• Sonuç bulunamadı

KEHF SURESİ. Nouman Ali Khan 1. BÖLÜM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KEHF SURESİ. Nouman Ali Khan 1. BÖLÜM"

Copied!
46
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

KEHF SURESİ

Nouman Ali Khan

1. BÖLÜM

İnşaAllah bugün sizlere Kehf Suresi'nde geçen Musa ve Hızır aleyhisselam'ın hikayesinden genel bir bakış sunacağım. Hızır dediğimiz kişi isim olarak Kuran’da geçmiyor, bu birçok müfessirin görüşü. O gizemli bir figür. İslam tarihinde Hızır aleyhisselam hakkında baya bayailginç uydurma hikayeler vardır. Mesela bir tanesinde adam kasabaya gelir orada kimseyi tanımıyordur ve gecesini mescidde geçirmeye karar verir ve mesciddeki herkes atılır ve kendisine de orayı terk etmesi gerektiği söylenir o da tamam bir dakika içerisinde

ayrılıyorum der ve kendinden geçer ama farkında değildir ve uyandığında mesciddeki tek kişi kendisidir ve bir adam ona yemek getirir ve adam der ki şu anda burada kimsenin olmaması gerekiyordu ve diğeri aynen evet ama ben buraya seni korumaya kollamaya geldim der ve yemekleri getirir ve gözden kaybolur ve denir ki " Onun Hızır olduğunu biliyordum." Hmm havalı. İlk olarak sizinle paylaşmak istediğim, hikayenin imani açıdan, hikmetul Kuran

açısından, Kuran'ın hikmeti açısından güzelliğidir. Tüm paragrafa yani daha doğrusu birbirinin yansıması 2 paragrafa baktık değil mi? Biri açılış ifadesi biri kapanış ifadesi ve bu 2

paragraftada tekrar tekrar pekiştirilen nokta Allah’ın her şey için planının var olduğudur. Her bitki için planı olmasından tutun her millet için bir planına varana kadar... ve bu arada bu hayatı yaşayan her insanoğluAllah’ın önünde yaptıkları küçük veya büyük herşeyin kaydedildiğini hiçbir şeyin Allah tarafından kaydedilmeden geçmediğini bilirler.

Allah'ın adaleti tamamen mükemmel ve mutlaktır. Allah'ın planı onun, adaleti onun hikmeti çok kapsamlı bir şekilde kurulmuştur incelediğimiz bu iki kısımda. Ancak insanoğlunun çoğunluğunun inanç problemi var bu aslında ‘dünyada kötü şeyler neden benim veya başkalarının başına geliyor?’ diye sorgulama problemi, problem burada yatıyor. Aslına bakarsanız ateistik eğilimi olan veya sadece Allah'a genel bir saldırganlığı olan insanların ilk konuşacağı şey kişisel problemleri veya dünyada olan problemlerdir. Eğer tanrı varsa bu bu bu nasıl oluyor? Bu kötülükler nasıl olur ve kötülükler listesi uzar gider değil mi? Bu tabiki başa çıkması zor bir problem. Allah’ın bu surede bu problemle başa çıkışı gerçekten çok güzel. İlk olarak farkettiyseniz bir önceki kısımlarda kısacaAllah'ın bu dünyadaki planları vardı ama ağırlıklı olarak dikkat çekilen yer mahşer günündene olacağı, Allah'ın ahiretteki

mükemmel adaletiydi. Bu dünya adalet dünyası değil; ama öbür dünya öyle. Nihayetinde Allah her şeyi dengeleyecek ama bunun için öncelikle görünmeyene inanmalısın. Sadece görünene inanamazsın görünmeyene de inanmalısın. Ben sadece Fatiha Suresi'nden

anlayabildiklerimle biletartışabilirim ki Allah'ın kusursuzluğunun bir parçası da öbür dünyanın yaratılmasıdır. Allah'ın kusursuzluğunun, muhakkak adaletinin kaçınılmaz sonucu ahirettir.

Öbür dünya olmadan, bu dünyada 100 cinayet işleyen biri oldunuz diyelim bunun telafisi

(2)

2 nasıl olur ki? En fazla yapabileceğiniz bir defa birini öldürmektir. Yüzlerce kişinin hayatının karşılığını ödeyemezler ve bu hayatlar başka insanlara da bağlıdır. Yani sadece 100 canı etkilemediler 100 aileyi etkilediler belki de 100 toplumu etkilediler. Bu dünyada yalnızca bu bir kişinin bu 100 kişiye verdiği zararı ödemesi mümkün değildir İmkansızdır. 100 kişiyi de geç 2 kişininkini bile ödeyemezler hatta birininki bile ödenmez. Kısasa kısas yapılsa bile hala mükemmel adalet yerini bulmuş olmayabilir. Öldüren adam tamamen yalnız biriydi, hiç kimse ona bağlı değildi, kimse onu bilmiyordu ama öldürülen kişi bir ailenin başıydı, çocukların annesiydi ya da her neyse yani birçok hayatı mahvetti. Verdiği zarar çok daha büyük etki etti. Anlayacağınız bu dünyada muhakkak adaletten bahsetme fikri mümkün değildir, imkansız.

İbn Teymiyye rahimehullah demiştir ki; eğer biri sana bir tokat atarsa ve sen de ona atarsan senin attığın tokatın onun sana attığından daha çok acıtmadığını nerden bileceksin?

Muktesid birinden bahsettiğin zaman,

Allah diyor ki: Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan muktesid olanlar da vardır.

(Fatır/35)

Biri tamamen adil olduğunda hatta aslında tamamen adillik teknik olarak olamaz, elinden geldiğince denersin ama haddi aşmadığını nasıl bileceksin?

Senin yumruğunun yediğin yumruktan daha güçlü atılmadığını nasıl bileceksin? gibi gibi şeyler anlayacağınız sizin için güvenli çıkış bağışlamaktır, onun iddaası buydu. Bakın öbür dünyada ne oluyor? Yapılan her şey kaydediliyor her şey.

Herhangi birisi burada kaçsa bile Allah onu kaydetti ondan kurtulamaz.

"Bu kitap küçük büyük bir şey bırakmadan hepsin isaymış!" (Kehf/49)

Kaçacak hiç bir yer yok, hepsinin bedeli ödenecek ve eğer buna inanmıyorsan Allah'ın adaletine inanmak zor olacaktır sadece bu hayata inanıyorsan her şey bu hayatsa.

Bizim dinimizde Allah'ın merhametine, adaletine olan bir inancımız var mesela biz Allah'tan merhamet etmesini umarız ama bu dünyada bir suç bir adaletsizlik gördüğümüz zaman aslına bakarsanız Allah'ın adaletine güveniriz, bu insanlar yaptıkların kaçamayacaklar. Allah

Kuran’dabu sebepten bunu bir teselli olarak veriyor

Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar? (Ankebut/4)

Bize karşı suç işleyenler, kötü amellerde bulunanlar bizden kaçacaklarını mı düşünüyorlar?

"Ne korkunç bir karar verdiler." Bu Müslümanlara eziyet görürken gönderildi. Müslümanlar gözyaşı içerisinde 'Nasıl olur da Mekke'de bize yaptıklarından kaçabilirler?!' derken bu ayet indirildi. Siz gerçekten kaçabildiklerini mi düşünüyorsunuz? Hayır hayır kaçamadılar. Şu an bedelini ödemedikleri ödemeyecekleri manasına gelmez. Ahiretin yaratılması Kuran'da direk olarak Allah'ın adaleti ile ilişkilendirilir. Bende bu yüzden ilk olarak burayı anlatmak istedim

(3)

3 çünkü size anlattığım son 2 kısım sadece bununla alakalıydı sadece Allah'ın adaletinin

mükemmel olması anlayışı ama bu ahiret yani görünmeyen bir şey. Yani tıpkı bizim ve görünmeyen yerin arasındaki birperde gibi ve bizim tek gördüğümüz yer bu dünya.

Görünmeyeni göremiyoruz ahireti göremiyoruz melekleri göremiyoruz. Allah'ın perde

arkasındaki dizaynını planını göremiyoruz. Aslında hikayede olan şey de Allah'ın o perdeyi biz perde arkasında olanları azıcık görebilelim diye kaldırmasıdır. Bazı şeyler çok kötü görünecek eğer Musa ve Hızır'ın hikayesini biliyorsanız Musa aleyhisselam öğrenmek için yolculuğa çıkar ki derinlemesine bundan bahsedeceğiz ama öğrenmek için yola çıktığında (aleyhisselam) söylenen ilk şey, öğretilen ilk şey, başa çıkmak için sabrının yok olduğudur.

“Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” (Kehf/75)

Bu öğretmeninin ilk değerlendirmesi bu arada. Senin öğrenme engelin; sabırsızlığın. Bu onun ilk değerlendirmesi. Bu arada sabr sadece sabır (dayanç) değildir ayrıca tutarlı kalamamaktır.

Bir öğrenci Musa aleyhisselam kadar mükemmel bir öğrenci olsa bile en büyük tehlikelerden birisi istikrarlı kalamamaktır ve ayrıca sabırlı kalamamaktır bu iki şey beraber. Ve eğer bu onun için tehlikeyse kesinlikle sizin ve benim içinde tehlikedir. Bizim öğrenme engelimiz. Her neyse. "Benimle sabırlı kalamayacaksın" demişti. Neden sabırlı kalamayacak? Çünkü tolere edemeyeceği şeyler görecek. Başkalarına karşı 2 adaletsizlik vakası görecek ve 3.olayda kendisine karşı adaletsizlik yapılıyor değil mi? ilk 2 hikayede ya harab olan gemi ya da

öldürülen çocuk.3.sünde ise üzerine düşen her şeyi yaptı ama zararı karşılanmadı en azından sadece ödeme yapılsaydı... Açlıktan ölüyorduk değil mi?

Bu arada surenin mükemmelliğinin bir parçası da hikayenin simetrik olması

Hikayen, onun aç kalıp balık nerede onu yemeliyiz demesiyle başladı ki sorunlar da orada, öğrencisi onunla sorun olduğunda başladı ve çok çalışıp yemek yemek istemeleriyle bitti

"...onlardan yiyecek istediler." (Kehf/77)

Ve o en azından ödememiz yapılsaydı dedi. Peki neden ödeme yapılmasını istiyorlar? Ayette gayet açık çünkü yemek yemek istiyorlar ve oda tamam işte üniversiteden kovuldun diyor.

Yani hikaye Musa aleyhisselam'ın açlığı ile başladığı yerde bitiriyor bu gerçekten çok hoşuma gitti. Evet her neyse 3 hikayenin tümünde de Allah perdeyi kaldırıyor ve azıcık görünmeyeni göz ucu kadar gösteriyor ki adaletin hesap gününe kadar beklemek olmadığını bilelim, bu dünyada da adalet var. Tamamen telafi edilen şeyler var ama sınırlı bir anlamda.

Allah, bu dünyada her gün doğrudan doğrudan anlayamadığınız bir şekilde adaleti yürütüyor.

Korkunç olarak düşündüğün bir çocuğun ölümünde bile göremediğim çok şey var veya geminin zarar görmesi gibi bir şeyde bile göremediğimiz şeyler var. Ödemen yapılmadı evet bu haksızlık ama göremediğin daha büyük şeyler var. Burada daha büyük problem var Çünkü bu arada eğer ödemesi yapılsaydı yer altına saklanmış paradan alacaktı ki bu da çok açgözlü bir milletin oradaki serveti görmesi demekti. Ödeme yapılmadı onlara her ne kadar adalet tavsiye edilse de ya da o duvarı inşaa eden birey olarak oradan para almanı söylese bile bunu

(4)

4 yapamazlardı. Hiç kimse ödeme yapmayacaktı. Aslında bu iki delikanlıya hizmet ediyorlar başkasına değil. Değil mi?

Bu hikayenin küçük bir özetiydi şimdi size surenin düzenini göstermek istiyorum. Hikayede birkaç bölüm var; ilk bölümde hızlıca çevirisini yapacağım benim notlarıma bakmayın normal bir bireye hiç birşey ifade etmez.

"Musa, yanındaki gence dedi ki..." (Kehf/60)

اَتَف genç delikanlı demek

اَتَف fetva ile aynı kökten gelir fetva ne demek?

Peki yasal karar yasal hüküm değil mi? Aslında "fetayestu" yargıda bulunmak demek اَتَف karar verdiğiniz kararlardan sorumlu olduğunuz yaşta olduğunuz zaman demek, artık yasal

anlamda küçük sayılmadığınız zaman artık bir yetişkinsin ya işte buna fetaa deniliyor, bu sebeple fetaa and fetva aynı kökten geliyor. Aynı şekilde kızların kararlarının kendilerine ait olduğu yaşta oldukları, yani evlenmeye hazır olduklarında fatayaat olarakadlandırılırlar o zaman fatayaat olarak adlandırılırlar.

“İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım..." (Kehf/60)

maa dama, maa zala...

ma beriha nerede?

Hatırlamıyorum, tamam siz de hatırlamıyorsunuz o zaman hadi beraber unutalım! Bana yarın hatırlatacaksınız ya da bir gün...

“İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım" (Kehf/60)

Çevireceğim.

"varıncaya kadar abrah yapmayacağım" Kimse hatırlamıyor mu abrahı? (Arapça öğrencilerine dersle ilgili sorular yöneltiyor.)

Ben devam edeyim.

اَل ا ح َرْبَأ aslında devam edeceğim demek

“Birleşme yerine ulaşana kadar durmayacağım"

اَعَمْجَم bu arada zarf

mefalun ve mef'ilun ve mef'aletun.

İki denizin birleştiği yer اْوَأ اَي ِضْمَأ اًب ق ح

(5)

5 yahut senelerce yürüyeceğim.

Yaşamımı oraya gitmek için harcayacağım 2 suyun birleştiği, bulması gereken yere bağlılığını gösteriyor.

اِنْي َرْحَبْلا

2 deniz anlamında.

اَّمَلَف اَغَلَب

sonunda ulaştıklarında her ikisi de ulaştıklarında اَعَمْجَم اَمِهِنْيَب ikisi arasında birleşme iki deniz arasında اَم هَتو حاَيِسَن her ikisi de balıklarını unuttu.

Allah sadece genç adam balığını unuttu demiyor. Allah اَيِسَن diyor Yani balığın unutulmasından ikisi de sorumlu.

اَذَخَّتاَف ا هَليِبَس يِف اِرْحَبْلا اًب َرَس balık denizdeki yolunu aldı

اًب َرَس kelimesi saraabdan gelir. Sarab şaraptan birazcıkfarklıdır şarap içecek, saraab içeceğin görüntüsüdür. Serap anlamına gelir, gerçek değil gibi görünür

يِف اِرْحَبْلا اًب َرَس gerçek olmayan bir şekilde

"Bu gerçekten oluyor mu?","Yok yorgun olmalıyım yok hayır gerçek olamaz" Çünkü bu yarı yenilmiş balık gemiden atlayıp denizdenaşağı kayıyor ve uyanık, bilirsiniz saraba ayrıca arkada bırakmaktır.

Yani olanlar bu şekilde اَّمَلَف ا َز َواَج اَلاَق ا هاَتَفِل اَنِتآ اَنءاَدَغ

onlar geçtiklerinde çoktaan geçtiklerinde…O genç adama, stajyerine der ki...-israil geleneğine göre de peygamber olarak adlandırılır- öğle yemeğimizi getir

اْدَقَل اَنيِقَل نِم اِرَفَساَن اَذَه اًبَصَن biraz tükenmişlikle karşılaştık geçirdiğimiz bu seyehatten ötürü.

İlgintir ki nasb kelimesi tükenmişlik demektir ayrıca bu üç durumun en yorucusudur. Sanki bir çok nasb var gibi değil mi? Yani iyi adlandırılmış. Yolculuğumuzdan dolayı biraz

yorulmuşbulunmaktayız bu sebeple hadi biraz balık yiyelim

اَلاَق اَتْيَأ َرَأ اْذِإ اَنْي َوَأ ىَلِإ اِة َرْخَّصلا öğrenci şunu söyleyerek başlıyor; bu arada sen de mi görmedin ? Görmedin mi? Biz buralarda sığınırken... Bu arada biliyorsunuz okyanus biraz çalkantılıydı bu yüzden o kayaya gittik hatırlıyorsun değil mi? Belki burada biraz barınabiliriz.

(6)

6 يِ نِإَف ا تيِسَن اَتو حْلا o zamanlar biliyorsun olaylar birazkarışık olunca bende balığı unuttum

اَم َو ا هيِناَسنَأ اَّلِإ ا ناَطْيَّشلا اْنَأ ا ه َر كْذَأ

belki Musa aleyhisselam'ın üzüldüğünü fark etti ve hayır hayır bana bunu yapan şeytandan başkası değildir dedi şeytandandı, benden değil şeytan beni aldı. Hadi beraber ondan nefret edelim

اَذَخَّتا َو ا هَليِبَس يِف اِرْحَبْلا hatırlıyorum da denize baya garip bir şekilde geldiğinden bahsediyor ben hikayenin arka planına çok da ikna olmadım ama yine de hikaye şu ki; Musa aleyhisselam yeryüzünde ne kadar bilgili olduğu hakkında bir açıklama yapıyor belki de o dünyanın en bilgili insanı olduğuna dair ve Allah diyor ki senden daha bilgili bir insan var ve sen de gidip ondan öğrenmelisin. Onunla 2 okyanusun birleştiği yerde buluşacak. Şimdi öğrenmeye kararlı ve asistanını aldığı gibi Allah'ın buluşmasını emrettiği insanla buluşmak için gidiyor.

-tekrar söyler misin?-

Evet Hawai yok yok Hawai değil New Jersey'e dahayakın. Allah'a şükür ki bu yerin neresi olduğunu bilmiyoruz. Eğer bu yerin neresi olduğunu bilseydik ne olurdu biliyor musunuz? Bir sürü pakistanlı teyze oraya Hızır'ı aramaya giderlerdi ve bir çocuğumu oku üfle falan derlerdi.

Burasının neresi olduğunu bilmediğimiz için Allah'a şükürler olsun.Kuran'da bazı şeylerin gizemli kalma sebebi de budur. Mesela Yecüc ve Mecüc duvarı Allah rızası için! bu Çin Seddi değil. Bilmiyoruz ve bu sorun değil, sorun değil.Bu arada size bir şey hatırlatmalıyım Kehf Suresi'ne başladığım yıl sizin yılınız değildi o yüzden bunu hatırlatmalıyım suredeki ilk hikaye Ashab-ı Kehf'in hikayesidir ve bu hikaye ile işlenen büyük suç, insanların alakasız soru

sormasıdır. Ne kadar orada kaldılar, kaç kişilerdi? Kimin umrunda olay bu değil.

De ki: "Onların sayısını en iyi Rabbim bilir!"

(Kehf/22)

Allah daha iyisini bilir. Allah iyisini bilir Allah iyisini bilir demeyi öğrenmelisin. İlk hikayede bunu vurguluyor ve sonra sizi ve beni suredeki 3 başka hikayeyle test ediyor ve hepsinde dur bir dakika ne zaman olmuştu? Kim neden nerede yeri neresiydi? Hangi yıl genç adam kim?

gibi durumlara düşüyoruz. Zulkarneyn hakkında soru soracaksınız aynı türden sorular, Musa ve Hızır hakkında sorular soracaksınız hatta bahçeler hakkında bile soracaksınız. Nerede bu bahçeler? Onlar kim, peygamberimiz zamanında mıydı yoksa önce miydi? Burada Allah ilk olarak bir hikayeyi nasıl öğrenmeniz gerektiğini öğretiyor, Çok fazla soru sormamayı öğrenin.

Bu arada hikayede öğretmen ne diyecek? Çok fazla soru sorma ve ben de sana tüm hikayeyi anlatmayacağım

ىَّتَح اَثِدْح أ اَكَل ا هْنِم ا ًرْكِذ

sana biraz bahsedene kadar

(7)

7 Sana söylediğim küçük kısımla ilgilen, gerisi hakkında endişelenme. Bu aslında Allah'ın hikaye anlatma şeklidir, sadece hikayenin kendisi değil. Bu yüzden nereye gittikleri, denizle mi kara yoluyla mı gittikleri önemli değil alakasız evet. Harika soru mükemmel soru. Bilgiyi aramanın sınırını nasıl bileceğiz? Çünkü tam olarak yapmaya çalıştığımız şey bu. Ve çok fazla soru sormanın dengesini nasıl yakalayacağız? İstediğiniz kadar soru sorabilirsiniz. Doğru soruyu sormayı öğrenin sonra istediğiniz kadar soru sorabilirsiniz. Mesele soru sormaya hakkınız olmaması değil mesele, bu soruyu sormanızı sağlayan düşünce sürecidir.

Yusuf'un hikayesini öğreniyorsunuz

"Hey başkanın karısının adı neydi?"i"Yani şu iftira eden kadının, adı neydi onun?"

Senin sorun Allah'ın senin düşünmeni istediği şeye götürmedi. Allah'ın vurguladığı şeyi sor.

Allah'ın üzerinde durmadığı şeylerin üzerinde durmamayı öğrenin, anladınız mı?

Ratib El Nabusi'nin bana bunu öğretme şekli, Kehf Suresi'nin başında öğretsem de sizin için tekrar edeceğim çünkü sizin için önemli. Arapça'da bi söylem vardır öğrendiniz mi

bilmiyorum. Bunu öğrendiniz mi? tamam.

"Önündekini al."

"Önündekini al, eğer öğretmenine güvenirsen onun sana verdiğine odaklanırsın vermediğine değil."

Olan şey şudur; Üstad Adem uzun uzun zaman önce mudaf neyin mudafileyh olduğunu öğretiyor.

"Ama bazı durumlar var mı?"

"Biliyorum şu an bunu öğretiyorsun ama bu konuda henüz bize söylemediğiniz istisnalar nelerdir?"

"Muhtemelen sizin deneyimlerinizi tartışma sırası da değil ama illaki vardır bir şeyler"

"Çünkü bize söylediğinizden öte meraklarım var."

Şeyh Ratib bu anlatacağım harika hikayeyi anlatıyor: Bir adam var. Çok iyi işinde çok başarılı, milyonlar kazanıyor tüm bu parayı kazandıktan sonra gençlere girişimciliği öğretmek istiyor.

İş öğretecek uzmanlık alanına girmeyecek çünkü paraya ihtiyacı var. Sadece gençlere, gelecek nesile fayda sağlamak istiyor. Bu yüzden bir okula gidiyor ve öğretiyor. -bu arada eğer böyle bir profesörünüz varsa ondan ders alın- eğer 30 yıldır öğretmenlik yapan işletme

profesörünüz varsa ve onun aksine iş dünyasını bırakıp gelip de profesörlük yapan, onun dersini alın. Çünkü o size gerçek dünya bilgisini öğretir kitaplarda yazanları değil. O da gider ve sınıfa dersini anlatır öğrencilere örneklemeler yoluyla anlatmak istiyordur. Diyor ki; İşte çocuklar bir genç bi adam var iş yapmaya başlıyor ilk iş ürünlerle ilgili derin araştırma yapıyor, sonra perakende satış yapacağı yere, açacağı yere bakıyor, fiyatlandırmayla alış satışla ilgili

(8)

8 araştırmalar yapıyor, vergi stratejilerine bakıyor, mekana bakıyor, reklamcılığa markalaşmaya bakması gereken renklere, envantere, gelir gidere bakıyor. İlk çeyrekte ne kadar ikinci

çeyrekte ne kadar harcaması gerektiğine bakıyor ilk yıl içi projeksiyonlar neler bunlara bakıyor ve bir iş kurmaya çalışan bu adam hakkında tüm bu hikayeyi oluşturuyor bunu bir hikaye formuna sokuyor çünkü öğrenciler böylelikle daha kolay hatırlarlar eğer bir şeylerin listesini yaparsanız hatırlaması zor olur eğer hikayeye dönüştürürseniz hatırlaması kolay olur değil mi? Bu yüzden o da bu harika hikayeyi sınıfına anlatıyor. Herkes not alıyor ve bir öğrenci elini kaldırıyor ve diyor ki;

"Bu adamın her gün giydiği tshirt ne renk?"

Profesör yüzüne bakıyor ve "Bana bunu mu soruyorsun gerçekten?!" diyor ve bir başka öğrenci elini kaldırıyor "Şey tshirtten ziyade çorapları beni daha çokilgilendirdi, ne çeşit çorap giyermiş acaba?" diyor ve profesör şaşırıp kalıyor eve gidiyor aşırı üzgün veeşi ne olduğunu soruyor o da "Şu yazdığım hikayeyi biliyorsun değil mi?" diyoreşi "Evet biliyorum nasıl gitti?"

diyor. Ben harika iş çıkardım ama şu gelen sorulara bak, neler hakkında tartıştıklarına inanabiliyor musun?! Ne kadar aptalca. Şeyh Ratib bu hikayeyi anlatıyor vediyor ki bunu şimdi okuyun

" Bilmeden atarak, 'Onlar üç kişidir, dördüncüleri deköpekleridir.' diyecekler. 'Onlar beş kişidir, altıncıları köpekleridir.' diyecekler.'Onlar yedi kişidir, sekizincisi köpekleridir.' diyecekler. De ki: 'Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir.' (Kehf/22)

Ben şöyleydim ...

Allah bu argümanın akılsızlığından o kadar rahatsız olmuş ki tüm denilenleri kaydetmiş dedim. Neler hakkında tartıştıklarına inanabiliyor musunuz? Ben size ne anlattım, sizler ne tartışıyorsunuz?! İşte bu doğru soru derken ne kastettiğimdi. Allah sizden belirli şeyler hakkında kafa yormanızı istiyor Ama biz onun bizden tüm istemediği şeyler hakkında

düşünmek istiyoruz. "Şu Yusuf as hikayesindeki diğer kardeşlerin adları neydi biliyorsunuz?"

"İşte neden neden yani Allah anlatmadı? Annesinden ne haber? Annesi hakkında hiçbir şey okumadım?" "Annesi hakkında bir şeyler bilmek istiyorum." Evet eminim ki annesi hakkında bir şeyler bilmek istiyorsun Ama Allah senden babası hakkında düşünmeni istiyor oraya odaklanabilir misin? Baba hakkında biraz endişelensen. Eğer anne hakkında bir şeyler

öğrenmek istiyorsan Musa’nın hikayesini oku. Orada anne hakkında endişelenebilirsin. Sonra tabi bunda da "Ama babasından ne haber?"

Anlaşıldı mı? Kuran çalışmasından öğreneceğiniz en yararlı şey ne çeşit sorular sormanız gerektiğidir. Nasıl düşünmen gerektiğidir. Her merak sağlıklı değildir. Kuran sizden düşünüp durmanızı ister düşün düşün, düşün, bu düşünme süreci size yol gösterecek, Düşünme süreci olmadan yolunu bulamazsın. Her yola gidersin ama maalesef ki İslam'ı öğrenirken düşünce sürecinize bağlılığı sürdürmelisiniz. Kendini adamış olmalısın. Neden? Çünkü sizinle aynı

(9)

9 düşünce sürecine bağlı olmayan bir sürü kitap bir sürü tefsir okuyacaksınız. Klasik tefsirde Ashab-ı Kehf hikayesindeki köpeğin rengiyle alakalı 6 sayfalık yazı okuyacaksınız. Benekleri var mıydı yok muydu ismi neydi? Ve bu klasik bir metin olacak ve sen de şöylesin "Ben de falancanın tefsirini okuyorum ondan icazetim var." Evet var harika bir sürü şey okuyabilirsin ama düşünce sürecinizi sürdürmelisiniz. Neyin ciddi olup olmadığını tespit etmelisiniz anladınız mı? Malesef ki bu elinize hazır gelmeyecek. Siz kendiniz bunu geliştirmelisiniz ve bana göre bunu geliştimenin en iyi yolu Kuran'a bağlılıktır. Birincil metne bağlılık. Kuran üzerinde düşündükçe, Allah'ın nasıl konuştuğuna baktıkça, vurgulananlara baktıkça neyi vurgulamanız neyi es geçmeniz gerektiğini öğreneceksiniz, öncelik nedir ne değildir göreceksiniz. Evet doğru.

"Allah'ım senden faydalı ilim istiyorum."

1. BÖLÜM

Şimdi, Musa (as) ilk bölümde bu yolculuğa çıkacak. Görebiliyorsunuz, değil mi? Biraz küçük ama görebilirsiniz. Biraz daha büyütelim.

Nerede kalmıştık?:

"Ben balığı unuttum ve balık da denizin içinde öylece kendi yolunu tuttu"(Kehf,63)

"..اَلاَق اَكِلَذ اَم اَّن ك اِغْبَن" (Kehf/64) :

"Bizim aradığımız şey, işte bu.” dedi. "Bu peşinde olduğumuz şeydi."

"..اَّدَتْراَف.."(Kehf,64) : "iz sürerek geri gittiler"

geri döndüler.

"..ىَلَع اَمِه ِراَثآ.."(Kehf,64) : "kalıntılar üzerinden", yani arkalarında bıraktıkları yol üzerinden geri döndüler.

راثا kelimesi "ayak izi" manasına da gelir. Ama mecaz anlamda da kullanılmış olabilir; "bizi buraya ulaştırmış olan, geri döneceğimiz yol" manasında.

"..اًصَصَق.."(Kehf,64) : adım adım, kilometre taşları boyunca demektir. صَصَق bir mana daha ifade eder:

"Hikaye" anlamına gelir ki ileride bu kelimenin ne kadar manidar bir rol oynayacağına işaret eder. Tıpkı şey gibi... Neyse, size söylemeyeceğim.

"..اَدَج َوَف اًدْبَع اْنِ م اَنِداَبِع"(Kehf,65) :

"ve onlar kullarımızdan bir kul buldular."

اًدْبَع اْنِ م اَنِداَبِع: kaba bir çeviriyle "kullarımızdan bir kul"

(10)

10

"kullarımızdan, hizmetçilerimizden bir tanesi"

"..ا هاَنْيَتآ اًةَمْح َر اْنِم اَنِدنِع.."(Kehf,65) ; "kendisine rahmet(özel bir sevgi ve şefkat duygusu) verdiğimiz"

" اا هاَنْمَّلَع َو نِم اَّن دَّل اًمْلِع.."(Kehf,65) : "min ledun (نِم اَّن دَّل)(gizli) ilmimizden öğrettiğimiz"

Özellikle bizim tarafımızdan, bizim içten, gizli bilgimizden gelen bir ilim" Burada beraber kullanılan "دنِع" ve "ندل" kelimeleri fark ettiniz değil mi?

"ن دَّل" kelimesi "دنِع" kelimesinden aslında daha özel bir mana ifade eder.

Eğer bir şey "كدنع" ise, seninle birlikte, senin mülkiyetinde ise gizli olmayabilir.

Ama eğer bir şey "نِم اَّن دَّل" ise, O zaman bunu mahzen gibi gizli bir yerden çıkarıp vermen gibidir. Allah (cc) böylelikle kendi katından verdiği rahmetinin daha erişilebilir, elde edilebilir olduğunun altını çiziyor. Ancak Allah'ın bu adama verdiği ve sonrasında Musa (as)'ın da öğrenmek isteyeceği bu ilim çeşidi ise aslında bir nevi özel, gizli bir yerden geliyor. Bu adamın öğretildiği ilim sıradan bir ilim değil.

ا هاَنْمَّلَع نِم اَّن دَّل اًمْلِع ; (ledun (gizli) ilmimizdenöğrettiğimiz). Anladınız mı?

Şimdi bu bölümde eğer hatırlarsanız ilk ayet Musa (as)'ın hedefine varmaya kendisini adamasıyla ilgiliydi, değil mi?

"..senelerce (uzun süre) gideceğim.”(Kehf,60)

Ve son ayet ise Musa (as)'ın hedefine varmasıyla alakalı. Yani ilk ayeti tamamlayan bir ayet.

Dikkat ederseniz ikinci ayet

"...اَّمَلَف اَغَلَب اَعَمْجَم اَمِهِنْيَب اَيِسَن اَم هَتو حا "(Kehf,61):"varmaları gereken yeri geçip gittiler. "

Oraya vardıklarında geçip gittiler, durmadılar, yerin farkına varmadılar. Sonrasında hatırladılar. Peki hatırladıklarında ne yaptılar? Adımlarını geri takip ettiler. İşte ikinci son ayette aradığımız buydu; geldikleri yolu geri döndüler. Bu bölümün ilk ve son ayetleri birbirleriyle uyuşuyorlar. Ve orta kısımda iki zayıflıktan bahsediliyor. Birincisi Musa(as)'ın hissettiği yorgunluk, diğeri ise unutkanlık. Yolculuğa zarar veren iki şey; yorgunluk ve unutkanlık. Aslına bakarsanız ironik olarak bu iki şey aynı zamanda öğrenmeyi engelleyebilecek iki şey değil midir?

Sen "fatit (تيتاف) sin, yorgunsun. Daha fazla ders çalışmak istemiyorsun.

"Allah'ım, bir sınav daha mı?!" ,"Hala bitmedi mi?", "Hayır mı? Daha bitmedi mi?!", "Tüm bunlardan yoruldum artık", "Düzensiz sarf beni düzensiz bir insana dönüştürüyor." değil mi?

(11)

11 Ve sonrasında unutmaya başlarsın, unutursun. Bu arada unutmak iki yönlüdür:

"Hatırlayamamak" minvalindeki unutkanlık ve "unut gitsin, kimin umrunda ki?" anlamındaki unutkanlık. Bu iki mana da Kuran'da geçer.

"اَل َو او نو كَت اَنيِذَّلاَك او سَن اََّللّا اْم هاَسنَأَف م هَس فنَأ"

(Haşr,19)

(Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.)

"Allah'ın kim olduğunu hatırlayamıyorum" gibi değil;" kimin umrunda ki?" dermiş gibi unutmak. Tanımamak, göz ardı etmek gibi. "ىسن" burada tanımamak, göz ardı etmek manalarında kullanılmıştır.

"اَم ْوَيْلا اْم كاَسنَن اَمَك اْم تيِسَن ءاَقِل اْم ك ِم ْوَي"

(Casiye,34)

“Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bugün bizde sizi unutuyoruz."

Ama Allah asla unutmaz, O emsalsiz bir şekilde her şeyi hatırlayandır.

"ىسن" kelimesi hatırdan çıkarmak, unutmakanlamında değil, peki hangi anlamda? "Göz ardı etmek" anlamındadır. "Bugün biz seni göz ardı ediyoruz, tanımıyoruz, artık hiçbir şey ifade etmiyorsun."

"اَمَك اْم تيِسَن ءاَقِل اْم كِم ْوَي اَذَه" ; "tıpkı sizin 'bugününüze kavuşmayı' unuttuğunuz gibi."

Bunlar öğrenmeye engel olurlar. Neyse, bu ilk bölümdü. Sonrasında Musa (as)'ı görüyor.

"..اَلاَق ا هَل ىَسو م" (Kehf,66) : Musa (as) dedi ki:

"اْلَه اَك عِبَّتَأ" (Kehf,66) : "Sana tâbî olabilir miyim?"

Roller değişiyor. İlk bölümde Musa(as)'ın bir öğrencisi vardı. Öğrencisine talimatlar veriyordu.

Şimdi ise bir anda öğretmeni ortaya çıktı ve Musa (as) bu sefer öğrenci olmak istedi. "Seni takip edebilir miyim?" diye soruyor

"..ىَلَع نَأ اِنَمِ لَع ت.."(Kehf,66) : "bana öğretmen için"

Bana öğretebileceğin fikrine dayanarak,

"اَّمِم اَتْمِ ل ع اًدْش ر..." (Kehf,66): "Rüşde ulaşmak üzere,sana öğretilen (ilmi ledun) den"

Size gösterebilmek için bütün olarak açıklıyorum, sonrasında detayına ineceğim.

"اَلاَق اَكَّنِإ نَل اَعيِطَتْسَت اَيِعَم ا ًرْبَص"(Kehf,67) : “Muhakkak ki sen, benimle sabretmeye asla güç yetiremezsin.” dedi. Buradaki asıl olay şu, "اَكَّنِإ" kelimesi var ve öneminivurgulama, te'kid,

(12)

12 kesinlik bildirme olarak kullanılmış. Ama onlar ilk kez görüşüyorlardı. İlk kez tanıştığın ve senden bir şeyler öğrenmeyi talep eden birini gözünle bir dakikalığına tartıp yeterli olup olmadığına nasıl karar verebilirsin ki? "Hayır sen değilsin, üstesinden gelemezsin." Bu

basirettir (ريصب). Aynı zamanda da eğitim tecrübesi. Bazı öğretmenler sizi birkaç saniye içinde değerlendirebilir. Sizin fıtratınızı fark edebilen öğretmenler. "Entelektüel kapasiten var ama iyi bir öğrenci değilsin, anlamakta zorluk çekebilirsin" demedi. Senin sorunun şu olacak:

"Sabır". Belki de Musa (as)'ın "Bana öğretebilir misin?" ifadesindeki azmi onu ele vermiştir.

Böylece öğretmeni durumunu anladı. Neyin söylendiğinden ziyade nasıl söylendiği de duruma açıklık getirir ve bu durumda öğretici Musa(as)'ın müşkülünün sabır olacağını hemencecik söyleyebildi. Sana öğreteceklerime sabredememen değil, benimle sabredememen söz konusu.

"يعم" : benimle.

"عم ام كتملع" ya da " عم ام اَك مِ لعع" (Bendenöğreneceklerinle, sana öğreteceklerimle)

"Sana öğreteceklerime değil; bana, şahsıma karşıtahammülsüz olacaksın."

"Bunu şimdiden söyleyebilirim ki sabrını bana karşıkaybedeceksin."

Ve şöyle devam ediyor "...اَفْيَك َو ا رِبْصَت" : "Nasılsabredeceksin?" (Kehf,67)

"ىَلَع اَم اْمَل اْط ِح ت اِهِب ا ًرْب خ.." : "İç yüzünü kavrayamadığın,hikmetini bilmediğin, farkında olmadığın şeylere"

Diğer bir deyişle, Musa (as)'ı şu konuda uyarıyor: 'Bizim yapacağımız işlerde sen olayların tüm bilgisine sahip olmayacaksın.', 'Ve sen etrafında dönen olaylar hakkında bilgisiolmayınca keyfi kaçacak, üzülecek bir adamsın.', 'Çünkü tam anlamıyla kavramaya ihtiyacın var.', 'Ve eğer olaya tam anlamıyla vakıf değilsen yahut gerekçeler sana göre haklı değilse üzüleceksin.' Böylelikle bu iki ayette iki çeşit sabrın altı çiziliyor. Birincisi öğretmen, öğretici ile ilgili olan sabır; İkincisi ise ders, öğreti ile ilgili olan sabr. Fark ettiniz mi?

نَل اَعيِطَتْسَت اَيِعَم ا ًرْبَص : (Benimle beraber olmayadayanamazsın) kısmı öğretmenle alakalı.

اَم اْمَل اْط ِح ت اِهِب ا ًرْب خ kısmı ise dersle alakalı. Sonuç olarakiki çeşit sabr söz konusu:

Birincisi öğretmenin malumatı söylemeye, gizlemeyeya da yapmaya karar vermesi; 'Bunu neden yapıyorsun?', 'Nasıl oluyor da bunu yapıyorsun?'

İkinci kısım ise aslında şununla alakalı: "Nasıl oluyorda tüm bilgiler bize verilmiyor?", "Bu tarz bi tutum neden sergileniyor? Bunun arkasındaki mantığı çözemiyorum.", Bir Arapça

öğretmeni olarak sizi söyleyebilirim ki bizim müfredatımızda öğrencilerimize öğreteceğimiz kazanımlardan biri tevekkül olmalı. Ama sadece Allah'a değil. Aynı zamanda öğretmene de tevekkül etmek:

(13)

13

"Bana güven, şimdilik ismin dört özelliğini öğreniyorsun. Biliyorum bu kulağa hiç mantıklı gelmiyor. Hatta Arapça öğreniyor gibi hissetmiyorsun ancak bana üç dört gün müsaade et, Bölümlere geçtiğimizde -ki henüz neler olduklarını bilmiyorsun- hepsi mantıklı gelecek. Ama şimdilik sana söylediğim adımları izlemen gerekiyor.", "Ama ben buraya Arapça öğrenemeye geldim ve dahabir şavurma* sipariş etmeyi bile bilmiyorum. Ve onlar bana esnek, zayıf ve güçlü kelimelerden (Arapça dil kuralları) bahsediyorlar." Güvenmek zorundasın. Kendini öğretmenine ve aynı zamanda eğitim programının çizdiği yola vermelisin. Bu müfredatın amacı tüm bilgileri size yüklemek değil. Bugün ihtiyacınız olan malumatı size öğretmek.

Ve bugün hazır olmadığınız bilgiyi de geride tutmak. Ve hazır olmadığınız o bilgi size bugün verilseydi de ona sahip çıkmazdınız, onu bir kenara atardınız. Bilgiyi muhafaza edemezdiniz.

Halbuki o bilgiyi özümsemeniz gerekir. Ve onu özümseyip hazır olduğunuzda size biraz daha verilir, biraz daha ve biraz daha. Arapça'da öğrenmeyi tanımlamak için sıkça kullanılan kelimelerden birisi de "ةيبرت"dir. Bu kelime aynı zamanda bir bitkinin yetiştirilmesi manasında da kullanılır. Yıl boyunca bir bitki suya gereksinim duyar. Peki bu bitkinin bir yıl boyunca ihtiyacı olan suyun biranda bitkiye verildiğini düşünün! Bu şekilde verilmesi yanlış. Biraz su verirsiniz. Onu çekmesini ve biraz daha büyümesini beklersiniz. Ve sonrasında biraz daha ve biraz daha su verirsiniz. Ve bazı bitkiler saçma davranıp 'Bana hepsini ver!' der. Ve bahçıvan ise "Hayır!" der. "Ben fazlasını istedim ve o beni reddetti!" "Beni sulamadı bile!" Hayır, yapmadı. Tahammül edemeyeceksin çünkü çok fazla soru soracaksın. Her şeyi etraflıca bilmek isteyeceksin. Ama henüz doğru zaman değil. Sadece bana güven. İşte bu kısım hikayenin başlıca özlerinden bir tanesi. Böyle Musa (as) "Böyle bir sorunum olduğunu biliyorum" diyor. Musa (as) "Hayır, hayır! Sen neyden bahsediyorsun?" deyip itiraz dahi etmiyor. "Ben mi?!" "Sabır mı?!", "Ben sabrın ta kendisiyim!" Hayır!

"اَلاَق يِن د ِجَتَس ا ًرِباَص " : (Beni sabırlı bulacaksın) demedi.

" اَلاَق يِن د ِجَتَس نِإ ءاَش ا َّللّا ا ًرِباَص" : (Beni inşaAllah sabırlı bulacaksın) (Kehf,69) dedi.

"İnşaAllah (نا ءاش الله), Allah dilerse"

"Allah (cc)'ın ilahi müdahalesi ile bu işihalledebileceğimi düşünüyorum."

"Benim saklı bir problemim olduğunun farkındayım."

Ve Musa (as), bu sorununun kendi yeteneğini aştığını hangi kelimeyi kullanarak ifade ediyor?

Çünkü "İnşaAllah" ifadesini kullanıyor. "İnşaAllah" (نا ءاش الله) Ancak sana bir şey diyebilirim :

"اَل َو ي ِصْعَأ اَكَل ا ًرْمَأ"(Kehf,69) (Emirlerinde sana karşı gelmeyeceğim.)

Musa (as) "نِإ ءاَش ا َّللّا ا ًرِباَص اَل َو اِصْعَأي اَكَل اًرْمَأ" demedi.(İnşallah emirlerine karşı asi olmayacağım.)

"Sana elimden geldiğince hiçbir işte karşıgelmeyeceğim", "İnşaAllah sabredeceğim!"

Çünkü bu Allah'ın iradesindedir. Ben elimden geleni yapacağım. Ama itaatsizlik etmeyeceğim. Tamam o halde. "اِنِإَف يِنَتْعَبَّتا اَلَف يِنْلَأْسَت نَع ا ءْيَش اَثِدْح أىَّتَح اَكَل ا هْنِم" (Kehf,70)

(14)

14 Eğer bana uyacaksan işte ilk kural: İlk kural ne? "اَل يِنْلَأْسَت نَع ا ءْيَش", ne demek bu?

"Bana bir şey sorma."

"نَع ا ءْيَش" : herhangi bir şey.

"Herhangi bir şey hakkında soru sorma."

+Bana öğretebilir misin?

-Evet öğretirim. İşte ilk kural: Bana hiçbir konuhakkında soru sorma.

Daha başında sizin sabrınızı ölçüyor değil mi?

"Nasıl olur da öğrenebilirim ki?"

"Ben 'Soru sormak ilmin yarısıdır' sanıyordum" (فصنلاؤسلا ملعلا)

"Soru soramayacak mıyım?!"

"Ama ben ilmin peşindeyim (بلط ملعلا)"

"Sorusuz (لاؤسلا) ilim talibi (بلط ملعلا) mi olurmuş?"

Bu arada Musa (as)'ın talebi "Sana öğretilenlerden bana öğretebilir misin?" idi. Ve öğretmek yorucudur, detaylarla bezenmiştir, zaman alır. "اَمَّلَع": Bir bütün olarak, uzun süren, detaylı, zamanalıcı.

Hızır (as), Musa (as)'a "Bana hiçbir şey hakkında sorusorma" diyor. "Ben sana anlatıverene kadar": "اَثِدْح أ"

Ve bunu hızlıca söylüyor.

"اثداح أ" kelimesini kullanmıyor çünkü bu uzun olur.

Onun yerine "اَثِدْح أ" diyor. Ef'ale babından geliyor. "Sana bir hamlede söyleyeceğim"

"ا هْنِم" : "Sana öğrettiğim şeylerden"

"اًرْكِذ" : "bazı sözler", "Sana bazı şeylerden bahsedeceğim.", "Ve sen, sana söylediklerim hakkında bana soru sorabilirsin ancak o vakte kadar bana hiçbir şey sorma."

"Böylece sen yorucu derslere tâbî olmayacaksın."

"Burada yahut gittiğimiz yerde bir karara varabilirsin ve bu da kısmi olabilir. Anlaştık mı?"

İşte bu üzerinde mutabık olunan anlaşmaydı. Bu bizim ikinci bölümümüzdü ve dikkat ederseniz bu bölümde ilk ayette, Musa (as) öğrenmek istiyor: "اَك عِبَّتَأ" ( sana tâbî olabilir miyim?) Musa (as) takip etmek istiyor.

(15)

15 Ve bu bölümün sonunda ise "Eğer bana uyacaksan, beni takip edeceksen.." ifadesigeçiyor.

Takip etmek başta ve sonda tekrar ediliyor. İlk ayette Musa (as), "Sana öğretilenleri bana öğretirmisin?" diye soruyor. Ve bölümün son ayetinde Hızır (as) öğretmesininkoşulunu söylüyor.

"Bana soru sorma, sana emirler vereceğim, kısa ve öz olarak bahsedeceğim." Ve bu bölümün ilk ve son ayetleri birbirlerinin karşılığı oluyorlar.

Aradaki üç ayet ise tamamen sabır ile alakalı. Böylece bu sıralamada biz esasında bir şey öğreniyoruz: Her şeyden önce, öğrenci öğretmenine karşı güven sahibi olmalı. Değil mi? Eğer güven inşa edilmezse öğrenme sağlanamaz. Ve güven tahsis edildiğinde, öğretmeni ona rehberlik edebilir, kısıtlamalar getirebilir ya da ondan bazı taleplerde bulunabilir. Senin alışık olmadığın hatta seni zorlayacak kuralları sana dayatabilir. Ama bu güvene sahip olursan bu rehberliği takip etmen gerekir. Peki bu ilişkinin özünde ne test edilmiş olacak? Senin sabrın test edilmiş olacak. Ve bu orta kısımda bahsi geçen mevzuydu. Ve sen belki de bu tür bir sabra sahip değilsindir. Bu yüzden Allah (svt)'a yönelip " ا ديِن ِجَتَس نِإ ءاَش ا ًرِباَص هَّللا" demelisin (Allah dilerse, beni sabırlı bulacaksın) Ancak ne olursa olsun öğretmenine karşı itaatsizlik yapmamalısın. Bu ilişkiye girdin ve itaatsizlik artık söz konusu olmamalı.

اَل َو ي ِصْعَأ اَكَل ا ًرْمَأ : "Ve sana emirlerde asi olmayacağım."

Öğretmen ve öğrenci arasındaki sabır ve ilişkinin güzel bir yansıması bu bölümün sonunda gösteriliyor.

"...اَقَلَطناَف"(Kehf,71) , ne demek bu?

"İlerlediler, ileri gittiler." (Kehf,71)

"Onlar yola çıktılar."

"..ىَّتَح اَذِإ اَبِك َر.." (Kehf,71) : İkisi de gemiye binene kadar." Peki artık kim orada değil?

Musa (as)'ın yanındaki yardımcısı artık yok. Şimdi ise Musa (as) asistan pozisyonunda. Yani ikilik hala devam ediyor.

"..اَهَق َرَخ.."(Kehf,71) : "Adamın tahta parçalarını kırdığı,deldiği gemiye bindiler."

"...اَلاَق اَهَتْق َرَخَأ اَق ِرْغ تِل اَهَلْهَأ..." (Kehf,71)

“Onun ehlini (gemide bulunanları), boğmak için mi onudeldin?"

"اْدَقَل اَتْئِج اًئْيَش ا ًرْمِإ..."(Kehf,71) : Andolsun ki sen,(vebali) büyük bir iş yaptın.

"Nasıl oldu da böyle bir şey yapabildin?"

"...اَلاَق اْمَلَأ اْل قَأ" (Kehf,72)

Gayet sakince söyledi. Sadece sahneyi hayal etmenizi istiyorum:

(16)

16 "Geminin ortasındasınız, bize yer verdiğiniz için çok müteşekkiriz. Bunda nsonrasını

hallederiz." Ve sonra aniden tahtaları sökmeye başlıyor ve su fışkırmaya başlıyor! Musa (as):"

Ne yapıyorsun, insanlar boğulacaklar!" Hızır (as) : "Ben sana sabretmeni

söylememişmiydim?" deyip tahtaları sökmeye devam ediyor. Musa (as) bir şekilde kendini geride tutmayı başardıve dedi ki:

"...اَل ايِنْذ ِخا َؤ ت اَمِب ا تيِسَن" (Kehf,73):

"Unutmam sebebiyle beni muaheze etme (azarlama)" Musa (as)'ın yardımcısının başı belaya girmişti çünkü oda unutmuştu!

"..يِ نِإَف ا تيِسَن اَتو حْلا.." (Kehf,63): "ben gerçekten balığıunuttum"

"..اَم َو ا هيِناَسنَأ اَّلِإ اَطْيَّشلاا نا اْنَأ ا ه َر كْذَأ .."(Kehf,63): "Onuhatırlamamı, bana şeytandan başkası unutturmadı."

Ve Musa(as), unuttuğu için yardımcısına sinirlenmişti:

"..اَكِلَذ اَم اَّن ك اِغْبَن.." (Kehf,64) (İşte bu bizim aradığımızşeydi!)

"Ne yaptın?!"

Sonrasında geri döndü ve Şimdi ise Musa (as), yardımcısının düştüğü duruma düştü.

"Unuttuğum şey yüzünden azarlanmamalıyım." Dedi. "Ve işleri benim için zorlaştırma lütfen." "Bu halihazırda benim için zor iken daha da zorlaştırma."

"..اَقَلَطناَف" : İlerlediler, yola devam ettiler" (Kehf,74)

İşlerini hallettiler, günün hayrını işledirler. Her şey tıkırında.

Genç bir oğlana rastlayana kadar yola devam ettiler:"..ىَّتَح اَذِإ اَيِقَل اًم َل غ.."(Kehf,74)

"..ا هَلَتَقَف.."(Kehf,74) : "Adam çocuğu öldürdü."

"..اَلاَق اَتْلَتَقَأ اًسْفَن اَزاًةَّيِك .." : "Sen temiz(masum) birini miöldürdün?"

"اًةَّيِك َز" Çünkü çocuklar temizdir, saftır.

Çocuklar masumdur ve ةَّيِك kelimesi saf demektir;çocukların henüz günahları yoktur.

"..اِرْيَغِب ا سْفَن.." (Kefh,74) : O(çocuk) kimseyiöldürmemişken

"Bunu nasıl oldu da yapabildin?"

"اْدَقَّل اَتْئِج اًئْيَش ا ًرْكُّن .." (Kehf,74): "Andolsun ki sen, kötübir şey yaptın.”

Bir çocuğu öldürmek!

"اَلاَق اْمَلَأ ل قَأ اَكَّل اَكَّنِإ نَل اَعيِطَتْسَت يِعَم ا ًرْبَص" (Kehf,75). Busefer kullanılan dil daha sert, uyarıcı.

(17)

17

"... اَأل ق اَكَّل"(Kehf,75) : "Ben sana söylemedim mi?"

"Şüpsehiz ki sen bana sabr gösteremezsin."(Kehf,75)

"...اَلاَق نِإ اَك تْلَأَس نَع ا ءْيَش اَهَدْعَب" (Kehf,76): (Eğerbundan sonra sana bir şey sorarsam)

"Tamam, tamam, peki. Bu Allah tarafından, ben geri çekiliyorum, Ve eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam 'benimle arkadaşlık etme' : "..اَلَف يِنْب ِحاَص ت.."

"اْدَق اَتْغَلَب ن ِم يِ ن دَّل ا ًرْذ ع.." (Kehf,76)

"Benim tarafımdan (kabul edilebilir) bir özüre ulaşmışoldun"

"Artık gerisi benim hatam"

"Sen haklısın, sabredemeyen bendim, bu benim hatam."

"Daha fazla tahammül edemezsem, tamamen benim eksikliğimdendir."

Bundan öğrendiğimiz şu ki: öğrenci ve öğretmen arasındaki ilişki bazı zamanlarda

kendiliğinden devam eder. İlişki kötüye gider. Ve kötüye gitmeye başladığı takdirde öğrenci talepleri karşılayamaz olur. Daha zor görevler bekliyordur ve öğrenci öğretmenine "İnşaAllah bunu yapacağım, söz veriyorum, yapacağım" der. Sonrasında birkaç hafta daha geçer ve o görevler hala yapılamayı bekliyordur. Yahut başarısızlıklar, aksaklıklar sıkça ortaya çıkar. Bu noktada ise öğrenci kendi benliğine karşı tahammülsüzleşir. Ve insanlar kendilerine kızdıkları zaman, etrafındaki insanlara da kızarak bu durumu maskelemeye çalışırlar. Bu durum "Bana yeterli fırsatı tanımadılar, etraflıca açıklamadılar da zaten, şans vermediler; Texas'ın havası beni çok etkiledi" ifadelerine dönüşür. "Hükümet, Donald Trump yaptı bunu!" Sanki bir şekilde gece saat ikilere kadara Netflix izlediğini kabul edemiyorsun. Bunu

kabullenemiyorsun.

"Bunun sorumlusu sistemdir, hükümettir. Seni birşekilde izleyen Büyük Birader*dir!" Ama asla sorumlusu sen değilsin. Ve tüm bunların sorumlusu TA (Öğretmenler topluluğu), öğretmendir, enstitüdür hatta kitaptır.

"Oğlum kitapta yazım hatası buldum!"

"Neyse, şimdi gidip 4.sezonu izleyeyim."

Sonrasında hatanızı fark etmenizi sağlayan vicdanınız devreye girer ve

"Aynı hataya tekrar düşersem bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalırım" dersiniz.

"Yalvarıp yakarmayacağım."

Musa (as) sınırı ikinci kez aştığının farkına vardı. Tamam, bu ikinci vuruştu. 3 hak kuralı Kuran'da da geçer. Oyun dışı edilmek için. Peygamberler için dahi geçerli.

(18)

18

"..اَقَلَطناَف" (Kehf,77): "Onlar ilerlediler, gittiler."

"..ىَّتَح اَذِإ اَيَتَأ اَلْهَأ ا ةَي ْرَق اَمَعْطَتْسا اَهَلْهَأ.." (Kehf,77) :

"Bir kasabanın halkına geldikleri zaman".

Hangi kasaba? Hadi ama bilmiyor musunuz?

İşte bu yüzden o kelime "اريكن" (belirsiz, bilinmeyen)

"Herhangi bir kasaba" Yani birisi size hangi kasaba olduğunu sorarsa "Herhangi bir kasaba"

deyin.

+Ama bu nasıl olur?

-Çünkü üstünde bir tenvin (نيونت) var.

+Peki kim koydu?

-Allah (cc) koydu.

"..اَمَعْطَتْسا اَهَلْهَأ.." (Kehf,77) : "onun (şehrin) halkından,yemek istediler."

Peki yemek olarak ne istediler? Yüksek ihtimalle yine balık. Hayır, bu kimsenin umrunda değil. Çünkü asıl mevzu bu değil. Doğru soruları sormalısınız.

"..اْوَبَأَف نَأ اَم هو فِ يَض ي.." (Kehf,77): "Fakat onları (ikisini),misafir etmekten (şehirdekiler) çekindiler."

Allah (cc) "Halk onlara yemek vermeyi reddetti" demedi; halk onları misafir etmeyi reddetti.

Kapıyı bile açmadılar : "Gidin buradan hadi kaybolun!" İnsanlar ikisine bir gün bile müsaade etmediler.

"Sana ikramda bulunamam ama gölgesinde dinlenebileceğin bir ağaç var." Ancak halk bu kadar bile anlayışlı değildi. Kasaba halkı, misafirperverlik sergilemedi.

"..اَدَج َوَف اَهيِف ا ًراَد ِج ا دي ِر ي اْنَأ اَّضَقنَي.." (Kehf,77): "Oradayıkılmak üzere bir duvar buldular"

Bu şekilde.

".. ا هَماَقَأَف.." (Kehf,77): "(Hızır a.s), hemen onu düzeltti"

Ve görünüşe göre Hızır (as) kendi başına düzeltti. Çünkü iki birlikte düzeltselerdi kelime :

"ا هاَماَقَأَف" olurdu. Değil mi? Yani o, Hızır (as) tek başına çalıştı.

"..اَلاَق اْوَل اَتْئِش.." (Kehf,77)

Bu arada Musa (as) neden yardım etmedi? (Musa (as) sabrediyordu?) -Hayır

(19)

19 Hayır, değil. Musa (as) korktu. Artık söylenene kadar tek bir adım dahi atmıyor. Çünkü artık oyun dışında kalmasına neyin sebep olabileceğini bilmiyor. Çünkü "Eğer bir hata daha yaparsam başım derde girecek." demişti.

"..اَلاَق اْوَل اَتْئِش.."(Kehf,77)

Bu arada sizce fıtratını tanıdığımız Musa (as) öylece durup izledi mi? Tüm bunlar Musa (as)'a eziyet ediyordu. Bu adam kendini yoruyor, Musa (as) ise yardım etme konusunda kararsız. Bu sırada tüm işin halledildiğini görüyor. Musa (as) farkına varmadan müdahil oluyor.

"Bu benim üçüncü hakkım" diye düşünmüyor.

"onun (bu hizmetin) için bir ücret alırdın." diyor, gayetsıradan bir muhabbet gibi.

Hayır, şey yani Duvardan uzaklaştılar. "İşimiz burada bitti,

Bu insanlar bize tükürdüler, bizi kovdular; sen ise kasabanın ortasına bir abide diktin."

Oradan uzaklaştılar ve Musa (as) bu sırada hangi durumdaydı?

Neydi? Acıkmıştı. "Bu hizmetine ücret ödenebilirdi!" Belki de Musa (as) sadece mırıldanmıştı.

Fikrini açıkça beyan etmemişti. "Bence ücretini almalıydın" Ve bu sözü dikkate alındı.

"..اَلاَق اَذَه ا قاَرِف يِنْيَب اَكِنْيَب َو" (Kehf,78): "(Hızır a.s) şöylededi: “Bu, benimle senin aranda ayrılıktır."

İlginç bir şekilde aslında onlar bir kesişimde "اًعمْجَم"buluşmuşlardı. Ve sonuç kısmı ise bir ayrılık: "قاَرِف" Kullanılan dilin imgelemine bakın: "Onlar iki denizin birleştiği yerde buluştular."Şimdi ise onlar ayrılacaklar. (قاَرِف)

"يِنْيَب اَكِنْيَب َو"

"..اَك ئِ بَن أَس اِليِوْأَتِب.." (Kehf,78) : "şey(ler)in tevîlini(yorumunu) sana haber vereceğim."

"Görünmeyenin perdesini kaldıracağım."

"اَم اْمَل عِطَتْس اِهْيَلَّع ا ًرْبَص.." (Kehf,78): "Sabırlı olmaya güç yetiremediğin şey(ler)in" اَت

Ayetin geri kalanına bugün devam etmeyeceğiz ancak size bir şey söyleceğim: Musa (as) kendi yardımcısı ile beraberdi. Sınırı geçtiler. Ne yapmak zorunda kaldılar? Geri dönmek.

"اَّدَتْراَف ىَلَع اَمِه ِراَثآ اًصَصَق.." (Kehf,64): "Böylece kendi izlerini takip ederek geri döndüler."

Şimdi ise Hızır (as) geçtikleri "اًصَصَق"ları geri takip ediyor. Her bir hikayeyi geri takip edecek, anlatacak. Aslına her olayın, hikayenin tekrar üzerinden geçecekler. Keliminin tam anlamıyla ikinci kez "اَّدَتْراَف ىَلَع اًصَصَقاَمِه ِراَثآ" (izlerini takip ederek görü döndüler, adım adım.) Ne kadar da tamı tamına!

Ve sonunda "كلذ اِليِوْأَت ِِ اَم اْمَل عِطَتْسَت اِهْيَلَّع ا ًرْبَص" :

(20)

20

"Sabırlı olmaya güç yetiremediğin şey(ler)in tevilini (yorumunu)" Bu arada, sarf dersinizde mutlaka görmüştünüz ama hatırlatmakta fayda var.

"عيطتسأ" (yaptı), "نوعيطتسي" (yapar), "اًتعطتسأ"(Yapabilite) لا ا رما ؟ هنم

"عيطتسا"

اَعيِطَتْسَتل" Nehy kipi"

اْمَل ile beraber اَلاْم عِطَتْسَت olurdu.

اْمَل عِطَتْسَت

Ve burada fark ettiyseniz O "مل عطتست" : "Sen yapamadın."

Bunu derste işlemiş miydiniz?

O "مل عطتست"

Peki sonuncusu ne? "مل عطست"

ت ve ط harfeleri birbirlerine yakın harflerdir.

Araplar daha sakin olması için bu harflerden sadecebirini söyleyebilirler.

"عيطتسا " yerine "عيتسا"

"عتسا"

"عطتسي" (yapar) yerine "عتسي"

"عطتسي" ya da "عتسي" dersin. İkisi de kullanılabilir.

Ama bu açıklama yeterli değil. Kur'an sadece "Bu kullanım havalı ve asıl amaç bir sarf dersi vermek" demez. İki helali göstermek mi amaç? Hayır! Aslında "اذا رَّثَكت اَدَّكات": Çok şey

söylerseniz daha fazlasını, az şey söylerseniz de daha azını ifade etmiş olursunuz. Konuşmada hangisi daha öz, kısa? عيطتست mi عيطستmi?

Hızır (as) veda ediyor ve 'İşleri daha da uzatmanın bir manası yok, elimden geldiğince kısa ve öz konuşacağım, bu çabuk bir veda olacak'

"عِطسَت اِهْيَلَّع ا ًرْبَص"

"İlişkimiz burada bitti, sana fazladan bir harf dahi teleffuz etmeyeceğim." Sadece kesiyor, bitiriyor. SubhanAllah! Musa (as)'a karşı başlarda daha sabırlıydı: "اَم اَعي ِطَتْسَتْمَل اِهْيَلَّع ا ًرْبَص" Ancak

(21)

21 sonunda "Bu işi olması gerektiğinden daha fazla uzatmayalım, lütfen eşyalarını topla ve git."

"Ne eşyası ki? Bize hiç yemek vermediler?"

دمحلا لله (Allah'a şükür). Bu hikayenin kısa bir değerlendirmesiydi. İnşaAllah ayet ayet ilerleyeceğiz.

İnşaAllah atladığım bazı detayları etraflıca inceleyeceğiz biiznillah. Allah sizi muhteşem Kuran ile mübarek kılsın. Ayetleri ve zikirlerini bize faydalı kılsın.

2. BÖLÜM

Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım.

"Bize Rasulullah'tan (s.a.v) Ubey ibni Ka'b rivayet etti.

-Öncesinde- Allaha hamd, salat ve selam Rasulu’n eve ehline ve ashabının tümüne olsun.

Ubey İbni Ka'b bize Rasulullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini aktarıyor: "Musa (a.s) İsrailoğullarına vaaz vermek üzere ayağa kalktı. Ve insanlar ona en bilgili olanın ya da daha çok bileninkim olduğunu sordu." En bilgili değil daha bilgili demem gerekir. Birçok çeviride hemen atlayıp en bilgili diye çeviriyorlar. "En" diyememenizin sebebi "El-Ea'lem" dememiş olmasıdır. En üstün değil. Lam-ı tarifsiz (el takısı) ea'lem en üstün olmaz bukarşılaştırma durumudur.

"dedi ki 'Ben'. Ben daha çok biliyorum.'" Yani cümle insanlar arasında 'ben daha çok biliyorum'olarak anlaşılıyor elbette. "Bu yüzden Allah O'nu azarladı. Çünkü o, ilmi Allah’a izafe etmemişti." Buradaki kırmızı kısım hadisin şerhidir. Bütün bunlar açıklama o yüzden bu kısmı atlıyorum. Sadece muhaddisten.

"iz lem yureddul\yureddel ilm ileyhi"

Sanırım siz sadece muda'efe yaptınız. Bazı medde yemuddu fehuve vs. duyuyordum (Arapça fiil çekimleri). El emru minhu dediğiniz zaman, radde için,

rudde-ruddi-urdud. Değil mi?

Yani meczum hali, en açık hali yerudda-yeruddi-yerdud olabilirdi. Bu yüzden lem yerudda'ya ulaşıyorsunuz. Bu yaptığınız şeyin canlı bir örneği. Lem-yeruddi velem yerdid de olabilirdi, hepsi makul. Her neyse yani ilim direkt olarak Allah' izafe edilmiyor. Yani buradaki duraklama anında bile anlamamız gereken şey Musa peygamber bizlerin kınandığı gibi kınanmıyor. Bazı meraklı insanlar bana bu odada kimin Arapça'yı daha iyi bildiğini sordular, biri de Adem Hoca dedi. Sonra biri çıkıp diyor ki, Allah daha iyi bilir demen gerekir! Hayır hayır verilen bağlamda kimin daha çok bildiğini söyleyebilirsiniz. Açık bir şekilde O ben en bilgiliyim demedi, aranızda daha çok bilen kişiyim dedi. Fakat Peygamberlerin normal insanlara göre daha yüksek

(22)

22 standartları vardır. Bizim için söylenmesi tamamıyla zararsız olan şeylerden bile Allah

Peygamberleri sorumlu tutar. Bu Allah'ın biz ve Peygamberler için belirlediği standartları ayırt etme şeklidir. Bu bizim Peygamberimiz (s.a.v) için de geçerlidir. Kur'an'da herhangi bir insan hiç günah olmayan şeyler üzerine uyarılıyor. Hiç sorun olmayacak tarzda şeylerdi.

Mesela âmâ bir insan. Abese alındaki çıkıntı anlamına gelir. Bu âmâ insanın konuşmasının ortasında kendisini bölmesinden bunalmıştı. Bu arada görme engelli olan insanlar daha iyi duyar. Bir duyu gidince diğeri güçlenir. Yani O'nun bir görüşmenin ortasında olduğunun tamamen farkındaydı. Sonra Peygamberimiz dur, bu yaptığından hoşlanmıyorum, seninle sonra konuşacağım demedi. Sadece doğal olarak alnında bir çıkıntı oluştu. Daha doğal olan ise âmâ bir insanın alındaki bir çıkıntıdan ötürü alınması mümkün değildir. Bu mümkün değil.

Ve hemen ardından ayet geliyor. Yani bizim tabi tutulmadığımız standartlara tabi tutuluyorlar. Bunun bir örneği bu da.

Bu konuyu akılda tutulmazsa müslümanların aklına Peygamberlerin de hata yapabileceği düşüncesinin gelmesi normalleşir. Hayır hayır. Dur bir dakika. Onlar hala hatalardanberidir.

Kur'an'ın metinlerini okurken kendimizi bu tarz düşüncelerden uzak tutmak zorundayız. Daha önce Davud ya Süleyman (a.s) hakkında konuştum mu bilmiyorum. Çünkü Davud ve

Süleyman (a.s)'ın kısaları Kur'an'da geldiği zaman, onlar hata yapmış gibi bir görüntü vardır.

Süleyman namazı unutmuş gibi görünüyor mesela. Çünkü atlarla ilgileniyordu. Kur'an'daki Sad suresinde açıklanan bir konudur.

"Rabbimi anmak yerine ben atlarla ilgilendim." Doğrusu bu bazı klasikler tarafından reddedilen bir tefsirdir. Çünkü ilk olarak namazın kaçırıldığına dair güvenilir rivayetler yok.

İkinci olarak ise Kur'an metinlerinden sadece görünürden atlarla ilgilenip namazı kaçırdığını kabul etmek oldukça zordur, Kabul edilmesini daha zor kılan bir şey daha var, bir iki ayet önce-tam hatırlayamıyorum yerini- sürekli olarak Allah'a dönüyor. Tekrar tekrar Allah'a yöneliyor. Yani öncesinde Allah'ı normalin dışında bir düzeyde anan biri olarak tarif ediliyor.

Sonraki ayetlerin namazını kaçırması noktasında

" اْنَع اِرْكِذ يِ ب َر"nin üzerine bina edildiğini aklımızda tutmamız gerekiyor.

Neden namazını kaçırdı diyorlar?

"ا ىَّتَح اْت َرا َوَت اِباَج ِحْلاِب (Tâ ki perde ardında gözden kaybolana kadar)" Tevarat nasıl bir zamir? O (dişil).

Fakat onun kim olduğunu söylemiyor. Bu yüzden perde arkasında gözden kaybolanın güneş olduğunu söylüyorlar. Güneş olduğunu varsayıyorlar çünkü Şems dişil bir kelimedir. Ayet demiyor ki "Ta ki güneş perde ardında kayboluncaya kadar." Tevarat kelimesinin kalıbı nedir?

Teâvene değil mi? Sonrasında gelen nedir? -Birbirine. Tekil bir varlık olan güneş için birbirine kullanılır mı?Güneş başka bir şeyle... Açıkçası burada yaptığı şey şu, savaş atlarına bakıyordu, onlara yürüyüş yaptırdı ve onlar gittiler. Beraberce gittiler ve O'nun kendilerini göremeyeceği kadar uzaklaşıp ortadan kayboldular. Tevarat baktığı atlar için kullanılıyor. Ta ki onlar bir bakıma gün batımına doğru gidip uzaklaşana kadar. Yani aslında "اْنَع اِرْكِذ يِ ب َر" den kasıt şudur,

(23)

23

"Ben Rabbimin zikrinden aldığım ilhamla bu atlara bakmayı seviyorum." Bu atlara bakmamın sebebi onların din uğruna çalışacak olmasıdır. Bunu Allah yolunda yapıyor.

ا ىَّتَح اْت َرا َوَت اِباَج ِحْلاِب Yani aynı metnin, herhangi bir güvenilir rivayeti ihlal etmeyen farklı

birokuma şekli vardır. Kabul edilen ihlaller tarihte çok meşhur olanlardır. Sadece meşhur bir yorum. Bizim yaptığımız düzenleme Süleyman(a.s)'ın dürüstlüğünü muhafaza ediyor. Yani aklınızda Peygamberlerin masumluğunun muhafaza edilmesi gerektiğine dair kesinleşmiş ilkeler olduğu zaman metinleri okurken bakış açınız farklılaşıyor. Metinleri sorgulama şekliniz de değişiyor. Biz direk Peygamber (s.a.v) hakkındaki peşin hükümlere atlamayız. Her neyse Süleyman (a.s) hakkında bir şey daha var. Sonra atlar geri geliyor ve bir eğitmen olarak bu durumda ne yaparsınız? Kontrol edersiniz. Onlarsa şöyle gösteriyor, o namazı kaçırdığı için o kadar üzgündü ki atlar geri döndüğünde onların kendisine getirilmesini söyledi ve hepsini kesti. Bütün atları kesti. İmam Razi bu ayet üzerindeki bütün görüşleri yorumladı. "Sonra bacaklarını ve boynunu mesh etmeye başladı."-Meshin anlamını henüz söylemiyorum.- Bacaklar ve boyun. Bu yüzden alimlerin çoğu dedi ki bıçakla hepsinin üzerinden geçti.

Namazını unutmasına sebep olan bütün bu atları doğradı. Ve sonrasında alimler atları kesmesi üzerine ihtilafa düştüler. Atları kesmek yerine Allah yolunda sadaka olarak verebilirdi diye. Peygamberin yaptığının iç yüzünü çözemediler. Çünkü dışardan baktığınız zaman üzülüyor ve atlara saldırıyor. Bilirsiniz ki sinirlendiğiniz zaman, özellikle namazınız geçtiğinde kimseyi suçlamazsınız, kendinizi suçlarsınız. Yani bütün mesele atları kesip bağışlamak için fırsat bulmasıydı. Hmm... Bu hiç metnin anlatmak istediği şeymiş gibi durmuyor. Katılmıyorum hayır ben böyle düşünmüyorum. İbni Kesir Allah sana merhamet etsin seni gerçekten çok seviyorum ama bu aklıma oturmuyor okumaya devam etmek istiyorum. Ve sonra İmam Razi! İmam Razi diyor ki, ben böyle düşünmüyorum.

".... (gibi bir tepki verdim) evet devam et!" Diyor ki, Eğer mesh kelimesi doğramak

anlamageliyorsa Kur'an'daki "Başlarınızı ve ellerinizi meshedin" ifadesini ne yapacaksınız?

Biliyorsunuz ki "Su bulamadığınız zaman başınızı veellerinizi meshedin" diyor. Namaz vakti geldi ve su bulamıyorsunuz, o zaman...(Kendinizi mi keseceksiniz?) Sonra demiştim ki bu harika!

Ve şu nokta çok müthiş, İslam'da kurban kestiğiniz zaman bu merhamet göstergesidir.

Kurban kesme şekli hayvana eziyet vermiyor, boyundan kesiyorsunuz. Fakat ayette diyor ki ilk bacaklarını sonra boyunlarını kesiyor. Ayrıca bir Peygamber neden bacaklarını sonra boynunu doğrayarak bir hayvana zarar versin ki? Sonrasında diyor ki atlar yorgun bir şekilde geri gelince bacaklarını sıvazlayıp boyunlarını okşuyor. Atlar yorgun olarak geldiğinde onları yoklamak için yapacağınız şey budur zaten. Ne yaptığını betimliyor ve tamamen metinle uyumlu. Böylece metni okurken bıçak falan düşünmenize gerek kalmıyor. Bu Peygamberlerin doğruluğu, muhafaza etmesi zor değil. Sadece okuduğun şeye kendini ada. Diğer bütün görüşlere saygı duyarız, sadece bu görüş daha ikna edici. Allah en doğrusunu bilir.

Her neyse yani "Ben daha fazla biliyorum." demesi de buna bir örnekti.

(24)

24 Bazı zamanlar bir öğretmen için de savunma amaçlı bunu demek önemlidir. Bazen öğrenci böyle itici davranabiliyor: -"Neden yedinci üniteyi öğreniyoruz ya da dördüncü üniteyi?"

"Ben senden biraz daha fazla bilgiye sahibim, her şeyi bildiğimi iddia etmiyorum ama şu an sadece sana öğretme işini yapabilir miyim?" -"Peki, tamam." Bazen bir öğrenciyi yerinize koymanıza gerek yoktur, onlara bulundukları konumu hatırlatmanız gerekir. Bunu yapması gerekiyordu -Musa(a.s)'nın-. Üstelik İsrailoğullarına öğreticilik yapıyor. Bazen sınırları aşmaya meyilli olan insanlardı. Bu yüzden bazen kendilerine "Ben sizden daha iyi biliyorum, sadece dinleyin." denmesi gerekiyordu. Nasıl bir soru bu? 'İnsanlar arasında daha bilgili olan kim?' Bir Peygambere nasıl olur da aralarında hangi insanın daha bilgili olduğunu sorabilirsiniz?

Eğer bir Peygamberin yolundan gidiyorsanız bu sorunun cevabı kendiliğinden verilmez mi?

Bu ihtiyaç bile duymadığınız bir soru değil mi? Böyle alaycı bir soru sorulursa ne olur?

Açıklanması gerekir. Yani böyle yaparak hata etmedi. Allah bu durumu onu bir yolculuğa çıkarmak için fırsat olarak kullanıyor.

-Rivayet devam ediyor-

Allah teala:“İki denizin birleştiği yerde kullarımdan biri var. O senden de bilgilidir” dedi. Musa da (a.s.): “Ey Rabbim! Kim beni ona ulaştıracak?” dedi. "Ey" evet, elbette anlamına gelir.

Başka bir şekli de "iyy"dir. İyy ve eyy benzer kelimeler. Hadisin ravilerinden olan Süfyan (rh) dedi ki: “Belki de şöyle söyledi: “Ey Rabbim! O kimdir? Ona nasıl ulaşabilirim?”

Rivayetin birçok versiyonu var. Dedi ki:"Gidip balık tut ve onu bir miktile koy" Miktil bir tür kovadır. "Balığı her nerede kaybedersen Okişiyi de orada bulursun." Muhtemelen ravi semma değil semmah dedi. Bu daravilerin ne kadar hassas olduğunun takdir edilmesidir.

Semma deyip demediğini tam hatırlamıyorum, semmaderken sonda bir h var mıydı acaba? O yüzden semmah dedi. Sufyan'ın semma dediğini düşünüyorum ama semmahda demiş

olabilir. "Balığı tuttu ve kutuya koydu. Sonra O ve yanındakigenç yardımcısı Yuşa ibni nun - İncil'de Joshua diye adlandırılır.- bir kaya parçasına varana kadar yürüdüler." Yani büyük taşa yaklaştılar. Bu "Sağa" ayrı bir kelime. Pardon "Dağa" imiş. "Başlarını taşa yasladılar." Yani bayılmış gibi oraya dayandılar." Sonra Musa uyandı. Ürkerek uyanmıştı ve bu esnada balık hareket ediyordu." Muhaddis ya da Ravi açıklarken balığın ölü olmasına rağmen hareket ettiğini söylüyorlar. Ayrıca onun kızartılmış olduğu da söyleniyor. Kızarmış bir balık ve hareket etmeye başlıyor. "Sonra kovadan çıkıp denize düştü, denizde seraba benzeyen bir yoldan ilerledi." Yani giderken arkasından bir gemi izi bir oluştu. Gerçek gibi görünüyordu.

Rivayetlerde onun karadan denize atlamış olduğu gibi bir görüntü var. "Allah balığı akıntının yüzeyinde tuttu." Balık suyun içine atlamadı, yüzeyde gitti bir jet ski gibi düşünün. Allah onu suyun yüzeyinde tuttu. "Bir mızrak gibi ilerledi." Ayrıca ravi burda balığın bu şekilde giderken görsel bir şölen yapar gibi olduğunu da rivayete eklemiş. "Her ikisi de ileriye doğru hareket etmeye başladılar. Ve ilerlerken gecenin hatta bir sonraki günün bittiğinin farkına

varmadılar."

(25)

25 24 saatlik bir yolculuk yapmış gibiydiler yani. "Sabah olunca Musa, yardımcısına: “Haydi, kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzda epey yorulduk” dedi. -Bu direkt olarak Kur'an'da geçiyor.-" (Halbuki) Musa (a.s.) emrolunduğu yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk

duymamıştı." Başka bir deyişle Allah O'na varacağı yere kadar hiç yorgunluk hissi vermemişti.

"Yanındaki genç dedi ki: “Gördün mü, kayada konakladığımız vakit ben balığı unutmuşum.

Onu söylememi şeytandan başkası unutturmadı." -Pişirilmiş balık kalkıp gittiği zaman- O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti” Ölü balık hakkında şaşırtıcı olan şey yüzeyde görebileceğiniz şekilde gitmesiydi, suyun altında değil. "Balık gerçek değilmiş gibi

görünüyordu. İkisi de buna şaşırdı." Balık için gemi izi gibi bir serap vardı. Bu arada hadisteki

"lehuma aceben" dediği Musa (a.s)ve yanındaki kişiyi kastediyor. "lehu aceben" olsaydı tekil olurdu o yüzden "lehumaaceben", ilerideki "e raeyte" de bunu doğruluyor. "Sen de görmedin mi?" Genç (Yuşa), Musa(a.s) ile konuşuyor. Musa'nın (a.s) da balığın aldığı yolu görüp

görmediğini soruyor. Allah onlara unutturuyor ve O da bunu şeytana izafe ediyor. -Bu bölüm şerhe ait o yüzden ona değinmeyeceğiz.-"Musa gence: 'İşte aradığımız o idi' dedi. Kendi ayak izlerini adım adım izlediler. Ayak izlerini sürerek asıl bulundukları yer olan kayaya vardılar. Bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş bir kimse duruyor. Musa (a.s.) selam verdi. O da ona şöyle cevap verdi: 'Senin geldiğin yerde insanlara nasıl selam veriliyor?'" Kendinizi tanıtmadan direkt olarak selam mı veriyorsunuz? Yani adam biraz agresif bir tipti ve dedi ki, sizin geldiğiniz yerde selamınız bundan mı ibarettir? Dikkat edin 'sizin (ikinizin) ülkesinde nasıl selam veriliyor?' demiyor. Bu yüzden Musa (a.s) genci köşeye çekip ben konuşayım diyor.

Yani şimdi bu şekilde yerini alıyor. "Dedi ki: 'Ben Musa'yım.'" Tamam ne demek istediğini anladım, kendimi güzel bir şekilde tanıtacağım. "Dedi ki:'İsrailoğullarının Musa'sı mı?' İsrailoğullarının Musa'sı (Tamlayan-tamlanan). Genelde özel isimler tamlayan olarak

kullanılmıyor ama Eski İngilizce'yi bilirsiniz. "Ben Camelot'un David'i" falan. -den, -dan ekinin yerine -nın, -nin ekini kullanıyorlardı. Şimdi ise "Ben Şikago'dan Mike." deniyor. "Ben

Dallas'ın Wiilliam" gibi bir şey yok.

Bunu yapmıyorsunuz. -Den, -dan ekini kullanıyorsunuz ama eski İngilizce veArapça'da -nın, - nin eki çok fazla kullanılıyordu. "Dedi ki: 'Evet sana öğretilenlerden bana hayra ve(hidayete) götüren bilgiyi öğretmen için geldim.' Hızır da: Ya Musa dedi. 'Bende Allah’ın (c.c.) kendi ilminden bana verdiği ilim var ki sen onu bilemezsin,

3. BÖLÜM

Yani, bir erkeğin bir giysiye tamamen sarılı olduğunu görünce, Musa aleyhisselam Hızır as.’a selam dedi. Hızır as. selamına cevap verdi. Fekaal: Ve Hızır as. cevap verdi “wa

annabiardikesselam” diyerek.

“Sizin geldiğiniz yerdeki insanlar nasıl selam verir?”,“Siz kendinizi tanıtmadan sadece selam mı veriyorsunuz?” Adam biraz agresifti ve bu agresifliği sadecegeldikleri yerdeki selam verme biçimi yüzündendi. “ve en nebi ardikuma salam” demediğini farkettim. Musa zaten durumu anladı ama “fatah”, konuşmamaizin ver dedi. Ve şimdi onun yerine “gale ene musa” diyor.

Referanslar

Benzer Belgeler

Allah “Onların göğüslerine fısıldar” dediği zaman aynı zamanda kastedilen şey şu: Şeytan tüm bu duyguları alıp, bu duygular Allah’ın bana ve size

Ama sizin yaptığınız güzel işlerin kesinlikle Allah tarafından kabul edildiğini ve tamamiyle hazır olduğunuzu, endişelenecek hiçbir şey kalmadığını

Ve bunu yapan kişi de "Ben iyi bir şey yapıyorum, Allah'ın ayetlerinden alıntı yapıyorum, bunun için ödül bile almam lazım." diye düşünüyor.. Bakın planı nasıl

Allah senden nefret ediyor, o yüzden bunlar oluyor.” Diğer taraftan sen düşünmeye başlıyorsun: “Allah beni cezalandırıyor, o yüzden bunlar oluyor.” Tam o anda, Allah

Kocanızın size göstermesi için değil, sizin kendiniz için Allah ile olan bağınızdan ne kadar uzaklaştığınız bir göstergesi.. Bu durum bazen çok kötü bir

“ve bunlar hakkında onlardan hiçbirine bir şey sorma.” [Kehf Suresi, 22]. Yani Yahudilere Ashab-i

Ancak Allah; ''Kuluna Kur'anı indirene hamd olsun.'' [Kehf Suresi, 1] demeyi tercih etti.. Çünkü ayetin akışında Nebi ﷺ'yi

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) değil, Allah bizzat bu sure hakkında konuşmuştur.. Allah'ın yorum yaptığı, hakkında özel şeyler söylediği başka bir sure