• Sonuç bulunamadı

NİZÂMÜLMÜLK VE SİYASETNÂME KAPSAMINDA TÜRK SİYASAL AHLAKI VE YÖNETİM ANLAYIŞI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "NİZÂMÜLMÜLK VE SİYASETNÂME KAPSAMINDA TÜRK SİYASAL AHLAKI VE YÖNETİM ANLAYIŞI"

Copied!
194
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI YÖNETİM BİLİMLERİ BİLİM DALI

NİZÂMÜLMÜLK VE SİYASETNÂME KAPSAMINDA TÜRK SİYASAL AHLAKI VE YÖNETİM ANLAYIŞI

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Furkan KAYA (701515026)

BURSA - 2019

(2)

T. C.

BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI YÖNETİM BİLİMLERİ BİLİM DALI

NİZÂMÜLMÜLK VE SİYASETNÂME KAPSAMINDA TÜRK SİYASAL AHLAKI VE YÖNETİM ANLAYIŞI

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Furkan KAYA (701515026)

Danışman:

Prof. Dr. Bekir PARLAK

BURSA - 2019

(3)
(4)
(5)
(6)

ÖZET

Yazar Adı ve Soyadı : Furkan KAYA Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü

Anabilim Dalı : Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bilim Dalı : Yönetim Bilimleri

Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi

Sayfa Sayısı :

Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 2019

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Bekir PARLAK

NİZÂMÜLMÜLK VE SİYASETNÂME KAPSAMINDA TÜRK SİYASAL AHLAKI VE YÖNETİM ANLAYIŞI

Nizâmülmülk, Büyük Selçuklu Devleti devrinde yaşamış, Alparslan ve Melikşah dönemlerinde vezirlik yapmış ve devlet yönetiminde uzun yıllar etkili olmuş bir devlet adamıdır. Özellikle Melikşah döneminde devletin izlediği siyasette ve yönetiminde çok daha etkili olmuştur. Nizâmülmülk, Siyasetnâme adını verdiği ve elli bir fasıldan oluşan eserinde devlet yönetimi alanındaki görüşlerini dile getirmenin yanı sıra hükümdar, ordu, saray hayatı, devlet memurları, halk, ilim adamları, yöneticiler, din ve mezhep gibi pek çok konuyu ele almıştır. Bunun yanı sıra Nizâmülmülk, Siyasetnâme’de özellikle devletin başında bulunan hükümdar üzerinde önemle durmuş ve ona göre; hükümdar, adil, dürüst, cesur, cömert ve ahlaki açıdan pek çok özelliğe sahip olmalıdır. Özellikle hükümdarın adil olması konusu üzerinde titizlikle durmuş olan Nizâmülmülk, halk içinde adaleti ve devlet yönetiminde de ciddiyeti bir an olsun elden bırakmamış ve gerek yönetim alanında ve gerekse diğer konularda hükümdara tavsiyelerde bulunmuştur. Onun devlet yönetimi ve devletin yöneticilerine yönelik ortaya koyduğu kurallar Selçuklu devlet yönetiminde önemli değişimlere yol açmış ve uzun yıllar boyunca diğer Türk-İslam Devletlerini de etkilemiştir.

Bu kapsamda elinizde bulunan bu çalışmada ele alınacak konu;

Nizâmülmülk ve Siyasetnâme adlı eseri ışığında, Büyük Selçuklu Devleti döneminde ki yönetim anlayışı çerçevesinde, Türk siyasal ahlakı ve yönetim

(7)

anlayışı üzerinde durularak eserin muhtevası kapsamında ahlak, adalet, kamu düzeni, yönetim, meşruiyet ve siyaset kavramları ele alınacaktır. Ayrıca Büyük Selçuklu Devleti döneminde Nizâmülmülk tarafından kaleme alınan Siyasetnâme’nin, hem Büyük Selçuklu Devleti’nin hem de diğer Selçuklu Devletlerinin siyasi ahlak ve devlet yönetim anlayışları üzerine olan etkisi ortaya konularak, Siyasetnâme’nin dönemin Türk siyasal ahlak anlayışına ve devlet yönetim geleneğine olan etkisi genel bir çalışma olarak ortaya konulmuş olacak.

Anahtar kelimeler:

Selçuklular, Nizâmülmülk, Siyasetnâme, Hükümdar, Siyaset, Ahlak, Adalet.

(8)

ABSTRACT

Name and Surname : Furkan KAYA University : Uludag University Institution : Social Science Institution

Field : Political Science and Public Administration Branch : Management Sciences

Degree Awarded : Master Page Number :

Degree Date : …. / …. / 2019

Supervisor : Prof. Dr. Bekir PARLAK

TURKISH POLITICAL ETHICS AND MANAGEMENT MENTALITY WITHIN THE CONTEXT OF NIZAMULMULK AND SIYASETNAME

Nizamülmülk, lived in the period of the Great Seljuk Empire, he was a vizier in the Alparslan and Melikshah eras, and he was a statesman who had been influential in state administration for many years. It has been much more effective in the politics and management of the state, especially in the period of Melikşah. Nizamülmülk, in his work which is called Siyasetname (Fifty-one chapters), discusses his views in the field of state administration and discusses many issues such as ruler, army, court life, civil servants, public, scholars, administrators, religion and sect. In addition; the Nizamülmülk, especially refer by the sovereign at the head of the state and according to Nizamülmülk; the ruler must have many characteristics, fair, honest, courageous, generous and moral. Nizamülmülk, which had meticulously stopped the issue of the fairness of the sovereign, did not give up justice for community and did not leave a moment of seriousness in the administration of the state and sometimes gave advice to the ruler in the management field, sometimes on other issues. His state administration and the rules of the state governors led to significant changes in the Seljuk state administration and for many years influenced other Turkish-Islamic States.

In this context, the subject to be discussed in this study; In the light of Nizamülmülk and Siyasetname, the concept of morality, justice, public order, administration, legitimacy and politics will be discussed within the framework of the management understanding of the Great Seljuk State period with emphasis on Turkish

(9)

political ethics and management approach. Moreover, the effect of Siyasetname, written by Nizamülmülk in the period of Great Seljuk State, on the political ethics and state administration understanding of both the Great Seljuk State and other Seljuk States, and the effect of Siyasetname on the Turkish political ethics and the state administration tradition of the period will be put forward as a general study.

Keywords:

Seljuks, Nizamülmülk, Siyasetname, Emperor, Politics, Ethics, Justice.

(10)

İÇİNDEKİLER

TEZ ONAY SAYFASI ... İİ YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU ... İİİ YEMİN METNİ ... İV ÖZET ... V ABSTRACT ... Vİİ İÇİNDEKİLER ... İX KISALTMALAR ... XV

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL TEMELLENDİRME 1.DEVLETKAVRAMI ... 4

2.TÜRKLERDEDEVLET... 7

2.1. TÜRK DEVLETİNİN UNSURLARI ... 8

2.1.1. Ülke (Uluş) ... 9

2.1.2. Halk (Kün) ... 9

2.1.3. Hâkimiyet (Egemenlik) ... 10

2.1.4. Teşkilat ... 11

3.BÜYÜKSELÇUKLUDEVLETİ ... 12

3.1. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞU ... 12

3.2. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NİN YÜKSELİŞİ ... 17

3.3. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NİN ÇÖKÜŞÜ... 20

3.4. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİNİN ÇÖKÜŞÜYLE ORTAYA ÇIKAN DEVLETLER ... 23

3.4.1. Irak Selçukluları (1092 – 1194) ... 23

3.4.2. Kirman Selçukluları (1092 – 1187) ... 24

(11)

3.4.3. Suriye Selçukluları (1092 – 1117) ... 24

3.4.4. Anadolu Selçukluları (1075 – 1308) ... 24

4.BÜYÜKSELÇUKLUDEVLETİ’NİNDEVLETTEŞKİLÂTIVEYÖNETİM ANLAYIŞI ... 28

4.1. DEVLET İDARİ TEŞKİLÂTI ... 28

4.1.1. Devlet Yöneticileri ... 29

4.1.1.1. Hükümdar ... 29

4.1.1.1.1. Hükümdarın unvanları ve hâkimiyet alâmetleri ... 30

4.1.1.2. Vezir ... 35

4.1.1.3. Hükümet ... 36

4.1.1.3.1. Divan-ı inşa veya divan-ı tuğra ... 37

4.1.1.3.2. Divan-ı istifa ... 37

4.1.1.3.3. Divan-ı arz ... 37

4.1.1.3.4. Divan-ı işraf ... 37

4.1.1.3.5. Divan-ı mezâlim ... 38

4.1.1.3.6. Divan-ı hâs ... 38

4.1.1.3.7. Divan-ı eyâlet ... 38

4.1.1.3.8. Divan-ı riyaset ... 39

4.1.1.3.9. Divan-ı evkâf-ı memâlik ... 39

4.1.1.3.10. Divan-ı şıhnegi ... 39

4.1.1.3.11. Hatun divanı ... 39

4.1.1.3.12. Müsadere divanı ... 40

4.1.2. Saray Teşkilatı ve Görevlileri ... 40

4.1.2.1. Hacibü’l-Hüccab ... 40

4.1.2.2. Emir-i Hares ... 41

4.1.2.3. Üstadüddar ... 41

4.1.2.4. Emir-i Silah ... 41

4.1.2.5. Emir-i Candar ... 42

4.1.2.6. Emir-i Alem ... 42

4.1.2.7. Serhenk veya Çavuş ... 42

4.1.2.8. Abdâr ... 42

4.1.2.9. Çaşnigîr ... 42

4.1.2.10. Şarabdar ... 43

(12)

4.1.2.11. Camedar ... 43

4.1.2.12. Vekil-i Has ... 43

4.1.2.13. Nedimler ... 44

4.2. ASKERİ TEŞKİLÂT ... 44

4.3. ADALET TEŞKİLATI ... 45

4.3.1. Şer’i Yargı Sistemi ... 46

4.3.2. Örfi Yargı Sistemi ... 46

4.4. İLMİYE TEŞKİLÂTI ... 47

4.4.1. Din ... 47

4.4.2. İlmiye Teşkilâtı ... 47

4.5. HALK VE TOPRAK ... 48

4.5.1. Büyük Selçuklu Devleti’nde Halk ... 48

4.5.2. Toprak ... 48

4.5.2.1. Hâs Arazi ... 49

4.5.2.2. Iktâ Sistemi ... 49

4.5.2.3. Haraci Arazi ... 49

4.5.2.4. Mülk Arazi ... 49

4.5.2.5. Vakıf Arazi ... 50

İKİNCİ BÖLÜM NİZÂMÜLMÜLK VE SİYASETNÂME: TANITICI BİLGİLER 1.NİZÂMÜLMÜLK ... 51

1.1.NİZÂMÜLMÜLK’ÜN HAYATI ... 51

1.2. NİZÂMÜLMÜLK’ÜN KİŞİLİĞİ VE SİYASAL DÜŞÜNCESİ ... 53

1.3. NİZÂMÜLMÜLK’ÜN VEZİRLİK DÖNEMİ ... 55

2.SİYASETNÂME ... 58

2.1. GENEL OLARAK SİYASETNÂMELER VE YAZILMA NEDENLERİ ... 58

2.2. SİYASETNÂME’NİN YAZILIŞ AMACI ... 61

2.3. NİZÂMÜLMÜLK’ÜN SİYASETNÂMESİ’NİN İÇERİĞİ ... 63

(13)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

NİZÂMÜLMÜLK VE SİYASETNÂME KAPSAMINDA TÜRK SİYASAL AHLAK ANLAYIŞI

1.AHLAK,SİYASETVESİYASALAHLAKKAVRAMLARI ... 66

2.SİYASETNÂME’DEAHLÂKİAÇIDANHÜKÜMDARINSAHİPOLMASI GEREKENÖZELLİKLER... 68

2.1. ADİL OLMAK ... 68

2.2. DOĞRU, DÜRÜST VE İYİ OLMAK ... 69

2.3. CÖMERT OLMAK ... 70

2.4. NEFS TERBİYESİNE SAHİP OLMAK ... 71

2.5. FERASET SAHİBİ VE ALÇAKGÖNÜLLÜ OLMAK ... 72

3.SİYASETNÂME’DESİYASALAHLAKANLAYIŞI ... 73

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM NİZÂMÜLMÜLK VE SİYASETNÂME KAPSAMINDA YÖNETİM ANLAYIŞI 1.NİZÂMÜLMÜLK’EGÖREDEVLET ... 82

2.NİZÂMÜLMÜLK’EGÖREDEVLETİNGÖREVLERİ ... 83

3.NİZÂMÜLMÜLK’EGÖREDEVLETİDARİTEŞKİLATIVEYÖNETİM ANLAYIŞI ... 84

3.1. DEVLET İDARİ TEŞKİLATI ... 84

3.1.1. Hükümdar ... 84

3.1.1.1. Hükümdarlık Yetkisi ve Kaynağı ... 84

3.1.1.2. Hükümdar’ın Sahip Olması Gereken Özellikler ... 86

3.1.1.3. Hükümdar’ın Başlıca Görev ve Sorumlulukları ... 91

3.1.1.4. Hükümdar Nedimleri ve Nedimlerin Hizmeti ... 102

3.1.2. Vezir ... 103

3.1.2.1. Vezirin Sahip Olması Gereken Nitelikler ... 104

3.1.2.2. Vezirin Yetkileri ... 105

3.1.2.2.1. Vezirin teşriî (kanun yapma) yetkisi ... 105

3.1.2.2.2. Vezirin kazaî (hüküm verme) yetkisi ... 106

3.1.2.2.3. Vezirin icrai (yürütme) yetkisi ... 106

(14)

3.1.3. Hükümet ... 107

3.1.3.1. Divan-ı Âla veya Divan-ı Vezâret ... 107

3.1.3.2. Divan-ı İstifa ... 108

3.1.3.3. Divan-ı Mezâlim ve İşleyişi ... 109

3.1.4. Kamu Görevlileri ... 111

3.1.4.1. Kamu Görevlilerinin İstihdamı ... 111

3.1.4.2. Kamu Görevlilerinin Denetimi ... 113

3.1.5. Siyasetnâme’de Yer Alan Önemli Kamu Görevlileri ... 115

3.1.5.1. Hacibü’l-Hüccab ... 115

3.1.5.2. Emir-i Hares ... 116

3.1.5.3. Vekil-i Has ... 117

3.1.5.4. Kadılar ... 118

3.1.5.5. Vergi Memurları ... 119

3.1.5.6. Elçiler ... 121

3.1.5.7. İstihbarat Memurları ve Casuslar ... 123

3.1.5.8. Postacılar ... 125

3.1.5.9. Nazır ve Nâibler ... 125

3.1.5.10. Muhtesip ... 126

3.1.6. Türkmenlerin Devlet İşlerine Alınması Hakkında ... 127

3.2. DEVLET YÖNETİM ANLAYIŞI ... 128

3.2.1. Devlet İşlerini Tanzim Şekli ... 133

3.2.2. Liyakat Anlayışı ... 136

3.2.3. Devlet Yönetiminde İstişarenin Önemi ... 138

3.2.4. Yabancı Devlet Elçilerinin Ağırlanması ve Yabancı Devletlere Elçi Tanzimi ... 139

3.2.5. Devlet İşlerinde Pratik Bilginin Önemi ... 141

3.2.6. Padişah Fermanı ve Uygulanması ... 142

3.2.7. Halk Yönetimi ve Halkın Yönetime Katılımı ... 143

3.2.8. Eğitim-Öğretim ve Nizamiye Medreseleri ... 145

3.2.9. İktisadi Yapı ve Üretim ... 149

3.2.9.1. Devlet Hazinesi ve Yönetilmesi ... 149

3.2.9.2. İktâ Sistemi ... 150

3.2.10. Devlet Yöneticilerine Unvan Verilmesi ve Unvanların Önemi ... 152

(15)

3.2.11. Ordu ve Güvenlik Anlayışı ... 152 3.2.12. Devlet Meselelerinde Adalet Anlayışı ve Ceza Usulü ... 157 4.NİZÂMÜLMÜLKVESİYASETNÂME’NİNBÜYÜKSELÇUKLUDEVLETİ VETÜRKYÖNETİMANLAYIŞINAETKİSİ ... 160 SONUÇ ... 167 KAYNAKÇA ... 170

(16)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.yer. : Aynı yer

bkz. : Bakınız c. : Cilt

c.c. : Celle celaluhu çev. : Çeviren

DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi

DTCFD : Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi Ed. : Editör

Fak. : Fakülte

İA : İslam Ansiklopedisi İÜ : İstanbul Üniversitesi Hz. : Hazreti

mad. : Madde

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı s. : Sayfa

S. : Sayı

s.a.v. : Sallallahu Aleyhi ve Sellem ss. : Sayfa aralığı

TAD : Tarih Araştırmaları Dergisi TDV : Türkiye Diyanet Vakfı Terc. : Tercüme Eden

TTK : Türk Tarih Kurumu Yay. : Yayınları

Üni. : Üniversite v.b. : ve benzeri v.d. : ve diğerleri

(17)

GİRİŞ

Türkler tarih sahnesinde yer aldıkları ilk andan itibaren, kurmuş oldukları çok sayıdaki devlet ile tarihteki en büyük medeniyetler arasındaki yerini almıştır. Türkler tarih yolculuğu içinde gerek kurmuş oldukları güçlü devletlerle gerekse yüksek kültür seviyesi ile tarihin her anında önemli işlere ve olaylara imza atmışlardır.

Eski çağlardan günümüze kadar geçen süre içerisinde, Türk Toplumu’nun oluşturmuş olduğu kültür mirasının içinde her zaman siyaset, yönetim, idare, hak, hukuk ve adalet gibi kavramlar var olagelmiştir. Türk hükümdarları veya yöneticileri egemenliği altında bulunan halklarını ve emrinde çalışan kişileri daha etkili bir şekilde idare etmenin yollarını aramış, bu arayışta tecrübeli ve alanında yetkin kişilerden ve varsa eserlerinden faydalanmışlardır.

Türk tarihi incelendiğinde çeşitli hükümdarlar ve devletleri zamanında hükümdarlara devlet idaresinde yol göstermek ve onlara yardımcı olmak adına birçok eser kaleme alınmıştır. Bu eserler genellikle hükümdara yakın olan kişiler tarafından ya da dönemin önde gelen kişileri tarafından ele alındıkları ve genel içeriklerinin siyaset alanıyla ilişkide olması nedeniyle birçoğu “Siyasetnâme” adıyla anılmıştır. Bunlardan en önemlileri ise; Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu-Bilig” adlı eseri, Keykavus’un

“Kâbusname” adlı eseri, Farabi’nin “El Medinet’ül Fazıla” ve “Es-Siyaset’ül Medeniye” adlı eserleri bu alanda en önemli eserlerdendir. Yine bu alanda Koçi Bey tarafından Osmanlı Devleti’nde dönemin padişahına yazılmış olan “Koçi Bey Risalesi”

de önem teşkil etmektedir.

Dünyanın kadim milletlerinden olan Türkler, İslam Dini’ni kabul ettiklerinden bu yana, İslam kültürü ve kendi kültürleri arasında bir bağ kurarak yeni bir hâkimiyet anlayışı ortaya koymuşlardır. Bu hâkimiyet anlayışı içinde önemli devletler kurmuş olan Türkler, Büyük Selçuklu Devleti zamanında bu hâkimiyet anlayışının özelliklerini geniş çerçevede yöneticileri tarafından ortaya koymuştur.

Büyük Selçuklu Devleti zamanında, bu hâkimiyet anlayışının özelliklerini ortaya çıkaran kişi, dönemin hükümdarı Melikşah’a yazmış olduğu “Siyasetnâme” adlı eseri ile Nizâmülmülk olmuştur. Büyük Selçuklu Devleti’ne vezir olarak otuz yıl hizmet etmiş olan Nizâmülmülk ortaya koymuş olduğu ve günümüze kadar varlığını sürdürmüş olan

(18)

Siyasetnâme adlı eseri, tarih serüveni içinde her dönemde önemli bir kaynak olarak kullanılmıştır. Nizâmülmülk’ün Siyasetnâmesi, bu bağlamda yazıldığı dönemin siyasal, sosyal, ekonomik, dini ve kültürel yaşantısını da yansıtması nedeniyle son derece önemli bir belgedir. Nizâmülmülk’ün Siyasetnâme adlı eseri hükümdar Melikşah’a itha fen yazmış ve devlet yönetimi hakkında önemli bilgiler sunmuştur. Eser hem ele alınış biçimi itibariyle hem de içeriği itibariyle Türk devlet anlayışı ve yönetim yapısı hakkında önemli bilgiler barındırmaktadır. Siyasetnâme elli bir fasıldan oluşmakta ve bu fasılların her birinde ayrı bir konu işlenmiş ve konulara açıklık getirmek amacıyla yukarıda da bahsetmiş olduğumuz gibi eserde ayet, hadis, atasözleri, dini ve tarihi hikâyelerden örneklere yer verilmiştir. Ayrıca eser bu özelliğinden dolayı, daha akıcı ve anlaşılır bir hale gelmiş ve bu bağlamda kendisinden sonra gelen eserlere örnek teşkil etmiştir.

Nizâmülmülk’ün Siyasetnâmesi; Selçuklu Devleti’nin bir nevi anayasası olarak görülmüştür ve dönemin ana kaynaklarından biri olarak son derece önemlidir.

Siyasetnâme’de Nizâmülmülk; Türk adetlerine geniş yer vermiş, Selçuklulardaki sosyal ve ekonomik hayatla ilgili bilgiler sunmuş ve idari, hukuki ve siyasi alanlarda da önemli önerilerde bulunmuştur.

Nizâmülmülk’e göre; “Hiçbir padişah, hiçbir ferman edici bu kitabı eline almaması söz konusu olamaz; böyle bir kitaptan vazgeçilemez ve bilhassa içinde bulunduğumuz zamanda onu okumaktan başka çare yoktur” diyerek yazdığı eserin önemini vurgulamıştır. Yine Nizâmülmülk, eserinde kaleme almış olduğu birçok önemli olay ve hikâyelerle Türk toplumunun sevk ve idaresinin püf noktalarına değinmiş ve sadece Büyük Selçuklu Devleti nezdinde değil, sonraki yıllarda birçok Türk topluluğu tarafından teamül haline getirilerek çok sayıda yapı ve sistemi ortaya çıkarmıştır.

Bu kapsamda elinizde bulunan bu çalışmada ele alınacak konu; Nizâmülmülk ve Siyasetnâme adlı eseri ışığında, Büyük Selçuklu Devleti dönemindeki yönetim anlayışı çerçevesinde, Türk siyasal ahlakı ve yönetim anlayışı üzerinde durularak eserin muhtevası kapsamında ahlak, adalet, kamu düzeni, yönetim, meşruiyet ve siyaset kavramları ele alınacaktır. Ayrıca Büyük Selçuklu Devleti döneminde Nizâmülmülk tarafından kaleme alınan Siyasetnâme’nin, hem Büyük Selçuklu Devleti’nin hem de diğer Selçuklu Devletlerinin siyasi ahlak ve devlet yönetim anlayışları üzerine olan

(19)

etkisi ortaya konarak, Siyasetnâme’nin dönemin Türk siyasal ahlak anlayışına ve devlet yönetim geleneğine olan etkisi genel bir çalışma olarak ortaya konulmuş olacak.

Çalışmada öncelikle birinci bölümde konuya ilişkin genel bir kavramsal temellendirme yapılacak ve ardından ikinci bölümünde; Nizâmülmülk’ün hayatı ve yaşadığı dönemin özellikleri, Büyük Selçuklu Devleti kapsamında ele alınacak ve ardından Siyasetnâme’nin içeriği ve genel özelliklerine yer verilecektir. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise Nizâmülmülk ve Siyasetnâme kapsamında Türk siyasal ahlak yapısı ele alınarak eserin Selçuklu Devlet siyasetine ve Türk ahlak yapısına etkisi incelenecek, dördüncü ve son bölümde ise; Nizâmülmülk ve Siyasetnâme kapsamında yönetim, kamu düzeni, adalet, meşruiyet, egemenlik ve siyaset gibi kavramlar çerçevesinde bu kavramların Türk Siyasal hayatı içerisindeki muhtevası üzerinde durularak genel bir yapı ortaya konulmaya çalışılacaktır. Yine aynı bölümde Siyasetnâme ışığında Türk hükümdarı ve yönetim anlayışı üzerinde durularak idari teşkilatlanma ve devlet yönetim yapısının özellikleri ortaya konulacaktır.

(20)

BİRİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL TEMELLENDİRME

1. DEVLET KAVRAMI

“Devlet” kelimesi, Arapça “devle” kelimesinden Türkçe’ye geçmiş ve Arapçada

“devlet” veya “dület” olarak ifade edilen bu kavram; bir durumdan başka bir duruma dönüşerek farklı bir hâl almak, üstün gelmek ve aynı zamanda da zafer kazanmak anlamlarına gelmektedir. Bu kelimenin çoğulu “düvel” olmakla birlikte, bazı dil bilimciler; bu kelimelerin kullanım bakımından aralarında fark bulunmadığını ifade ederken, bazıları ise devlet kelimesini “savaşla”, dület kelimesini ise “malla” ilgili olarak kullanmışlar ve devlet kelimesini zafer kazanmayla bağdaştırırken; dület kelimesini ise servet ve zenginliğin elden ele dolaşmasıyla ilişkilendirmişlerdir.1

Avrupa’da devlet kelimesini birçok ulus kendi dilinde farklı telaffuz etmiş olsa da bu telaffuzların hepsinin kökeni Latince “status” kelimesine dayanmaktadır.2 Antik çağda Yunanlar “devlet” için “polis” terimini kullanmışlar ve bu “site”, yani “şehir”

anlamına gelmekte ve bununla ifade edilmek istenen ise şehirde oturanların oluşturduğu topluluktur. Bu nedenle, Yunanlıların kullandıkları bu kavram günümüzdeki modern devlet kavramını karşılamaktan uzaktır. Çünkü devlet kavramı, yalnızca insan unsurundan oluşmaz ve bu kavram aynı zamanda toprak unsurunu da kapsar. Bu nedenle, “polis” kavramı bu noktada eksik kalmaktadır.3

On altıncı yüzyıla gelindiği zaman ilk defa İtalya’da, devleti ifade etmek için yeni bir kavram ortaya çıkmış ve bu kavram İtalya’da küçük ya da büyük tüm devletler için kullanılan “stato” kavramı olmuştur. Bu “stato” kavramını Niccolo Machiavelli

“Hükümdar” adlı eserinde ilk kez kullanmış ve modern anlamda devlet için bu kavramı ilk kullanan kişi olarak kabul edilmektedir. 4 Latince “stato” kelimesinin anlamının

1 Ahmet Davutoğlu, “Devlet”, İslam Ansiklopedisi, c. 9, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul, 1994, s.

234.

2 Kemal Gözler, Devletin Genel Teorisi, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2007, s. 4-28.

3 Gözler, a.g.e., s. 4-28.

4 a.yer.

(21)

kararlılık ve sabit olmakla ilgili olmasına karşın, Arapça’da “devlet” kelimesinin karşılığı değişim ve dönüşümle ilgili olduğu görülmektedir.

Diğer yandan siyasal bilimciler ve sosyal düşünürler de yüzyıllardan beri

"Devlet nedir?" sorusunun cevabını aramışlardır. Günümüze kadar bu sorunun cevabı üzerinde anlaşıldığı düşünülse de bugün dahi devlet kavramı üzerinde oldukça çeşitlilik ve derin görüş ayrılıkları bulunduğunu görmekteyiz. Bu çeşitlilik ve derin görüş ayrılıklarının temel nedeni ise her şeyden önce devletin kapsamı hakkındaki temel görüş farklarından ileri gelmektedir.5 Buna ilk örnek olarak devleti, bir "sınıf yapısı" olarak gören Marxist düşünceyi verebiliriz. Marxistlerin ileri sürmüş olduğu bu görüşü;

Marxist olmayan bazı sosyologların da -örneğin Franz Oppenheimer gibi- paylaştığını görmekteyiz. Onlara göre devlet "Bir sınıfın diğer sınıfları egemenliği altında bulundurduğu bir örgütlenmedir.". Buna karşılık olarak bazı düşünürler ise devleti sosyal değerler piramidinin zirvesinde tutmaktadır. Bazıları da devleti bir amaç değil, sadece bir araç olarak görmektedir. Bu arada, değer yargısı açısından devleti doğrudan bir "kötülük" olarak görenler de bulunmaktadır. Bu kimine göre katlanılması gereken bir kötülükken; kimilerine göre de onun belli bir süreç sonunda kendiliğinden yok olup gideceğidir (Marxist tez). Yine başka görüşe göre ise devletin kendiliğinden yok olmasını beklemeksizin bir an evvel ortadan kalkması gerektiğini savunurlar (anarşistler).6

İdeolojik yargıların renklendirdiği bu değerlendirmelerin yanı sıra devletin tanımı konusunda bilimsellik kaygısı içinde geliştirilmiş tanımlamalar da bulunmaktadır. Bu alanda başta hukukçular gelmektedir. Hukuk açısından yapılan tanımlamaların bir kısmı somut tanımlamalardır ve buna örnek olarak da Klasik Fransız kamu hukukunun benimsediği, "Devlet, milletin hukuki kişilik kazanmış şeklidir"

yolundaki tanımlamadır. Buna karşılık, devleti düşünsel bir sentez halinde ifade etmeye çalışan soyut tanımlamalar vardır. Avusturyalı hukukçu Hans Kelsen, "Devlet etkili olarak yürürlükte bulunan bir hukuki normlar sistemidir" diyerek bu çeşit bir soyutlamaya gitmiştir.7 Yine devletin; a) ülke, b) insan topluluğu, c) iktidar, olmak üzere üç ana unsuru bulunduğu hususunda hemen herkesin birleştiği bir tanım çeşidi

5 Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2011, s. 35-36.

6 Kapani, a.g.e., s. 36-37.

7 Kapani, a.g.e., s. 37.

(22)

bulunduğu da ifade edilebilir. Bu tanımlama çeşidi ise en yaygın olan tanımlama çeşitlerinden biridir ve devletin kurucu unsurlarını bir araya getirerek yapılmış olan

"anlatımcı" (deskriptif) tanımlamadır.8

Devlet kavramının eski Türklerde ifade şekline gelecek olursak; devlet eski Türklerde “il” kelimesiyle ifade edilmiştir.9 Ünlü Türkolog Thomsen’e göre “il”, siyasi bakımdan bağımsız, teşkilatlı bir milleti ifade etmektedir.10 Göktürk ve Uygurlar döneminde “il” Çinceden yapılan tercümelerde “kuo” nun tam karşılığıdır. Kuo ise, Çince’de “devlet” ve “ülke” demektir. Çinlilerin kastettiği ülke, sınırları belli ve hükümdarı olan topraktır.11

İlkçağ filozoflarından Aristo; “Devlet, kendi kendine yetme iddiasında bulunan ve yaşayabilmek için ihtiyacı olan her şeyi genellikle kendisi sağlayabilen bir vatandaşlar topluluğudur”12 diye nitelendirmiştir. Kant, devleti “Hukuk kuralları altında yaşayan insanların vücuda getirdiği bir birliktir”13 diye tanımlarken, Max Weber ise devleti, “Belli bir arazi içinde fiziksel şiddetin meşru kullanımı tekelinde bulunduran insan topluluğunun oluşturduğu siyasal organizasyon”14 olarak tanımlamıştır.

Devlet günümüz anlamıyla, belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve aynı duygular etrafında toplanmış olan insanların bağımsızlık ve egemenlik temelinde oluşturduğu siyasi örgütlenme olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte modern zamanda ulus devlet için yapılan devlet kurumunun tanımı, niteliği ve toplumla olan ilişkisi yüzyıllar boyunca farklı biçimler almıştır.15 Devleti tanımlamaya yönelik tüm bu çabaların ortak gayesi ise devletin esasını yani özünü ortaya koyabilmektir.

8 Kapani, a.g.e., s. 37-38.

9 Muharrem Ergin v.d., Orhun Abideleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970, s. 98.

10 Mehmed Niyazi Özdemir, Türk Devlet Felsefesi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 23-24

11 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, c. II, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971, s. 47.

12 İlhan Akın, Kamu Hukuku, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yay., İstanbul, 1974, s. 13.

13 Orhan Münir Çağıl, “Immanuel Kant’a Göre Devletin ve Devletlerarası Münasebetlerin Felsefi Esasları”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, İstanbul, 1951, s. 7.

14 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, çev. Taha Parla, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 91.

15 Ana Britannica, “Devlet”, c. 7, İstanbul, 1986-1987, s. 202.

(23)

2. TÜRKLERDE DEVLET

Türkler tarih sahnesinde yer aldıkları ilk andan itibaren, kurmuş oldukları çok sayıda devlet ile tarihteki en büyük medeniyetler arasındaki yerini almıştır. Türkler tarih yolculuğu içinde gerek kurmuş oldukları güçlü devletlerle gerekse yüksek kültür seviyesi ile tarihin her anında önemli işlere ve olaylara imza atmışlardır.

Devlet kurmak, tam manasıyla millet olmak anlamına gelmemektedir. Nitekim geçmişte tarihleri boyunca hiç devlet kuramamış uluslar ya da devlet kurmalarına rağmen, tarihlerinin sadece bir kısmında kendi egemenlikleri altında yaşamış, geri kalan zamanlarını başka devletlerin egemenliğinde sürdürmüş devletler bulunmaktadır. Buna karşın Türk ulusunun tarihine baktığımız zaman, tarihin en eski çağlarından başlayarak günümüze kadar geçen süre zarfında, Türk ulusu her zaman farklı bölgelerde devletler kurarak günümüze kadar var olagelmiş ve Türk milletinin her ferdinde yer eden devlet bilinci ile birçok Türk devleti kurulmuştur.16

Orhun kitabelerine göre; Türk bozkır toplum yapısını şu şekilde tespit etmek mümkündür:

Oguş: Aile

Urug: Aileler Birliği Bod: Boy, Kabile Bodun: Boylar Birliği

İl (el): Müstakil Topluluk, Devlet, İmparatorluk

Toplumu oluşturan çekirdek yapı olan aile, Türklerde kan bağı esasına dayanmaktadır. Türklerin, dünyanın her bir yanına dağılarak ülke kurmaları ve hayatlarını sürdürmeleri bu aile yapısına verdikleri ehemmiyetten ileri gelmektedir.17 Yine Orhun yazıtlarına baktığımızda, Türk milletinde var olan devlet kurma bilincinin çok erken çağlarda ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü birçok toplumda bu devlet geleneği ve şuuru, çok kısa sürede oluşmaz ve gelişmez. Fakat Orhun yazıtlarına

16 Mehmet Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2001, s. 9.

17 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1996, s. 214.

(24)

bakıldığında, Türk ulusunda devlet şuurunun uzun zamandır var olduğu görülmektedir.18

Türklerdeki teşkilat yapısına baktığımız zaman boylara dayalı merkezi gücü yüksek olan askeri bir örgütlenmenin olduğu görülür. Aynı zamanda her an savaşa hazır halde boylardan oluşan bu birlikler, teşkilat ve savaşçı özellikleri bakımından kabiliyeti yüksek birer ordu teşkilatı oluşturmuşlardır. Bunun yanı sıra Türkler yaşadıkları bozkır ve korumasız coğrafya itibariyle halkını her türlü tehlikeye karşı her zaman canlı ve atak halde tutmuşlardır. Nitekim A.Toynbee “Yaylalarda çobanlığın geliştirdiği emretme ve itaat etme alışkanlığı ile yönetim kabiliyetinin, Türklerce toplum hayatına aktarıldığını ve böylece güçlü birlikler kurmayı başardıklarını” 19 söyler.

Bununla birlikte bir millette gerçek anlamda bağımsızlık fikrinin oluşabilmesi;

halkın her neferinde aynı bilincin bulunması ile oluşur. Bu şekilde oluşan bir ortak bilinç, Orhun yazıtlarında da görüldüğü üzere Türk milletinde var oldukları ilk çağlardan beri mevcuttur. Türklerde, temeli Türk kültüründen gelen bu bağımsızlık duygusu; önce aile de başlamış, sonra boy, il ölçüsünde genişleyerek, devlette bağımsızlık kavramını tamamlamıştır.20

2.1. TÜRK DEVLETİNİN UNSURLARI

Bir topluluğun devlet olarak ifade edilebilmesi için gerekli bir takım unsurları bünyesinde barındırması gerekmektedir. Ancak bu unsurların varlığı çerçevesinde bir topluluğa devlet denilebilir. Bu unsurlar her ulusun bünyesinde aynı anlamda şekil bulmayabilir tam aksine bu unsurlar farklı anlamlarda ve şekillerde görülür, Türk Devletlerinde devleti oluşturan unsurların dört temel kavram üzere olduğu görülmektedir. Bunlar; “ülke, halk, hâkimiyet (egemenlik) ve teşkilat” olmak üzere birbiri ile iç içe olan dört unsurdur.

18 Niyazi, a.g.e., s. 29.

19 Nevzat Köseoğlu, Devlet, Eski Türklerde İslam’da ve Osmanlı’da, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s. 39-40.

20 Kafesoğlu, a.g.e., s. 221-222.

(25)

2.1.1. Ülke (Uluş)

Türkler tarafından ülkesiz bir topluluğun devlet kurması düşünülemez ve ülke devleti oluşturan yegâne unsurların başında gelmektedir. Ülke Eski Türkler için "uluş”

dedikleri ve hiçbir zaman kuru bir toprak parçasından oluşmamış olan törenin tatbik edildiği kutsal bir yer olmuştur.21

Türkler, ancak üzerinde bağımsız ve egemen oldukları ve haklarını her zaman kısıtlama olmaksızın kullandıkları toprakları “yurt” olarak kabul etmiş ve Türkler için yurt her zaman kutsal bir ata yadigârı olmuştur. Yurt diğer yurtlardan “yaka” adı verilen sınırlarla ayrılarak teşkilatlandırılmıştır.22

Bununla birlikte Türk Devletinde devlet yöneticisinin korumakla görevli olduğu ve ata yadigârı olarak kabul görülen “ülke”, hükümdarın kendi şahsına ait bir mal olarak değil bütün milletin ortak mülkü olarak kabul edilmiştir.23

2.1.2. Halk (Kün)

Tarihi süreç içerisinde insanlık hiçbir zaman gelişi güzel bir araya gelmemiş, mutlak suretle belirli kutsal değerler ve ortak gayeler etrafında toplanarak halk unsurunu oluşturmuştur. Türk ulusu da ortak değerler ve ortak gayeler etrafında bir araya gelerek halk unsurunu oluşturmuştur.

Eski Türklerde karşılığı “kün” olan halkın Oğuz destanında “Halkımız çok olsun” ifadesinden Türklerin bu kavrama verdiği değeri görmekteyiz. Şehirleri zapt eden halkı öldüren Cengiz Han’a Doğu Türkistan’ın Hami şehrinden gelen Tapan adındaki bir Türk şöyle demiştir; “Siz insanları öldürüp toprağı boş bırakıyorsunuz.

Hâlbuki devlet insan ve topraktan meydana gelir.”24 Türklerde, devletin güçlü temeller üzerine kurulup, sağlamlaştırılmasında, devleti var eden halkın birlik olmasına büyük önem verilmiş, tüm Türk boylarının, aynı bayrak altında bir araya getirilmesi amaçlanmıştır.25

21 Muhammet Şahin, Türk Tarihi ve Kültürü, Okutman Yayıncılık, 2010, s. 24.

22 Salim Koca, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı”, Türkler, c. 2, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 824-825.

23 Kafesoğlu, a.g.e., s. 223.

24 Ögel, a.g.e., s. 28.

25 Niyazi, a.g.e., s. 40.

(26)

Türk devletlerinde, halkın çeşitli haklara sahip olması, doğrudan devletin kuruluş töresi ve yönetimi ile ilgilidir. Çünkü Türk devlet töresinde devletin gerçek sahibi halktır ve devlet hiçbir zaman bir grubun zorla yönetimi ile değil; yöneticiler ile uyum içerisinde olan halkın çabaları ile meydana gelmiştir. Devleti kuran ve hükümdarın başarılı olmasını sağlayan millettir.26

Eski Türk toplumunun ekonomik yapısına bakıldığında, halkın ekonomik olarak özgür bir hayat düzenine sahip olduğu görülür. Türklerde ailede şahsi mülkiyet, taşınır mallarda ve toprakta özel mülkiyet mevcuttu. Her bir kişi, kendi şahsî mülkine sahip olmakla birlikte onu istediği gibi kullanıp tasarruf etmekte özgürdü.27

Türklerde ekonomik alanda da siyasî alanda da herhangi bir sınıflaşma görülmez. Çünkü Türk Devletlerindeki “liyakat” anlayışı, siyasi sınıflaşmaya her zaman engel olmuş ve önemli mertebelerin de irsîleşmesine izin verilmemiştir.28

2.1.3. Hâkimiyet (Egemenlik)

Eski Türkler’de hâkimiyet anlayışı, karizmatiktir yani Tanrısaldır. Egemenliğin, Tanrı tarafından, hükümdarlara verildiğine inanılır ve hükümdar egemenliği, Gök’ten alırdı. Yani Türk Hakanı, Yüce Tanrı’dan “Kut” alarak yönetme yetkisine sahip olurdu.

“Kut” sözcüğü; egemenlik, devlet yönetme kudreti, egemenlik yetkisi, yönetme sanatı anlamlarına gelir.29 “Kut”, eski Türk devlet anlayış ve geleneğinde önemli bir yer tutmaktadır. Türk tarihinin başlangıcından beri bu sözcüğün çeşitli kültür ve uygarlık değişikliklerine rağmen yaşadığını görmekteyiz.30 Türklerin atası kabul edilen Oğuz Kağan, Oğuz Kağan Destanı’nda, hâkimiyetin Tanrı tarafından verildiğini bildirmekte ve yaptığı bütün işleri Tanrı istediği için yaptığını söylemektedir.31 Tanrı’dan “Kut”

alarak başa geçen hakan, tahta egemen olur fakat onun iktidarı mutlak değil, töre ile sınırlıdır.

26 Kafesoğlu, a.g.e., s. 233.

27 a.g.e., s. 224-225.

28 Niyazi, a.g.e., s. 248.

29 Mahmut Arslan, Kutadgu Bilig’deki Toplum ve Devlet Anlayışı, İÜ Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1987, s. 41.

30 Arslan, a.g.e., s. 43-45; Salim Koca, “Selçuklu İktidarının Belirlenmesinde Rol Oynayan Güçler ve Melikşah’ın Büyük Selçuklu Tahtına Çıkışı”, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Ankara, 2011, s. 4.

31 Ekrem Memiş, Türk Kültür Tarihi, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya, 2008, s. 72.

(27)

Eski Türk Toplumlarında sosyal yaşama şekil veren ve yazılı olmayan yasalara

‘töre’ denilmiştir. Türk devletinde kamu düzeni, hukuki yapı, hükümdarın görevleri ve halkın istekleri törenin uygulanması ile yerine getirilmiş ve devletin varlığı törenin varlığına bağlanmıştır. Türklerde törenin koymuş olduğu kural ve kaideler asla değişmez kalıplar olamamakla birlikte günün getirmiş olduğu imkânlara göre değiştirilebilmiştir. Türk hükümdarları da, çeşitli zamanlarda durumun gerekliliğine göre ve toy meclislerin onayını da alarak töreye yeni kurallar getirebilmişlerdir.32

Bununla birlikte; Türk hâkimiyet anlayışında, adaletli ve töreye sadık olmak hakanın meşruiyetini sağlayan başlıca ilkelerdir. Çünkü Tanrı’dan “Kut” alarak tahta geçen hükümdar, töreden sapar ve adaletsiz işlerde bulunursa, Tanrı “Kut yülek” ini çeker ve hükümdar, Kapağan Kağan gibi öldürülebilir. Bunun gibi birçok örnekte olduğu gibi adaletsiz davranan ve töreye muhalefetten öldürülmüş kağanlar vardır.33

2.1.4. Teşkilat

Eski Türk toplulukları göçebe halinde bulunan topluluklardandı ve daha önce de belirtildiği gibi düşmanları da atlı göçebeler olduklarından dolayı herhangi bir ani baskınla yok edilebilirdi. İşte bu gibi tehlikelerden ve göçebe hayatın zorluklarından dolayı Türklerde güçlü bir devlet olma adına teşkilatlı bir yaşama önem verilmiştir.34

Türklerin Çin Hanedanlığı ile mücadele içinde olması o dönem için yerleşik hayata geçmelerini önemli ölçüde engelliyor ve göçebe halde yaşayan bir topluluk için de, bozkırın zor koşulları ile mücadele etmek iyi derece de teşkilatlanma gerektiriyordu.

Bunun yanı sıra o dönemde Çin Hanedanlığı ile yaşanan savaşlar ve bozkırın getirdiği zorluklar, Türklerde hakana bağlılık bilincini geliştirmiş ve devlet olma yolunda teşkilatçılığı önemli ölçüde geliştirmiştir.35

Eski Türklerde devlet kurmak amacıyla harekete geçen kişi; siyasi teşkilatlanma ve devletin kuruluşu çalışmalarını hem aile içerisinde kabul ettirebilmeli hem de toplum

32 İbrahim Kafesoğlu, “Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri”, Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 1, İstanbul, 1970, ss. 20-27; Zafer Önler, “Kutadgu Bilig’de İktidar Kavramı ve Siyaset Anlayışı”, Türkler, c. 3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 179-186.

33 Saadettin Gömeç, Kök Türk Tarihi, Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Yayınları, Ankara, 1997, s. 117.

34 Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara, 1982, s. 269-270.

35 Niyazi, a.g.e., s. 64-65.

(28)

nezdinde saygı duyulan bir kişi olmalıydı. Boy reisi olan kişi, önce çevresindekilerden başlayarak boylar üzerinde hâkimiyetini kabul ettirmeye çalışıyor ve hâkimiyetini kabul ettirdiği boy sayısı arttıkça da devletin kuruluşu hızlanıyordu. Böylece, aile etrafında başlayan oluşum, diğer boylarında katılımıyla birlikte artarak toplumun tamamına yayılıyordu. Daha sonra ise; boyların başına geçen bu kişi boy beyi olarak nitelendiriliyor ve devletin kuruluşu böylece tamamlanıyordu. Bu yöntemle fiilî olarak kurulan devlet, süratli bir şekilde teşkilatlandırılıyor ve bu yapılırken kendisinden önce var olmuş diğer Türk devletlerinin tecrübelerinden de faydalanılıyordu. Yani yegâne ve en önemli değişiklik, yönetimin yeni bir hanedanın eline geçip iktidarın el değiştirmiş olmasıydı.36

3. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ

3.1. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞU

Selçuklu Devleti’ni kuran Türklerin soyu Oğuzlara dayanmaktadır. Oğuzların Üçok koluna mensup Kınık boyundan Dukak’ın oğlu Selçuk Bey, Selçuklu Devleti’nn temellerini atmış ve Selçuklu Devleti onun adıyla anılmıştır.37

X. Yüzyılda Oğuzları “Yabgu” unvanı taşıyan bir hükümdar yönetmekteydi.

Selçuklu ailesinin atası olan Demir Yaylı lakablı Dukak, bu Oğuz Devleti’nde güçlü bir askeri ve siyasi makama sahipti. Dukak hayatını kaybettikten sonra onun oğlu Selçuk Bey Oğuz Devleti içinde üstün meziyetleri ile dikkat çekmiş ve Yabgu tarafından genç yaşta “Sübaşı” yani ordu kumandanı olarak tayin edilmişti.38

Yabgu, gün geçtikçe devlet içinde konumu güçlenen Selçuk’u kıskanmış ve bu durum Selçuk Bey’in güvenilir adamları ve sürüleri ile Yengi-Kent bölgesinden ayrılmasına ve Cend şehrine gelmesine yol açmıştı. Aynı zamanlarda İslam Dini Türk toplulukları arasında hızlı bir biçimde yayılmaktaydı. Selçuk Bey, yanındakilerle birlikte Cend şehrinde Türk inanışlarına benzerliği ve siyasi nedenlerden dolayı İslam

36 Koca, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı”, s. 827.

37 Enver Behnan Şapolyo, Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Güven Matbaası, Ankara, 1972, s. 23.

38 Erdoğan Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Türkler, c. 4, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 597.

(29)

dinini kabul etti.39 Selçuk Bey ve mahiyetindekilerin Müslümanlığı seçmesi hem Selçuklu tarihi hem de Türk tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur.

Selçuk’un Mikâil, Arslan, Yusuf, Musa ve Yunus adlarında beş tane oğlu vardı.40 Selçuk 107 yaşında Cend’e öldü ve burada toprağa verildi. Selçuk’un oğullarından en büyüğü olan Mikâil, daha babası hayatta iken gayrimüslim Türklerle yaptığı bir savaşta şehit olmuştur. Onun iki oğlu olan Tuğrul ve Çağrı Beyler bizzat dedeleri Selçuk tarafından özenle büyütülüp yetiştirilmişlerdi.Selçuk’a bağlı kavim ve kabileler onlara itaat eder, onların emir ve yasaklarındandışarı çıkmazlardı.41

Selçuklu Devleti’nin kurucusu Selçuk Bey’in ölümü üzerine Arslan Yabgu’nun etrafında toplanan Oğuz Türkmenleri Cend’i terk ederek Buhara’ya göçtüler. Bu şehir;

Karahanlıların egemenliğinde olmasına rağmen Karahanlılara mensup olan Ali Tegin tarafından zaptetildi. Büyük kuvveti olmayan Ali Tegin, Arslan Yabgu ile anlaştı ve bu anlaşmadan sonra Arslan Yabgu’da Horasan’a geçerek burayı yerleşti. Horasan ise Gaznelilerin elinde idi. Bu gelişmeler neticisinde Gazne Sultanı Gazneli Mahmut ordusu ile harekete geçip Maveraünnehire geldi. Bunun üzerine Ali Tegin kaçtı fakat Gazneli Mahmut’un dostluk yapmak istediğini Arslan Yabgu’ya bildirmesi üzerine Arslan Yabgu Gazneli Mahmut ile görüşmek üzere Semerkant’a geldi. Burada Arslan Yabgu, Gazneli Mahmut tarafından bir hile ile esir alınarak Hindistan sınırında bulunan Kalencer kalesine hapsedildi. Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış tarafından düzenlenen kurtarma çabaları sonuç vermedi ve Arslan Yabgu yedi yıl kaldığı bu kalede öldü.42

Arslan Yabgu’nun esir edilip öldürülmesinden sonra Selçuklular’ın başına yaşça büyük olan sakin tabiatlı Musa (İnanç) Yabgu getirildi. Ancak gerçekte Selçukluları idare eden Tuğrul ve Çağrı Beyler idi.43 Tuğrul ve Çağrı Beyler, 1035 yılında askerleri ile birlikte Ceyhun nehrini geçerek Nesâ şehri çevresine yerleştiler. Selçukluların Horasan‘da bulunan bu bölgeye inmeleri dönemin Gazneli Sultanı Mesud ve devlet erkânını endişelendirmişti. Nesâ şehri, hem geniş otlakları ile hem de konumunun çöllere yakın olması bakımından Selçuklular tarafından tercih edilmişti. Buraya

39 Erdoğan Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Türkler, c. 4, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 597.

40 Şapolyo, a.g.e., s. 29.

41 Erdoğan Merçil, Büyük Selçuklu Devleti, Nobel Yayınları, 2. baskı, Ankara, 2008, s. 5.

42 Şapolyo, a.g.e., s. 30-33.

43 Merçil, Büyük Selçuklu Devleti, s. 8.

(30)

yerleştikten sonra Selçuklu beyleri Gazneli devletine bir mektup yazarak, “Gazneli Devleti ordusuna asker verme, sınır bekçiliği yapma, vergi verme” gibi yükümlülükler yerine getirme şartıyla üzerinde oturabilecekleri bir yer talebinde bulundular. Fakat bu talep Gazneli Devleti tarafından kabul edilmedi ve Sultan Mesud komutanlarına güçlü bir ordu ile Selçukluların üzerine yürüyüp onların bir an önce Horasandan çıkarılmalarını istedi.44

Bu gelişmeler üzerine Sultan Mesud 17 bin kişilik bir orduyu Selçuklular üzerine gönderdi ve Selçuklu ordusu ile Gazneli Devleti arasında Nesâ yöresinde yapılan savaşı Selçuklu beyleri ustalıkla kurdukları pusu ve savaş taktikleri ile kazandılar. Bu zafer üzerine yapılan antlaşma sonucunda; Selçuklular Gazneli Devleti ve Sultanına tabi olma şartıyla, Ferâve, Dihistân ve Nesâ şehirlerini kazandılar.

Selçuklular bu zaferden sonra devlet olma yolunda önemli bir adım atmış ve artık bulundukları bölgede önemli bir güç haline gelmişlerdir.45

Bu antlaşmanın ardından barış ortamı Selçuklu beylerinin yeni yerlere akınlar düzenlemesi sonucunda bozulmuş ve Sultan Mesud’un Hindistan seferinde iken Selçuklu beylerinin birçok şehri yağmalamaları ve yeni yerler almak istemeleri nedeniyle, Selçuklular ile Gazneli Devleti ikinci bir savaşta karşı karşıya gelmişti.

Serahs yöresinde yapılan bu savaşta Selçuklular özellikle Çağrı Bey’in başarısıyla Gazneli ordusunu yenilgiye uğrattılar. Bu ikinci zaferden sonra Selçuklu beyleri burada kendi devletlerini kurma yönünde karar alarak teşkilatlanma yoluna gittiler.46

Selçukluların kazandıkları bu zaferin en önemli sonucu, Horasan’da yeni bir Türk devletinin kuruluyor olmasıdır. Bu zaferden sonra Selçuklu reisleri eski Türk devlet anlayışına uygun bir şekilde ülkelerini kendi aralarında bölüşmüşlerdir. Buna göre; Nişâbûr şehri Tuğrul Bey’e, Merv şehri Çağrı Bey’e, Serahs şehri de amcaları Musa Yabgu’ya verilmiştir. Bu paylaşımın neticesinde Tuğrul Bey Nişabur’a gelerek Sultan Mesud’un tahtına oturmuştur.47

Selçuklular karşısında kaybettiği iki savaştan sonra Gazneli Sultanı Mesud;

durumun son derece ciddi olduğunu anlamış ve ayrıca bölgedeki itibarı da ciddi şekilde

44 Salim Koca, “Sir Derya (Ceyhun) Boylarından Anadolu’ya: Oğuzlar (Türkmenler)”, Türkler, c. 4, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 537.

45 Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 600.

46 Koca, “Sir Derya (Ceyhun) Boylarından Anadolu’ya: Oğuzlar (Türkmenler)”, s. 538.

47 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, MEB Yayınları, İstanbul, 1972, s. 24.

(31)

sarsılmıştı. Selçukluların artık büyük bir tehlike olduğunu anlayan Sultan Mesud, 300 savaş fili ile destekli, 50 bin kişilik süvari ve piyadeden kurulu bir ordu ile Selçukluların üzerine yürüdü.48 Selçuklu beyleri bu haberi aldıktan hemen sonra toplanarak hazırlıklara başladılar ve ağırlıklı 2000 bin atlı kuvvetini gerilere gönderdiler. Daha sonra Selçukluların asıl ordusu olan 16.000 bin kişilik bir kuvvet ile Gazneli ordusu arasında 1040 yılında yapılan savaş başladı. Ertesi gün Gazne ordusu savaşarak Merv’in güney-batısında Dandanakan Kalesi yakınlarına konumlandı. Gazne ordusu içerisinde susuzluk ve açlık nedeniyle bölünmeler başlamıştı. Sultan Mesud’un emri ile ordu su ihtiyacı için 5 fersah uzaktaki su kaynağına hareket edince düzeni bozuldu. Bu sırada Gazne Hassa Ordusu’ndan 370 kişi Selçuklu kuvvetlerine katıldı. Bu olay neticesinde zaten dağılmış olan Gazne ordusu Selçukluların son hücumu ile yenilgiye uğratıldı.

Gazne Sultanı Mesud yanında kalan çok az asker ile Merv Ovası’ndaki Berkdiz Kalesi’ne kaçtı. Selçuklular savaş meydanında çok sayıda hazine ve ganimet elde ettiler.49

Dandanakan Savaşı kazanıldıktan sonra Selçuklu beyleri toplanarak Tuğrul Bey’i “Horasan Emiri” ilan ettiler. Selçuklular bu zafer neticesinde artık yeni bir devlet kuruyor ve özgür bir devletin temellerini atıyorlardı. Savaştan sonra bir araya gelen Selçuklu beyleri Abbasi Halifesine bağlı olduklarını da bir mektup ile bildirdiler.

Bundan sonra Selçuklular devlet geleneğine göre yeni bir teşkilatlanma yapısına gittiler.

Bu yapılanmaya göre; Tuğrul Bey, “Sultan” unvanıyla Nişâbur’u alarak batıya, Çağrı Bey’e “Melik” unvanı ile merkez Merv olmak üzere Ceyhun nehriyle Gazne arasındaki bölge, Musa Yabgu’ya ise Büst, Herat ve Sistan havalisi verildi. Selçuklular bu teşkilat yapısı ile kuruldular ve bu esas üzerine yeni yerlere harekete geçtiler.50

Anadolu’ya Türk akınları Çağrı Bey’in 1016 yılındaki meşhur keşif akını ile başlamış ve Sultan Tuğrul Bey zamanında da sürmüştü. Tuğrul Bey’in görevlendirdiği İbrahim Yınal ve Kutalmış Anadolu’ya yaptığı sefer sırasında Bizans ile Pasin ovasında karşılaştılar. Tarihe Pasinler Savaşı olarak geçen bu savaşta, Bizans ordusu Selçuklular

48 Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1972, s. 86.

49 Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Kuruluş Devri, c. I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1979, s. 336-351.

50 Köymen, a.g.e., s. 336-351.

(32)

tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı. Bu savaştan sonra Türklerin Anadolu’ya yayılmaları hızlanmıştır.51

Tuğrul Bey, başarılı fetihleri olan üvey kardeşi İbrahim Yınal’ın kontrolünde olan Hemeden şehrini ve Cibal bölgesindeki kalelerin kendisine teslim edilmesini istemişti. İbrahim Yınal istenenleri vermemiş ve Tuğrul Bey’e karşı bir ordu toplamış ve iki taraf arasında yapılan savaşı Tuğrul Bey kazanmış ve İbrahim Yınal yaptıklarına rağmen Tuğrul Bey tarafından affedilmişti.52 Bunun üzerine Tuğrul, Yınal’ı Mısır yönüne gönderdi. İbrahim Yınal buranın asayişini sağladıktan sonra Mısır Fâtimileri ile birleşerek bir kez daha isyan etti. Bunun üzerine Tuğrul Bey İbrahim Yınal ile bir kez daha savaştı ve bu sefer esir düşen İbrahim Yınal’ı boğdurttu.53

Dört yıllık bir süreden sonra bizzat Tuğrul Bey Anadolu’da fetih akınlarına girişmiş ve 1054 yılı başlarında önce Bargiri (Berkri bugünkü Muradiye) Kalesi’ni ve Van Erciş’i himayesi altına aldı. Bundan sonra da Malazgirt önüne gelip burada bulunan şehri kuşatma altına aldı. Bu kuşatma yaklaşık bir ay sürmesine rağmen kale fethedilemedi ve yaklaşan kış nedeniyle kuşatma kaldırılarak Tuğrul Bey Azerbaycan tarafına geri çekilmek zorunda kaldı.54

Abbasi Halifesi Kaaim Biemrillah Bağdat yöresinde içinde bulunduğu bir güç durumdan kurtulmak ve konumunu güçlendirmek için Tuğrul Bey’e elçi göndererek onu Bağdat’a davet etti. Tuğrul Bey halifenin bu isteği üzerine 1055 yılında Bağdat’a geldi. Tuğrul Bey Bağdat ’da bulunduğu süre içinde çıkan karışıklıklar nedeni ile Büveyhî Devleti’ne son verdi. Bağdat’ta bulunduğu süre içinde Tuğrul Bey, kendi adına hutbe okutup para bastırdı, saray, cami ve askerlerine kışlalar yaptırdı. Bu dönemde İslâm çevresinde siyasi otorite tamamen Selçuklular eline geçmiş ve halifenin yetkisi dini otorite ile sınırlı kalmıştır.55

Sultan Tuğrul Bey halifenin kızıyla evlenip, Rey’e döndükten sonra hastalanarak 70 yaşında iken ölmüş ve öldüğü şehir olan Rey’e defnedilmiştir. Sultan Tuğrul Bey, kaynaklarda iyi kalpliliğiyle, dindarlığı ve adaleti ile zikredilmiş ve yapmış olduğu

51 Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 34-35.

52 Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 604.

53 Şapolyo, a.g.e., s. 53.

54 Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 606.

55 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1969, s. 93- 94; Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 605-606.

(33)

fetihler ile Selçuklu Devleti sınırlarını, Anadolu’ya Bizans sınırlarına kadar uzatarak Anadolu’nun Türkleşmesine de büyük katkı sağlamıştır.56

3.2. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NİN YÜKSELİŞİ

Sultan Tuğrul Bey, yerine geçecek herhangi bir varis bırakmadan vefat etmişti.

Fakat ölmeden önce kendisine veliaht olarak Çağrı Bey’in oğlu Süleyman’ı göstermişti.

Vezir Amid el-Mülk de buna uyarak Tuğrul Bey’in ölümünün hemen ardından İsfahan’da bulunan Süleyman’ı Rey şehrine getirmiş ve onu sultan olarak tahta çıkarmıştı. Diğer tarafta ise Tuğrul Bey’in ölümünün hemen ardından taht mücadelesi için Kutalmış isyan etmişti. İşte bu siyasi çalkantı içerisinde Selçuklu emirlerinden Hacip Erdem ve Yağısıyan, Kazvin şehrinde Alp Arslan adına hutbe okuttular. Bu arada Kutalmış 50.000 kadar Türkmen’den meydana gelen bir ordu toplayıp sultanlığını ilan ederek Rey şehrine gelmişti. Bunun üzerine Alp Arslan Kutalmış’ı taht mücadelesinde etkisiz hale getirmek için bu şehre geldi. Alp Arslan ve Kutalmış arasında Rey şehrinde yapılan savaşı Alp Arslan kazandı ve Kutalmış kaçarken atından düşerek öldü. 57

Savaşı kazanan Alp Arslan Rey şehrinde merasimle tahta çıktı ve Halife onun adına Bağdat’da hutbe okutarak onun sultanlığını tasdik etti. Sultan olan Alp Arslan savaşı kazanıp sultan olmasında büyük payı olan Nizâmülmülk’ü de kendine vezir tayin etti.58

Sultan Alp Arslan 1064 yılının baharında Kafkasya ve Doğu Anadolu’ya seferi başlattı. Bu sefer kapsamında ilk önce Azerbaycan’a hareket etti ve Errran’da Lori küçük Ermeni krallığını itaate altına aldı. Ayrıca bu seferde yanında bulunan oğlu Melikşah ve veziri Nizâmülmülk de Aras nehri boyunda bulunan Sürmari’yi ve Meyem- Nişin kalesini zaptettiler. Bu seferin devamında Alp Arslan ve ordusu Kars-Ani bölgesine kadar ilerledi ve Ani şehrini de hâkimiyeti altına aldı.59 Sultan Alp Arslan bu büyük sefer sırasında kardeşi Kavurd’un isyan hareketlerinden dolayı daha fazla ilerlememiş ve pek çok ganimet ile Rey şehrine dönmüştür. Ayrıca Sultan Alp Arslan’a

56 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, 1969, s. 101-102; Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 607.

57 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, 1969, s. 103-105; Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 607.

58 Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 608.

59 Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 43.

(34)

bu başarılı fetihlerinden dolayı Halife tarafından Ebu’l-Feth lakabı verilmiştir.60 Sultan Alp Arslan bu seferin ardından birçok önemli emirini Anadolu’nun fethi ile görevlendirmiş ve bu emirler de başarılı fetihlerde bulunmuştur. Bu fetihlere karşı Bizanslılar iyi bir biçimde korunamayan ve gittikçe tehlikeye düşen Anadolu’yu kurtarmak için Romanos IV. Diogenes gibi güçlü bir ismi tahta çıkardılar. Diogenes Anadoluya yapılan bu fetih hareketlerine karşılık vermek adına büyük bir ordu toplayarak Suriye istikametine doğru harekete geçti. Diogenes bu seferi sırasında Anadolu’nun önemli yerlerini Selçuklulardan geri almayı başarmıştır61.

Diogenes bu sefer sırasında Melikşah’a bir elçi göndererek Malazgirt, Ahlat, Erçiş şehirlerinin Bizans’a geri verilmesini aksi taktirde güçlü bir ordu ile bu bölgeleri almak için sefere çıkacağını bildirmiştir. Sultan Alp Arslan bu sırada Mısır seferindeydi.

Haberi alan Alp Arslan, Diogenes tarafından gönderilen elçiyi red cevabıyla geri göndererek hemen Mısır seferinden dönüp Ahlat’a geldi. Bizans İmparatoru Diogenes ise, modern tarihçilerin 100.000 ile 200.000 kişi arasında tahmin ettiği kalabalık bir ordu ile İstanbul’dan harekete geçmişti. Sultan Alp Arslan Bizans ordusunun Anadolu’da ilerlediği haberini alınca süratle harekete geçti. Sultan hatunu, çocukları ve hazinelerini Veziri Nizâmülmülk ile Hemadan’a gönderdi ve savaş için yaklaşık 50.000 kişilik kuvvet topladı.62

Daha sonra Selçuklu kuvvetleri ile Bizans ordusu 24 Ağustos 1071 günü Malazgirt ile Ahlat arasındaki Rahva Ovası’nda karşı karşıya geldiler. 26 Ağustos günü başlayan savaş Sultan Alp Arslan’ın kesin zaferi ile sonuçlandı. Romanos Diogenes’in esir düştüğü bu savaş sonunda; Anadolu’nun kapıları Türklere açılmış bulunuyordu.63 Bu zaferin ardından Sultan Alp Arslan, Hemadan’a döndü. Burada birçok hükümdarın ve de halifenin gönderdiği elçileri ve tebrikleri kabul etti. Öte yandan Bizanslılar yenilgiyi öğrenir öğrenmez tahta VII. Mikhail Dukas’ı geçirmiş ve bu gelişme Selçukluların Diogenes ile yaptıkları antlaşmanın hükümsüz olmasına sebebiyet vermiştir. Bunun üzerine Sultan Alp Arslan emirlerine Anadolu’nun bütününü fethetme

60 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2002, s. 216;

Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 609; Coşkun Alptekin, “Büyük Selçuklular”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I-XIV, İstanbul, 1989, VII, s. 191.

61 Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 610-611.

62 Ali Öngül, Selçuklular Tarihi-I, Çamlıca Basım Yayın, Manisa, 2007, s. 63-64; Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 612.

63 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, 1969, s. 134-144; Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 613.

(35)

emrini vermiştir. Malazgirt zaferi ile birlikte Anadolu’nun fethi önemli ölçüde hızlanmıştır.64

Malazgirt zaferinden sonra, Sultan Alp Arslan büyük bir ordu ile Maveraünnehir’e, Karahanlılar üzerine bir sefer tertip etti. Maveraünnehir yakınlarında bulunan Berzem Kalesi’nin alınmasının ardından huzura getirilen kale kumandanı Yusuf el-Harezmi çizmesinde sakladığı bir hançerle Sultan Alp Arslan’ı yaralamış ve Türk ve İslam tarihinin en seçkin kişilerinden biri olan bu büyük hükümdar 25 kasım 1072’de vefat etmiştir. Sultan Alp Arslan babası Çağrı Bey’in Merv’de bulunan türbesine gömülmüştür.65

Sultan Alp Arslan’ın ölümü üzerine tahta on sekiz yaşında olan oğlu Melikşah geçti. Sultan Melikşah küçük yaşlarından itibaren babası ile birlikte birçok sefere katılmış ve önemli başarılar elde etmişti. Melikşah, Sultan Alp Arslan ile katıldığı seferlerde zekâsı, cesareti, sevk ve idaredeki kabiliyeti ile babasının gözüne girmiş ve Sultan Alp Arslan ölmeden önce onu kendisine veliaht tayin etmişti. Ancak babasının ölümünden sonra ortaya çıkan taht mücadelesinde amcası Melik Kavurd’un isyanının bastırılması ve Melikşah’ın tahta geçmesinde Nizâmülmülk önemli rol oynamıştır.66 Bu nedenle Melikşah Nizâmülmülk’ü vezirlikte bıraktı ve ona birçok hediye ile birlikte Tus şehrinin iktasını ayrıca da atabey unvanını verdi.67

Melikşah, tahta geçtiği ilk yıl önce Karahanlılar sonra Gazneliler üzerine taarruz ederek ülkesinin doğu sınırlarındaki güvenliği tahsis etmiştir. Sultan Alparslan döneminde barış imzalanan Bizans, anlaşma şartlarını yerine getirmemeye başlamış ve Melikşah bunun üzerine Anadolu seferlerini hızlandırarak Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyeti de pekiştirdi.68 Anadolu, Türkistan, İç Asya ve İran bölgeleri de tamamen Selçuklu hâkimiyeti altına alınmış ve devam eden yıllarda Suriye ve Kudüs’te uzun zamandan beri hâkimiyet süren Fatımilerin üzerine seferler düzenlenerek bu bölgeler de Selçuklu Devleti hâkimiyeti altına alındı.69

64 Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 614.

65 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, 1969, s. 144-147; Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 614.

66 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, 1969, s. 152-153; Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 614; Alptekin, a.g.m., s. 130-132.

67 Şapolyo, a.g.e., s. 93.

68 Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 61-64.

69 Alptekin, a.g.m., s. 136-137; Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, s. 615.

Referanslar

Benzer Belgeler

Malazgirt Savaşından sonra Anadolu içlerine taarruz eden Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklu Devletini kuran Tuğrul ve Çağrı Bey’lerin amcası Arslan Yabgu’nun

Türkiye Selçuklu Devleti kurulduktan sonra bu istikrarı sağlayan sultanlar, dünya ticaret yollarının geçiş noktası üzerinde yer alan Anadolu’yu

Mu„izzî‟nin, Dîvân‟da adına övgüde bulunduğu ve kaynaklarda hakkında çok fazla bilginin olmadığı şahsiyetlerden biri de Sultan Melikşâh ile

Selçuklu İmparatorluğu (1040-1157) Türklerin kurmuş olduğu yüze yakın siyasi teşekkül arasında yer alan dört büyük imparatorluk (Hun, Göktürk, Selçuklu,

1071'deki Malazgirt Savaşı'ndan sonra Türkler'in yerleşmeye başladığı Anadolu toprakları, 1308'e kadar varlığını sürdüren Anadolu Selçuklu Devleti'nin

durumu da fiilen ortadan kalkmıştır. Togayürek’in ardından ise Hasbeg b. Belengirî bu göreve tayin edilmiştir. Sultan Mesʻûd’un himâyesine girdiği

DİKKAT: Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fethi ile elde ettiği sınırsız otorite sayesinde Osmanlı Devletini bir CİHAN Devleti (Cihanşümül) haline getirecek pek çok önemli

çünkü, suç oluşturacak işlem ve eylemlere yasada belirgin biçimde yer verilmemesi, bu konunun idari düzenleyici işlemlere bırakılması belirsizlik yaratacak ve yasall