• Sonuç bulunamadı

3.1. İnovasyonun Ölçümü

3.1.4. Piyasa Gelişimi ve İş Ortamı

İnovasyon ölçümüne yönelik literatürde, piyasa gelişimi ve iş ortamı kapsamında değerlendirilen faktörler genel olarak rekabetçilik, ticaret, işbirliği kapsamındaki üniversite-sanayi işbirlikleri, inovasyon çevresi ve potansiyeli kapsamındaki Ar-Ge faaliyetleri, buna yönelik yatırımlar ve girişimciliktir. İnovasyon sistemleri içerisindeki önemleri itibariyle bu kavramlardan bazıları üzerinde durulması faydalı olacaktır.

Küreselleşme ve artan uluslararası ticaret, günümüzde üretim tarzlarını ve ticari faaliyetleri şekillendiren en önemli güç haline gelmektedir. Bu süreç, özellikle geçtiğimiz otuz yıllık dönemde firmalar, bölgeler ve ülkelerin küresel pazarda sahip

oldukları payı koruma ve artırma yönünde rekabet etmeleri gereğini artırarak daha rekabete dayalı bir ortam oluşturmuştur (Kara, 2008: 5). Dolayısıyla bu ortam, rekabet edebilirliğin tanımını özellikle gelişmiş ülkelerde değişmiştir. Bir zamanlar rekabet edebilirlikte karşılaşılan güçlükler yeniden yapılanma, daha düşük maliyetler ve kalitenin artırılmasıyla ilgiliydi. Bugün, sürmekte olan gelişmelerle birlikte birçok ülkedeki çoğu firma en son teknolojileri edinebilmekte ve bu teknolojileri yayabilmektedirler. Gelişmiş uluslarda göreceli olarak yüksek işgücü maliyetleri, küresel piyasalara ulaşımda eşit avantajların varlığı, standart ürünlerin üretimi ve standart yöntemlerin kullanılması, rekabet avantajının sürdürülebilirliğini engellemektedir. Bugün bu avantaj rakiplerin gerçekleştirebileceği kadar hızlı bir şekilde teknoloji kapasitesinin yükseltilerek, yeni ürün ve süreçlerin yaratılabilmesi ve bunların ticarileştirilebilmesine bağlı olarak elde edilmektedir. Bu kapsamda firmalar ve özel sektör kuruluşları, inovasyonların esas temelini oluşturan lokomotifler olmaktadırlar. Diğer yandan ise bir ülkedeki firmaların yenilikçi faaliyetleri ciddi bir şekilde ulusal politikalardan, kamu kurumlarının varlığından ve gücünden etkilenmektedir. Bu yüzden inovasyonların yoğunluğu, özel sektör stratejileri ile kamu sektörü politikaları ve kurumları arasındaki etkileşime bağlı olmaktadır. Kamu ve özel sektör ortak şekilde uygun bir inovasyon çevresini destekledikleri sürece rekabetçilik artacaktır (Porter ve Stern, 2001: 2).

Teknolojinin sınırlı olduğu bir sistem içerisinde gerçekleştirilmesi gerekli inovasyon faaliyetleri ve süreçleri belirli bir müddet sonra azalacaktır. Böyle bir durumda sistemin başarısı, mevcut sermayenin fiziksel ve beşeri sermaye faktörleri bünyesinde toplanması ve mevcut inovasyon süreçlerinde etkili olan Ar-Ge sermayesine dâhil edilmesiyle gerçekleşebilecektir (Aghion ve Howitt, 1992: 349). Bu kapsamda Ar- Ge ve inovasyon alanındaki işbirlikçi ilişkiler, inovasyon süreçlerinde merkezi bir rol oynamaktadırlar. Söz konusu bu ilişkiler son zamanlarda ortaya çıkan, ülkeler ve bölgeler arasındaki inovasyon performanslarındaki farklılıkları açıklamaya çalışan bazı konseptlerde özellikle önem arz etmektedir (Fritsch, 2004: 829). Dolayısıyla modern inovasyon sistemleri yaklaşımı, üniversiteler ve araştırma merkezleri gibi bilgi

tedarikçileri ve özel sektör arasındaki etkileşim ve işbirliğinin önemini vurgulamaktadır. Bu kapsamda politika düzenleyiciler, araştırma kurumları ve firmalar arasında ağ yapıları kurmayı amaçlayarak kamu sektörünü inovasyon süreçlerine dâhil etmeyi denemelidirler (Andersson ve Karlsson, 2004: 19).

Ulusal ve yerel ekonomiler içerisinde ve bu ekonomilere yönelik yatırım akımları da inovasyon sistemleri ve ulusal/bölgesel büyümeyi teşvik eden bir sermayenin oluşumunu sağlamaktadır. Özellikle gerçekleşen doğrudan Ar-Ge yatırımları ve teknoloji inkübatörleri10, bilim parkları ve inovasyon merkezleri gibi yenilikçi faaliyetler kapsamındaki bileşenlere yapılacak yatırımlar farklı tür ürün ve süreçlerin desteklenmesi açısından ve takiben oluşacak ekonomik büyümede belirleyiciliğe sahiptirler (Wonglimpiyarat, 2010: 252; Slaper vd., 2011: 39).

Geleneksel olarak bilim, teknoloji ve inovasyon alanındaki kamu yatırımları, kamusal bilim tabanını desteklemeye yöneliktir. Ayrıca ‘Kamu malı’ argümanı kapsamındaki bu araştırma yatırımları firmalar tarafından ortaya konan yeni ürün ve süreç inovasyonlarında da faydalı olabilmektedir. Ancak bu yaklaşım, daha geniş bir kapsamda, inovasyonla alakalı politik müdahaleleri de doğuracağından, klasik bir ‘piyasa başarısızlığına’ da işaret edebilecektir. Böyle bir durumda oluşan ve inovasyon yatırımlarına caydırıcılık getiren belirsizlikler, dışsallıklar ve dağınık bilgilerden ötürü Ar-Ge ve teknoloji yatırımları yetersiz kalacaktır. Böylece firmalar temel (kamu) araştırmalarından tam anlamıyla faydalanamayacak ve temel araştırma faaliyetlerine yetersiz bir yatırım eğilimi göstereceklerdir. Bu durumu telafi etmek amacıyla başta verilen bu argüman, ‘kamu sektörü temel araştırma faaliyetlerine kaynak sağlamalıdır’ şeklinde değişmektedir. Bu şekilde, kamu sektörü tarafından desteklenen araştırma

10 İnkübatörler genel olarak, yeni firma ve teknolojilerin serpilip gelişmelerini sağlayan destekleyici bir

çevrenin oluşturulmasına yardımcı örgütsel birimlerdir. Bu amaçla inkübatörler girişimciler ve firmaların iş olanaklarını büyütebilmeleri ve ekonomik olarak başarıya ulaşmaları konusunda çeşitli araçlar ve hizmetler sunmaktadırlar. Ayrıca inkübatörler üniversitelerin ortaya koyduğu araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin ticarileşmesi süreçlerinde, sahip oldukları bağlantılarla önemli bir yere sahiptirler (bakınız: Scaramuzzi, 2002; Akçomak ve Taymaz, 2004; Chan ve Lau, 2005; Bergek ve Norrman, 2008).

faaliyetleri endüstrilere fayda sağlayarak, konuyla ilgili diğer problemlerin çözümüne katkıda bulunmaktadır (Howells, 2005: 1227).

Firmalar ve yatırımcıların sermayelerinin büyük bir kısmını ayırdıkları Ar-Ge ve inovasyon projelerinde başarısızlık riskleri genellikle yüksektir. Ancak kamu sektörü buna benzer sonuçlara maruz kalmadan, yeni ve gelecek vaat eden teknolojilerin araştırılmasında birtakım olanaklara sahiptirler. Bireysel olarak gerçekleştirilecek birçok proje riskler barındırırken, kamu fonlarıyla desteklenmiş faaliyetlerde risk dağılımı tam olmakta ve yüksek risk primi önlenebilmektedir. Bu durum, inovasyon projeleriyle ilgili kamu programlarının genel hedefinin neden bu projelerin başarısızlık oranı yüksek olan ilk aşamalarıyla alakalı olduğunu açıklamaktadır. Bunun yanı sıra, temel araştırma ve genel eğitim faaliyetleri de, bu faaliyetlerde doğrudan bir getiri beklentisi olmadığından öncelikli olarak kamu destekli olarak ortaya çıkmaktadır (Aktaran: Christensen, 2010: 157). Bu kapsamda, piyasa gelişimi ve iş ortamının iyileştirilmesine yönelik aktif bir şekilde yapılanmış kamu desteği yalnızca finansman alanında değil, ayrıca ulusal ve bölgesel inovasyon sistemlerinin biçimlendirilmesi ve uygulanması konusunda da gerekli olmaktadır (Chung, 2002: 489).