• Sonuç bulunamadı

Bölgesel inovasyon sistemleri ve Türkiye: İstatistiki bölge birimleri sınıflandırması düzey 2 bölgeleri inovasyon indeksi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bölgesel inovasyon sistemleri ve Türkiye: İstatistiki bölge birimleri sınıflandırması düzey 2 bölgeleri inovasyon indeksi"

Copied!
178
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

BÖLGESEL İNOVASYON SİSTEMLERİ VE TÜRKİYE:

İSTATİSTİKİ BÖLGE BİRİMLERİ SINIFLANDIRMASI DÜZEY

2 BÖLGELERİ İNOVASYON İNDEKSİ

Mustafa GÖMLEKSİZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Abdulkadir BULUŞ

(2)

İÇİNDEKİLER

Sayfa No

Bilimsel Etik Sayfası ... iii

Tez Kabul Formu ... iv

Önsöz... v

Özet ... vi

Summary ... vii

Kısaltmalar Listesi... viii

Tablolar Listesi ... ix

Şekiller Listesi ... x

Giriş ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM – TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE ... … 10

1.1.Bilgi - Teknoloji - İnovasyon Mekanizması ve İktisadi Büyüme İlişkisi ... … 10

1.2.İnovasyon Doğası ... … 25

1.2.1.İnovasyon Süreçleri ve Ortaya Çıkan Modeller ... … 27

1.2.1.1.Doğrusal (Linear) İnovasyon Modelleri ... … 28

1.2.1.2.Etkileşimli (Interactive) İnovasyon Modeli... … 31

1.2.2.İnovasyonların Yayılımı (Diffusion of Innovations) ... … 34

1.3.İnovasyon Sistemleri Yaklaşımı ... … 39

1.3.1.Ulusal İnovasyon Sistemleri ... … 42

1.3.2.Bölgesel İnovasyon Sistemleri ... … 46

İKİNCİ BÖLÜM – İNOVASYON SİSTEMLERİ VE TÜRKİYE ... … 56

2.1.Temel Kurumlar ... … 56

2.1.1.Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ... … 56

2.1.1.1.Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) ... … 57

2.1.1.2.Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi (ULAKBİM) ... … 58

2.1.1.3.Ulusal Metroloji Enstitüsü (UME) ... … 59

2.1.2.Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ... … 60

2.1.3.Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ... … 61

2.1.4.Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) ... … 62

2.1.5.Türk Patent Enstitüsü (TPE) ... … 62

2.2.Destekleyici (İşbirlikçi) Aktörler ... … 63

2.2.1.Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (TGB) ... … 64

2.2.2.Üniversite ve Kamu Kurumları Araştırma Merkezleri ... … 66

2.2.3.Teknoloji ve İşletme Geliştirme Merkezleri (TEKMER) ... … 68

2.3.Finansmana Yönelik Kurum, Kuruluş ve Faaliyetler ... … 70

2.3.1.TÜBİTAK Destekleri ... … 70

2.3.2.Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) ... … 71

2.3.3.Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) ... … 72

2.3.4.Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Destekleri ... … 73

2.3.4.1.Sanayi Tezleri Programı (SAN-TEZ) ... … 73

2.3.4.2.Teknogirişim Sermaye Desteği ... … 75

2.3.5.Kalkınma Ajansı Destekleri ... … 75

2.4.Yenilikçi Firmalar ... … 77

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM – AMPİRİK ÇERÇEVE: İNOVASYONUN ÖLÇÜMÜ VE İNDEKS DEĞERLERİNİN OLUŞTURULMASI ... … 80

3.1.İnovasyonun Ölçümü ... … 80

3.1.1.Kamu Kurumları ... … 81

3.1.2.Beşeri Sermaye ... … 81

3.1.3.Altyapılar ... … 83

(3)

3.1.5.İnovasyon Çıktıları ... … 86

3.2.Literatür İncelemesi ... … 88

3.2.1.İnovasyon Ölçümüne Yönelik Başlıca İndeks Çalışmaları ... … 88

3.2.1.1.Global İnovasyon İndeksi (Global Innovation Index) ... … 88

3.2.1.2.Avrupa İnovasyon Skorbordu (European Innovation Scoreboard)... … 91

3.2.1.3.Bölgesel İnovasyon Skorbordu (Regional Innovation Scoreboard) ... … 94

3.2.1.4.Amerikan Bölgelerinde İnovasyon (Innovation in American Regions) ... … 96

3.2.2.İnovasyon Kapasitesi ve Performansı Kapsamındaki Diğer Çalışmalar ... … 98

3.3.Bölgesel İnovasyon İndeksinin Oluşturulması ... ...103

3.3.1.İndeks Bileşenleri ... ...105

3.3.2.İndekslerin Hesaplanması ... ...109

3.3.İnovasyon Etkinliği ... ...110

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM – TÜRKİYE İBBS DÜZEY 2 BÖLGELERİ İNOVASYON İNDEKSİ .... ...112

4.1.Düzey 2 TR10 Bölgesi ... ...116 4.2.Düzey 2 TR21 Bölgesi ... ...117 4.3.Düzey 2 TR22 Bölgesi ... ...118 4.4.Düzey 2 TR31 Bölgesi ... ...119 4.5.Düzey 2 TR32 Bölgesi ... ...120 4.6.Düzey 2 TR33 Bölgesi ... ...121 4.7.Düzey 2 TR41 Bölgesi ... ...122 4.8.Düzey 2 TR42 Bölgesi ... ...123 4.9.Düzey 2 TR51 Bölgesi ... ...124 4.10.Düzey 2 TR52 Bölgesi ... ...125 4.11.Düzey 2 TR61 Bölgesi ... ...126 4.12.Düzey 2 TR62 Bölgesi ... ...127 4.13.Düzey 2 TR63 Bölgesi ... ...128 4.14.Düzey 2 TR71 Bölgesi ... ...129 4.15.Düzey 2 TR72 Bölgesi ... ...130 4.16.Düzey 2 TR81 Bölgesi ... ...131 4.17.Düzey 2 TR82 Bölgesi ... ...132 4.18.Düzey 2 TR83 Bölgesi ... ...133 4.19.Düzey 2 TR90 Bölgesi ... ...134

4.20.Düzey 2 TRA1 Bölgesi ... ...135

4.21.Düzey 2 TRA2 Bölgesi ... ...136

4.22.Düzey 2 TRB1 Bölgesi ... ...137 4.23.Düzey 2 TRB2 Bölgesi ... ...138 4.24. Düzey 2 TRC1 Bölgesi ... ...139 4.25.Düzey 2 TRC2 Bölgesi ... ...140 4.26.Düzey 2 TRC3 Bölgesi ... ...141 Sonuç... ... ...142 Kaynakça... ... ...149 Ekler... ... ...165 Özgeçmiş... ... ...166

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(5)
(6)

Önsöz

İnovasyon son yirmi yıllık süreçte akademik çevrelerin ve araştırmacıların yoğun şekilde ilgilerini çeken bir kavram olmuştur. Bugün gelinen noktada, başta Avrupa Birliği ve OECD gibi önde gelen küresel ortaklıklar olmak üzere birçok ülke ve organizasyon, inovasyon sistemlerinin ve bu kapsamdaki politikaların geliştirilmesine odaklanmışlardır. İktisadi refah arayışlarında böylesine güncel ve önemli bir konunun Türkiye kapsamında irdelenmesi ve ortaya konmuş çabalara bir katkı sağlayabilmek amacıyla gerçekleştirilen bu çalışma, ulusal ve uluslararası literatürde bulunan birçok çalışmanın bir sentezidir.

Bu tezin başlangıç aşamasında bana gerekli çalışma ortamını temin eden ve yardımlarını esirgemeyen değerli hocam ve danışmanım Sayın Prof. Dr. Abdulkadir BULUŞ’a öncelikle içten teşekkür ediyorum. Çalışma konusunun ortaya çıkışı ve hazırlanmasında yol göstericiliğinden çok şey öğrendiğim değerli hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Birol MERCAN’a ise çok şey borçluyum. Bir akademisyenden öte, bir abi gibi elimden tutmuş olmasaydı, bu çalışma şu an tamamlanmış olmayacaktı. Bana olan güveni ve sağladığı tüm desteklerden dolayı kendisine olan vefa borcum sonsuzdur. Son olarak ise, fedakârlıkların en kıymetlisini yaparak, her anımda yanımda olan ve bana kol kanat geren sevgili Anne ve Babama tüm kalbimle minnettar olduğumu belirtmek isterim.

(7)

Bölgesel İnovasyon Sistemleri ve Türkiye: İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması Düzey 2 Bölgeleri İnovasyon İndeksi

Tarihsel süreç içerisinde refah artırımını hedefleyen ekonomik birimlerin öncelikli çabası, iktisadi büyümeye kaynak sağlayacak vasıtaların teşkili ve geliştirilmesine yönelik olmuştur. İnsan ihtiyaçlarının artan bir şekilde değiştiği günümüz dünyasında ise bu çaba, yeni bilgi düzeyi ve teknolojilerin yaratımına ilişkin olmaktadır. İktisadi refah kapsamında yeniliğe duyulan bu ihtiyaç, inovasyonlara gösterilen ilginin de merkezini oluşturmaktadır. Bununla beraber, son zamanlarda bu ilginin yönü, inovasyonun kendine has doğasını içerisinde barındıran ulusal ve bölgesel inovasyon sistemlerine doğru kaymıştır.

Bu çalışma, ulusal inovasyon sistemlerinin bir alt dalı olan bölgesel inovasyon sistemleri içerisindeki çeşitli bileşenler kapsamında, Türkiye’deki bölgelerin yenilikçi kapasitelerinin ve ilgili bölgeler arası karşılaştırılabilir homojen bir ölçütün ortaya konmasını amaçlamaktadır. Bu amaçla, İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması 2. Düzey kapsamında yer alan 26 bölgenin inovasyon indeksleri, inovasyon girdi ve çıktı bileşenleri altındaki bir dizi gösterge kullanılarak hesaplanmıştır. Temel olarak dört bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde, inovasyon ve iktisadi büyüme arasındaki ilişki ve sistem yaklaşımı teorik bir çerçevede verilmiştir. İkinci bölümde inovasyon sistemleri kavramı, içerisinde barındırdığı bir dizi belirleyiciyle birlikte Türkiye kapsamında incelenmiştir. Çalışmanın ampirik kısmını oluşturan üçüncü bölümde, inovasyon ölçümüne yönelik çeşitli çalışmalar ile indekslerin oluşturulmasında kullanılan ölçütler ve yöntem yer almaktadır. Dördüncü ve son bölümde ise, uygulanan yöntem sonucu elde edilen bulgular 26 bölge kapsamında ayrı ayrı değerlendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: İnovasyon sistemleri, İnovasyonun ölçümü, İnovasyon İndeksi JEL Sınıflandırması: O31, R11, R12.

(8)

Regional Innovation Systems and Turkey: NUTS 2 Level Regional Innovation Index

Economic agents have primarily aimed to constitute and improve resources for building welfare in the historical process. In today’s world, these resources are related to creating knowledge and new technologies since human needs increasingly vary and renew. In context to economic welfare, the need for regeneration accounts for underlying attentions to numerous innovations. Besides the increasing attentions have directed to national and regional innovation systems which contain the specific nature of innovations in recent times.

This study aims to constitute a comparable homogenous benchmark across the regions in Turkey to present their innovative capabilities within the regional innovation systems which is a sub-branch of the national innovation systems. For this purpose, regional innovation indexes of 26 NUTS 2 regions in Turkey have been calculated using a set of indicators in innovation input and output components.Basically in the first part of this four-part study, the relationship between innovation and economic growth are given in the theoretical framework and system approach. In the second part of the study the concept of innovation systems are examined together with Turkey within the scope of a number of determining element. The empirical part of the study is in the third chapter with several studies about measuring innovations and indices which are used to establish the criteria and methods of the study. The fourth and last part presents the findings of the 26 regions separately as a result of applied methods.

Key Words: Innovation systems, Measuring Innovations, Innovation Index. JEL Classification: O31, R11, R12.

(9)

Kısaltmalar Listesi

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

AR-GE : Araştırma ve Geliştirme

BİT : Bilgi ve İletişim Teknolojileri

DPT : Devlet Planlama Teşkilatı

EUROSTAT : Avrupa İstatistik Ofisi

GSYH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla

İBBS : İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması

ISO : İstanbul Sanayi Odası

KOSGEB : Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı

OECD : Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü

TEKMER : Teknoloji Geliştirme Merkezi

TÜBA : Türkiye Bilimler Akademisi

TÜBİTAK : Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu

TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu

TÜRKAK : Türk Akreditasyon Merkezi

TPE : Türk Patent Enstitüsü

TTGV : Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı

ULAKBİM : Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi

UME : Ulusal Metroloji Enstitüsü

URAP : University Ranking by Academic Performance

YÖK : Yükseköğretim Kurulu

(10)

Tablolar Listesi

Tablo-1: Fordizm ve Post-Fordizmin Karşılaştırılması ... 15

Tablo-2: Doğrusal ve Etkileşimli İnovasyon Modelleri ... 33

Tablo-3: İnovasyon Karar Süreçleri ... 36

Tablo-4: Farklı Tür İnovasyon Nitelikleri ... 38

Tablo-5: Ulusal İnovasyon Sistemi Tanımları ... 43

Tablo-6: Türkiye’de Teknoloji Geliştirme Bölgeleri ... 65

Tablo-7: Türkiye’de Üniversite ve Kamu Kurumları Araştırma Merkezleri ... 66

Tablo-8: Türkiye’de Teknoloji ve İşletme Geliştirme Merkezleri ... 69

Tablo-9: TÜBİTAK Destek Programları ... 70

Tablo-10: TTGV Destekleri ve Tanımları ... 71

Tablo-11: Türkiye’de Bulunan Kalkınma Ajansları ... 76

Tablo-12: Türkiye’de Firmaların Ar-Ge Harcamaları ve Ar-Ge İnsangücü (2010) ... 79

Tablo-13: Global İnovasyon İndeksindeki Bazı Ülke Sıralamaları ... 90

Tablo-14: Bazı Ülkelerin Avrupa İnovasyon Skorbordu Göstergeleri ... 93

Tablo-15: Bölgesel İnovasyon Skorbordu Bileşenleri... 95

Tablo-16: Bölgesel İnovasyon Skorbordu Bileşen Ağırlıkları... 96

Tablo-17: Amerikan Bölgelerinde İnovasyon İndeksi Bileşenleri ... 97

Tablo-18: İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması Düzey 2 Bölgeleri ... 104

Tablo-19: Bölgesel İnovasyon İndeksine ait Değişkenler ve Göstergeler ... 107

(11)

Şekiller Listesi

Şekil-1: Açık ve Örtük Bilgi Çerçevesinde Bilgi Tabanları ... 18

Şekil-2: Schumpeterci İçsel Büyümenin Belirleyicileri ... 22

Şekil-3: Bilgi-Teknoloji-İnovasyon Mekanizması ve İktisadi Büyüme... 23

Şekil-4: Doğrusal İnovasyon Modeli ... 29

Şekil-5: Etkileşimli İnovasyon Modeli ... 32

Şekil-6: İnovasyonun Yayılımı ... 35

Şekil-7: İnovasyon Sistemlerinin Genel Yapısı ... 41

Şekil-8: Ulusal İnovasyon Sistemi, Aktörler ve Bağlantılar ... 45

Şekil-9: Bölgeselleşme ve Yerelleşmenin Gelişimi ... 48

Şekil-10: Mekânsal Bir Birimde İnovasyon Oluşumunu Belirleyen Etkileşimler ... 54

Şekil-11: Bölgesel İnovasyon Sistemleri ve Aktörler Arası Bağlantılar ... 55

Şekil-12: Türkiye’deki Firmalarda İnovasyon Faaliyetleri (2008 - 2010) ... 78

Şekil-13: Global İnovasyon İndeksi Bileşenleri ... 89

Şekil-14: Global İnovasyon İndeksi 2011 ve Türkiye ... 91

Şekil-15: Avrupa İnovasyon Skorbordu Bileşenleri ... 92

Şekil-16: Avrupa İnovasyon Skorbordu 2011 ve Türkiye ... 94

Şekil-17: Bölgesel İnovasyon İndeksi Bileşenleri ... 106

(12)

Giriş

Bilgi ve teknolojinin egemenliğindeki değişen dünya düzeninde, gün geçtikçe derinliği artan küreselleşme dalgası ülkeleri ve bünyelerinde bulunan birçok sistemi değiştirmeye devam etmektedir. Dolayısıyla bu sistemleri meydana getiren ekonomik birimler, sosyal ve kültürel değerler / birikimler ve politik çevreler de bu değişimin birer parçası olmaktadırlar. Bilginin kritik bir önemde olduğu ve teknolojideki yeniliklere ayak uydurmanın giderek zorlaştığı içinde bulunduğumuz bu çağ, hiç şüphesiz bir “Bilgi ve Teknoloji Çağı”dır. 21. yüzyılın değişime çok daha duyarlı bu doğası, ulusların zenginliği ve refahının ayrılmaz parçası ekonomik çevrede de yansımalarını göstermektedir. Bu kapsamda yeni bilgi ve teknolojilerin anlaşılması ve bunlara uyumun sağlanması, iktisadi refah artırımını hedefleyen her ulusun ortak gayesi olmaktadır. Böyle bir anlayışı hâkim kılabilmek için de bilgi ve teknolojinin ekonomik ve sosyal sistem içerisindeki yerini tam manasıyla kavramak önemlidir.

İktisadi bağlamda 19. yüzyıl ortalarına kadar süren klasik dönemin ardından ortaya çıkan ilk neo-klasik yaklaşımlar bilgi ve teknolojiyi sistem içerisinde tamamen dışsal birer faktör olarak görüyor ve benzer teknolojik avantajların tüm birimler ve bireylere eşit şekilde dağıldığını varsayıyorlardı. Böyle bir yaklaşım teknolojinin kamu malı olarak görüldüğü bir anlayışla alakalıydı. Tam bilgi varsayımına dayanan bu neo-klasik yaklaşımlar, küreselleşmenin hız kazandığı ve bununla alakalı tartışmaların arttığı günümüzde güvenilirlik ve yararlılığın sınırlarında kalmışlardır. Bir kez böyle bir statik dünyadan ayrılıp, bilim ve teknolojideki yeni gelişmelere erişimin son derece düzensiz ve değişken olduğu teknik ve örgütsel bağlamdaki radikal yeniliklerin dinamik dünyasına girdiğimizde, önümüzdeki tablo tamamen değişmektedir. İktisadi teorinin politika yapımına bir şekilde katkı sağlaması için daha gerçekçi varsayımlar ve gerçekçi bir öngörüye gerek vardır. Böyle bir gerçeklikle ortaya çıkan yeni büyüme teorisi modelleri, bilgiyi ve teknolojik ilerlemeyi tamamen içsel ve insanlar tarafından yönlendirilen bir dizi kaynak ve beşeri sermaye bileşiminin oluşturduğu faaliyetler ve

(13)

yatırımlardan oluşan bir süreç olarak görmüşlerdir (Freeman, 1995: 17; Howells, 2005: 1221).

Bilgi ve teknolojinin ekonomik ve sosyal yaşam içerisindeki rolünün anlaşılması tarihsel sürecin analizi ile mümkün olabilmektedir. Bu kapsamda evrimsel bir süreçte birikimli şekilde artan bilgi düzeyi ve takiben meydana gelen teknolojik gelişmeler ile ekonomik ve sosyal sistem arasında iki yönlü pozitif bir nedensellik ilişkisinin var olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, (sistem içerisinde) zevk ve tercihler kapsamında sürekli artan insan ihtiyaçları bilgi ve teknolojiyi bir gereklilik haline getirirken, zaman içerisinde bilgi düzeyinde meydana gelen birikimli artış ve ortaya çıkan yeni teknolojiler, (sistem içerisinde) insan ihtiyaçlarının değişimindeki (yenilenmesindeki) sürekliliğin nedeni olabilmektedir. Ayrıca böyle bir süreç üretim sistemi, mekânsal yapılar, kültür ve davranış normlarındaki değişiklikleri de beraberinde getirmektedir.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist sistem içerisinde hâkim olan üretim düzeni Fordizm olmuştur. Genel olarak standartlaşmış metaların kitlesel üretim yapısı içerisinde bir montaj hattına bağlı olduğu bu yeni sistem küreselleşmenin aksine, ulusal bir temelde gelişmiştir. Bu kapsamda Fordist üretim süreçleri tüketicilerin taleplerinin sabit olduğu ve dolayısıyla piyasaların belirgin ve istikrarlı olduğu varsayımına dayanıyordu (Şen, 2000: 25-26). Ancak 1960’lı yılların sonuna doğru Fordizmin bu özellikleri, teknolojik değişim ve gelişimle karmaşıklaşan ekonomik ve sosyal ihtiyaçlara ve sorunlara yanıt olmaktan uzak kalmıştır. Ayrıca 1973’te ortaya çıkan, hammadde kaynaklarının tükenmesi ve çevre kirliliği tartışmaları ile gündeme gelen Dünya Petrol Krizi yeni ve esnek bir yapılanma gereğini doğurmuştur (Aydınlı, 2004: 4). Bu gereksinim ile ortaya çıkan ve “esnek üretim” sistemi üzerine kurulu Post-Fordist yaklaşıma göre, kitlesel piyasaların belirli bir doygunluğa eriştikten sonra parçalanıp çeşitlenmesi, tüketicilerin zevk ve tercihlerinin değişip gelişmesine ve sonuç olarak daha seçici olmalarına sebep olmuştur (Parlak, 1999: 90). Ekonomiler kapsamında üretimde çeşitliliğin ve verimliliğin artırılmasıyla ilgili küresel bir ihtiyaçtan ortaya çıkan Post-Fordizm, bu

(14)

ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olarak yeni bilgi ve teknolojilerin gerekliliğini net bir şekilde vurgulamıştır.

Geçtiğimiz yüzyıllar içerisinde gerekli bir şekilde değişen ve gelişen bilgi ve teknoloji kavramları, çağımızın trendi ‘değişim’ süreçlerinin habercisi olan yeniliklerin de temelini oluşturmaktadır. Söz konusu bu yenilikler bilimsel araştırmadan icada, geliştirmeye ve ticarileştirmeye kadar yeni bir ürün veya süreç yaratmadaki teknik, endüstriyel ve ticari adımlar bütünü olarak tanımlanmaktadır (Aslan, 2002: 330). Bahsedilen bu adımlar bütünü ise aynı zamanda, köken olarak eski ancak son zamanlarda kazandığı özel anlam nedeniyle henüz yeni sayılabilecek bir kavram olan “inovasyonlardır”.

İnovasyon köken olarak Latince olan “innovatus” sözcüğünden türemiştir. “Toplumsal, kültürel ve idari ortamda yeni yöntemlerin kullanılmaya başlanması” anlamına gelmekle birlikte, Türkçe’de “yenilik”, “yenileme” gibi sözcüklerle karşılanmaya çalışılsa da anlamı tek bir sözcükle ifade edilemeyecek kadar geniştir. Ayrıca "yenilik" ve "yenileme", "inovasyon" sözcüğü ile ifade edilmeye çalışılan kavramın dışında da çağrışımlara yol açmaktadır. Bu yüzden, "inovasyon" teknik bir sözcük olarak kabul edilebilmektedir (Tutar vd., 2007: 196). Tarihsel süreçte inovasyon kavramını açıklamaya yönelik birçok tanımla karşılaşmak mümkündür. Bu çeşitliliğin sebebi yeniliğin ve değişimin sürekliliğinden de kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla inovasyon olgusunun evrimsel gelişiminin, bu değişime ayak uydurmada gösterilen çabalarla doğrudan ilişkili olduğu söylenebilir.

Genel olarak inovasyon tüketicilerin daha önce karşılaşmadığı yeni bir ürünün icadı, imalatçılar tarafından daha önce keşfedilmemiş ve bilimsel olarak yeni olan bir üretim yönteminin bulunması, imalat dalları arasında daha önceleri var olmayan bir alanda yeni bir piyasanın oluşumu, yeni hammadde kaynakları ya da ara malların ele geçirilmesi ve herhangi bir endüstride yeni örgütsel oluşumların ortaya çıkması gibi birçok faaliyetten oluşmaktadır (Schumpeter, 1934: 66). Bu kapsamda inovasyonlar

(15)

ekonomik fayda içeren yeni yaratımlardır. Bu yaratımlar yeni marka ve yöntemleri kapsayabilmekte ve çoğu zaman da mevcut ürün ya da üretim düzenlerinin yeni bileşimleri olarak ortaya çıkabilmektedirler. Ortaya çıkan bu bileşimler çok çeşitli olmakla birlikte, inovasyonlara dair süreçler de son derece karmaşıktır. Bu süreçlerin yeni ürünlere ve üretim düzenlerine dönüşümünde, bilimsel ve teknolojik olanakların bilgi unsuruyla birlikte var olması gereklidir. (Edquist, 1997: 1).

Modern ekonomik bağlamda inovasyon aynı anda birden fazla yerde bulunan bir olgudur. İnovasyon ekonomi içerisindeki tüm alanlarda sürekli şekilde devam eden ve yeni ürünler, teknikler, organizasyon çeşitleri ve yeni piyasalarla sonuçlanan öğrenme süreçleri, araştırmalar ve keşiflerdir. Ekonomik kapsamda bazen bu faaliyetler yavaş, aşamalı ve artımlı olabilmektedir, ancak inovasyonlar her zaman orada olacaklardır (Lundvall, 1992: 8).

İnovasyon yeni ya da daha iyi mal ve hizmetlerin ortaya çıkarılmasıyla, verimliliği artırarak maliyetleri düşüren yeni teknoloji ve süreçlerin benimsenmesi olarak da nitelendirilebilir. Yeni teknolojilere böyle bir uyumun sağlanması, üretim sisteminin daha etkin hale gelmesine olanak sağlayacaktır. Ayrıca bu kapsamda oluşacak yeni iş modelleri ve örgütsel yapılar firmaların mesleki ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayarak karar süreçlerini geliştirmektedir. Bunun sonucu olarak da inovasyonun maliyetleri düşürerek kârlılığı artırdığı da söylenebilmektedir (Slaper vd., 2011: 37). Dolayısıyla inovasyon süreçlerinde yeni fikir oluşumlarının teşvik edilmesi ve yaratıcı yeteneklerin ortaya çıkarılabilmesi de önemlidir. Bu kapsamda organizasyonların temel görevi, fikir oluşumu ve yaratıcılıkları destekleyen bir çevreyi inşa etmek olmalıdır (Prajogo ve Ahmed, 2006: 502). Böyle bir çevre içerisindeki mekânsal ve bazen de sosyal yakınlıklar, bilgi ve enformasyonun oluşumunu kolaylaştırarak kolektif öğrenme süreçlerine katkıda bulunurlar. Bu şekildeki bir yakınlığa yüksek derecede bir örtük bilgiyi barındıran ve dolayısıyla daha doğrudan iletişimlerin gerekli olduğu öğrenme ve bilgi üretim süreçlerinin oluşumu ve transferinin sağlanması konularında ihtiyaç duyulmaktadır (Cantner, Meder, 2009: 4).

(16)

Temel ve uygulamalı araştırmalardan yeni ürün/süreç keşiflerine ve bunların hayata geçirilmesine kadar devam eden inovasyon süreçleri kesinlikle doğrusal bir şekilde gerçekleşmemektedir. Aksine, bu süreçler karmaşık geri bildirim mekanizmaları ve içerisinde bilim, teknoloji, öğrenme, üretim, politika ve talebi barındıran etkileşimli ilişkilerden oluşmaktadır. Farklı kurumsal çevreler içerisinde faaliyet gösteren bu faktörler arasındaki etkileşimler inovasyon süreçleri için önemlidir. Bu çevresel aktörler, iktisadi amaçlar çerçevesinde bilgi yaratımı ve kullanımını amaçlayan sistemlerin unsurlarıdır. İnovasyonlar da bu gibi sistemlerin içerisinde ortaya çıkmaktadırlar (Edquist, 1997: 1-2). Böyle bir sistemik anlayışla ortaya çıkan “İnovasyon Sistemleri” yaklaşımı temel olarak, ulusal ya da bölgesel bir ekonomide inovasyon yaratma kabiliyetine sahip firmalar, üniversiteler, organizasyonlar, araştırma enstitüleri ve kamu kurumları gibi aktörlerin bireysel performansları üzerine değil, bu aktörlerin bir sistemin parçası olarak etkileşimleri üzerine kurulmuştur (Andersson ve Karlsson, 2004: 8-9). Diğer bir deyişle, inovasyon süreçleri için gerekli olan aktörler, bunlar arası ilişkiler ve bu kapsamda oluşan çevre böyle bir sistem yaklaşımını gerekli kılmaktadır.

İnovasyon sistemleri temel olarak “Ulusal İnovasyon Sistemleri” yaklaşımıyla (Freeman, 1987, 1995; Lundvall, 1988, 1992; Nelson, 1993) birlikte gelişmiştir. Mekânsal anlamda kapsamlı bir coğrafyayı kapsayan bu sistem içerisinde ulusal, bölgesel ve kurumsal aktörler faaliyet göstermekte ve bu yüzden sistem kendi içerisinde farklı alt sistemlere ayrılabilmektedir. Bu şekildeki bir sistematik yaklaşım, inovasyon doğasının anlaşılmasını da kolaylaştırmaktadır.

İnovasyon sistemleri ve bu kapsamdaki süreçlerle birlikte, iktisadi büyüme ile ilgili bazı geleneksel kaynakların da önemi azalmaktadır. Birçok ülkenin nüfusu durağan bir şekilde seyretmekte ya da gerilemekte ve bu durum emek girdisinin uzun dönem ekonomik büyümedeki rolünü azaltmaktadır. Dahası, fiziksel sermaye yatırımları azalan getirilerle sonuçlanabilmekte ve özellikle gelişmiş ekonomilerde uzun dönem büyümeyi güçlendirme çabalarında yetersiz kalabilmektedir. Bu durumda yeni ya da önemli ölçüde gelişmiş ürün, süreç ya da yöntemleri içeren inovasyon, büyüme ve istihdamın

(17)

sağlanması ve yaşam standartlarının yükseltilmesinde giderek artan şekilde bir ihtiyaç haline gelmektedir. İnovasyonlara duyulan bu ihtiyaç rekabet güçlerini artırmayı, ekonomilerini çeşitlendirmeyi ve daha ötesi yüksek katma değerli faaliyetlerde bulunmayı hedefleyen tüm piyasalar için de geçerli olmaktadır (OECD, 2010: 9).

Sanayi devriminden bu yana inovasyon kavramı ekonomilerin çeşitlendirilmesi ve rekabetçilik avantajının elde edilmesiyle ilgili önemli bir kaynak haline gelmiştir. Sürekli ve hızla değişen çevremizde yeni ürünlerin geliştirilmesi her zamankinden önemli hale gelmiş ve böylece özellikle firmalar sürekli değişen müşteri demografisiyle birlikte satın alma davranışları ve beklentilerin de değişime uğradığını kabul etmişlerdir (Prajogo ve Ahmed, 2006: 499). Böyle bir çevrede elde edilebilecek bir rekabetçilik avantajı, yüksek seviyedeki yerelleşme süreçleriyle hayata geçirilebilmekte ve sürdürülmektedir. Ulusal ekonomik yapılarda, değerlerde, kültürlerde, kurumlarda ve tarihlerdeki farklılıklar rekabet başarısına büyük ölçüde katkı sağlamaktadırlar. Bu aşamada ülkelerin rolü daha önce hiç olmadığı kadar fazladır. Rekabet kavramının küreselleşmesi ulusların önemini azaltıyor gibi görünse de, aksine böyle bir rekabet çok daha farklı bir sonucu ortaya çıkarmaktadır. Böyle bir durumda ulus devlet, rekabetçi olmayan firma ve endüstrileri koruma amaçlı ortaya çıkardığı birkaç ticaret engeli dışında, rekabetçilik avantajının dayanağını oluşturan, uzmanlık ve teknolojinin kaynağı olarak artan bir önem kazanmaktadır (Porter, 1990: 19). Bu kapsamda birçok ülkede inovasyon faaliyetlerinin ve kapasitelerinin geliştirilmesi, bu ülkelerin verimliliğini ve refahını artırabildiği gibi, bir bütün olarak küresel ekonomik büyümeyi de hızlandırabilecektir (Porter ve Stern, 2001: 3).

Bir bakıma inovasyonun iktisadi büyümede oynadığı önemli rol, bölgesel düzeyde daha kolay ve belirgin bir şekilde gözlemlenebildiğinden, coğrafi farklılıklar ve mekânsal ayrışmaların altını çizmek gerekmektedir (Martin, 2004: 2-29). Bölgesel çevre, Fordizm çağına kıyasla firmalar, üretim süreçleri ve iktisadi gelişimle alakalı birçok sebepten dolayı çok daha önemli bir konum elde etmiştir. Aynı zamanda piyasaların ve üretim düzenlerinin küreselleşmesi, inovasyon süreçlerinde yer alan tüm

(18)

katılımcıları içerisine alan bütünüyle gelişmiş bir ağ yapılanması olarak bölgelerin gerekliliğini artırmaktadır (Sternberg, 2000: 391). Bu kapsamda dış dünya ile daha doğrudan bir ilişki içerisine itilmekte olan bölgeler, hızlı teknolojik değişim ve küreselleşme ortamında rekabet eden “stratejik aktörler” olarak gösterilmektedirler (Uyarra, 2007: 244).

Öte yandan bölgeler iktisadi büyümenin sağlanması ve sürdürülebilirliği bakımından da inovasyonlara bağımlıdırlar (Schoonmaker ve Carayannis, 2010: 48). Ulusal düzeydeki ihtiyaçlar ve bahsedilen bu bağımlılıklar, inovasyon sistemleri içerisinde bir alt sistem olarak “Bölgesel İnovasyon Sistemleri” yaklaşımını ortaya çıkarmıştır. Uzmanlar bu doğrultuda bölgelerin günümüz ulus devlet anlayışının ötesinde bir boyutta, küreselleşen toplumların iktisadi ve inovasyona dönük faaliyetleri içerisinde önemli bir yeri olduğunu vurgulamaktadırlar (Chung, 2002: 485). Dolayısıyla ülkelerin küresel piyasalarda ekonomik ve sosyal fayda artırımına yönelik tutunma çabaları, diğer bir deyişle “yerelden küresele sıçrayış” hamlesi, küresel ölçekte bir bölgesel rekabetçiliğin inşasıyla gerçekleşebilecektir.

Bölgesel düzeyde rekabetçilik, uluslararası piyasalarda tutunmayı sağlayan mal ve hizmetleri üretme yeteneği ve aynı zamanda yüksek ve sürdürülür bir gelirin korunmasıdır. Daha genel olarak, küresel rekabetin içerisinde bulunan bölgelerin göreceli olarak daha yüksek bir gelir ve istihdam düzeyi yaratabilme kabiliyeti, diğer bir deyişle istihdamda nitelik ve niceliğin bir arada teminat altına alınmasıdır (European Comission, 1999).

Genel olarak geçtiğimiz son otuz yıl, iktisadi büyüme çabaları ve sınırları olmaksızın artan üretici ve tüketici mobilitesi kapsamında, rekabetçiliğin yoğun şekilde küresel piyasalara taşındığı bir dönem olmuştur. Bu kapsamda çeşitli otoritelerce, inovasyonun ve inovasyona dönük faaliyetlerin uzun dönem sürdürülebilir bir iktisadi büyümenin temininde hayati önem taşıdığı açık bir dille vurgulanmaktadır. Söz konusu bu süreçte ise inovasyon, bir bakıma kendi doğası gereği, içerisinde bulunduğu mekânsal

(19)

ve sistemik yapıları da kapsamlı bir değişime uğratmaktadır. Dolayısıyla bugünkü tabloya bakıldığında, iktisadi büyüme ve kalkınmaya yönelik etkin politika ve uygulamalar ortaya koyma hedefindeki ulusal / bölgesel ekonomik ve sosyal yapılardan, küresel ölçekte uluslararası paydaşların oluşturduğu çeşitli organizasyonlara kadar birçok kesimde bu değişimin yansımaları görülmektedir. Bir başka deyişle, söz konusu bu hedefler doğrultusunda etkin bir refah vasıtası olan “inovasyonlar her yerdedir”.

İlgili literatüre bakıldığında, 1980’lerden günümüze “inovasyon” ve “bölgesel inovasyon” içerikli teorik ve ampirik çalışmaların gözle görülür şekilde arttığı söylenebilir1. Bu doğrultuda, ortaya çıkan ampirik çalışmalar uluslararası, ulusal ve bölgesel düzeyde inovasyonun ölçümüne yönelik farklı yaklaşımları da beraberinde getirmiştir. Ayrıca Avrupa Birliği ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) başta olmak üzere çeşitli ekonomik / coğrafi birleşmeler ve ulusal düzeydeki birçok organizasyon, inovasyona dönük faaliyetlerin geliştirilmesi amacıyla çok sayıda rapor ve çerçeve çalışması ortaya koymuşlardır.

Bu çalışmanın temel amacı; uzun dönem sürdürülebilir büyüme ve kalkınmayla ilgili hedeflere ilişkin etkin bir araç niteliğindeki inovasyonlar ve bölgesel inovasyon sistemleri çerçevesinde, Türkiye’nin inovasyon kapasitesine yönelik bölgesel bir ölçüt meydana getirmektir. Rekabetin küresel piyasalara taşındığı günümüz dünyasında, gelişmiş ülkelerce ortaya konan politika ve uygulamaların bölgeselleşme ve yerelleşme süreçlerine artan şekilde yaptıkları vurgular, bu ölçütün bölgesel bir düzeyde ortaya çıkmasının bir nedenidir. Dolayısıyla çalışma, “yerelden küresele sıçrayış” hamlesine bir katkı sağlamayı hedeflemektedir. Ayrıca bu çalışma, ülkelerin ve çeşitli ekonomik birleşmelerin ulusal ve bölgesel düzeyde gerçekleştirdikleri inovasyon ölçüm çalışmaları içerisine Türkiye gibi emek gücü yüksek, zengin bir doğal çevre ve kültüre sahip, dolayısıyla inovasyon konusunda gelecek vadeden bir ülkenin katılımına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

(20)

Çalışma temel olarak 4 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel amaca yönelik bir teorik taban oluşturulmaya çalışılmıştır. Bölüm içerisinde ilk olarak bilgi yaratımı, teknolojik ilerleme ve inovasyon kavramlarının tarihsel süreç içerisindeki evrimi ve bu kavramlar ile iktisadi gelişim arasındaki ilişkiler irdelenmiştir. Daha sonra, inovasyon süreçlerinin kendine has doğası ve bu bağlamda ortaya çıkmış inovasyon modellerine yer verilmiştir. Bunun ardından, inovasyonların yayılımı teorisi üzerinde durulduktan sonra, sistem yaklaşımının ortaya çıkışıyla ilgili genel bir çerçeve çizilmiştir. Bu çerçevede, ulusal ve bölgesel inovasyon sistemleri yaklaşımları ele alınarak, sistem içerisindeki bir dizi bileşen ve aralarındaki ilişkisel bağlantılar tanımlanmaya çalışılmıştır.

Çalışmanın ikinci bölümünde, inovasyon sistemleri içerisinde yer alan çeşitli bileşenler kapsamında Türkiye’deki temel kurum, kuruluş ve faaliyetler üzerinde durulmaktadır. Bölüm içerisinde bu bileşenler genel olarak temel kurumlar, destekleyici aktörler, finansmana yönelik kurum, kuruluş ve faaliyetler ile yenilikçi firmalar olmak üzere gruplandırılmıştır. Bu gruplar sistem yaklaşımı çerçevesinde tanımlanarak, temel hedef ve vizyonları hakkındaki bilgiler verilmeye çalışılmıştır.

Üçüncü bölüm çalışmanın ampirik çerçevesinin çizildiği bölümdür. Bu bölümde ilgili literatür incelemesine geçilmeden önce, inovasyonların ölçümü hususunda kullanılan çeşitli faktörler ve bunlarla ilgili özet bilgiler yer almaktadır. Daha sonra ise literatürde inovasyonların ölçümüne yönelik olarak ortaya çıkmış çeşitli çalışmalara değinilmiş ve ardından çalışmanın yöntem kısmına geçilmiştir. Bu kısımda, indeks hesaplamasında yer alan çeşitli bileşenler kapsamındaki tanımlayıcılar ve kullanılan yöntem ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.

Çalışmanın son bölümü olan dördüncü bölümde, indeks hesaplaması sonucu elde edilen bulgular, Türkiye İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması 2. Düzey kapsamındaki 26 bölge kapsamında ayrı ayrı ve görsel olarak yer almaktadır. Son olarak çalışma, bulgular çerçevesinde değerlendirmelerin yapıldığı sonuç kısmıyla bitirilmiştir.

(21)

BİRİNCİ BÖLÜM

TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1. Bilgi - Teknoloji - İnovasyon Mekanizması ve İktisadi Büyüme İlişkisi İktisat, bir insan ihtiyacı olarak, insanlık tarihiyle paralel bir doğrultuda evrimleşmiştir. Bu kavramın sistematik bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı ise 18. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. Adam Smith’in 1776 yılında yayımlanan “An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations” (Ulusların Zenginliğinin Doğası ve Nedenleri Üzerine Bir Sorgulama) adlı eseri, bu bilim dalının çatısını ve “Klasik” iktisadın temelini oluşturur. Dolayısıyla insanoğlunun asırlar boyu iktisadi büyümeyi anlamaya ve sağlamaya yönelik ortaya koyduğu doğrudan ya da dolaylı çabaların, bu çalışmayla bir nevi meşruluk kazandığı söylenebilir. İktisadi büyüme kapsamındaki çalışmalar, 19. yüzyılın ikinci yarısında Alfred Marshall’ın kurucusu olduğu “Neo-klasik” iktisat akımıyla devam etmiştir. Bu kapsamda ortaya çıkmış “iktisadi büyüme modelleri” ise, söz konusu çalışmalar içerisinde önemli bir yer tutmaktadır.

1950’li yılların sonuna kadarki dönemde, geleneksel mikro ekonomik teorideki ölçeğe göre sabit getiriler ve diğer varsayımlar kabul edildiği takdirde, üretim fonksiyonunun tek başına gelişmiş ülkelerde sermaye ve diğer işçi başı girdilerdeki artışlarla meydana gelen işçi başına çıktıdaki artışları açıklamasının imkânsız olduğu görünür bir hal almıştı. Fonksiyonun açıklayamadığı bu kısım ise, toplam çıktıdaki büyümenin tanımlanmasında üretim faktörlerinin açıkladığı kısım kadar büyük bir yer tutuyordu (Nelson ve Winter, 1982: 197). Bu kapsamda neo-klasik büyüme teorisinin en temel önermesi; uzun dönemde pozitif bir kişi başına çıktı oranını sürdürebilmek için yeni ürün, piyasa ve süreçler şeklindeki teknolojik bilgide sürekli bir gelişimin (teknik ilerlemenin) olması gerektiğini öne sürmek olmuştur2. Bu önerme, Solow (1956) ve Swan (1956) tarafından geliştirilen ve teknolojik gelişimin olmadığı durumda azalan verimlerin etkisiyle ekonomik büyümenin sonunda duracağını gösteren neo-klasik

2 Bu kapsamda teknik ilerlemenin etkileri; (i) doğrudan verimliliği artırmak; (ii) sermayenin getirisini

artırmak ve böylece ilave yatırım ve gelir artışına yol açmak olarak görülebilmektedir ( Freeman ve Soete, 2003: 372).

(22)

büyüme modeliyle gösterilebilmektedir3 (Aghion ve Howitt, 1999: 11). Literatürde Solow modeli olarak da adlandırılan neo-klasik büyüme modelinin temel varsayımları; kapalı bir ekonomi, rekabetçi piyasalar, rasyonel davranan bireyler ile, üretim faktörlerinden sermaye ve işgücü için ölçeğe göre azalan getiriyi ve üretim fonksiyonu için sabit getiriyi öngören bir üretim teknolojisi olarak özetlenebilmektedir (Ercan, 2000: 130). Modele göre sermaye stoğu ve hâsıla, nüfus artışı ve teknik ilerleme hızlarının toplamına eşit olan dengeli bir büyüme oranında artmaktadır. Ancak sonuçta, nüfus artışı ve emeği çoğaltan bir teknik ilerleme olmaksızın, tek biriktirilebilen faktör olan sermayenin marjinal getirisi azalacak ve sonuçta iktisadi büyüme duracaktır. Bu durumda sadece iki dışsal etki - nüfus artışı ve teknoloji - büyümeyi devam ettirebileceğinden uzun dönem denge büyüme hızı, çeşitli etkenlerden ötürü, iktisadi etkilerden bağımsız olarak dışsallaşmaktadır. Uzun dönem büyüme sorunuyla alakalı olarak, zamanla girdilerin verimliliğini artıran “dışsal” bir teknik ilerleme (T) faktörü üretim fonksiyonuna eklenmiş, ancak böyle bir teknik ilerleme tam olarak açıklanamadığından, büyüme modelde dışsal olarak kalmıştır4 (Freeman ve Soete, 2003: 371-372).

Günümüzde iktisatçılar teknik ilerlemeyi verimlilik artışı, firmalar arası rekabetçilik, uluslararası ticaret ve buna benzer daha birçok ekonomik faaliyetin temeli olarak kabul etmektedirler. Ancak bu kapsamda kavramın öneminin anlaşılması, teknik ilerlemenin biçimsel bir model içerisindeki rolünün yansıtılması çabalarından daha önce gelmiştir. Bu gibi çabalar ve gözlemlenen veriler ise çoğunlukla, teknik ilerlemenin sistem dışında bırakıldığı herhangi bir teorik yapıyı, istenmeyerek de olsa, reddetmeye devam edeceği görüşünü doğrulamaktadır. Dolasıyla standart neo-klasik teoriyi korumak amaçlı olarak, teknik ilerlemeyle alakalı değişkenler ortaya konan modeller içerisine

3

İktisadi büyüme teorisi üzerine yapılan bu çalışmaların öncesinde, konu üzerinde çalışan araştırmacılardan Schumpeter ve Hicks, teknik ilerlemenin üretim fonksiyonundaki değişimleri açıklayabildiğini öne sürmüşlerdi. Ayrıca bakınız, (Nelson ve Winter, 1982).

4 Bu kapsamda Keynesci büyüme modelleri için Harrod (1939) ve Domar (1946); neo-klasik büyüme

(23)

sıklıkla eklenmeye çalışılsa da, bu müdahaleler yetersiz kalmıştır (Nelson ve Winter, 1982: 27).

Tarihsel süreç içerisinde 20. yüzyılın ikinci yarısı, bilgi (knowledge) ve teknolojinin ekonomik sistem içerisindeki yerinin önemle vurgulandığı bir dönem olmuştur. Bu yüzden iktisat bilimcileri çoğunlukla bilgi ve teknoloji düzeylerine bağlı olarak meydana gelen teknik ilerlemenin açıklanmasına odaklanmışlardır. Konuyla ilgili ortaya konan ilk modellerin büyümeyi tam manasıyla açıklayamaması ise, araştırmacıların ilgilerini daha kapsamlı bir çerçeveye doğru kaydırmıştır.

İktisadi gelişim alanında çalışmış iktisatçılardan birisi olan Schumpeter, 1934 yılında yayımladığı “The Theory of Economic Development” isimli kitabında, iktisadi gelişim kavramıyla ilgili tartışmalara ve klasik döneme şöyle bir yorum getirmiştir:

“(İktisadi açıdan) “gelişim” dendiğinde, ekonomik yaşamdaki değişimlerin dışardan bir yerden ve zorunlu bir şekilde değil de, ekonominin kendi içerisindeki girişimlerle meydana geldiğini anlamamız gerekmektedir. (Mevcut durumdan) çıkarmamız gereken; ekonomik çevrenin içerisinde meydana gelen herhangi bir değişimin olmadığı, iktisadi gelişim olarak adlandırdığımız olgunun pratikte tamamen verilerdeki değişimlerle tesis edildiği ve söz konusu bu ekonominin kendi içinde devamlı bir şekilde bu değişimlere adaptasyon sağladığıdır. (Böyle bir durumda) o zaman, iktisadi gelişimin (tam manasıyla) var olmadığını söylemeliyiz. (Burada asıl) söylenmesi gereken, gelişimin iktisadi olarak (verilerle) tanımlanmayacak bir olgu olduğu ve içerisinde gelişimin olmadığı bir ekonominin, kendisini çevreleyen dünyadaki değişmelerle sürüklendiğidir. Bu sebeple, gelişimin tanımlanması konusunda ekonomik teori tarafından tanımlanan bir dizi dış gerçekliği aramamız gerekmektedir” (Schumpeter, 1934: 63).

Schumpeter (1942), teknik ilerleme kapsamında bilgi ve teknolojideki gelişmeler ve bunların transferi sürecinde artan dışsallıkların, özel mülkiyet ve piyasa ekonomisinin hâkim olduğu kapitalist düzende endüstrileri ve ekonomileri derinden etkilediğini

(24)

vurgulamaktadır. Schumpeter’e göre bu değişimler, ekonomik yapıyı kendi içinde aralıksız bir şekilde kökten değiştirmekte ve eski olanı yıkarak yeniyi yaratmaktadır. Bu “yaratıcı yıkım” süreci ise kapitalizmin esas temelini oluşturmaktadır (Schumpeter, 1942: 83). Schumpeter’in bahsetmiş olduğu bu yaratıcı yıkım sürecinin temel dinamikleri bilgi ve teknolojidir. Bahsedilen bu bileşenlerin iktisadi bağlamda gelişimi sağlayabilmesi ise “inovasyon” yoluyla mümkün olabilmektedir.

Schumpeter (1934) inovasyonu beş farklı kapsamda ele alarak açıklamıştır. Bu çerçevede inovasyon; (i) mal ve hizmetleri kapsayan yeni ürünlerin ortaya çıkışı, (ii) yeni üretim yöntemlerinin bulunması, (iii) daha önce bilinmeyen bir pazarın ortaya çıkışı, (iv) daha önce var olup olmadığına/ yaratılıp yaratılmadığına bakılmaksızın yeni hammadde kaynaklarının veya ara malların ortaya çıkışı ve (v) herhangi bir endüstride pazara yönelik yeni organizasyonel yapıların ortaya çıkışına ilişkin faaliyetleri kapsamaktadır. Ayrıca Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) yayımlamış olduğu “Oslo Kılavuzu” inovasyonu genel olarak işletme içi uygulamalarda, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni veya önemli derecede geliştirilmiş bir ürün (mal veya hizmet), veya süreç, yeni bir pazarlama yöntemi ya da yeni bir organizasyonel yöntemin gerçekleştirilmesi olarak tanımlamıştır (OECD ve Eurostat, 2005: 50).

Schumpeter (1939), iktisadi gelişimi meydana getiren karmaşık süreçleri evrimsel bir bakış açısıyla değerlendirmiştir. Bu kapsamda Schumpeter iktisadi evrimi şöyle tanımlanmaktadır:

“Ekonomik süreçlerde inovasyonla meydana gelen değişmeleri, bu değişimin tüm etkilerini ve ekonomik sistemin bu değişimlere olan tepkisini, “İktisadi Evrim” (Economic Evolution) kavramıyla adlandırırız. Bu kavram bazı açılardan tartışmaya açık olmasına rağmen, böyle bir süreci tanımlayabilecek muhtemel diğer kavramlardan, örneğin köken olarak benzer bir olgu olan ve (yapıcı) memnun edici bir süreci tanımlayan “İlerleme” (Progress) kavramının doğasına kıyasla, (yaratıcı bir yıkımı da

(25)

içerisinde barındırması nedeniyle) daha yerinde bir seçimdir. Bu terminolojik seçim aynı zamanda analitik bir yaklaşımı tanımlamakta ve inovasyonu ekonomik değişim sürecinin temeli haline getirmektedir” (Schumpeter, 1939: 83).

Teknolojik gelişmelerle değişen ekonomik süreçleri içeren, denge durumunu bozucu dinamiklerin açıklanmasında standart teorilerin yetersiz kaldığının fark edilmesi, evrimsel argümanların ekonomiye girişini hızlandırmıştır (Nelson ve Winter, 2002: 24). Schumpeterci kuram, Kondratiev'in "uzun dalgalar" kuramını Schumpeterci ekonomik gelişme teorisi ile birleştiren ve kapitalist gelişim sürecinde, teknolojik değişim sürecine ve teknolojik yeniliklere önem veren bir kuramdır. Bu kurama göre, klasik ekonomik gelişim teorilerinin en zayıf yanı, her tarihsel dönemde değişen teknolojinin özgün yanlarının göz önüne alınmamasıdır (Taymaz, 1993: 14). Schumpeter (1939)’in tanımladığı bu evrimsel ekonomik yaklaşım, 2. Dünya Savaşı’nın başladığı döneme rastlamakta olduğundan, bu yaklaşım ve kuramlar aynı zamanda savaştan sonra dünya üretim sisteminde meydana gelen dönüşüm süreçleriyle de ilişkilidir.

2. Dünya Savaşı sonrası, dünya üretim sisteminde meydana gelen dönüşüm sürecinin başlangıcı olarak nitelendirilebilen, Ford Motor’un başlattığı seri üretim sistemi, dönemin kapitalist düzeninin zaman zaman “Fordizm” olarak anılmasına neden olmuştur (Touraine, 2000: 173). 2. Dünya Savaşı sonrası genişleme döneminde baskın olan teknolojik rejim, düşük maliyetli petrole ve enerji-yoğun malzemelere dayanıyordu. Dayanıklı tüketim mallarına talebin hızla büyümesi, bu malların satın alınabilmesi için kredi sistemindeki genişleme ve büyük altyapı yatırımları, bu dönemi temsil eden değişikliklerdi. Bu dönem, Schumpeterci tekno-ekonomik paradigmalar yaklaşımına göre Fordist kitlesel üretimin Kondratiev dalgası olarak tanımlanmaktadır. Fakat 1970'lerde petrol krizinin ortaya çıkışıyla bu uzun dalga rejim, bir kriz dönemine girmiştir. Tekno-ekonomik paradigmalar kuramına göre krizin nedeni, Fordist kitlesel üretimin sınırlarına varılması, paradigmanın gelişme olanaklarının tüketilmesi sonucu krizin başlamasıdır. Ayrıca ölçek ekonomilerinin sona ermesi, yâni artık üretim ölçeğinin arttırılmasıyla üretim maliyetlerinin düşürülememesi, montaj hattına dayalı

(26)

üretim sistemlerinin katılığı, enerji-yoğun ürün ve üretim teknolojilerinin sorunları, firmaların hiyerarşik bölünmesinin getirdiği sorunların birikerek artması, artık Fordist kitlesel üretim paradigmasının gelişme olanaklarının bittiğine işaret etmektedir. Tekno-ekonomik paradigma kuramına göre, ortaya çıkan sorun teknolojinin kendisindedir ve kitlesel üretim tüm gelişme potansiyelini artık tüketmiştir. Bu nedenle yeni genişleme dönemi, 1980’ler ve 1990’lar, bilgi, teknoloji ve iletişime dayalı Beşinci Kondratiev Dalgasını kapsamaktadır. Mikro elektronik teknolojiler sayesinde gelişen esnek üretim teknikleri ve ayrıca, ürün ve tüketim çeşitliliğinde artışların yeni tüketim normları oluşturduğu bu dönem ise "Post-Fordizm" çağı olarak adlandırılmıştır (Taymaz, 1993: 15-35). Bu kapsamda, Fordist ve Post-Fordist dönemler arası bilgi ve teknolojideki gelişmeleri ve buna bağlı olarak meydana gelen üretim, mekânsal form ve davranış normu değişimlerinin bazıları Tablo 1’de özet olarak verilmiştir.

Tablo-1: Fordizm ve Post-Fordizmin Karşılaştırılması

FORDİZM POST-FORDİZM

 Ölçek Ekonomisi  Alan Ekonomisi

 Firmalar arası bağımsız faaliyetler  Firmalar arası işbirliğinin yeni biçimleri  Öğrenme deneyiminin olmaması  İşbaşında (yaparak) öğrenme

 Katı çalışma sistemi  Esnek çalışma saatleri

 İşlevsel/Mekânsal uzmanlaşma  Bölgesel odaklaşma ve ağlaşma

 Mekânsal işbölümü  Mekânsal bütünleşme

 Refah devleti  Girişimci devlet

 Dışarıdan aktarılan yaratıcılık  Üretim mekânında yaratıcılık  Başını sanayi sektörünün çektiği

yenilikler (inovasyonlar)

 Başını kamu sektörünün çektiği yenilikler (inovasyonlar)

 Yeni bilgi, teknoloji ve buluşlardan bireysel yararlanma

 Yeni bilgi, teknoloji ve buluşlardan belirli üretim ağları içerisinde ortak yararlanma  Firmaların kendilerine özel Ar-Ge ve

pazarlama birimleri

 Ortak Ar-Ge ve pazarlama birimleri  Standart tüketim kültürü  Heterojen tüketim modeli

 Türdeş yaşam biçimi  Farklı yaşam biçimi  Toplumsallaşma/eşitlik  Bireyselleşme/özgürlük Kaynak: Mercan, 2004: 26.

Post-Fordizm belirtilen bu özellikleriyle, sosyal ve ekonomik gelişim birlikteliğini içerisinde barındıran bir ilişkiler mekanizmasıdır. Bu mekanizmanın temel mantığı ise bilginin üretimi, enformasyonun işlenmesi ve kontrolüdür (Mercan, 2004: 23). Dolayısıyla son zamanlardaki teknolojik değişim ve yeniliklerin, kapitalist sistemlerin

(27)

merkezi olduğu bir tablo önümüze çıkmaktadır. Ayrıca Post-Fordizm akımının altını çizdiği mekânsal bütünleşmeler ve bunlar içerisindeki yenilikçi faaliyetler, bu bölümde değinilecek olan sistem yaklaşımının da bir nevi temelini oluşturmaktadır.

Schumpeterci yaklaşımı benimseyen evrimsel iktisatla alakalı çalışmalar, bilginin ekonomik değişimin açıklanmasında önemli bir rol oynadığını kabul etmektedirler. Bu yaklaşıma göre bilgi, bir ekonomik gerçekliğin diğerine dönüşümünde rol oynayan önemli bir açıklayıcı faktör olarak tartışmaların merkezini oluşturmaktadır (Encinar ve Muñoz, 2006: 256).

Bugünün dünyasında bilgi, bütün şekilleriyle iktisadi süreçlerde hayati bir rol oynamaktadır. Bu kapsamda bilgiye dayalı varlıklarını etkin bir şekilde geliştiren ve yöneten uluslar daha iyi bir performans sergilemektedirler. Ayrıca daha yüksek bir bilgi düzeyine sahip firmalar sistemli bir şekilde rakiplerini geride bırakmakta ve bilgi donanımı gelişmiş bireyler daha yüksek ücretli istihdam alanlarında yer alabilmektedirler. Bilginin oynadığı bu stratejik rol, çoğu ülkede son yıllarda gerçekleşen fiziksel yatırımlardan daha hızlı bir şekilde büyümekte olan araştırma ve geliştirme, genel ve mesleki eğitim ve diğer fiziksel olmayan varlıklara yapılan artan şekildeki yatırımların altını çizmektedir (OECD ve Eurostat 1996: 15).

İktisadi evrim, bilginin nasıl büyüdüğüyle alakalı bir süreçtir. Bu süreçte bazı fikirler test edilip gerçekçi bulunmuşken, diğerleri reddedilmiş ve çoğunlukla bu fikirlere benzer varyasyonları barındıran konjonktürlerle yeniden ortaya çıkmışlardır. Bilgi ise bu şekildeki bir evrim süreciyle gelişmiştir. Evrimsel iktisat, meydana gelen bu süreçleri içerisinde barındıran mekanizmaları irdelemektedir. Böyle bir yaklaşımda, sermaye hazır formdaki bir bilgi türüdür. Ayrıca emek eylemsel bir bilgi formu ve para ise bir değer birimi olarak belirsiz bir bilgi potansiyelidir. Böylelikle bu mekanizmalar iktisadi evrim olarak bilinen bilgi sürecinin gelişimini sağlayan sistem ve kurallar topluluğu içerisinde işlev görmektedirler. Nihai olarak ulusların zenginliğini destekleyen de bu bilgi gelişimidir (Potts, 2003: 3-6).

(28)

Bilginin ekonomik faaliyet içerisindeki rolünün anlaşılmasında, açık ve kapalı bilgi ayırımı önemlidir (Polanyi, 1958; Lundvall ve Boras, 1997). Bu kapsamda açık (kodlanmış) bilgi, iletişim altyapıları ile kolaylıkla aktarılabilen “enformasyon” ile şekillenmektedir. Bu süreç aktarma, doğrulama, depolama ve çoğaltma aşamalarından oluşan bir indirgeme ve dönüşüm sürecidir. Bu haliyle açık bilgi, uzun mesafeler ve organizasyonel sınırlar içerisinde kolaylıkla transfer edilebilmektedir. Buna karşın kapalı (örtük) bilgi, belirgin bir şekilde bildirilmediğinden, kolaylıkla transfer edilemeyen bir bilgidir. Bu kapsamda örtük bilginin en açık örneği yapabilme bilgisi (know-how)5 ve becerilerdir. Bu tür bilginin aktarılabilmesinin tek yolu, belirli tür sosyal etkileşimlerle mümkün olabilmektedir. Bu yüzden, bu tür bilgi pazarlanamamakta ya da satın alınamamakta ve sosyal çevreye son derece hassaslık göstermektedir (Polanyi, 1958: 49; Lundvall ve Borrás, 1997: 31).

Bilgi süreçleri sonucu ortaya çıkan örtük ve açık bilgiler, belirli (specific) bir bilgi tabanında sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırma bilgi tabanlarını “analitik”, “sentetik” ve “sembolik” olarak üç farklı şekilde ele almaktadır. Dolasıyla bu farklı tip bilgi türleri, örtük ve açık bilginin farklı bileşimlerini içerecektir. Bu kapsamda Analitik Bilgi tabanına, bilimsel bilginin hayli önemli olduğu ve bilgi yaratımının daha çok kavramsal, rasyonel ve biçimsel modeller üzerinde kurulduğu yapılarda başvurulmaktadır (örneğin, biyoteknoloji ve haberleşme teknolojileri). Analitik bilgi tabanının oluşturan bilgi girdi ve çıktıları ağırlıklı olarak açık bilgi üzerine kuruludur. Ancak bu, örtük bilginin bu süreçlerle ilişkisiz olduğu anlamına gelmez. Aksine, bilgi yaratımı ve inovasyon süreçlerinde her iki girdiye de ihtiyaç duyulmaktadır. Bir diğer sınıf olan Sentetik Bilgi tabanına ise, sosyal etkileşimlerde (örneğin, müşteri ve tedarikçi) ortaya çıkan belirli problemlerin çözümünde ihtiyaç duyulur. Bu etkileşimlerde belirli şekillerle (yaparak öğrenme, know-how) kazanılabilecek becerilere ihtiyaç duyulduğundan, sentetik bilgi tabanında örtük bilgi daha baskındır. Üçüncü ve son sınıflandırma olan Sembolik Bilgi

5 “Know-how” genel olarak, bir ticari işletmenin ekonomik faaliyeti kapsamı malların üretiminde,

satımında, hizmetlerin sunulmasında, organizasyon ve yönetiminde kullandığı, bir patent ile korunmamış, genellikle gizli olmakla birlikte böyle bir nitelik taşıması zorunlu olmayan, teknik, ticari, idari veya idari alanlara ait bilgilerdir. Bunun için bakınız, (Karakaş, 2003).

(29)

tabanı ürün estetiği, imaj / tasarım yaratımı ve ekonomik kapsamdaki çeşitli kültürel eserlerle ilişkilidir. Sembolik bilgi tabanının artan önemini medya, reklamcılık ve moda gibi kültürel endüstrilerde görmek mümkündür. Bu tür bilgi tabanı, belirli sosyal grupların günlük yaşamlarında var olan kural ve normlarla sıkı şekilde bağlı olduğundan, sembolik bilginin daha çok örtük bilgiyle ilişkili olduğu söylenebilir (Asheim vd., 2005: 5-10). Sahip olduğu örtük ve açık bilgi bileşimleri kapsamında analitik, sentetik ve sembolik bilgi tabanlarının anlam karmaşasına yol açmaması için, bu üç kavrama ait çerçeve Şekil-1’de özetlenmiştir.

Şekil-1: Açık ve Örtük Bilgi Çerçevesinde Bilgi Tabanları

Klasik dönemde bilginin bir bakıma göz ardı edilip, teknolojinin dışsal ve çoğu zaman gökten inme bir kavram olarak görülmesine karşı olan iktisatçılardan birisi de Nathan Rosenberg olmuştur. Rosenberg teknolojik değişimi, ekonomideki birtakım (verimli) girdileri içerisine alan ve gelişim sürecinde bunları belirli mal ve hizmetlere dönüştüren bir “kara kutu” (black box) olarak tanımlamıştır (Rosenberg, 1982). Dolayısıyla neo-klasik modellerde bu kara kutu, fen bilimlerinin bir alt dalı olarak görülmüş ve iktisatçıların ilgi alanı dışında bırakılmıştır. Bu sebeple teknolojik gelişme

Açık Bilgi

Analitik

Sentetik Sembolik

(30)

ilgili modellerde, dışsal ve tesadüfi ilerlemelere bağlı bir olgu olarak kalmıştır (Kibritçioğlu, 1998: 220; Kibritçioğlu ve Dibooğlu, 2001: 3).

İktisadi açıdan hiçbir teori, Klasik, Neo-klasik ya da Keynesçi olsun, (gelişen bilgi düzeyi ve) teknolojik değişimin etkisinin önemsiz olduğunu söylememiştir. Konuyla ilgili çeşitli yaklaşımları benimsemiş iktisatçılar, teknolojik yeniliklerin kapitalist ekonomilerin, en önemli olmasa da, önemli bir dinamiği olduğu konusunda hemfikirlerdir. Ancak bu yüzeysel ortaklık, teknoloji ve büyüme konusundaki yaklaşımlarda ortaya çıkan analitik farklılıkları saklayamamaktadır (Freeman ve Soete, 2003: 370). Teknolojik ilerleme, bilgi düzeyi gelişimi ve bunların bir sonucu olarak inovasyonlar standart iktisadi modellerde alışılmadık, dışardan gelen ve geçici olarak genel denge durumunu bozan bir kavram olarak görülmekteydi. Bu modellerde, belirli bir süreçten sonra, fiyat mekanizmasının bir sonucu olarak yeni bir denge durumu kurulmaktaydı. Söz konusu bu yaklaşım ise, inovasyonların nadir ve dışsal faaliyetler olarak görüldüğü sanayi öncesi toplumlarda yeterli görülebilmekteydi. Ancak modern kapitalizmde inovasyon, firmaların ve ulusal ekonomilerin uzun dönem rekabetçiliklerinde yenilikçi kapasitelerini yansıtan ve dahası firmaların mevcut konumlarını koruyabilmeleri amacıyla dâhil olmaları gerekli yenilikçi faaliyetleri kapsayan içsel ve gerekli bir kavram olmaktadır (Lundvall, 1992: 8).

İktisadi büyüme modellerinde teknik ilerlemeye bağlı olarak ortaya çıkan engellerin kaldırılabilmesine yönelik çabaların Paul M. Romer ile başladığı söylenebilir (Rebelo, 1990; Grossman ve Helpman, 1993; Kibritçioğlu, 1998; Ateş, 1998; Ercan, 2000). Romer (1986) bu kapsamda ortaya koyduğu “Uzun Dönem Büyüme Modeli” ile, bilgiyi artan marjinal verimliliğe sahip üretim fonksiyonunda bir “girdi” olarak kabul etmektedir. Bu varsayım ise, “içsel” teknolojik değişimin var olduğu, rekabetçi bir denge modelinin altını çizmektedir. Romer, klasik iktisadi büyüme eleştirisi çerçevesinde “içsel” büyüme modelini şöyle tanımlamıştır:

(31)

“Teknolojik değişimin olmadığı durumda, kişi başına çıktının büyüme olmaksızın durağan durum değerine yakınsaması gerekir. […] (bu durum) doğrudan, kişi başına çıktı üretimindeki sermaye stoğunda azalan getiriler varsayımının sonucudur. (İçsel büyüme modeli) burada, uzun dönem büyüme arayışına alternatif bir bakış sunmaktadır. […] (model ile birlikte) farklı ülkelerdeki kişi başına çıktı düzeyi, az gelişmiş ülkelerde daha yavaş ve belki de bunların tümünde başarısızlıkla sonuçlanabilecek olsa da, yakınsama zorunlu olmamaktadır. (Model çerçevesinde) ortaya çıkan sonuçlar, herhangi bir tür dışsal olarak tanımlanmış teknik bir değişime ya da ülkeler arası farklılıklara bağlı değildir. […] . Dışsal teknolojik değişim reddedilirken, model burada bilgi yığılmaları ve ileriye dönük, kâr maksimizasyonunu hedefleyen birimler tarafından meydana getirilen uzun dönem büyümeyi içeren, içsel teknolojik değişimli bir denge modeli olarak görülebilmektedir. […] . Ayrıca bilgiye yatırım, doğal bir pozitif dışsallığı meydana getirmektedir. […] . En önemlisi, bilgi stoğu ve diğer başka girdilerin bir fonksiyonu olarak tüketim mallarının üretimi, artan getiriler sergilemektedir; daha açık olarak bilgi, artan bir marjinal verime sahip olabilmektedir. (Dolayısıyla) bilgi, sermayenin azalan bir marjinal verimlilik sergilediği modellerin tersine, sınırsız bir şekilde artacaktır. (Bu kapsamda) tüm diğer girdiler sabit tutulsa bile, bilginin sabit olup yeni araştırmaların olmadığı bir durağan duruma girilmesi optimal olmayacaktır” (Romer, 1986: 1003).

İktisadi büyüme analizlerinde teknik ilerlemenin açıklanamamasıyla ilgili içerisine girilen darboğaz, “içsel” büyüme nitelikleri taşıyan “yeni”, “Schumpeterci” biçimsel büyüme modelleriyle aşılmıştır. Böylece teknik ilerlemenin basit bir zaman trendi olarak sayıldığı neo-klasik yaklaşımın tersine, yeni büyüme modelleri teknik ilerlemenin kendine has değişkenlerini ele almakta ve özünde kalkınmanın kaynaklarını içsel bir yaklaşımla irdelemektedir. Dolayısıyla sürekli büyüme, sermaye birikirken sermayenin marjinal verimlilik artışını garanti altına alarak, büyümenin durmasını engelleyen

(32)

dışsallıklar ve ölçeğe göre artan getirilerin varlığıyla artık mümkün olabilmektedir6. Bu “yeni” büyüme geleneğini tamamlayıcı olan, daha tanımlayıcı nitelikteki Schumpeterci katkılar, genelde belli bir teknolojinin ortaya çıkışı ve yayılışıyla ilgili ayrıntılı örnek olay çalışmalarına dayanmakta, teknolojik değişmenin gelişim ve yayılmasını yönlendiren mekanizmaların karmaşıklığını ön plana çıkarmaktadır7. Bir bakıma, çoğu eski büyüme modelinde “artık” sayılan “teknik ilerleme” şimdi sahnenin tam ortasında yer almaktadır (Freeman ve Soete, 2003: 371-378).

İktisadi büyüme, gerçekte, teknoloji ve ekonomik yaşam arasında iki yönlü bir etkileşimi içerisine almaktadır. Bu etkileşim içerisinde teknolojik gelişim, kendisini yaratan ekonomik sistemi de bir dönüşüme uğratmaktadır. İçsel büyüme teorisinin temel amacı, teknolojiye dayalı bilgiyi, ekonomideki çeşitli yapısal karakteristikleri ve toplumdaki karşılıklı etkileşimleri irdelemeye ve bu etkenler ile etkileşimlerin ekonomik büyümeyi nasıl meydana getirdiklerini anlamaya yöneliktir (Aghion ve Howitt, 1999: 1). Ayrıca, geleneksel neo-klasik büyüme iktisadının aksine yeni büyüme modelleri, çıktı büyümesiyle alakalı etkenlere yönelik daha geniş bir ayrım alanı ve daha zengin bir içerik imkânı da vermektedir. Bu yeni büyüme teorisi dalı, dışsal bir teknolojik değişimin var olduğu daha önceki biçimsel modellerin aksine, iktisatçılara daha gelişmiş hipotezler sunmaktadır8 (Crafts, 1996: 68). Böylelikle, iktisadi büyüme kuramları yeni bir niteliksel boyut kazanmıştır. Bu niteliksel büyüme sürecinde ortaya çıkan olumlu etkiler, bir yandan gelişen teknoloji sayesinde olumsuz çevresel etkileri

6 İçsel büyüme teorisiyle ilgili olarak ortaya çıkan ilk modeller ve diğer modellerle ilgili Romer (1986),

Lucas (1988), Abramovitz (1989), Romer (1990), Crafts (1996), Kibritçioğlu (1998), Ateş (1998), Aghion ve Howitt (1999) incelenebilir.

7 Yeni büyüme modellerinde emek ve sermaye, neo-klasik modellerde oynadıkları rolleri burada

oynamazlar. Örneğin yeni büyüme modeli emek ve beşeri sermaye arasında bir ayrım yapmaktadır. Birçok modelde beşeri sermaye araştırma sektörünün temel girdisidir. Böylece bu faktör aynı zamanda tüketim malları sektöründe de kullanılır. Pratikte ise, Ar-Ge de kullanılan emekle başka yerde kullanılan emek arasında büyük farklılıklar vardır. Sermaye ise yeni büyüme modellerinde çoğunlukla bildiğimiz anlamda mevcut değildir. Bu modellerde fiziki sermayenin olmadığının ve sadece bilgiye yatırımın önemi vurgulanırken, daha kompleks modellerde fiziki sermaye olağan özelliğine ters olarak birikmeyen bir ara maldır. Bunun için bakınız, (Freeman ve Soete, 2003: 375-376).

8 Genel olarak ortaya çıkan bu modeller, 1. Tip (Romer, 1986,1990; Lucas, 1988) ve 2. Tip (Rebelo, 1990;

Jones ve Manueli, 1990) büyüme modelleri olarak gruplandırılabilmektedir. Ayrıca bakınız, (Kibritçioğlu, 1998).

(33)

azaltmış, diğer yandan da yeniliklerin temel bir rol üstlendiği bir süreçte yüksek büyüme oranlarına ulaşılmasını sağlayarak, reel hasılanın niceliksel olarak artışını da olanak sağlamıştır (Kibritçioğlu, 1998: 210). Bu kapsamda Schumpeterci yaklaşımla ortaya çıkan içsel büyümenin temel belirleyicileri Şekil-2’de verilmiştir.

Şekil-2: Schumpeterci İçsel Büyümenin Belirleyicileri

Kaynak: Kibritçioğlu, 1998: 11. Eğitim Politikası Teknoloji Politikası Sağlık Politikası Yaratıcılık (Creativity) Beşeri Sermaye (Human Capital) Teknolojik Altyapı ve Ağlar Araştırma ve Geliştirme (R&D) Bilgi Üretimi ve Teknolojik Gelişme İnovasyon Yaparak Öğrenme (Learning by Doing) Tesadüfler İKTİSADİ BÜYÜME Ya tı rı m la r Yat ır ım la r Yat ır ım la r

Hanehalkı Özel Firmalar

Yatırımlar Ya tı rı m la r Kültürel, Tarihi, Sosyolojik, Psikolojik, Dini, vb. Nedenler

(34)

Şekil-2’de gösterildiği üzere içsel büyüme modeli, temelinde kültürel, tarihi, sosyolojik, psikolojik etmenler ve çeşitli politika ve uygulamaları barındıran karmaşık süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. İktisadi büyümeye giden bu kilit süreçlerde ise beşeri ve fiziksel (teknolojik altyapılar ve ağlar) sermaye, bir nevi anahtar faktör vazifesi görmektedirler. Beşeri sermayenin gelişimi kapsamında, toplumsal etkenlerin beslediği yaratıcılık öğesiyle birlikte ortaya çıkan öğrenme süreçleri (yaparak öğrenme), iktisadi büyümede rol oynayan bir başka anahtar faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Fiziksel yatırımlar ve politikaların bir sonucu olarak geliştirilen teknolojik altyapı ve ağ sistemlerinin beşeri sermaye ve öğrenme faktörleriyle birleşimi bilgi, teknoloji ve inovasyon yaratımın süreçlerinde tetikleyici bir diğer faktör olan araştırma - geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerinin oluşumunu desteklemektedir (bu faaliyetlerin oluşum ve sonuç süreçlerine, tesadüfi etkenlerin de nüfuz ettiği söylenebilir). Böylelikle, içsel büyüme modelinin esas amacı olan bilgi üretimi ve beraberinde gelen teknolojik ilerlemeler, ticari bir refah çıktısı olarak nitelendirilebilecek inovasyonların esas temelini oluşturmaktadırlar. Nihai olarak ise bu refah çıktısı, bahsedilen tüm diğer faktörlerle, uzun dönem sürdürülür bir iktisadi büyümenin kilidini açabilecektir.

Şekil-3: Bilgi-Teknoloji-İnovasyon Mekanizması ve İktisadi Büyüme

İKTİSADİ

(35)

İktisadi süreçlerde bilgi yaratımı, teknolojik gelişim ve inovasyonlar, büyümeye giden yolda içsel bir mekanizmanın temel dişlileridir. Bu süreçlerde büyümeye yönelik politikalar ve uygulamalardan (yatırımlar, teşvikler), beşeri sermaye ve altyapı (teknoloji, haberleşme, ulaştırma vs.) sistemlerine kadar birçok dişli, mekanizmanın işleyişi içerisinde yer almaktadırlar. Burada vurgulanmak istenen nokta, inovasyon süreçlerine kadar her bir süreç ve faktörün hayati önem taşıdığıdır. Bu büyüme mekanizması içerisinde herhangi bir dişlinin faaliyetinin aksaması ya da durması, istikrarlı bir büyüme sürecinin gecikmesine veya tamamen durmasına sebep olabilecektir. Söz konusu bu bilgi - teknoloji - inovasyon mekanizması Şekil-3’de tasvir edilmiştir.

Günümüz ekonomisinde bilgi ve inovasyon merkezi bir rol oynamakla birlikte, yakın zamana kadar inovasyonlara ait karmaşık süreçler tam olarak anlaşılamamaktaydı. Bununla beraber, son zamanlarda ortaya çıkan birçok çalışma ile bu süreçlerin daha iyi bir boyutta anlaşılması mümkün hale gelmiştir. Bu kapsamda, makro düzeyde inovasyonun ulusal iktisadi büyüme ve uluslararası ticarette baskın bir faktör olduğuna dair güçlü bir kanıt vardır. Mikro düzeyde ise, Ar-Ge faaliyetlerinin çeşitli şekildeki mevcut ve yeni teknolojik bilgilerin kavranması ve kullanımı konusunda firmaların kapasitelerini artırmakta olduğu görülmektedir (OECD ve Eurostat 1996: 15).

Sanayi devriminden bu yana gelişmiş ekonomilerde gerçekleşen, fiziksel manadaki muazzam refah artışları değişim ve inovasyon tarafından şekillendirilmiştir. Günümüzde aynı tür ve benzer mal ve hizmetlere sahip olmamızın yanı sıra, 18. yüzyılda hayal bile edilemeyecek nitelikteki yeni mal ve hizmetler de hayatımızda yer almaktadır. Bu ürün ve süreçlerin tasarımı, üretimi ve kullanımında gerekli olan bilgi birikimi ise, başarılı şekilde ortaya çıkan sayısız inovasyonun varlığı ile gerçekleşmiştir. Dahası, modern zamanların refah düzeyinin inşası, bahsedilen bu inovasyonların eseridir. İnovasyonlar bizleri daha da zenginleştirmenin ötesinde, yaşam ve çalışma koşullarımızı da topyekûn bir değişime uğratmıştır (Aghion ve Howitt, 1999: 1). Bu

(36)

kapsamda, inovasyonun uzun dönem iktisadi büyüme ve sosyal değişimde oynadığı rol ve ortaya çıkan birkaç sonucu şöyle özetleyebiliriz (Fagerberg, 2005: 19-20):

- İnovasyonun fonksiyonu, yeniliği (çeşitliliği) ekonomik çevreye yaymaktır. Bu yenilik akışı kesildiği takdirde, ekonomi ya çok az bir büyüme oranı ile büyüyecek ya da hiç büyümenin olmadığı bir “durağan durum” içerisine girecektir. Bu yüzden, inovasyon uzun dönem ekonomik büyüme için hayatidir.

- İnovasyon, doğal olarak, üretim ve talep yapısının gelişimi ve takiben örgütsel ve kurumsal bir değişim kapsamında daha hızlı bir büyüme trendi içerisindeki belirli endüstriler ve sektörlerde kümelenme eğilimi içerisindedir. Bu kapsamdaki bir değişim kapasitesinin teşkili, inovasyonun yaratılması ve iktisadi fayda elde edinilebilmesinde önemlidir.

- İnovasyon bu şekliyle, firmalar, bölgeler ve ülkeler arasındaki performans farklılıklarının açıklanmasından güçlü bir açıklayıcı faktördür. Bu kapsamda inovasyonda başarılı olan firmalar, diğer rakiplerinin aksine daha yüksek bir düzeyde refah elde ederler. Ayrıca inovasyonda lider olan ülkeler ve bölgeler, daha yüksek bir verimlilik ve gelir düzeyine sahip olmaktadırlar. Dolayısıyla lider rakiplerini yakalama umudu içerisindeki ülke ve bölgeler, bu amaçla kendi inovasyon faaliyetlerini artırma zorunluluğuyla yüzleşmektedirler.

İnovasyonun bahsedilen bu süreçlerde oynadığı kilit rol, kavramın daha derin bir şekilde anlaşılmasını da gerekli kılmaktadır. Bu kapsamda bir sonraki bölümde, inovasyon kavramının tarihsel süreç içerisindeki gelişimine yer verilecektir.

1.2.İnovasyon Doğası

İnovasyon doğasını anlayabilmek için, bu kavramın içinde geliştiği süreçleri ve bu kapsamda ortaya çıkmış modelleri incelemek gereklidir. Bu amaçla, çalışmanın bu bölümünde inovasyon süreçlerinin genel yapısı ve farklı inovasyon modellerinin

Referanslar

Benzer Belgeler

According to the product space approach, the source of rapid economic growth episode of post-industrial revolution based on the increases in productive knowledge and capabilities

‘Orta Karadeniz Bölgesel İnovasyon Merkezi’ 2017’den itibaren OKA Bölge Üniversiteleri, Ticaret ve Sanayi Odaları, OSB’ler, kümelenme dernekleri, Samsun İl Özel

07.11.2012 Ondokuz Mayıs University/SAMSUN Prof.Dr.Birol ELEVLİ.. KOBİ Proje Destek Programı.

Çalışmada, elde edilen nispi konut fiyat endeksi verilerine, konut piyasasında fiyat yakınsamaları üzerine yapılan önceki çalışmalar takip edilerek, birim kök testleri

Batı Akdeniz Bölgesinin sahip olduğu doğal ve tarihi güzelliklerini, Antalya’nın konaklama tesisleri ve 30 yıllık turizm tecrübesi ile birleştirerek gelir seviyesi

Yukarıda ifade edilen bölgesel yönetişim yapısının yanı sıra, ulusal düzeydeki kurumlarla aktif işbirliği de önemlidir. Söz konusu kurumların başında Bilim, Sanayi

Turizm Yatırım-İşletme ve Belediye Belgeli Yatak Sayısının Türkiye İçindeki Payı: Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yıllık bazda elde edilen bu