• Sonuç bulunamadı

FIKHJN ANLAM ve IŞLEVI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "FIKHJN ANLAM ve IŞLEVI"

Copied!
27
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MODERN ÇAGDA

• •

FIKHJN ANLAM ve IŞLEVI

Tebliğ

ve Müzakereler

Tartışmalı İlmi ihtisas Toplantısı 06-07 Nisan 2019

Sakarya Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Toplantı Salonu

İstanbul 2019

(2)

"'

en sar

ISBN: 978-605-9519-54-0 Sertifika No: 17576

iSLAMİ İLİMLER ARAŞTIRMA V AKFI Tartışmalı ilmi Toplantılar Dizisi: 94

;Tartışmalı ilmi ihtisas Toplanhları Dizisi: XV

i

~ Kitabın Adı

Modern Çağda Fzkhm Anlam ve İşievi

Koordinatör Doç. Dr. Osman GÜMAN

Editör

Doç. Dr. Osman GÜMAN

Yayma Hazırlayanlar

Dr. İsmail KURT -Seyit Ali 1ÜZ

SonOkuma

Arş. Gör. Ahmet Nurnan ÜNVER-Arş. Gör. Muhammed Ali ACAR

Arş. Gör. Nuray SARMAN

Kapak Tasarım

Halil YILMAZ

Baskı, Cilt

Cınar Matbaa ve Yay. San. Tic. Ltd. Şti.

100. Mlı. Matbaaalar Cd. Ata Han, No.:34/S Bağalar 1 İstanbul, Tel.: 0212 628 96 00

·sertifika:45103

Basım

Aralık 20191 1000 adet basılmıştır.

İletişim:

Ensar Neşeiyat Tic. A.Ş.

Düğmeciler Mah. Karasüleyman Tekke Sok. No: 7 Eyüpsultan 1 İstanbul Tel: (0212) 491 19 03 -04- Faks: (0212) 438 42 04

www.ensamesriyat.com.tr- siparis@ensamesriyat.com.tr

(3)

MODERN ÇAGDA FlKlH HAKKINDA KONUŞMAK Tuncay BAŞOGLu•

Giriş

Modern dünyada fıkıhtan bahsetmek, ilim olarak fıkıhtan söz etmenin yanısıra uygulamadaki hukuk sistemlerinden, yeni şartlarda

müslümanca yaşamak için helal ve haram olan hususları belirlemeye yönelik ihtiyaçtan, hak ve adaletle ilgili sorunlardan bahsetmeyi de ge- rektirir. Ancak buradaki konuşmayı, modern çağda müslüman dünya-

nın içine düştüğü kapsamlı ve çok boyutlu krize tepki olarak fıkıh ilmi ve hukuk sistemleri bakımından neler yapıldığı ve bu yapılanlara yöne- lik eleştiriler ile sırurlayacağım, ayrıca ilrrli çalışmalar açısından bun- dan sonra nasıl bir yol alınabileceğine dair bazı mülahazalanmı ortaya

koyacağım. Bu mülahazalann arka planını oluşturan sahne, vakıa ya- hut son iki asırlık durum hakkında daha önce çok şey söylendiği için burada onu tahlil ile meşgul olmayacağım; sadece fıkhın hakkında hü- küm vereceği meselelere (mahkum fih) dair genel bakış açımı göster- mek üzere kısa bir tasvir le yetlneceğim.

Modem dünya veya modern çağ denildiğinde çok boyutlu bir

dönüşüm dönemi ve sorun yumağı hakkında konuştuğumuz açıktır.

Esasen dünya tarihinde bir dönemin "modern" olarak adlandınlması ve onun içeriğine işaret eden "modernite" terimi, her ne kadar kadim, ge- lenekli yahut klasik olandan büyük bir farklılaşma içeren bir vakıayı tanımlıyorsa da aynı zamanda Aydınlanma ideolojisinden kaynaklanan anlamlarla yüklüdür; Aydınlanma'nın vadettiği mutlu ve aydınlık bir

dünyayı ima eder. Ancak modern ve modernite, artık büyük bir çözül- me ve çöküşün (dekadans), bir tefessühün, dahası insanlığın yok olma tecrübesinin adı olmuştur. Modem dönemde sadece islam §lemi değil, tüm toplumlar fikri, il.ın:l, sosyal, ahlaki, siyası v~ iktisam boyutları

olan çok yönlü bir değişimden geçmiştir ve halen de geçmeye devam ediyor. Bu çok boyutlu dönüşümü burada özetle dahi tasvir etmek

• TDV İslam Araştırmaları Merkezi, tuncay.basoglu@isam.org.tr

(4)

mümkün değildir.1 Batı medeniyeti alet yapma (teknoloji), yönetim, ekonomik üretim ve finansman alanlarında yenilikler getirdi, bilgiyi bunlara hizmet eden hususlada sınırladı ve tüm dünyayı dönüştüren bir süreci başlattı. Dünyaya en önemli hediyelerinden biri hemen her alan- daki muhayyel (sanal, kurgusal) varlıklar oldu. Öte yandan gerek fiziki dünyada geri dönülemez bazı dönüşümlere yol açarak gerekse ahlaki ve sosyal alanda geri dönülemez bir takım çöküşlerle insanlığın beka-

sına yönelik büJTi!k bir tehdidi ve insanca yaşamayla ilgili global ölçek- li, köldü adalet v~ ahlak sorunlarını ortaya çıkardı. İnsan için arı~ olan alet yapımı ve örgütlenme konularında etkili örnekler ortaya koyarken bizatihi insana ve insanlar arası ilişkilerde insaniliğe dair bir şey geti- remedi, aksine düşüşe yol açtı. Bu ana sorunların tedavisi, insanın ken- disinin "olması"yla, yani değerlerinin ve iradl fiilierinin isabetliliği ile

alakalıdır, bu da İslam'ın ve müslümanların tevhidi yayma ve adaleti ikame etme sorumluluk ve imkanlarıyla irtibatlı ve ona vabestedir, bu dahi hak dinin varlığını sürdürmesiyle doğrudan irtibatlıdır. İşte şeriat ve fıkıh, bu sorumluluğun ilkeleri ve adaleti ikame sürecinin rehberi olarak devreye girer.

Fıkhın varlığı ve işlediği de esasen hak dinin varlığına, dolayı­

sıyla iman temeline dayalıdır .. Eğer dine, dolayısıyla Şeriat-ı Ahmedi- ye'ye iman eden ve ona uygun yaşamaya kararlı olan fert ve topluluk- lar yoksa fıkıhtan sadece tarihe ait bir literatür ve uygulama olarak bahsedilecek demektir. Bu iman etme ve yaşamanın, ilm.l/akli ve vic- dam olarak ikna olmuş olmayı gerektirmesi bir önşart olmakla.birlikte bunun yeterli olmadığı, bir iradeyi ve talebi gerektirdiği de aşikardır.

Modem çağ ifadesi farklı bakış açılarına ve farklı bağlarnlara gö- re çeşitli şekillerde tanımlanabilir. Bununla Türkiye için yaklaşık son iki asırlık dönemi ve özellikle Tanzimat'tan bu yana olup biten deği­

şimleri kastediyorum. 2 Bu durumun benzeri Mısır' da ve biraz daha

1 İşin açıkçası, bu dönüşümün başlancısı olan Batılılar da onu sahiplenme ve yönlen- dirme iddialarına rağmen gerçekte yönetme, denetleme ve istedikleri yöne yönlen- dirmekten, hatta giderek anlamaktan aciz durumdadırlar. Karşı karşıya olduğumuz

yeni durum hakkında çok çeşi_tli tasvirler, adlandırmalar ve bol miktarda veri üzerin- den tespitler yaparak ve geleceğe yönelik tahminlerde bulunarak gerçekliği yakala- maya çalışmaktadırlar ve bu açıdan İslam alemindeki ilim adamı, siyasetçi ve düŞü­

nürlerden çok daha donanımlı ve daha ileri bir çaba içinde olduklan gözardı edile- mez. Bununla birlikte mevcut gelişmeleri ortaya çıkaran medeniyet olarak, onun im-

kanlarını tüketmenin ötesinde yeni ve sağlıklı bir açılım getirmeleri de beklenemez.

2 Elbette Taıızimat'a ve oradan çok daha ileri seviyede Batılılaşma dediğimiz olguya giden yol, tasavvur ve niyl?t olarak daha erken başladı. Ancak bu konu öncelikle dev- letin ıslahı ve güçlendirilmesi şeklinde algılandığı için başlangıçta fikr! düzeyde çok

(5)

MODERN ÇAGDA FIKIR HAKKINDA KONUŞMAK 185

sonra İran'da meydana geldi. Mısır'da modern tarih daha çok Fransız işgali ile yahut Mehmet Ali Paşa yönetimiyle başlatılır. 19. asrın ikinci yarısında bu üç ülkeden Mısır işgal edilmiş, İran İngiltere ile Rusya

arasında nüfuz bölgelerine ayrılmış, Türkiye ise ekonomik ve siyası

tahakküm altına alınmıştır. Hint altkıtası ise modern çağın getirdiği dönüşümlere biraz daha erken, 18. asır sonlarından itibaren muhatap

olmuştur. 18. asrın ikinci yarısından itibaren işgal edilip doğrudan sö-

mürgeleştirilen Hindistan ve diğer ülkelerde yukarıdaki üç ülkedeki gibi siyası bir dönüşüm sürecine fırsat olmamakla birlikte bunlarda

karşılaşılan fikri ve sosyal sorunlar, daha açık ifadesiyle müslüman

dünyanın varolma ve ayakta kalma sorunu oralarda da yaşanmıştır.

Geçmişte önemli İslam devletlerinin kurulu olduğu bölgeler içinde modern Batılı sömürgeciliğe ve sekiller fikri meydan okurnalara ilk maruz kalan bölge Hind altkıtası dır. 3 Malay takımadaları (Endo- nezya ve Malezya) aynı tarihlerde yani 19. asırda bütünüyle sömürge-

leştirilrniştir. Osmanlı sonrası başlayan yeni fetret (veya tavaif-i müluk) döneminde yani son bir asırda ise İsHim coğrafyasında çok sa- yıda ulus-devlet kurulmuştur. Bunların her birinin kendine has şartları bulunmakla birlikte Batılı hukuk ve yönetim sistemlerini ithal etmeleri ortak yönleridir. Benzer fikri sorunlar ve tartışmalar doğudan batıya

hemen tüm İslam coğrafyasında görülebilir. Batılı bir hukuk sistemi it- hal etmemiş olan Suudi Arabistan da Osmanlı sonrası ortaya çıkan ye- ni fetret dönemi devletlerindendir; kendine özgü bir itikadl söylem ve hukuki yapıya sahip olmakla birlikte ulus-devletin bir takım özellikle- rini taşır.

1. Fıkıh ilmi ve Hukuk Sistemi Bakımından Neler Yapıldı?

İslam aleminde, kısaca modernleşme olarak ifade edebileceği­

miz, modern çağa intibakın yahut dönüşümün kaynağı Batılı düşünce­

ler, dayatrnalar, işgaller ve yeni iktisacli-siyası yapıların getirdiği zo- runluluklar olunca bu tehdide karşı koyma veya uyum sağlama yönün- de verilen tepkiler çeşitlilik arzetti. Bu çeşitli tepkiler, farklı düşünce yaklaşırnlarını ortaya çıkardığı gibi bu da çeşitli cemaatleşmelere yahut

sosyal-siyası hareketlere ve neticede kurumlaşrnalara yol açtı.

tartışılmadı, acil askeri ve siyasi krizlerle yüklü vakıadan hareketle kısa vadede sonuç alacak, ama uzun vadede getirecekleri pek de hesap edilmeyen bir yola girildi.

3 Endülüs ve Kazan örneklerini modern öncesi döneme ait işgaller olarak görüyorum.

Sömürgecililde birlikte Hint altkıtasından daha önce veya eşzamanlı işgale uğrayan küçük bölgeler varsa da bunlar esaslı bir düşünce krizine yol açınayıp daha ziyade mahalli olarak görülebilecek birer sorun teşkil ediyordu.

(6)

Banlı ülkelerin dünya üzerinde siyası, iktisadi ve kültürel haki- miyet kurduldan bu dönemde, Batı'daki yönetim ve hukukla ilgili ge-

lişmeler dünyanın diğer ülkelerinde de takip ve taklit edildi. Bu.takip ve taklit, Batılı hukuk sistemlerinin adeta külliyen ithaliyle neticelendi.

Bu durum, hem sömürgeciliğin getirdiği dayatmalardan hem de bunun modern bir devlet inşa etmenin vazgeçilmez bir şartı olarak görülme- sinden kaynaklandı. Hegel'in Tanrı'nın tezahürü ve kendini gerçekleş­

tirmesinin nihai aşaması olarak yorumladığı modern devlet, Fransız ih- tilali sonrası ortaıV-da kendi otoritesini nihai otorite olarak gören ve hu- kuk yapımını tekeline alan ulus-devlettir. Ulus devletin ve milliyetçili-

ğin inşa ve gelişiminin hikayesi4 bir bakıma modern hukuk anlayışının

ve hukuk sistemlerinin de hikayesidir.

Hukuk alanında bu değişimi ele alan bir makalesinde Kelsen,

Tanrı ile modern devlet anlayışının sosyal ve psikolojik kökenieri ara-

sında paralellik kurar ve modern dönemde devletin hukukun kaynağı olarak Tanrı' nın yerini aldığına işaret eder: "Devlet teorisinin, yani tüm sosyal yapılann en mükemmeli ve tüm ideolojilerin en gelişınişi

olan bu teorinin Tanrı öğretisine yani teoloji ye çok çarpıcı paralellikler göstermesi şaşırtıcı· değildir. Bu sadece, -Hegel örneğini izleyerek- Te- olojinin Tanrı'ya atfedegeldiği tüm temel sıfatlan atfettiği devleti, bi- linçli olarak etik anlamda rp.utlaklaştırmayı ve dolayısıyla tanrılaştır­

mayı hedefleyen devlet teorisi hakkında geçerli olmakla kalmaz, bek- lenmedik şekilde büyük oranda antik ve modern tüm devlet teorisi hakkında da geçerlidir."5

Burada artık devlet hukukun icracısı, adaletin aracısı yahut hu- kukun kaynağı olan otoritelerden biri değildir; hukukun tek sahibidir, devletin dışında bir hukuk otoritesi yoktur, adalet onun irade ettiği şeyden ibaret olduğu için onun yaptığı adaletsizlikle nitelenemez, hu- kuk nizarnı devletle özdeştir: "Devletin özüne ait en mümeyyiz vasfı

olarak görülen hakimiyet, temelde, devletin en yüksek güç/iktidar ol- masından başka bir anlama gelmez."6 Modern hukuk telakkisinde Tan-

rı'nın yerini devlet almıştır. Bu sadece faşist siyası sistemlerde değil

liberal veya sosyalistikomünist siyası sistemlerde de aynıdır. Kara Av-

4 Bu hikaye Benedict Anderson ve Eric Hobsbaum gibi sosyal bilimciler ve tarihçi- lerce aynnnlı olarak anlaulmıştır.

5 Hans Kelsen, "Gott und Staat", Logos, 1922-23, sy. ll, s. 269. Esere dikkatimi çe- ken Tahsin Görgün'e teşekkür ederim. Yukandaki atftn eserin İngilizce tercümesin- deki yeri için bk. "God and State", Hans Kelsen, Essays in Legal and Moral Philo- sophy, (tre. Peter Heath, Dordrecht- Boston: Reidel 1973) içinde, s. 68.

6 Kelsen, "Gott und Staat", s. 271-272; İngilizce tre., s. 70-71.

(7)

MODERN ÇAGDA FIKIH HAKKINDA KONUŞMAK 187

rupa hukuku, İngiliz hukuku ve sosyalist hukuk anlayışında bu açıdan müşterek bir yön vardır. Modem bürokrasinin 19. ve 20. asırda hukuk sistemini kendi tekeline alışını ve gerektiğinde dini de kullanışını Al- manya, Fransa, Türkiye, Çin ve Arjantin'in ceza kanunları ve hukuk sistemi üzerinden inceleyen Miller de söz konusu gelişmenin aslında

tüm dünyaya yayılmış genel bir eğilim olduğuna işaret eder. 7 Tabii modern sömürgeciliğin burada sadece hukuk ve siyaset boyutuna işaret etmiş oluyoruz, oysa burada değinemeyeceğimiz ekonomik boyutunu yani kapitalizmin yayılmasını da ayru vakıanın çok önemli bir parçası

olarak görmeliyiz.

Yukarıda bahsedilen ve kısaca işaret etmekle yetindiğimiz mo- dern devletin ve modern hukukun Bau dışındaki ülkelere yansıması,

çok boyutlu bir sömürgeciliğin parçası şeklinde olmuştur. İslam dün-

yası özelinde ele almak gerekirse, sömürgeciliğin ilk aşaması önce ik- tisadi ve ardından siyası olarak gelişmiştir. Bu aşamada sömürgeci ya-

yılmacılığın önünde engel olarak görülen tüm müesseselerin (hilafet, medrese, tarikatlar ve tekke, vakıf sistemi, mahalle nizarnı ve tabii ki

şer'1 hükümlere dayalı hukuk sisteminin) yıkılınası veya engel olmak- tan çıkanlması hedeflenmiştir.

Bir başka ifadeyle müslüman toplurnların üst yapısı (siyasi- hukuk!, iktisadi, ilnıl) tahrip edilmiştir. Bu tahribatta modern Batı'nın

ve modern bilimin tabiri caizse "aşırı selefi akımları olan" pozitivizm ve sosyalizmin İslam ülkelerinin elitleri arasında yaygınlaşması ve on-

ların, modern söylemlerin "literal-nasçı müminleri" olmaları, sömür- geci yapıların yerleşmesinde öncü kol olarak işlev görmüştür ve halen de görmektedir. Modern Batılı değerleri benimseyen eliderin nasıl or- taya çıkuğı ve onlara destek veren bir kitlenin nasıl oluştuğu ayrıca

tahlil edilmesi gereken bir husustur. Bunun itikadl yönlerinin yanısıra tarihi-sosyal boyutları da vardır. İlk sömürgecilik aşamasımn en kalıcı etkilerinden biri etnik yapılardan "uluslar" oluşturulması, ulus eksenli tarih, dil ve hatta din inşası, böylece müslüman toplumlar arası birliğin

kökten sarsılması olmuştur.

Özellikle İkinci Dünya Harbi'nden sonra başlayan ikinci aşama­

da Bau'yla iltisaklı yönetimler kurulmasının kapitalist yayılma ve si-

yası hegemonya için yeterli olmadığı, kültürel ve sosyal boyutun da eklenmesi gerektiği düşüncesiyle hareket edildi. İlgili toplumlar kültü- rel açıdan dönüştürölmedikçe söz konusu ülkelerin Bau'ya eklemlen-

7 B k. Ruth A. Miller, Fıkıhtan Faşizme- Osmanlı 'dan Cumhuriyet' e Günah ve Suç, tre. Harndi Çilingir, İstanbul 2018.

(8)

mesi tam olarak gerçekleşmeyecekti. Bu dönüşümün temel araçları, di- lin ve yazının dönüştürülerek geçmişten kopuşun keskinleştirilmesi, şehirlere göç, medya araçları ve bunlar yoluyla yaygınlaştırılan yaşarn

modelleri ve söylemler olacaktı. 8 Toplumun yukarıdan dönüştürülmesi için kullanılan hukuk ve eğitimle birlikte tabandan değişimin araçları

da devreye alındı. Bu aşamanın önemli etkileri arasmda dilin ve edebi-

yatın dönüşümü, a.şiret yapılarının ve gelenekli aile yapısının bozulma- ve kadının dönqştürülmesi sayılabilir. Dilin, kültürel müsellemat ve teamüllerin, kadını ve ailenin dönüştürülmesi, ilk sömürgecilik aşama­

sında da hedef olmakla birlikte bunlann esas dönüşümü bu ikinci aşa­

mada gerçekleşme yoluna girmiştir.

Soğuk Savaş'ın bitirilmesinin hemen ertesinde başlayan üçüncü aşamada ise İslam coğrafyasındaki kurdurulmuş veya teslim alınmış devletlerin olabildiğince küçük, direnemeyecek ve rahatlıkla yönlendi- rilebilecek devletçiklere bölünmesi, müslüman toplumların sürekli

kargaşa içine düşürülerek herhangi bir uzun vadeli siyasi ve iktisadi

kalkınınayı gerçekleştirmesinin engellenmesi ve·nüfus artışının olabil-

diğince yavaşlanlması Batıhlar'ın, özelde ise · ABD'nin temel hedefi oldu. Son asırlık dönemde özellikle merkez coğrafyadaki ülkelerde sık sık askeri darbelerin yaptırılması, hatta kesintisiz askeri yönetimlerin

kurulması yetmezmiş gibi, bu üçüncü aşamada yani son otuz yıllık dö- nemde sürekli bir savaş yürütüldüğü görülür.

"Medeniyetler çatışması" teziyle yön verilen bu dönemde, sadece İslam ülkeleri değil yeni Roma'nın dtinya üzerindeki hakimiyet çabala-

rına karşı koyarnayan hemen tüm orta ve küçük boy devletler etkilen- mektedir, ancak üçüncü aşamada özellikle müslüman toplumlar ve İslam hedef alınmıştır. Çünkü İslam, bizzat Batılı ülkelerde de insanın anlam arayışına makul bir cevap teşkil edebilecek ve hakim sistemin yol açtığı adaletsizlik ve haksızlıklara karşı koyabilecek tek alternatif haline gelmiştir. Dine karşı dinin çıkarılması ve müslümanlar arasında

dine dayalı savaşlar başlatılması yönündeki siyasetlerin, çeşitli terör örgütlerinin kurdurolup desteklenmesinin, İslamofobinin özellikle teş­

vik ve tahrik edilmesinin gerisinde hem bu alternatifi etkisizleştirme

8 Bu tür düşüncelere örnek olarak bk. Daniel Lerner, The Passing of Traditional So- ciety: Modernizing the Middle East, Glencoe, IL: Free Press, 1958. Lerner, 19SO'li

yıllarda başlayan bir araştırmanın sonucu olan bu kitapta, Batılı bir model çerçeve- sinde İslam dünyasının merkezi: coğrafyasındaki altı ülkede (Türkiye, İran, Mısır, Su- riye, Ürdün, Lübnan) gelenekli toplumun aşılmasının yollarını ele aldı ve dönüşümün en önemli araçlarını kitle iletişim araçları olarak tespit etti.

(9)

MODERN ÇAGDA FlKlH HAKKINDA KONUŞMAK 189

çabası hem de mevcut devletlerin küçük parçalara bölünmesi hedefi yatar.

Henüz üçüncü aşamada hedeflenen hususların tamamı gerçekleş­

titilmiş değildir, ancak süreç devam etmektedir. Şu an için en önemli etkisi, Doğu Türkistan ve Myanmar'dan Cezayir'e ve Bosna'ya kadar

geniş bir coğrafyada uygulanan soykırım düzeyindeki katliamlar ile milyonlarca mültecinin ortaya çıkmasıdır.

Sömürgeciliğin bundan sonraki (dördüncü) aşaması ise bilgi tek- nolojileri yoluyla tüm dünyada 1984'te anlatılan denetimin de ötesine geçen bir denetim kurulmasıdır. Bu aşamanın görünen yönlerinden bi-

ıi, yeni büyük imparatorlukların dünyayı kendi aralarmda nüfuz bölge- lerine ayırmaları ve paylaşmalan, bir diğeri bilgi, iletişim, finans ve üretim ağlarını ve kaynaklarını kontrol eden büyük şirketlerin varlığı karşısında ulus-devlet yapılarının önemini kaybetmesi ve zayıflaması­

dır.

Bütün b~nların fıkıh ilmiyle ilgisi ne? Fıkıhla ve fıkıh tarihiyle ilgili incelemelerde dikkat edilmesi gereken iki harici husus vardır: ı­

Gerek fıkhın ilim olarak gelişimi/değişimi, gerekse şer'! hükürnlerin uygulanma seviyesi tarihi-sosyal bağlama sıkıca bağlıdır. "Zaten ilim- lerin hepsinde bunun geçerli olduğu" şeklinde bir itiraz getirilebilir.

Ancak kanaatimizce diğer ilimiere nazaran fıkıh, mahiyeti gereği siyasi nizarndaki değişikliklere ve toplum hayatındaki vakıaya daha duyarlı­

dır. 2-Fıkıh, aynı zamanda ilimierin genel durumuna da bağlıdır

ve

on- lardan bağımsız olarak fıkıh hakkında konuşmak büyük resmi gözden

kaçırınaya sebep olabilir.

Bu hususları göz önünde bulundurarak İslam coğrafyasında yu-

karıdaki farklı aşamalara verilen tepkileri ele alırsak, ilk aşamaya yö- nelik canlı bir söylemin geliştirilmesine rağmen, diğer aşamalarda veri- len tepkilerin cılız kaldığım söyleyebiliriz. Kültürel ve sosyal dönüşü­

mü hedefleyen ikinci aşamanın menfi tezahürlerine karşı arneli düzey-· de bazı tepkiler verilmişse de fikri düzeyde ciddi bir farkındalığın ol-

duğunu, uygun söylemlerin geliştiriidiğini ve alternatif yapılar öneril- diğini söylemek zordur. Fıkıh açısından bu aşamada geliştirilen en önemli hususlar helal gıda gibi birkaç alanla sınırlıdır. Benzer şekilde

üçüncü aşamaya yönelik tepki verınede de gerek sözde İslam devletle- rinin ve ülkelerinin gerekse müslüman toplumların ve cemaatlerin ye- terli bir farkındalık seviyesinde olduğu, böyle bir farkındalık olsa bile sadra şifa bir tedbir geliştirildiği söylenemez. Esasen makro tarih açı­

sından değerlendirildiğinde İslam aleminin son bir buçuk asırlık dö-

(10)

nemi bir fetret dönemidir; fetret dönemlerinde görülen tefrika, din! an- lamda tahrip ve sapmalar, düşman işgali ve esaret gibi özellikler bu dönemde fazlasıyla mevcuttur. Bu tür dönemlerin devletleri, müslü-

manların haklarını koruyamazlar, çoğu kere sosyal bölünme ve çanş­

malara sebep olurlar, dinin özünden uzaklaşuran, dilli hayatı yozlaştı­

ran -terirn anlamıyla- bidatlara yol açarlar. Fetret dönemleri değişen şartlar ve imkanlilf çerçevesinde yeni tohumları ve gelecekte meyve verecek müspet gelişmeleri de içinde barındırır. Tarihi parantez kapa- nıp yeni bir istik~met ve inkişaf dönemi açıldığında, fetret döneminin devletleri ve sapmaları karanlık bir dönemin failieri olarak tarihteki ye- rini alır.

. Dolayısıyla ikinci ve üçüncü aşamadan ziyade bugün hala etkile- rini yaşadığımız ilk aşamada fıkıh ilmi ve hukuk sistemi açılarından ne tür gelişmeler olduğuna kısaca değinelim. İslam coğrafyasında sömür-

geciliğe ilk maruz kalan ve ilk fikri tartışmaların . ve ekolleşmelerin \ or- taya çıktığı yer Hindistan'dır. Hindistan'da Ingiliz sömürge idaresinin yapukları, daha sonra Arap ülkeleri, Türkiye ve İran dapil\diğet yerler- de yaptıklarına, ayr.ıca Hollanda'nın Endonezya'da, Fr\ans~Jıın üç Ku- zey Afrika ülkesinde ve Suriye' de, Rusya ve Çin'in Orta Asya'da yap- tıklarına öncülük etmiştir.9

İngiliz sömürge idaresi, Hindistan'da iktisadi hakimiyeti ele ge- çirdikten sonra siyasi hakimiyetini yayrnış, bununla eşzamanlı olarak temel direnç noktası olan İslam'ın gücünü kırmaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Bu çerçevede hukuk ve eğitim sisteminde değişikliklere gi-

dilmiş, birbirinden farklı yüzlerce din, Hinduizm adıyla tek bir potada

birleştirilmeye ve Müslümanlara karşı bir topluluk çıkarılinaya çalışıl­

ımştır. Nitekim 19. asır, günümüzdeki anlamıyla Hinduizmin oluştu­

rulduğu, yeni Hindu hareketlerinin ve Hindu milliyetçiliğinin ortaya

çıktığı dönemdir. Hukuk ve eğitim sis~emindeki değişime paralel ola- rak 19. asrın ikinci yarısında resnıl yazışmalarda -İngilizce'nin yanısı­

ra-Devanagarl'nin kullanımına geçilmiştir. 20. asirda iki dünya harbi sonucu gelişen şartlarda müslümanların, asırlardır hakim oldukları bu bölgede tekrar hakimiyet kurmalarına engel olmak üzere ülkenin bö- lünİnesine çalışan İngiliz idaresi, müslümanların ayrı bir ülke kurmala-

rını ve karşılıklı göçleri teşvik etmiş, böylece ana kıtayı Hindu çoğun-

9 Orta Asya dışında diğer bölgelerde hukuk alanında meydana gelen değişimlere dair . bk. Wael Hallaq, Shari'a: Theory, Practice, Transformations, 3. Baskı, Cambridge:

Cambridge University Press 2012, s. 357-550. Bu kısmın bir özeti için bk. a. rnlf., An Introduction to Js/amic Law, Cambridge: Cambridge University Press 2011, s. 85- 170.

(11)

MODERN ÇAGDA FIKIH HAKKINDA KONUŞMAK 191

luğun yaşadığı, müslüman elitlerin etkinliğini kaybettiği bir bölge hali- ne getirmiştir. Bu bölünme daha sonra Bangladeş'in de bölünmesiyle

sürmüştür.

Osmanlı Türkiyesi'nde Tanzimat döneminden itibaren yapılanlar

ile Mısır'da yapılan değişiklikler birbirine paralel yürüdü, İran da özel- likle Türkiye'yi takip etti. Türkiye'de cumhuriyet kurulduktan sonra

inkılab adı altında yapılanlar, esasen İngilizler'in Hindistan'da, Rus-

lar'ın Orta Asya'da uyguladığı sömürgeci politikaların devlet eliyle

gerçekleştirilmesiydi. Bu çerçevede siyasi ve iktisam yapı dünyadaki hakim devletlerin çıkarlarına uygun şekilde yapılandırıldı, engel olarak görülen kurumlar ortadan kaldırıldı; bu halin sürdürülebilir olmasını

temin için kültürel ve tarilli köklerin unutturulması, bunlara erişim im-

kanının ortadan kaldırılması, ideolojik önyargıların yerleştirilmesi, Ba-

tılı değerlerin özellikle eğitim yoluyla yeni nesillere yayılması, bir yandan da dinin protestanlaştırılması yolunda çalışmalar . yürütüldü.

Bunlar müslüman toplumun din, dolayısıyla hukuk telakkisini ve değer yargılarını parçaladı; Batılılaşma projesi üzerinden devlet eliyle top- lumda derin bölünmeler ve çatlaklar oluşturuldu. 10

Dolayısıyla hukuk ve eğitim kurumlarının yıkılması, şer'! hü- kümlerin yürürlükten kaldırılması yanısıra, kültürel geçmişten kopar-

manın aracı olarak yazı ve dil değişimine gidildi, ayrıca her bir ülke için ulusal bir tarih inşa edildi. Bütün bu yapılanlar, müslüman toplum-

ları geçmişlerinden koparıp hafızalarıru kaybetmelerini sağla,maya,

müslümanlar arası asırlardır oluşan kültürel birliği ortadan kaldırmaya;

böylece Batılı hegemonyayı sürekli kılmaya hizmet etti.

Müslüman toplumların bu yapılanlara karşı tepkileri söz konusu müslüman ülkelerde benzerlikler arz eder. Büyükkara'nın tasnifini esas

10 Batılılaşma projesi çerçevesinde yapılan değişiklikler içerisinde laiklik uygulama-

sına çokça değinildi. Bir başka çarpıcı örnek yazının değiştirilmesidir. Köklü devrim-. ler geçirmiş olmalarına rağmen Fransa, Rusya, Çin, Japonya gibi i.Ukelerde ya-

zı!alfabe değişikliğine gidilmemiştir. Bir medeniyet geçmişi bulwımayan bölgeler bir kenara bırakılırsa sömürgecilerin yazı değişimini uyguladıkları yerler müslüman ül- keler olmuştur. Yeni kurulan Hindistan, Tayland, Kore, Yunanistan, İsrail, Ermenis- tan, Bulgaristan, Sırbistan, Etyopya gibi devletler kendi dini yahut tarim yazılarını

ihya etti; müslüman olmayan ve eski bir geçmişe sahip ülkeler arasında sadece Viet- nam latin alfabesine geçti. Esasen İran'da ve Arap ülkelerinde de yazı değişiidiğini savunanlar olmuş, ancak buralarda bunu zorlayacak kadar kuvvetli bir merkezi devlet

bulunmadığı için yapılamamıştır. Hint altkıtasında ise müslümanlar özeUikle Urdu dili ve yazısının korunması konusunda hassasiyet göstermişlerdir (ancak bugün Hin- distan ve Bangladeş'te alfabe değişmiş, sadece Pakistan'da dil ve yazı korunabilmiş­

tir).

(12)

alarak -ona bir ilaveyle birlikte-konuşursak şu akımlar ortaya çıkmış­

tırY

1) Temelde hukuk anlayışı bakımından Batı'daki gibi seki.iler-

leşmeyi savunanlar (daima milliyetçi söylemlerle ancak özde poziti- vizm veya sosyalizme dayalı akımlar üzerinden Batıcılık),

2) Sadece din! anlayışın değil bazen dilli hükümlerin kendisinin de modern bilim 'fe düşünce dikkate alınarak kökten bir yoruma tabi

turulmasını savunqp çeşitli modernist yaklaşımlar,

3) Dini düşünce ve yaşamda, sosyal ve siyasi hayatta değişim ve

ıslahatı öneeleyen ıslahatçı hareketler (Büyükkara, bunları temelde

kültürelıslahatı veya siyasiıslahatı öncelemeleri bakımından ikiye ayı­

rır),

4) Farklı seviyelerde muhafazadık sergilemekle birlikte geleneğe yaklaşımları çeşitlilik arz eden gelenekçi yaklaşımlar (Büyükkara bun-

ları temelde Selefiyye, medrese gelenekçiliği ve tarikat gelenekçiliği

olarak üçe. ayırır). ·

Gerek müslüman toplumların varlığı ve umumi menfaatları ge- rekse dini ilimierin geneli ve fıkıh açısından bakıldığında ilk iki yakla-

şımın yıkıcı olduğunu, -olumlu bir katkı yapmadığım, bundan sonra da

yapmasımn mümkün olmadığını; hemen her yerde ya şer'! hukukun tamamen yürürlükten kaldırılmasını veya aile hukukuyla sırurlanarak

etkin olmaktan çıkarılmasım intaç ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü bu

yaklaşım sahipleri bir yandan kimlik ve zihniyet sorunu. yaşarken diğer

11 Bk. M. Ali Büyükkara, Çağdaş İsliimf Akımlar, İstanbul: Klasik Yay., 2018. Ya- zar, bu eserde modern hareketleri gelenekçilik, ıslahatçılık ve modernizm şeklindeki üç ana yaklaşım çerçevesinde ele alır.

Çağdaş düşünce eğilimlerini ve hareketleri tasnif eden başka yaklaşırnlar da bulun- maktadır. Bunlara dair bir özet için bk. Casir Avde, İsltim Hukuk Felsefesi - Makôsıdü'ş-şeria, tre. Murat Çiftkaya, İstanbul2016, s. 153-168. Avde, bu tasniflere eleştiriler yönelttikten sonra çağdaş İslam hukuku teorilerinde üç eğilim teşhis ettiği­

ni söyler: Gelenekçilik, modernizm, postmodernizm, bk. a.g.e., s. 168 vd. Ancak modernizm ile postmodernizme örnek verilen kişiler örtüşmektedir ve bunların ayrı birer eğilim olarak sunulması, ~ullan.ılan yöntemlerle ilişkilidir. Ne var ki, her iki ba- kış açısı çerçevesinde ortaya konulan görüşlerin temelde aynı parad.igmaya dayalı olması ve "çağdaş değerlere göre" veya Bat.ılı teorik yaklaşırnlara dayalı olarak vahiy metinlerinin, Hz. Peygamber' in, şer'1 delillerio veya hükümlerin otorite olmaktan çı-

. karılmasım intaç etmesi dikkate alındığında halihazırdaki örnekleri itibarıyla post- moderilist görüşlerin, sekiller veya modernist yaklaşımların devamı olduğu söylene- bilir. Daha çok Batı'daki müslüman grupları tasvir açısından yapılmış bir başka tas- nif için bk. Bk. Tariq Ramadan, Westem Muslims and the Future of Islam, Oxford:

OUP, 2004, s. 24-30.

(13)

MODERN ÇAGDA FIKIH HAKKINDA KONUŞMAK 193

yandan telmik olarak genellikle fıkıh ilminden habersiz "aydınlar"dan oluşur. Genellikle diplomat, siyasetçi, felsefeci, mühendis, Batılı hu- lmk eğitimi almış hukukçu gibi farklı ihtisas alanlarmda yetişmiş, Batı­

lı değerleri, söylemleri ve bunların temelinde yükselen "bilimsel" yak-

laşımlan benimsemiş, çoğu kere bunları sorgulayacak bir altyapıdan

mahrum olan bu kişiler, İslfunl bir tenevvür ve mevkıfa, hatta çoğu ke- re İslam dini ve medeniyetine dair bir kimlik bilincine dahi sahip ol-

maksızın, dirıi "ileri mederıiyet"e ve "mevcut hakim nizama uydurma"

endişesiyle geliştirilmiş görüşler serdederler. 12

Bu iki yaklaşım İslam coğrafyasındaki hemen tüm iktidar sahip- lerinin ve sözde fikri-ilm! elitlerin temel yönelişi olmuştur. İslam coğ­

rafyasındaki yıkımın, yolsuzluğun ve sorunların baş sorumlusu, sö- mürgecilerle beraber özellikle onların "bayi"liğini üstlenmiş olan Batı­

sekiller akım mensuplarıdır. Sürekli tekrarlanan askeri darbelerle, üstten aşağıya zorbalıkla uygulanan sosyo-kültürel değişimle, zorbaları

ve zorbalıklan sorgulatmayan, kutsallaştırıp üstünü örten ve ıslah im- kaDını ortadan .kaldıran dar kafalı bürokrasisiyle Batıcı tecrübe, İslam tarihinin karanlık bir sayfasını teşkil eder. Dolayısıyla temeldeki bu

yolsuzluğu ve tahribatı sorgulamayıp mahkum etmeden sahih bir top- lum ve devlet nizamı, adil bir hukuk sistemi kurulamaz ve sağlıklı bir ilmi gelişim de beklenemez.

Diğer iki grup yaklaşımdan ıslahatçı yaklaşımların Pak.i.stan, Mı­

sır ve diğer bazı Arap ülkelerinde hukuk sisteminin şekillenm~sinde

etkili olduğu söylenebilir. Selefi yaklaşımın hakim olduğu yerler ise Suudi Arabistan ve bazı körfez ülkeleri olmuş, medrese gelenekçiliği­

rıin bir versiyonu ise İran'da hakimiyet kurmuştur. Bu iki gruptaki (ıs­

lahatçı ve gelenekçi) yaldaşımlar fıkıhla ilgili farklı fikri temellere ve metodolajik yönelişlere dayalı olarak ilmi eser ve düşünce üretmiştir.

Sömürgeciliğin ilk aşamasına verilen tepkilerin fıkıhla ilgili yö- nü, Batılılaşma ve sekülerleşme taraftarlarını, modernist söylemleri ve muhafazakar bir tavırla içe kapanınayı bir kenara bırakırsak, ıslahatçı

12 Özellikle Mısırlı bazı yazarlarda görüldüğü üzere laikliğin yeni bir versiyonu, şe­

riat ile fıkıh arasını ayırarak şeriatı genel diıll-Kur'fuu ilkelere hapseder ve fıkhı da tamamıyla taribl-beşeri bir kaideler yığını olarak çöpe atar. Oysa Şeriat ile fıkıh ara- sında bir farklılık olmakla birlikte ikisi ayrılmaz bir bütün teşkil eder; fıkıh, şer'! hü- kümler ve Hz. Peygamber ile ashabının uygulamalan üzerine yükselir; fıkhın beşeri­

tarim olması, dirll olması ile çelişmez. Fakat gaye Batılı dünya görüşüne ve hukuk sistemlerine dayalı bir sistemi sürdürmek olunca bir şekilde fıkhın elenınesi ve yerine Batılı hukuk biliminin il(ame edilmesine ihtiyaç duyulur. Tabiatıyla fıkıh elendiğinde Şeriat da elenmiş, işlevsiz bırakıliDlş olmaktadır.

(14)

(bir başka ifadeyle -kültürel veya siyaslıslahatçıları ayırdetmeksizin­

İslfuncı) düşünür ve hareketlerce belirlendi: Modem bir devlette uygu- lanabilir bir hukuk inşası ("İslam hukuku"), sekiller devlete karşı

"İslam devleti" ve kapitalist yahut sosyalist ekonomi sistemlerine karşı

"İslam iktisadı" önerisi. Islahatçı düşünürlerin ve hareketlerin çabala-

rının ve bu söylemlerinin fıkıh ilmine yeni bir yön verdiği, yeni bir

canlılık getirdiği, modern çağda müslüman kimliğinin inşasına önemli

katkılar sağladığı inkar edilemez.

1

Esasen Mecelle ile başlayan fıkıh ilmindeki dönüşüm, 14./20.

asırda özellikle Mısırlı bir fakihler nesli (buna Iraklı ve Suriyeli alimle- ri de ekleyebiliriz) eliyle, Kara Avrupa hukuk sistematiğini ve termino- lojisini esas alarak "İsHim hukuku"nun inşa edilmesine, mezhepler üstü bir nazariyeler dizisi geliştirilmesine, modern üniversite sistemi içeri- sinde yürütülen fıkıh tarihi ve mukayeseli çalışmalar yoluyla fıkhın bü- tününe dair bir kavrayışın ve fıkıh tarihirıe yönelik bir birikimin sağ­

lanmasına yol açtı. Pakistan'ın kuruluş aşamasında siyaslıslahatçı ha- reketlerin, özellikle Mevdudi ile başlayarak dile getirdiği yalnızca şer'!

bir hukuk sistemine sahip "İslam devleti" anlayışı kısa sürede yaygın­

laştı ve siyası bir bilinç oluşturdu.

Benzer bir husus yine aynı asrın ortalarında dile getirilmeye baş­

lanan ve esasen fıkıh 'eksenli olarak gelişen "İslam iktisadı" çalışmala­

rında da ortaya çıktı. Bütün bu çabaların ve söylemlerin, gerek canlı bir

fıkıh literatürü oluşmasında ve modern çağın hukuk sistemlerine dair bir kavrayış geliştirilmesinde gerekse çeşitli eğitim müesseseleri ile si- yasi, iktisadi, sosyal kurumlaşmaların ortaya çıkışında müsbet yönde etkileri oldu. İslam aleminde hala bu mirasın takip edildiğini, tüketildi-

ğini ve onun üzerine pek de bir şey eklenmediğini söylersek herhalde hata etmiş olmayız.

Bu müsbet yönlerine karşın ıslahatçı düşünürlerin geliştirdiği yaklaşımın sınırları ve menfi yönleri de gözardı edilemez. Isiahat hare- ketlerinin öncüleri, modem devleti bir vakıa olarak kabul etmiş ve fık­

bu vakıaya uygun olarak yeniden yapılandırmaya çalışmışlardır. Bu yaklaşım, 19. asırdan itibaren Hindistan, Osmanlı, İran ve Misır'da iki- li bir yapı arzetmeye başlayan hukuk sisteminde şer'} sisteme alan aç- ma çabası içinde olmuştur. Ancak bu iyi niyet, aşağıda kısaca değine­

ceğimiz tenkitlecin haklı olarak dile getirdiği çarpıklıklara da yol aç- mıştır. Benzer bir şekilde "İslam devleti" kurma çabaları fiilen büyük

(15)

MODERN ÇAGDA FIKIH HAKKINDA KONUŞMAK 195

engellerle karşılaşuğı gibi teorik ve ilmi bakırndan da zayıf kalrnışurP

Bu sebeple İslamcı hareketlerin iktidara geldiği yahut etkili olduğu yerlerde bir takım önemli değişiklikler yapılsa da esasen önceki yöne- timlerden devralınan Batılı hukuk sisteminin -ikili bir yapı haljude- devam ettirildiği görülür (Pakistan, Mısır ve İran bunlara örnek verile- bilir).

Islahatçı fikirlerin etkisiyle gerek Batılı eğitim almış Senhud ör-

neğinde olduğu gibi devlet nizarnı içinde görev almış hukukçular eliy- le, gerekse siyasi ıslahatçı hareketlerin mensupları tarafından çok sayı­

da fıkıh eseri üretilmiştir (birkaç örnek vermek gerekirse, Mevdudi, Abdülkadir Udeh, Said Havva, Yusuf el-KardaVı). İslam ülkelerinin büyük kısmında Baulı modelde kurulan akademik kurumlarda fıkıh eğitiminin yapılanması ve ders kitapları da, fıkhın yeniden yapılandı­

rılmasına uygun olarak cereyan etmiştir.

Öte yandan gelenekçi akım ve hareketlerin fıkıh yaklaşımlarının çeşitlilik arzettiği görülür. Medrese gelenekçiliği noktasında fıkıh ya-

zımı bakımından gerçekte sadece Hint altkıtasındaki Diyebendiler ile İran'daki İsİıaaşeriyye usiil1ler zikredilebilir. Çünkü Ezher ve diğer Arap ülkelerinde medreseler birer üniversiteye dönüştürülmüş ve ar- dından içerik olarak da eğitimi giderek zayıflanuştır. 14

Hint altkıtasında medrese gelenekçiliği (özellikle Diyobendller) klasik eseriere şerh-başiye yazımı geleneğini sürdürmekle beraber, ye- ni ve özgün çalışmalar da ortaya koymuştur. Pakistan ve Bindis- tan'daki Diyobend medreseleri hadis ağırlıklı bir eğitimi de bünyesine

katınakla beraber esas olarak Ders-i Nizarıll denilen programın çeşitli uyarlarnalarını takip etmekte ve bu çerçevede fıkıh eserleri üretmekte- dir.15 Klasik fıkıh metinlerine şerh yazımının devam ettiği Diyobend medreselerinin belki de en tanınmış ürünü İ'Lôu's-sünen'dir. İsnaaşe-

13 Nitekim 20. yüzyıldaki İslamcıların siyasetle ilgili görüşlerini ortaya koyarken se- küler düşünce kaynaklı mefhumları ve mekanizmaları esas aldıklan, modern ulus- devleti yeterince tahlil edemedikleri şeklinde eleştiriler getiıilmiştir. Mesela bk. Taha Abdurrahman, Ruhu'd-din-min zfkı'l-ilmaniyye ila saati'l-i'timaniyye, Darulbeyza:

el-Merl<ezu's-sekafi el-arab1, 2012, s. 354.

14 Endonezya, Yemen, Salıraaltı Afrika ve İran'daki sünni medreseler ile 2011 öncesi Suriye'deki cami ve üniversite dışı kurumlardaki eğitim faaliyetleri ayn bir değer­

lendirme konusudur, burada ortaya ÇJkan literatür üzerinden konuşmaktayım.

15 Diyobencli hareketine odaklanarak Hint alt kıtasında ulemamn son iki asırlık mace- rasını, faaliyetlerini ve yaptığı çalJşmalan inceleyen önemli bir eser için bk. M. Ka- sım Zaman, The Ulama in Contemporary Islam: Custodians of Change, Princeton:

Princeton University, 2002

=

Çağdaş Dünyada Ulema-Değişimin Muhafızları, tre.

M. Habib Saçmalı, İstanbul: Klasik yay. 2019.

(16)

riyye mensubu fakihler ise 13./19. asır başlarında usGlilerin kesin ha- kimiyet sağlamasının ardından Irak'ta ve İran'da fıkıh mirasının yeni- den şerh ve inşa edilmesine yönelik çalışmalar yapmışlardır. Gerek Hint altkıtasındaki sünni medreselerde gerekse İsnaaşeriye medresele- rinde fıkıh ve fıkıh usfılü bağlamında son iki asırda üretilen literatüre dair bir inceleme bilmiyoruz. Ayrıca gerek Pakistan'ın kuruluşundan

günümüze, gerekse İran devriminden sonra bu iki ülkede fıkıh bağla­

mında ne tür tartı~malar yapıldığına ve ne tür bir literatürün ortaya çık­

tığına dair etraflı bir bilgiye veya araştırmaya da sahip değiliz. Her iki ülkede medrese mezunlarının hukuk sisteminde görev almaları, hukuk sisteminin nasıl işlediği veya üniversitelerde yürütülen hukuk eğitimi­

ne dair yeterli bir bilgimiz olduğunu da söyleyemeyiz.

Selefi gelenekçiliği de fikr1 yönelişleri bakımından kendi içeri- sinde çeşitlilik gösterir. Mesela, Suud yönetiminde kadılar ve alimler, bir mezhebe bağlı olmadıklarını ve meseleleri çözüme kavuştururken

içtihad yoluna başvurduklarını söylemekle birlikte ağırlıklı olarak Hanbel! mezhebinin kaynaklarını kullanmaktadırlar.16 Fıkıh ilmini dış­

lamayan bu tür selefiliğin 14./20. asırda ortaya koyduğu önemli çalış­

malardan birinin Kuveyt'te yayınlanan Fıkıh Ansiklopedisi (el-

Mevsuatu'l-fıkhiyye) olduğu söylenebilir. Fakat bu yaldaşımın belki de en önemli ürünlerinin klasik fıkıh eserlerinin tahkikli neşirleri olduğu­

nu da eklemeliyiz. Fıkıh mirasını dışlayan selefi yaklaşımlardan daha

siyasi-aşırı olanı, doğrudan Kuran'a ve Sünnet' e dönüş söylemi dışında

hukuk sistemi ve şer'! hükümlerin uygulanması konusunda tutarlı ve derinlikli bir şey ortaya koymamıştır.

Nitekim Mısır'daki tatblku'ş-şeria tartışmalarında radikal yakla-

şımların herhangi bir sosyal-siyası programa sahip olmadıkları ve hu- kuk teorisi yahut reformuna bir katkı sunmadıkları hususuna işaret edilmiştir. Bu yöndeki katkı sadece ortayolu takip eden "muhafazakar"

İslamcılardan gelıniştir.t7 Öteki Ehli hadis/Selefi yazarların daha çok

alıkarn hadisleri, alıkarn ayetleri tefsiri, hadis şerhi konulu eser üretme- leri de yinefıkıhtabir gelenek ve sistematiği yok sayma eğilimiyle ir-

tibatlıdır. Tüm dini hassasiyetlerine rağmen, bu sistematik karşıtlığı ve gelenekten gelen ilmi birikimi serbestçe (bu aynı zamanda iç mantık!

tutarlılığı gözetmeksizin anlamına geliyor) ele almaları sebebiyle Se- lefi yaklaşımların modern fikir ve uygulamalara yatkınlığı modernist

16 Bu konuda bir çalışma için bk. M. Ali Yargı, Suudi Arabistan'ın Yargı Sistemi, is-

tanbul: M.Ü. Uahiyat Fakültesi Vakfı, 2014.

17 Bk. Sami Zübeyde (Zubaida), Law and Power in the Islamic World, Londra:

T.B.Tauris, 2005, s. 173-174.

(17)

MODERN ÇAGDA FIKIR HAKKINDA KONUŞMAK 197

yaklaşımlardan daha geride değildir; Selefi söylemlerin fıkıh ilim ge-

leneğine ve mezheplere yönelik tenkit noktasında farklı istikametler- den de olsa modemist söylemle birleştikleri ve ayru gayeye hizmet et- tikleri görülür. Naslar (özellikle hadisler) bakımından bilgimizi artır­

mada ve bir kısım fılah meselelerini tartışmada yararlı çalışmalar ya-

pılsa da, gerek yaşadığımız dünyayı çözümleme ve yorumlama konu- sunda gerekse fıkıh kavramlarını ve meselelerini tarihi boyutuyla ele alma noktasında özellikle fıkıh ilim geleneğine karşı oları selefi anla-

yışların bir açılım getirmesi mümkün görünmemektedir.

Çeşitli İslam ülkelerinde kurulan il:ınl veya akademik kurumların (İslam üniversiteleri, şeriat fakülteleri, şeriat ve kanun fakülteleri, fıkıh konseyleri vb.) fıkıh ilminde bundan sonra ne tür bir gelişmeye yol

açabileceği tartışılması gereken bir konudur. Türkiye'deki fıkıh araş­

tırmaları bakımından burada kaydedilmesi gereken önemli bir husus, Arapça ve İngilizce (ve nisbeten daha az derecede diğer Batılı diller- deki) çalışmaların takip edilmesine karşın özellikle Urduca, Farsça ve Bahasa/Malayca üretilen eseriere dair bilgimizin ve ilgirnizin son dere- ce sınırlı olduğudur. Oysa ilgili ülkelerin fıkıhla ilgili eğitim kurumları

ve şer'! hükürnlerin hukuk sisteminde yer alması gibi açılardan Türki- ye'ye göre daha elverişli bir noktada yer almalan yanısıra fıkıbla ilgili eser sayısı bakımından da bu dillerdeki ilml eserler (kitap, makale vb.) Türkçe'deki literatürden daha az değildir.

2. Yapılanlara Yönelik Ne Tür Eleştiriler Getirildi?

Son yıllarda yapılan çalışmalarda bir kısmı vakıaya dair müslü- man düşünürlerin ve hareketlerin takındıkları tavırlar ve ortaya koy-

dukları uygulamalarla (yani fıkhın sosyal bağlamı, harici vasatı ile) il- gili, bir kısmı ise bizzat fıkhın kendi iç dönüşümüne dair değerlendir­

meler yapıldı ve eleştiriler getirildi. Bu eleştiriler bütünlük arz etme- melde birlikte ictihad çağrısı ve bunun modem yasarnayı meşrulaştır­

mada kullanılması, İslam devleti teorisi, devlet ve siyaset tasavvuru, temel değerler, fıkıh ilminin kendi iç dönüşümü, fıkıh usUlünde tecdid

çağrıları, fıkıh -ve genel olarak şer'! ilimler- eğitimi konularına dair oldu. Öte yandan Batılı hukuk ithalinin ne tür sonuçlar doğurduğu (se- küler hukukçuların savunmacı yaklaşımları bir kenara bırakılırsa),

özellikle medeni hukuk, ticaret hukuku, ceza hukuku, anayasa hukuku gibi adlarla anılan alanlarda yapılanların olumlu ve olumsuz sonuçları,

müslüman toplumlarda bu yeni hukuk tecrübesinin hak ve adaletin ikamesine ne gibi etkilerinin olduğu yahut gerçekten adalet denilen ih- tiyacı karşılayıp karşılamadığı üzerinde durulrnadı. Benzer şekilde it-

Referanslar

Benzer Belgeler

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

İş Sağlığı ve Güvenliği Anabilim Dalı Tezsiz Yüksek Lisans Derecesi, Genel Akademik Not Ortalaması (GANO) 2.5/4.00’den az olmayan, dönem projesini başarıyla

Örneğin Şubat 1995 yılında 35 yıl hizmetle emekli olmuş bir hekimin alacağı fazladan 5 yıllık ikramiye tutarı 123 TL iken, Temmuz 2001 ayında 36 yıl hizmetle emekli olmuş