıdır. Yani ego, özne-nesne ilişkisindeki özne iken, "ben" bir özne olmayıp kendisini 'o anda varolmakta olan' bir özne olarak algılayabilen bir yaşantıdır. Varoluşçu uzman, müracaatçıyı "onun kendi dünyası içinde" anlamaya çalışır. Burada anlatılmak istenen, kişinin

çevresindeki insanlar dünyası değil, içinde varolduğu kendine özgü dünyasıdır.

Varoluşçular, Batı dünyasının içinde yaşadığı anksiyete ve umutsuzluğun

kökeninde "kendi dünyalarını kaybetmiş olma" olgusunun olduğu görüşündedir.

Çağdaş insan hem insanların dünyasına yabancılaşmış hem de kendi dünyası içinde tutsak duruma düşmüştür. İnsan, geçmişi şimdiki zamana getirerek yaşama ya da uzun vadeli geleceğin tasarımları doğrultusunda davranma kapasitesine sahip bir varlıktır. Bu nedenle varoluşçuluk, varoluşun zaman boyutuna önem verir. İnsanı her an olmakta olan bir süreç olarak ele alır. Geçmiş dışlanmamakta ancak geçmişin, geleceğin ışığında anlaşabileceği görüşü

vurgulanmaktadır. Çünkü geçmişin belirleyici nitelikteki olayların anlamı da şimdiki zaman ve gelecek tarafından belirlenmektedir. Sonuç olarak, geçmiş şimdiki zamandan bağımsız olmadığı için mekanik biçimde değerlendirilemez [1].

(17)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

İnsan mekanik bir aygıt olmadığından onun davranışlarını bir takım

gruplara ayırmak, sistematize etmek, şablonlaştırmak insanı

anlamak değil, onun anlaşılmasını zorlaştıran

temel faktördür.

Psikoterapide süregelmiş geleneğe göre, teknik “anlama”dan önce gelir.

Varoluşçu psikoterapistlerden Rollo May, anlamanın teknikten önce geldiğini belirtmektedir. Varoluşçu psikoterapide esnek bir süreç izlenmektedir. Ancak bu, her anın, her dönemin kendine özgü yaşantısına göre, uygun bir geleneksel tekniğin kullanıldığı ve somut ögeler üzerinde denenen bir esnekliktir. Burada tedavi sürecine odaklanılmaktadır. Müracaatçıyla gerçek bir ilişki yaşanır. Uzman bu süreç içerisinde kendi sorunlarını bir yana bırakıp, tedaviye gelen kişinin o süre içindeki varoluşunu anlamaya çalışır. İnsanın varoluş gerçeği, daima bir şeyle ya da bir insanla olan ilişkisini içerir. Terapist de tedaviye gelen kişinin ilişki alanının önemli bir parçasını oluşturur ve ancak "dünyasına katılarak" onu anlayabilir. Tedaviye gelen kişinin beklentisi, açıklama değil yaşantıdır.

Fenomenolijistlerin, yaşananların nedenleri üzerinde değil de, ne yaşamakta olduğumuzu farkedebilme üzerinde durmaları görüşünden etkilenildiği

görülmektedir. Kişinin ne yaşadığı farkedildiği takdirde, yaşadıklarının nedeninin de kendiliğinden ortaya çıkacağı düşünülmektedir. Varoluşsal sosyal hizmet müdahalesinin amacı, kendini kandırma sayesinde görmezden gelinen,

kendisinin ve dünyanın niteliklerinin daha fazla farkına varılmasını sağlayacak bir bilinçlilik elde etme; seçim yapma yeteneğini artırarak, bireyleri yaşantılarını kendileri yönlendiren özneler hâline getirmedir. Seçim sorumluluğunun önemli varoluşsal karar verme anlarında müracaatçıya bırakılması, Varoluşçu

Yaklaşım’ın genel ilkelerindendir. Varoluşçu Yaklaşım’ı benimseyen sosyal hizmet uzmanları müdahale sırasında müracaatçının karşılaştığı seçim olasılıklarını her fırsatta belirterek, kararın müracaatçıya bırakıldığını; kendi yaşam

sorumluluğunun danışana ait olduğunu göstermeye çalışırlar. Şayet,

müracaatçının depresyon tedavisi gibi klinik bir durumu söz konusuysa, karar verme ve seçim sorumluluğunu almaktan uzak olduğu düşünülerek, belli bir esneklik gösterilmektedir [6].

Varoluşçular ve Psikanalistler

Hem varoluşçular hem de psikanalistler, müracaatçının müdahale sırasında önceki yaşamındaki ilişki örüntülerini yineleyeceklerini

düşünmektedirler. Ancak varoluşçular, bu durumun müracaatçının otantik olmasının önüne geçen yanlarının sonucunda ortaya çıktığı görüşündedirler.

Gerek psikanalistler gerekse varoluşçular, müracaatçının müdahale ortamında kendisini serbest ve dürüst bir biçimde ifade etmesi için desteklenmektedir.

Varoluşçu Yaklaşım, başlangıçta müracaatçının sorunları üzerine yönelikken daha sonra uzmanla otantik bir diyalog ortamı sağlanır. Böyle bir ortam sağlanınca müdahalenin de sonuna gelinmiştir. Varoluşçu psikoterapistler, varoluşçuluğu tedavi tekniği olarak değil, tedavide aldıkları bir konum olarak görmektedirler.

(18)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

İnsanlar kendi hareketlerinden

tamamen sorumludurlar.

Varoluşçuluk ve Davranışçı Yaklaşım

Varoluşçuluğa göre, insan davranışları doğadaki diğer fiziksel olaylar gibi değerlendirilemez, incelenemez, kategorilere ayrıştırılamaz. İnsan davranışları bu bağlamda açıklanamaz, ancak anlaşılabilir. İnsan davranışlarının anlaşılabilmesi için veya insanın bütüncül olarak anlaşılabilmesi için tüm yargılardan ve ön fikirlerden uzak olmak gerekir. İnsan mekanik bir aygıt olmadığından onun davranışlarını bir takım gruplara ayırmak, sistematize etmek, şablonlaştırmak insanı anlamak değil, onun anlaşılmasını zorlaştıran temel faktördür.

SOSYAL HİZMET VE VAROLUŞÇULUK

Varoluşçu felsefenin, insanoğlunun varoluşunun gerçeğinin anlamıyla ilgilendiği belirtilmişti. İnsanların yaşamlarını kontrol etmeye ve nasıl

yaşadıklarını belirleyen fikirleri değiştirmeye ilişkin kişisel gücü kazanma yetisi üzerinde durmaktadır. İnsanlar hem özne hem de nesne olarak kabul

edilmektedir; yani, hem çevreye etki etmekte hem de ondan etkilenmektedir.

Çevrenin absürd ve yabancılaştırıcı yaşantılar ve ıstırap içerdiği kabul edilmektedir. Blom, Sartre'ın çalışmalarının sosyal hizmet kuramı üzerinde önemli etki yarattığını belirtmektedir. Thompson, Sartre'ın fikirlerini sosyal hizmete uygulamaktadır. Sartre'ın görüşlerine dayanarak, varoluşçu düşüncenin sosyal hizmet uygulamasındaki önemini kapsamlı şekilde değerlendirmektedir.

Varoluşçuluğun merkezinde olan varolma çabası üzerinde durmaktadır. Varolma çalışması denilirken, insan olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünme yöntemi kastedilmektedir. Burada toplumun doğasına bakış da önemlidir. Temel bir nosyon "varolmak"tır. "Kendi içinde varolmak" yalnızca oluştur. "Kendisi için varolmak "ise bilinçli olduğumuz (nasıl olmamız gerektiğine dair planlar yapacak ve kararlar verecek potansiyele sahip olduğumuz) varoluştur. İnsanlar kendi hareketlerinden tamamen sorumludurlar. Bu, varoluşçu etiğin önemli bir yönüdür. Hareket etmekte özgürüzdür. Fakat çevremize ve üzerimizdeki baskılara tepki verme sorumluluğu açısından özgür değilizdir; bunlar varoluşun gerçekleridir. İnsanların dışında varolan şeylerin gerçekliği, bu şeyler üzerinde hareket ederek değiştirmekten farklıdır. Thompson kötü inanç olmadığı fikrine bağlıdır. Şöyle ki eğer özgürlüğümüzü kabul edip kullanabilirsek, sürekli değişen kişiliğimizi ve sosyalliğimizi oluştururken "kendini tanımlama"ya veya "kendini yaratma"ya iyimser olarak bakabiliriz. Varoluşçulukta 'öteki' önemli bir rol oynamaktadır; çünkü "kendisi için varoluş" ancak 'ötekilerle' ilişkisinde varolabilmektedir. Mesela, pek çok duygu kendimizin dışındakilerin bize verdikleri tepkiyle yaşanmaktadır (örneğin, utanç duygusu). Thompson, varoluşçuluğun gücünün, insan varoluşunun temelleri üzerinde durmasından kaynaklandığını öne sürmektedir. Bu yolla, varoluş, hiçlik ve olasılık üzerinde

(19)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Bireysel Etkinlik

• Çalışma alanınız ile ilgili bir vakayı varoluşçu yaklaşım çerçevesinde değerlendiriniz.

durulmaktadır. O'na göre çoğu sosyal hizmet kuramı insanlığın bu yönlerini değerlendirmekte zayıftır. Bu durum ise, sosyal ve kişisel ilişkilerin anlaşılmasını başarısız kılmaktadır. Thompson varoluşçu çatışmayı yaşlı insanlarla araştırırken, sosyal çalışmacıların bir fizik durumundan ziyade yaşlanmanın sosyal sonuçlarıyla ilgilendiklerine işaret etmektedir. Varoluşçuluğun yaşlanmaya yaklaşımında, ihtimalin yani hareket etme ve değişme özgürlüğünün ve bu özgürlükten doğan belirsizlik korkusunun önemi üzerinde durulmaktadır. Yaşlı kimseler önemli belirsizlikler yaşamaktadırlar: ölüme yaklaşmanın, emeklilikle birlikte yaşama tarzındaki değişikliklerin, arkadaşların kaybedilmesinin, bakım evine alınarak topluluk ağlarının ve alışılagelmiş yaşam tarzlarının kaybedilmesinin belirsizliği, kötü inanç, sert ve gereksiz, muhafazakâr sosyal kurallara bağlanmaya yol açmaktadır. Varoluşçu yaklaşımına göre sorun, ölüme yaklaşmanın insanların yaşamlarında çeşitli seçenekler arasından seçim yapma özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaları kabul etmelerine yol açması olabilir: kendilerini olduklarından daha fazla kısıtlanmış hissedebilirler. Bir diğer sorun da yaşama "anlam" verme gereksinimidir [1].

Varoluşçu Yaklaşım’a göre insan bilimlerinin amacı, insanı açıklamaktan ziyade anlamak olmalıdır. Tüm varoluşçu psikoterapileri üç temel çizgide toplamak mümkündür:

Müracaatçı- Uzman İlişkisi: Bu ilişki gerçek bir eşitliğe dayanan birlikte varoluş şeklinde olmalıdır. Bunun için yüz yüze ilişki çok önemlidir.

Anlama: Uzmanlara göre müracaatçının dünyasını ve varoluşunu, onun özelliği içinde anlamak, kavramak gerekir. Uzman kendi kişisel yargılarını parantez içine almalı, sonuca varma ve "açıklama" gibi çabalardan uzak durmalıdır.

Müracaatçı, yaşantılarını ifade ederken bunlardan iyi bir anlam çıkarma yolu aramaktadır. Anlamanın gerçekleşmesi için ise şu işlemler gereklidir:

(20)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

• Toplanmış tüm materyallerin anlamlarının açıklığa kavuşturulması. Yani müracaatçının tüm ifadelerinin anlam çözülmelerinin yapılması

• Müracaatçının yaşam öyküsünün yeni baştan kurulması. Dağınık olarak ifade edilen duygu ve yaşantıların derlenip toparlanarak örgütlenmesi.

• Sonunda bu hikâyeyi kendine özgü anlamlarıyla "dünyadaki varoluşun çarpıtılması" olarak kavrama

• Az ya da çok birbirine benzer temaları ve bunlara bağlı alt temaları açıklığa kavuşturma

Egoyu Yeniden Eğitme: Amaç, egonun kendisini gerçekleştirme yeteneğini yeniden yaratmaktır. Burada, pasif bilinçten aktif bilince doğru gelişme gerçekleştirilir. Aktif bilinç, kişisel yazgısının sorumluluğunu üstlenmektedir.

Bunların yanında, varoluşçu bir yolla, öznel olarak olanaksız gibi görünen durumlardan kaçmamak ve onlarla yüz yüze gelmek mümkün kılınmaktadır. Bu yolla, müracaatçıya dayanabileceği kadar sorumluluklar verilerek, yaşamının anlamında, davranışlarında değişiklikler yaratmak olanaklı olmaktadır. Sosyal hizmet uzmanının, tek başına Varoluşçu Yaklaşım’ın fikirlerini benimsemesi ve uygulamaya geçirmesi yeterli olmayacaktır. Bunun yanında, Sosyal hizmet uzmanının görevlerinde bilgili, müracaatçılarını etkileyen, genel ve sosyal konulardan haberdar olması gerekmektedir.

(21)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Ö ze t

•VAROLUŞÇU YAKLAŞIM

•Varoluşçu terapi belirli bir kişi veya grup tarafından geliştirilmemiştir. Soren Kierkegaard (1813-1855), Friedrich Nietzsche (1844-1900), Martin Heidegger (1889- 1976), Jean-Paul Sartre (1905-1980), Martin Buber (1878-1965), Ludwing Binswanger (1881-1966) ve Medard Boss (1903-1991)’un kısa yaşam öyküleri ve eserleri Varoluşçu Yaklaşım'ın felsefi temelleri konusunda bilgi vermektedir.

•Viktor Frankl (1905-1997), Rollo May (1909-1994), James Bugental (1915-2008) ve Irvin Yalom (1931-) Varoluşçu Terapi Yaklaşımı'nın gelişimine katkıda bulunan öncü

kuramcılar arasında yer almaktadır.

•Varoluşçuluk, varoluşun öze oranla öncelliğini benimseyen bir kuramdır. Ancak bu sadece insanlar için geçerlidir. Öyle ki, her şeyin bir varoluşu bir de özü vardır. Öz derken, bir nesnenin değişmez niteliklerinden söz edilmektedir. Mesela, insanın özünde onun ana nitelikleri yatar. Bu niteliklerin eksikliği hâlinde insan

varolmayacaktır. Varoluş derken ise, evren içinde gerçek olarak bulunmaktan söz edilir. Mesela, ev yaptırmak isteyen bir kişinin, önce evin nasıl olacağını tasarlayıp sonra inşa etmesi, burada özün varoluştan önce geldiğini gösterir. Ancak varoluş felsefesinde, sadece insanların varoluşu özden önce gelir.

•Varoluşçuluk, insan varoluşunun anlamını içeren bir felsefe akımıdır. Varoluşçuluk felsefesi, insanın kendini gerçekleştirmesi, insan varoluşunun rastlantılar içinde oluşu, güvensizliğe götürmesi, güçsüzlüğü ve hiçliği içinde insan, zaman içinde ve tarihselliği içinde insan, ölüme mahkûm bir varlık olarak insanın varoluşu, hiçlik karşısında insanın varoluşu, insan varoluşunun halisliği ve bu halis olmaya çağrı, özgürlüğü içinde insanın varoluşu, topluluk içinde kaybolmuş insanın, tek insanın kendini bulması, kendi olması, doğruluk ve ahlaklılık karşısında sahici davranışı-tutumu-sorunları mevcuttur. Yine, insanın evreni aşıp aşmayacağı, nereye kadar aşabileceği sorununu da içerir.

•İnsanın ruhsal yapısının ve içinde yaşadığı fiziksel dünyanın bir bütün olduğunu öne süren varoluşçular, bu bütünlük içindeki varoluş algısını “dasein (burada olmak)” olarak adlandırmaktadır. Kişinin daseini ne kadar güçlü ise kişilik de o denli sağlıklıdır. Ancak insanın “dasein"inin geliştirmesi ve doğuştan var olan potansiyellerini yaşama geçirebilmesi sürekli çaba ve cesaret gerektirmektedir. Anlamlı bir yaşam sürmenin yolu, sosyal kurallar ve bunlara uyma baskısı, yanlış ana baba standartları ve ölümün kendi tehdidi karşısında dahi “dasein”imizi ortaya koymak ve onaylamaktır.

•Hem psikiyatrik hem de felsefi açıdan bu yaklaşım, insanı birimler ve mekanizmalar topluluğu olarak açıklamak yerine, öylece 'olmakta olan' bir varlık olarak anlamaya çalışır. Tabi bu demek değildir ki Varoluşçu Yaklaşım'da, davranışların gerisindeki dinamik güçleri ve mekanizmaları incelemez. İnceler ancak incelerken görünen şeylerin gerçek olmayabileceğini de göz önünde bulundurur.

•Thompson, varoluşçuluğun gücünün, insan varoluşunun temelleri üzerinde durmasından kaynaklandığını öne sürmektedir. Bu yolla, varoluş, hiçlik ve olasılık üzerinde durulmaktadır. O'na göre çoğu sosyal hizmet kuramı insanlığın bu yönlerini değerlendirmekte zayıftır. Bu durum ise, sosyal ve kişisel ilişkilerin anlaşılmasını başarısız kılmaktadır.

•Varoluşçu Yaklaşım'a göre insan bilimlerinin amacı, insanı açıklamaktan ziyade anlamak olmalıdır. Tüm varoluşçu psikoterapiler üç temel çizgide toplamak mümkündür:

müracaatçı-uzman ilişkisi, anlama ve egoyu yeniden eğitme.

(22)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Aşağıdakilerden hangisi Varoluşçu Kuram’ın öncülerinden biri değildir?

a) Viktor Frank b) Rollo May c) James Bugental d) Irvin Yalom e) William Glasser

2. Aşağıdakilerilerden hangisi Dasein’in tarzlarındandır?

a) Umwelt b) Agape c) Filia d) Kaygı e) Ölüm

3. Diğer insanlarla ilişki kurmak yönünde doğuştan getirdiğimiz ihtiyacı içeren şeye ne ad verilir?

a) Umwelt b) Mitwelt c) Eigenwelt d) Agape e) Kaygı

4. Aşağıdakilerden hangisi sevginin bileşenlerinden biri değildir?

a) Cinsellik b) Eros c) Eigenwelt d) Agape e) Filia

5. Aşağıdakilerden hangisi Varoluşçu Yaklaşım kavramlarında birin değildir?

a) Kaygı b) Ölüm

c) Varoluşçu yalıtım d) Anlamsızlık e) Agape

(23)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 6. Aşağıdakilerden hangisi yaroluşçu yapının Freud’un çizdiği zincirden

farkını oluşturmaktadır?

a) Varoluşçu çatının farkındalık ve korku ile başlaması b) Varoluşçu çatının dürtü ve anksiyete ile başlaması c) Freud’un çatısının savunma mekanizması ile başlaması d) Varoluşçu çatının kaygı ile başlaması

e) Freud’un çatısının korku ile başlaması

7. Aşağıdakilerden hangisi varoluşsal sosyal hizmet müdahalesinin amacıdır?

a) Müracaatçının güçlerini açığa çıkarmaktır.

b) Bulunduğu ana odaklanmak ve bütün sorumluluğu bireye vermek.

c) Kendini kandırma sayesinde görmezden gelinen, kendisinin ve dünyanın niteliklerinin daha fazla farkına varılmasını sağlayacak bir bilinçlilik elde etme

d) Çevresi içerisinde bireyi ele almak ve geçmişe ait sorunları konuşmak

e) Semptomlar üzerinde odaklanmaktan kaçınmak

8. Aşağıdakilerden hangisi Tomson’un varoluşçu araştırırken çalıştığı gruplardandır?

a) Gençler b) Adölesanlar c) Yaşlılar d) Engelliler e) Çocuklar

9. Aşağıdakilerden hangisi varoluşçu psikoterapinin çatısını oluşturan özelliklerden biridir?

a) Müracaatçı-uzman İlişkisi b) Müracaatçının sorumlulukları c) Süper egoyu yeniden eğitme

d) Müracaatçının sorunlarının farkında olması e) Müracaatçının başarı ve özgüven kazanması

(24)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 10. Aşağıdakilerden hangisi Varoluşçu Yaklaşım’ın özelliklerinden biridirr?

a) Müracaatçıyı eğitmek

b) Müracaatçıya sorumluluklar vermek

c) Müracaatçının öz güven kazanmasını sağlamak d) Müracaatçının başarı kazanmasını sağlamak

e) Müracaatçının sorumsuzluğunun farkında olmasını sağlamak

Cevap Anahtarı 1.e, 2.a, 3.b, 4.c, 5.e, 6.a, 7.c, 8.c, 9.a, 10.b

(25)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

YARARLANILAN KAYNAKLAR

[1]Malcome, P. (1992). Modern Social Work Teory, Second Edition, Consultant Editör: Campling.

[2]Wahl, J. (1999). Varoluşçuluğun Tarihçesi çev: Bertan Onaran, Payel Yayınları, İstanbul

[3]Kierkegaard. 10.Ağustos.2018 tarihinde

www.google.com/search?q=soren+Kierkegaard kaynağından erişilmiştir.

[4]Sartre, J. P. (1999). Varoluşçuluk (existentialisme) çev: Asım Bezirci, Say Yayınları, İstanbul

[5]Gençtan, E. (1993). Varoluş ve Psikiyatri Remzi Kitapevi, İstanbul [6]Yalom, I. (1999). Varoluşçu Psikoterepi Kabalcı Yayınevi, İstanbul

Referanslar

Benzer Belgeler

güçlükleri aile ve içinde bulunulan toplumsal çevre bağlamında ele alınmalıdır ve her insan aileye gereksinim duyar. •Ailelerle sosyal hizmet müdahalesinde aşamalı

•Bireyle sosyal hizmetin ilkeleri, müracaatçı ve sosyal hizmet uzmanı arasında yakın bir ilişki kurulması için uygulanır. Bu ilkeler, bireyselleştirme, anlamlı ilişki

•Başarılı bir grup, grubun ve üyelerinin genelde amaçlarına ulaştıkları bir gruptur. Bu tür bir grubun sonlandırılması üyeler arasında arasında 'hoşluk ve

Açık konuşmak gerekirse, gençlik ve varoluş sorunlarının çözümlenmesi ve çözümü bağlamında, birer bilimsel kazanım olarak, mitolojik veriden, felsefi çabadan, etik

Birçok çeşit topluluk vardır: coğrafik bölgeler, mahalle, hizmet alanı (hastane, okul gibi). Diğer topluluklar ise sosyaldir. Bu topluluklar ise etnik, dini veya yaşa

İnsan kaynakları yönetimi, örgütte rekabetçi üstünlükler sağlamak amacıyla gerekli insan kaynağının sağlanması, istihdamı ve geliştirilmesi ile ilgili politika

Bu çalışmanın bulguları doğrultusunda, bakır gridler üzerine dondurulan semen örneklerinin çözme sonrası konsantrasyon, motilite ve viabilitesi

işte, çevreye bir yaşama sorunu olarak bakmak, çevre sorununun temel bir sorun değil de, yan bir sorun, bir türev sorun olduğunu anlamakla başlar, insan, çevre ­ siyle