• Sonuç bulunamadı

. Norveç Tohum Deposu Bilmecesi . .

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share ". Norveç Tohum Deposu Bilmecesi . ."

Copied!
51
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HAZÝRAN 2009 Sayý: 486

Fiyat: 3.5 YTL

. ÝSA’ nýn Sitemi

. Dünya Üzerindeki Sýcak Noktalar

. Norveç Tohum Deposu Bilmecesi

(2)

ÝÇÝNDEKÝLER

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna

Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Özenç Kayserilioðlu Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme Sorumlusu ve

Okur/Abone Ýliþkileri:

Kazým Erdemoðlu 0212 252 85 85 0542 676 83 47 Faks: 0212 249 18 28 P.K: 471 Beyoðlu/Ýstanbul

Yönetim Yeri:

Oba Sok. Silla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul

Baský:

Inkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ.

Çobançeþme Mah. Sanayi Cad.

Altay Sok. No:8 Yenibosna/Ýstanbul Fiyatý: 3.5 YTL Yýllýk Abone: 40 YTL

Yurt Dýþý: 50 YTL

Tanrý’nýn Delilleri

Ýçimizdedir ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Ýki Din Bilgini ve Bir Felsefe Doç.

Allah Ýnancý ... 6

Ahmet Kayserilioðlu

Eðitimde Saffet Arýkan

Dönemi ... 15

Yalçýn Kaya

Ýsa’nýn Sitemi ... 22

Güngör Özyiðit

Hayvanlarla Konuþmak - 6 ... 24

(Amelia Kinkade)

Zuhal Voigt

Nesrin Kazankaya ile ... 32

Söyleþi: Ayþegül Çelikkol

Rüya Ýþaretleri

(Çocuklarýn Geçmiþ Yaþamlarý)

... 36

Carol Bowman/Nelda Bayraktar

Dünya Üzerindeki Sýcak Noktalar

(Eski Günýþýðýnýn Son Saatleri)

... 41

Thom Hartman/Arýn Ýnan

Norveç’teki Tohum Deposu

F. William Engdahl

... 44

Cilt: 41 Sayý:486 Haziran 2009

(3)

1

Sevgili Dostlar

Haziran sayýmýzla birlikte iki yazý dizisini de bitirmiþ oluyoruz.

Hayvanlarýn, duygu ve isteklerine daha da önem vermemize, onlarýn da varlýk zincirindeki önemli yerlerini daha da iyi algýlamamýza yardýmcý olduðunu umduðumuz dizimiz ve uzun süredir bize yoldaþlýk eden çocuklarýn geçmiþ yaþamlarý ile ilgili dizimiz. Hayvanlar ve çocuklar, bizim elimize verilmiþ, üzerlerinde istediðimiz gibi tasarruf hakkýmýzýn bulunduðunu düþündüðümüz varlýklarýmýz, kendi içlerinde sandýðýmýzdan öte sonsuzluðu barýndýrmaktalar. Bu konuda sabýrla ve gayretle bilinçlenmemize yardýmcý olan yazarlarýmýz Nelda Bayraktar ve Zuhal Voigt’a teþekkürü borç biliriz. Temmuz sayýmýzdan itibaren yeni yazýlarýný, dizierini heyecanla bekliyoruz.

Bir teþekkürümüz de, elinde ve boynunda saðlýk sorunlarý

yaþamakta olduðu için artýk röportaj yapamayacak olan yazarýmýz Nihal Gürsoy’a olmalý. Onun titiz çalýþmalarý, nezaketi ve

sevecenliði ile pek çok yeni ve deðerli insanlarý tanýmýþ, onlarla görünmez baðlar oluþturmuþ olduk. Röportajlarýmýz aksamadan devam edecektir, yeni ve deðerli insanlar düþünce sahamýza misafir olmayý sürdüreceklerdir.

Kendini iyice belli eden yaz aylarýnýn hepinize, hepimize bol dinlence, bereket, huzur ve iyilikler getirmesini dileriz. Baba olmayý, gerçek anlamda baba olmayý baþarabilmiþ tüm erkeklerin de Babalar Gününü tebrik ederiz.

SEVGÝ DÜNYASI

En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Dr. Refet Kayserilioðlu

Tanrý’nýn Delilleri

Ýçimizdedir...

ÖZDEN ÝLE ERDEM KONUÞUYOR

Dünya çok uyanýk bir þuurun eseridir, bunun inkâr edilecek bir tarafý yok. Büyük bir þuu- run eseri olduðu görülen bu dünyanýn nasýl þuursuz bir maddenin eseri olduðunu iddia edebilirsiniz?

Bu Rambrandt'ýn

bir tablosundaki renk ve þekil kompozisyonlarýnýn kendi kendine ve

tesadüflerin yardýmýyla

bir araya geldiðini iddia

etmek kadar gülünç

bir þey olmaz mý?

(5)

Erdem - Kadýköy'den Mehmet Can diye bir dostumuz mektup yazmýþ, benim soru- larýmýn zayýf kaldýðýný, sizin cevaplarýnýzýn daha kuvvetli olduðunu söylüyor. Ayrýca ken- disinin de bazý sorularý var, onlarý da bildiriyor.

Bu sorularý size gelecek konuþmamýzda sora- caðým. Bugün soracaðým baþka hususlar var.

Sorularýmýn zayýf kaldýðý hususunu ise pek kabul edemeyeceðim, çünkü ben bugünkü materyalist- lerin ortaya koyduklarý iddialarý benimseyerek size soruyorum. Þimdi gelelim bugünkü soru- larýma: Siz dediniz ki, Allah'ýn görüp idrak ede- ceðimiz bir varlýðý yok- tur. Onun ne þekli, ne bir biçimi, ne bedeni, ne bizim anladýðýmýz mânâ- da özellikleri, ne de bulunduðu bir yeri vardýr. Bu kadar hiçbir þeyi yoksa ona nasýl var diyebiliriz? Siz, beþ duyu organýmýzla ve âletleri- mizle varlýðýný ispat edemediðimiz, elektron, sonsuzluk, þuur gibi þey- leri nasýl kabul ediyorsak Allah'ý da öyle kabul ediyoruz demeye getirdi-

niz. Bunlar ikisi ayný þeyler deðildir. Elektron, þuur, sonsuzluk gibi þey- lerin biz tesirlerini görüyoruz ve onlara bakarak hayal gücümüzü de iþleterek onlarýn var- lýðýný biliyoruz. Ayrýca matematik bize bir elek- tronun mevcudiyetinin zaruri olduðunu, bir son- suzluðun olmasý gerek- tiðini açýkça gösteriyor.

Özden - Sözlerimin yanlýþ anlaþýldýðýný görüyorum. Ben, “bir þeyin varlýðýný, mutlaka beþ duyu organýmýza göre kabul etmeyiz, onun dýþýndaki þeyleri de kabul etmekteyiz”

dedim. Bunlarý en direkt olarak tesirlerine bakarak ve söylediðimiz gibi aldýðýmýz neticeleri imgeleyerek bir takým hükümlere varýyoruz.

Ayný þeyi Allah varlýðý için de yapmamýz bizi onun var olduðu hük- müne götürecektir. Ben size kâinattan, oradaki olaylarýn düzenle akýþýn- dan ve bunlarý idare eden ve deðiþmeyen tabiat kanunlarýndan bahsederken her þeye hakim, her þeyin ilk sebebi olan üstün

zekânýn bulunduðu hük- münü çýkarmaya

çalýþtým. Yani o ilk sebep (Tanrý) olmadan hiçbir varlýk var olamaz, dedim.

Erdem - Dostum doðrusu bu cevabýnýz beni pek tatmin etmiyor.

Yani Allah ilk sebeptir, O olmadan hiçbir þey olmaz diyorsunuz.

Bunun sebebi olarak da O, kendi kendine var olandýr ve her þeye kudreti yeten, noksansýz, mükemmel zekâdýr, di- yorsunuz. Peki bunlarý nereden biliyorsunuz?

Özden - Siz bunun böyle olmadýðýný neye dayanarak biliyor ve iddia ediyorsunuz?

Ben size her þeye gücü yeten bir külli kudretin eserlerini gösteriyorum.

Deðiþmeyen tabiat kanunlarýný koyabilecek bir zekânýn insanýn anlamayacaðý büyüklükte, milyonlarca asýr boyunca her çeþit

SEVGÝ DÜNYASI

3

(6)

ihtimali hesap edebilen korkunç bir kudret olmasý icap ettiðini söylüyorum.

Bunu bir parçacýk anlayýp idrak edebilmek için de insanýn hayal gücünü bir parçacýk

iþletmesi gerektiðini söylüyorum. Siz hiçbir zahmete girmeden kafanýzý hiç

yormadan, gerçekleri yakalamak için hiçbir çaba sarfetmeden kafanýza bilgileri þerbet gibi

akýtývermemi istiyorsunuz. Olmaz dostum, olmaz. Yüksek þeyleri anlayýp idrak edebilmek için düþünceyi ve hattâ ruhu iþletmek

lâzýmdýr. Baþka türlü dünya üstü gerçeklere yaklaþamazsýnýz.

Erdem - Dostum belki haklýsýnýz. Fakat sizin bu derece kesin konuþ- manýzda bir ön kabul rol oynamýyor mu? Yani siz kâinatýn (evrenin) bir baþlangýcý olduðunu,

yani onun yaratýlmýþ olduðunu kabul ediyor- sunuz. Buna dayanarak da onu yaratan ve her þeye gücü yeten bir Tanrý'nýn varlýðýný öne sürüyorsunuz. Fakat kâinatýn yaratýlmýþ olduðunu ve onun bir baþlangýcý bulunduðunu neden kabule mecbur olalým? Kâinatta devamlý olarak maddenin enerjiye ve enerjinin maddeye dönüþümü vardýr.

Meydana gelen þeyler, ki devamlý olarak yeni þeyler meydana gelmek- tedir. Size göre yaratýl- maktadýr, enerjinin þekil deðiþtirerek yeni madde- ler hasýl etmesiyle olmaktadýr.

Özden - Biliyorsunuz ki enerjinin maddeye dönüþümü, maddenin de enerji haline geçiþi rasgele ve düzensiz deðildir. Bunun da belli kanunlarý vardýr.Bu kanunlarý belirli fizik ve mekanik formülleri ile ifade etmek de mümkün olmaktadýr. O halde bu deðiþmeyen kanunlarý enerji mi koymuþtur, yoksa madde mi koy- muþtur? Siz maddede ve

enerjide böyle þuurlu (bilinçli) bir iþi yapacak zekâyý ve þuuru (bilinci) görüyor musunuz? Sonra enerjiden her çeþit ihti- mali ve imkânlarý hesap edilmiþ bir madde toplu- luðunun, meselâ bir dünyanýn oluþmasý için yine büyük bir zekânýn olmasý lâzýmdýr. Madde ve enerjide bir þuurun bulunmadýðýný biliyoruz.

Peki madde ve enerji nasýl oluyor da kendinde olmayan bir þuuru

kendinden çýkan canlýlara verebiliyor? Dünya çok uyanýk bir þuurun eseridir, bunun inkâr edilecek bir tarafý yok.

Büyük bir þuurun eseri olduðu görülen bu dünyanýn nasýl þuursuz bir maddenin eseri olduðunu iddia ede- bilirsiniz? Bu

Rambrandt'ýn bir tablo- sundaki renk ve þekil kompozisyonlarýnýn kendi kendine ve tesadüflerin yardýmýyla bir araya geldiðini iddia etmek kadar gülünç bir þey olmaz mý?

Kâinata bir baþlangýç düþünmemizin sebebi ise etrafýmýzda hiçbir þeyin

(7)

SEVGÝ DÜNYASI 5 kendi kendine olmadýðýný, her þeyin þuur sahibi bir zekânýn eseri olduðunu görme- mizden ileri geliyor.

Erdem - O halde size göre her þeyin baþlangýcý þuur oluyor. Esasen þuur- da da kendiliðindenlik vardýr. Halbuki insan þuuru uzun bir tekâmülün sonucudur. Sonsuz bir zaman süresi içinde eþyanýn ortama ve can- lýlarýn da eþyaya uyuþu vardýr. Yani bugünkü insan, zekâ ve þuuru son- suz zaman süresi içinde adým adým geliþerek

meydana gelmiþ ve otomatizm kazanmýþtýr.

Özden - Bize göre þuur, tekâmül ettikçe birçok þeyleri yapabile- cek kudrettedir. Fakat þuuru da yaratan bir kudret vardýr. O ise Tanrý dediðimiz her þeye hâkim, ekmel (tam mükemmel, noksansýz mükemmel), tekâmüle ihtiyacý olmayan büyük kudrettir.

Sonsuz bir zaman süresi içinde tekâmül etme kudreti ve potan- siyeli olan bir cevherin

veya varlýðýn

tekâmülünü, çok üstün durumlara gelmesini kabul ederiz. Fakat sonsuz zaman süresi içinde þuursuz bir maddeden kendi kendine bir þuurun çýkacaðýný kabul ede- meyiz. Acaba bir taþý bir kabýn içinde asýrlar boyunca muhafaza etsek ondan bir canlý hücre çýkabilir mi? O, kendi kendine þuur kazanabilir mi? Bunu nasýl, hangi

gözlemimize ve hangi bilgimize göre iddia edebiliriz?..

(8)

Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

Ýki Din Bilgini ve

Bir Felsefe Doçentinin Allah Ýnancý

Atina Okulu, Raphael

(9)

SEVGÝ DÜNYASI 7

FELSEFE DOÇENTÝ NURETTÝN TOPÇU'NUN ALLAH ÝNANCI

Kötüler zevk ve sefa içinde yüzerken iyiler neden hep böyle ezilmeye mahkûm? Þu adamýn suçu nedir ki, anadan doðma kör yaþýyor hayatý boyun- ca? Üzerine titrediði nice uykusuz gecel- erde büyüttüðü çocuðu en tatlý yaþýn- dayken bir kazaya neden gidiverdi kur- ban? Neden, neden, neden?..

Ýþte birçoklarýný þefkatli, merhametli ve adaletli bir Allah'ýn varlýðýndan þüpheye düþüren bir sürü sorular. Acele hüküm veren bazýlarý ise kestirip atýyorlar: "O olsaydý bunlar olmazdý, demek ki yok!"

Fransa'nýn meþhur Sorbonne Üniver- sitesinde felsefe ve doktora eðitimi yap- mýþ, hem gerçek bir bilim adamý hem de gerçek bir Müslüman olan Doçent Nurettin Topçu'ya ilk ön bunu sordum.

Nurettin Topçu:Adaletsizlik, ahlâkî bir düzen ve intizamýn yokluðu demektir.

Bilgi düzeyi yetersiz olan biz insanlara nizamsýzlýk gibi görünen birçok hâllerin

Allah katýnda gerçek nizam olduðu muhakkaktýr. Bu nizamý, ancak tasavvu- fun tanýttýðý dini tecrübe içinde sezinle- yebiliyoruz. Bunu ancak tecrübeyi yaþayan bilir fakat anlatamaz. O zaman görür ki "Her þey yerli yerindedir."

Baþka alandan bir örnek vermek isterim:

Filozof Bergson diyor ki: "Biz bir odaya girdiðimiz zaman bütün her þeyi yerli yerinde görünce burada nizam var deriz.

Þayet orada yastýklar yerlerinden alýn- mýþ, kitaplar açýk ve etrafa serpilmiþ, sandalyelerin yeri deðiþtirilmiþ olsaydý düzensizlik var diyecektik. Gerçekte bu ikincisi de düzen hâlindedir. Orada kitap okuyan birçoklarý sandalye ve yastýklarý kendileri için elveriþli yerlere çekmiþler ve kitaplarýn okuyacak yerlerini açmýþ- lardýr. Belli bir gaye için bu odada ge- reken nizam meydana getirilmiþtir. Ev- velkinin statik (durgun) oluþuna karþýlýk bu ikincisi dinamik (hareketli) nizamdýr."

Bizim kâinatta gördüðümüz nizam- sýzlýk yani adaletsizlik, olaylarýn bir kýs- mýnýn zevk ve bir kýsmýnýn acý vermiþ olmasýndan ileri geliyor. Halbuki haz da acý da ilâhî nizamýn unsurlarýndandýr.

Ýki ünlü týp profesörüyle Allah inançlarý konusunda 1969 yýlýnda yap- týðým söyleþinin önemli bölümlerini geçen sayýmýzda sizlere aktar- mýþtým.

Þimdi de 40 yýl önceki bu söyleþi dizisinde Ýstanbul müftüsü A.Fikri Yavuz (1925- 1992), Katolik Hristiyan din adamý Galatasaray Lisesi felsefe hocasý ve sonraki yýllarda Vatikan'ýn Türkiye temsilcisi olan.

Prof. Pierre Dubois (1906-1989) ve Sorbonne doktoralý felsefe doçenti

Hareket dergisi baþyazarý Nurettin Topçu (1909- 1975) ile yaptýðým

söyleþileri özetle ve dilini biraz sadeleþtirerek sizlere sunuyorum.

(10)

Kâinatta devamlý bir ilâhi denge vardýr.

Biz kýsa zamanlar içinde bu dengeyi göremediðimiz için isyan halinde oluruz.

Olaylarýn baþýný sonunu kuþbakýþý seyre- debilsek, adaleti o zaman görebileceðiz.

Unutmayalým ki Allah, bu yeryüzünde bol haz verdiklerine öylesine gaflet de veriyor. Çekilmiþ çok acýlarýn ilâhî aþkýn yolu olduðunu bilmeyenlerdir ki O'ndan þikâyetçidirler. Elbette Allah günlük key- fimiz, zevkimiz için ve bizim bilgisiz þikâyetlerimizi susturmak amacýyla kâi- natý yaratmadý. Ebedi olan bir planý gerçekleþtirmek için yarattý. Ýnsanlarýn adaletsizlikten þikâyetlerinin sonu yoktur.

Çünkü çýkarlarýmýza uyan adalet, aksi ise adaletsizliktir bizim için. Özel araba sahibi ehliyetsiz þöför de kendisini ceza- landýran polisin adaletsizliðinden þikâyetçi olur.

Ahmet Kayserilioðlu:Ne olurdu Allah bizi hep zevk içinde yaratsaydý?

O'nun kanununda ýstýrabýn yeri olmasay- dý. Aðlayan bir tek kiþi bulunmasaydý yeryüzünde. Þefkatli ve merhametli Allahýmýz muktedir deðil miydi, bizi böyle yaratmaya?!..

Nurettin Topçu:Sadece zevk; deðil insaný yavrusunu korumak isteyen hay- vaný bile günyüzüne çýkaramazdý. Elem ve ýstýrapdýr ki bizi inceltir, yontar, kalbimizi yumuþatýr. Bizi Allah'a doðru götüren araçlardýr onlar. Çok katý kalpli ana babalar çocuklarýný kaybettikten, onun ýstýrabýný derinden yaþadýktan son- radýr ki, baþkalarýna sevgi gözü ile bak- maya baþlamýþlar, adetâ insanlýklarýný kazanmýþlardýr. Istýrabýn daima fena olduðunu söyleyenler bile bir çok gerçeklere onun sayesinde vardýklarýný geçmiþlerine bir göz atsalar derhal farkedeceklerdir. Eli yanan, parasý çalý- nan kiþinin duyduðu ýstýraplar deðil asýl anlatmak istediðim. Baþkalarý için göznuru dökerken, baþkalarýný bir adým yükseltmek, bir an ferahlatmak için çe- kilen sýkýntýlardýr insaný asýl yükselten.

Hem bu öyle bir peygamberane ýstýraptýr ki, bunu yaþayan bir an gelir, ýstýrabýn nerede baþladýðýný, zevkin nerede bittiði- ni bile farkedemez olur, öylesine

karýþýverir bu ikisi birbirine.

Ahmet Kayserilioðlu:Efendim bir çocuk üç gün yaþadý ve öldü. Madem yaþamayacaktý niye geldi dünyaya? Bunu belki ana ve babasýna bir sýnavdýr diye cevaplayabilirsiniz ama bu çocuk nereye gidecek söyleyebilir misiniz bana?

Cennete mi cehenneme mi? Cennete

Nurettin Topçu

(11)

SEVGÝ DÜNYASI 9

gitse cehennemdekiler, cehenneme gitse kendisi itiraz eder.

Nurettin Topçu:Biz Allah'ýn bütün hikmetini kendi dar bilgilerimizle ölç- meye çalýþýyoruz. Bu aynen bir kuzunun bir dahîyi anlama çabasýna benziyor. Bu anlattýðýnýz olayda bizim bilmediðimiz nice hikmetler, nice düzenler gizlidir kimbilir?

Ahmet Kayserilioðlu:Efendim bil- gimizin dýþýnda haddimizi bilmeli, Allah'ýn aklýmýza gelmeyen nice deðiþik düzenleri ve imkânlarý yaratabileceðini elbette düþünmeliyiz ama eðer bir konu bilgimizin sýnýrlarý içine girmiþse, gözlem ve deneylerimiz bizlere yeni ipuçlarý sunmuþsa bunun üzerine

eðilmeli ve Allah'ýn yeni kanunlarýný bul- maya çalýþmalýyýz.

Nurettin Topçu: Bu konu nasýl deney sahasýna girdi anlamadým. Gerçi

Avrupada bazý deneyler yapýlýyor ama....

Ahmet Kayserilioðlu:Bizde de yapýlýyor, hattâ ben bizzat böyle pek çok deneyde bulundum. Dilerseniz bunlardan enteresan bir tanesini anlatmak isterim.

(Sayýn Topçu'ya 1964 yýlýnda Çetin Altan'ýn da hazýr bulunduðu bir hipnoz ve ekminezi ile geçmiþ hayatý yaþatma deneyini uzunca anlattým. Bu deneyde geçmiþ haytýnda Bursa'da yaþayan medyumun o yýllarýn Bursasýyla ilgili verdiði çok ilginç bilgiler hepimizi hayretten hayrete düþürmüþtü.)

HRÝSTÝYAN DÝN BÝLGÝNÝ PÝERRE DUBOÝ'NIN ALLAH ÝNANCI

"Siz Hz. Ýsa'nýn devrinde yaþayan fakat Allah'a inan- mayan bir kiþi olsaydýnýz, Hz. Ýsa'nýn mucizelerini gördükten ve sözlerini din- ledikten sonra hâlâ inanç- sýzlýðýnýzda devam eder miy- diniz?.."

37 yýldan beri Türkiye'de yaþayan, Katolik Saint Louis Kilisesinin baþkaný, Galatasaray Lisesi felsefe öðretmeni Sayýn Pierre Dubois'ya ilk sorum bu olmuþtu.

Pierre Dubois: O devirde Hz. Ýsa gelmeden de herkes Allah'a inanýyordu zaten. Hz. Ýsa daha ziyade Allah inancýna dayanan ahlâký geliþtirmeye ve insanlýðýn kardeþliði fikrini aþýlamaya gayret etti.

O, Allah adýna konuþmaya yetkili bir kimse olduðunu anlatabilmek için mucizeler gösteriyordu. Kýsaca söylemek gerekirse inançsýzlýk eski devirlerin deðil þu son yüzyýllarýn icadýdýr daha ziyade.

Ahmet Kayserilioðlu:Öyleyse siz niçin inanýyorsunuz Allaha?

Pierre Dubois: Beni Allah'a inandýran birinci sebep, insanlarýn zamanla birlikte tekâmül ettiklerini, olgunlaþtýklarýný yani ruhi düzeylerinin yükseldiðini

görmemdir. Ýnsanlar ister Darwin'in söylediði gibi hayvanlarýn evrimi ile

(12)

oluþsun, isterse doðrudan insan olarak yaratýlmýþ bulunsun bir

tekâmülün varlýðý apaçýk ortadadýr. Eðer sadece madde mevcut olsaydý, bu maddeye etki eden, ona yön ve biçim

veren bir bilinçli manevi kudret olmasa idi böyle

bir tekâmülün olmasý imkânsýzdý.

Ahmet

Kayserilioðlu:

Evet ama element- lerden de

yeni bile- þikler, de- ðiþik kom- binezonlar olmuyor

mu?

Mesela hidrojen ve oksijen birleþiyor, ikisine de benzemeyen su meydana ge-liyor. Belki bahsettiðiniz tekâmül ve olgunlaþma da maddenin bir yeni bileþi-ðinin net- icesinde oluyor. Manevi ve bi-linçli bir kuvvete neden gerek olsun ki?

Pierre Dubois: Suyun oluþmasýnda bir deðer artýmý ve bir mahiyet deðiþikliði mevcut deðildir. Bu iki ile ikinin toplamýnýn dört etmesi gibi bir þeydir.

Nitekim biz o suyu analiz ederek oksijen ve hidrojeni yeniden elde edebiliriz.

Halbûki benim insanlarda bahsettiðim tekâmülde bir kýymet artýmý ve mahiyet deðiþikliði vardýr. Ýnsan düþünen bir var- lýktýr.Bu sadece madde ile yani beyin ve sinir sistemi ile olabilecek bir þey deðil- dir. Eðer düþünce sadece madde ile ol-

saydý hiçbir yaratýcý ve icat edici özelliði olamazdý. Çünkü madde tam bir mate- matik eþitlikle çalýþýr. Yani ne verirseniz onu alýrsýnýz. Halbuki düþünce yaratýcý ve ilave kuvvetler meydana getiricidir.

Yani burada dörtten beþ elde edilmekte- dir. Ýþte maddenin kapasitesinin dýþýndaki bu ilâve kýymet beni maneviyata, ruhun ve Allah'ýn varlýðýna inandýrýyor.

Ahmet Kayserilioðlu:Ýnsanlardaki düþünce seviyesi ve olgunluk farký belki de beyin yapýlarýnýn farklý olmasýndan dolayýdýr. Mesela ayný ustalýkla piyano çalabilen iki piyanistten birine tuþlarý bozuk bir piyano, öbürüne de saðlamýný versek kuþkusuz ikincisi daha ustalýkla çalýyor sanýrýz. Nitekim çok akýllý bir kimsenin beynindeki bir hasar, onu delil- iðe kadar götürebilmektedir. Öyleyse insanlardaki zekâ ve düþünce farklarýnýn sadece beyin yapýlarýnýn farklýlýðýndan olduðu yargýsýna varýlamaz mý?

Pierre Dubois: Bir noktayý iyice anlatamadým galiba, maddenin aracýlýk ve vasýtalýk rolünü asla inkâr etmiyorum.

Elbette ki düþünce faaliyetinde beynin rolü mevcuttur, bunu kabul ediyorum.

Ama bu faaliyet sadece beyinle, yani sadece madde ile olamaz diyorum. Sizin verdiðiniz örnekle konuþursam, nasýl bir müzik eserinin çalýnmasý için sadece piyano kafi gelmiyor bir de piyaniste ihtiyacýmýz oluyorsa, bunun gibi düþünce faaliyetlerimiz için hem maddi olan bir beyine hem de manevi ve bilinçli bir ruha ihtiyacýmýz var.

Ahmet Kayserilioðlu:Biraz daha açýklamanýzý rica edeceðim.

Pierre Dubois

(13)

SEVGÝ DÜNYASI 11

Pierre Dubois: Peki, yine sizin örneðe dönelim. Bu defa ikiside saðlam

piyanomuz var birinin baþýna bir usta piyanisti, öbürüne de müzikten habersiz birini oturtsak ikisinden de ayný mükem- mellikte bir müzik dinlememize imkân var mý? Piyanolar ayný olduðu halde birinden þaheser bir müzik dinlememiz, diðeri çalarken ise kulaklarýmýzý týka- mamýzýn sebebi nedir? Ýþte biz insanlarýn düþünce düzeylerindeki farklýlýða, ruh- larýmýzýn deðiþik olgunluk derecesinde bulunmasý sebep olmaktadýr.

Ahmet Kayserilioðlu:Bu konuda pratik örnekler verebilir misiniz?

Pierre Dubois: Pek tabii. Ayný ana babadan doðmuþ, ayný öðrenim

kademelerinden geçmiþ iki kardeþ arasýn- da bile zekâ ve olgunluk bakýmýndan büyük farklar görülebiliyor. Her iki kardeþ de biyolojik yönden birbirlerine yakýn yapýda beyne sahip olduklarý, ayný terbiye ile yetiþtirildikleri halde aralarýn- daki bu büyük zekâ farkýný maddi ölçülerle açýklamaya imkân yoktur.

Nitekim dâhilerin beyninde uzun araþtýr- malar yapýlmýþ ve onlarýn diðerlerinden hiçbir maddi farký olmadýðý tespit edilmiþtir. Bütün bunlardan þu sonuç çýkýyor ki, zekâyý, düþünce ve olgunluðu sadece maddi bedenimizle açýklamaya imkân yoktur. Düþünce maddenin kabiliyetini ve kapasitesini aþan bir iþtir.

Ýþte bu noktada maddi olamayan bilinçli bir ruhu ve o ruhu da yaratan bir Allah'ý kabule mecbur oluyoruz.

Ahmet Kayserilioðlu:Sizi Allah'a inanmaya iten baþka delilleriniz var mý?

Pierre Dubois: Elbette var. Beni maneviyata inanmaya sevkeden ikinci sebep insanlarda görülen fedakârlýk duygularýdýr. Fedakârlýk derken, kendi çýkarlarýný ayaklar altýna alýp, baþkasýnýn kurtuluþu ve mutluluðu için çaba göster- mekten söz ediyorum. Mesela bir büyük ideal uðruna ölümü bile göze alarak öne atýlanlardýr ki, beni maneviyata

inandýrýyor. Zira maddenin kendine göre kanunlarý vardýr. En temel kanun ise, önce de söyledðim gibi verdiði kadar almak prensibidir. Hayatýmýzý korumak, acý ve üzüntülerden kaçmak bizim maddi tarafýmýzýn isteðidir. Buna raðmen bir ideal uðruna bile bile acýya ve ýstýraba doðru koþan bir insanda maddenin ötesinde bir kuvvet mevcut olmalýdýr ki, bu fedakârlýðý ona yaptýrabilsin.

Ahmet Kayserilioðlu:Buna bazýlarý þöyle bir itirazda bulunabilirler. Sakýn sizin fedakârlýk gibi gördüðünüz þeyler üstü örtülü bir çýkar görüntüsü olmasýn?

Pierre Dubois: Böylesine asil bir duyguyu hiç yaþamamýþ kimselerin iti- razýdýr bu kendileri hep içten pazarlýklý olduklarýndan baþkalarýný da öyle sanýr- lar. Herkes bilir ki, ilk çaðda Romalýlar devrinde Hristiyanlarý kitleler halinde aslanlara parçalatýyorlardý. Fakat onlar öylesine imanla dolu idiler ki, gözleri önünde bir sürü dindaþlarý parçalandýðý halde yine de yollarýndan dönmediler.

Sonunda böylesine korkunç bir ölüm olan yolda yürüyen kiþide artýk hâlâ ne nefsaniyetinden bahsedilebilir? Sadece bedenimizden ibaret olsak, ayrýca üstün bir ruh tarafýmýz olmasa, bir tek kiþi bile baþkasý için kendini zora sokmazdý. Bir azizin dediði gibi: "Bizde, bizden fazla

(14)

olan Allah'ýn nurudur ki, bizi tekâmüle, olgunlaþmaya ve karþýlýksýz fedakârlýða yönlendirebiliyor..."

ÝSTANBUL MÜFTÜSÜ A.FÝKRÝ YAVUZ'UN ALLAH ÝNANCI

"Âlemlerin yüce sahibi olan Allah, bütün insan ruhlarýný yarattýktan sonra hepsini huzurunda topladý ve sordu:

"Ben sizin Rabbiniz deðil miyim?"

Huzurdakilerin hepsi istis- nasýz þöyle cevap verdiler:

"Evet, Sen bizim Rabbimizsin."

Süleymaniye Camii'nin arka tarafýnda- ki müftülük binasýnýn geniþ makam odasýnda sayýn Ýstanbul Müftüsü A.Fikri Yavuz yukarýdaki olayý anlatarak söze baþlamýþtý. Konuþmasýný þöyle sürdürdü:

"Allah'ýn kullarýna bu hitabý ve onlarýn cevabý keskin bir hayal gücünün uydur- masý deðildir. Bunu, Allah'ýn biz kullarý- na hediyesi olan Kur'aný Kerim haber vermektedir. Çok düþünmek lâzýmdýr bu olay üzerinde. Ýlk bakýþta bile görülüyor ki bütün insanlar doðuþlarýndan Allah inancýný da beraberlerinde getirmekte, O'na verdikleri böyle bir sözle, böyle bir ahitle gözlerini madde âlemine açmak- tadýrlar. Hepimizin ruhunun derinlik- lerinde bu söz mühürlenmiþ olduðundan aklý iþlemeye baþlayan bir çocuðun ilk sorularý da bunlar olmaktadýr:

" Anne ben nereden geldim?"

"Ben daha önce neredeydim?"

"Çocuk büyüyüp olgunlaþtýkça dýþ âlem ona daha çok etki yapmaya baþlar.

Etrafýndaki çiçekler, aðaçlar, çeþit çeþit hayvanlar merakýný çeker. Güneþ, Ay, yýldýzlar, bir sýra dahilinde çalýþan bu büyük evren onu, bunun yapýcýsýný dü- þünmeye zorlar. Bu arada bilgisi arttýkça özellikle vücudundaki kendisinin haberi bile olmadan çalýþan organlarýný, onlar- daki mükemmelliyeti öðrendikçe, zaten ruhunun derinliklerinde gizli olan Allah fikri daha da su yüzüne çýkmaya baþlar.

Eðer gençlerin zaten normal olarak bu þekilde çalýþan akýllarýný birtakým esasý olmayan vesveselerle yanlýþ yollara yön- lendirmesek, onlarýn Allah fikrine ulaþ- masý ne kadar kolay olacaktýr. Çünkü bizde mevcut olan Allah'ýn varlýðý fikridir ve doðal olan normal olan budur.

O'nu inkâr edenlerin hep ruhi sýkýntýlar ve ýstýraplar içinde olmalarýnýn ve baþla- rý çok dara girince "Allah" diye haykýra- rak O'na sýðýnmalarýnýn sebebi hepimizde yaratýlýþtan mevcut olan Allah fikridir.

Özetlersem etrafýmýzdaki bu çok ince bir düzenle çalýþan kâinat ve ortamlarýna uygun olarak yaratýlmýþ canlýlar âlemi bize bunlarý yaratan Yüce Allah'ý düþün- dürmekte ve O'na inandýrmaktadýr."

Ahmet Kayserilioðlu:Efendim, evrendeki ve canlýlardaki bu olaðanüstü düzeni kimsenin inkâr ettiði yok ama materyalistler diyorlar ki: "adece madde vardýr ve madde ezelden beri, sonsuz zamanlardan beri mevcuttur; yani yaratýlmýþ deðildir. Ýþte bu sonsuzdan beri varolan maddenin deðiþik

tesadüflerle biraraya gelmesinden oluþ- muþtur bütün canlýlar ve bütün evren.

(15)

Kimsenin görmediði, iþitmediði, dokun- madýðý maddi olmayan bir Allah'ý da nereden çýkarýyorsunuz?!

A. Fikri Yavuz:Önce maddenin hep varolduðu, yaratýlmadýðý fikrine bilimsel yönden itiraz ederim. Radyoaktif cisim- lerin ömürlerinden, evrenin yaþýndan bugünkü bilim söz etmiyor mu? Hattâ bu hususta deðiþik yöntemlerle rakamlara bile ulaþtýlar. Maddenin yaþýný birkaç milyar yýl olarak hesaplýyorlar. Demek ki bir baþlangýcý var. Böylece, madde yok- tan ve kendi kendine varolamayacaðýna göre bir Yaradan fikri kendiliðinden ortaya çýkýyor.

Buna raðmen bir an için maddecilerin iddialarýnýn doðru olduðunu, yani mad- denin yaratýlmamýþ, sonsuz zamandan beri varolduðunu düþünsek dahi, Allah fikrine yine de ulaþabiliriz. Þimdi ben maddecilere soruyorum:

Madem ki bir yüce kudret, bir yüce yapýcý yok; her þey tesadüfen meydana geldi;

yani uçak fabrikasýndan daha muhteþem olan þu insan vücudu, hem de düþünen, hayal eden, yeni þeyler icat eden hattâ aya bile ulaþan þu insanoðlu tesadüfen oluþtu;

öyleyse neden o kör madde- den, kör tesadüflerle, meselâ

muntazam taþlardan örülmüþ bir su kuyusu, bir ev, bir minare, bir diþli çark kendi- liðinden meydana gelmemiþ þimdiye kadar.

Çölde giderken bir su kuyusu görseniz, çýkrýðý var, kovasý var, zinciri var hiç düþünür müsünüz bu kuyuyu rüzgârlarýn tesadüflerle yaptýðýný?!.. Peki sonsuz zamanlarda bir su kuyusu bile tesadüfler- le olamazken, olmamýþken, þu muazzam aðaçlar, renk renk çiçekler, çeþit çeþit hayvanlar ve insanlar nasýl tesadüfen olmuþ acaba?..

Ahmet Kayserilioðlu:Buna karþý þöyle cevap verilebilir. Belki maddenin yeteneði, kapasitesi sadece canlýlarý oluþ- turabilecek tarzda olduðundan, cansýz düzenekleri meydana getiremiyor.

Mesela uçak fabrikasýnda, karmakarýþýk parçalarý olan bir devasa uçak yapýlabilir de, ayný fabrikada yapýlmasý daha kolay olan þekeri elde edemeyiz. Ýþte bunun gibi madde de daha karýþýk þeyleri tesadüfen oluþturduðu halde basitlerini yapamýyor olabilir.

A. Fikri Yavuz:Ama bir noktayý atlý- yorsunuz, maddenin kapasitesinin can- sýzlarý meydana getiremeyeceði konusun- daki tahmininiz gerçeðe uymuyor. Çünkü düzenli iþleyerek bize vaktimizi doðru olarak bildiren saatimiz, oturduðumuz evler, ibadet ettiðimiz camiler bunlarýn hepsini maddeden yapmýyor muyuz?

Demek ki maddenin kapasitesi ve özel- liði bunlarý da yapmaya elveriþli.

Görülüyor ki tesadüfen bir diþli çark

SEVGÝ DÜNYASI 13

(16)

bile meydana gelemezken, koskoca evrenin tesadüfen, bir yapýcýsý, bir plan- layýcýsý olmadan oluþmasý imkâsýzdýr. Bu nizamýn bir Yarataný vardýr. O da kudreti sonsuz olan Allahtýr.

Ahmet Kayserilioðlu:Peki Allah'ý kim yarattý öyleyse?

A. Fikri Yavuz:Dikkat ederseniz biraz önce materyalistlerin, maddenin ezeli yani yaratýlmamýþ olduðu konusundaki düþüncelerini bir an için kabul etmiþtim.

Bilimsel sonuçlara aykýrý olmasýna rað- men maddeciler; maddenin sonsuzdan beri mevcut olduðunu kabul ediyorlar, böyle bir þeyi düþünebiliyorlar da neden maddi olmayan, hem de bilinçli ve en büyük bilime sahip, herþeyi yaratan bir Allah'ýn sonsuzdan beri var, yani yaratýl- mamýþ olduðunu kabul edemiyorlar.

Deminden beri yaptýðým konuþmalarda bu düzenli evrenin bir yaratýcýsýnýn var- lýðýný gösterdim ama o

Yaratýcý'nýn özellikleri konusunda bir tek kelime söylemedim. Çünkü o bizim beþ duyumuzun dýþýndadýr;

bizim bütün bildiklerimizin ötesindedir. Biz; baþ, son, evvel, sonra sözlerini madde ve ona baðlý olan zaman için söyleyebiliriz. Maddenin ve zamanýn da yaratýcýsý olan Allah'a bir baþlangýç

düþünülebilir mi? Felsefi olarak söylersek: Allah, yaratýlmasý gerekmeyen, var- lýðý bizatihi kendinden olan yüce varlýktýr.

Ahmet Kayserilioðlu:Günümüzün insanlarýný Allah'a nasýl inandýrmalýyýz?

Metodumuz ne olmalý?

A. Fikri Yavuz:Bunun yolunu Allah Kur'aný Keriminde göstermiþtir. Cenabý Hak insanlarý daima düþünmeye ve olan- lardan ibret alamaya davet ediyor. Eðer biz dünyada uyurgezer gibi yaþarsak, olaylarýn baþýný sonunu hiç düþün- mezsek, bir takým kliþe sözlerle herþeyi açýklayýverirsek hiç bir þeyin aslýna nüfuz edemeyiz.

Bu söylediklerimi yapabilmek için hem astronomi, fizik, kimya, biyoloji gibi maddi bilimleri iyi bilmek devamlý bil- giyi artýrmak; hem de dini bilgilere çok önem vererek, ikisinde birden bilgi sahibi olmak gerekir. Yalnýz birini yap- mak, bizi tek kanatlý kuþ gibi uçamaz hâle getirir. Kur'aný Kerimin bizi düþün- meye devamlý davet ettiðini tekrar hatýr- latmak isterim. Son olarak bir filozofun çok beðendiðim bir sözünü aktarmak istiyorum:

"Doða bilgilerini düþünmeksizin ve incelemeksizin kuru kuruya anlatan bir kimse öðrencisini kandýrýp þeytan tarafý- na çeker. Düþündürerek, dikkatle öðretip doðanýn inceliklerini iþleyen kimse ise, öðrencisini evrenin Yaratýcýsýna ulaþtýrýr."

(17)

Eðitimde

Saffet Arýkan Dönemi

Yalçýn Kaya

CUMHURÝYETÝN ÝLK YILLARINDA EÐÝTÝM - V

1936 06 24 Dil Kurultayý MEB Saffet Arýkan Abdülhakhamit Tarhan ve Ýbrahim Necmi Dilmen Dolmabahçe Sarayýnda

(18)

1935 yýlýna gelinceye deðin yapýlan iyileþtirmelere ve yoðun çalýþmalara karþýn Atatürk'ün amaçladýðý ilköðretim düzeyine eriþilmesi olanaklý kýlýnamamýþtýr. Sorunu daha kökten çözmek gereklidir. Yurdun öz sahibi ve gerçek efendisi denilen köylünün gerçekten kurtarýlmasý ve karþýsýnda "hakiki vaziyetin" alýnmasý için, Atatürk, eðitim iþlerini yürütmek ve çözümlemekle yükümlü olanlara kesin buyruklarda bulunuyordu.

Yeni Türk harflerinin kabulü ve Millet Mekteplerinin açýlmasýndan sonra, çeþitli yönleriyle köy sorunlarýnýn çözümlenmesi gerekiyordu. Ýlk önce de eðitim iþi ele alýn- malýydý, çünkü, yetiþkin insan olmadan hiçbir þey çözümlenemiyor, verim saðlanamýyordu.

Bir okuma yazma, bir eðitim ve öðretim atýlýmý gerekliydi. Bunun da deðiþik yöntem- ler, deðiþik bir ruhla yürütülmesi gerekliydi.

1935'lerde nüfusun yüzde sekseni köylüydü ve bu kitle tümden bilgisizdi. Yalnýz okuma yazmada deðil, inanýþ, saðlýk ve üretim yönünden de çaðdýþý koþullar içindeydi.

"Ýhmal edilmiþti". Atatürk'ün bu konuya eðilmesiyle, sorumlular da iþi kökten ve ciddi olarak ele aldýlar. Komisyonlar kurularak Anadolu köy gerçeði yerinde görüldü, ince- lendi. Bu incelemeler deðerlendirilerek ne yapýlmasý gerektiði üstüne sonuçlar çýkarýldý.

Köy eðitimi alanýnda daha önce yapýlan iþler, hazýrlanan raporlar da gözden geçirildi.

Batý'dan kopya edilen yöntem ve kurumlarýn bizim gerçeklerimizi deðiþtiremeyeceði gerçeði de bu arada kabul edildi; bu yüzden, kendimize özgü kurumlar yaratmak için giri- þimler baþlatýldý.

Meslek adamlarýnca bir türlü çözümlene- meyen sorunlarýn üstesinden gelebilmek için, meslekten olmayan, ama güvendiði kiþileri iþbaþýna getirmek Atatürk'ün zaman zaman

uyguladýðý bir yöntemdir. Nitekim Kurtuluþ Savaþýnýn en zor günlerinde parasal sorun- larýn çözümü için, maliyeci olmayan Hasan Fehmi Aytaç'ý Maliye Vekili olarak atamýþ ve onun yöntemleriyle gerekli para saðlanmýþtý.

Atatürk benzer uygulamayý 1926 yýlýnda da yapmýþ, Maarif Vekaletinin baþýna Mustafa Necati'yi atamýþtý.

Bir kez daha, bir türlü çözülemeyen eðitim iþleri için eðitimci olmayan, asker kökenli Saffet Arýkan'ý Maarif Vekilliðine atadý.

Atatürk'ün bu çok güvendiði aydýn kurmay subayýný ilköðretim sorunlarý konusunda özel yönlendirmelerle donattýðý da sanýlýyor.

Saffet Arýkan, subaylýktan yetiþmiþ, savaþ yýllarýnda Atatürk'ün yaverliðini yapmýþ aydýn bir kiþidir. Savaþ sonrasýnda ise Mustafa Kemal'in güvendiði, devrimlere yürekten inanan bir kiþi olmasý nedeniyle saylav seçilmiþ, CHP Genel Ýdare Kurulu üyeliði ve Parti Genel Sekreterliði de yapmýþtýr.

Eðitimci deðildir ama iki yabancý dil bilmek- tedir. Genel kültür ve eðitim konularý üzerinde yayýnladýðý yazýlarýndan onun ülkenin gerçeklerini bilen bir kiþi olduðu anlaþýlmaktadýr. Atatürk'ün önerisi ile Maarif Vekilliðine atanan Arýkan, belirli bir görevi gerçekleþtirmek için olaðanüstü yetkilerle 13 Haziran 1935 günü iþbaþýna getirilmiþtir.

Arýkan'ýn, eðitim sorunlarýnýn çözümü için özel bir yöntemi yoktur ama çevresindeki güvendiði eðitimcilerin önerilerini dinleyecek ve bunlarý deðerlendirecek, son kararý vere- bilecek bir kiþiliði vardýr.

Onun göreve geldiði günlerde Tonguç, Maarif Vekaletine baðlý Müzeler Müdürlüðü görevini yapmaktadýr. Tonguç, yaptýðý çalýþ- malarý yakýndan izleyen asker kökenli yeni Bakan Saffet Arýkan'ýn da dikkatini çekmiþtir.

(19)

SEVGÝ DÜNYASI

17 Atatürk tarafýndan olaðanüstü yetkilerle

göreve getirilen yeni Bakan, eðitim iþlerinin çözümü için kendisine yardým edebilecek aydýn eðitimcileri seçmeye çalýþmaktadýr.

1935’te Bakan Arýkan, Tonguç'u kýdem durumuna bakmaksýzýn Ýlköðretim Genel Müdürlüðü görevine atar. Bu atamanýn bu yerde gözü olan baþka eðitimcilerce hiç hoþ karþýlanmadýðýný yýllar sonra öðrenir Tonguç.

Ýsmail Hakký Tonguç bu görevi 1940 yýlýna kadar vekâleten yürütecektir. Tonguç'un Ýstan- bul Erkek Öðretmen Okulundan öðretmeni olan ve o günlerde Talim-Terbiye Dairesi Baþkanlýðý görevinde bulunan Ýhsan Sungu da bu göreve getirmeye karþýdýr ama sesini çýkarmaz. Sesini çýkarmadýðý gibi tüm çalýþ- malarýnda Tonguç'un baþ destekçisi olur.

Yeni Bakanýn göreve geldiðinin onuncu günü Müsteþar Rýdvan Nafiz Edgüer, Tonguç'u Bakanlýða çaðýracak ve Bakanýn kendisiyle yüz yüze görüþmek istediðini söyleyecektir. Yýllar sonra Tonguç bu buluþ- mayý þöyle anlatýr:

"Odasýna girdiðimiz zaman Arýkan elindeki CHP'nin Hükümet programý- ný bana uzatarak iþaretlemiþ olduðu eðitimle ilgili bölümlere bir göz atmamý istedi. Biraz sonra Bakan:

-Bu okuduðun maddelerdeki fikir- lere ne dersin? diye sordu.

-Efendim, bu maddelerle tespit edilmiþ olan görüþler tatlý ve güzel bir rüyadaki hayallere benziyorlar.

-Ne demek istediðini anlayamadým, bizim partimiz hayal peþinde mi koþuyor yani?

-Onun gibi bir þey. Tatbik edilmeyen fikirlerin hayalden ne farký vardýr?

-Sen bizim bu tatlý hayallerimizi hakikat haline getirebilir misin?

Kolaysa yap da görelim bakalým!

-Ben ne CHP'yim ne de Devlet.

Onlarýn yapamadýðýmý ben nasýl yapabilirim?

-Peki teþekkür ederim. Bu sorunlarý gene görüþeceðiz. Sana zahmet verdim."

Aradan bir hafta geçmiþti ki Tonguç yeniden Bakanlýða çaðýrýlýr. Bakan Saffet Arýkan onun koluna girerek:

"-Ýsmail Bey, þimdi seni Ýlköðretim Genel Müdürü odasýna götürüp iþe baþlatacaðým. Hayýrlý olsun." der.

"-Aman efendim, çok rica ederim bu iþi bir baþka arkadaþa verseniz daha iyi olurdu."

"-Haydi Allah baþarýlar versin, sonra uzun uzun görüþürüz. Hepimiz senin baþarýlý olman için çalýþacaðýz."

Arýkan'ýn, Ýlköðretim Genel Müdürlüðüne vekâleten de olsa Tonguç'u atamasý köy eðiti- mi konusunda ileri bir atýlýmýn baþlamasýný saðlayacaktýr. Arýkan, Bakanlýðý döneminde Eðitmen Kurslarýnýn açýlmasý yoluyla Köy Enstitülerine giden yolun açýlmasýna katkýda bulunacaktýr.

Tonguç'un bu göreve atanmasýyla ilgili olarak deðiþik savlar ileri sürülür. Kendisini Bakan'a Nafi Atuf Kansu'nun önerdiði, ya da onu iyi tanýyan Cevat Dursunoðlu'nun, hattâ eski Kuva-yý Milliyeci Hakký Behiç Bayiç'in de bu atamayla ilgisi olduðu öne sürülür.

Arýkan'ýn onu bu göreve atarken büyük bir olasýlýkla Atatürk'ün olur'unu aldýðý söylene- bilir. Bu atamayý Parti üst çevreleri kadar Bakanlýk bürokrasisinin de onaylamadýðý, aksine tepki ile karþýladýðý da kesindir.

(20)

Ortaya ilk olarak Tonguç'un yüksek öðren- im görmemiþ olduðu, bu nedenle de bu göreve atanamayacaðý savý atýldý. Baþýnda Ýhsan Sungu'nun bulunduðu Talim-Terbiye Dairesinden, onun Almanya'da aldýðý öðretim belgelerinin yüksek öðrenim için yeterli bel- geler olmadýðýna iliþkin bir görüþ alýndý.

Bakanlýk belki de bu nedenle bu atamayý asaleten deðil vekâleten yapabildi. Yýllar sonra Þevket Süreyya Aydemir, ilköðretim seferberliði ve Köy Enstitüleri konusunu iþlerken þunlarý yazacaktýr:

"...Ýþte bütün bunlarý o olgun, baba- can, fakat bir bakýþta birþey vaad etmeyen, davasýz gibi görünen, Maarifte mütevazi bir Eliþleri Müzesi Müdürü ve bir eliþleri hocasý olan Ýsmail Hakký Tonguç verdi."

Tüm bu söylentilere ve dedikodu- lara bir yanýt olmasý için 31 Temmuz 1935 tarihli Ulus gazetesine Bakan Arýkan bir demeç verir:

"...Ýlköðretim Genel Direktörlüðünü de Bakanlýk Müzeler Direktörü Ýsmail Hakký Bey þimdilik vekâleten yönete- cektir... Biz, her vatandaþýn kendi otoritesinden ve uzmanlýðýndan en çok fayda çýkarmaktan yanayýz. Bu arkadaþlarýma yeni bir görev verirken, bu kýymetlerin bu yeni iþlerinde kamuya daha çok yararlýlýk gösterecekleri kanýsý ile hareket etmiþ bulunuyorum."

Bu demeci izleyen günlerden birinde Arýkan, Tonguç'u yüreklendiren þu sözleri söylemekten de geri kalmaz:

"Bozkýra çýkartma yapacaðýz. Karþýmýza çýkacak her engeli kýracaðýz. Türkiye'nin

kalesi olan Orta Anadolu insaný en baþta gelmek koþuluyla ülke için iþ göreceðiz.

Yönetim ve sorumluluðunu üstlendiðimiz iþlerde hiçbir güçten geri durmayacaðýz.

Senden bunu beklerim."

Tonguç'un iþe baþladýðý günlerde Ýlköðre- tim Genel Müdürlüðünde üç tanesi Þube Müdürü olmak üzere toplam 14 personel çalýþmaktadýr. Bu sayý uzun yýllar çok fazla artamayacak ama bu müdürlük görevlileri insanüstü bir çaba ile tüm iþleri çekip çevire- ceklerdir.

Ýlk olarak Cumhuriyet'in kuruluþ yýllarýnda uzmanlarca bu konuda hazýrlanmýþ raporlar (baþta John Dewey'inki) raflardan indirilir, incelenir, didik didik edilir. Tonguç, ilköðre- tim sorununu çözmeye yaklaþmýþ olan baþka ülkelerde incelemeler yapmak için iki ay sü- reyle bir geziye çýkar. Bulgaristan, Macaris- tan, Yugoslavya, Avusturya ve Almanya köy- lerinde yaptýðý incelemeleri bir raporla Bakanlýða sunar. Bakanlýðýn da onayladýðý Tonguç'un önerisi þudur:

"Sorunu salt bir köy okulu uðraþý olarak almayarak, köyü canlandýrma sorunu olarak kurumlaþtýrmayý ve bunu belli yýllarda gerçekleþtirmeyi saðlayacak planlarý yasalaþtýrmak koþuluyla köyde eðitimi saðlam dayanaklar üzerine oturtmak bizim için bir yaþam sorunudur."

Gerçekten de büyük paralar harcanarak açýlmýþ olan köy yatýlý okullarýna öðretmen bulunamýyor, oraya giden öðretmenler de köy þartlarýna uyum göstermedikleri için kýsa zamanda kentlere kaçýyorlardý. Her bakýmdan geri durumdaki köy çevresi öðretmenin elini kolunu baðlýyor, köy okullarý da bu nedenle ölü bir yatýrým olmaktan öteye gidemiyordu.

(21)

SEVGÝ DÜNYASI

19 Tonguç, eðitmen iþini planlarken, Bakan

Arýkan, yardýmcý olmalarý için, Talim-Terbiye Dairesi üyeleri ile bazý genel müdürleri top- layýp konuyu anlattýrmýþ, onlardan bazý konu- larda bilgi istemiþtir. Bunun için de belli bir süre vererek görüþlerini yazýlý olarak Ýlköðre- tim Genel Müdürlüðüne iletmelerini emret- miþtir. Aradan aylar-yýllar geçtikten sonra bile hiçbirinden bir öneri gelmemiþtir.

5 Aðustos ile 21 Eylül 1935 arasýnda topla- narak çalýþmalar yapan Ýlkeðitim ve Öðretim Komisyonu, hazýrladýðý raporu 24 Aralýk günü Bakanlýða sunar. Tam metni, Tonguç'un Ýlköðretim Kavramý adlý kitabýnda olan bu rapor 35 daktilo sayfasý kadardýr. Rapor, köy, kent ve beldelerdeki okul, öðretmen, öðrenci sayýlarýnýn dökümü ve sayýsal verilerle baþlý- yordu. Raporun sonraki bölümlerinde öðret- men yetiþtirme konusu ele alýnýyordu.

Bu kýsýmda altý çizilen önemli nokta þuydu:

Köylerde çalýþacak öðretmenlerin köyden ya da köye daha yakýn ortamlardan alýnmasý gereklidir. Uygulanmasý gereken eðitim yön- temi de vurgulanmaktaydý: Bilgiyi maddi yaþamda baþarý kazandýracak bir araç olarak vermek. Köy okullarýnýn yapýmý için de öne- riler vardý: Köy Kanununun hükümlerinden yararlanmak yanýnda, kooperatifler yön- temiyle iþletilen fonlar kurmak da yararlýdýr.

Tonguç'un hazýrlayýp Bakana verdiði ve Komisyonda tartýþýlan raporda Türkiye için 26.850 öðretmene gereksinim olduðu, bunun ancak 14.000 kadarýnýn var olduðu, daha 15.000 öðretmen yetiþtirmek gerektiði yazý- lýdýr. Ayrýca köylerde 5 derslikli 3.000 okul yapýlmasý gerektiði bunun ederinin ise 4.5 milyon lira olduðu, oysa 1935 yýlý bütçesinde okul yapýmlarý için ayrýlan ödeneðin 394 bin lira olmasý nedeniyle bu iþin ancak 70 yýlda tamamlanabileceði yazýlýdýr. Görüldüðü gibi raporda, Ýlköðretim Genel Müdürlüðünün yal- nýzca okuma-yazma öðretmekle kalmayýp

yeni eðitbilimsel deneme ve uygulamalara giriþeceðinin ipuçlarý var. Bu raporu, 1962 yýlýnda yaptýðý çalýþmada deðerlendiren Fay Kirby "Türkiye'de Köy Enstitüleri" adlý kitabýnda þöyle yazacaktýr:

"Amerika'nýn çeþitli yerlerinde verilen raporlardan tutunuz, Birleþmiþ Milletlerin Danýþman Heyetlerinin sunduðu raporlara kadar, eðitim konusunda verilmiþ raporlarý incelediðimiz yýllar içinde Tonguç'un bu raporu deðerinde bir tek rapora rastlamadýk.

Tonguç, basit ama en gerçekçi olanlarýn bile gözden kaçýrdýklarý bir noktaya aðýrlýk ver- mekle...Bu basit demografik olaydan hare- ketle eðitim sisteminde manivelanýn konula- caðý yeri saptamakla eðitmen deneyine yol açmýþtýr."

Tonguç, Bakan Arýkan'ý nasýl tanýyordu ve onun hakkýnda ne düþünüyordu?

"Uyur gibi görünen, ama her zaman uyanýk, kavrayýcý ve sarýcý bir zekâsý vardý. Düþüncelerin, olaylarýn saðlamýný çürüðünü hemen ayýklayý- veren demir gibi bir mantýðý vardý.

Yaþamý boyunca geçirdiði deneyimler- den onun kadar iyi yararlanmýþ çok az insan tanýdým. Tam bir kurmaydý."

Tonguç-Arýkan dostluðu Arýkan'ýn Bakanlýktan ayrýldýðý günlerden sonra da, uzun yýllar ta ki Arýkan'ýn ölüm yýlý olan 1947’'ye kadar sürecektir. Köye eðitim götürülmesi konusunu, Saffet Arýkan 1935'li yýllarda Atatürk ile yaptýðý ikili bir görüþmede þöyle dile getirmiþ:

"Efendim, Bakanlýk olarak paramýz olmasý- na karþýn, eðitim-öðretim konusunda köye yarayýþlý eleman bulmakta, bu iþi çözümle- mekte zorluk çekiyoruz."

(22)

Bir gün böylesi bir sorunla karþýlaþacaðýný sanki hesaplamýþ gibi yanýtý hemen verir Gazi Paþa:

"-Üzülme Saffet! Bunun da elbet bir çözümü bulunur. Cumhuriyet sonrasý köylerden askere gidip orada yüzlerce erin içinden yeteneðiyle sýyrýlýp, oku- mayý yazmayý sökmüþ çavuþlardan bu alanda yararlanabiliriz. Biz onbaþý- lara, çavuþlara top kullanmasýný bile öðrettik orduda. Pisagor teoremini öðretiyoruz, adam atýþ yapýyor ona dayanarak. Bu gençleri kýsa süreli öðretimden geçirince daha da iyileþir- ler. Bunlara eðitmen diyebiliriz."

Tonguç'un Ýlköðretim Genel Müdürlüðüne atanmasýnýn ardýndan 6 ay kadar geçmiþti ki Bakan Arýkan, Talim-Terbiye Dairesi Baþkaný, Bakanlýk Müsteþarý ve Denetleme Kurulu Baþkanýnýn da bulunduðu bir toplantý- da eðitmen konusunu yeniden açar. Orada bulunanlarýn biri (Sungu) dýþýnda tümü bu konuya olumlu yaklaþýrlar. Tonguç, olumlu ya da olumsuz bir görüþ belirtmekten sakýnýr ama konuyu araþtýrmak üzere Arýkan'dan izin ister. Nisan ayý baþlarýnda Yozgat, Kayseri, Çorum köylerinde araþtýrma ve denemeler yapar; onbaþý ve çavuþlarý bulur, onlarla konuþur, onlara deneme dersleri verdirtir.

Tonguç bu gezisinde edindiði olumlu sonuçlarý bir raporla Arýkan'a iletir. Tonguç gibi önemli bir uygulayýcýnýn bu iþe soyun- masý ve de Bakan S. Arýkan'ýn destekleme- siyle açýlan eðitmen kurslarý atýlýmýyla ilerde açýlacak olan Köy Enstitülerinin temelleri atýlmaktadýr. Köy Enstitülerini iþleyeceðimiz yazýlarýmýzda bu konuya gene döneceðiz.

Bakan Saffet Arýkan döneminde temellei atýlan köyde eðitim seferberliði Ata'nýn 10

Kasým 1938’ de ölümü ile baþka bir yönde geliþme gösterir. Oybirliði ile cumhurbaþkaný seçilen Ýnönü hükümeti kurma görevini Celal Bayar'a verir. Ancak Atatürk'ün yakýn çevresi yavaþ yavaþ devre dýþý býrakýlýr.

Atatürk'ün yakýn çevresini etkin devlet görevlerinden uzaklaþtýran, duruma göre saylav olarak TBMM'nde bile bulunmalarýný istemeyen Milli Þef'in, Hükümet kurulurken en yararlý seçimi Hasan Âli Yücel'i Maarif Vekili olarak atamasý olacaktýr.

28 Aralýk 1938'de Celâl Bayar

Hükümetinde bazý deðiþiklikler yapýlýr. 1959 yýlýnda Demet Dergisinde yazdýðý yazýsýnda Tonguç'un "Atatürk'ün ölümünden sonra Arýkan, Bakanlýk yapmak istemediði için görevden ayrýldý." biçiminde yaptýðý sapta- maya karþýn gerçekte, Ýnönü'nün Atatürk'ün yakýn çevresini yeni dönemde iþ baþýnda tut- mama eðiliminde olduðu bilinmektedir. Saffet Arýkan, saðlýk sorunlarý olduðunu belirterek Maarif Vekilliðinden ayrýlýr:

"Sýhhi vaziyetim sebebi ile Vekâlet- ten ayrýldýðým þu anda bana üç buçuk yýldan beri bütün varlýklarý ile yardým etmiþ olan kýymetli ve feragatli arka- daþlarýma içten gelen þükranlarýmý sunmayý en zevkli bir vazife bildim.

Büyük Milli Þefimizin emrinde tek vü- cud olarak birleþmiþ olan büyük mil- letimizin güzide ve fedakâr irfan rehberlerinin, milletimizin daima ve daima nurlanmasý ve yükselmesi uðrunda sayýn halefime þimdiye kadar olduðundan daha fazla bir gayret ve sadakatle yardým edeceklerine emi- nim. Cümlenize saygýlarýmý sunar ve eþsiz baþarýlar dilerim."

Saffet Arýkan Erzincan Mebusu

(23)

SEVGÝ DÜNYASI

Yoðun olarak köylünün eðitimi 1935- 1936'lý yýllarda Atatürk'ün Saffet Arýkan ile birlikte planladýklarý biçimde baþlatýlmýþtýr.

Atatürk'ün bu konudaki isteklerini yerine getirmek üzere Bakan Arýkan Tonguç'u ilköðretimin baþýna getirmiþtir. Baþbakan Ýnönü'nün kuþkusuz bu giriþimler konusunda bilgisi vardýr ama dönemin Maarif Vekili Arýkan ilköðretim sorunlarýný genelde Ýnönü'yle deðil Atatürk'le görüþmektedir.

Saffet Arýkan, 2. Dünya Savaþý yýllarýnda Berlin Büyükelçisi olarak görev alýr. Savaþ yýllarýnýn zor koþullarýnda görevini layýkýyla yerine getirir. Almanya'ya göstermelik olarak açýlan savaþ ilaný üzerine yurda döner. Yurda döndükten sonra geliþimin ve çalýþmalarýný uzaktan izlediði ve temellerini attýðý Köy Enatitülerini ziyaret eder.

Eðitmen Kurslarýnýn kuruluþunu gerçek- leþtirerek bir bakýma Köy Enstitülerine giden yolu açan eski Maarif Vekili Arýkan'ý yanýna alan Tonguç onu Hasanoðlan'a getirir.

Olasýdýr ki Tonguç, Arýkan'a kendisinin önayak olarak baþlattýðý iþlerin ne duruma gelmiþ olduðunu göstermek istemiþti.

Arýkan, Enstitüyü gezer, gördüklerinden çok mutlu olur. Mehmet Baþaran'ý çaðýrtýr, eleþtirilere neden olan Temelden Çatýya adlý þiiri baþtan sona dinlediktan sonra kendini tutamayýp: "Alçaklar! Cumhuriyet, Atatürk düþmanlarý, sonuna kadar onlarla savaþa- caðým." der. Yüksek Köy Enstitüsünde büyük bir coþku ile karþýlanan Arýkan'a öðrenciler keman ve piyano ile bir konser verirler. Bu konserde çok duygulanan Arýkan, YKE'ne Hitler'in kendisine armaðan ettiði deðerli bir konser piyanosunu baðýþlayacaktýr. Bu piyano YKE kapatýldýktan sonra Devlet

Konservatuvarýna verilecek ve konserlerde kullanýlacaktýr.

Arýkan, Hasanoðlan gezisi sýrasýnda konuk bir grup Amerikalý ile karþýlaþtýðýnda "Bu Yankiler buraya da mý burunlarýný soktular?"

diyecektir. Daha sonra, bu konuþmadaki tep- kiyi Tonguç'a soran Hürrem Arman'a Tonguç

"O Amerikalýlarý hiç sevmez" diyecektir.

"Almanlarý mý sever? sorusuna da "Hiç san- mam" der.

Aslýnda "buraya da mý burunlarýný soktular"

sözleri ilginçti. Devletin genel politikasýný içinden ve çok yakýndan izleme olanaðý bulu- nan Arýkan'ýn tepkisi 2. Dünya Savaþý sýrasýn- da sürdürülen tarafsýzlýk politikasýnýn deðiþtiðini, bunun yerini, Batýya baðlanma ve Amerikalýlarda güvence aramanýn aldýðýný gösteriyordu. 1947 yýlýnýn eðitim tarihimiz açýsýndan kötü bir günü de 27 Kasým günü Saffet Arýkan'ýn ölümüyle yaþandý.

Ý. Hakký Tonguç'u Genel Müdürlüðe getiren, Atatürk'ün istediði doðrultuda eðitime yön veren eski Maarif Vekili Saffet Arýkan, ýslahat döneminde en büyük acýyý çeken saylavlardandý.

Mecliste yaptýðý konuþmalarda yapýlanlarýn Enstitülere deðil, Atatürk'ün eðitim anlayýþýna, devrim- lere karþý olduðunu vurguluyordu ama söyledikleri, köylüyü sömüren toprak aðalarýnýn cirit attýðý Meclis'teki saylavlar bir kulaðýndan giriyor öbüründen çýkýyordu.

Eðitim sistemi bir yandan Amerikanlaþýr- ken, diðer yandan da köylünün eðitimi kulak arkasý ediliyor, Köy Enstitülerinin karala- narak kapatýlmasý hazýrlýklarý yapýlýyordu.

Dergimizin bir sonraki sayýsýnda Milli Eðitimimize yön veren bir baþka önemli Bakan'ý Hasan Ali Yücel'i anacaðýz.

21

(24)
(25)

Ýsa'nýn Sitemi

Hiç isyan etmedi Ýsa, Ýki hâl istisna

Biri haksýzlýða, diðeri putlaþtýrmaya Þöyle konuþtu hüzünlü gözleri:

Niye diz çöküp yalvarýyorsunuz önümde Efendimiz diye,

Oysa ne ben efendiyim ne de siz köle Ne ben padiþahým, ne siz kul

Ýnsanýn insana tapmasý en büyük zûl.

Kim terfi ettirdi beni Tanrýlýða?

Allah üçmüþ güya:

Baba, kutsal Ruh ve oðul Ýsa Asýl böyle söylemekle her defa, Beni sahiden geriyorsunuz çarmýha Ýþte benimle size gönderilen müjde:

Önce Yaratan'a yönelin Gönlünüzü O'na yer edin

Sonra da komþunuzu kendiniz gibi sevin Tanrý tanýktýr ki,

Sözlerimin özü budur elbet Ve bu esas deðiþmez ilelebet Doðrusu size derim.

Ben insanoðlu Ýsa sizlerden biri

Yaratan'ýn görevlendirdiði gülyüzlü gönüleri Verseler de emrime yeri ve gökleri

Ýstemem bundan öte hiç bir þerefi...

Güngör Özyiðit, Psikolog

(26)

Hayvanlarla Konuþmak - 6

Çeviren ve Derleyen: Zuhal Voigt

Amelia Kinkade

Amelia Kinkade

(27)

SEVGÝ DÜNYASI

25 Sarhoþlarý Sevmeyen At

Amelia Kinkade, yirmi dört yaþýnda, caz dansý ve oyunculuk eðitimi almýþ, hayatýný Los Angeles'ta kareografi ve oyunculuk ile kazanmaya çalýþan, Amerikalý genç bir kýzdý.

Rodney isimli bir kedisi vardý. Rodney, komþularýnýn kapýlarýnda devamlý miyav- ladýðý ve Amelia'nýn elbiselerini tuvalet olarak kullandýðý ve daha baþka bir sürü sorun yarattýðý, bu sorunlarý veterinerler de çözemediði için, son çare olarak bir gün bir hayvan iletiþimcisine gitti.

Oldukça þüpheci bir tavýrla yaklaþtý önce konuya. Ama kedisinden, iletiþimci aracýlýðýyla duyduklarý, onu hayretten hayrete düþürdü. Rodney ona, yalnýzlýk- tan sýkýldýðýný, oynamak için baþka evlerdeki kedileri dýþarýya çaðýrmak amacýyla, kapý kapý dolaþýp miyavla- dýðýný, onun kendisini hep yalnýz býrak- masýna kýzdýðýndan elbiselerini kirlettiði- ni söylemiþti. Kinkade daha sonra, ayný kiþinin verdiði iletiþim kurslarýna gitti ve bir anda, kendisinin sahip olduðu müthiþ yetenek ortaya çýktý. Amelia çok büyük bir kolaylýkla hayvanlarla telepatik iletiþim kurabiliyor, onlarýn ilettiði olay- larý resimler halinde görebiliyor, onlarýn kendilerine has seslerini kafasýnýn içinde iþitebiliyordu. Kendisi bu özelliðini, bir dansçý olarak, uzun seneler boyunca düzenli olarak yaptýðý meditasyonlara baðlýyor. Adý çok kýsa zamanda duyuldu.

Þimdi otuz altý yaþýnda ve þimdiye kadar binlerce hayvana; kediye, köpeðe, ata, file, gorile, aslana, leopara ve onlarýn sahiplerine, çeþitli dertlerini ortadan kaldýrmalarýnda yardýmcý oldu. Þu anda kendisi Güney Kaliforniya'da yaþayan,

ABD'nin en duyarlý yüz kiþisi içinde sayýlan, dünyanýn her tarafýnda seminer- ler tertipleyip yeni hayvan iletiþimcileri yetiþtiren, kitaplar yazmýþ olan ve hay- vanlarla konuþma dendiðinde akla ilk gelen isimlerden birisi.

Kinkade'in geniþ deneyim yelpazesin- den bir olayý buraya alýyoruz:

"Hayvanlarla konuþma konusunda þüpheci insanlarla yaþadýðým olaylarýn en ilginci, bir at çiftliðinde geçti.

Çiftliðin, hayvanlarla konuþma gibi bir safsataya kesinlikle inanmayan yöneticisi Barney, atlarýna baktýðý hanýmlarýn ri- casýný kýrmayarak, seminerimizi orada yapmamýza izin vermiþti. Kendisi, konuy- la hiç ilgilenmediðini söylediði halde, biz çiftlikteki atlarla telepatik iletiþim dene- meleri yaparken, hep çevremizde dolaþtý ve bize kulak kabarttý. Ben atlardan birinin hastalýklarýný tespit ederken, atýn sahibi söylediklerimi onayladýkça, daha fazla dayanamadý ve yanýma gelip, kendi atýyla da konuþmamý istedi.

Barney'in atý Jupiter'e alýþýlagelmiþ birkaç soru sorduktan sonra, "Bana vere- bileceðin bir sýr var mý?" diye sordum.

Bir hayvanla konuþurken, böyle bir soru sorarsan, asýl eðlence o zaman baþlar.

Yalnýz hayvanýn verdiði sýrrý, sahibine aktarmak konusunda, mutlaka hayvanýn iznini almak gerekir. Jupiter bana þu hikâyeyi anlattý: "Bir gün Barney'le koþuyorduk. Barney'in yanýnda, açýk renk bir ata binmiþ sarýþýn bir kadýn vardý.

Uzun koþtuktan sonra, taþ köprüye gelmeden önce, samanlýk kapýsýnýn yanýnda onu sýrtýmdan attým. Çünkü Barney çok sarhoþtu ve ben bunun için ona kýzgýndým." Bunlarý söylerken

(28)

Jupiter bana telepatik olarak, buzlu mar- garita kokteyli ve bira kutularý resimleri gönderiyordu. Barney yaralanmamýþ ama çok korkmuþtu. Ben Jupiter'in anlat- týklarýný Barney'e ve kursuma katýlanlara naklettim. Barney kýpkýrmýzý kesilmiþ ve çok mahcup olmuþtu, ama itiraf etti:

"Evet, çok bira içmiþtim, beraberimdeki Cheryl isimli sarýþýn kadýn da Margarita içmiþti." Sonra atýna döndü ve "Demek beni bilerek attýn sýrtýndan?" diye sorup güldü. Jupiter ona böylece bir ders ver- mek istemiþti. Barney bu dersi o gün anlamamýþtý ama þimdi anlýyordu. Ben de böylece, hayvanlarla konuþulabile- ceðini kabul etmeyen þüpheci birini, tek söz söylemeden ikna etmiþ oldum. Atý Jupiter, bu iþi benim yerime yapmýþtý."

Meditasyon ve

Ýletiþime Hazýrlanma Metodlarý Hayvan iletiþimcileri, hayvanlarla konuþma yeteneklerini uyandýrmak ve geliþtirmek isteyenlere, tatbik edebile- cekleri alýþtýrmalar öneriyorlar. Hepsinde ortak nokta, herþeyden önce meditasyon- la kendi kendini arýndýrmak ve "alýcý"

olmaya hazýrlamak. Bu meditasyonlarda, omurga düz kalmak kaydýyla rahat bir þekilde oturarak ve dikkati nefes alýp verme üzerinde toplayarak zihni boþalt- mak, bedeni gevþetmek, kendisini tüm doða ve yaradýlýþla bir hissedebilmek, dua etmek, kendisini çeþitli hayvanlarýn yerine koyarak, onlar gibi hissedebilmek, sanki onlarýn bedeninde imiþ gibi, onla- rýn dünyayý ne þekilde algýladýðýný anla- maya çalýþmak, rehber varlýðýný yardýma çaðýrmak gibi þeyler. Meditasyon, kimse tarafýndan rahatsýz edilmeyecek bir yerde olmalý. Bazý iletiþimciler, açýk havada,

toprak üzerinde olmayý tercih ediyorlar.

Penelope Smith, önceki sayýlarýmýzla kendisinden söz ettiðimiz hayvan tera- pisti, bu meditasyonlardan sonra yapýla- cak þeyleri þöyle sýralýyor:

- Gözlemlemek: Konuþmak istediðiniz hayvaný önce sessizce ve uzun uzun gözlemleyin. Ruhunuzun onun yanýnda huzur içinde olmasýný hissedin.

Ruhunuzu ondan gelecek sinyallere açýn ve sabýrla bekleyin.

- Hayvana herhangi bir düþünce gön- dermeden önce, bir þeyi tasavvur etmeyi ve onu karþýnýzdaki bir cisme veya baþka bir insana göndermeyi çalýþýn.

- Hayvana selam gönderin ve onun sizi dinlemesini temin edin. Örneðin merhaba diye seslenin ve size merhaba dediðini varsayýn.

- Bir soru gönderin ve hemen

karþýlýðýnda kafanýzda doðan düþünceyi tespit edin. Size o anda anlamsýz veya kendi tahayyülünüzmüþ gibi gelse de bunu yapýn.

- Cevabý aldýðýnýzý bildirin.

- Bu alýþtýrmayý çeþitli hayvanlarla tekrar edin.

Bunlarý yapmadan önce mutlaka hay- vana yüreðinizdeki büyük sevgiyi gön- dermenin ve kendisiyle konuþmak için iznini almanýn önemini belirtiyor iletiþimciler. Yine hepsinin birleþtiði bir nokta da, cevaplarý kontrol edebile- ceðiniz bir þekilde çalýþmak. Örneðin, telepatik baðlantý kurduðunuz hayvanýn verdiði cevaplarý, sahibinin onaylamasýný saðlamak. Bunun için de önce, tanýdýk- larýnýzýn, arkadaþlarýnýzýn hayvanlarý ile, tabii sahiplerinin de izinlerini alarak, pratik yapmak. Örneðin, köpeðine en

(29)

SEVGÝ DÜNYASI

27 sevdiði yiyeceðin ne olduðunu veya

nerede uyuduðunu sorduðunuzda, sahibi aldýðýnýz cevabý denetleyebilmeli. (Tavuk eti veya sosis ya da yataðýn ayak ucu veya sepet)

Resimler Kullanarak Konuþmak Amelia Kinkade, meditasyondan sonra, iletiþim kurmak istediðiniz hayvana bir mesaj göndermek istediðinizde, bu mesajý görsel olarak kafanýzda canlandýr- manýzý öneriyor. Örneðin, en sevdiði yiyeceðin ne olduðunu sormak isterken, kendinizi o hayvanýn yerine koyarak, önünüzde yemek kabýnýn durduðunu ve içinde ne olmasýný arzu ettiðinizi düþünün. Yemek kabýný gözlerinizin önüne getirin ve bu resmi hayvana gön- derin. Birden, iç gözünüzle, bu kabýn içinde ne olduðunu görebilirsiniz.

Bunu yaparken, aklýnýza gelmiþ olan cevaplarý veya iç gözünüzde canlanan resimleri sorgulamamanýz, onlarý olduðu gibi kabul etmeniz gerek. Eðer kendi mantýðýnýzla, gelen cevabý yorumlamaya kalkarsanýz, cevaplarýn gerçekliðini bozuyor, kendi hükümlerinizi iþe karýþtýr- mýþ oluyorsunuz. Bazen gelen cevaplarýn anlamý ilk anda anlaþýlmýyorsa da, son- radan yapýlan denetleme ile, ne denmiþ olduðu ortaya çýkabiliyor.

"Film branþýnýn patronlarýndan olan Bill'in evine, beslediði buldog köpekle- riyle konuþmak için çaðrýlmýþtým. Ben köpeklerden aldýðým cevaplarý ona aktardýkça, Bill ifadesiz yüzüyle oturuyor ve sadece dinliyordu. Köpeklere en çok sevdikleri oyunun ne olduðunu sordu- ðumda, bana, dizlerine kadar gelen sýð

bir su içinde oynamak olduðunu ilettiler.

Bu su, bir kaynaktan besleniyordu ve ben bunun bir göl veya bir dere olduðunu düþündüm. Köpekler bu su içinde renkli balýklar gösteriyorlardý bana. Bunlarý iletirken bir taraftan da þaþkýnlýkla, güney Kaliforniya'da, içinde renkli tro- pikal balýklarýn yüzdüðü bir gölün nerede bulunabileceðini düþünüyordum.

Konuþma bittikten sonra Bill, beni sýna- mak için hiçbir þey söylemediðini açýkla- yarak fotoðraf albümünü getirdi.

Gösterdiði fotoðraflarda iki buldog, Bill'in bahçesinde kurduðu bir plastik havuz içinde oynaþýyorlardý. Bill havuzu bahçe hortumuyla doldurmuþtu ve plastik havuz renkli balýk desenleriyle kaplýydý."

Bir baþka örnek de, Kinkade'in bir Paskalya yortusunun hemen sonrasýnda verdiði bir kurstan:

"Coronado'da bir çiftlikte, kursa katýlanlar, Patricia isimli bir Pudel ile telepatik iliþki kurmaya çalýþýyorlardý.

Sorulan soru, Patricia'nin en sevdiði yiyeceðin ne olduðuydu. Hemen hepsi sýðýr eti veya ciðer gibi þeyler olduðu-nu söylediler. Kursa katýlanlardan ikisi ise, sadece "gümüþ" sözünü algýladýklarýný söylüyorlardý. Bazýlarý hemen yorum yapmaya baþlayýp, bunun belki pullarý gümüþ gibi parlayan bir balýk olabile- ceðini ileri sürdüler. Patricia'nýn sahibi birden hatýrlayarak bir çýðlýk attý. "Yok yok, gümüþ sözü doðru! Patricia, paskalya için kýzýma hazýrladýðým sepet- ten bir çikolata tavþan çalarak onu yedi.

Tavþan gümüþ renkli bir kaðýda sarýlýy- dý!"

(30)

Telepatik Konuþmalara Giriþ Soru ve Cevaplarý

Hayvanlarýn bedensel ve ruhsal saðlýk- larý ve sahipleriyle ile ilgili sorunlarýyla ilgilenmeye baþlamadan önce, telepatik yeteneklerimizin iyi iþlediðinden ve yap- týðýmýz konuþmalarýn, doðru sonuçlar verdiðinden emin olmamýz gerek. Bunun için de, önce hayvanýn sahibi tarafýndan doðrulanmasý kolay olan soru ve cevap- larla baþlýyoruz yaptýðýmýz iþe. Bu soru- lar ise genelde þöyle sýralanýyorlar:

- En çok sevdiðin yiyecek nedir?

- Gece nerede uyumayý seviyorsun?

- Ne üzerinde uyuyorsun? Rengi ne?

- En sevdiðin arkadaþýn kim? Kiminle oynuyorsun?

- Nerede yaþýyorsun? Evin nasýl görünüyor?

- Çevresi nasýl, bahçe nasýl görünüyor?

Bahçede neler var?

- Arabaya kiminle biniyorsun? Araba ne renk?

- Nereye gitmeyi seviyorsun? Orada neler var?

- En sevdiðin oyuncak hangisi? Rengi ne?

- En sevdiðin oyun nedir?

- Bugün ne yaptýn, kiminleydin?

- Yemeðini kim veriyor?

- Gündüz nerede uyuyorsun?

Sorularýn cevaplarý, anýnda kafanýzýn içinde beliren bir fikir, bir söz, bir ifade olabileceði gibi, iç gözünüzün önünde canlanan bir resim hatta bazen bir film sahnesi þeklinde de olabilir. Böyle soru- larýn cevaplarý doðru olarak alýnmýþ ise, daha soyut sorulara geçilebilir ve herhan- gi bir problemin kaynaðý araþtýrýlabilir veya hayvanýmýzýn daha mutlu olmasýný temin edecek þeyler öðrenilebilir. Amelia

Kinkade, iletiþim sýrasýnda her þeyin anýnda not edilmesini ve düþünüp analiz etmenin sonraya býrakýlmasýný öðütlüyor.

Her yetenekte olduðu gibi, bu yeteneðin de geliþtirilmesi alýþtýrma yapmakla, sabýrla üzerinde çalýþmakla mümkün.

Herhangi bir müzik aletini çalmak da, kiþinin büyük yeteneði de olsa, sonuçta bir günde öðrenilen bir þey deðil.

Hayvanlar Negatif Emir Kipini Tanýmaz

Kinkade'nin özellikle üzerinde durduðu noktalardan biri de, eðer hayvanlarýmýzýn yapmasýný istemediðimiz bir þey varsa, ona "Þunu böyle yapma" þeklinde mesaj göndermemizin, yanlýþ anlaþmalara yol açacaðý konusu. Göndermek istediðimiz fikri, tahayyülümüzde canlandýrarak bir resim halinde gönderdiðimizden, hay- vanýmýz bu resimde gönderdiðimiz

Referanslar

Benzer Belgeler

Gıda stokunun yok olmasına örnek olarak geçen eylül ayında Filipinler'deki tayfunun tohum bankasını yerle bir etmesini gösteren yetkililer, bezelyenin de aralarında olduğu

Programa alınmayan imar plânlarında ay- rık nizam olarak gösterilmiş veya imar plânı yapılmamış mıntakalarda eskiden bitişik nizama müsait şekilde parsellenmiş yerlerde

• Derteki başarı notunuz belirlediğim etnografik okumaları aşağıda ayrıntılanan okuma planına göre yapmanıza ve ders programının sonundaki biçime göre haftalık

Daimî ağlar hâlde şelale bezeli dağ Emanet teklifinde insanla kurulur bağ.. Haçın ucuna ekli barbar Viking boynuzu Zulme koşut adımlar

Hangi kulun günahsız olabilir ki!” (es-Sîratu’n-Nebeviyye, İbn İshâk, sy:27) İşte Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kendilerine gönderilip tevhid’e davet

Nietzsche, “…bu yüzyılda Alman Kültürü için bu felsefenin, Hegel felsefesinin, çok büyük olan, bu ana değin sürüp giden etkisinden daha tehlikeli bir dönüm noktası,

Bugün dünya da radyoaktif atıklar bol miktarda var ancak bu atıkların yalnızca nükleer santrallerden kaynaklanmadığını görüyoruz.. Tıbbi ve de endüstriyel işletmeler

Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz,