• Sonuç bulunamadı

2.2 TÜRKİYE’DE HİDROELEKTRİK SANTRALİ UYGULAMALARININ

2.2.2 Çevre İle İlgili Diğer Düzenlemeler

2.2.2.1 Uluslararası Sözleşmeler ve Çevre İlişkisi

HES’lerin uluslararası düzenlemeler açısından önemi uluslararası sözleşmelerin çevreye verdiği değer göz önünde bulundurulmalıdır. HES’lerin çevreye verdiği veya verebileceği zararlar açısından bakıldığında bazı uluslararası sözleşmeler üzerinde durmak gerekmektedir.

Stockholm Konferansı (1972): 1972 yılında 113 ülkenin katılımıyla İsveç’te geçekleştirilmiştir. Çevre konusunda uluslararası düzeyde gerçekleştirilen ilk çevre konferansıdır. Bu bildiri de özellikle insan-çevre ilişkileri, çevre anlamında ekonomik gelişme sorunları, insanların çevre üzerindeki olumsuz etkisi ve daha iyi yaşam şartları sağlama gibi konulara değinilmiştir (Keleş & Ertan, 2002, s. 212). Ülkelerin ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirirken çevresel etkiler gözden kaybolmamalıdır. HES uygulamaları elektrik ihtiyacını karşılamak için yapılmaktadırlar. Ancak bunlar yapılırken çevreye zararları değerlendirilmesi gerekmektedir.

İnsanların eşit, refah ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan bir çevrede yaşamaları temel haklarıdır. Bu açıdan özellikle telafisi olmayan kaynakların kullanımına dikkat edilmeli ve tüm insanlar arasında paylaşımı sağlanmalıdır. Burada belirtilen önemli bir durumda, katılan bütün devletlerin çevre kirliliğine ve yıkımına karşı mücadeleleri desteklemeleri olayıdır. Ayrıca 20. maddesinde belirtilen ulusal ve uluslararası çevre sorunlarının nedenleri üzerine bilimsel araştırmalara teşvik

edilmelidir, ilkesi de dikkat çekicidir (Kalelioğlu & Özkan, 2000, s. 16-20). Ayrıca bu konferans, çevre hakkı2 kavramının uluslararası boyutta yasal dayanağı olduğunu

söyleyebiliriz. Çünkü çevre hakkının, bir insan hakkı olarak düşünülmesi gerektiğini gündeme getirmiştir. Bu nedenle çevre hakkı da yaşama hakkı gibi doğal bir haktır (Kaboğlu, 1996, s. 134). Çevre ve kalkınma adı altında, çevrenin korunması amacıyla, orta ölçekli, dengeli ve uygulanması mümkün planlar hazırlanması gerektiği ifade edilmiştir. Çevre sorunları alanında adım atılacaksa çevre karşısındaki mevcut tutumun değişmesi gerektiği vurgulanmıştır (Görmez, 2015, s. 61).

Konferans sonucu katılan ülkelerin kabulüyle “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Deklarasyonu” yayımlanmıştır. Bu bildirge farklı yapıdaki ülkelerin ekonomik, sosyal ve gelişmişlik düzeyi bakımından çevre alanında hukuki bir belge niteliği taşıdığı ifade edilmiştir. Çevre insan ilişkileri anlamında, Stockholm konferansının en önemli sonucu, farklı yapıdaki ülkelerin çevre konusunda ortak sorumlulukları benimsemeleri ve insan varlığının devamı için çevreye duyarlı olmanın önkoşul kabul edilmesidir (Ertürk, 1998, s. 213).

Ortak Geleceğimiz(Brundtland) Raporu (1987): 1983 yılında komisyon başkanı olan Norveç başbakanı Gro Harlem Brundtland’ın “Ortak Geleceğimiz” adı altında hazırladığı ve 1987 yılında yayımladığı bir çalışmadır. Bu çalışmanın en önemli kaygısı çevre ve kalkınma arasındaki uyumsuzluktan dolayı çevrenin feda edilmesidir. Yani kalkınma gerekçe gösterilerek çevre arka plana itilmiştir. Aynı zamanda çevrenin bütün insanların hakkı olduğu dile getirilmiştir. Tabi çözüm olarak dengeli ve çevreyi koruyan gelişmeler olması gerektiği vurgulanmıştır (Keleş & Ertan, 2002, s. 214). Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta, gelecek nesillere bırakabileceğimiz en temiz çevre HES projelerinin çevresel etkilerinin en aza indirilmesi olmaktadır.

Çevre sorunları küresel bir boyut kazandığı için tüm insanlar tarafından gündeme getirilmektedir. Ülkelerin çevre sorunları, diğer kriz ve sorunlardan ayrı düşünülmemelidir. Çünkü ekoloji ve çevre sorunları tartışmalarını sürdürülebilir

2 Çevre hakkı, insanların, diğer canlılarında yaşama hakkına saygı göstermek şartıyla, çevrenin

korunmasına, iyileştirilmesine ve geliştirilmesine yönelik sahip oldukları haklardır. Detaylı bilgi için bkz. (Bilgili, 2015, s. 568).

kalkınma3 düşüncesi çerçevesinde değerlendirmektedir (Görmez, 2015, s. 63).

Sürdürülebilir kalkınma kavramının ilk resmi tanımı da Brundtland raporunda yapılmıştır. Bu raporda, yoksulluğun, eşitsizliğin, çevreye zarar vermenin olduğu bir evrende her daim diğer krizlere eğilim olacaktır, düşüncesi bulunmaktadır (Ozmehmet, 2008, s. 7).

Rio BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (1992): Rio konferansında çevre sorunları açısından dünyanın nasıl bir duruma geldiği değerlendirilmiştir. Bu konferansta ülkelerin çevre hukuklarındaki kuralların yenilenmesi gerektiği beyan edilmektedir (Keleş & Ertan, 2002, s. 216). Kalkınmayı sadece ekonomik değil, çevresel kalkınma olarakta algılamamız gerekmektedir. HES projelerinde elektrik üretimi elde etmeyi düşünürken çevreye verdiği olumsuz etkiler de göz önünde bulundurulmalıdır.

Aslında Rio’da, değişiklikler olması için çevreye zarar verici mevcut alışkanlık ve davranışlarımızın değişmesi ile gerçekleşebileceği üzerinde durulmuştur. 179 ülke katılımı olan bu konferansta hükümetler üç önemli antlaşma sağlamıştır. Gündem 21, Rio bildirisi ve orman prensipleri raporudur. Özellikle Gündem 21, sürdürülebilir kalkınmanın detaylı bir şekilde ele alınmasını sağlayan bir eylem planıdır (Kavas & Sezer, 2002, s. 2).

Stockholm Konferansı ve Brundtland Raporu uygulama yönünden biraz eksik kalmaktadır. Ancak Rio’da gerçekleştirilenler BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED)’na bir temel oluşturmaktadır. Yine ekonomik geliştirmeler gerçekleştirilirken çevrenin göz ardı edilemeyeceğine ilişkin adımlar bu konferansta atılmıştır (Aksu, 2011, s. 14). Türkiye’nin de katıldığı birçok ülke hükümetlerinin başkanları, sürekli ve dengeli kalkınmayı sağlamak ve ülke insanları için çevreyi koruyucu politikalar yürütmenin önemimden bahsetmeyi unutmamıştır. Tabi ki de bunun yerel ve küresel anlamda olması gerekmektedir (Ozmehmet, 2008, s. 8).

3 Sürdürülebilir kalkınma, doğal sermayeyi tüketirken, gelecek kuşakların da gereksinimlerine sahip çıkan, ekonomi ile ekosistem arasındaki dengeyi koruyan, çevresel açıdan sürdürülebilir nitelikte olan bir ekonomik kalkınmadır. Detaylı bilgi için bkz. (Yıkmaz, 2011, s. 3).

Kyoto Protokolü (1997): Özellikle sera etkili gazların dünyayı ısıtmasını önlemek için 1-12 Aralık 1997 tarihinde Japonya’nın Kyoto şehrinde 159 ülke katılımı ile toplanmıştır (Keleş & Ertan, 2002). İklim değişikliği üzerinde duran Kyoto Protokolü, sera gazı salınımının düşürülmesini öngörmüştür. Ancak Türkiye, bunu gerçekleştirme konusunda sıkıntı yaşayacağını düşündüğü için 2020 yılına kadar sera gazını azaltma girişimini üstlenmemiştir (Demirbaş, 2013, s. 18). Diğer bir tabir ile Kyoto protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi (BMİDÇS)’nin eki olarak da kabul edilebilir. Ayrıca Kyoto Protokolü, enerji verimliliğinin artması, yenilenebilir enerjinin çevre zarar görmeyecek şekilde geliştirilmesi, sürdürülebilir tarımın desteklenmesi gibi politikalar üzerinde de durmuştur (Özmen, 2009, s. 42).

BM Johannesburg Zirvesi (2002): Dünya sürdürülebilir kalkınma zirvesi 26 Ağustos-4 Eylül tarihlerinde Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinde gerçekleştirilmiştir. Bu bildiride özellikle katılan liderler tarafından vurgu yapılan yön şudur ki, sürdürülebilir kalkınma, sosyal, ekonomik ve çevresel açıdan eşitlik yönünde hareket edilmelidir. Yine bu zirve de, insani dayanışmanın önemi ve toplumsal işbirliği içinde olmak gerektiği dile getirilmiştir (Kavas & Sezer, 2002, s. 25).

Bazı kaynaklarda Rio+10 diye adlandırılan bu zirve de en önemli önceliğin toplumun tüm kesimlerinin katılmasını sağlamaktır. Çünkü önceki konferanslarda katılımlar istenilen sonuçları vermemiştir. Küresel boyutta yenilenebilir enerji kaynaklarının çevreye zarar vermeyecek şekilde kullanılmasına vurgu yapılmıştır (Ozmehmet, 2008, s. 11). Sonuç olarak bu sözleşmelerin HES uygulamalarını ilgilendiren yönü odak noktalarının çevre olmasıdır. Ülkeler kalkınırken, gelişirken çevre odaklı hareket etmeleri gerekmektedir. Tam bu noktada HES projeleri birer çevresel sorun olarak algılanabilir. Çünkü ekonomik gelişme sağlanırken HES’lerin çevre üzerindeki olumsuz etkileri gündeme getirilmektedir.