• Sonuç bulunamadı

T A N I N M IŞ M E S L E K D A Ş L A R LA B U L U Ş M A L AR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "T A N I N M IŞ M E S L E K D A Ş L A R LA B U L U Ş M A L AR"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T A N I N M I Ş M E S L E K D A Ş L A R L A B U L U Ş M A L A R

Yazarı : Prof. Oelsner

Türkçeye çeviren : Adnan KOLATAN

Meslek hayatıma ait bir kaç hikâye yazıyorum. Bunlar hiç hatırımdan çıkmamıştır. Belki sizlerden d e okuyup düşünceyc dalanlar bulunur.

Birincisi ç o k erkidir. Takriben elli yıl ö n c e biz, Münih Y. Mühendis Mektebinin son sınıfına yaklaş-mış bir kaç talebe üstat Auguste Thiersch ile birlik-te, yukarı Bavyeıa'nın k ö y evini çizmek için Alplere gitmiştik. F-rederich v o n Thiersch ile Auguste Thi-ersch iki tuhaf kardeştiler. Tıpkı, Gerhard Haut-mann ile, kardeşi Kari gibi birbirlerine benzerlerdi. Bu iki kardeşten biıincisi şatafatlı, gösterişli iri yarı, ikincisi ise fikir ve ruh itibarile dalla asıl, kendilerine yaklaşıldıkça yükseklikleri daha ziyade anlaşılan in-sanlardı. Auguste Thiersch, Merih seyyaresi hakkında değerli tetkikler yapmıştır. Dağlar arasınhakkındaki T e -gernsec kenarında Post ismindeki lokantada oturmuş kahve altı yapıyorduk. Y a ğ m u r sicim gibi yağıyordu. Halbuki, bizim daha ne kadar ç o k çizilecek, planla-nacak işlerimiz vardı.

Üstat, vekarlı ve p e y g a m b e r a n e başını eline dayamış oturuyor, derin derin düşünüyordu. A c a b a Merihi mi? Hayır! 4Bu soğuk v e ıslak havada, b a y -lar bir ikinci fincan kahve daha içseler m i ? » diye dü-şünüyormuş; Y a r a b b i ! aman y a ı a b b i Bu küçük sahne pek ehemmiyetsiz gibi görünüyor. Fakat b ö y l e bir rabbani düşünüş, son on senenin Almonyasındu sanki artık yer yüzünden kalkmıştı. Halbuki, hiç ol-mazsa üniversite hocalarında bu, kalmalı idi. 1900 yılında bir devle! mükâfatı mahiyetinde olarak İtai-yaya gönderilmiştim. P o m p e i d e daima Sıragüza Mü-zesinin Müdürü Orsi ile birlikte A l b e r g o del Stolte otelinde otururdum. ince ruhlu, son derece bilgili bir ad amdı. Bir kaç yıl sonra Maarif Nazırı olmuştu. O sıralarda, B o s k o ı k a l e ' d e meşhur Freskler bulun-muştur, A l m a n İmparatoru bunları 6 0 0 . 0 0 0 marka satın almıştı. İtalya hükümeti büyük müttefikinin ha-tırı için, bunların ihracına rıza göstermişti.

Berlin Müzesi U m u m Müdürü Kekule f o n Stra-donitz nakil işini temin için P o m p e i y e geldi. Orsi'nin ise bu işe heı ne suretle olursa olsun, engel olması

lâzım geliyordu. Neticede ne derece muvaffak oldu-ğunu bilmiyorum. Fakat P o m p e i ' d e k i gözcüler mun-tazaman rapor ediyorlardı. Y a m a n bir italyan: «Sa-at dördii çeyrek geçe, fon Stredonitz i 0 0 numaraya gitti.» diye raporuna yazmış. Sonradan Gestaponun yüz kızartıcı metodlarını işittikçe. P o m p e i ' d e k i bu fahrî gözcüyü hatırladım. Verilen emirleri nekadar büyük bir gayret ve dar kafalılıkla yapıyordu. Dün-yada işlerin en bedhahları akilsiz insanlarla yapılan işlerdir.

Meşhur Paul allot ismindeki mimara, sonun-cu ihalesi yapılmış olan Raiştak binasında idim. Ondan evvelki mimar Fritz Schumacher idi, V a l l o t b e -ni Raiştak başkanlık yapısına götürdü. O zaman ç o k itibarda olan Kont Ballestrem ismindeki başkanla görüştük, ihtiyar kont dedi ki: «Büyük merasim sa-lonunun tamamen beyaz olmasını istiyorum, sadece biraz yeşil bulunsun 1 Çünkü, biliyorsunuz ben avcı-yım. Birkaç tane de sarı yaldızlı çizgi kâfidir. Nasıl bu suret!-; güzel bir şey olacağını tahmin etmez misiniz?, bay müşavir. O salonu ben çizmekte idini. » V a l -lot hemen c e v a p v e ı d i : «Hayır hayır, güzel olabile-ceğini hiç zannetmem. W a l l o t özü sözü doğru bir

adamdı, imparatoru da daima b ö y l e d o ğ r u y u söyle-yerek kızdırırdı.» Boşkan Ballestrem hiddetle şöyle söyledi: (••'Fakat ben ressam istemiyorum! Onların hepsi terbiyeleri noksan adamlardır. S a d e c e çıplak kadın resmi yapmaktan başka bir şey bilmezler.» H a -kikatta kullandığı ise başka bir kelime idi, v e V e n ü s Kolipigos'u meşhur etmiş bir vücut kısmının ismidir. İşte Silezyalı k o c a asilzadenin bilgi seviyesi bu idi. Halbuki esas itibarile hakikaten gayet kibar bir in-sandır. Zaten Elbe nehrinin doğusundaki sahanın vüngelerinin ekseıiyesinin bilgi seviyesi d e ancak bu kadar yükselmişti. Hindenburg büyük bir saffetle teğ-menlik yaşlarından biri büyücek bir kitap okumadığı nı söylerdi!

(2)

ma-iyetinde olarak. Berlindeki Caiser Frederich müzesi-nin inşaatım sevk ve idare ettim. Hasak yaptığı bir ç o k kilise v e Reichbank binalarında tercihen tuğla kullanmıştır. A l m a n c a buna fırınlanmış taş denir. Bir gün bana dedi ki: «Bakınız, Oelsner, fırınlanmış taş bir kaç. bin yıldanberi M e z o p o t a m y a ve eski Mısır de-virlerindenberi değerini ispat etmiştir. Tıpkı ekmek gibi. Hakikaten fırınlanmış taş, bilginin taşıdır.» O sı-ralarda Hasak hariç olmak üzere, A l m a n y a d a bir ç o k kiliseler tuğla Gothik tarzının lügatlarını v e gra-merini alıp tatb'k ediyorlardı, fakat ruhunu kavra-yan yoktu. 25 sene sonra Flöger ismindeki mimar meşhur Chile Haus denilen binayı inşa etti. Tuğla ya-pıda tam bir h o k k a b a z hüneri gösterdi. Herkes koştu geldi, mimarlıktaki bu marifeti seyretti.

Hamburg'daki Chile Haus şimdi yarı yıkılmış bîr halde bulunsa gerektir, v e seyredenlere herhangi bir harabe karşısında duyduğumuz bir acıma hissi ver-mektedir.

Unutulmuş gibi idi.. Hasak'ın: «fırınlanmış taş, bilginin taşıdır.» sözüne karşı şöyle c e v a p

vermiş-tim: « G o e t h e ' n i n Faust'undaki şu sözleri hatırlar mı-sınız? Eğer bilginin taşı sizde olsaydı, taş bilginsiz kalırdı.-> Beni cevapsız bıraktı. Fakat az sonra ben-den çalışma odasındaki kokunun nereben-den geldiğipi araştırmamı rica etti. Bulamadım. Nihayet radiatöıün üstünde bir su kabı gördüm. Yarım Lituanyalı o lan o d a hizmetçisi Simoneit'den odanın havasını d e -ğiştirmeğe mahsus olan bu kaba suyu nereden k o y d u ğunu sordum. Biraz endişe ile bana bir k o v a göster-di. T e m b e l a d a m pis su kullanıyordu. Buna rağ-men asıî kabahat Hasak'ta idi.

Naturalia non sut turpia

Takriben b u n d a n kırk yıl evveldi. Pölzig, Breslavda A k a d e m i Müdürü bulunuyordu. Berge. ise Y a -hrhunderthalle ismindeki «asrın holü» adı verilen bi-nayı inşa etmekte idi. Bir kaç değerli genç mimar kendilerini tamamen işe vermiş uğraşıyorlardı. Bun-lar arasında, sonradan Frankfurt şehrinin Belediye inşaat müşaviri olaı, May ile yine b ö y l e meşhur olan Schmittheımer d e vardı. Ben Y. Mühendis Mektebi inşaatını idare ediyordum, v e sonra Breslav şehri

be-lediye idaresine geçtim. Nürberg'deki şehir inşaat-çılığı kongresine Berg ile birlikte iştirak ettik.

G e c e yarısında sessiz c a d d e l e r d e yürüyordum, Berg sabahleyin L o r e n z kilisesini gezmiş, rönesans tarzında bir rölief bütün benliğini sarmış. G e n ç bir kadının, güzel sırtının kurtlar tarafından didiklenerek delik deşik edildiğini görmüş: «Bakınız, d i y o r d u ; iş-te o parlak devir A l m a n y a d a b ö y l e idi! Dürer bakır üzerine oyırıa resimlerini pazar yerinde bir kaç kuru-şa satıyordu, fakir bir a d a m ! Fakat sonra İtalyada

kendisini bir prens gibi yüksek hissetmiştir. Yüksek burunlu Pirkheimer gerçi bu vaziyeti bir az düzelt-mişti, fakat onu İtalyadaki sanat koruyucuları olan Mediciler, papalar, kolonnalar vesaire ile kat'iyyen mukayese demeyiniz- Güzel sesiyle birlikte titriyen heyecanı b e n d e ç o k derin bir tesir bırakmıştı... Son-radan değişti. Yaptığı Yahrhunderthalle binasında nasional sosyalizmi mimarlık bakımından, zuhurun-dan evve! temsil etmiş olduğunu keşfetti. İşte o za-mandaııberi, bir giın Pölzig'in bana Yahrhulderthalle hakkında söylemiş olduğu şu sözü k e n d i m d e kabul etmiş bulunuyorum» şu berbat şeyi g ö r m e y e taham-mül e d e m i y o r u m . »

Müsaade buyurunuz da kibar bir meslektaşımla vuku bulan bir buluşmadan bahsedelim, hakat ken-disi 3 6 0 sene evvel ölmüştür. 19! 5 senesinin ilkbaharında ilk defa olarak Budapeşteye geldim. H a m a m lardan birini görmek istiyordum. Belediyeye ait b u -lunan «Rudaf F ü r e d ö » hamamım seçtim. Eski bir Türk hamamıdır. Tesisin ortası k o c a m a n bir k u b b e yapısı idi, rengârenk camları vardı. - memleketimiz-de bu camlar kırıldıkça yerlerine tek renkli camların takılması haksızlıktıı. - Altında yuvarlak su sathı üzerinde buğular birikmişti, etrafında iri yarı Macar subavlan toplanmıştı, güneş ışığı vücutlar üzerind e kubbenin altınüzerinda oynaşıyor, parlak altın rengi üzerind e -metler halinde yanındaki masaj yerlerinin üzerine yatmış insanlara dökülüyordu. Bütün bu manzara üzerimde büyük, adeta efsanevî bir tesir bırakmakta idi. Bu ışığın zaferi idi! Fakat vücutsuz bir ışık değil! İkisi bir arada. Bu hakikî mimarî idi. En asillerin mi-marisi îdi, çünkü zamanla bağlı olmayan büyük - şe-kil - in mimarisi idi. Derin bir heyecan içinde dışarı çıktığım zaman içimde şu mısralar g e ç i y o r d u :

G e c e ananın elinden eski rütbesi olan yerini • k a p m a ğ a çalışan. Mâmur ışık! Takat m u v a f f a k olamıyor, çünkü uğraştıkça cisimlere yapışıp kalıyor. Vücutlardan fışkırıyor, vücutları giizelleştiriyor, bir vücut onun yolunu kesiyor. Bu sözler Göethe'nin Faust'unda en yüksek bir akıl eseri olarak durmaktadır. Fakat, şa-ir bunları Mefisto'ya. sövletiyor. Bunun için şeytan-dan tahriokârlığın negatifini dinliyoruz.

« U m a r ı m ki ç o k sürmiyecektir.

(3)

bir zamandı. Schumacher beni teselli etti. H a m b u r g -ta bulunduğu vakit bir sene sadece seyredeceğini, hiç bir soy çizim plânlamıyacağını, hiç bir mes'uliyet altına girmiyeceğini kendi kendine kararlaştırmış. Buna rağmen bir kaç ay sonra cesareti kırılmış v e bıkkın bir hale gelmiştir. Bir ikindi vakti bizim, A l t o -nadaki b ö l g e m i z d e Elbe nehri kenarında eski Rithor birahanesine gidip oturuyor. K o c a m a n v e yüzlerce senelik gürgen ağaçları arasından Llbe görünür. Bir kısmı görünen bir sahnede imiş gibi d e v cüsseli gemi-ler geçip gidergemi-ler. Bir gemi nehirden süzülüp gider-ken yanındaki masîıda bulunan bir bayan S - E - T - H - E diye harfleri okurlar. Schumacher NevvYork'ta d o ğ -muştur. A l m a n y a d a tahsil etti. Sekiz sene sonra aile si A v r u p a y a oğullarını g ö r m e k üzere geldiler. Sethe ismindeki ayni gemi ile gelmişlerdi. Kendi bunu uğur getirecek bir tesadüf saydı. Y e n i d e n cesaret buldu v e anlattığına göre bana d a . . . hepimizin önünden b ö y l e nice. uğurlu gemiler geçerdi, ç o k d e f a gözleri-mizi açmayız. Bir akşam Berlinde W i l m e r s d o r f ' d e ( W . C . B e h r e n d t ' i n bizi davet ettiği masada oturu-yorduk. Davetliler arasında Salvisberg Belling, Taut da vardı. Yine 1924 yılı idi ben duvarlara resim asmak hakkındaki düşüncelerimi anlatıyordum.) Ö n c e d e n tayin edilen mimarî bir çerçeve içinde o l m a -dıkça duvarlara resim asmamalıdır. Eski aile resimle-ri saygı bakımından bundan müstesnadır.

O zamanlar daha bu fikir Lanınınamıştı. ( G r a f i k haritaya yakışır, iyi yağlı b o y a tablolar galeri tarzın-daki özel yerlere konmalıdır. Ç o r b a içip kızartma yerken değerli bir tabloya lokanta çalgısı rolü oynat mak yaz-knr.) Evir. bayanı v e başkaları dehşetli pro-testo ettiler. Taut birdenbire ayağa fırladı, bir çatal-la masanın Şam atçatal-lasından oçatal-lan örtüsünü delmiye savaştı.

Ev sahibinin ö d ü kopmuştu. Taut çatalın ucu ile örtüyü d e l m e k üzere iken durdu v e ( g ö r d ü n ü z m ü ? Duvara bir çivi çakmak üzere idim! Halbuki masa örtünüzü korumaklığım lâzım geliyor. Öelsner'-j n tamamen hakkı v a r ! ) Dedi. 1927 - 28 senelerinde

Taut ile • birlikte H o l l a n d a ' d a dolaştım. Hollandalı mimarlar ile sabahları Leydschen Plein kenarında kahvaltı ediyor L e y d e ' d e öyle yemeği yiyor akşamları R o t h e r d a m da karar koyuyorduk, orada A v r u p a -mn son zamanlarda yetiştirdiği mimarların en iyile-rinden bili olan Oud bize şeref veriyordu. Müşterek soframızdan hiç kimse erken kalkıp gitmiyordu, bu g ö z e çarpan bir şeydi, şayet birisi b ö y l e yaparsa ö -tekiler buna itiraz ederlerdi. Rönesans devrinin Flo-ransa'sında Bramante Raffael, Sangallos, Peruzi'le-. rin vaktinde d e her halde b ö y l e imiş, fakat muhak-kak ki memleketin en iyi mimarlarının muntazaman

bir araya gelip toplanmalarında haset edilecek vardır! Birbirlerini mütekabilen ileriye götürmüşlerdir. Son zamanlarda Hollanda mimarisinin şahane çiçekler vermesinde âmil olt,n sebeplerden biri de bu olsa ge-rektir. Berlage Deklere, O u d , D u d o k , W i l s v e saire gibi başka başka çapta insanların yanyana çalışmala-rına imkân bırakmıştır, nihayet yapılan şeyleı sadece tenkit olarak kalmış şahsî düşmanlık halini

almamış-tır. Pölzig H a m b u r g ' a geldiği zaman sonlara doğru ekseriya Halali barda otururduk, iyi bir lokaldi, ge-ce yarısına doğru artık ç o k konuşmaz, sessiz içerdik. Şuııu nasıl buluyorsun dedi. Salonun üzentili zengin oymalı ahşap mimarisini kast ediyordu « p e k acıklı d e d i m » ö y l e ama ahşaptır. A ğ a ç insanlarındır. Taş yahut kârgir değil. V ü c u d u m u z soğuk malzemeden hoşlanmaz. Tahtaya yaslanabiliriz. Fena şekillerle bi-le yapışmış olsa iyi süsbi-lenmiş kârgirden daha iyidir!» dedi. kere haklı idi. A l m a n y a d a Reisenbirge deni-len dağlık b ö l g e d e sade, fakat göniile hoş gedeni-len şa-hane otel v e han binaları vardır. Bunların pek çoğıı ahşaptır, sıcaktır, sıhhidir, yalnız bir tanesi taştandır, rutubetli duvarlarından sular sızar.

1928 senesi Pariste beynelmilel şehircilik k o n -gresinde S o r b o n d a toplanıyoruz. A y n i z a m a n d a bü-yük bir k.ipalı salonda toplanmakta olan beynelmilel sosyal yardım kongresine gelmiş olan bir arkadaşı g ö r m e ğ e gidiyorum. Bana ç o k tuhaf geldi, salona gi-rer girmez iarkettim, burada her şey başka türlü idi. Mutadın aksine olarak hatip konuşuyor, ötekiler bir-birlerile görüşüyor, veya gazete okuyorlar ve yahutta uyumakta değildi. Herkes dinliyordu. A c a b a buna se-b e p ne idi. Kelimeler ne kadar güzel duyuluyordu. Sa-lonun akustiği gayet güzeldi. Bu salon Salle de Pleyl idi. Bu noktanın üzerine düşüp araştırmağa vaktim ol-madı. Fakat bir kaç ay sonra tekrar Paris'e gittiğim zaman hemen o ı a y a koştum, binanın iskele ile çevril-miş olduğunu fark ettim. Yangın binayı harab etçevril-miş- etmiş-ti. Asıl bu sefer merakım daha ziyade arttı. Bu salon

için tekraı 3 ay sonra Paris'e gittim. Bay Pleylin, Chopin filimindeki zat olmamakla beraber, tıpkı o nun C h o p i n ' e hasredecek vakit bulamayışı gibi b e -nimle meşgul olacak zamanı yoktu, fakat oğlunu ya-nıma kattı. Bu nazik a d a m bana babasının bu efsane-vî akustiği elde edebilmek için ne kadar ç o k zahmet v e para harcadığını anlattı. Önümüzdeki yıllarda î^enç meslekdaşlarımız ışığın ve bedenin optik görü-nüşlerine olduğu kadar iher halde akustik meseleleri-ne d e ehemmiyet verceklerdir. Işık mimarlığınızın şekillerini doğurmuştur.

(4)

günden güne terakki eden yeni semtlere taşındılar. Ekserisinin başka yerlere gitmesine rağmen, k a d î m müslüman şehrinin eski İstanbulun eski ticaret ma-hallerinde, olduğu gibi Haliç sahillerinde v e asrileş-mek üzer.3 bulunan kapalı çarşı d a tüccarı hayat v e faaliyet irer zamankinden hummalıdır.

Yalnız, eski hanlar h a ı a p olmakta, kervansaray-ların da zamanı geçtiğinden komisyonkervansaray-ların buralara girebilmesi güçtür.

Tüccarı formül gayip olmakta, Türk san'atının pek karakteristik bir hususiyetlerinden olan bu geniş binaların muhafazası meselesinin hal çareleri başlı başına müşkül bir iştir.

T ü c c a ı î merkezlerin mevkileri değişmediğine göre Beyoğlu, Maçka, Haydarpaşa, Bostancıda, ika-met edenler her gün çalışmak için, eski tstanbulun

Galata köprüsü ile pazar yerine v e Haliç'in iki sahil-lerine gelmek mecburiyetindedirler.

Bunun neticesinde, tramvay, otobüs, taksi, B o ğ a z ' d a n A n a d o l u sahillerinden, A d a l a r ' d a n gelen vapurların hepsi Galata köprüsünde temerküz etti-ğinden tahayyül edilemiyecek bir surette izdihamı mucip olmaktadır.

Bütün tamvaylar, taksiler Galata köprüsünden geçmekte v e bütün vapurlar Galata köprüsüne ya-naşmaktadır. Bu köprü hakikaten şehircilik nakil va-sıtalarının merkezî bir garıdır.

Şehhcilik imar ve tanziminde emsalsiz bir du-rum arzetmskle beraber sahillerin her iki tarafına da geniş çıkışlara müsait tadilâta ihtiyaç vardır.

(Devam edecek.)

(81 inci sayfadan devam.)

ı u m 1937 senesinde C l e v e l a n d ' d a mimarlar kongre-si vardı. Frank L l o y d Wrigiht'tan konuşmasını İsrar ettiler. İhtiyar mimar söze kötü başladı, «mimar birlikleri toplantılarında olduğu kadar hiç bir y e r d e rahat uyuy^mazmış» kendisi d e inşaat yapmış bir a-â a m olduğu için söz söylemeğe tabiî hakkı vardı. Bu hakkını parlak bir surette kullanmıştır. Sonunda eli-ni karnına vurarak « A n d n o w ' ı vvill have a g o o d n a p ! » şimdi güzel bir şekerleme y a p a c a ğ ı m dedi. ö y l e uykusunu kongrenin toplandığı o t e l d e uyumak istiyordu.

Ben ihtiyarladıkça büyük adamların izlerini a-ramak arzusuna kendimi daha ziyade kaptırıyordum. Enteresan bir şey bulmuş olmak için değil d e - saygı gösterme - nin bana insanın en iyi kabiliyeti gibi gel-mesinden dolayı b ö y l e oluyor. Esasen dindarlığı ya-ratan şeyde hakikatte budur, işte b ö y l e c e içimde Be-ethowen in d o ğ d u ğ u odayı, Goethe'nin içinde kendi tabiri ile, dünya ışığını ilk defa gördüğü, şimdi hasa-ra uğhasa-ramış evini, Mıchelengelo'nun ömrünün bir ç o k yıllarını yaşadığı Floransa'daki. binayı, Süleyman'ıye v e Selimiye gibi daha bir ç o k bizi gündelik hayat at-mosferinden alıp yükselten yerleri arayıp duruyor.

Saydıklarım atasında hiç şüphe y o k ki; Pölzig, O u d v e Wright büyük ehemmiyette şahsiyetlerdi, ya-ratıcı çalışmalarında asil insanlardı. Meslekdaşiarı-mızdan ik: tanesini, mesleğimizin birer şerefi olan August Perret ile T h e o d o r Fischer'i sadece »serlerin-den tanırım.

G e n ç yaşlarında her ikisine d e adeta tapardım. T h e o d o ı Fischer'in 1935 senesinde öldüğü zaman p r o p a g a n d a nezareti onun ölümünü kaydetmeği ya-sak etti, ancak altı ay sonra bu yaya-sak kaldırılmıştı. Şehircilik hakkındaki m ü k e m m e l makaleleri bu mec-m u a d a Kemec-mali Söylemec-mezoğlunun tercemec-mesi olarak yayınlan mistir. Asil mimarı o yazılar iyice tanıtmak-tadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

maddesi’ne Türkiye Denetim Standartları (TDS)’na ve diğer düzenleyici Kurul ve Kurumların düzenlemelerine uygunluğun sağlanması hususundaki gözden geçirmelerin

Otizmli bireyler anlık düşündükleri için ve istedikleri şeyleri elde etmek için anlamsız bağırmalar,ağlamalar,öfke nöbetleri vb durumlarda olabilirler.Bu gibi

Öğrencilerimiz yaşadıkları aile ve akraba çevresinden yapacakları araştırma sonucunda öğrenecekleri Şarkışla ilçesine özgü yemeklerle ilgili çalışmaları okul

TİHV Tedavi Merkezlerine 2019 içinde yapılan 908 yeni başvuru içinde ülke içinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarına maruz kalan başvuru sayısının 838,

MATRA programlar kapsam ndaki “ KUR’un Kurumsal Yap n Güçlendirilmesi, Özürlüler için Geli mi Bir stihdam Stratejisi ve Mesleki Rehabilitasyon Projesi” nin faaliyet

Araç; 6 adet thruster (Sualtı Tahrik Ünitesi), su sızdırmaz tüp, iskelet destek çubukları, Penetratörler (Kablo tutucular), üst korumalık kapak, alt-üst

Kron k hastaların sempton tak b K ş selleşt r lm ş sağlık anal zler Bel rt lere da r r sk dağılım oranları D kkat ed lmes gereken hususlar.. K ş sel sağlık as stanınız

Yusuf’un kursu vardı ve Nil eve yalnız gitti eve vardığında çok şaşırdı çünkü pati onu görür görmez yanına geldi ama şaşırdığı şey bu değildi,