• Sonuç bulunamadı

Diplomasi ve Konsolosluk Hukuku Ders Notları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Diplomasi ve Konsolosluk Hukuku Ders Notları"

Copied!
163
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Diplomasi ve

Konsolosluk Hukuku

Ders Notları

(2)

BİRİNCİ BÖLÜM DİPLOMASİ HUKUKU

Diplomasi hukukuna ilişkin bilgileri ve değerlendirmeleri aşağıda detaylı olarak vermeye çalışacağız. Ancak, diplomasi hukuku ile doğrudan ilintili olması nedeniyle diplomasiye yönelik kavramsal ve tarihsel bilgileri de genel ve soyut olarak vermek konuyu daha anlaşılır kılacaktır.

1. Diplomasi Terimi

Diplomasi terimi, eski Yunancada ikiye katlamak anlamında kullanılmıştır. Eski Yunan ve Roma İmparatorluğu döneminde devlete ait resmi belgelere, bazı ayrıcalıklar veren ve yabancı topluluklarla ilişkileri düzenleyen belgelere/hukuk işlemlerine, bunların katlanış biçimlerinden ötürü diploma adı verilmiştir. Diplomasi, 18. yüzyıla kadar bu belgeleri inceleme bilimi olarak da kabul görmüştür.

Diğer yandan “Le Larousse” sözlüğü diplomasiyi uluslararası ilişkiler bilimi olarak, “Le Robert pour fous” sözlüğü ise bunu devletler arasında görüşmelerin icrası ve yürütülmesi, uluslararası işlerin idaresi, yurt dışında bir hükümetin çıkarlarının temsili ve devletler arasındaki ilişkilerle ilgili politikanın bir parçası şeklinde tanımlanmaktadır. Elbette diplomasiye ilişkin yapılan ikinci tanım daha kapsamlı Ve açıklayıcıdır. Diplomasi bir devletin veya uluslararası hukuk süj esinin dış politikasına ilişkin spesifik eylemler ve yöntemler bütünü şeklinde de tanımlanabilir. Diplomasiye ilişkin tanımlan çoğaltmak mümkündür.

Diplomasiyi devletler arasındaki ilişkilerin yürütülmesi anlamında ilk kez 1796 yılında İngiliz devlet adamı Edmund Burke (12.01.1729-09.07.1797-siyaset adamı, yazar, hatip, siyaset kuramcısı, filozof) kullanmıştır.

İlkel dönemlerde uluslararası sistemde güç sahibi olan birimler arasında haberleşmeyi sağlayan ulaklann/elçilerin çeşitli ayrıcalıkları, teamül anlamında benimsenmiştir. Zira, bu ulakların veya habercilerin zarar görmeleri veya öldürülmeleri halinde ilgili birimler (krallık, prenslik vb.) arasında haberleşmenin sekteye uğraması veya hiç yapılamaması gibi bir durum söz konusu olmuştur. Bu anlamda da haberleşmeyi veya istihbaratı sağlamakla görevli olan bu kişilerin korunması amacıyla, diğer kişilere oranla ayrıcalıkların ve bağışıklıkların tanınması kaçınılmaz olmuştur. Aslında bu durumun ortaya çıkması, sistem içerisinde varlığını sürdürmeye çalışan birimlerin/otoritelerin çıkarlarına uyumlu olmasıyla doğrudan ilintili olmaktadır. Bahsi geçen birimler arasında mevcut sorunların çözümlenmesi gayesiyle özel kişilerin gönderilmesi yöntemi eskiden de uygulanmıştır.

2. Diplomasinin Gelişimi

Diplomasinin günümüzdeki gelişimine geçmeden önce eski dönemlerdeki tarihsel gelişmelere genel ve soyut olarak değinmek uygun olacaktır.

(3)

2.1. Çin Uygarlığında Diplomasi

Özellikle antik çağlarda diplomasi yöntemlerine en fazla Çin uygarlığında müracaat edilmiştir.

Zira, Çin uygarlığının en üst aşamaya geldiği dönemlerde (Î.Ö. 720—220), bir dönem boyunca olsa bile Çinli topluluklar arasında savaşların yapılması yasaklanmış, ancak haklı savaşa izin verilmiştir. Bu anlamda özellikle bu dönemlerde Çin toplulukları arasında meydana gelen problemlerin veya uyuşmazlıkların diplomasi yöntemleri ile çözümlenmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.

2.2. Hititlerde ve Eski Mısırlılarda Diplomasi

Bu dönemde Akadça yazılmış Amama mektuplarının diplomasi açısından önemli etkiler veya sonuçlar doğurduğunu belirtmek gerekmektedir. Diğer yandan milattan önce 1278 yılında Hititler ve Eski Mısırlılar arasında akdedilen Kadeş Andlaşması, milattan önce XIII. yüzyılın en önemli diplomatik "belgesi olarak kabul edilmektedir. Zira bu andlaşma, taraflar arasında yaklaşık elli yıllık bir barış ve sükûnet ortamı sağlamıştır.

Hititlerin şu sınıflandırmaya göre ilişkilerini düzenledikleri söylenebilir:

1. Hitit Konfederasyonunun müttefiki olan devlet;

2. Hitit Konfederasyonuna bağlı küçük devletler;

3. Düşman devletler. Hititliler birinci kategoride olan süjeleri kendisi ile eşit görmesi nedeniyle bunlarla andlaşma gibi hukuki işlemleri yapabilmişlerdir. Bu konuda Hitit Kralı III. Hattusilis’in Mısır Firavunu II. Ramses ile akdettiği Kadeş Andlaşması (1278) örnek olarak gösterilebilir. Bu kategorideki kişiler, birbirlerine mesaj gönderebilmiş, dostları ile dost, düşmanlan ile düşman olabilmiş ve birbirlerine “biraderim” diye hitap edebilmişlerdir. Bu dönemde, Asurlular, Babiller ve Mısırlılar, Hititler ile eşit kategoride kabul edilmişlerdir. Hititler, ikinci kategoridekilerle andlaşma gibi hukuki işlemler yapmamıştır.

Hititliler, diğer süjelerle andlaşmalannı genellikle Akadça ve Anadolu’daki vassallarla ise Hititçe yapmışlardır. Hititler döneminde her andlaşmada tarihi önsöz, amaca giriş, koşullar ve yemin kısmı yer almıştır. Yemin kısmı tanrıların anılması üzerine kurulmuştur. Andlaşmalar, genel olarak kil tabletler üzerine işlenmiştir. Duruma göre andlaşmalann metal tabletlere yazılması yöntemi de benimsenmiştir. Kadeş Andlaşması gümüş tablete yazılmıştır. Hititlerde siyasal iktidarı elinde bulunduran eşitlerin veya bunların yakınlan arasında yapılan evlilikler, ilişkilerin geliştirilmesinde önemli işlevsellikleri olmuştur. Bu dönemde, gönderilen elçiler genelde karşılıklı belge, eşya, hediye gibi şeylerin alınıp verilmesinde rol oynamışlardır.

2.3. Yunan Şehir Devletlerinde Diplomasi

Yunan şehir devletlerinde, açık diplomasinin kullanılması, diplomatik dokunulmazlıklardan yararlanma, konsolosluk kurumu oluşturma gibi hususlar söz konusu olmuştur. Bu dönemde, diplomatlar haberci/ulak niteliğini taşımışlardır. Bu diplomatlarda aranan özelliklerin başında iyi hatiplik, güçlü bir ses ve iyi bir bellek gibi hususlar olmuştur.

(4)

Yunan şehir devletlerine, diplomatların dokunulmazlıklardan yararlanmaları genel bir ilke olarak kabul edilmiş, diplomatik görüşmeler genellikle kamuoyuna açık yapılmış ve akdedilen andlaşmalar levhalara yazılarak bir alana asılmıştır. Bu dönemde, ortak uluslararası çıkarlar kavramı da gelişim göstermiştir. “Amphictyonic Konseyler” olarak nitelendirilen yapı, bu gelişimde önemli bir rol oynamıştır. Bu Konseylerde Yunan şehir devletlerini ilgilendiren ortak siyasal sorunlar tartışılmış ve çözüm önerileri sunulmuştur.Milattan önce 432 yılında Yunan şehir devletleri arasında toplanan İsparta Kongresi çok yanlı diplomasi uygulamasının ilk örneklerinden birini oluşturmuştur. Bu Kongrede Atina’ya karşı savaş görüşülmüş, büyük ve küçük devlet ayırımı yapılmamış ve kararlar da oyçokluğu ile alınmıştır.

Eski yunan şehir devletlerinde konsolosluk kurumu olarak geliştirilen “proxenos”un önemi de yadsınamaz. Babadan oğula geçen proxenos, ikamet ettiği kentin vatandaşı olarak bulunduğu kentte memuru olduğu devletin vatandaşlarının çıkarlarını korumakla görevlendirilmiştir.

2.4. Romalılarda Diplomasi

Roma İmparatorluğu döneminde, andlaşma metinlerini saklamak, protokol sorunları ile ilgilenmek, savaşın ve barışın belli kurallara uyularak yapılmasını sağlamak gayesiyle “Fetialler Koleji” kurulmuştur. Romalıların üstün askeri güce sahip olmaları nedeniyle, diğer devletler veya birimlerle yaptıkları görüşmelerde inandırma yöntemine, iyi hitabete çok az müracaat etmişlerdir.

Roma Senatosu tarafından atanan, güven mektuplarını ve talimatları bu Senatodan alan Romalı elçilere “nuntii” veya “oratores” adı verilmiştir. Bu elçiler, genellikle senatörler ve en soylu kişiler arasından seçilmiş ve görevlendirildikleri işler itibarıyla Senatoya karşı sorumlu olmuşlardır.

Kendilerine tamnan yetkileri aşmaları halinde vatana ihanet suçu kapsamında yargılanmaya tâbi tutulmuşlardır.

Roma İmparatorluğu ülkesine gelen elçiler, bir takım ayrıcalıklardan yararlanmakla beraber, bunların Roma İmparatorluğu’nun iç hukuk kurallarına aykırı eylemde bulunmaları veya işlemler gerçekleştirmeleri halinde, özel korucuların denetiminde sınır dışı edilmeleri yöntemi uygulanmış ve bu elçileri gönderen süje tarafından cezalandırılmaları beklenmiştir.Roma İmparatorluğu’nun ekonomik, siyasal, askeri gibi alanlar itibarıyla gücünün artması ile birlikte, yabancı elçilere yönelik tutumları giderek olumsuz hale gelmiştir. Bu anlamda, düşman olarak kabul edilen bir otoritenin veya süjenin barış isteğinde bulunmak gayesiyle elçi göndermesi halinde, öncelikle Romalı yerel generalden izin alınması gerekli olmuş ve bu iznin verilmesinden sonra bu elçinin veya elçilerin Senato tarafından kabul edilmelerinden önce bir süre kentin dışında bekletilmeleri yöntemi benimsenmiştir. Roma İmparatorluğu ile eşit statüde olan süjelerin veya dost olarak kabul edilen birimlerin elçilerinin Roma împaratorluğu’nun yetkili kişi veya kurumlanndan önceden izin alması yöntemi benimsenmiştir. Yine bu iznin alınmasının akabinde, elçi veya elçilerin Senato tarafından kabul edilebilmeleri için bir süre bekletilmeleri tercih edilmiş ve daha sonra Senato nezdinde kabul edilmeleri ve konuşmalarını yapmaları sağlanmıştır. Senato kabul ettiği elçi veya elçilere her türlü soruyu yöneltme hakkını kullanmıştır. Bu konuşmaların akabinde Senato huzurundan çekilen elçiler Senato’nun görüşünü veya yanıtını beklemek zorunda kalmışlardır.

Roma İmparatorluğu döneminde, kabul edilen bazı elçilerin daha sonra kabul işlemi kaldırılmış, dinlenmeleri reddedilmiş, casus kabul edilerek ülkeyi terk etmeleri sağlanmıştır.

(5)

Romalılar, elçilerle görüşme hususunda zaman sınırlaması da uygulamış, öngördükleri zaman diliminde görüşmelerin olumlu sonuçlanmaması halinde, bu elçileri casus ilan etmişlerdir.

2.5. Bizans Döneminde Diplomasi

Bizans İmparatorluğu döneminde kuvvet kullanma yerine diplomasi veya diplomatik yöntemler tercih edilmiştir. Bu dönemde information yani bilginin önemli olması nedeniyle hatip diplomat yerine gözlemci diplomat uygulaması benimsenmiştir. Görevlendirilecek elçilere, görev yapacakları devletleri eleştirmeleri değil övmeleri konusunda eğitimler verilmiştir. Bizans döneminde, protokol sorunlarına aşın bir önem verilmiş ve hükümete bağlı özel şube kurulmuştur.

Bizans İmparatorluğu ülkesine kabul edilen elçiler büyük bir özenle ve törenle karşılanmış ve ağırlanmışlardır. Gelen elçiler Bizans împaratoru’na güven mektubu sunmuş, ancak bu takdim esnasında İmparator sessiz ve hareketsiz kalmıştır.

Bizans İmparatoru, önem verdiği devlete göre protokol sorununu veya sırasını kendisi belirlemiştir. Elçilik misyonunda bulunanlar açısından rüşvet mekanizması da sıkça işletilmiştir.

2.6. OsmanlI İmparatorluğu Döneminde Diplomasi

Osmanlı İmparatorluğu hükümranlığım sürdürdü dönemlerde gerek diplomasi gerek konsolosluk anlamında kendine özgü bir yöntem izlemiştir. Osmanlı İmparatorluğu, on sekizinci yüzyıl sonlarına kadar geçici diplomasi ile diğer süjeler karşısında temsil edilmeyi tercih etmiştir.

Oysa ki Avrupa’da bulunan bir çok devlet on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda sürekli diplomasi yöntemine geçmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun geçici veya tek taraflı diplomasi yöntemini tercih etmesinin nedeni, diğer devletleri veya uluslararası hukuk süjelerini kendisiyle eşit kabul etmemesi olmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu kendisine atfen uyguladığı bu üstün olma politikası kapsamında, diğer süjeler hakkında istihbarat edinmeyi de pek önemsememiştir. Bu anlamda da Osmanlı İmparatorluğu, sürekli temsilcilik aracılığıyla bu süjeler nezdinde temsil edilmeyi benimseme- miştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun geçici mahiyette görevlendirdiği diplomasi personeli genel olarak şu konularda yetki kullanmıştır: barış görüşmeleri veya arabuluculuk yapmak, banş önerisinde bulunmak, andlaşma maddelerini görüşmek, iyi dostluk ilişkileri kurmak, devletin alacaklarını toplamak, gönderildiği devletlerin Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki görüş ve düşüncelerini öğrenmek, Osmanlı İmparatorluğu Padişahı’nm cülusunu bildirmek, hediyeler götürmek, Padişah’m mektubunu götürmek, İmparatorluğun kazandığı zaferi bildirmek, Avrupa devletlerinin ülkelerinde gerçekleşen taç giyme törenlerinde bulunmak, vergi istemek vb.

Geçici mahiyette görev üstlenen Osmanlı İmparatorluğu elçilerinin seçiminde büyük bir özen gösterilmiştir. Bu kişiler, görev yaptıkları devlet ile Osmanlı İmparatorluğu arasında banşı korumaya veya sürdürmeye katkıları olacak şekilde tercih edilmiştir. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu döneminde elçilerin yabancı dil bilmesi, ün ve mevki sahibi olmalarına dikkat edilmiştir. Yurt dışında görev üstlenen elçilere gidişlerinden önce defterdarlık, nişancılık, beylerbeyliği, kazaskerlik gibi unvanlar veya yetkiler verilmiş ve görevinin bitiminden sonra bu

(6)

unvan ve yetkiler geri alınmıştır. Osmanlı împaratorluğu’nda elçi olarak seçilenler genellikle savaş sırasında tutsak edilen veya küçük yaşlarda İstanbul’a getirilen ve Enderun okullarında eğitime tâbi tutulan Müslümanlığı tercih eden eğitimli kişilerdir. Bu kişiler küçük yaşlarda Osmanlı imparatorluğu devlet ülkesine gelmeleri nedeniyle, kendilerini Türk olarak kabul etmişlerdir. Etnik yapısı Türk olan elçiler ise Osmanlı imparatorluğu bünyesindeki en iyi aileler arasından seçilmiştir. Osmanlı Imparatorluğu’nun elçileri görev yapacakları devletin ülkesine genellikle çok kalabalık bir heyetle gitmeyi tercih etmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, elçiler protokole büyük önem vermiş, hazırlamış oldukları sefaretnameler (raporlar) aracılığıyla gittikleri devletler hakkında bilgileri (daha çok protokol hakkında) ve edindikleri izlenimleri üst makamlara iletmişlerdir. Bu sefaretnameler daha sonra, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde başlatılan ıslahat hareketine kaynaklık etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun yukarıda genel ve soyut olarak aktardığımız tek yanlı diplomasi yöntemi, İmparatorluğunun duraklama veya gerileme döneminde menfi/olumsuz etki oluşturmuştur. Zira, Osmanlı İmparatorluğumun diğer süjeler hakkında elçileri aracılığıyla derhal bilgi edinmesi mümkün olamamıştır

Osmanlı İmparatorluğu, aşağıda kısaca değineceğimiz sürekli diplomasi yöntemine Avrupak devletlere oranla geç geçmiştir. Bu yöntemi ilk uygulayan veya bu konuda ihtiyaç olduğunu düşünen Osmanlı Padişahı III. Selim (1789-1807) olmuştur. Bu konuda gerek Padişahın Batı Avrupalı devletleri yakından tanıması gerek ekonomik, sosyal, teknolojik koşulların Osmanlı İmparatorluğumun aleyhine gelişmesi nedeniyle Osmanlı imparatorluğu 1793 yılında sürekli diplomasi yöntemini tercih etmeye başlamıştır. Osmanlı împaratorluğu’nun ilk sürekli elçiliği 1793 yılında İngiltere nez- dinde kurulmuş, Yusuf Agâh Efendi Padişah tarafından Büyükelçi olarak atanmıştır. Yusuf Agâh Efendi ile birlikte sır kâtibi Mahmut Raif Efendi, biri Müslüman diğeri Hıristiyan iki memur ve iki Rum tercüman görevlendirilmiştir. 14. OsmanlI İmparatorluğu adına atanan sürekli elçi, görev yapacağı devletin yetkili kişisine (hükümdar vb.) veya kurumuna Padişah adına mektup anlamına gelen hümayun name- yi/name-i hümayunu törenle takdim ettikten sonra göreve başlamıştır.

2.7. Sürekli Diplomasiye Geçiş

Sürekli diplomasiye geçişin 15. yüzyılda Italyan şehir devletleri arasında uygulanmaya başladığı söylenebilir. Papalık ve Kutsal Roma Germen împaratorluğu’ndan ayrılan İtalyan kent devletleri birbirlerine güvenmediklerinden, kendilerini güvende hissetmediklerinden ve aralarında ticari ilişkilerin giderek artması neticesinde birbirleri nezdinde sürekli diplomasi yöntemini benimsemişlerdir. Sürekli diplomasi yönteminin uygulanmasıyla, Avrupa’da gelişim gösteren Rönesans arasında da bir bağ olduğunu belirtmek gerekir. Zira, Rönesans'ın getirdiği siyasal, sosyal, ekonomik vb. gelişmeler diplomasinin gelişimine de katkıda bulunmuştur.

Sürekli diplomasiye geçiş ile birlikte, uluslararası hukuk süj eleri adına görev yapacak personel, her bir süjenin tercihine bağh olmuştur. Ancak, teknolojik gelişmenin sınırlı olduğu dönemlerde, elçilik misyonunda görev yapmak pek tercih edilmemiştir. Zira gidilecek yerde konaklama sorunu, hastalık kapma, ülkesinden uzaklaşma, verilen maaşın veya harcırahın yeterli olmaması gibi etkenler bu konuda negatif anlamda belirleyici olmuştur. Uluslararası hukuk süj

(7)

elerinin diplomasiye önem vermeye başlamaları ve teknolojik gelişmeyle birlikte diplomatik personel olmaya ilgi artmaya başlamıştır.

Bu anlamada, uluslararası hukukun temel konusunu oluşturan devletler ile uluslararası kurum ve kuruluşların birbirleriyle olan ilişkileri, prensip olarak diplomatik misyon mensubu olan personel tarafından yürütülmektedir. Bu nedenle her devlette yabancı diplomatlara diğer kişilerden farklı olarak bazı ayrıcalık ve bağışıklıklar tanınmaktadır. Geçmişte uluslararası teamül kuralları ile sürdürülen diplomatik ilişkiler, özellikle BM Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından yapılan çalışmaların (andlaşma, sözleşme vb.) konusunu oluşturmuştur.

3. Diplomaside Yetki Kullanan Kişiler ve Kurumlar

Uluslararası hukuk süjeleri itibarıyla diplomatik ilişkilerin kurulmasında, sürdürülmesinde ve sona erdirilmesinde yetki kullanan süjeler her hukuk süjesinin iç hukuk düzenlemelerine göre farklı olabilmektedir. Bu anlamda devletlerin iç hukukları açısından Devlet Başkanı, Hükümet Başkanı/Başbakan, Dışişleri Bakanı gibi süjelerin diplomasi ilişkilerini yetki belgeleri olmadan sürdürmeleri prensip olarak kabul edilmektedir. Elbette bu konuda ilgili devletin siyasal rejimi de bu yetkinin kullanılmasında belirleyici olmaktadır. Devletlerin dış ilişkilerini veya diplomatik irtibatlarını sağlama ve sürdürmede uzmanlık alanı itibarıyla farklı bakanlık veya birimlerin rol alması da mümkün olabilmektedir. Prensip olarak, bir devletin diplomatik ilişkilerini kurma ve yürütme görevi dışişleri bakanlığına ait olmaktadır. Ancak, bu konuda farklı bakanlıkların uzmanlık alanları açısından görevlendirilmeleri de söz konusudur.

Diğer yandan uluslararası örgütlerin diplomatik ilişkilerini sürdürme hususunda bu örgütlerin gerek kurucu andlaşmalan gerek iç tüzükleri veya benimsedikleri diğer hukuk işlemleri önemli düzenlemeler içermektedir. Bu anlamda, Avrupa Birliği (AB) Kurucu Andlaşması’nm 17.

Md’sinin 1. Prg.’ı gereğince kurucu andlaşmalar tarafından öngörülen diğer durumlar ve ortak güvenlik ve dış politika hariç olmak üzere, Komisyon, AB’ni diğer uluslararası hukuk süjeleri nezdinde temsil etmektedir. Ayrıca, AB Kurucu Andlaşması’mn 15. Md.’sinin d bendi gereğince AB Konseyi Başkanı, güvenlik politikasından ve dış işlerinden sorumlu AB Yüksek Temsilcisi’nin yetkilerine halel gelmeksizin, kendi düzeyi ve nineliğinde, ortak güvenlik ve dış politika konularında AB’nin dış temsilini sağlamaktadır. Bu Andlaşmanm 27. Md.’sin 2. ve 3. Prg.’lannda öngörüldüğü gibi, AB Yüksek Temsilcisi, ortak güvenlik ve dış politika ile ilgili alanlarda AB’ni temsil etmektedir. Yüksek Temsilci, AB adına üçüncü devletlerle siyasi diyaloğu sürdürmekte ve uluslararası konferanslarda ve uluslararası örgütlerde AB’nin duruşunu belirlemekte ve açıklamaktadır. Yüksek Temsilci, görevlerini yerine getirirken bir Avrupa Dış Eylem Servisi tarafından desteklenmektedir. Bu Servis, ulusal diplomatik servislerinin personeli dâhil olmak üzere, AB Komisyonu’nun ve AB Bakanlar Konseyi Genel Sekreterliğinin yetkili servislerinin memurlarından oluşmakta ve üye devletlerin diplomatik servisleriyle işbirliği halinde çalışmakta dır. Avrupa Dış Eylem Servisi’nin işleyişi ve organizasyonu AB Bakanlar Konseyi’nin bir karan ile belirlenmektedir. AB Bakanlar Konseyi, Yüksek Temsilci’nin görüşüyle, Komisyon’un onayı ve Avrupa Parlamentosu’nun görüşünü aldıktan sonra karar almaktadır.

(8)

Konuya yönelik olarak ilk etapta devletler açısından bir açıklama yapmayı ve daha sonra uluslararası örgütler itibarıyla bir değerlendirmede bulunmayı tercih edeceğiz. Ancak, öncelikle devletler adına diplomatik ilişkileri kuran ve yürüten merkezdeki kişileri ele almaya çalışacağız.

3.1. Merkezde Bulunan Kişiler

Merkezde bulunan kişileri, Devlet Başkanlan/Cumhurbaşkanları, Hükümet Başkanları, dışişleri bakanları, diğer kurum ve kişiler şeklinde dört gruba ayırmak mümkündür.

3.1.1. Devlet Başkanları/Cumhurbaşkanları

Yukanda belirttiğimiz gibi devlet başkanları/cumhurbaşkanları kendi devletlerinin uluslararası ilişkilerini yürütmede ve devletleri adına bir takım işlemleri tesis etmede yetki belgesine ihtiyaç duymamaktadır. Bu husus gerek uluslararası teamül gerek yazılı hukuk itibarıyla da benimsenmiştir. Bu konuda 1969 tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 7. Md.’sinin 2. Prg.’ının a bendi gereğince devlet başkanlarının görevi gereği yetki belgesine ihtiyaç olmaksızın uluslararası ilişkilerde devletlerini temsil ettikleri kabul edilmektedir. Devlet başkanlarının bu durumda yetki belgesine ihtiyaç olmaması, kendilerinin sınırsız mahiyette bir yetki kullanacağı şeklinde yorumlanmaması gerekmektedir. Zira, Devlet Başkanmın temsil ettiği devletin iç hukukunun bu konuda sorun yaratmaması önemli olmaktadır. Zira, bir devletin iç hukuku belirli konularda akdedilecek uluslararası andlaşmaların mutlaka uygun bulma yasası ile yürürlüğe gireceğini öngörüyor ise Devlet Başkanmın bu tür andlaşmaları imzalaması ancak ilgili andlaşmalan kesinleştirmekte, fakat bunların yürürlüğe girmesini sağlamamaktadır. Bu konuda tamamlayıcı veya onaylayıcı mahiyette uygun bulma yasasına veya ilgili devletin iç hukuku öngörüyorsa bakanlar kurulu karamam esine ihtiyaç duyulabilmektedir. Hatta bu işlemlerin yapılması bile bu tür andlaşmalann yürürlüğe girmesine yetmemekte, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla iç hukukta onaylama yapıldığına dair onay belge veya belgelerinin iki taraflı andlaşma olması halinde bunların teatisi, çok taraflı adlaşma ise depozitere iletilmesi gerekli olmaktadır.

Ancak, ilgili devletin iç hukuku belirli konularda akdedilecek uluslararası andlaşmalann imzalama ile yürürlüğe girebileceğini öngörmesi halinde, Devlet Başkanmın bu imza yetkisini kullanması durumunda, bu tür andlaşmalar imza ile yürürlüğe girmektedir.

Diğer yandan 08.12.1969 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından benimsenen ve 21.06.1985 tarihinde yürürlüğe giren Özel Heyetler Hakkındaki Sözleşme (Convention sur les missions speciales)’nin 21. Md.’sinin 1. Prg.’ında özel olarak görevlendirilen bir heyetin başında Devlet Başkanının olması durumunda, Devlet Başkanının kabul eden devletin veya üçüncü bir devletin ülkesinde uluslararası hukukun tanıdığı tüm ayrıcalıklardan, bağışıklıklardan ve dokunulmazlıklardan yararlanacağını öngörmektedir.

Ancak, Devlet Başkanı veya Cumhurbaşkanının resmi görevinin dışında, gezi vb. bir durum nedeniyle başka devletin ülkesinde bulunması halinde, ayrıcalıklardan, bağışıklıklardan ve dokunulmazlıklardan yararlanıp yararlanamayacağı hususu uluslararası hukuk işlemlerinde açıklanmamıştır. Oysa ki, teamül kuralları gereğince bu haklardan yararlanmanın gerekli olduğu hususu genel olarak kabul görmektedir. Fakat, bu konunun tartışmak bir durum oluşturduğunu da belirtmek gerekmektedir.

(9)

Devlet Başkanı veya Cumhurbaşkanı, başka bir devletin ülkesinde bulunduğu sırada, kişi ve yargı dokunulmazlığından yararlanmakta, olağan olmak, herhangi bir suç nedeniyle gözaltına alınmamakta, tutuklanmamakta ve yargılanmam aktadır. Bu kural, Pazarcı’nın da belirttiği gibi monarşik dönemlerde kabul edilen, egemen kralların birbirlerini yargılamayacağını belirten ve eşitler arasında yargı yetkisi yoktur şeklinde çevrilebilen “par in parem non habet jurisdictionem”

terimi ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu kuralın günümüzde devletin egemenliği, bağımsızlığı gibi ilkelere dayandırıldığını söylemek mümkündür.

Bu anlamda bir devletin diğer bir devleti yargılamayacağı hususu genel olarak kabul edilmektedir. Zira devletin yargı bağışıklığı bulunmaktadır. Bu konuda 5718 sayılı ve 27.11.2007 tarihli Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunim yabancı devletin yargı muafiyetinden yararlanamayacağı haller kenar başlığım taşıyan 49. Md.’sinin 1. Prg.inda yabancı devlete, özel hukuk ilişkilerinden doğan hukukî uyuşmazlıklarda yargı muafiyeti tanınmayacağı öngörülmektedir.

İnsanlığa karşı veya savaş suçu işleyen devlet başkanlarının cezai sorumluluktan kurtulamayacağı genel olarak kabul edilmektedir. Bu konuda, 1950 yılında BM Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun kabul ettiği Nüremberg Mahkemesi Statüsü ve Bu Mahkemenin Yargısında Kabul Edilmiş Uluslararası Hukuk ilkeleri Belgesi’nin III. ilkesinde şu düzenleme yer almaktadır: “uluslararası hukuk suçu oluşturan bir fiilin sahibinin Devlet Başkanı veya Hükümet Başkanı/Başbakan sıfatıyla hareket etmiş olması, onun uluslararası hukuk açısından sorumluluğunu ortadan kaldırmaz”.

1991 yılından sonra eski Yugoslavya’da savaş suçlularım ve insanlığa karşı suç işleyenleri yargılamak üzere BM Güvenlik Konseyi tarafından 25.05.1993 tarih ve 827(1993)sayılı karan ile kurulan Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi de bu konuda verilebilecek en iyi örnektir. Tespit ettiğimiz kadanyla en son BM Güvenlik Konseyi’nin 29.09.2008 tarih ve 1837 sayılı kararı ile revize edilen bu Mahkemenin Statüsünün 7. Md.’sinin 2. Prg.’ı, suçlanan kişinin yüksek düzeyde memur, Devlet Başkam veya Hükümet Başkanı olması kendisini cezai sorumluluktan kurtarmayacağını ve hiçbir cezai indirimden yararlanamayacağını öngörmektedir.

Aynca, BM Güvenlik Konseyi’nin 08.11.1994 tarihli ve 955(19949 sayılı karan ile Ruanda’daki savaş suçlulan ile insanlığa karşı suç işleyenleri yargılamak amacıyla kurduğu Raunda için Uluslararası Mahkeme Statüsü’nün 6. Md.’sinin 2. Prg.’ında da benzer bir düzenleme yer almaktadır.

Bu arada BM’in öncülüğünde Roma’da 1998 yılında toplanan, Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına Dair Tam Yetkili Temsilciler Diplomatik Konferansı ile 17.07.1998 tarihinde savaş suçlan, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykınm vb. suçlan işleyen kişileri yargılamak gayesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü kabul edilmiştir. 01.07.2002 tarihinde yürürlüğe giren Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 27. Md.’sinin 1. Prg’ı, Roma Statüsünün resmi mevkilerine dayanarak her hangi bir farklılık tanımaksızın tüm insanlara eşit olarak uygulanacağını ve özellikle, bir Devlet veya Hükümet Başkanı, hükümetin veya parlamentonun bir üyesi, seçilmiş bir temsilci veya bir hükümet yetkilisi olarak resmi bir mevki, hiçbir şekilde bir kimseyi bu Statü hükümlerindeki cezai sorumluluktan muaf tutmayacağını ve bu kişilerin statülerinin verilecek cezanın indirilmesine bir etkide bulunmayacağını öngörmektedir.

(10)

14.07.2008 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Luis Moreno-Ocampo, Sudan Devlet Başkanı Ömer Haşan Ahmet el-Beşir’in Sudan’da soykırım, insanlığa karşı suç ve Darfur’da savaş suçu işlediği gerekçeleriyle fezleke hazırlamış ve tutuklanmasını talep etmiştir.

Savcılığın bu istemine istinaden Uluslararası Ceza Mahkemesi Ön- Yargılama/Hazırlık Dairesi I, birincisi 04.03.2009 ve ikincisi de 12.07.2010 tarihinde olmak üzere Ömer el Beşir hakkında iki tutuklama karan vermiştir. Aynca, aynı daire Libya’da 2011 yılının bahar aylannda başlayan iç olaylarda, Libya lideri Muammar Mohammed Abu Minyar Gaddafi (Muammar Gaddafi)’nin Roma Statüsü’nün 25. Md.’sinin 3. Prg.’ınm a bendinde belirtilen bir suçu tek başına veya diğer şahsın cezai sorumluluğu olsun olmasın başka bir şahısla müştereken veya başka bir şahıs aracılığıyla işlediğine kanaat getirmesi nedeniyle 27.06.2011 tanhinde tutuklanması karan almıştır.

İki Devlet Başkanı için verilen bu tutuklama kararlannın nasıl ve ne şekilde infaz edileceği tartışma konusudur. Prensip olarak, iki Devlet Başkanmm Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olan bir devletin ülkesine gitmesi halinde, kabul eden devletin bu devlet başkanlanm tutuklaması ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim etmesi gerekmektedir. Bir diğer durum da, bu devlet başkanlannm kendi iç hukukları gereğince tutu kİ an m al an ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edilmesidir. Ancak, aktif görevde bulunan bu devlet başkanlan için ikinci yöntemin uygulanması güç gözükmektedir. Bu devlet başkanlannm kendi devlet ülkelerinde suç işlemeye devam etmeleri ve kendi devlet makamlarının bu kişileri Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim etmemesi, ilgili ülkede banş ve güvenliğin ortadan kalkması gibi durumlarda BM Kurucu Andlaşması’na uygun olarak BM Güvenlik Konseyi’nin bir karanyla bu ülkeye yapılacak bir askeri müdahale sonucunda bu şahıslann tutuklanması da mümkündür. Bahsettiğimiz bu devletlerin ülkelerine yapılacak askeri müdahale ancak BM Kurucu Andlaşması’nın ilgili düzenlemelerinin işletilmesi ile mümkündür.

Devlet Başkam veya cumhurbaşkanlan için belirttiğimiz bu ceza davalannın aksine hukuk davalan itibarıyla bu şahıslann yargı dokunulmazlığı tam olmaktadır. Bu süjelerin gerek ceza gerek hukuk davalarına kendi istemleriyle müdahil olmalan durumunda yargı dokunulmazlığı kendiliğinden kalkmaktadır. Devlet Başkanı veya Cumhurbaşkanının yararlandığı ayrıcalık ve bağışıklıklardan prensip olarak aile üyeleri de faydalanmaktadır.

Devlet başkanlan veya cumhurbaşkanları vergi ve gümrük ayrıcalığından da yararlanmaktadır.

Bu anlamda prensip olarak Devlet Başkanı ve ailesi resmi ziyaretlerde kabul eden devletin ülkesindeki her türlü vergiden ve gümrük kesintilerinden muaf olmaktadır. Böyle olmakla birlikte bu süjeler, diğer devletlerin ülkelerinde edindikleri taşınmaz mallarla ve miras haklan ile ilgili vergileri ödemek durumundadır.

Devlet başkanlan ve cumhurbaşkanlan kabul eden devletin ülkesinde, yukanda belirttiğimiz kuraldışı durumlar saklı kalmak kaydıyla gözaltına alınmama, tutuklanmama ve yargılanmama şeklinde kişisel dokunulmazlıklara sahip olmaktadır. Aynca bu süjelerin özel bir koruma rejiminden yararlanması da mümkün olabilmektedir. Bu konuda 14.12.1973 tarihli “Diplomasi Ajanları da Dâhil Olmak Üzere Uluslararası Korunan Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” nin 1. Md.'sinin 1. Prg.’ının a bendinde uluslararası korunmaya sahip kişi olarak yabancı bir ülkede bulunduklan sırada, ilgili devletin iç hukukuna göre Devlet Başkanımn görevlerini ifa eden organın herhangi bir üyesi de dâhil olmak üzere, bir Devlet

(11)

Başkanı, bir Hükümet Başkanı veya bir Dışişleri Bakanı ile kendisine refakat eden ailesi efradını saymaktadır. Bu Sözleşmeye göre, devlet başkanlanna veya cumhurbaşkanlarına karşı işlenen suçlar siyasi suç kapsamında değerlendirilmemekte ve bu suçlar adi suç çerçevesinde ele alınmaktadır. Aynca, bu süjelere karşı işlenen suçlara ilişkin hem uluslararası hem iç hukuk itibarıyla daha ağır cezalann verilmesi öngörülmektedir.

Türkiye’de parlamenter rejimin uygulanması nedeniyle Devlet Başkanı yerine Cumhurbaşkanı görev yapmaktadır. 1982 Anayasası’nm 104. Md.’sinin b bendinde “yabancı devletlere Türk devletinin temsilcisini göndermek, Türkiye Cumhuriyeti’ne gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek ve milletlerarası andlaşmaları onaylamak ve yayımlamak'” şeklinde belirtilen hüküm Cumhurbaşkanının uluslararası ilişkilerde kullanacağı yetkileri açıkça öngörmektedir.

Türkiye’de Cumhurbaşkanının uluslararası ilişkileri kurmada ve yürütmede kullandığı yetkiler ve üstlendiği görevler 1982 Anayasası’nm ilgi düzenlemeleri ve diğer iç hukuk hükümleri ile sınırlandırılmaktadır. Zira, 6004 Sayılı Dışişleri Bakanlığı’mn Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunim 2. Md.’sinde 2. Prg.’mda Dışişleri Bakanlığı’nm Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının tespiti için hazırlık çalışmaları yapmak ve tekliflerde bulunmak, hükümet tarafından tayin ve tespit edilen hedef ve esaslara göre dış politikayı uygulamak ve koordine etmek, Türkiye Cumhuriye- ti’ni ve hükümetini yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlar nezdinde yetkili makam olarak temsil etmek, yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlarla temas ve müzakereleri ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliğinde bulunmak suretiyle yürütmek, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış ilişkilerini tüm boyutlarıyla ve ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliğinde bulunmak suretiyle tesis etmek, yürütmek, yönlendirmek, geliştirmek ve devletin çıkarlarım korumak şeklinde öngörülen görev ve yetkileri düşünüldüğünde, Cumhurbaşkanının uluslararası ilişkilerdeki görev ve yetkisinin çok geniş olmadığı, hatta bu yetkinin daha çok temsile dayalı olduğu söylenebilir.

Türkiye, 14.12.1973 tarihli “Diplomasi Ajanları da Dâhil Olmak Üzere Uluslararası Korunan Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” ne 21.01.1981 tarihli ve 2324 sayılı uygun bulma yasası ile taraf olarak, yabancı devlet başkanlarma karşı işlenen suç fiillerini daha ağır bir şekilde cezalandırmayı ve bunları siyasi suç fiili şeklinde kabul etmemeyi benimsemiştir.

Diğer yandan 26.09.2004 tarihli Türk Ceza Kanu- nu’nun 340. Md.’si, yabancı devlet başkanlarma karşı bir suç işleyen kişiye verilecek cezanın, sekizde bir oranında artırılmasını ve suçun müebbet hapis cezasım gerektirmesi hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilmesini öngörmektedir. Bu suç fiilinin, soruşturulmasmın ve kovuş- turulmasınm şikâyete bağlı suçlardan olması halinde ise, soruşturma ve kovuşturma yabancı devletin şikâyetine bağlı olmaktadır.

3.1.2. Hükümet Başkanları/Başbakanlar

Parlamenter rejimleri benimseyen devletlerin dış ilişkilerinin kurulması ve yürütülmesinde o devletin siyasal iktidarını elinde bulunduran hükümetin yetki kullanmada önemli bir konuma sahip olması doğal kabul edilmektedir. Bu anlamda ilgili hükümetin lideri olan Hükümet Başkanı- mn

(12)

yani Başbakanın dış ilişkileri kurmada ve yürütmede önemli yetkileri kullanması ve görevler üstlenmesi söz konusudr.

1969 tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 7. Md.’sinin 2. Prg.’ınm a bendinde Hükümet Başkanlarının andlaşmaların yapılması hususunda herhangi bir yetki belgesine ihtiyaç olmaksızın yetki kullanabildiklerini bu anlamda kendi devletlerini temsil ettiklerini öngörmektedir. 1969 tarihli Özel Heyetler Konusundaki Sözleşme’nin 21. Md.’sinin 2. Prg.’ında Hükümet Başkanlarına görevleri esnasında uluslararası hukuk tarafından benimsenen ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanabileceği öngörülmektedir. Aslında yukarıda aktardığımız gibi, devlet başkanlarına tanınan ayrıcalık ve bağışıklıklardan Hükümet Başkanlarının da yararlanması prensip olarak benimsenmektedir. Zira, çok sayıda uluslararası hukuk işleminde devlet başkanları ile Hükümet Başkanları aynı kategoride değerlendirilmektedir.

1992 yılında imzalanan ve 01.11.1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Andlaşması ile kurulan AB’nin ana organı olan AB Konseyi prensip olarak AB üyesi devletlerin devlet veya Hükümet Başkanlarından oluşmaktadır. Bu organda Hükümet Başkanları kendi devletlerini temsil etmektedir. Hükümet Başkanlarının devletlerini temsil ettikleri çok sayıda uluslararası örgüt veya yapıyı burada sıralamak mümkündür.

1982 Anayasasının 112. Md.’sinin birinci bendinde Başbakanın, bakanlar kurulunun başkanı olarak, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlayacağı ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği belirtilmektedir. Ayrıca, 6004 Sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 2. Md.’sinin a bendinde, hükümet tarafından tayin ve tespit edilen hedef ve esaslara göre Dışişleri Bakanlığı’nca dış politikanın uygulanacağı ve koordine edileceği öngörülmektedir. Bu anlamda Başbakanın dış politikanın tayini ve tespitinde önemli görevleri bulunmaktadır.

3.1.3. Dışişleri Bakanları

Dışişleri bakanlan da devletlerini diğer uluslararası hukuk süjeleri nezdinde temsil etmektedir.

Öyle ki 1969 tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin 7. Md.’sinin 2. Prg.’ının a bendinde dışişleri bakanlanrın görevleri gereği ve yetki belgesine ihtiyaç olmaksızın bir andlaşmanın akdi ile ilgili her türlü işlemin yapılmasında devletlerini temsil edebileceklerini öngörmektedir.

Konuya yönelik olarak Uluslararası Sürekli Adalet Divanı, 05.04.1933 tarihinde tesis ettiği Doğu Grönland’ın Hukuksal Statüsü Davası’nda (Statut Juridique du Groenland Oriental) Norveç Dışişleri Bakanı Ihlen’in yaptığı açıklama veya açıklamaların Norveç devletini uluslararası hukuk itibarıyla bağladığına hükmetmiştir. Bu davada ileri sürülen iddia itibarıyla, Norveç Dışişleri Bakanı Ihlen’in 14.07.1919 tarihinde Danimarka elçisiyle yaptığı ve kayıtlara geçen görüşmesinde, Danimarka elçisi ileride yapılacak Paris Konferansında Norveç’in Spitzbergen’le ilgili istemlerine Danimarka'nın karşı çıkmayacağım ve bu hususa karşılık olarak da Norveç’in de Danimarka’nın Grönland üzerindeki egemenliğine karşı çıkmamasını istediği şeklinde bir beyanatta bulunduğu belirtilmiştir. 22.07.1919 tarihinde yapılan ikinci görüşmede, Ihlen Norveç Hükümeti’nin Danimarka’nın Grönland ile ilgili talepleri konusunda herhangi bir güçlük çıkarmayacağını belirtmiş ve bu açıklama da kayıtlara geçmiştir. Bu anlamda, Norveç, 22.07.1919

(13)

tarihli Ihlen tarafından yapılan deklarasyon ile Danimarka’nın Grönland üzerindeki hakimiyetine itiraz etmeme ve bu bölgenin bir kısmını işgal etmekten kaçınma yükümlülüğü altına girmiştir.

Daha sonraki dönemde iki devlet arasında bahsi geçen sorunun çözümü konusunda ilerleme sağlanamayınca, Danimarka Norveç’i Uluslararası Sürekli Adalet Divanı nez- dinde 12.07.1931 tarihinde dava etmiştir. Bu davada, daha çok Ihlen’in açıklamalarının Norveç itibanyla ne tür hukuki sonuçlar doğurduğu sorunu tartışma konusu yapılmıştır.

Norveç Dışişleri Bakam’nm Hükümeti adına 22.07.1919 tarihinde verdiği şu beyanat Uluslararası Sürekli Adalet Divanı tarafından davada değerlendirmeye alınmıştır: “Bugün, Danimarka elçisine, Norveç Hükümetinin bu sorunun çözümünde zorluk çıkarmayacağını söyledim” (J’ai dit aujourd’hui au ministre de Danemark que le Gouvernement norvegien ne ferait pas de difficultes au reglement de cette affaire). Uluslararası Sürekli Adalet Divanı, Norveç Dışişleri Bakanı’nm yapmış olduğu bu açıklamanın kendi yetki alanında olduğunu ve bunun da Norveç’i bağlayıcı etki oluşturduğuna karar vermiştir. Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’mn bu görüşü, devletleri adına bağlayıcı eylemlerde bulunan ve işlemler tesis eden kişiler açısından son derece önemli olmaktadır.Bu davada karşı oy kullanan ve bu anlamda karşı görüşünü yazan yargıç Anzilotti de bu sorunu tartışmış ve Norveç Dışişleri Bakam’na bu beyanatı yapma yetkisinin iç hukuku gereğince verilip verilmediğinin belirlenmesi ve sonucun da bu duruma göre değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Anzilotti’ye göre bu konuda bir Dışişleri Bakanının uluslararası yetkisine ilişkin yargısal veya tahkime dayalı hiçbir karar Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’nm bilgisi dâhilinde bulunmamakta ve doktrin/öğreti de bu yetki hususunu derinlemesine tartışmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti açısından, Dışişleri Bakanlığının dolayısıyla Dışişleri Bakanı’mn görev ve yetkileri 6004 sayılı Kanun itibarıyla bu çalışmanın dördüncü bölümünde geniş olarak değerlendirmeye alınmıştır. Diğer yandan yine aşağıda sunacağımız gibi, 05.05.1969 tarihli 1173 sayılı “Milletlerarası Münasebetlerin Yürütülmesi ve Koordinasyonu Hakkında Kanun” un da Dışişleri Bakanı ile Dışişleri Bakanlığı’nın görev ve yetkilerine ilişkin düzenlemeler içermektedir.

Ayrıca, 1982 Anayasası’nın 112. Md.’sinin ikinci bendi gereğince Dışişleri Bakanı, bir yandan Başbakana karşı diğer yandan kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altmdaki- lerin eylem ve işlemlerinden sorumlu olmaktadır.

3.1.4. Diğer Kurumlar ve Kişiler

Yukarıda, Devlet Başkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakamı konusunda yapmış olduğumuz açıklamalar veya verdiğimiz bilgilerin yanı sıra, bu süj elerin dışında bir devletin veya bir uluslararası hukuk kişisinin adına dış ilişkileri yürüten veya kuran kişilerin de olabileceğini belirtmek gerekmektedir.

1173 sayılı kanunun 1. Md.’sinin 1. Prg.inm ikinci bendinde yer alan şu düzenleme konuya yönelik gerekli düzenlemeyi içermektedir: “Statülerinde, üyelerinin ve ortaklarının belli bir bakanlık veya merci vasıtasıyla muamelatta bulunacağı belirtilen milletlerarası kurullarla, bunların temsilcilikleri, temsilcileri ve sair mercileriyle yapılacak temaslar, müzakereler ve milletlerarası andlaşmalar, Dışişleri Bakanlığı ve diğer ilgili bakanlıklarla işbirliği dâhilinde, sorumlu bakanlık

(14)

veya merci eliyle yapılır”. Aynı yasanın 1. Md.’sinin 5. Prg.’mda, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil yetkisine sahip olarak Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile belli bir geçici görevle görevlendirilen temsilciler veya temsilci heyetleri başkanları, Türkiye Cumhuriyeti’ni bağlayacak hususlarda hükümetin emir ve talimatım Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla alabilecekleri vurgulanmaktadır.

Bunlar, uzmanlığa ilişkin konularda ilgili bakanlıklardan, Dışişleri Bakanlığı kanalı ile talimat alabilmektedir.

1173 sayılı kanunun 1. Md.’sinin 6. Prg.’mda öngörüldüğü gibi genel ve katma bütçeli bakanlık, daire ve kuruluşların, mahalli idarelerin, kamu iktisadi teşebbüslerinin, özel kanunla kurulmuş olan bankaların, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve kamu yararına çalışan derneklerden özel gelir kaynaklan ve özel imkânları kanunla sağlanmış olanlann, yabancı devlet Büyükelçilik, Elçilik, Başkonsolosluk, Konsolosluk, Fahri Başkonsolosluk ve Fahri Konsolosluktan gibi misyonlarıyla ve uluslararası örgütlerin veya kuruluşların temsilcilikleri ve misyonlanyla ve bunlara bağlı müşavirlik, ataşelik, büro ve sair mercilerle temasları, uluslararası hukuk normlarına uygun olarak yapılacağı ve bu temaslardan Dışişleri Bakanlığı’na bilgi verileceği öngörülmektedir.

Diğer yandan şu kurumlann da dış ilişkileri kurmada ve yürütmede çeşitli görevler üstlenebileceği ve yetkiler kullanabileceğini belirtmek gerekmektedir. Bu anlamda, 31.07.1970 tarih ve 1324 sayılı Genelkurmay Başkanınm Görev ve Yetkilerine Ait Kanunun 3. Md.’sinde, uluslararası mahiyette yapılacak anlaşma ve andlaşmalann askeri yönlerinin tayininde ve uygulama esaslarının tespitinde Genelkurmay Başkanınm görüşünün alınacağı, gerektiğinde bu toplantılara katılacağı veya temsilci göndereceği belirtilmektedir.konulardaki Bakanlık görüşünü hazırlamak, yurtdışı ve yurtiçi faaliyetleri yürütme yetkisi belirtilmektedir.

16.04.2003 tarih ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un Dış İlişkiler ve AB Koordinasyon Dairesi Başkanlığı kenar başlığını taşıyan 16.

Md.’sinde bu Dairenin, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası doğrultusunda, çeşitli devletlerle ve uluslararası örgütlerle kültür ve turizm ilişkilerini düzenlemede ve geliştirmede, kültür ve turizm alanında çeşitli devletlerin hükümetleriyle akdedilecek işbirliği anlaşmaları ile mübadele programlarının hazırlanması ve uygulanmasına ilişkin işlemleri yürütmede, uluslararası kültür ve turizm kuruluşları ile ilişkileri düzenlemede ve bunların yürütülmesinde gerekli koordinasyonu sağlamada, Bakanlığın görev ve faaliyet alanına giren konularda, AB ile ilgili hususlarda koordinasyonu sağlamada, bu alanda hükümetin genel politikasım uygulamaya yönelik tedbirleri almada, uyum ve uygulama çalışmaları ile ilgili işleri yürütmede, AB’nin kültür ve turizm konularındaki mevzuat ve politikalarını takip etmede ve bunlara ilişkin işlemleri yapmada ve Bakanlık makamınca verilecek benzeri görevleri yapmada yetkili olduğu vurgulanmaktadır.

29.03.1984 tarih ve 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 13/A ve 13/B Md.’lerinde Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ile AB Genel Müdürlüğü’nün görev ve yetkileri kapsamında diğer mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla Türkiye Cumhuriyeti adına uluslararası ilişkiler kurabileceği ve bu ilişkiler çerçevesinde yetkiler kullanabileceği belirtilmektedir. Bu anlamda Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün görev alanları olarak şunlar belirtilmektedir: Bakanlığın görev alanına giren konularda uluslararası

(15)

andlaşmalar ve belgelerle ilgili olarak, gerektiğinde Bakanlığın diğer ilgili birimlerine de danışarak görüş bildirmek, yapılan çalışmalara ve görüşmelere katılmak, bu andlaşma ve belgeleri Türkçeye çevirtmek, derlemek, arşivlemek, bunları ilgili kurum ve birimlere iletmek, yurt dışında işlenen ve Türk yargı yetkisine giren suçlar konusunda adli makamlara bilgi ve belge sağlanmasına yardımcı olmak, hukuki ve cezai konularda uluslararası adli yardımlaşma; tebligat, istinabe, suçluların iadesi, hükümlülerin transferi, kovuşturmaların aktarılması işlemlerini yapmak, nafakalara dair uluslararası andlaşmalarla ilgili iş ve işlemleri yürütmek, Bakanlığın uluslararası kuruluşlarla ilgili faaliyetlerini yapmak, uluslararası hukuk ve insan haklan konusundaki gelişmeleri izlemek, bu konulardaki çalışmalara katılmak, gelişmelerin iç hukuka yansıtılması için ilgili kurum ve birimleri bilgilendirmek, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi’ne Türkiye Cumhuriyeti aleyhine yapılan başvurulara karşı yapılacak savunmalar için bilgi ve belge sağlamak, gerektiğinde oturumlara temsilci göndermek, görev alanına giren konularda personelin yıırt içi ve yurt dışı eğitimi ile ilgili işlemleri yapmak, iştirak olunan yurt dışı faaliyetlere ilişkin olarak düzenlenecek raporlan Bakanlığın ilgili birimlerine ve diğer ilgili kuruluşlara iletmek, görev alanına giren konularda tüzük ve yönetmelikler hazırlamak ve izlemek; yargı yetkisinin kullanılma alanına girmeyen konularda görüş bildirmek ve genelge düzenlemek vb.

Adalet Bakanlığı AB Genel Müdürlüğü’nün özellikle dış ilişkilerin kurulması ve yürütülmesinde, Bakanlığın görev alanına giren AB müktesebatma uyum ile ilgili konularda Bakanlık birimleri arasında koordinasyonu sağlamak, Dışişleri Bakanlığı ve/veya AB ile ilişkilerden sorumlu Bakanlığın ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının koordinasyon çalışmalarına yardımcı olmak, bu alanda hükümetin genel politikasını uygulamaya yönelik önlemler almada yetkili olmaktadır.

Konuya ilişkin olarak Türkiye’deki diğer kamu kurumlan ile ilgili bakanlıklann görev alanlannda dış ilişkilerinin kurulması ve yürütülmesinde yetki kullanmaları söz konusu olabilmektedir. Ancak, konunun fazla dağıtılmaması doğrultusunda yukanda aktardığımız hususlarla sınırlı kalmak uygun olacaktır. Konuya yönelik yetki kullanan görev üstlenen birimler diplomasi temsilcilikleri olmaktadır.

3.2. Diplomasi Temsilcilikleri

Diplomasi temsilcilikleri devletler ve uluslararası örgütler nezdinde açılmaktadır. Bir devlet diplomasi temsilciliğini bir devlet veya uluslararası örgüt nezdinde, bir uluslararası örgüt de diplomasi temsilciliğini başka bir örgüt veya devlet nezdinde açabilmektedir. Uluslararası örgütler nezdinde açılan diplomasi temsilcilikleri genel anlamda Daimi Temsilcilik olarak adlandırılmaktadır.

3.2.1. Sürekli Diplomasi Temsilcileri

Sürekli diplomasi temsilcileri teriminden anlaşılması gereken, gönderen devletin diğer devletler nezdinde, kuraldışı durumlar saklı kalmak kaydıyla, kendini daimi olarak temsil ettirmesidir. Gönderen devletin temsilciliğinde görev yapacak personelin görev süresi, ilgili devletin iç hukukuna göre belirlenmektedir. Bu anlamda görevli bulunan temsilcilerin görevlerini tamamlayıp merkeze dönmeleri ve başka devletlerdeki diplomatik temsilciliklere atanmaları söz konusu olmaktadır.

(16)

Bu konuya ilişkin belirtmek gerekir ki, gönderen devlet, temsilcilik anlamında kendini kabul eden devlet nezdinde daimi olarak temsil ettirirken, temsilcilikte çalışanların farklı sürelerle görevlendirilmeleri olasıdır. Konuya ilişkin Türk iç hukukunda 07.07.2010 tarih ve 6004 sayılı Dışişleri Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’da belirtilmiş durumdadır.

3.2.1.1. Devletler Nezdindeki Sürekli Diplomasi Temsilcilerinin Tanımı ve Sınıflandırılması

Devletler nezdindeki sürekli diplomasi temsilcilerinin tanımı ve sınıflandırılması konusunda öncelikle uluslararası hukukta genel olarak benimsenen uygulamayı, kordiplomatik dururumu ve daha sonra ise Türkiye’de bu konuda tatbik edilen durumu aktarmaya çalışacağız.

3.2.1.1.1. Genel Uygulama

Devletler veya uluslararası örgütler adına hareket eden ve spesifik olarak bu konuda görevlendirilen kişilere diplomasi temsilcileri denmektedir. Uluslararası hukukta diplomasi temsilcilerinin ilk sınıflandırılması 19.03.1815 tarihli Viyana Kongresi’nin Son Senedinde yer alan bir yönetmelikte belirlenmiştir. Bu yönetmelik gereğince, diplomasi temsilcileri önem sırasına göre şu şekilde sıralanmaktadır:

— Büyükelçiler ve Papalık temsilcileri;

— Devlet Başkanlan nezdinde atanan Elçiler;

— Dışişleri Bakanlan nezdinde akredite edilen Maslahatgüzarlar (işgüderler).

Burada sayılanlann dışında, aşağıda aktaracağımız diplomasi temsilcilerini de bu kategori kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. 18.04.1961 tarihli Diplomatik ilişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 1. Md.’si diplomasi temsilcisi olarak misyon şefi ile diplomatik temsilcilikte görev yapan ve diplomatik rütbeye sahip olan bütün üyelerini öngörmektedir. Bu anlamda genel ve soyut olarak diplomasi temsilcileri:

— Büyükelçi;

— Müsteşar;

— Başkâtip;

— ikinci kâtip;

— Üçüncü katip ve;

— Ataşeler olmaktadır.

Diplomasi temsilcilerine diplomatik personel kategorisinde olmayan başka görevliler tarafından çalışma alanları- na yönelik yardım sağlanmaktadır. Bu görevliler, Türkiye itibarıyla düşünüldüğünde genel olarak Dışişleri Bakanlığı bünyesinde çahşan idari ve teknik personel olmaktadır. Bunlar, idari memurlar, haberleşme teknisyenleri ve sekreterlerdir. Yardımcı kategorisinde olan diğer personel olarak sürücü, aşçı, hizmetli gibi çalışanları saymak mümkündür.

(17)

Bu anlamda devletler itibarıyla diplomasi temsilciliğinde iç hukuk düzenlemeleri gereğince istihdam edilen personeli genel olarak şu üç gruba ayırabiliriz:

1. Diplomatik personel;

2. İdari ve teknik personel;

3. Hizmet personeli. Kimi durumlarda, diplomatik personelin özel işlerini yapmak üzere görevli kılman özel hizmetçi uygulamasına da rastlanabilmektedir26.

3.2.1.1.2. Kordiplomatik

Kordiplomatik (corps diplomatique) konusunda27 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nde herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bir devlet nezdinde görevli bulunan diplomasi temsilcilerinin tümü Kordiplomatik adı altında bir grubu oluşturmaktadır.

Uluslararası örgütler nezdinde görev yapan Daimi Temsilciliklerdeki diplomatik personeli de bu grup içerisinde değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

Kordiplomatik yapının hukuki bir kişiliği bulunmamaktadır. Prensip olarak Kordiplomatik, protokol gereğince bir devlet nezdinde temsil edilen tüm devletler adına temsil, bir devletin ülkesindeki diplomasi temsilcilerinin ortak haklarının ve ayrıcalıklarının korunması görevine sahip olmaktadır. Bu görevler, Doyen adı verilen bir diplomasi temsilciliği şefi tarafından yerine getirilmektedir. Kordiplomatik adına hareket eden diplomasi şefi, genellikle bir devletin ülkesindeki göreve başlayışı itibarıyla en eskisi veya en kıdemlisi olmaktadır. Ancak, Katolik mezhebini benimseyen devletlerde görev yapan Vatikan temsilcisi “Nuncio” nungöreve başlama tarihi ne olursa olsun Doyen olarak görev yapması genellikle kabul edilmektedir28. Böyle olmakla birlikte 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Söz- leşmesi’nin 16. Md.’sinin 3. Prg.’ı da Papalık temsilciliğine öncelik verme hususunda devletleri serbest bırakmaktadır.

3.2.1.1.3. Türkiye’deki Uygulama

Türkiye’de diplomasi temsilcileri ve görevlilerine ilişkin 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Söz- leşmesi’nin ilgili hükümlerinin geçerli olduğunu belirtmek gerekmektedir.

Zira, Türkiye bu Sözleşmeye taraf olmuştur. 04.09.1984 tarihli ve 3042 sayılı Kanunla uygun bulunan 18.04.1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’ne Türkiye’nin katılması, Dışişleri Bakanlığı’nın 19.10.1984 tarihli ve ÇTİG/ÇTUK-720^15-70/3989-5141 sayılı yazısı üzerine, 31.05.1963 tarihli ve 244 sayılı kanunun 3. Md.’sine istinaden, Bakanlar Kurulu tarafından 06.11.1984 tarihinde kararlaştırılmıştır29. Türkiye bu Sözleşmeye, 06.03.1985 tarihinden itibaren tüm hukuksal süreci tamamlayarak taraf olmuştur.

6004 sayılı Dışişleri Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’da diplomatik personele ilişkin geniş mahiyette düzenlemeler bulunmaktadır. Bu konuyu çalışmamızın dördüncü bölümünde daha detaylı olarak ele alacağız.

Diğer yandan 24.09.1985 tarihli Diplomatik Temsilciliklerde Diplomatik Statüyü, Konsolosluklarda Konsolosluk Memuru Statüsünü Haiz Personel İle İlgili Protokol Esasları Hakkında Yönetmeliğin 3. Md.’sinde diplomatik personel olarak şu düzenleme yer almaktadır:

“Diplomatik statüyü haiz personel, Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı bir devletin ülkesindeki

(18)

Büyükelçilik, Daimi Temsilcilik veya Temsilciliğine, çeşitli mevzuatla verilen görevlerin yapılması için atanmış olup, milletlerarası anlaşmalar ve teamül gereğince kabul eden devlet tarafından bu sıfatla tanınmış ve kendilerine diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklar verilmiş Dışişleri Bakanlığı’na mensup Büyükelçi, Daimi Temsilci, Daimi Temsilci Yardımcısı, Temsilci, Elçi, Maslahatgüzar, Elçi- Müsteşar, Birinci Müsteşar, Müsteşar, Hukuk Müşaviri, Başkâtip, İkinci Kâtip, Üçüncü Kâtip, Ataşe ve Ataşe Yardımcıları ile Askeri Ataşeler, Askeri Ataşe Yardımcıları ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarına mensup Daimi Temsilci Yardımcısı, Müşavir, Müşavir Yardımcısı, Ataşe ve Ataşe Yardımcılarıdır”.

Türkiye Cumhuriyeti devlet ülkesinde görev yapan yabancı diplomasi temsilcileri ile diğer görevlileri 1961 tarihli Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi’nin ilgili düzenlemeleri itibarıyla şu şekilde sınıflandırmak olasıdır:

1. Diplomatik personel: Diplomatik pasaport taşıyan kişiler veya görevliler bu kategoride yer almaktadır. Bunlar, bütün meslek memurları, müşavirler ve yardımcıları, teknik ataşeler ve yardımcıları, ataşe veya ataşe yardımcısı unvanını taşıyan telsiz teknisyenleri, idari memurlar ve koruma görevlileri olmaktadır;

2. İdari ve teknik personel: Diplomatik misyonda görev yapan ve hizmet pasaportuna sahip memurlar, teknisyenler, hekimler, din adamları gibi şahıslar idari ve teknik personeli teşkil etmektedir.

3. Hizmet personeli: Diplomatik pasaporta sahip olamayan, ancak hizmet pasaportu taşıyan diplomatik temsilcilikte aşçı, bahçıvan, bekçi, kavas30, şoför, hizmetçi gibi hizmetli elemanları, diplomatik misyonda görevli öğretmenler hizmet personelini meydana getirmektedir.

3.2.1.2. Devletler Nezdindeki Sürekli Diplomasi Temsilcilerinin Görevleri

18.04.1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesinin 3. Md.’sine göre sürekli diplomasi temsilcilerinin görevlerini şu şekilde sıralamak olasıdır:

1. Gönderen devleti kabul eden devlette temsil etmek;

2. Kabul eden devlette, uluslararası (özel veya kamu) hukukun izin verdiği sınırlar içerisinde gönderen devletin ve vatandaşlannın çıkarlarını korumak;

3. Kabul eden devletin hükümeti ile müzakereler yapmak;

4. Kabul eden devletin iç hukuk kurallarına uymak kaydıyla bu devletin durumunu ve gelişmelerini tespit etmek ve bunlar hakkında gönderen devlet hükümetine bilgi vermek;

5. Gönderen devlet ile kabul eden devlet arasında dostane, ekonomik, kültürel ve bilimsel ilişkileri geliştirmek;

6. Konsolosluk bulunmayan yerlerde konsolosluk hizmetlerini vermek veya yürütmek.

Diplomatik temsilcilikte konsolosluk şubesine bağlı olan veya başka konsolosluk görevlerini yerine getirmekle görevlendirilmiş temsilcilik görevlilerinin isimleri kabul eden devletin Dışişleri Bakanlığına veya bu Bakanlık tarafından tayin edilmiş olan makama bildirilmesi gerekmektedir.

Diplomatik temsilcilik, konsolosluk görevlerinin yerine getirilmesi kapsamında, konsolosluk

(19)

görev çevresindeki mahalli makamlara, kabul eden devletin iç hukuku veya bu konudaki uluslararası mevzuat izin veriyorsa bu devletin merkezi makamlarına başvurabilmektedir.

Yukarıda belirttiğimiz görevler 07.07.2010 tarih ve 6004 sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkmdaki Kanunun 9. Md.’sinin 3. Prg.’mda daha detaylı olarak düzenlenmektedir.

Kabul eden devlet, gönderen devletin diplomatik temsilcilerinin ve görevlilerinin bu görevlerini yürütebilmeleri için her türlü yardımı vermek ve kolaylığı sağlamakla yükümlüdür. Bu anlamda kabul eden devlet, diplomatik temsilciliklerin binalarını, temsilcilerin ikamet ettikleri veya yaşadıkları konutları ve ayrıca şahıslara yönelik gerekli korumayı sağlamak zorundadır.

14.12.1973 tarihli “Diplomasi Ajanları da Dâhil Olmak Üzere Uluslararası Korunan Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” bu konuda detaylı düzenlemeler içermektedir. Türkiye de bu Sözleşmeye 21.01.1981 tarih ve 2324 sayılı uygun bulma yasası ile taraf olmuştur. Bu Sözleşmenin özellikle 2. Md.’si ve devamında diplomatlara karşı işlenen suçların iç hukuk itibarıyla adi suç kapsamında sayılması ve suç işleyen kişilerin kabul eden devletin iç mevzuatına göre yargılanmasını düzenlemektedir. Ayrıca, Sözleşmenin özellikle 4.

Md.’si taraflar arasında işlenen suçlara yönelik adli yardımlaşmayı öngörmektedir. Bu Sözleşmeye taraf olmayan devletlerin de iç hukukları itibarıyla gerekli önlemleri aldıklarını belirtmek gerekmektedir. Kabul eden devlet, diplomasi temsilcileri ve görevlilerinin kendilerine tanınan yetkiler çerçevesinde görevlerini yerine getirebilmelerini kolaylaştırmak gayesiyle, bu kişilerin kabul eden devletin ülkesinde serbest dolaşımlarını sağlamak durumundadır. Anacak, bu serbesti kuraldışı mahiyette kabul edilen yasak bölgeler (askeri bölgeler gibi) veya girişi şarta bağlanan yerler açısından geçerli olmamaktadır. Zira, kabul eden devlet, ulusal güvenlik nedeniyle yasak bölge olarak ilan ettiği yerler olabilmektedir. Bu konuda Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 26. Md.’si şu düzenlemeyi içermektedir: “kabul eden devlet, ulusal güvenlik nedenleriyle girişi yasaklanan veya kurallara bağlanan bölgeler hakkmdaki kanun ve düzenlemeleri saklı kalmak kaydıyla, ülkesinde misyonun bütün üyelerine hareket ve seyahat serbestliği sağlayacaktır”.

Kabul eden devlet, iç hukukuna uygun olarak, kendi ülkesinde gönderen devletin misyonu için gereken binaların edinilmesini kolaylaştırma veya gönderen devletin başka şekilde yer bulmasına yardımcı olmakla da yükümlüdür. Aynı şekilde, kabul eden devlet, gerekiyorsa üyelerine uygun yer bulmaları için diplomatik temsilciliklere yardım etmekle de yükümlü olmaktadır.

Gönderen devletin diplomatik misyonunda bulanan diplomatlar ve diğer görevliler ayrıcalıklarına ve bağışıklıklarına halel gelmeksizin, kabul eden devletin iç hukukuna riayet etme yükümlülüğündedir. Bu şahısların kabul eden devletin içişlerine karşımama yükümlülüklerinin olduğunu da hatırlatmak gerekmektedir. İçişlere karışmama ilkesinin genel ve soyut bir kavram olduğunu belirtmekle birlikte, bu konuda içişlere karışma anlamında şu hususlar örnek olarak verilebilir: Kabul eden devletin iç siyasal olayları veya konulan, devlet düzeni/siyasal rejim hakkında yazılı ve sözlü beyanda bulunulması, gizli bilgilerin sistematik olarak araştırılması, bir siyasal partiyi sözel veya yazılı yolla desteklenmesi vb.

Gönderen devletin temsilcilikleri kendi uhdesinde yani görev alanında bulunan bütün resmi işlemlerini kabul eden devletin Dışişleri Bakanlığı veya mutabık kalınacak diğer bir Bakanlık

(20)

aracılığı yürütmeleri gerekmektedir. Diğer yandan diplomatik personel kabul eden devlette şahsi kazanç amacıyla herhangi bir mesleki veya ticari faaliyette bulunması yasak olmaktadır.

Gönderen devlet, kabul eden devletin önceden kabul etmesi şartıyla ve kabul eden devletin nezdinde temsil edilmeyen bir üçüncü devletin talebi üzerine, bu üçüncü devletin ve vatandaşlarının haklarının veya çıkarlarının geçici olarak korunmasını üstlenebilmektedir. Ayrıca, iki devlet arasında diplomatik ilişkilerin kesilmesi veya bir misyonun sürekli veya geçici olarak geri çekilmesi halinde, kabul eden devlet, silahlı çatışma durumunda bile gönderen devletin diplomatik temsilciliğinin binalarına, mallarına ve arşivlerine gerekli saygıyı göstermesi ve bunları koruması gerekmektedir. Böyle olmakla birlikte, gönderen devlet diplomatik temsilciliğin binalarının, mallarının ve arşivlerinin nezaretini veya gözetimini kabul eden devletin rıza gösterdiği üçüncü bir devletin uhdesine tevdii edebilmektedir. Diğer yandan diplomatik ilişkilerin kesilmesi veya temsilcilerin sürekli veya geçici olarak geri çekilmesi durumunda, gönderen devlet kendisinin veya vatandaşlarının haklarının veya çıkarlarının korunmasını, kabul eden devletin rıza gösterdiği üçüncü bir devlete de bırakması olanaklıdır.

3.2.1.3. Devletler Nezdindeki Sürekli Diplomasi Temsilcilerinin Göreve Başlamaları ve Görevlerinin Sona Ermesi

Konu itibarıyla öncelikle diplomasi temsilcilerinin göreve başlaması hususunu incelemek uygun olacaktır. Uluslararası hukuk süjesi olan devletlerin birbirlerini tanımaları, doğrudan diplomatik ilişkilerin başlamasına yeterli olmamaktadır. Bu konuda 1961 tarihli Diplomatik ilişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 2. Md.’si şu düzenlemeyi içermektedir: “devletler arasında diplomatik ilişkiler ve daimi diplomatik misyonlar kurulması karşılıklı rıza ile olur”. Bu durumda devletler genellikle kendi aralarında akdedecekleri bir uluslararası andlaşma veya sözlü mutabakat çerçevesinde iç hukukları gereğince tesis edecekleri kararlarla diplomatik ilişkiler kurmakta veya diplomatik temsilcilikler açmaktadır. Gönderen devlet, kabul eden devletin önceden açık rızası olmadan, misyonun kurulduğu mahallerden başka yerlerde misyonun bir kısmını teşkil eden bürolar kuramamaktadır.

Türkiye açısından, eğer konuya yönelik bir uluslararası andlaşma akdedilmemişse, iç hukuk itibarıyla bir diplomatik temsilciliğin kurulması izni veya yetkisi Bakanlar Kurulu karan ile gerçekleştirilebilmektedir. Devletler arasında diplomatik temsilciliğin kurulması karşılıklı olabileceği gibi sadece bir devletin diğer devlet nezdinde bu hakkını (aktif elçilik hakkını) tek taraflı olarak kullanmasıyla da mümkündür. Diplomatik temsilcilik açma hakkım kullanmayan, ancak ülkesinde diplomatik temsilcilik açılmasına izin veren devlet de pasif elçilik hakkım, kullanmış olmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki karşılıklı rıza ile diplomatik temsilcilik açılmasını kabul eden devletler, prensip ola rak hem aktif hem pasif elçilik hakkını birlikte kullanmaktadır.

Diplomatik temsilciliğin açılması sonucunda burada görev yapacak personelin belirlenmesi, atanması ve göreve başlaması gerekmektedir. Bu personelin belirlenmesi ve atanması gönderen devletin iç hukuk kurallarına bağlı iken, özellikle üst düzey diplomatik personelin göreve başlamasında kabul eden devletin de bir takım yetkiler kullanması söz konusu olmaktadır. Göreve başlayabilmesi için gönderen devletin kabul eden devlete önceden diplomatik usule uygun olarak

(21)

görevlendirilmesi öngörülen misyon şefinin kimlik bilgilerini göndermesi ve kabııl eden devletin rızasının alınması gerekmektedir. Diplomasi temsilciliği şefinin sınıfı (Büyükelçi, Elçi, Maslahatgüzar gibi) gönderen ve kabul eden devlet arasında bir mutabakatla tespit edilmektedir.

Bahsi geçen rıza işlemi agreman olarak nitelendirilmektedir. Kabul eden devlet agreman vermek zorunda olmadığı gibi, reddettiği misyon şefi için ret nedenleri hakkında gerekçe göstermek zorunda da değildir.

Gönderen devlet, ilgili kabul eden devletlere gerekli bilgileri verdikten ve izinleri/nzalannı aldıktan sonra, yerine göre bir misyon şefini veya diplomatik kadronun herhangi bir üyesini, birden fazla devlet nezdinde akredite edebilmektedir. Bu durumda görevlendirilen diplomatik misyon şefi veya diplomatik kadronun ilgili üyesi kabul eden devletlerden birinin ülkesinde sürekli ikamet etmekte ve diğer kabul eden devletin ülkesine görevi gerektirdikçe gitmektedir. Gönderen devlet bir misyon şefini, bir veya daha fazla devlete akredite ettiği takdirde, misyon şefinin sürekli oturmadığı devletlerin her birinde bir geçici Maslahatgüzarın (charge d’affaires ad interim) yönettiği bir diplomatik misyon kurabilmektedir. Diğer yandan kabul eden devlet tarafından itiraz yapılmadığı takdirde, iki veya daha fazla devlet, aynı şahsı diğer bir devlet nezdinde misyon şefi olarak akredite edebilmektedir.

Diplomasi temsilciliği şefi, nezdinde atanması öngörülen devletin/kabul eden devletin rızasının/agremanının alınmasından sonra, gönderen devletin iç hukuku gereğince atanma işlemi tesis edilmektedir. Türkiye’de iç hukuk itiba-

Diplomatik temsilcilikte göreve başlamaya ilişkin diplomatik misyon şefi ile diğer diplomasi temsilcilerine uygulanan usul veya işlemler farklı olabilmektedir. Gönderen devlet kabul eden devletten bu devlete misyon şefi olarak göndermek istediği şahıs için agrement (agreman) almak zorundadır. Diğer bir ifadeyle diplomasi temsilciliği şefinin rıyla bu atanma işleminde kullanılan araç Bakanlar Kurulu Kararnamesi olmaktadır.

Atanan misyon şefinin Büyükelçi olması durumunda, Büyükelçi, Devlet Başkanmı veya Cumhurbaşkanım yurt dışında temsil etme yetkisine sahip olması nedeniyle kabul eden devletin Devlet Başkanma veya Cumhurbaşkanına bir itimatname (lettre de creance) sunmaktadır. Bu anlamda, atanan misyon şefi, kabul eden devletteki usule göre, ya itimatnamesini takdim ettiği zaman (örneğin Devlet Başka- nma veya Cumhurbaşkanına) veya gelişini bildirdiği ve itimatnamesinin aslına uygun bir örneği kabul eden devletin Dışişleri Bakanlığı’na veya mutabık kalınacak başka bir Bakanlığa tevdii edildiği zaman, kabul eden devletteki görevine başlamış sayılmaktadır. İtimatnamelerin veya bunların gerçek suretlerinin takdim sırası, misyon şefinin geliş tarihi ve saatine göre tayin olunmaktadır.

Misyon şefleri, kendi sınıflan açısından görevlerine başlama tarihi ve saatine göre öncelik taşımaktadır. Bir misyon şefinin itimatnamesinde sınıfım değiştirmeksizin yapılan tadiller önceliğini etkilememektedir. Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 18. Md.’sine göre misyon şeflerinin kabulü konusunda her devletin uygulayacağı usulün, her sınıf için yeknesak olması öngörülmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

kuruluştur. 1982 Anayasası’nın başlıca özelliklerini tespit edebilmek. • Bir tepki anayasası olması nedeniyle aşırı düzenleyici bir yöntemle hazırlanmıştır. •

İş güvenliği uzmanının görev süresi ayda 32 saat 30 dakika olarak hesaplanır... 2) Az tehlikeli sınıfta yer alan 2000 ve daha fazla çalışanı olan işyerlerinde her

BEDEN EĞİTİMİ VE SPOR YÜKSEKOKULU PERSONEL İŞLERİ BİRİMİ İZİN İŞLEMLERİ İŞ AKIŞ SÜRECİ.. Personel İşleri

Takip Talebinde Bulunmanın İcra Hukuku Bakımından Sonuçları ...100.. Takip Talebinde Bulunmanın Maddî Hukuk Bakımından

Herkes eşya üzerinde hak sahibinin sahip olduğu hâkimiyete uyma ve onu ihlal etmemekle yükümlüdür. Ayni hakkı ihlal eden kim olursa, hak sahibi hakkına uygun

ABİA’nın 45 ve 46. maddeleri ve bunlara dayanarak düzenlenen ikincil yasalar, üye devlet vatandaşı işçilere diğer üye devletlerde vatandaşlığa

 Yukarıda belirtilen görev ve sorumlulukları gerçekleştirme yetkisine sahip olmak5.  Faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için gerekli araç ve

Taşınmaz mallara ilişkin istihkak davası, taşınmazın aynına ilişkin bir dava olduğundan ve taşınmazın aynına ilişkin davalarda HMK’da kesin yetki kuralı