• Sonuç bulunamadı

Alak Suresi. Nouman Ali Khan Dream Tefsir. (Bayyinah Podcast taki ses kayıtlarından tercüme edilmiştir.)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Alak Suresi. Nouman Ali Khan Dream Tefsir. (Bayyinah Podcast taki ses kayıtlarından tercüme edilmiştir.)"

Copied!
34
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

0 | S a y f a

(2)

1 | S a y f a

Alak Suresi

Nouman Ali Khan – Dream Tefsir

(Bayyinah Podcast’taki ses kayıtlarından tercüme edilmiştir.)

Tin Suresi ve Alak Suresi Arasındaki Bağ

Tin suresi ve Alak suresi arasında derin bir bağlantı var.

İnsanın içindeki iki temel unsur ile ilgili konuşmuştuk; insanın hayvani olan kısmı ve Allah’ın bahşettiği ruhu. Tin suresinde, Allah “le kad halakne el-insane fi ahseni takvim - Biz, insanı en güzel biçimde yarattık.” diyerek insanın yüksek potansiyeline dikkat çekti. Ama bu surede konunun öbür kısmını göreceğiz. Bu surenin büyük bir kısmı “summe radednehu esfele sefilin - sonra onu aşağıların aşağısına indirdik” ayetinin açıklaması. “İnne el-insane le yetğa, erra’e husteğna” ayetlerinden itibaren insanın isyanından ve nasıl hiç kimseye ihtiyaç duymadığını düşündüğünden bahsedecek. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi göreceğiz inşaAllahu teala.

Tin suresi ve Alak suresi arasındaki benzerlik listesini yaparak başlayalım.

Bir önceki surede, Allah insanı en güzel biçimde yarattığından bahsederek onu nasıl şereflendirdiğinden bahsetti.

Bu surede, Allah bize, insana bu kadar yüksek potansiyel verilmesine rağmen insanın nasıl isyan ettiğini anlatıyor.

1- Tin suresinde, Allah ‘Biz insanı yarattık’ dedi. Birinci şahsı kullandı ki bu yakınlık ifade ediyor. Çünkü o surede, Allah insanı en güzel biçimde yarattığından bahsediyordu.

Alak suresinde, Allah ‘O, insanı yarattı’ diyor. Üçüncü şahsı kullanıyor. Bu ise uzaklık ifade ediyor. Allah, bu surede kendini insandan uzakta tutuyor çünkü bu surede, Allah insanın düşük başlangıcından ve insanların O’na ve Rasul’üne karşı nasıl isyan ettiklerinden bahsediyor.

2- Bu surenin başlangıcında Allah ‘İkra ve Rabbuke el-ekram’ diyor. “Oku ve senin Rabbin en cömert olandır, en soylu olandır.” Allah, bu surede kendi

soyluluğuna dikkat çekiyor. El-ekram - en soylu olan.

(3)

2 | S a y f a

Bir önceki surede, Ulul Azm peygamberlerinin soyluluğuna dikkat çekti. “Vettin vezzeytun ve turi sinin ve hazel beledil emin - incire ve zeytine andolsun, sina dağına andolsun ve bu emin beldeye (Mekke şehrine) andolsun.”

3- Bir önceki surede, Allah bize insanı nasıl en güzel biçimde yarattığını söylemişti. Bu surede ise Allah, bizi soylu ve onurlu yapan şeyin ne olduğuyla ilgili bazı ipuçları veriyor.

İmam Ragıb El-İsfahani tarafından aktarılan bir hadis ‘Allah akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır’ diyor.

İnsanı bu kadar soylu yapan şeylerden bir tanesi, Allah’ın ona bu olağanüstü aklı bahşetmesi. Allah, aklın insanların neler yapmasına imkân verdiğini bu surede vurguluyor;

- Kalemi kullanmak - Allah’ın insana bilmediğini öğrettiğini anlamak

- Aklın faaliyetleri

Bir önceki surede, Allah bize en iyi şekilde yaratıldığımızı söyledi ve bu surede neyin bizi bu kadar iyi kıldığını söylüyor. İnsanları iyi yapan şeylerden bir tanesi;

öğrenme ve öğrendiklerimizi hayata geçirme kabiliyetimiz.

4- Bir önceki sure, ‘Biz, onu aşağıların aşağısına indirdik’ demişti. Biz onu reddettik, bu yüzden aşağıların aşağısı haline geldi.

Bu surede ise Allah, onun nasıl aşağıların aşağısı haline geldiğini anlatıyor. ‘Kella inne el-insane le yetğa errahustağna inne ile Rabbike er-ruc’a’. Allah bu surede aşağıların aşağısına dönüşenin zihniyetini anlatıyor.

5- Bir önceki surenin sonlarına doğru, Allah tarafından sorulan güçlü ve cevabı beklenmeyen soruyu görüyoruz. “Fema yukezzibuke ba’du biddin?” Nasıl bir insan din ile ilgili bütün bu kanıtlardan sonra sana karşı yalan söyler? Nasıl acınası bir insan sana karşı yalan söyler?

Bu surenin neredeyse yarısı o acınası insana, Ebu Cehil’e, atfedilmiş. “Eraeyte ellezi yenha abden iza salla eraeyte in kaane alelhuda.” Bu ayetler, neredeyse oy birliğiyle Ebu Cehil’i kastediyor şeklinde anlaşılmış.

(4)

3 | S a y f a

6- Tin suresinin son ayetinde Allah, “eleysallahu bi ahkemil hâkimin - Allah, hükmedenlerin en güzel hükmedeni değil midir?” diyor. Hakim ve ahkem’in iki şey ile ilgili olduğundan bahsetmiştik. İlki, bilgelikle alakalıydı. İkincisi ise hâkim (yargıç) olma ve birileri üstünde yargıda bulunma gücüne sahip olma. Bunların ikisinin de bu sureyle alakası var.

Bu surede Allah bir hâkim olarak, asilik eden ve kullarını namazdan alıkoyana karşı hükmünü söylüyor. Ahkem el hakimin’in diğer anlamı bilgelikti. Bilgeliğin sahibi. Bilgelerin en bilgesi. Allah, o bilgeliğin bir örneğini açığa vuruyor. Ki bu örnek Kuran’ın kendisi. Kuran, Allah’ın bilgeliğinin bir göstergesi. Bu surenin başlangıcında, Allah, Rasul’e ve bize okumamızı emrediyor. Neyi oku? Kuran’ı oku, O’nun yol gösterici ayetlerini oku.

7- Bir önceki surede iman ve amilussalihat’tan bahsedildiğini gördük. “İllellezine amenu ve amilussalihat fe lehum ecrun ğayru memnun - ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka, onlar için devamlı bir mükâfat vardır.” İman ve amilussalihat arasında doğal bir sıralama vardı. Ama aslında ters çevrilmiş bir sıralama da var. Tabi ki iman ilk önce geliyor. İmanınız olduğu zaman iyi ameller yaparsınız. Ama iyi ameller yaptığınız zaman da imanınız artar. Yani böyle bir döngü var.

Bu surede Allah, “vescud vakterib - secde et ve (Allah’a) yakın ol!” diyor. Secde etmek iyi bir amel. Ama Allah’a yaklaşmak bir amel değil, imanın bir hali. İmanın hali ikinci sırada, amelden ise birinci sırada bahsediliyor. Bu surede, bir önceki suredeki sıralamanın zıttı var.

8- Bir önceki suredeki konular geneldi. Bu sure ise özel.

- Bir önceki sure Rasul’lerden üstü kapalı bir şekilde bahsetti. Bu surede özel olarak Muhammed’den (sas) bahsediyor.

- Bir önceki surede genel olarak insanın en güzel şekilde yaratıldığından bahsedilmişti. Bu sure, onu neyin en güzel yaptığından bahsediyor.

- Bir önceki surede Allah, onu aşağıların aşağısına indirdiğini söylemişti. Bu surede, onun aşağıların aşağısı olmasına yol açan şeyin ne olduğunu söylüyor.

- Bir önceki surede ‘Ne tür bir insan sana karşı yalan söyler?’ demişti. Bu surede Ebu Cehil’den bahsediyor.

(5)

4 | S a y f a

Sureye Giriş

Rasulullah (sas) uzun, karanlık bir dönemden sonra geldi. Ondan önce gelen son peygamber İsa aleyhisselamdı. İsa (as) ve Muhammed’in (sas) peygamberlik ilanı arasında yaklaşık 600 yıl vardı. Yani bu süre içinde hiçbir peygamber yoktu.

600 yıl boyunca insanlık karanlıkların içindeydi. Ve şimdi en sonunda bir aydınlık var. En sonunda güneş tekrar doğdu. Bundan bahsetmemin nedeni şu; birçok âlim bu surenin ilk 5 ayetinin ilk vahiy olduğunu söylüyor. Bununla birlikte, ilk vahyin Muddessir suresi veya Fatiha suresi olduğunu söyleyen bazı âlimler de var. Ama bütün bu fikirleri uzlaştırmanın bir yolu var ve bununla ilgili ileride konuşacağız inşaAllahu teala. Ama genel olarak birçok âlim, bu surenin ilk 5 ayetinin Rasulullah’a (sas) vahyedilen ilk ayetler olduğunu söylüyor. Bununla ilgili olarak şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Vahiy nasıl başladı?

Sahih el-Buhari ve Muslim’de, Aişe’nin (ra) Rasulullah’a (sas) vahyin nasıl başladığını sormasıyla ilgili çok uzun bir rivayet var. İmam Ahmed, Aişe’nin (ra) şöyle dediğini naklediyor: Rasulullah’a (sas) vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalardı. Rüyada ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen gerçekleşiyordu. Sonraları ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına gidip orada, kendini birkaç gece ibadete adardı. Bu maksatla yanına erzak alırdı.

Erzakı tükenince Hadice’ye (ra) dönüp birkaç gece için daha bir şeyler alırdı. Bu durum, ona Hira mağarasında vahiy gelene kadar devam etti. Mağaradayken melek ona gelip ‘Oku!’ dedi. Rasulullah (sas) şöyle dedi;

“Ben okuma bilmiyorum!” Sonra melek beni tutup kucakladı ve takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve tekrar ‘Oku!’ dedi. Ben tekrar ‘Okuma bilmiyorum’ dedim. Beni ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve dedi ki;

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” Şu ayete ulaşana kadar okudu;

“İnsana bilmediğini öğretendir.” Rasulullah (sas) bu vahiyleri öğrenmiş olarak ve kalbinde bir titreme ile Hadice’nin (ra) yanına geldi ve dedi ki;

(6)

5 | S a y f a

“Beni örtün, beni örtün!” Korkusu gidinceye kadar onu örttüler. Sonra Hadice’ye (ra) başından geçenleri anlattı ve dedi ki;

“Bana bir şey olacağından korktum.” Hadice (ra) da: ‘Sakın korkma! Vallahi Allah seni hiçbir zaman utandırmayacaktır. Sen, akrabalarınla güzel ilişkiler kurarsın, doğru konuşursun, fakire ve muhtaca yardım edersin, misafirlerine cömertçe ikram edersin ve dertli insanlara yardım edersin.’ dedi.

(İbn Kesir Tefsiri - Alak Suresi)

Siyer yazarları mağarada ne düşünüyor olabileceği ile ilgili çok uğraşmışlar. Bu soru için birkaç cevap var. Bunlardan bazıları genel sorulardan bahsediyor. Beni kim yarattı? Hayatımın amacı ne? Genel olarak bütün insanların cevabını araması gereken sorular. Ama diğerleri, buna ek olarak bazı şeyler öne sürdüler.

Rasulullah (sas) vahiy gelmeden önce zaten bir insan hakları savunucusuydu.

Rasulullah (sas) vahiy geldikten sonra Hadice’ye (ra) geldiğinde, Hadice (ra)

‘Korkmanı gerektirecek bir şey yok. Sen yardımseversin. Sen yetimlere, baskı altında olanlara, muhtaçlara yardım edersin.’ dedi. Bütün bu insancıl nedenleri sayıyor. Rasulullah (sas) insanlığın problemleriyle ilgili son derece endişeliydi.

Hatta peygamber olmadan önce Hılf ul Fudul denilen bir yardım organizasyonuna katılmıştı. Her ne kadar baskı altında olanları, köleleri, muhtaçları vb. desteklemeye çalıştıysa da, toplumdaki ahlaksızlık gittikçe artıyordu. Rasulullah (sas) gibi zeki insanlar, bir grup insana yardım ettikçe yardıma ihtiyacı olan başka gruplar ortaya çıktığını fark ediyorlar ve bu durum, onları ana kaynağı nasıl yok ederim diye düşünmeye itiyor.

Yani iki tane problem var. Beni kim yarattı ve insanlığın sorunlarını nasıl çözerim? Allah, ona (sas) Kuran’ı verdiği zaman Rasul’ü için bu iki sorunu da çözdü. Ona insanlık için bir çözüm verdi ve Rabbine nasıl bağlı olacağıyla ilgili bir çözüm verdi.

Arapça bir özdeyiş var: “Gerçek bir iltifat düşmandan gelendir.”

Mesela, Müslüman olan biri Rasulullah (sas) için iyi bir şey söylese, bu zaten beklenen bir şeydir. Ama Müslüman olmayan biri Rasulullah’dan (sas) övgüyle

(7)

6 | S a y f a

bahsederse, bu büyük bir erdemdir çünkü inanmayan biri bile bir şeyleri kabul ediyor.

Bunu daha önce birçok defa duymuşsunuzdur. Micheal Hart, dünyanın en etkileyici insanları listesinde Rasulullah’ı (sas) birinci sıraya koyuyor. Ama ben onun dediği bir şeyi vurgulamak istiyorum. Niye onu birinci sıraya koymasının gerekçesini söylüyor. Diyor ki; “Dünya’nın en etkileyici insanları listesinde Muhammed’in öncülük etmesini seçmem bazı okuyucuları şaşırtabilir ve başkaları tarafından sorgulanabilir; ama o, tarihteki hem dini hem de dünyevi düzeyde fevkalade başarılı olan tek adamdı.”

[The 100: A Ranking of the Most Influential Persons in History, New York: Hart Publishing Company, Inc. 1978, p. 33]

Rasulullah (sas) gibi dini ve dünyayı birleştiren başka bir örnek yok. Rasulullah (sas), tarihte eşi benzeri olmayan bir örnek.

Şimdi sizinle filozoflar ve rasuller arasındaki farkları paylaşmak istiyorum.

Filozoflar çok zeki insanlar ama rasuller de çok zeki insanlar. Filozoflar insanlık için çözümlere, insanlığa yardım edecek ideolojilere sahip olduklarını iddia ediyorlar. Mesela; demokrasi, kapitalizm vb. Bunlar bir filozof tarafından öne sürülen felsefeler. Rasuller de bir çözüm getiriyorlar. Ama arada bazı farklar var.

- İlk fark şu; filozoflar ben bu fikri kendim buldum diyor. Rasuller asla ve asla bu benim fikrim demez. Size sunduğum şeyler benim değil, bunlar Allah’tan geliyor derler. Rasuller de insanlık için çözümler üretiyorlar ama kendi çözümlerini değil, daha yüksek bir kaynaktan gelen çözümleri söylüyor.

- İkinci fark ise şu; filozoflarda kendini beğenmişlik var. Onlar en iyi fikre sahipler, diğer herkes ise ikinci derecede. Kendilerini yüceltmek istiyorlar.

Rasuller ise alçak gönüllüğün en büyük örnekleri. Onlar, Allah’ın karşısında mütevaziler.

İnsanın aklı/anlayışı/zekâsı üç kısma ayrılıyor.

1- İlk anlayış, duyuların bilgisidir. Görmek, duymak, koklamak, dokunmak, tatmak. Bu, bütün insanların sahip olduğu bilgi.

2- İkinci anlayış, anlam çıkarılan bilgidir. Mesela, duman görmek muhtemelen ateş olduğu anlamına geliyor.

(8)

7 | S a y f a

3- Üçüncü anlayış ise kalbin bilgisi. Yani, Allah bize annelerimizin karnındayken birtakım bilgiler vermişti. O bilgi, ruhun içerisinde. Birçok âlime göre ruhun vücuttaki dinlenme yeri kalbin kendisidir. Başka kültürler bizim kullandığımız kelimelerden farklı kelimelerle bunu ifade ediyorlar. İçine doğma, 6. his gibi…

Tam olarak ne olduğunu açıklayamadıkları ama orada olduğunu bildikleri bilgiler için bu terimleri kullanıyorlar. Kalbin bilgisi ikiye ayrılıyor. İlki, istihare namazı, gerçekleşen rüyalar vb. İkincisi ise vahiy, Kuran. Filozoflar bu bilgiye sahip değiller.

Şimdi inşaAllahu teala surenin başlangıcındaki kelime yapısıyla ilgili tartışmamıza başlayalım.

1. Ayet

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

Bu sure, Kuran’da emir ile başlayan çok az sayıda sureden bir tanesi. Rivayeti biliyorsunuzdur. Rasulullah (sas) tek başına Hira mağarasındayken inanılmaz bir ışık görür. O ışık, Cibril aleyhisselamdır. Cibril (as) onu kucaklar. Rasulullah (sas) ezileceğini sanır. Cibril (as) İkra der. Rasulullah cevap verir; ‘Ben okuma bilmiyorum’. Cibril (as) onu bırakır, sonra tekrar kucaklar ve tekrar İkra der.

Rasulullah (sas) yine ‘Ben okuma bilmiyorum’ der. Daha sonra üçüncü kez aynısı yaşanır. Burada iki tane rivayet var. İlk rivayette, Cibril (as) ilk ayetleri okudu.

Diğer rivayette ise, Rasulullah (sas) ‘Ne okuyayım?’ dedi. Sonra Cibril (as) bu ayetleri okudu; “İkra bismi Rabbikellezi halak. Halaka’l insane min alak. İkra ve Rabbuke’l ekram. Ellezi alleme bilkalem. Alleme’l insane ma lem ya’lem.” Bu ayetler ona verildiğinde Rasulullah (sas) çok korkmuştu. Başka bir rivayette Rasulullah (sas) ‘Kalbimin üzerine yazılmış gibiydi’ diyor. Aceleyle geri dönüp üstüne konulması için bir battaniye istedi ve rivayet devam ediyor.

Şimdi kullanılan dile bakalım. Allah, Rasul’üne söylemek için hangi kelimeleri seçmiş? Sahip olduğumuz bu Kuran insanlara nasıl tanıtılmıştı? Bu sözler, Kuran’ın insanlara tanıtımı. İkra! Oku! Kuran’da verilen ilk emir, insanlığa verilen ilk mesaj: Oku! Okumak her aydın medeniyetin bir parçası olmuştur.

Ama bu Rasul kim? En-Nebi El-Ummi. Okumayı bilmiyor.

(9)

8 | S a y f a

Bu emir; kütüphanelerle, üniversitelerle dolu bir topluluğa ya da kitaplarla, yazarlarla bir geçmişi olan bir topluluğa verilmedi. Edebiyatları şiirden oluşuyor ve şiirlerinin bile çok azı yazıya geçirilmiş, sadece ezberleniyordu. Bir kütüphaneye gidip o dönemlere ait Arapça şiir bulamazsınız. Böyle bir toplumda Allah azze ve celle okuma emrini veriyor. Sadece Rasul’ün kendisi değil, o toplumdaki birçok insan okumayı bilmiyordu.

O emre yanıt olarak, Müslümanlar tarihteki en eğitimli topluluk oldular. Eğitim, Müslümanların arasında yayıldığı gibi hiçbir yerde yayılmadı. Şu anda var olan modern üniversite sistemini biz geliştirdik. Eğer araştırırsanız, batı dünyasındaki PhD sisteminin İslam’daki icazet sisteminden geldiğini görürsünüz. Kendileri bile okumayan bu insanlar, okuma konusunda dünya liderleri haline geldiler. Allah bu Kuran’ı, kitap formunda göndermedi. Sadece sözler biçiminde gönderildi. Bu sözlü olarak gelen kitap, tarihte hiç olmadığı kadar çok kitabın yazılmasına sebep oldu. Bu Kuran, dünya çapında bir sürü kütüphanenin oluşmasına neden oldu. Fıkıh, akide, İslam tarihi, tefsir kitapları… Yüz binlerce insan, nesillerce boyunca yazdı-okudu, yazdı-okudu. Bunların hepsi hangi kitaptan geliyor?

Kuran’dan.

Bunun bu kadar önemli olmasının başka bir nedeni daha var. Hristiyanlığın bozulmasından kısa bir süre sonra, toplumun kontrol altında tutulmasının bir yolu şuydu; sıradan bir insanın İncil’i okumasına izin verilmiyordu. Sadece Papa ve otorite sahibi olanlar İncil’i okuyabilirlerdi, yorumlayabilirlerdi. Din ile ilgili bilgileri gizlediler böylece onu kendi istedikleri gibi yorumlayabilirlerdi. Başka hiç kimse bu bilgiye sahip olmadığı için onları sorgulayamazdı. Kuran’ın gönderildiği zamanlarda, sıradan insanların vahyi kendi başlarına okuması duyulmamış bir şeydi. Biz başlangıçtan itibaren okuyan, okumaya değer veren bir kültürdük.

İkra bismi Rabbik birkaç şekilde yorumlanmış. Hepsinin üstünden tek tek geçelim.

1- Rabbinin adını oku. Bismillahir Rahman er-Rahim de. Bu, muhtemelen en zayıf olan yorum.

2- Rabbinden sana vahyedileni oku. Bu emir verildikten sonra Rasulullah (sas) hayatı boyunca ona verilen bu ilk emri yerine getiriyor.

(10)

9 | S a y f a

3- Rabbinin yardımıyla/desteğiyle oku.

4- Rabbinin adıyla oku.

Kuran’ı okumaya başlamadan bismillah diyoruz. Rasulullah (sas) bunu her yaptığında insanların, bu kelimelerin onun kelimeleri olmadığını, Kuran’ı ona verenin adına okuduğunu anlamalarını sağlıyor. Bu, ‘Kuran’ı reddettiğinizde, beni reddettiğinizi sanmayın, siz Allah’ın ayetlerini reddediyorsunuz’ demenin bir yoluydu.

Kuran’ın 3 basamaklı bir yolculuğu var.

- Kuran’ın ilk hali Levh-i Mahfuz’da. Kitap formunda yazılı.

- İkinci hali, Rasul’e kelimeler şeklinde geldi.

- Üçüncü hali ise tekrar kitap halini alması.

Vahyedilirken kitap formunda değil, konuşma şeklinde vahyolunuyordu. Bunu belirtmek önemli çünkü konuşma ve kitap birbirlerinden çok farklı şeyler. Bir insanın konuşma tarzı ile yazma tarzı aynı değildir. Konuşurken hatalar yaparsınız. Bir yazı yazacağınız zaman yazınızı düzenlemelerden geçirirsiniz ama konuşurken düzenleme yapamazsınız. Bu ayrıca demek oluyor ki, konuşmalar hatalı olmaya daha yatkın. Konuşurken sadece bir şansınız vardır. Ağzınızdan çıktığı zaman geri gelmez.

Kuran, Rasulullah’a (sas) konuşma şeklinde verilmişti. Allah, en başından itibaren Rasul’üne bunun konuşma değil, aslında kitap olduğunu bildirdi. İlk kelime; İkra, Oku. Konuşmayı okumazsınız. Bir kitabı okursunuz.

Arapların kafasını karıştıran şey buydu. Nasıl sanki bir kitaptan geliyormuş gibi kusursuzca konuşabilir? İman etmeyenler bile belki onu, birisi tarafından yazılmış olarak alıyordur diye teoriler öne sürdüler çünkü bir konuşmaya kıyasla çok mükemmeldi. Eğer bir kitapsa, o (sas), o kitaba nasıl ulaştı? Kuran diyor ki;

“Ve sen, bundan önce kitap okumadın. Ve sen, onu elinle de yazmıyorsun.”

(Ankebut 29:48)

(11)

10 | S a y f a

“Ummiler arasında, kendilerinden bir Rasul görevlendiren O’dur.” (Cuma 62:2) Ummi kelimesi ‘um (anne)’ kelimesinden geliyor. Yani annenden doğduğun günkü gibi nasıl okunduğunu ve yazıldığını bilmiyorsun demek.

Allah, ikra bismi Rabbik ellezi halak diyor. Yani sadece Rabbinin adıyla oku değil.

Yaratan Rabbinin adıyla oku. Rab ve yaratma arasındaki ilişki nedir?

İmam el-Alusi, Ruhu’l Meani adlı kitabında diyor ki; Allah, hâkimiyetini yaratma eylemine bağladı çünkü diğer bütün eylemlerine kıyasla O’nun hâkimiyetini kuran eylemi bu. ‘Onu ben yarattım. Üstünde bütün haklara sahibim.’ Allah yaratan Rabbinin adıyla oku diyor. Yaratan kelimesi, O’nun senin üzerinde her türlü hakka sahip olduğunu gösteriyor.

Bunun arkasındaki düşünce çok güçlü. Rasulullah (sas) mesajı (Kuran’ı) ilettiği zaman, insanlar ona (sas) deli diyorlardı. Zorbalık yapanlar, onun (sas) güçsüz olduğunu düşünüyorlardı. ‘Sen mi bana dinimi bırakmam gerektiğini söylüyorsun? Sen kendinin ne sanıyorsun? Sen bir yetimsin.’ Bir toplumda güce sahip olduğunuzda, rahatça konuşabilirsiniz. Rasulullah’ın (sas) hiçbir siyasal gücü yoktu. Sadece güvenilir bir işadamıydı. Bu kadar! Evet, güçlü bir aileden geliyor ama kendi amcaları ona karşı en çok zorbalık yapanlardı. Eğer kendi ailen sana karşıysa, nasıl başka bir yerden destek alabilirsin? Böyle bir durumda Allah, ona (sas) bu güçlü kelimeyi verdi. İnsanlarla konuştuğun zaman benim adıma konuş, kendi adına değil. Kelimelerindeki güç senin ağzından değil, Allah’tan gelecek. İnsanların fikirleriyle çatıştığın zaman, bil ki onları da yaratan Allah’tır. Ellezi halak - yaratan. Neyi yarattı? Neyi yarattığından bahsedilmemiş.

Bu, her şeyi yarattığını ima ediyor. Neyi yarattığının sınırı yok. Bir şeyin sınırı olmadığı zaman ondan bahsetmezsiniz. Bunu Fatiha suresinde de yapıyoruz.

İyyeke nesta’in - yalnız senden yardım dileriz diyoruz. Birinden yardım istediğinizde ne konuda yardım istediğinizi belirtmeniz gerekiyor. Ama eğer her konuda yardıma ihtiyacınız varsa, listenin sonu yoksa diyebileceğiniz tek şey iyyeke nesta’in’dir. Allah ‘yaratan’ diyor. Neyi yarattığını belirtmedi çünkü her şeyi yarattı.

(12)

11 | S a y f a

2. Ayet

O, insanı ‘alak’ tan yarattı.

Halaka el-insan. Her şeyi yarattı ve özellikle de insanı yarattı. Genelden özele doğru gidiyor. İnsanı “alak’tan” yarattı.

Alak kelimesi alika fiilinden geliyor. Alaka diye de telaffuz ediliyor. Yapışmak, tutunmak, asılı kalmak anlamına geliyor. Dolaylı olarak, insanlar bunu ‘kan pıhtısı’ anlamına geliyor şeklinde yorumlamışlar. Erkeğin sperminin rahimden içeri girip anneyi hamile bırakması anlamında da bu kelime kullanılıyor. Bu konu modern embriyolojide konuşulan bir konu ve o zamanlarda bilinmesine hiçbir şekilde imkân yoktu. Birçok çevirinin söylediği gibi sadece kan pıhtısı değil.

“Alak” kelimenin tam anlamıyla asılı olan şey anlamına geliyor.

Kuran’da embriyolojiden bahseden başka yerler de var. Ama bu kelime ayrıca önemli çünkü bu kelime Allah’ın gizli olan şeylerdeki engin bilgisini gösteriyor.

Biz, kendi içimizde ne olduğunu Allah’ın bildiği gibi bilmiyoruz. Bu, Allah’ın ayetinin bir göstergesi. Allah diyor ki,

“Varlığımızın delillerini, ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz.”

(Fussilet 41:53) Bu kendi nefislerimizde (içimizde) olan bir delil.

“O Kuran’ın gerçek olduğu onlara apaçık belli olsun.” (Fussilet 41:53)

Allah, belli şeyleri vurgulamak amacıyla insanın yaratılışından bahsediyor.

Sizinle, insanın yaratılışından bahsetmenin üç amacını paylaşacağım. - nutfe, - salsal, - tin. Kuran’da farklı yerlerde farklı kelimeler kullanılıyor.

1- Yeniden dirilme. Seni bir sıvı parçasından yaratan, seni yeniden hayata döndürebilir. Yani bu, Allah’ın yeniden diriltme gücünü hatırlatıyor.

(13)

12 | S a y f a

2- Amaçsız gibi gözüken bu sıvı, ahseni takvim olan bir varlığa dönüşüyor. Bir şeylerin ileri derecede işlevleri olduğu zaman, daha yüksek görevler yapmalılar.

Düşük kapasitesi olan bir şey az iş yapabilir. Yüksek kapasitesi olan bir şey ise çok iş yapabilmeli. Allah’ın bizi yüksek kabiliyetlerle yaratması, yüksek bir amacımızın olduğunu gösteriyor.

3- Bu, Allah’ın insanın gururunu kırmasının bir yöntemi. Allah, seni kendinin bile kirli olduğunu düşündüğün bir sıvıdan yarattı. Kim olduğunu sanıyorsun? Yüksek pozisyonda olan işin, görünüşün, varlığın, statün seni kibirli hissettirmemeli.

3. Ayet

Oku! Senin Rabbin en cömert olandır.

Senin Rabbin en soylu olandır. İlk önce Allah, bizim hiçbir soyluluğa sahip olmadığımızı söyledi. Biz alak’tan geliyoruz. Arapçada Keram, olduğu şey için saygı gösterilmesi gereken bir şeydir. Bizim kendi içimizde saygı gösterilmesi gereken bir şey yok. Bizi şereflendiren Allah’tır.

“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” (İsra 17:70)

Neden ikinci kez ikra diyor? Rasulullah (sas) ikinci defa okuması için destekleniyor, teşvik ediliyor. Oku ve senin Rabbin en soylu olandır. Rabbin senin üzerine zorluk koymak istemiyor. Bu, Allah’tan gelen bir hediye. Allah, Rasul’ünü yüceltiyor.

Surenin ilerleyen kısımlarında Rasulullah’ın (sas) Ebu Cehil tarafından küçük düşürüldüğü bir bölüm var. O zaman, ne için okuduğunu hatırlaması önemli.

Okuyor çünkü en soylu olan Rabbi ona okumasını söylüyor. Zor zamanlar yaşayacak ama bu kelimeler ona (sas) güç katacak.

(14)

13 | S a y f a

4.Ayet

O, kalemle yazmayı öğretendir.

Bu, birkaç şekilde yorumlanmış.

1- Rasulullah’ın (sas) dediği hadis. “Allah’ın

yarattığı ilk şey kalemdir sonra ona Yaz dedi.” Yaratılan bütün şeyler Allah’ın kelimelerinin tecellisi.

2- Bugün dünyada sahip olduğumuz bütün ilim, bizden önce birilerinin yazması nedeniyle var. Onlar da, onlardan önce yazan birilerinden ilimlerini elde ettiler.

İki kere ikra var. İki kere alleme var. İki defa oku ve öğretti var. Surenin başındaki tema öğrenmek ve öğretmek. Üstelik okuma, kalem ile karşılaştırılmış. Eğitimde iki tane aktivite vardır; okuma ve yazma. İkisinden de bahsediliyor. Birincisi (ikra), bilgiden kendiniz yararlandığınızda. Diğeri ise (alleme) başkalarına faydalı olmak istediğinizde. O zaman yazarsınız.

Yazdığınızda sadece kendiniz yararlanmazsınız, aynı zamanda başkaları da yararlanır. Kalem o kadar güçlü ki Allah onun üzerine yemin ediyor.

“Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun!” (Kalem 68:1) Devam etmeden önce ilim ile ilgili birkaç hadis paylaşmak istiyorum.

İlki;

“Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.”

İkincisi;

“En hayırlınız Kuran’ı öğrenen ve öğretendir.”

(15)

14 | S a y f a

Kuran’ı öğrenmek Rasulullah’ın (sas) sünneti. O (sas) Kuran’ı öğrenen ilk kişi.

Kuran’ı öğretmek sadece Rasulullah’ın (sas) değil, aynı zamanda Allah’ın sünneti. Alleme el-Kuran - O (Allah) Kuran’ı öğretti. (Rahman 55:2)

Bazıları bu ayetten şu sonucu çıkardı; Allah kalem kelimesini kullanarak Kuran’ın kaleme alınacağını, belgeleneceğini ima ediyor.

5. Ayet

İnsana bilmediğini öğretendir.

Size daha önceden üç çeşit bilgiden bahsetmiştim; duyuların bilgisi, anlam çıkarılan bilgi ve kalbin bilgisi. Allah, kendi başınıza öğrenemeyeceğinizi öğretti.

Duyuların bilgisini kendiniz öğrenebilirsiniz. Anlam çıkarılan bilgiyi mantığınızı kullanarak geliştirebilirsiniz. Ama Rasulullah’ın (sas) kalbine vahyolunan bilgiyi hiçbir şekilde bilemezdiniz. Allah, insana bilmediğini öğretti diyor. Bu, vahye işaret ediyor. Bu vahyin ilk öğrencisi Rasulullah’dı (sas) ve sonrasında onu insanlığa ileten öğretmendi. İlim, kalem, ikra. Bunlar okuma yazma bilmeyen biriyle bağdaştıracağınız son kelimelerdir. Allah, bu insanları aydınlığa kavuşturdu.

Zaman ilerledikçe Avrupa düşünsel medeniyetini kaybetti. Karanlık döneme girdiler. Bütün kitapları Avrupa’da Hristiyanlar tarafından yakılmıştı. Ama Müslümanlar o kitapları tercüme etmişlerdi bu yüzden karanlık çağda Avrupalılar kendi tarihlerini öğrenmek için Müslüman ülkelere gidip kendi kitaplarını okuyup onları geri tercüme ediyorlardı. Biz, dünyanın zihinsel, düşünsel başkenti haline gelmiştik. Bir taraftan bu çok harika ama diğer taraftan ise çok üzücü. Şimdi Müslüman ülkelerdeki bütün üniversiteleri birleştirin, Kaliforniya Eyaletindeki üniversitelerin sayısından daha az. Geçmişe bakıp övünmek ve bugünkü halimizi görmezden gelmek kolay. Bununla ilgili bir şeyler yapmamız gerekiyor. Bu, bizim ümmetimizin mirası. Eğer biz bununla ilgili bir şeyler yapmazsak, çocuklarımızın da bir şey yapmayacaklarını garanti edebilirim. Bizim, nesillerinin ötesini düşünmemiz gerekiyor. Bu toplumda size kendiniz ile ilgili düşünmeyi öğretiyorlar. 5 yıllık ekonomik planınızı yapın!

Kariyer planınız ne? Müslümanlar böyle düşünmez.

(16)

15 | S a y f a

Müslümanlar nesillerin ilerisini düşünür. Allah, bize nasıl ilerisini düşünmemiz gerektiğini öğretti. Bunun ilk yöntemi ise eğitim.

Bu ilk beş ayetin Rasulullah’a (sas) verilen ilk vahiy olduğu düşünülüyor. İlk vahyolunan ayetlerin Muddessir suresi ve Fatiha suresi olması ile ilgili fikirler şöyle uzlaştırılabilir; Muddessir suresi, Alak’tan sonra uzun bir duraksamanın ardından gelen ilk vahiy. Fatiha Suresi ise vahyolunan ilk tam sure.

6. Ayet

Hayır, insan mutlaka azgınlık eder.

Kellaa birkaç şekilde kullanılıyor.

1- Hayır, asla, katiyen, kesin olarak anlamlarında 2- Bilsen iyi olur, fark etsen iyi olur anlamlarında

3- Allah’ın lütuflarına karşı nankör olduğu için birine bağırma aracı olarak kullanılıyor. Bir önceki ayetlerdeki Allah’ın lütfu vahiy ve ilimdi. Allah, kellaa diyerek bu ilmi geri çevirene bağırıyor.

Sonrasında genel bir gözlem yapıyor. “İnne el-insane le yetğa - Kesinlikle insan isyan etmeye devam eder.” Arapçadaki tuğyan kelimesi ilginç bir kelimedir.

Sadece isyan etmek demek değildir. Sınırlarının ne olduğunu biliyorsun ve o sınırları kasıtlı olarak ihlal ediyorsun. Bu; haddinden fazla, duyulmamış bir çeşit isyan için kullanılan çok güçlü bir kelime. Allah, bu kelimeyi insanlar için kullanıyor. Bir taraftan Allah ona bilmediğini öğretti, Allah insana kalem ile öğretti, Allah en Kerim olandır, insanı en güzel biçimde yarattı ama Allah’ın ona verdiği bütün bu şereflere rağmen insanın gerçekliği, isyan ediyor olması. Bu kelime, Rabb kelimesi ile ters düşüyor. Rabb, senin üstünde bir otoritedir. Ama bir taağiy, otorite kabul etmeyen birisidir. Vahiy hakkında insanın tutumu bu.

Bu ayet birkaç şeyi kavramamızı sağlıyor;

1- İnsanlar neden İslam’ı kabul etmek istemiyor. Görünürde ‘Kuran düzgün bir şekilde derlenmiş mi bilmiyorum, bu hadis, şu ayet ne olacak’ gibi düşünsel nedenler söylerler. Hatta bazen İslam’a uymayan bazı Müslümanlara ‘Neden?’

(17)

16 | S a y f a

diye sorduğunuzda bir sürü düşünsel neden söylerler. Ama gerçek şu ki, isyan etmeyi seviyorlar. Herhangi bir sınırın içinde olmak istemiyorlar. Kimsenin onları sınırlandırmasını istemiyorlar, Allah’ın bile. Özgür yaşamak istiyorlar.

2- Cehaletin nihai sonucu isyandır. Önceki ayetler cehaletle mücadele ediyordu.

Oku. En isyankâr olan Müslümanlar kimler? Okumayanlar, dini çalışmayanlar, bilmeyenler ve bilmek umurlarında olmayanlar. Tabi ki isyan edecekler.

Sonra Allah, neyin insanı böyle asi yaptığını söylüyor.

7.Ayet

Kuşkusuz kendini yeterli görür.

Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanıyor. Bir şeye gereksinim duymadığını zannediyor. İsyan ediyor çünkü hiç kimseye ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Allah diyor ki,

“Sonra ona kötülüğünü de, çekinmesini de ilham etmiştir.” (Şems 91.8) Allah, insana neyin kötü neyin iyi olduğunun farkına varmayı ilham etti.

Bir insan kötü bir şey yaptığında, kalbinin derinliklerinde yaptığı şeyin kötü olduğunu biliyor. O zaman neden kötü bir şey yapar? Dini açıdan iyi ve kötü hakkında değil, kanuni açıdan iyi ve kötü hakkında konuşalım. Neden kırmızı ışıktan duruyorsunuz? Çünkü eğer geçerseniz ceza yiyeceğinizi düşünüyorsunuz.

Mesele şu ki, bazı kimselere ihtiyacınız var. İnsanlar üstünüzde bir miktar kontrole sahipler. Tamamen bağımsız değilsiniz. Tamamen bağımsız olsaydınız, kendiniz hariç hiç kimseyi düşünmezdiniz ve hiçbir kurala uymazdınız. Allah diyor ki; insanın isyanının temel nedeni kendisinin hiçbir şeye, hiç kimseye ihtiyacı olmadığını düşünmesi.

Burada eş-Şaravi tarafından yapılan güzel bir yorum var. Diyor ki, bu dünyada iki tür yasa var: fiziksel ve ahlaki yasalar.

(18)

17 | S a y f a

Yer çekimi aşağıya çeker, ateş yakar. Bunlar, fiziksel yasalar. Fiziksel yasalara karşı çıkmaya çalışmazsınız çünkü karşı çıktığınızda bedelini hemen ödersiniz.

Ama ahlaki yasalar kalbinizin içindedir. Ahlaki yasalara karşı çıktığınızda, mesela yalan söylediğinizde dilinize yıldırım çarpmıyor, bir şey çaldığınızda eliniz kopup düşmüyor. Ceza hemen gerçekleşmiyor. Bu yüzden insanlar fiziksel yasalara saygı duyuyorlar ama ahlaki yasaları istismar ediyorlar. Ahlaki yasalara karşı geldiğinizde ve hiçbir sonuç görmediğinizde özgür olduğunuzu düşünüyorsunuz.

Fiziksel yasaları yaratan aynı zamanda ahlaki yasaları da yarattı. Fiziksel yasaları çiğnediğiniz için cezayı hemen veren, ahlaki yasaları çiğnediğiniz için de cezayı erteleyebilir. İkisinin kaynağı da aynı. İnsanın üstündeki bütün sınırlamalar, fiziksel ya da ahlaki, Allah’tan geliyor.

Bunun bir örneği olarak, Allah diyor ki,

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar.” (Nisa 4:10)

Bir yetimin malını yediğinizde ateş karnınızı yakmayacak. En azından şimdilik.

Bu ahlaki yasayı çiğniyorsunuz ama cezasını ileride çekeceksiniz. Ceza ileride olduğu için insanlar özgür olduklarını düşünüyorlar. Peki, bunun çaresi ne?

Ahlaki olarak suçlu olan bir toplumun çaresi ne? Toplumda genel olarak hepimiz hız sınırı gibi yasalara uyuyoruz. İnsanlar ne zaman ahlaklı olacak? Ne zaman kötü suçlar duracak? Bir toplumu nasıl aşırı derecede hayâsız olmaktan uzak tutarsınız? Çözüm bir sonraki ayette.

8.Ayet

Muhakkak ki dönüş Rabbinedir.

Ahiretin olduğuna inanana kadar, bu dünyada bedelini ödemediklerinizin bile karşılığını göreceğinize ikna olana kadar ahlaki olarak değişmeyeceksiniz. İki tür insan vardır. Ortalama insanlar, takip edilecek kurallara ihtiyaç duyarlar. Bir de ahlak olarak bir üst mertebede olan insanlar var. Onlar, cennete gitmek

(19)

18 | S a y f a

istedikleri ya da cehennemden korktukları için iyilik yapmıyorlar. İyilik yapıyorlar çünkü Allah’ı memnun etmek istiyorlar. Ama birçok insan bu mertebede değil. Kendinizin bu üst mertebede olduğunu farz etmeyin.

Cehennemden uzak durmanız gerektiğini farz edin. İlk önce sonuçları düşünmemiz gereken bir noktadayız. Eğer kendinizi iyi amellerinizde olgunlaştırırsanız en sonunda, evet, yaptığınız şeyleri Allah’ın memnuniyeti için yaparsınız. Ama başlangıçta, yaptıklarınızı sadece Allah’ın memnun olmasını istediğiniz ve başka hiçbir şeyi düşünmediğiniz için değil, kötülük yaparsanız sonuçları olacağı için yapıyorsunuz. İnne ila Rabbike er-ruc’a bunların hepsini içeriyor. Allah’ı hayal kırıklığına uğratmak istemeyen biri, Allah’a döndüğünde O’nun karşısında küçük düşürücü şeyler yapmış olarak dikilmek istemiyor.

Devam etmeden önce basit bir örnek verelim. Korkunç bir şey yapsanız ve anneniz bunu öğrense. Utandırıcı bir şey yaptınız ve bu kaydedildi, anneniz de bunu izliyor. Ne kadar mahcup olurdunuz! Yaptığınız şey her neyse sevdiğiniz biri gördüğü için yapmayı bırakırdınız. Birisi Allah’a karşı olan sevgisini geliştirirse, fark eder ki, yaptığım bu küçük düşürücü şeyi Allah izliyor. Bu utanma algısını geliştirir. Allah izliyorken bunu nasıl yapabilirim! Anne babanız, eşiniz, kardeşleriniz, insanlar sizi izlerken belli şeyleri yapmayacağınız gibi Allah izlerken de yapmazsınız.

Şimdi özellikle Ebu Cehil ile ilgili olan ayetlere geldik. Birkaç rivayetin ana fikrinden bahsettikten sonra ayetlerin içine girelim.

Ebu Cehil, Kuran’da vurgulanan diğer iki kâfirden farklı. Rasulullah’ın (sas) üç ünlü düşmanı vardı. Bu üç kişi şunlar; Ebu Leheb, Velid ibn el Muğira ve Ebu Cehil. Bu üçünün arasında bazı farklılıklar var. Ebu Cehil, Arapların standartlarına göre bu düşmanların arasında en soylu olanıydı. Ebu Leheb bir korkak olarak tanınıyordu. Bedir savaşına bile kendi gitmedi. Birkaç tane asker kiralayıp kendi adına onları gönderdi. Ebu Cehil ise kendi gidip savaştı ve öldürüldü. Ölürken bile ‘Beni boynumdan kes, böylece ayrılmış boynumu gördüklerinde onun öldürülen bir kabile lideri olduğunu anlarlar’ dedi. Ebu Cehil çok cömertti, Ebu Leheb cimriydi. Yani kişilikleri birbirinden farklıydı. Velid ibn el Muğira ise aradaydı. Bir strateji uzmanıydı. İlk başlarda Rasulullah’ın (sas) düşmanı değildi, uzlaşma sağlayalım görüşündeydi. Velid ibn el Muğira’dan Kalem suresinde ve Muddessir suresinde bahsediliyor. Ebu Leheb’e ise tam bir sure adanmış. Leheb suresi.

(20)

19 | S a y f a

Şimdi Ebu Cehil ile ilgili olan kısma geliyoruz. Rasulullah’ın (sas) ünlü bir duası var. “Allah’ım iki Amr’dan birisini hidayete erdir”. Ömer ibn el Hattab ve Amr bin Hişam (Ebu Cehil). Bu, Rasulullah’ın (sas) Ebu Cehil’in içinde kurtarılmaya değer bir şeyler gördüğü anlamına geliyor. Eğer İslam’ı kabul etseydi, İslam’ın çok büyük bir kazancı olurdu. Hadisin kelime yapısı şunu gösteriyor; eğer Ebu Cehil İslam’ı kabul etseydi, ikinci bir Ömer (ra) olabilirdi. Öyle bir potansiyeli vardı. Bütün bunları size söylüyorum çünkü size bir önceki sureden iki ayeti hatırlatmak istiyorum.

ۙ ۙ

“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.” (Tin 95:4-5)

Ebu Cehil en güzel biçimde yaratılmış mıydı? Potansiyeli o kadar iyi miydi ki Rasulullah (sas) bile onun Müslüman olması için dua etti? O potansiyeli var mıydı? Evet. Ama o potansiyele uygun yaşadı mı ya da kendini aşağıların aşağısına mı indirdi? Kendini indirdi. Ömer (ra) İslam’ı kabul etti, Amr ise İslam’ı kabul etmedi. Tin suresinde genel kavram verilmişti, şimdi ise uygulamalı örneği veriliyor.

Peki, onun sorunu neydi? Aslında Rasulullah’ın (sas) getirdiği mesajı beğenmişti.

Kuran’ı beğenmişti. Bir rivayette Ebu Cehil, Ahnes bin Şurayk ve Ebu Sufyan (Müslüman olmadan önce) Rasulullah’ın (sas) evine gittiler. Birlikte değillerdi.

Ayrı ayrı gitmişlerdi. Kulaklarını Rasulullah’ın (sas) evinin duvarına dayayıp Kuran’ı dinliyorlardı çünkü bağımlısı olmuşlardı. Hepsi farklı duvarlardaydı.

Gizlice evlerine dönerken birbirlerine rastladılar. Birbirlerine ‘Ne yapıyorsun?’

diye sordular. Birbirlerini suçüstü yakaladılar ve ‘Vallahi bir daha geri gelmeyeceğiz’ dediler. Bir sonraki gece yine birbirlerini yakaladılar. Ertesi gece de yine birbirlerini yakaladılar. Sonra, bunun durması gerekiyor, eğer gençler bunu öğrenirse bütün güvenilirliğimizi kaybederiz dediler. Çünkü gün boyunca gençlere ‘O çılgın adamı dinlemeyin, bizler sizden yaşça büyüğüz o yüzden daha iyisini biliyoruz, bu kelimeler sihirden ibaret, onu dinlemeyin’ diyorlar. Geceleyin ise Kuran’ı dinliyorlar. Ahnes bin Şurayk Ebu Sufyan’a gidip ‘Dinlemeyi bıraktık ama şimdiye kadar duydukların ile ilgili ne düşünüyorsun?’ dedi. Ebu Sufyan onun gerçek olduğunu söyledi. Sonra Ebu Cehil’e gidip onun ne düşündüğünü sordular. Ebu Cehil, ‘Elbette ki o gerçek’ dedi. O zaman neden kabul etmedi?

(21)

20 | S a y f a

Nedenini söyledi. “Biz beni Amir’iz, onlar Beni Haşim. Onlar ne zaman savaşsa biz de savaşırız. Onlar ne zaman cömertse biz de aynı ölçüde cömerdiz. Şimdi onlardan birisi bu kelimelere (Kuran) sahip, biz hiçbir zaman böyle kelimelere sahip olmayacağız. Eğer onu bir Rasul olarak kabul edersek, bizim kabilemiz, Beni Amir sonsuza kadar kaybeder.” Ebu Cehil; soylu, Kuran’ın gerçek olduğunu bilecek kadar zeki, savaşta cesurdu. Bir sürü iyi özelliği vardı. Ömer bin el Hattab’ın özelliklerine sahipti. Onu helak eden şey neydi? Kibir.

Hemen göze çarpmayan bu noktayı anlamamız için İslam’dan önceki Ömer (ra) ile Ebu Cehil’i karşılaştırmak istiyorum. Temel olarak fark şuydu; milletin, kabilen için gurur duymak ve kendin için egoya sahip olmak. Ömer, milletiyle çok gurur duyuyordu ama Ebu Cehil sadece milletiyle gurur duymuyordu.

Bununla birlikte egoya da sahipti. Durum şu ki; İslam, milliyetçiliği, kabileciliği sizden uzaklaştırabilir ama ego, üstünde kendi kendinize çalışmanız gereken bir şeydir.

Rasulullah’a (sas) nasıl zarar verdiğiyle ilgili birçok hadise var. En azından birkaç tanesini bilmelisiniz.

1- Ebu Cehil ve arkadaşları Kâbe’nin yakınlarında oturuyordu. Rasulullah (sas) de Kâbe’de namaz kılıyordu. Kendi aralarında “Hanginiz falan oğullarının deve kestikleri yerden bir işkembe getirip secdeye vardığı zaman Muhammed’in sırtına koyacak?” dediler. Aralarından Ukbe kalktı ve işkembeyi getirdi.

Rasulullah (sas) secde yapana kadar bekledi sonra işkembeyi sırtına attı. O kadar ağırdı ki Rasulullah (sas) secdeden kalkamadı. Haber yayıldı ve o zamanlar küçük bir kız olan Fatıma (ra) gelip işkembeyi onun sırtından kaldırdı. Bunu yapan insanlar yedi kişiydi. Rasulullah (sas) başını kaldırdıktan sonra

“Allahumme aleyke bi Kureyş (Allah’ım Kureyş’i sana havale ediyorum)” dedi.

Sonra onların tek tek isimlerini söyledi. “Allah’ım! Ebu Cehil’i, Utbe ibn Rebia’yı, Şeybe ibn Rebia’yı, Velid ibn Utbe’yi, Umeyye ibn Halef’i, Ukbe ibn Ebi Muayt’ı sana havale ediyorum.” dedi. Ravi diyor ki; yedinci bir kişinin daha adını söyledi, ancak ben onun adını hatırlamıyorum. Bunlar Bedir’de en kötü şekilde öldürülen yedi kişiydi.

2- Başka bir zaman Ebu Cehil, Ukbe’ye bir bez parçası almasını ve Rasulullah (sas) namazda dikilirken bezi boğazının etrafına dolayıp onu boğmaya başlamasını söyledi.

(22)

21 | S a y f a

3- Başka bir zaman Ebu Cehil, Rasulullah’ın (sas) namaz kıldığını gördü. Ona yaklaşıp ‘Eğer bir daha böyle namaz kıldığını görürsem boynuna basıp boynunu kıracağım’ dedi. Bunu bütün arkadaşlarının yanında söyledi. Birkaç gün sonra Rasulullah (sas) gelip tekrar namaz kıldı. Ebu Cehil orada sadece oturup izleyemezdi. Bu yüzden ayağa kalkıp Rasulullah’a (sas) saldırmak için yürümeye başladı. Sonra arkadaşları onun koşarak geri geldiğini ve eliyle bir şeyi geri ittirdiğini gördüler. Ne olduğunu sordular. Ebu Cehil, ‘Yaklaştığımda benimle onun arasında ateşten bir hendek ve beni yakalamak üzere olan dehşet verici bir yaratık vardı ve ben geri çekildim’ dedi.

Bu ayetlere geçmeden önce sizinle paylaşmak istediğim arka plan buydu.

9. Ayet

O engelleyeni gördün mü?

10. Ayet

Bir kulu namaz kılarken.

Abd kelimesi Kuran’da Rasulullah (sas) için onun (sas) şereflendirildiği her durumda kullanılı

(İsra 17:1) (Kehf 18:1)

Allah’ın bir kulunu namaz kılarken engellemeye cüret edeni gördün mü? Bir önceki ayetler hiçbir sonuçtan korkmayanlarla ilgiliydi. Kellaa inne el-insane le yetğa, er-rae hustağna ve Rabbine geri döneceğini düşünmüyor. Peki, şimdi ne yapıyor? Yaptıklarımın herhangi bir sonucu olmayacak zaten bu adama namaz kılarken saldırabilirim.

(23)

22 | S a y f a

El-Alusi şöyle diyor; namaz kılan kişi Rasulullah (sas), namazı engelleyen ise Ebu Cehil’di.

11. Ayet

Gördün mü? Eğer o (kul) hidayet üzere ise.

Ra’e, basara’dan farklı bir kelime. Mesela bu işin nereye gittiğini görüyorum dediğinizde bu fiziksel olarak gördüğünüz anlamına değil, sonuçları algılayabiliyorsunuz, anlayabiliyorsunuz anlamına geliyor. Allah, era’eyte in kaane alelhuda diyor. Gördün mü? Eğer o hidayete kendini adamış ise. Allah, Rasulullah’a (sas) ‘Eğer o adam (Ebu Cehil) kendini hidayete adamış olsaydı ne kadar harika bir insan olurdu fark ettin mi?’ diyor. Bu, Rasulullah’ın (sas) çoktan gördüğü bir şey miydi? Evet, çünkü o duayı yapmıştı. “Allah’ım iki Amr’dan birisini hidayete erdir”.

Hidayet üzere olmak kime fayda eder? Kendine. Ama başka bir şey daha var.

Ömer ibn el Hattab ilk önce kendisi hidayete bağlandı sonra hidayeti sadece kendi içinde tutmadı, diğer insanlara da takvayı emretti. Bir sonraki ayet ne?

12. Ayet

Ya da takvayı emrettiyse.

Sadece kendisi hidayete bağlanmadı, hidayeti ve takvayı başkalarına ulaştıran bir vesile haline geldi. Bu potansiyeli onun içinde görmedin mi? Allah onu en güzel biçimde yaratmıştı ama o, aksine aşağıların aşağısı olmayı seçti.

13. Ayet

Gördün mü, eğer yalanladı ve yüz çevirdi ise?

(24)

23 | S a y f a

Eğer iyiye doğru dönseydi onunla birlikte gelecek olan güzelliği görmüyor musun? Ama eğer kötüye doğru dönerse ondan gelecek zararı görüyor musun?

Bize Rasulullah’ın (sas) harika bir öngörüsünün olduğunu göstermek için era’eyte kelimeleriyle Rasulullah (sas) tasvir ediliyor. Durumların yararını ve zararını görebiliyor. Olayları, uzun vadede sonuçlarını görmek için derin bir şekilde analiz ediyor. Bize öyle düşünmemiz gerektiği öğretiliyor.

14. Ayet

O, Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu?

Bu, burada bahsetmek için neden önemli? Ebu Cehil, sadece Rasulullah’a (sas) saygısızlık ettiğini düşünüyor. Birçok müşrik bir parça Allah algısına sahiplerdi.

Ama bu adam o kadar kötüleşmişti ki belki yaptıklarımı Allah izliyor olabilir düşüncesi bile aklına gelmedi. Bu, aşırı kötüleşen bir suçlunun tutumu.

Zamanımız bittiği için, surenin dersini burada bitireceğim ama bitirmeden sizinle çok önemli bir şey paylaşmak istiyorum.

İlim (birinci parça) ve kibirli kâfir (ikinci parça) arasındaki ilişki ne?

Birinci parça, ikra bismi Rabbike ellezi halak, halaka el-insane min alak, ikra ve rabbuke el-ekram, ellezi alleme bilkalem, alleme el-insane ma lem ya’lem’di.

Bunların hepsi ilim, öğrenme ve öğretme ile ilgiliydi. Kalem, ikra, alleme kelimeleri kullanılıyor. Ama konu aniden bu cahil, kibirli, isyankâr insana geçiyor. Asıl problem, çoktan öğrendiğimiz gibi, isyandı. Bu ikisinin arasındaki bağlantı ne?

Bununla ilgili bilmeniz gereken ilk şey şu; ilim kendisiyle birlikte tevazuyu ve alçakgönüllülüğü getiren bir araç olmalı. Şeyh Veliyullah ed-Dehebi ilim sahibi olan birinin örneğini verirken ‘Bir ağaç meyve verdiği zaman dalları aşağı iner’

demişti. Burada kastedilen şu; çok ilme sahip olmak meyve vermeye benziyor.

Dallar da dolayısıyla aşağı eğiliyor. Daha fazla ilme sahip oldukça, siz de daha çok tevazu sahibi olmalısınız. İlim size tevazu kazandırmalı. Bu ilmin reddi ise sizi doğal olarak kibre yönlendirecektir. Kendinizi Allah’ın karşısında alçaltıyorsunuz, Allah ise sizi derece olarak yükseltiyor. Ama eğer kendi

(25)

24 | S a y f a

mevkiinizi artırmaya ve kibirli olmaya çalışırsanız Allah sizi alçaltıyor. Bu ayetlerde ilim ve kibir arasındaki bu zıtlığı öğreniyoruz. Bu, ilim ve kibir arasındaki güçlü ve derin bir hakikat.

Son olarak, reddeden kimsenin cahilliği, elem ya’lem kelimeleriyle vurgulanıyor.

Surenin başlangıcında alleme el-insan - O, insana öğretti diyor. Ama burada, bu kişinin probleminin kaynağı ne? Bilmiyor, ilmi yok.

Allah, bize Kitabını ve Rasul’ünün (sas) hayatını doğru şekilde anlamayı nasip etsin. Bu surenin dersini bir dahaki hafta bitireceğiz inşaAllah.

*** ***

Alak suresiyle olan çalışmamıza devam ediyoruz. Geçen hafta başladık ama son kısmı bitirememiştik. Devam etmeden önce, surenin yapısını, ana konusunu ve bütün hepsinin nasıl güzel bir şekilde organize edildiğini gözden geçirelim.

Surenin ilk parçasıyla başlamıştık. Bu parçada Allah, Rasulullah’a (sas) hitap ediyordu. Bu ayetler, ikra bismi Rabbike ellezi halak, halaka el-insane min alak, ikra ve rabbuke el-ekram, ellezi alleme bilkalem, alleme el-insane ma lem ya’lem ayetleriydi. Bu bölümün birçok konusu arasından Allah’ın ilim aramaya verdiği önemi vurguladık. İlk kelime ikra, iki kere bahsedilen alleme - öğretmek, kalem. Bütün bu kelimeler eğitim ve öğrenmeyle ilgili. Bu, ilk bölümün ana fikri.

Bu ayetlerin sonuncusu alleme el-insane ma lem ya’lem’di. İnsana bilmediğini öğretti. Allah, insana insanın erişiminin olmadığı ilmi öğretti. Eğer bu, bu kadar kıymetli bir bilgi ise ve öğrenebilmemizin tek yolu Allah’ın öğretmesiyse, bu bilgiye hiç değer vermeyen kişi nasıl biridir? Nasıl bir insan bu ilmi öğrenmeyi reddeder? Allah, teşhisini bir sonraki ayetlerde söylüyor. Kellaa inne el-insane leyetğa, er-ra’e hustağna, inne ila Rabbike er-ruc’a. Bu üç ayet, temel olarak, Allah’ın bu ilmi takdir etmeyen kimseyi teşhis etmesi. Böyle harika bir hazineyi kim geri çevirir? İsyan etmeye kalkışan insanın kendisi. Bu ilim, insanı boyun eğmeye, teslim olmaya çağırıyor. Bu ilim, sıradan bir ilim değil. Bu, boyun eğmenizi, teslim olmanızı gerektiren bir ilim. Surenin ilk kelimeleri bile İkra bismillah değil, İkra bismi Rabbik. Allah’ı Rab, Efendi olarak ilan ettiğiniz zaman, siz ne oluyorsunuz? Köle, kul.

İnsanın isyan etmeye kalkışması, bu ilmi reddetmesinin bir nedeni. Sonra er- ra’e hustağna. Kendini yeterli görüyor. İnsan, Allah’ın kendi başınıza

(26)

25 | S a y f a

öğrenemezdiniz dediği bu ilme ihtiyacının olmadığını düşünüyor. Bu insanın tutumu şu; bu ilme ihtiyacım yok, onsuz da yapabilirim, şimdiye kadar öğrenmedim ve her şey yolunda bu yüzden neden öğrenmem gerektiğini anlamıyorum. Bizim zamanımızda bunu anlamak kolay. Neden birisi bir şey öğrenir? İnsanlar bir şeyler öğrenir çünkü öğrendikleri şeyin onlara getirisi olacağını düşünürler. Eğer o bilgiyi öğrenirlerse hayatları bir şekilde gelişecektir ya da kendilerine daha fazla faydaları olacaktır. Ama bu kişi buna ihtiyaç duymuyor, şimdiye kadar öğrendiklerinin yeterince iyi olduğunu düşünüyor.

Allah’a geri döneceğiyle ilgili hiçbir kaygısı yok. Allah, bu zihniyete cevap veriyor ve ona hatırlatıyor. İnne ila Rabbike er-ruc’a. Muhakkak ki dönüş ancak Rabbinedir.

Bu surede ne zaman üçüncü şahıs kullanılsa, Rasulullah’dan (sas) başkasına hitap ediyor. İkinci şahıs kullanıldığında ise genellikle Rasulullah’a (sas) hitap ediyor. Ama bu ayette İnne ila Rabbike er-ruc’a, Muhakkak ki dönüş ancak (senin) Rabbinedir. Burada ikinci şahıs kullanılıyor. Surenin ikinci bölümündeki bu geçiş çok önemli çünkü bu, Kuran’daki psikolojik olarak aklı etkilemenin bir yolu. Allah, kullandığı kişileri değiştirerek psikolojik etkiler oluşturuyor.

Bu konuyu basitleştirmek için şöyle anlatayım. Öğretmen sınıfa girer ve öğrencilerden sadece birinin sınavda kopya çektiğini biliyordur. Sınıfa girince

‘Buradaki biri sınavda kopya çekti, yanına kar kalacağını düşünüyor, onu yakalayabileceğimi düşünmüyor’ diyor. Bu cümlelerde üçüncü şahsı kullandı.

‘Abdulkerim buraya gelebilir misin?’ Üçüncü şahsı kullanıyordu ve birden ikinci şahsı kullandı. Bu ne işe yarıyor? Suçlu olan kişiyi şoka uğratıyor çünkü bunu beklemiyordu.

Psikolojik olarak üçüncü şahsın kullanımı sorumluluktan uzak durma anlamına geliyor. Benimle ilgili konuşmuyor, başkasından bahsediyor. Allah, insan ile ilgili konuşuyor. İnne el-insane leyetğa - insan isyan eder. Üçüncü şahıs. Er-ra’e hustağna - o, kendini yeterli görür. Üçüncü şahıs. İnne ila Rabbike er-ruc’a. İkinci şahıs. SEN Rabbine döneceksin!

Bu ayet, bu surede doğrudan insana hitap eden tek ayet. Amacı ise uyarma, şok etme ve bu, Kuran’da sık sık yapılan bir şey. Ama genel olarak surenin geri kalanında ikinci şahıs Rasulullah’a (sas) hitap ediyor.

Şimdiye kadar iki bölüm ile ilgili konuştuk.

(27)

26 | S a y f a

1- İlmin önemi

2- Nasıl bir insan bu ilmi geri çevirir

3- Bu ilmi kabul etmediğiniz zaman, cahilsiniz demektir. Cahil bir insan ne tür davranışlarla meşgul olur? Era’eyte ellezi yenhe abden ize salle. Bir kulu namaz kılarken engelleyeni gördün mü? Bu, Ebu Cehil’den bahsediyor.

Ebu Cehil’den bahseden bu ayetler, ilimden bahseden ayetlerden hemen sonraya yerleştirilmiş. Bu ilginç çünkü cehil, cahillik demek. Ebu Cehil, cehaletin ve bilgesizliği babası demektir. Araplar eskiden ona Ebu’l Hakem (bilgeliğin babası) diyordu. Tavsiye için gidilen, Kureyş’in zeki liderlerinden birisiydi. Ama Allah’ın bu surenin başında bahsettiği ilmi reddetti. O ilmi reddederseniz, dünyadaki bütün ilme sahip olsanız da yine de cahilsiniz demektir.

4- Allah, bu ilmi reddedenleri uyarıyor. Cahilce davranmanın neticeleri ne? Bu kişi, bu ilme ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Bu yüzden kötü bir şey yaptığında sonuçlarını bilmiyor. Yaptıklarının kendisine kötü sonuçlar getireceğini fark etmiyor. Secdedeyken Rasulullah’ın (sas) üstüne deve işkembesi attırdığından bahsetmiştik. Namaz kılarken Rasulullah’ı (sas) boğması için arkadaşlarından birini kullanmıştı. Böyle birkaç olay yaşandı ve Ebu Cehil hiçbir şey olmayacağını düşünüyor. Arkasında kim var? Kim onu koruyacak? Allah cevap veriyor ve cevap verdiği zaman Ebu Cehil ile konuşmuyor. Bir yandan ‘Eğer sen durmazsan şunlar şunlar olacak’ demek var. Bu, ikinci şahıs. Ama ayete bakın.

15. Ayet

Hayır! Eğer o gerçekten vazgeçmezse, mutlaka Biz, perçeminden sürükleriz.

Eğer O durmazsa diyor ayet, ‘sen’ değil. Bunun iki tane faydası var. Allah, kendini Ebu Cehil’den uzaklaştırıyor ve bu kelimelerden öğreniyoruz ki; Allah, onunla (Ebu Cehil) konuşmuyor. Allah, Rasulullah’a (sas) Ebu Cehil ile ilgili konuşuyor. Rasulullah’a (sas) bunun söylenmesi gerekiyor çünkü Rasulullah (sas) saldırıya uğrayan kişi. Allah, Rasul’ünü (sas) müdafaa ediyor ve eğer o durmazsa, ona neler olacağını göreceksin diyor.

(28)

27 | S a y f a

Bu surenin ilk bölümünde Allah, alleme el-insane ma lem ya’lem - insana bilmediğini öğretti demişti. Burada, suçlu olan kişinin bakış açısından bir şey öğreniyoruz. Suç işleyen biri Allah hakkında ne bilmeli? Allah’ın izlediğini bilmesi gerekiyor. Suç işleyen bir insanın, suçu işlemesini engelleyecek en büyük şey güvenlik kameralarıdır. Eğer biri izliyorsa, durur. Bir suçluyu kontrol edecek ilk şey birinin onu izlediğini anlaması. İlk başta Allah insana bilmediğini öğretti demişti. Peki, bir suçlunun bilmesi gereken şey ne? E lem ya’lem bienne Allahe yera - Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu? Allah, Ebu Cehil’e konuşuyor. Ebu Cehil’in bilmesi gereken şey bu, çünkü bu bilginin bir miktarına bile sahip olsaydı yaptığı şeyleri yapmazdı.

Bu, Kuran’daki çok güçlü bir ders. Günahın içinde olan birine özümseyene kadar tekrar tekrar söylenmesi gereken bilgi ne? Allah’ın izlediğini bilmiyor musun?

Allah’ın izlediğini bilmiyor musun? Uygunsuz bir şey yaptığınızda birisi size, babanın o davranışı yaparken seni izlediğini fark etmiş miydin dese. Birisi sizi kötü bir şey yaparken izlese, aniden kendinizi kontrol altına alırsınız. Yaptığınızın kötü olduğunun farkına varırsınız.

Şimdi netice kısmına geliyoruz. Kellaa le in lem yentehi - Hayır! Eğer o gerçekten vazgeçmezse. Sadece ‘in’ olsaydı ‘eğer durmazsa’ anlamına gelirdi. Ama Allah,

‘le in’ diyor. ‘Eğer o devam etmeye cüret ederse’ anlamına geliyor. Allah, Ebu Cehil’i uyarıyor. ‘Eğer herhangi bir şekilde bu davranışlarına devam etmeyi düşünüyorsa, le Nesfean bin nasıyeh - Biz, şüphesiz perçemden yakalar ve sürükleriz.’ Nasıyeh; perçem demek, alnın üstündeki saç tutamı.

Normalde hayvanlar, efendileri onlara kızgın olduğu zaman perçemlerinden yakalanır. Çocuğa kötü davranan bir yetişkin, çocuğu başından yakalayabilir. Bir öfke anında Musa (as), Harun’u (as) başından ve sakalından yakaladı.

Allah ayette, ‘biz perçemden yakalayacağız’ dedi. Allah, ‘le Nesfean HU bin nasıyeh - Biz, ONU perçeminden yakalarız’ demedi. ONU kelimesi ayette yok ama anlaşılıyor. Ebu Cehil bahsedilmeye değer bile değil. Özellikle de öznenin Allah olduğu bir fiille (Nesfean - Biz sürükleriz) birlikte.

Nasıyeh/perçem/alın Arap geleneğinde iki şeyin yeri için kullanıyordu.

1- Alın; şerefin, itibarın yeriydi.

2- Burası, aklın olduğu bölge olduğu için bilginin yeri olarak da kullanılıyordu.

(29)

28 | S a y f a

Ebu Cehil, ilmi reddetmişti. Bu, surenin başındaydı. Ebu Cehil, onu küfre götüren yer tarafından yakalanacak. İki şey onu küfre götürdü: Cehaleti ve kibri.

Bedendeki cehaletin ve kibrin yeri neresi? En-nasıyeh/perçem/alın. Allah, onu perçeminden yakalayacak.

Bu surenin sonunda secde ayeti olduğunu göreceğiz. Secde yaptığınız zaman, vücudun hangi kısmını yere koyuyorsunuz? Alnınızı ve özellikle de perçemin olduğu alanı. Surenin sonunda Rasulullah’a (sas) Ebu Cehil gibi olmaması, başını şimdi, bu dünyada yere koyması söyleniyor. Ama o, Ebu Cehil, eğer o başını şimdi yere koymazsa, öbür dünyada Biz onun başını sürükleyeceğiz. En sonunda başı yere konacak. İster bu dünyada başını kendin yere koy ya da ahirette biz senin başını sürükleyelim. Ama her ne olursa olsun o baş yere konacak.

Bu kelime (nasıyeh) Kuran’da başka yerlerde de kullanılıyor. Mesela,

“Suçlular simalarından tanınır. Böylece onlar alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.” (Rahman 55:41)

Nevası, nasıyeh’nin çoğulu.

Ayetin ilk kısmı varsayıma dayalı. Kellaa le in lem yentehi. EĞER durmazsa. Ama ikinci kısmı kesinlik içeriyor. Le nesfean. Biz MUTLAKA sürükleyeceğiz. Yani bu, Allah’ın kullandığı çok güçlü bir ifade.

Safe’a - Nesfean, bir şeyi yakalamak ve kökleri yerinden çıkacak kadar hızlı çekmek demek. Yakalanan şeyi, nasıl çekildiğini ve yüzünün nasıl sürüklendiğini bir düşünün.

Bununla ilgili olarak son bir şeyden bahsedeceğim. Ebu Cehil, Rasulullah’ı (sas) tehdit ettiği zaman “Burada bir kere daha namaz kıl, senin boynunu ezeceğim”

demişti. Sonra, Rasulullah’ı (sas) tekrar namaz kılarken gördü ve bütün arkadaşları yanındaydı. Eğer bir şeyler yapmazsa arkadaşlarının gözünde kötü gözükecekti. Bu yüzden Rasulullah’a (sas) saldırmaya gitti. Geçen hafta bahsetmiştim. Elleriyle başka kimsenin görmediği bir şeyi ittirerek geri döndü.

İnsanlar ne yaptığını sordular. ‘Benimle onun arasında ateşten bir hendek ve beni yakalamak üzere olan dehşet verici bir yaratık vardı ve ben de onu geri ittiriyordum’ dedi.

(30)

29 | S a y f a

Rasulullah (sas), Ebu Cehil’e ‘Ne? Benimle öyle konuşacak mısın?’ dedi.

Rasulullah (sas), Allah Ebu Cehil’in perçeminden yakalanacağını söylediği için kullandığı kelimelerde güçlenmişti. Melek çoktan onu perçeminden yakalamak için geliyordu ve Ebu Cehil geri kaçmak zorunda kalmıştı. Allah bir sonraki ayette perçemi tarif ediyor.

16. Ayet

ن

O yalancı günahkâr perçeminden.

Allah, perçem için iki tane sıfat söylüyor. Yalan söyleyen ve büyük bir suç işleyen perçem.

Allah ilk olarak ona yalancı diyor. Bir Kureyş liderini aşağılıyor, küçük düşürüyor.

Böyle bir kelimenin siyasal ve sosyal sonuçlarını anlamanız gerekiyor. Ebu Cehil çoktan Kureyş’in bir lideri, Rasulullah (sas) ise sadece alay konusu değil, aynı zamanda fiziksel olarak da zarar görüyor. Şimdi ise Rasulullah’a (sas) hiç de özür dileyen bir tonda olmayan, onun yüzüne karşı direkt olarak yalancı diye adlandıran bu kelimeler veriliyor. Ama ne konuda yalan söylüyor? Kuran’ı duydu, onun hak olduğunu biliyordu ama hala onun şiir vb. olduğuyla ilgili yalan söylüyordu ve onu asılsız nedenler yüzünden reddediyordu. Allah, Ebu Cehil’in kalbinin derinliklerinde Kuran’ın hak olduğunu kabul ettiğini açığa çıkarıyor.

Geçen hafta size bahsettiğim bir hikâye vardı. Ahnes bin Şurayk, Ebu Sufyan ve Ebu Cehil Rasulullah (sas) Kuran okurken onu dinlemeye gitmişlerdi. Ebu Cehil, Kuran’ın hak olduğuna şehadet etmişti. ‘Biz Beni Amir’iz. Onu kabul etmeyeceğiz. Evet, gerçek ama eğer onu kabul edersek onun kabilesi sonsuza kadar kazanır. Bu olamaz. Bizim kabilemizin rekabet etmesi gerekiyor’ demişti.

Böylece Allah, onu yalancı perçem olarak adlandırıyor.

Sonra Allah, hatıeh diyor. Hatıeh çok ilginç bir kelime. Hatıeh, sonuçlarını bilmediğiniz bir hata demek. Birisi hata yaptığında ‘Evet, bir hata yaptım, ne var bunda bu kadar büyütecek’ diyebilir. Eğer büyütecek ne olduğunu, bu hata yüzünden başka nelerin yaşanacağını bilmiyorsanız buna hata deniyor. Ebu Cehil, Rasulullah’ı (sas) reddetti, ona (sas) saldırdı. Yaptıklarının sonucunun ne

(31)

30 | S a y f a

olduğunu bilmiyor. Büyütecek ne olduğunu anlamıyor. Perçeminden yakalandığı zaman yaptığı büyük hatanın ne olduğunu anlayacak.

Şimdi, bu hayata geri dönüyoruz ve Allah, ona meydan okuyor. İlk önce eğer durmazsa yakalanacak dedi. Şimdi daha da ileri gidiyor.

17. Ayet

Haydi, yandaşlarını çağırsın.

Nadi, Arapçada umuma açık olan yer demek. Ebu Cehil eskiden umuma açık olan yerlerde otururdu. Onunla birlikte oturan birçok insan olurdu. Allah haydi, yandaşlarını çağırsın diyor. Anlamınız gereken bir şey var. Allah konuşuyor ama kâfire göre sadece Rasulullah (sas) konuşuyor. Gördükleri tek şey bu adam (sas). Kâfir oldukları için bu kelimelerin Allah’ın kelimeleri olduğunu düşünmüyorlar, Rasulullah’ın (sas) kelimeleri olduğunu düşünüyorlar.

Rasulullah (sas) bir grup savaş görmüş, güçlü kuvvetli suçlunun önünde dikilip haydi, yandaşlarını çağır diyor. Bundan sonra Allah diyor ki,

18. Ayet

Biz de yakında zebanileri çağıracağız.

Zebaniyyeh, zebniyye kelimesinin çoğulu. Zebniyye, Arapçada güvenlik görevlisi, muhafız demek. Allah, sen kendi takımını çağır, ben de muhafızları çağıracağım diyor. Bu muhafızlar kimler?

Zebene, bir şeyi güç kullanarak korumak demek. Eğer bir şey dışarı çıkmaya çalışırsa ona saldırılır. Eski edebiyatta hapishane muhafızları anlamında da kullanılıyor.

Şimdi bu sahneyi hayal edin. Bir tarafta haydutlar, diğer tarafta ise SWAT ekibi.

(SWAT -Özel Silahlar ve Taktikler Birimi- Amerikan eyaletlerinde teşkilatlanan seçkin bir milis taktik birimidir. Düzenli bir eğitim ile yüksek riskli işlemleri gerçekleştirmek için eğitilmiştir.) Ve biz bunun yaşandığını biliyoruz. Ebu Cehil, Rasulullah’a (sas) saldırmaya geldiğinde korkarak geri çekilmeseydi Allah’ın melekleri neredeyse onu ezeceklerdi.

Referanslar

Benzer Belgeler

Vahyi inkar etmek, Allah Rasulü’nü Cin Musallat olmakla itham etmek gibi sözlü saldırıların gerçekleştirildiği bir dönemde Kalem Suresi nazil

konuşuyorum. Anne-babalara kızgın değilim. Başka kimseye kızgın değilim. Size bile kızgın değilim. Sadece sizleri ve kendimi gerçekliğe döndürüyorum. Bakın,

Ama sizin yaptığınız güzel işlerin kesinlikle Allah tarafından kabul edildiğini ve tamamiyle hazır olduğunuzu, endişelenecek hiçbir şey kalmadığını

Ve bunu yapan kişi de "Ben iyi bir şey yapıyorum, Allah'ın ayetlerinden alıntı yapıyorum, bunun için ödül bile almam lazım." diye düşünüyor.. Bakın planı nasıl

اَذَخَّتا َو ا هَليِبَس يِف اِرْحَبْلا hatırlıyorum da denize baya garip bir şekilde geldiğinden bahsediyor ben hikayenin arka planına çok da ikna olmadım ama yine

Allah senden nefret ediyor, o yüzden bunlar oluyor.” Diğer taraftan sen düşünmeye başlıyorsun: “Allah beni cezalandırıyor, o yüzden bunlar oluyor.” Tam o anda, Allah

Terim olarak ise Allah (c.c.) rızası için yapılması gereken ibadetleri ve güzel davranışları, insanlara gösteriş için yapıp kendini ve ibadetini beğendirme isteği,

Kocanızın size göstermesi için değil, sizin kendiniz için Allah ile olan bağınızdan ne kadar uzaklaştığınız bir göstergesi.. Bu durum bazen çok kötü bir