• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de çevre sorunları açısından hidroelektrik santrali (hes) uygulamalarının değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de çevre sorunları açısından hidroelektrik santrali (hes) uygulamalarının değerlendirilmesi"

Copied!
132
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE’DE ÇEVRE SORUNLARI AÇISINDAN HİDROELEKTRİK SANTRALİ (HES) UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Fatih HAŞIL

(2)

T.C.

DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Kamu Yönetimi Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

TÜRKİYE’DE ÇEVRE SORUNLARI AÇISINDAN

HİDROELEKTRİK SANTRALİ (HES) UYGULAMALARININ

DEĞERLENDİRİLMESİ

Danışman:

Yrd. Doç. Dr. Murat YAMAN

Hazırlayan: Fatih HAŞIL

(3)

Kabul ve Onay

Fatih HAŞIL’ın hazırladığı “Türkiye’de Çevre Sorunları Açısından Hidroelektrik Santrali (HES) Uygulamalarının Değerlendirilmesi” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili maddelerine göre değerlendirilip oybirliği / oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

05/01/2018

Tez Jürisi İmza

Kabul Red

Doç. Dr. Özgür ÖNDER

Doç. Dr. Bilge Kağan ŞAKACI

Yrd. Doç. Dr. Murat YAMAN (Danışman)

Doç. Dr. Ayhan KAHRAMAN

(4)

Yemin Metni

Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Türkiye’de Çevre Sorunları Açısından Hidroelektrik Santrali (HES) Uygulamalarının Değerlendirilmesi” adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.

05/01/2018

(5)

ÖZGEÇMİŞ

1990 yılında Trabzon’un Araklı İlçesinde dünyaya geldi. İlk ve Orta öğrenimini Araklı İlçesi Taşgeçit Haşıllı İlköğretim Okulu’nda tamamladı. 2007’de Araklı Saffet Çebi Lisesi’nden, 2013 yılında da Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu. 2014 yılında ise, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Kamu Yönetimi Tezli Yüksek Lisansa başladı. Halen Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans öğrenimine devam etmektedir.

(6)

ÖZET

TÜRKİYE’DE ÇEVRE SORUNLARI AÇISINDAN HİDROELEKTRİK SANTRALİ (HES) UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

HAŞIL, Fatih

Yüksek Lisans Tezi, Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Murat YAMAN

Ocak, 2018, 131 sayfa

Günümüzde çevre sorunları öncelikli olarak ele alınması gerekli bir konudur. Çünkü sanayi devrimiyle birlikte artan enerji ihtiyacı çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Hızlı sanayileşme ile enerji üretimine yönelik çalışmalar ve ortaya çıkan sorunlar, çevreye olan müdahalelerin tartışılmasına neden olmuştur. Çevre sorunları insanlar üzerinde etkisini göstermeye başladığında ise, çevresel sorunların çözümüne yönelik ilgiyi arttırmıştır. Özellikle son dönemlerde artan enerji ihtiyacı yatırımlarına yönelim olmaktadır. Enerji ihtiyacını karşılmak için yapılan bu yatırımlardan birisi de hidroelektrik santrali uygulamalarıdır. Bu nedenle hidroelektrik santrallerinin çevreye verdiği olumsuz etkiler araştırılması gereken alanlardan bir tanesidir. Çünkü hidroelektrik santralleri çevre dostuymuş gibi gözükseler de çevre sorunlarına yol açmaktadırlar.

Bu tezin amacı, hidroelektrik santrallerin çevre sorunlarına neden olduğunu ifade etmektir. Çünkü esas olan nokta, hidroelektrik santralleri yapılırken çevresel etkileri göz önünde tutularak uygulanması gerektiğidir. Yani HES’ler olmalı ancak çevre ön planda tutularak uygulanması gerekmektedir. HES’ler ekonomik kalkınmaya katkı sağladığı için ekolojik etkiler göz ardı edilmektedir. Bu nedenle Türkiye’deki HES uygulamalarının ortaya çıkardığı çevre sorunları dile getirilme gereksinimi duyulmuştur. Aslında bu tezin yaklaşımı insan merkezci değil, çevre merkezci hareket edilmesi gerektiğini belirtmektir. Çünkü çevrenin insana değil, insanın çevreye bağımlılığı söz konudur.

Anahtar Kelimeler: Çevre, Ekoloji, Çevre Sorunları, Hidroelektrik Santrali (HES),

(7)

ABSTRACT

HYDROELECTRIC PLANT IN TERMS OF ENVIRONMENTAL PROBLEMS IN TURKEY (HES) EVALUATION OF APPLICATIONS

HAŞIL, Fatih

M. Sc. Thesis, Department Of Public Administration Supervisor: Yrd. Assoc. Dr. Murat YAMAN

January, 2018, 131 pages

Nowadays environmental problems are a priority issue. Because of the increasing energy demand along with the industrial revolution, environmental problems are also brought along with it. Rapid industrialization and energy production work and emerging problems have led to a debate about environmental interventions. When environmental problems begin to show no effect on people, it has increased the interest in solving environmental problems. Especially in recent years there is a tendency towards increasing energy demand investments. One of these investments made to meet the energy need is the application of the hydroelectric power plant. For this reason, the adverse effects of hydroelectric power plants on the environment are one of the areas to be investigated. Because hydroelectric power plants seem to be friendly to the environment, they are also causing environmental problems.

The aim of this thesis is to state that hydroelectric power plants cause environmental problems. The main point is that while hydroelectric power plants are being built, environmental considerations must be considered. That is to say, HEPPs must be applied, however, by keeping the environment on the front panel. As HES contributes to economic development, ecological effects are ignored. Therefore HES administration of the environmental problems that arise in Turkey has expressed the need to be heard. In fact, this thesis's approach is to point out that it is not human centric, but that it should be environmentalist. Because the circle is not human, but the human being is dependent on the environment.

Keywords: Environment, Ecology, Environmental Problems, Hydroelectric Power Plant (HEPP), Environmental Impact Assessment (EIA)

(8)

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ... v ABSTRACT ... vi TABLOLAR LİSTESİ ... x ŞEKİLLER LİSTESİ ... xi

GRAFİKLER LİSTESİ ... xii

KISALTMALAR ... xiii

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ÇEVRE VE HİDROELEKTRİK SANTRALLERİNE KAVRAMSAL BAKIŞ 1.1 ÇEVRE, EKOLOJİ VE ÇEVRE SORUNLARI ... 5

1.1.1 Çevre Tanımı ve Önemi ... 5

1.1.2 Ekoloji Tanımı ve Önemi ... 7

1.1.2.1 Ekolojinin Bölümleri ... 8

1.1.2.2 Ekosistem ve Ekolojik Denge ... 9

1.1.3 Çevre Sorunlarının Ortaya Çıkışı ... 11

1.1.3.1 Genel Anlamda Çevre Sorunları ... 16

1.1.3.2 Çevre Sorunlarının Sebepleri ... 20

1.2 HİDROELEKTRİK SANTRALLERİNE ÇEVRESEL BİR BAKIŞ ... 25

1.2.1 Hidroelektrik Santrali (HES) Tanımı ... 25

1.2.2 Hidroelektrik Santralin Ana Bölümleri ... 27

1.2.3 Yapılarına Göre Hidroelektrik Santralleri ... 28

1.2.3.1 Akarsu Tipi (Barajsız) HES ... 28

1.2.3.2 Depo Tipi (Barajlı) HES ... 29

1.2.3.3 Med-Cezir (Gel-git) Tipi HES... 29

1.2.3.4 Depresiyon Tipi HES ... 30

1.3 HİDROELEKTRİK SANTRALLERİ VE ÇEVRE İLİŞKİSİ ... 31

1.3.1 Hidroelektrik Santrallerin Çevre Üzerindeki Etkisi ... 31

1.3.2 Hidroelektrik Santrallerin Ekoloji İle Etkileşimi ... 32

1.3.3 Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Tanımı ve Önemi ... 34

1.3.3.1 Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Çalışma Aşamaları ... 35

1.3.3.2 Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) ... 35

1.3.3.3 Çevresel Etki Değerlendirmesi, Stratejik Çevresel Değerlendirme ve Hidroelektrik Santrali İlişkisi ... 36

(9)

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE HİDROELEKTRİK SANTRALİ (HES) UYGULAMALARININ GENEL ÇERÇEVESİ

2.1 TÜRKİYE’DE HİDROELEKTRİK SANTRALLERİNİN ÇEVRE

YÖNÜNDEN TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ ... 39

2.1.1 Türkiye’de HES’lerin Gelişim Süreci ... 39

2.1.1.1 1923-1950 Döneminde ... 40

2.1.1.2 1950-1980 Döneminde ... 40

2.1.1.3 1980-2000 Döneminde ... 41

2.1.1.4 2000 ve Sonrası Dönemde... 42

2.2 TÜRKİYE’DE HİDROELEKTRİK SANTRALİ UYGULAMALARININ HUKUKİ BOYUTU ... 43

2.2.1 Ulusal Düzenlemeler ... 44

2.2.1.1 Anayasal ve Yasal Düzenlemeler ... 44

2.2.1.2 Çevre Kanunu ... 46

2.2.1.3 Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği ... 48

2.2.1.4 Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği (ÇEDY) ... 50

2.2.1.5 Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği (SÇDY) ... 53

2.2.2 Çevre İle İlgili Diğer Düzenlemeler ... 54

2.2.2.1 Uluslararası Sözleşmeler ve Çevre İlişkisi ... 55

2.2.2.2 Esnek Hukuk (Soft Law) ... 58

2.2.2.3 Avrupa Birliği (AB) ... 59

2.3 TÜRKİYE DE HES’LERİN İLİŞKİLİ OLDUĞU KURUM VE KURULUŞLAR ... 60

2.3.1 Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü ... 60

2.3.2 Devlet Su İşleri (DSİ) ... 61

2.3.2.1 HES Su Kullanım Anlaşmaları ... 62

2.3.2.2 Barajlar ve HES Dairesi Başkanlığı ... 62

2.3.2.3 Hidroelektrik Enerji Dairesi Başkanlığı ... 63

2.3.3 Enerji Piyasası Denetleme Kurumu (EPDK) ... 63

2.3.4 Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE) ... 63

2.3.5 Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ) ... 65

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE ÇEVRE PERSPEKTİFİNDEN HİDROELEKTRİK SANTRALİ (HES) UYGULAMALARININ İNCELENMESİ 3.1 TÜRKİYE’DEKİ HİDROELEKTRİK SANTRALLERİ ... 68

3.2 TÜRKİYE’DE HİDROELEKTRİK SANTRALLERİN ORTAYA ÇIKARABİLECEĞİ ÇEVRESEL VE EKOLOJİK SORUNLAR ... 69

(10)

3.2.1 HES’lerin Doğurduğu Sorunlar ... 69

3.2.1.1 HES’lerin Planlama Evresinde Meydana Gelen Sorunlar ... 70

3.2.1.2 HES’lerin İnşaat Aşamasındaki Sorunlar ... 71

3.2.1.3 HES’lerin İşletme Evresinde Neden Olduğu Sorunlar ... 75

3.2.1.4 Eşgüdüm Sorunu ... 80

3.2.1.5 Denetim Sorunu... 80

3.3 ÇEVRE VE EKOLOJİ YÖNÜYLE TÜRKİYE’DEKİ HİDROELEKTRİK SANTRALLERİN MEVCUT DURUMU ... 81

3.3.1 Günümüz Verileriyle Türkiye’deki HES Uygulamaları Profili ... 82

3.3.2 ÇED Faaliyetleri Açısından Türkiye’deki HES’lerin ÇED Kararları ... 86

3.3.3 Özel Sektör Yatırımları Yönüyle HES’lerin Durumu ... 90

3.3.4 Çevre İzin ve Lisans Kapsamındaki Veriler ... 93

SONUÇ ... 95

KAYNAKÇA ... 100

(11)

TABLOLAR LİSTESİ

Sayfa

Tablo 3.1: 2016 Yıl Sonu HES Potansiyel Durumu ... 82

Tablo 3.2: 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu Çerçevesinde Özel Sektörce Uygulanan HES Potansiyeli ... 91

Tablo 3.3: 2010-2016 Yılları Arası Türkiye’deki HES’lerin Gelişim Performansı ... 84

Tablo 3.4: Türkiye’de HES Türüne Göre Kurulu Güç Dağılımı ... 85

Tablo 3.5: 2011-2015 Döneminde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tarafından Verilen ÇED Kararları ... 87

Tablo 3.6: 2016 Yılı Sektörlere Göre ÇED Karar Sayıları ... 89

Tablo 3.7: Hidroelektrik Enerjisi Alanında Yapılan Özel Sektör Yatırımları ... 93

(12)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Sayfa

Şekil 1.1: Akarsu Üzerine Kurulu Hidroelektrik Santrali Çalışma Sistemi ... 28

Şekil 1.2: Baraj Yapılı Hidroelektrik Santrali Çalışma Sistemi ... 29

Şekil 1.3: Gel-git Tipi Hidroelektrik Santrali Enerji Üretme Sistemi ... 30

Şekil 1.4: Depresiyon Tipi Hidroelektrik Santrali Çalışma Sistemi ... 30

Şekil 3.1: Rize Senoz Vadisi HES Öncesi ve Sonrası ... 70

(13)

GRAFİKLER LİSTESİ

Sayfa

Grafik 3.1: Türkiye’deki Mevcut HES Profili ... 68

Grafik 3.2: Hidrolik Enerjisi Kurulu Gücünün Yıllar İçerisindeki Gelişimi ... 83

Grafik 3.3: 2016 Yılı Sonu İtibarıyla Kurulu Gücün Kaynak Bazında Dağılımı ... 86

Grafik 3.4: ÇED Olumlu Kararlarının Sektörel Dağılımı (1993-2016) ... 88

Grafik 3.5: ÇED Gerekli Değildir Kararlarının Sektörel Dağılımı (1993-2016) ... 89

Grafik 3.6: 1993-2016 Dönemi ÇED Karar Sayısı ... 90

(14)

KISALTMALAR

AB: Avrupa Birliği

Bkz: Bakınız

BM: Birleşmiş Milletler

BMİÇD: Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Deklerasyonu

BMİDÇS: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi

ÇED: Çevresel Etki Değerlendirme

ÇEDY: Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği

ÇŞB: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

DB: Dünya Bankası

DPT: Devlet Planlama Teşkilatı DSİ: Devlet Su İşleri

e-ÇED: Çevrimiçi Çevresel Etki Değerlendirmesi EİE: Elektrik İşleri Etüt İdaresi

EPDK: Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu ETKB: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı EÜAŞ: Elektrik Üretim Anonim Şirketi

GW: Giga Watt

GWh: Giga WatSaat

Ha: Hektar

HES: Hidroelektrik Santrali

IMO: International Maritime Organization (Uluslararası Denizcilik

Örgütü)

IPCC: Intergovermental Panel on Climate Change (Hükümetlerarası

İklim Değişikliği Paneli)

kWh: Kilowatt Saat

m3: Metreküp

MÖ: Milattan Önce

MW: Mega Watt

OECD: Organization for Economic Co-operation and Devolopment (Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Örgütü)

SÇD: Stratejik Çevresel Değerlendirme

(15)

TÇV: Türkiye Çevre Vakfı

TEAŞ: Türkiye Elektrik Anonim Şirketi

TEK: Türkiye Elektrik Kurumu

UNCED: United Nations Conference On Environment and Development

(Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı)

UNEP: United Nation Environment Programme (Birleşmiş Milletler

Çevre Programı)

WCD: World Comission on Dams (Dünya Barajlar Komisyonu)

WWF: World Wildelife Fund (Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı) YİD: Yap İşlet Devret

(16)
(17)

GİRİŞ

Günümüzde çevre sorunlarının ortaya çıkışına baktığımızda özellikle sanayi devrimiyle gündeme geldiğini söyleyebiliriz. Çünkü insanoğlu ile birlikte ortaya çıkan çevre sorunları ilkel olsa da esas varlığını sanayi devrimiyle birlikte göstermiştir. Gelişen ve yenilenen teknoloji ile birlikte sanayi devrimi, çevreye ve doğal kaynaklara müdahaleyi arttırmıştır. Sanayi devrimi ile birlikte artan enerji ihtiyacı birçok alanda insanları enerji yatırımı yapmaya yönlendirmiştir. İşte bu enerjiye duyulan ihtiyaç insanın çevreye müdahalesini ve çevre üzerindeki olumsuz etkisinin görmezden gelinmesine sebep olmuştur. Çevreye ve ekolojik yapıya müdahalenin negatif etkilerini dile getirmekte insanoğlu geç kalmış olsa da çevre farkındalığı uyandırılmaya çalışılmaktadır. Çünkü doğal çevreye olan müdahalenin olumsuz etkileri insanlara zarar vermeye başlamıştır. Aslında insanoğlu çevreyi kontrol altına almaya çalışırken neden olduğu olumsuz çevre şartları insan üzerinde etki göstermeye başlamıştır. Bu durumda insanın çevreye müdahale ettiğini zannederken gerçekte kendine zarar verdiğini göstermektedir. İşte bu yüzden insanın ekolojiye ve çevreye olan olumsuz etkisi sonucu doğaya karşı kendi başlattığı rekabeti yine kendi kaybetmektedir. Sanayi devrimiyle gelişen teknoloji yeni enerji ihtiyaçları ortay çıkarmaktadır. Bu nedenle enerji ihiyacı için birçok yatırım yapılmaya başlanmıştır. Bu ihtiyacı karşılama için yapılan yatırımlardan bir tanesi de HES uygulamalarıdır.

Hidroelektrik, sudaki potansiyel enerjinin belli aşamalardan geçerek kinetik enerjiye dönüştürülmesiyle elde edilen elektrik türü olarak tanımlanabilir. Yani akan veya düşen suyun yerçekimi kuvveti yoluyla elektriğe dönüşmesidir. Bu nedenle hidroelektrik santrallerini, su gücü ile elektrik üreten işletmeler olarak ifade edebiliriz. Temel mantık su gücünden yararlanılarak elektrik üretmektir. Elektrik üretimi için Akarsu tipi, Depo tipi, Gel-git tipi ve Depresiyon tipi olarak dört çeşit HES uygulaması kullanılmaktadır. Ancak Türkiye’de sadece coğrafi konumu nedeniyle Akarsu ve Depo tipi HES türleri vardır. HES uygulamaları yenilenebilir enerji kaynağı olarak kabul edildiği için çevreye ve ekolojik yapıya zarar vermediği düşünülmektedir. Ancak çevresel bir bakış açısıyla inceleme ve araştırma yapıldığı zaman HES uygulamalarının sanıldığı kadar temiz ve masum olmadığı görülmektedir. Çünkü HES projeleri planlama aşamasında, yapım aşamasında ve işletme aşamasında ekolojiye, doğal su kayaklarına, ormanlara, çevreye ve hatta insanlara zarar verebilmektedir. Ancak HES projeleri

(18)

özellikle enerjide dışa bağımlılığı azalttığı için savunulmaktadır. Bu durum gözetilirken çevresel duyarlılık gözden kaçmamalıdır. Burada çevreyi koruma amaçlı devreye giren politika ise devlet eliyle yapılan ÇED raporu uygulamasıdır.

ÇED raporu, işletmelerin kurulacağı akarsu üzerinde bir ekolojik yapı ve çevre üzerinde olumsuz etkisi olup olmadığını denetleyen bir mekanizmadır. ÇEDY’nin ekinde belirtilen işletme kriterlerine göre bu rapor hazırlanmaktadır. Ancak burada tartışılması gereken konu ise “ÇED Gerekli Değildir” kararı sonucu birçok HES projesinin bu denetimde veya rapordan muaf tutulmasıdır. Çünkü özellikle özel sektör eliyle yapılan HES projelerinde tamamen kâr amacı güdüldüğü için çevresel boyut görmezden gelinmektedir. Ancak unutulmamalı ki gerek HES uygulamalarının gerekse diğer işletmelerin çevre üzerindeki zararını denetleyen en önemli mekanizma ÇED raporu hazırlanmasıdır. Bu yüzden çevresel duyarlılık açısından ÇED raporu büyük önem arz etmektedir.

Bu tez üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde çevre, ekoloji ve HES uygulamalarının kuramsal yönü, ikinci bölümde ise, Türkiye’deki HES’lerin tarihsel gelişimi ve hukuki yönü irdelenmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde konuyu algılanmak için çevre sorunları, ekoloji ve HES’lerin kavramsal çerçevesi çizilmiştir. Çevre ve ekoloji kavramları tanımlanarak çevre sorunlarının ortaya çıkışı ifade edilmektedir. ÇED ve HES ilişkisini kurma adına ÇED kavramı üzerinde durulmaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde ise, Türkiye’deki HES uygulamalarının tarihsel süreci, HES’lerin bağlantılı olduğu kanun, yönetmelikler, ilişkili olduğu kurum ve müdürlükler belirtilmektedir. HES projelerinin her aşamasında hukuki kural ve yönetmeliklere ne kadar dikkat edildiği değerlendirilmiştir.

Üçüncü bölümünde Türkiye’deki HES uygulamalarının durumu değerlendirilerek çevresel ve ekolojik yönden ortaya çıkardığı veya çıkarabileceği sorunlar ortaya koyulmaktadır. Çünkü bu çalışmada esas olarak Türkiye’deki HES’ler her ne kadar çevre dostuymuş gibi gözükseler de ekolojik yapı ve çevre üzerinde olumsuz etkilerinin olduğuna ulaşılmaya çalışılmıştır. HES projeleri uygulanırken enerjide dışa bağımlılığı azalttığı gerekçesinin altına sığınılsa da aslında görmezden gelinen önemli bir çevre tahribatına neden olmaktadırlar. Bu da bize insan çevre ile

(19)

girdiği rekabetten yine mağlup çıktığının kanıtını göstermektedir. İşte bu nedenden dolayı Türkiye’deki HES uygulamaları değerlendirilmektedir.

(20)

BİRİNCİ BÖLÜM

(21)

1.1 ÇEVRE, EKOLOJİ VE ÇEVRE SORUNLARI

Günümüzün en önemli proplemlerinden bir tanesi olan çevre sorunlarının kapsamını daha iyi anlayabilmek için çevre kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.

1.1.1 Çevre Tanımı ve Önemi

Çevre sözcüğü kelime anlamı olarak, kenar, ortam, civar, bölge gibi anlamlar ifade etmektedir. Çevre asıl olarak biyoloji alanına ait bir kavramdır ve ekolojik kökenlidir. Ancak canlıların çevreye uyumu açısından incelenmeye başlanarak, insan ve çevresi anlamında sosyal bilimlerde de kullanılmaya başlanmıştır. İnsanında çevreye bağlı bir canlı olduğunu düşünürsek diğer bilim dallarında da incelenmesi olağan bir durumdur. Çünkü herkesin var olmak ve yaşamak için çevreye ihtiyacı vardır (Kaypak, 2013, s. 19).

Çevre kavramının günlük hayatta yaygın olarak kullanımının 1970’li yılların başına denk geldiğini söyleyebiliriz. Çevre her ne kadar basit bir yapıda gözükse de aslında karmaşık bir yapıya sahiptir. Çünkü sanayinin gelişmesiyle çevreye olan müdahale arttığı için daha çok gündemde olmaya başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında çevre-insan etkileşimi, ilk insan varlığından beri devam etmektedir (Uşak, 2007, s. 3). Çevre-insan ilişkisi arttıkça da, insanın çevreye olan müdahalesi süreklilik kazanmaktadır.

Çevrenin tanımını yapmak gerekirse, genel bir ifade şekliyle çevre, bütün canlıların yaşam boyu birbiri ile olan ilişkilerini devam ettirdiği dış ortam veya alan olarak tanımlanabilir. Yani canlı türlerinin etkileşimini konu alan bir mekanizmadır. Çünkü bir canlının hareketi diğer bir canlı türüne karşı çevresel bir etki yaratabilir. Buradaki en önemli etkiye sahip canlı türü ise insandır. (Ertürk, 1998, s. 9). Webster sözlüğü çevreyi, “bir organizmanın yaşamını ve gelişmesini etkileyen tüm dış faktörler toplamı olarak tanımlamaktadır” (Görmez, 2015, s. 3-4). Çevre, insanların ve diğer canlıların hayatları devamınca ilişkilerini sürdürdükleri ve birbirini etkiledikleri fiziki, biyolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel ortamdır (Yiğit & Bayraktar, 2006, s. 1). Çevre, insan davranışları ve tüm canlılar üzerinde hemen ya da belli bir süre içinde dolaylı veya dolaysız bir etki yapabilecek toplumsal, fiziksel, kimyasal ve biyolojik etkilerin

(22)

belli bir dönemdeki toplamıdır. En çok da insan diğer canlı türleri üzerinde çeşitli çevresel etkilere sahiptir (Keleş & Hamamcı, 1993, s. 21).

Çevre, insan ve doğa kavramlarının kesişme noktasında yer alır. Ama biri diğerine kesinlikle muhtaç olmasına rağmen diğerinin onsuz yapabildiği bir durum söz konusudur. İşte çevre de, bu iki aktörün sergilenen oyunda başrol oynadığı ve süreklilik gerektiren bir etkileşimdir (Parlak, 2004, s. 15). Çevre dünya üzerinde yaşayan canlılar ile yaşam için mecburi olan hava, su ve topraktan oluşan bir sistemdir. Çevreyi bir sistem olarak düşünürsek, doğal gelişimin ürünlerini oluşturan varlıklar ile dünya yüzeyinde bulunan fiziksel ve kimyasal bileşiklerden oluşur. Çevreye bu sistemde kendini yenileme fırsatı tanınmazsa geri dönüşümü imkansız olur. Bu sebeple içinde yaşadığımız çevreyi yok edilmenin eşiğine getirirsek doğal şekline doğru kendini bir daha asla yenileyemez (Demirer, 1992, s. 10).

Tüm bu açıklamalar ve tanımlar sonucunda çevrenin önemini şöyle vurgulayabiliriz. Çevre üzerinde en çok etkisi olan insan, çevreyi kontrol altına alma adına bir rekabete girmiştir. Ancak garip olan durum ise, insan çevre üzerinde ne zaman baskın olsa çevre sorunu ortaya çıkıyor ve insanın aleyhine olan sonuçlar meydana geliyor. Çevre-insan ilişkisi açısından asıl olan bizim geleceğimiz için çevreye muhtaç olmamızdır. Biz olmadan çevre olabilir, ancak çevre olmadan biz asla yaşamımızı devam ettiremeyiz. Bir canlı türü olarak bizim yaşamımızı idame etmek için çevreye bağımlılığımız söz konusudur. Çevreye nüfuz etme anlamında çevre sorunlarının en büyük sorumlusu insandır. Çevre kavramının alanını daha iyi algılamamız adına çevreyi doğal ve yapay olmak üzere iki şekilde değerlendirmek gerekmektedir.

Doğal ve Yapay Çevre: Doğal çevre, insanlar tarafından herhangi bir etkinin

olmadığı, değişikliğe uğramamış çevre diye tanımlanırken, yapay çevre, insan varlığı ile gelişen ve insanın müdahalesinin olduğu bir çevre türüdür. Yani birinde insan müdahalesi yokken diğeri insan eli ile oluşturulmuş çevredir (Görmez, 2015, s. 3). Doğal çevre, oluşmasında insanın katkısının olmadığı, yani insan elinin müdahalesi yoktur. Kısaca, yeryüzünün fiziki özellikleri üzerinde durur. Ovalar, dağlar gibi. Yapay çevre de ise, en başından günümüze kadar insan eli ile doğal çevreden faydalanılarak oluşturulan çevredir. Yollar, binalar, sokaklar örnek gösterilebilir (Uşak, 2007, s. 4).

(23)

1.1.2 Ekoloji Tanımı ve Önemi

Ekoloji kavramı, ilk defa 1867 yılında Alman biyoloji uzmanı Ernst Haeckel tarafından kullanılmıştır. Eski Yunanca da oikos(konut) ve logos(bilim) köklerinden türemiş bir kavramdır. Bizim dilimizde bu terime karşılık olarak, çevrebilim kavramı kullanılmaktadır (Ertürk, 1998, s. 3). Ancak bu kavram, farklı bir bilim dalı olarak kabul edilmesi 1900’lü yıllara denk gelir. Aynı zamanda kendi alanına giren konularla ilgilenme ise insan varlığı kadar eskiye gitmektedir. Çünkü önceden biyolojinin bir alt dalı olarak tanımlanıyordu.

Ekoloji, değişik canlıların çevreleri ile nasıl uyum sağladıklarını, yaşamlarını nasıl devam ettirdiklerini, hangi şartlar altında besin ihtiyaçlarını karşıladıklarını ve canlı topluluğu içinde fonksiyonlarını nasıl gerçekleştirdiklerini inceleyen bir bilim dalıdır (Bozyiğit, 1998, s. 11). Ayrıca insan başta olmak üzere, tüm canlıların birbirleriyle olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı olarak da ifade edilebilir. Bu kavramın bir açıdan çok yeni, başka bir açıdan çok eski bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ilk anlamda biyolojinin sadece bir alt dalı olarak bitki ve hayvan çevresini incelerdi. Oysa 1970’lerden sonra çevre sorunlarının artması nedeniyle kapsamı genişleyerek bir bilim dalı haline gelmiştir. Bu anlamda insan-doğa ilişkilerini de konu almaya başlamıştır (Kışlalıoğlu & Berkes, 1994, s. 13). Başka bir bakış açısıyla, ilk zamanlar bitki ve hayvan bilimi ile uğraşırken, bugün tüm canlıların çevre veya ortam ile olan ilişkilerini inceleyen bir bilim olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan bakılınca da bir “biz bilimi” olarak görülebilir (Güney, 2004, s. 7).

Çevrebiliminin amacı, yerküredeki ekosistemlerin nasıl işlediğini veya giderek nasıl değişikliğe uğradığını araştırmaktır. Bu şekilde çevrede olan felaketleri gözler önüne serebilir. Tabi bunu da deney, gözlem, anket ve ölçme gibi metotlar yoluyla yapmaktadır (Özey, 2001, s. 19). Ayrıca ekolojik düşünce adı altında doğa, insan yaşamının olmazsa olmazıdır. Çünkü doğa insan olmadan yaşamını sürdürebilir, ancak insanın yaşam sürekliliği doğaya bağlıdır (Kayır, 2003, s. 77-79).

Eski Yunan filozofları da ekoloji ve çevre koşullarının öneminden bahsetmişlerdir. Hippocrates “Hava üzerine, su ve yer” adlı bir kitap vermiş. Yine Aristo’nun, doğa ile ilgili yayınlarında çevre şartları ve hayvan davranışlarından

(24)

bahsettiğini söyleyebiliriz (Şişli, 1999, s. 3). Marx, doğa insanın inorganik bedeni yani onun dışında olan bir ortam olduğunu söyler. İnsan doğada yaşadığı için onunla sürekli diyalog halinde bir etkileşim sürdürmelidir (Mutlu, 2007, s. 124). İnsanoğlu, var olduğundan beri hem doğanın bir parçası olarak onu dönüştürmüş hem de kendisi doğaya uyum sağlamak zorunda kalmıştır. Bu döngü içerisinde aleyhine olan taraf doğa olmuştur, çünkü olumsuz sonuçlar patlak vermeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak insan, geleceği söz konusu olduğu için bu olumsuzlukları görmek zorunda kalmıştır (Şengün, 2007, s. 157). Ekoloji hakkında daha net bir düşünce yapısına sahip olmak için ekoloji bölümlerine değinmek yerinde bir tutum olmaktadır.

1.1.2.1 Ekolojinin Bölümleri

Ekolojinin bölümlerini populasyon ekolojisi, kommünite ekolojisi, tür ekolojisi ve ekosistem olarak dört şekilde inceleyebiliriz.

Populasyon Ekolojisi: Belli bir bölgede, belli bir süre içinde yaşayan ve karşılıklı etkileşim içinde olan aynı türe ait topluluk olarak tanımlanabilir (Dinç & Özkaya, 2007, s. 38). Bir arada yaşayan bu canlı topluluğu, aynı türe ait diğer canlı gruplarından fiziksel olarak oldukça belirgin bir şekilde ayrılmıştır. Örneğin aynı türe ait sazan balıkları yan yana iki gölde yaşamasına rağmen fiziksel olarak ayrılmış durumdadırlar (Kışlalıoğlu & Berkes, 1994, s. 182).

Kommünite Ekolojisi: Herhangi bir yerde birbiri ile ilişkili bütün popülasyonların bir araya gelmesiyle oluşan topluluğa denir. Kommünitenin büyüklüğü, o coğrafi bölgedeki çevre şartlarının çeşitliliğine, farklılığına bağlıdır. Bu doğada yaşayan kommüniteler birbirinden tamamen bağımsız değillerdir. Kommünitenin sınırlarını nem, yağış ve sıcaklık gibi etmenler belirleyebilir. Örneğin Sapanca gölünde yaşayan bütün populasyonlar kommüniteyi oluşturur (Şişli, 1999, s. 331).

Tür Ekolojisi: Dünya üzerinde yaşayan tüm canlı türlerini ifade etmektedir. Tabi bu tür çeşitliliği enlem derecelerine göre değişiklik göstermektedir. Örneğin, ekvatoral bölgelerdeki fazla çeşitlilik türü, kutuplara doğru gidildikçe azalmaktadır (Dinç & Özkaya, 2007, s. 43). Buradan tür çeşitliliğini etkileyen faktörlerinde iklimsel olduğunu görmekteyiz.

(25)

Ekosistem: Belli bir yaşam alanını paylaşan canlılar ile sıkı bir ilişki içinde oldukları cansız varlıklar arasındaki ilişki ekosistem diye tanımlanmaktadır. Ekosistem değişik boyutlarda oluşabilmektedir. Örneğin akvaryum küçük bir ekosistem iken karalar ya da denizler büyük bir ekosistemi ifade etmektedir (Şahin, 2001, s. 175).

20. yüzyıldaki teknolojik gelişmelerin ilerleme göstermesi ile birlikte ekoloji, disiplinler arası bir bilim olarak görülebilir. Çünkü bu kavramın dayanışma, sınırlama ve bağlılık olmak üzere üç prensibi vardır. Dayanışma, tüm canlıların yaşamlarını devam ettirebilmesi için birbirleri ile uyum içinde yaşamalarını gerektiren ilişkilerdir. Sınırlama, canlının içinde bulunduğu hayat şartlarıdır. Her canlı sonsuza dek yaşamaz ve her türlü ortamda yaşama özelliğine de sahip değildir. Çünkü canlıların yaşam biçimleri birbirinden farklıdır. Sonuncusu olan bağlılık prensibi ise, canlıların birbirlerine bağlı olarak yaşamak zorunda kalmasıdır. Nitekim insanın yaşamını devam ettirmesi için oksijene ihtiyacı vardır (Özey, 2001, s. 17). Önemi gereği ekosistem ve ekolojik denge kavramlarını bir başlık altında incelenmesi gerekmektedir.

1.1.2.2 Ekosistem ve Ekolojik Denge

Ekosistem, doğada yaşayan tüm canlı ve organizmaların çevresiyle olan ilişkilerini bir uyum ve denge üzerinde yürütmesi olarak tanımlanabilir. Kısaca tüm canlıların birbirine bağlı olduğu bir denge sistemidir (Gürpınar, 1995, s. 36-37). İnsanlarda doğa ile olan ilişkisi sayesinde bu denge sisteminin içinde yer almaktadır. Doğada ki diğer canlılar gibi insan, ekosistem içinde kendine bir yer edinmiştir. Yine başka bir tabir ile ekosistem, belli bir yerde bulunan canlıları ve bunların çevresini ifade eder. Hatta çevre ve sistem kavramlarının bir araya gelmesiyle oluşmuştur (Özey, 2001, s. 17).

Bir ekosistem içinde bulunan besinler, değişik yollarla yeni canlı organizmalara dönüşürler. Örneğin, enerji olarak güneş ve sudan aldığını ısı olarak dışarı verebilir. Ayrıca ekosistemlerde iklimsel ve daha fazla değişimler olmadıkça kendi yaşamını sürdürebilen bir kalıcılığı vardır. Çünkü bir ekosistem sabit kaldığı sürece kendini yeniler ve içinde bulunan canlılara bir barınak oluşturur. Ekosistemin sürdürülebilirliğini sağlamak aslında kendi gezegenimize sahip çıkmayı ifade

(26)

etmektedir. Kısaca kendini yenileyebilir özelliğini kaybetmemesi gerekmektedir (Callenbach, 2010, s. 45-47).

Ekolojik denge kavramına da değinmek gerekirse, ekosistem içindeki doğal denge ve uyum olarak ifade ediebilir. İşte bu sistem içindeki ekolojik denge bozulduğunda ortaya doğal yapıda aksamalar çıkmaktadır. Ekoloji-insan ilişkisi açısından aslında insanın müdahale etmediği doğal ortamda bu denge pek de bozulmamaktadır (Özey, 2001, s. 18). Ekolojik döngü içerisindeki canlı, cansız her şey bir sistem halinde işlemektedir. Eğer herhangi bir nedenden dolayı olumsuz bir müdahale olursa bu döngünün aksamasına sebep olmaktadır (Yıldız, vd., 2000, s. 50).

Doğal dengenin bozulmaması için bütün doğal kaynaklar sakınarak kullanılmalıdır. Çünkü doğal kaynakların tükenip yok olması ancak, daha fazla tüketmek yerine tasarrufa gitmekle engellenebilmektedir. Üzerinde yaşadığımız bu ekolojik dengeden tüm canlıların daha fazla yararlanabilmesi için insanlarda bu sorumluluk bilincinin gelişmiş olması gerekir. Ancak son yıllarda ekolojik dengeyi bozucu unsurlar artış göstermektedir. Hızla artan nüfus, ormanların tahrip edilmesi en bariz örnekleridir (Eryılmaz, 2007, s. 98).

İnsanların doğal ekosistem üzerindeki olumsuz etkileri, geri dönüşümü olmayan bazı değişiklikler ortaya çıkarmaktadır. Bunun sonucunda da canlıların yaşam dünyasındaki ekolojik dengesi bozulmaktadır. Bu durumu tetikleyen hızlı nüfus artışı, teknolojinin insan merkezli hızlı gelişimi ve insanların refah seviyesini sürekli yükseltmek istemesi gibi etmenlerdir. Çünkü insanlar belli bir refah seviyesini yeterli görmemekte ve sürekli daha yukarısını arzu etmektedir. Bu insanların gereksinimlerinin devamlı değişmesi ve artmasının kanıtıdır (Çepel, 2006, s. 177). İnsanların gereksinimlerinin artması demek, daha fazla tüketim ve daha fazla doğal kaynak kullanımını ifade etmektedir. Doğal kaynak tüketiminin belli bir sınırı olmadıkça bu doğal dengedeki bozulmalar devam edecektir.

İnsanoğlunun geçmişten ders alması gereken bir nokta olarak, canlı türlerinin doğal olan çevrelerini kaybettikleri zaman, kendilerinin de yok olmasıdır. Çünkü bir canlı türü olarak insan, doğayı ne kadar denetimi altında tutarsa tutsun, dengesini bozduğu doğanın kurbanı olmaya mahkûmdur. Bunu algılamanın yolu da bilimsel

(27)

araştırma sonuçlarını, eğitim aracılığı ile insanlara yaymaktır. Verilen eğitim ile doğa bilinci gelişmiş olacak ve uygun politikalar üretilebilecektir. Geleceğimizi korumanın en garantici yolu bu olsa gerek. Çünkü doğal dengenin korunmasıyla insan türünün devamının sağlanabileceği unutulmamalıdır (Alpagut, 2016, s. 45).

Burada üzerinde durulması gereken bir noktada çevre, ekoloji ve doğa kavramlarının ayrımını yapmaktır. Bunu şu şekilde ifade edebiliriz. Çevre insanları doğal olan ya da olmayan diye incelerken, ekoloji hayvan ve bitki topluluklarının çevreleriyle olan ilişkilerini ele alır. Bu açıdan bakılırsa bu alan daha dar anlamlı bir kavramdır. Çevre ile birbiri yerine kullanılan diğer bir kavram ise doğadır. Doğa insanın herhangi bir müdahalesi olmayan toprak, su, hava ve bitkileri bünyesinde barındıran bir alandır. Ancak günümüzde doğal güzelliklerini olduğu gibi sürdüren bir doğadan bahsetmek oldukça güçtür. İnsanoğlu, geliştirmek, işletmek gibi amaçlarla doğaya müdahalede bulunmaktadır. Bu da doğanın kendini yenileyebilme güdüsünün üstüne çıkmış ve büyük oranda zarar görmesine sebebiyet vermiştir. Bu nedenle de doğanın dengesi yani ekolojik denge bozulmuştur (Keleş & Ertan, 2002, s. 16).

1.1.3 Çevre Sorunlarının Ortaya Çıkışı

Çevre sorunlarının tarihsel aşaması insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. Çünkü çevre sorunu kendi kendine hiçbir zaman oluşmamıştır. İnsanoğlunun tarihteki varlığıyla paralellik göstermektedir. Ancak vurgulamak gerekirse geçmişteki çevre sorunları 20. yüzyıldaki kadar fazla olmamıştır. Bu da 20. yüzyılda sanayini gelişmesi ile eşdeğerlik göstermektedir. İlkçağlarda insanlar avcı-toplayıcı yaşam tarzı ile çevreye pek etki etmiyorlardı. Daha sonra yerleşik hayata geçişle birlikte çevre üzerinde baskı ve değişim artmıştır. Sanayi devrimiyle artan çevre sorunları hava, su ve toprak kirliliğini de beraberinde getirmiştir (Özey, 2001, s. 24-30). İnsanlar sanayi devrimi sonrasına kadar çevreye ormanların yok edilmesi dışında çok da zarar vermemiştir. Asıl çevresel problemler sanayi devrimi sonrası başlamıştır (Uslu, 1995, s. 27).

Osmanlı devletinde çevre sorunlarına bakıldığında, çevre koruma ile alakalı birçok başlık yer almaktadır. Mühimme defteri, Osmanlı devletinin merkez ve taşra teşkilatını, çalışma biçimlerini ve idari yapısının yer aldığı bir defterdir. Bu defterde çevre ile alakalı, su kirliliği ve su hakkı, ormanların korunması, tarım topraklarının

(28)

korunması, çevre kirliliği, çayır ve meraların korunması, tarihsel ve kültürel mirası koruma başlıkları yer almaktadır (Kayıkçı, s. 35). Bu durumda bize çevre sorunlarına ilginin çok eskilere kadar gittiğini göstermektedir. Osmanlı devletinin çevreyi koruma amaçlı birçok yönetmelik kaydı bu defterde bulunmaktadır

Doğa veya çevre sorunlarına bakıldığında ilk zamanlar basit bir etki olduğu gözükse de oldukça eskilere gitmektedir. Ancak çevre kirlenmesi ve çevre korunması konuları vurgulanmış olmasına rağmen sorunun resmi olarak kabulü 1970’leri bulmaktadır. Çevre sorunlarının öyle kolay ve basit çözümlerle üstesinden gelinemeyeceği aleni şekilde ortadadır. Çözüme yönelik ciddi bir şekilde ortak kararlar alınarak sürdürülebilir bir çevre oluşturulmalıdır. Çevre-insan ilişkisinin çatışmacı değil de, barışçıl bir şekilde ilerlemesi gerekmektedir (Demirer, 1992, s. 24). Çevre tarihini, insanoğlunun dünya sahnesine çıkmasıyla meydana gelen insan-doğa etkileşiminin gelişimini anlatan bir durum olarak ifade etmiştik. Bu durum sürekli gelişen ve insan-çevre etkileşiminin gelişimi açısından kritik bir önem taşımaktadır. Tabi burada kültür sürekli değişip geliştiği için çevreye ve çevre sorunlarına bakış açısı da paralel bir değişim göstermektedir. Bu yüzden sorunun algılanma biçimi değiştiği için çevre sorunlarının tekrar tekrar yazılmasına ihtiyaç duyulmaktadır (Tekeli, 2000, s. 6).

Çevre sorunları aniden ortaya çıkmamış zamanla doğal çevrenin kirlenip bozulması ve çevre ögelerinin niteliğini kaybetmesi ile ortaya çıkmıştır. İnsanların çevreye verdiği zarar, doğa kendini yenileyebilir düşüncesi ile ilk zamanlar fark edilmemiş ve hatta kirliliği ortadan kaldıracağı kanısına varılmıştır. Aksine zamanla çevre sorunları, çevrenin kendini yenileyebilme özelliğini aşmış ve hızla devam etmiştir. Tabi bu arada çevre problemleri gözle görülür boyutlara ulaşmaktadır. Çeşitli çevre kirlilikleri nedeniyle ölümler baş göstermeye başlamış ve bu yüzden önlem alınmaya yönelme olmuştur. Nitekim 1952 yılında Londra’da kirli hava sebebiyle 4000 kişi yaşamını yitirmiştir (Keleş & Hamamcı, 2005, s. 25).

Çevresel sorunlar 1990’lı yıllardan sonra daha çok risk olarak görülmeye başlanmıştır. Tabi bu durum günümüze doğru artan bir şekilde süreklilik kazanmıştır. Ayrıca çevre sorunlarının çözülememesinin önemli sebebi maddi değerlerin manevi değerlerden üstün tutulmasıdır. İşte bu noktada çevreyi nasıl algıladığımız sorusu önem arz etmektedir (Aygün, 2007, s. 223-232). Gün geçtikçe hızlı bir artış sergileyen ve

(29)

dünyayı tehdit eden büyük tehlikelerin başında çevre sorunları gelmektedir. 19. yüzyıl sonlarında fark edilmeye başlanılan ve artan bir şekilde devam eden çevre sorunlarının asıl sebebi ekolojik dengenin bozulması ve uyum içinde olan ekosistemde dış etkiler nedeniyle bozukluklar ortaya çıkmasıdır. Çevre sorunlarının birçok sebebi olmasının yanı sıra hızlı nüfus artışı, düzensiz kentleşme, nükleer kullanımı, orman tahribi ve çevreyi arka planda tutan sanayileşme gibi nedenler sayılabilmektedir.

Çevre sorunlarının tarihi gelişiminden sonra bir tanım yaparsak çevre sorunları, çevrenin doğal dengesi üzerinde olumsuz etkiye yol açan ve tüm canlıları etkileyen bozulmalar diye tanımlanabilir. Daha önce de bahsettiğimiz ekosistem veya ekolojik dengenin bozulmasına yol açan etkenlerdir (Özdek, 1993, s. 59-60). Sanayileşmiş veya gelişmiş ülkelerde çevre sorunları, daha çok hızlı kalkınma ve sanayileşme şeklinde baş gösterir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde ise çevre sorunları sanayileşmenin yanında az gelişmişliğin ve fakirliğin de bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. Çünkü kalkınma yetersizliğinin, çevre sorunlarının temelinde yattığı da bir gerçektir. Maalesef gelişmekte olan ülkeler çevre ve kalkınma arsındaki ilişkiyi belirli noktalardan değerlendirme gücüne sahiptirler (İlkin & Alkin, 1991, s. 20).

Batılı devletler çevre odaklı gelişmeye doğru ilerlemesinin aksine Türkiye çevreyi arka planda tutan bir sanayileşmeye doğru yol almaktadır. Batılılar daha fazla çevre tehditlerine karşı, endüstrilerinden bu kirliliği söküp atmaya çalışmaktadırlar. Almanya’nın çimento fabrikalarını kapatma yoluna gitmesi buna örnek verilebilir. Tabi bunu yaparken de çevreye zarar veren sanayisini atmak yerine, kollarını açmış bekleyen fakir ülkelere keyifle satacaklardır. Çevre sorunları konusunda kendini geliştirmiş ülkeler, çevre tehditlerinin onların sonunu getireceğinin farkındadırlar. Bu yüzden hep bir adım önde gitmektedirler. Türkiye ise çevre sorunları konusunda bir kez daha durumunu gözden geçirmeli ve çevre ile barışık olma eğiliminde olmalıdır (Somersan, 1993, s. 132). Oysa Türkiye’de çevre sorunlarına farklı bir açıdan bakılmaktadır. Çünkü Türkiye’de enerji tüketimini, gelişmişliğin, uygarlığın bir göstergesi olarak sayılmaktadır. Fakat hepsinden önemlisi aşırı enerji tüketimi yerine, neden enerji tasarrufuna yer verilmiyor, sorusu insanın aklına gelmektedir.

19. yüzyılın başlarında insanlığın gündemine getirilen ve bu dönemin ikinci yüzyılında aşırı bir hızla artan teknolojik ve endüstriyel gelişmeler, sürekli artan enerji

(30)

üretimi ve tüketimi olgusunu da beraberinde getirmektedir. Bazı enerji türlerinin kullanımı insanlık tarihi kadar eski (ateş örneği) olmasının yanı sıra rüzgar, su gücü gibi enerji kaynakları kullanımı 2000 yıl öncesine dayanmaktadır. Daha sonra 1700’lü yıllarda buhar gücünün kullanımı önemli bir dönüm noktası olmuştur, ancak enerji üretim ve tüketimi 19. yüzyıla kadar büyük bir etki göstermemiştir. Ardından hızlı endüstriyel gelişim ile enerji üretimi artmıştır ve çevreye olan müdahale yükselen bir grafikle devam etmiştir. Çünkü çevre, enerji üretimi gerekçesiyle arka planda kalmaktadır. Bu da beraberinde çevre sorunlarının gündeme alınmasını gerektirmiştir (Duran, 1999, s. 145). Daha sonra 20. Yüzyılda hızla ilerlemeye devam eden teknolojik gelişmelerin çevre üzerindeki baskısı tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Bu dönemde toplumlar, çevreleri ile olan etkileşimlerinden kaynaklanan birçok sorun ile karşı karşıya kalmaktadırlardır. Bu yüzden insanoğlu ilk başta kendini evrenin sahibi sanırken, daha sonra çevreye boyun eğmeye başlamış ve çevre ile uyumun kaçınılmaz olduğu ayrımına varmıştır (Keleş & Hamamcı, 1998, s. 18).

Çevrenin algılanış biçimi açısından da çevre sorunları önemli bir tartışma konusu haline gelmektedir. Öncelikle insan merkezli dünya görüşünün temeline baktığımızda, Bacon’la başlayıp, Descartes ile gelişip, Kant’la zirveye ulaştığını görmekteyiz. Onlara göre bilginin amacı, doğaya egemen olmaktır. İnsanoğlu bilgiyi faydaya indirgeyerek dünya doğal kaynaklarını sömürmekten geri durmamıştır (Eren, 2015, s. 433). Özellikle de sanayi devrimiyle birlikte insanı üstün gören dünya görüşüne karşı Cotton ve Dunlop daha çevre merkezli düşünceye sahiptirler. Çünkü egemen dünya görüşü her şeyin merkezine insanı üstün olarak koymuştur. Ancak Cotton ve Dunlop’un ileri sürdüğü yeni ekolojik paradigma, çevreci bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. İnsan merkezcilikten daha çok doğa merkezciliğe doğru eğilimi ifade eder. Modernleşme anlayışı da insanı üstün kılmıştır. Özellikle batılı devletler kendi modellerini başka devletlere aktarırken çevresel sorunları da beraberlerinde getirmişlerdir. Çünkü insanların yararına çevrenin sömürülmesi anlayışı vardır (Tuna, 2007, s. 187-220). Çevre bakımından insan merkezli (anthropocentric) anlayış, yerini çevre merkezli (ecocentric) anlayışa bırakması gerekmektedir. İnsan merkezli anlayışın merkezinde hep insan vardır ve sorunları değerlendirmede insanın tek karar verici mekanizma olduğu gözükmektedir. Nihayetinde egoist tavırlar her daim insanın dışındaki çevreye zarar vermiş ve vermeye de devam etmektedir (Göz, 2011, s. 95).

(31)

Çevre konusunun dikkate alınıp önemsenmesi insanlara ya da ekonomiye verdiği pozitif veya negatif etkiye bağlıdır. Bu anlamda doğal kaynaklar kalkınma amaçlı olarak kullanılmak istenmektedir. Ancak burada insan merkezli bir yaklaşımla hareket edildiğinde çevre sorunları baş göstermeye başlamaktadır. Ekonomiye ve insan sağlığına zarar verdiği ölçüde de tehdit olarak algılanıyor (Kayıkçı, 2012, s. 101).

Yerel boyutuyla bakıldığında çevre sorunları, insanların doğaya müdahalesi ve etkinliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda yerel yönetimlerin görev ve sorumlulukları, insanın yaşam kalitesini artırmak ve daha iyi seviyeye getirmektir. Çevre sorunları her ne kadar küresel boyuta ulaşmış olsa da yerel yönetimlerde bu konudan ayrı düşünülmemelidir. Çünkü çevre sorunlarının önlenmesi ve çevre kalitesinin arttırılması sorumluluğunu da üstlenen yerel yönetimlerin taşıması gereken sorumlulukları vardır. Yerel yönetimler demokratik, özerk bir yapıya sahip olmalarının yanı sıra hizmet ettikleri çevrelerin gelişmesine ve yaşama elverişli olmasına dikkat etmelidirler. Çevre sorunlarına, ulaştığı boyutlar çerçevesinde köklü ve etkin çözümler getirmek demokratik ve işlevsel bir yerel yönetimin görevidir (Geray, 1998, s. 64). Çevre sorunlarının yerel boyutu ile alakalı diğer bir nokta ise, sorunlar ortaya çıktığında veya çıkmadan yapılacak ilk müdahalenin yerel boyutlu olmasıdır. Çevre sorunlarının belirgin özelliği öncelikle tehlikenin ortaya çıktığı yere ait olmasıdır. Yerel bir sorun ortaya çıktığında, halka ve oradaki yaşama yakınlık merkezi yönetimden çok, yerel yönetimi ilgilendirmektedir. Bu nedenle belirlenecek politikalar ve sorumluluk ilk olarak yerel kurumlara aittir. Avrupa Birliği tarafından da kabul edilen ”subsidiarity” ilkesi gereği, hizmetin yerel halka en yakın olan yönetimce görülmesi gerekir (Öztaş & Zengin, 2011, s. 185).

Başka bir açıdan bakıldığında çevre sorunlarını analiz etmenin, çözmenin en önemli yollarından biri onları bir iş sorunu olarak görmektir. Şirketler ister ürünlerini farklılaştırmaya, ister riskleri yönetmeye, isterse de sektörlerini yeniden yaratmaya çalışsınlar, işin içine çevre dâhil olunca görevde bir değişiklik olmamalıdır. Kalıcı olması ve yaşamın devamı için çevre sorunları göz ardı edilmemelidir (Reinhardt, 2008, s. 70). Bu yüzden çevre olgusunun insanlara anlatılması gereği vardır. Çevre olgusunu üç yaklaşımla ele alabiliriz. Birinci yaklaşım önleme olarak, çevre sorunları başlamadan önce önlem, tedbir alınması gerekir. İkinci olarak temizleme yaklaşımıdır. Amaç, çevre

(32)

sorunlarını meydana geldiği yerden kaldırmak ve sonlandırmaktır. Son yaklaşım ise, çevre uyumlu yaşamdır. Çevreye, doğaya aykırı olan her türlü yapılanmadan uzak olmaktır. Bu yaklaşımlar bize şunu ifade etmektedir. Çevreyi korumak aklın gereği ve yaşam sürekliliği için zaruridir (Erdem, 2016, s. 89).

Dünyayı tehdit eden çevre sorunlarının yok edilmesi ve oluşacak yeni zararlara yol açmasının engellenmesi için bireyler ve ülkeler işbirliği içinde olmalıdır. Çünkü burada ülkeler arasında gelişmişlik düzeyi ve sömürü sorunu vardır (Öktem, 2003, s. 20). Tüm dünya ülkelerinin dâhil olduğu, hızla devam eden sanayileşme ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan dünyamızın doğal kaynakların bilinçsizce tüketimi gelecekteki çevre sorunları hakkındaki endişeleri göstermektedir. Şimdi bu sorunu ortaya çıkaran insanlar olarak biz çözüm bulmak ve tüm olanaklarımızla somut öneriler getirmek zorundayız (Baykal & Baykal, 2008, s. 3). Çevre sorunu artık küresel bir boyut kazandığı için ne kadar etkili önlem alınırsa alınsın tamamen ortadan kalkacak bir durumda değildir. Ama vurgulanması gereken nokta daha çok insan kaynaklı sorunların artmasıdır. Aşırı nüfus, çevre bilincinin zayıf olması, daha çok kazanıp tüketme hırsı, yoksulluk, eğitimdeki yetersizlik, hukuki yetersizlikler gibi durumlar çevre sorunlarının baş göstermesine neden olmaktadır (Karabıçak & Armağan, 2004, s. 224). Hatta insanoğlu refah seviyesini daha da yükseltmek için çevreyi kullanmış ve sürekli gelişen teknolojinin de yardımıyla yaşadığı çevreyi değiştirmiştir. Refah artışı için, doğal kaynakların sürekli kullanımı ve çevreyi değiştirecek etkiler yapmak, insanlığın ve diğer tüm canlıların geleceğini tehdit etmesine sebep olmuştur (Tıraş, 2014, s. 65).

1.1.3.1 Genel Anlamda Çevre Sorunları

Dünya genelinde çevre sorunları özellikle dört şekilde sıklıkla gündeme gelmektedir. Karbondioksit gazının artan etkisiyle iklim değişikliği, bazı kimyasal maddeler kullanılması sonucu ozon tabakasının incelmesi, doğa ve ormanların tahribiyle bitki ve hayvan türlerinin yok olma tehlikesi ve yakıt sızıntılarından dolayı nükleer kirlenmeler olarak ifade edilmektedir (Kışlalıoğlu & Berkes, 1995, s. 63).

İklim Değişikliği Sorunu: Küreselleşen dünyada iklim değişikliği en mühim

sorunlardan birisidir. Yapılan araştırmalara göre iklim değişikliğinin en birinci sebebi insan sayılmaktadır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nde 2007 yılının

(33)

4. Değerlendirme Raporunda insanların sergiledikleri davranışlar küresel ısınmanın en geçerli sebebi olmuştur. Bu sebeple yükselen deniz seviyesi, eriyen buzullar ve çok değişkenlik gösteren olağanüstü hava değişimi neticeleri meydana gelmektedir (Baykal & Baykal, 2008, s. 7). Artan sıcaklığın, insanların sanayi faaliyetlerinin, atmosferdeki dönüşümlü doğa olaylarının ve buzulların etkisinin bir bileşimi olduğu tahmin ediliyor. Bu nedenle küresel ısınmayla eriyen ve eridikçe sıcaklığın artmasına sebep olan doğa felaketinin önüne geçmek artık zor gözükmektedir (Onay, 2007, s. 41).

İklim değişikliği sorunun en belirgin sonucu olarak okyanusların ısınması ve kutuplardaki buzulların erimesi söylenebilir. Bu durum öncelikle kıyı bölgelerde yaşayan insanları, çevre sorunları tehlikesi bekliyor demektir. Yani sıcak bölgeler daha sıcak, soğuk bölgeler daha soğuk olma durumu vardır. Tarıma elverişli topraklar su altında kalırken, kurak bölgeler daha da ısınarak verimsiz hale gelmesi söz konusudur (Sönmezoğlu, 2000, s. 552). İklim değişikliği sonucu olarak, sıcaklıklar arttıkça su yüzeyindeki buharlaşma artacaktır ve bu da yağış miktarlarında ve nemlilik derecesinde artış gösterecektir. İklim değişikliği sebebi ile yağışların arttığı yerlerde sel ve taşkın afetleri meydana gelmektedir. Bu yüzden iklim değişikliği biyolojik çeşitliliğe de olumsuz şekilde yansımaktadır. Çünkü değişen iklim koşullarına orada yaşayan canlılar uyum sağlayamamaktadır. Tüm bu negatif sonuçlar çevre ve ekolojik döngüyü olumsuz bir şekilde etkilemektedir (Çepel, 2010, s. 78).

Ozon Tabakasının İncelmesi Sorunu: Ozon, atmosferde bulunan gazlardan bir

tanesi olup üç oksijen atomundan oluşur. Eğer ozon gazı nefes aldığımız havada ise tehlikelidir. Ancak yerden 15-40 kilometre yukarda bulunan ozon gazının ise hayati görevi vardır. Çünkü ozon tabakası güneşten gelen ultraviyole (morötesi) dalgaların fazlasını süzüp, dünya üzerindeki yaşamda kanser yapıcı maddeden koruyor. Amaç sadece insanı değil tüm canlıları korumaktadır. Örnek vermek gerekirse morötesi ışınların soya fasulyesinin durdurduğu bilinmektedir. Ayrıca ozon tabakasının incelmesini tetikleyen gelişmeler deri kanserine yakalanma riskini de arttırmaktadır (Kışlalıoğlu & Berkes, 1995, s. 69). Bu sebeple ozon tabakasının kanseri engelleyen bir kalkan görevi yüklendiğini ifade edebiliriz. Bu tabakanın incelip delinmesi işte bu noktada önem arz etmektedir.

(34)

Küresel çevre sorunu olarak en iyi bilinen sorunlardan biri ozon tabakasının incelmesidir. Ozon tabakası incelmesi sorunu, bilimcilerin dikkatini ilk olarak 1970’lerde çekmeye başlamış ve bu konuda uyarılar yapılmıştır. Politikacılar bu uyarıları pek dikkate almamasına rağmen bu konu üzerine uzun tartışmalar yaşanmıştır. Çünkü kloroflorokarbon üreticileri ile çevreciler arasında uzun münazaralar olduğu gözlenmektedir (Tuna, 2006, s. 32).

Ozon, yeryüzünde özellikle karbon kaynaklarının yoğun olduğu kentçi bölgelerde meydana gelmektedir. Güneşten gelen ışınları filtreleyemezse, insan sağlığını, bitkileri ve malzemeleri tahrip edici bir görev üstlenir (Öztürk & Yıldırım, 2004, s. 125). Özellikle kloroflorokarbon adı verilen gazlar ozon tabakasının incelmesine neden olur. Soğutma ve temizlik başta olmakla birlikte değişik endüstriyel üretim süreçlerinde kullanılır. İnsan sağlığına ve çevresine, denizde yaşayan canlılara zarar verdiğini söyleyebiliriz. Çünkü 1960’lı yıllardan beri Antarktika ve Arktika bölgelerinde ozon tabakasında incelme olduğu bilimciler tarafından saptanmıştır (Keleş & Ertan, 2002, s. 36).

Ozon tabakası incelmesinin bir etkisi de yeryüzüne inmekte olan radyoaktif ışınların çoğalmasına sebep olmaktadır. Bu insan ve bitkilerin sağlığı deniz ekosistemlerinin devamlılığı açısından büyük çevresel sonuçlara neden olmaktadır. 1987 Montreal Protokolü, ozon tabakasının incelmesi ile ilgili maddelerinde insan etkilerinden kaynaklanan tabakanın incelmesine yol açan maddelerin üretim ve tüketimine son vererek önemli bir etki yapmaktadır. Bu uygulama sonucu 20 milyon deri kanseri ve 130 milyon katarakt olayının engellendiği hesaplanmıştır (Keleş, 2015, s. 542).

Bitki ve Hayvan Türlerinin Yok Olması Sorunu: Genel anlamıyla belli bir

yerdeki bütün bitki, hayvan ve mikroorganizmalar biyolojik çeşitlilik olarak ifade edilmektedir. Ülkelerin doğal kaynaklarını oluşturan bu çeşitlilik insan varlığının devamı için gereklidir. Ülke ekonomileri doğal kaynaklara bağlı olduğundan biyolojik çeşitlilik ülke kalkınması adına büyük önem taşımaktadır. Burada önemli olan bu çeşitliliğin devamının sağlanmasıdır. Çünkü bu devamlılık, çeşitlerin kaybolmaması, türlerin yok olmaması ve doğal alanların bozulmamasına bağlıdır (Keleş & Hamamcı,

(35)

2005, s. 78). Biyolojik çeşitlilik insanlığın devamı için gerekli ise çevre sorunları açısından önemine daha da vurgu yapmak gerekmektedir.

İlk olarak insan, doğa ile etkileşime geçtiğinde aslında insan-doğa çelişkisini de beraberinde getirmiştir. Tabi insanın çevre üzerindeki etkisi farklı birçok aşamadan geçmiştir. Çevre üzerindeki ilk etki ateşin kullanılmasıyla başladığını ifade ettik. Aynı zamanda burada çevre içerisindeki biyolojik alana en büyük tehdit bitki ve hayvan türlerinin yok olmasıdır. Biyolojik çeşitliliğin tahrip edilmesi artan bir hızla devam etmektedir. Örnek olarak tropik ormanların tahribi verilebilir. (Mazı & Demirci, 2004, s. 171). Bu duruma zemin hazırlayan en önemli etkiler doğal kaynakların sömürülmesi ve çevre kirliliğidir. İnsan varlığının biraz daha tüketmek adına yaptığı şey, doğada büyük zarara yol açmaktadır. Bu yüzden asıl sorumlu olan canlı türü insandır.

Biyolojik çeşitliliğin korunması adına baraj projeleri, suların akış yönünün değiştirilmesi, evsel atıklar, aşırı ve yasadışı balıkçılık, bilinçsiz avlanma gibi sorunlar ile karşılaşılmaktadır. Bu durumlara verilebilecek en iyi örnek İzmit ve İzmir körfezlerindeki canlı türlerinin azalmasıdır. Baraj, hidroelektrik santralleri ve fabrika gibi projelerde biyolojik çeşitliliğe verilen zarar hesaba katılmamaktadır (Duru, 2007, s. 34).

Türkiye açısında bakıldığında, 20. yüzyılın son çeyreğinde dünyadaki gelişmelere paralel olarak çevre kirliliği, sanayi gelişimi, kent yerleşimi ve hızlı nüfus artışının doğal kaynaklar üzerinde yanlış kullanımı, zengin hayvan ve bitki çeşitliliğini tehdit etmektedir. Dünya da henüz büyük kısmı keşfedilmemiş zengin fauna topluluğu yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ülkemizde var olan bu biyolojik çeşitliliği tehdit eden en önemli faktörlerden birisi nadir bulunan hayvan ve bitki türlerinin yurt dışına çıkarılmasıdır (Kaynak, 1993, s. 223). Bu nedenle doğal kaynakları koruma politikaları olma zorunluluğu söz konusudur.

Nükleer Kirlilik Sorunu: Nükleer kirliliğin en önemli sorunu dışarıya radyasyon yaymasıdır. Doğal ya da radyoaktif çekirdeklerin hızlı parçacıklar şeklinde dışarı saldığı fazla enerjidir. Günümüzde nükleer denemeler, bazı teknolojilerin kullanımı örnek gösterilebilir. Tabiatta yerini alan çok uzun ömürlü radyoaktif elementler, çevrede doğal bir radyasyon düzeyi oluşturmuştur. Tabi yapay olarak kullanılan radyoaktif araçlar

(36)

enerjiden tarıma kadar her alanda radyasyona maruz bırakmaktadır. Kömür ve petrolün yanması, doğalgazın patlaması ve en önemli örnekte hepimizin aşina olduğu Çernobil faciasıdır. Ayrıca nükleer kirlenmeler sonucu kanser vakalarının artmış olduğunu da unutmamamız gerekmektedir (Cohen, 1995, s. 14).

Diğer taraftan çevre kirliliğinin en etkili olduğu alanlardan bir tanesi de enerji üretimidir. Nükleer silahların geliştirilmesi için yapılan denemeler, nükleer santrallerde üretilen radyasyon yayıcı araçların hepsi çevreyi olumsuz etkilemektedir. Bu sebeple enerji üretimi için bu kadar nükleer santrallerin kurulması bilim adamlarını endişelendirmektedir ve tüm canlıları barındıran çevreyi tehdit etmektedir (Akman vd., 2000, s. 61). Vurgulanması gereken bir durum ise, çevre sorunlarının önlenebilmesi için, bütün ülkelerin çevreyi koruma kararlarına destek vermesidir. Çevreyi koruma anlamında zengin ülkelere, yoksul ülkelerden daha fazla sorumluluk düşmektedir. Çünkü gelişmiş sanayileri yüzünden kirliliğin çoğunun sorumlusu onlardır. Aynı zamanda çevreyi koruma ve temizlemenin maliyeti kirlenmeyi yaratanın kim olduğuna göre değil, ülkelerin ekonomik büyüklüklerine göre paylaşılması gerekir (Keleş, 2016, s. 16). Eğer fakir ülkelere çevreyi koruma alanında büyük görev verilirse bu görevin altından kalkamayabilir. Çünkü insani ihtiyaç olarak ülkesi adına daha öncelikli yapması gereken sorumlulukları olabilir. Bu yüzden toplu olarak çevreyi koruma yoluna gidilmelidir ve her ülke yerine getirebileceği görevler üstlenmelidir.

1.1.3.2 Çevre Sorunlarının Sebepleri

Çevre sorunları, insanoğlunun çevresinde meydana getirdiği etkilerin (çevre kirliliği, erozyon, aşırı nüfus artışı, doğal kaynakların tahrip edilmesi, biyolojik çeşitliliğin azaltılması vb.) tümü olarak ifade edilebilir (Çepel, 1996, s. 47). İnsanoğlu dünya üzerinde yaşamaya başladığı andan itibaren çevreyi kendi istek ve arzusuna göre değiştirmeye çalışmıştır. 1900’lü yıllarda sanayinin gelişmesi, artan nüfus ve ulaşım ile insanın para kazanma hırsı, bireye çevrenin ehemmiyetini unutturmuştur. Ayrıca son dönemlerde teknolojinin gelişmesi çevredeki birtakım olumsuz değişimlere sebep olmuştur. Bu nedenle doğadan alınan sağlıklı verimde düşüş yaşanmıştır (Gürpınar, 1995, s. 100-102). İşte bu yüzden çevre sorunlarının sebeplerine kısaca değinme gereksinimi duyulmaktadır. Genel olarak çevre sorunlarının sebeplerini sanayileşme, hızlı nüfus artışı, düzensiz kentleşme ve turizm adı altında değerlendirebiliriz.

(37)

Sanayileşme: İlk insandan beri çevre-insan ilişkisi sürekli devam etmesine rağmen çevrenin insan ve diğer canlılar için tehlike arz etmesi 17. yüzyıl sonu ile başladığını söyleyebiliriz. Bunda sanayi devriminin rolü çok önemlidir. Sanayi ve teknolojinin gelişmesine fayda sağladığını görmezden gelemeyiz. Ancak sonraki nesillere doğal ve uygun bir yaşam, çevre bırakma konusunda negatif bir rol oynamaktadır. Özellikle bu dönemin üretim sürecinde bazı doğal kaynaklar yok olmanın eşiğine gelebilmektedir (Görmez, 2015, s. 8). Sanayileşme sürecinin başında itibaren gelişen ve sanayileşmeyi ortaya koyan olgu, hızlı teknolojik gelişim ve seri üretimdir. Sanayi tarzında üretime dayalı olarak doğal kaynakların aşırı kullanımı ve hammaddenin ürüne dönüştürülmesi çevre sorunlarına neden olmaktadır. Çünkü ilk topluluklarda çevreye basit bir etki varken, sanayileşme tüm çevreyi dönüştüren devâsal bir boyuta ulaşmıştır (Yazgan, 2010, s. 237).

Türkiye’de endüstri sorunu enerji, gübre, çimento, petrokimya gibi alanlarda özellikle baş göstermektedir. Bunların çevreye verdiği negatif etki diğer alanlara göre daha tehlikelidir. Çünkü havaya yayılan emisyonlar, başta insan olmak üzere tüm canlı türlerini tehlikeye doğru itmektedir (Güllü, 2003, s. 32).

Sanayileşme ile çevre kalitesi arasında zorunlu bir ters ilişki olduğu her zaman söylenemez. Ancak sanayi de kullanılan petrol, doğal gaz, kömür gibi enerji kaynaklarının kullanımı artmıştır. Bu da yaşam ortamlarının zarar görmesini ve çevre kirlenmesini kaçınılmaz kılmıştır. Tabi kuşkusuz bir şekilde sanayileşmenin çevreyi kirleten bir etmen olduğunu söylemek, kullanılan enerji kaynağının temiz ve çevreye duyarlı olup olmadığına bakmakla alakalıdır. Nitekim deniz, göl ve dere kenarlarındaki fabrikaların atıklarını suya boşaltmaları sorumsuzca bir davranış olduğu gibi, çevreye zarar vereceği de açıktır. Bu yüzden sanayicilerde çevre bilinci oluşması için önlem almak gerekmektedir. Bu bilinci dikkate almayıp kendi isteklerine göre davranan sanayicilerin, çevreyi kirletmekten kaçınmadıkları durumda, yönetimlerce konulan kurallar ve yaptırımlar uygulanmalıdır (Keleş, 2015, s. 50).

Hızlı Nüfus Artışı: Bu sorun üç şekilde ifade edilmektedir. İnsanlık ilk olarak, avcı ve tarım toplumu olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde daha çok artan nüfusu besleme zorunluluğu vardır. İkinci olarak 1800’ler yani sanayileşme başları diye tabir edilebilir. Nüfus artışının çok daha hızlı olduğunu görmekteyiz. Sonuncusu ise

(38)

sanayileşme ile başlayan refah toplumu olarak isimlendirebiliriz. Dünya nüfusu 1930’lar da iki milyar civarındaydı ve devamında katlanarak artış göstermiştir. Bu dönem, doğal kaynakların kullanımının da düzenli olarak planlanması zorunluluğunu getirmiştir (Yıldırım, 1997, s. 20). Ayrıca dünya nüfusunun hızla artması ve ekonomik büyüme, bu nüfusun mal ve hizmetlere olan talebini de her geçen gün artırmaktadır. Bu durum dünya doğal kaynaklarının üzerinde önemli bir baskı oluşturmaktadır. Çünkü dünya nüfusu son elli yılda yedi kat artmasına rağmen doğal kaynaklar da herhangi bir artış olmamıştır. Deniz ürünlerine olan talep beş kat artarken, deniz ürünlerinin aşırı avlanma nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalması örnek verilebilir. İşte bu noktada artan nüfusun karşısında, azalan doğal kaynaklar sorunu önemli bir çevre sorunu haline gelmiş bulunmaktadır (Kılıç, 2013, s. 15).

Özellikle 1960’lardan bu yana nüfus artışı çevre sorunu olacak bir boyuta ulaşmıştır. Paul Erhlich 1968 yılında yayımladığı The Population Bomb (Nüfus Bombası) adlı kitabında nüfustaki aşırı artışın çevre yıkımının nedeni olduğunu ifade etmiştir. Bariz bir şekilde nüfus artışı çevresel zarara yol açmaktadır. Artan nüfus daha çok enerji, konut, besin ve iş imkanı gerektirdiği için çevre sorunları yaratmaktadır. Ne kadar çok insan nüfusu artarsa ki bu o kadar tüketim demektir, çevreye müdahale o kadar fazlalaşmaktadır. Bu da erozyon, kuraklık, toprakların kirlenmesi, su kirliliği gibi çevre sorunlarını da beraberinde getirmektedir (Jardins, 2006, s. 155). Ayrıca nüfusun dengeli ve sağlıklı bir artış göstermesi doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı da azaltacaktır. Nüfusun kontrol altında gelişmesi, sağlıklı bir toplum ve çevre oluşturulmasının gereğidir. Nüfusun kontrol edilemez şekilde artışı, insanlara yeterli hizmetlerin verilememesine, altyapı yetersizliğine ve hatta yoksulluğa sebebiyet verebilir (Güney, 2002, s. 254).

Kırsal kesim olarak nüfus artışının çevreye verdiği zarar, ormanların tahribi olarak söylenebilir. Nüfus arttığı için ormandan ihtiyacı olanı almak zorunda kalmıştır. İnsanlar tarım işini yapabilmesi için orman tahribine yol açmaktadır. Ancak kentsel olarak daha çok işsiz göçlerin yarattığı sorunlardır. Çünkü işleyeceği toprağı olmayan ve çalışacağı bir fabrika bulamayan nüfus merkezlere göç etmektedir (Güney, 2004, s. 182-184).

Şekil

Şekil 1.1: Akarsu Üzerine Kurulu Hidroelektrik Santrali Çalışma Sistemi
Şekil 1.2: Baraj Yapılı Hidroelektrik Santrali Çalışma Sistemi
Şekil 1.3: Gel-git Tipi Hidroelektrik Santrali Enerji Üretme Sistemi
Grafik 3.1’deki durum ülke elektrik potansiyeli olarak dışa bağımlılığı azaltma  adına HES uygulamalarının bir hayli artacağını göstermektedir
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Sulardan toprağa karışan maddeler, hava yoluyla gelen maddeler, tarım alanlarında kullanılan ilaç ve gübrelerden kaynaklanan kimyasal maddeler, kentsel katı ve sıvı

Ġnversiyon/terse dönme: Hava kirliliğine neden olan partiküllerin güneĢ ıĢığını soğurarak ısıya dönüĢmesi ve üst katmanların normalin aksine ısınarak dikey

• En genel anlamda insanlar, toplumlar, uluslar arasındaki karşılıklı ekonomik, ticari, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerin dünya ölçeğinde gelişmesi,

Dersin İçeriği Bu ders kapsamında ekolojiyle ilgili kavramlar, çevre sorunları ve çevre etiği; çevre eğitiminin çocuğa katkıları; çevre eğitiminde uygulamalar;..

b) Göreli yoksulluk ise; ülkedeki ortalama gelirin altında gelire sahip olma şeklinde tanımlanır.  Dünya bankasının 1990 yılında. yayımladığı raporda

İnsanların yaşamları boyunca varlıklarını sürdürdükleri canlı ve cansız ortam çevre olarak adlandırılmaktadır. Hiçbir canlı çevresinden tam olarak bağımsız

Lisanssız Bantla LTE Taşıyıcı Agregasyonu: Çok yüksek veri hızları elde etmek için iletim bant genişliğinde taşıyıcı sayısının artırılması

MRI revealed a smoothly marginated 28x24x21 mm subcutaneous lesion without contrast enhancement and appearing hypointense on T1 weighted images, hyperintense on T2