• Sonuç bulunamadı

YIL: 20 SAYI: 241 MART Y A Ş I N D A

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "YIL: 20 SAYI: 241 MART Y A Ş I N D A"

Copied!
31
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Y A Ş I N D A

YIL: 20 SAYI: 241 MART 2022 www.autowritetr.com

(2)
(3)

Editörden

Auto Write Dergisi’nin 20. Yaş Özel Sayısı’ndan merhaba

Otomotiv konusunda ilk merhabamı 1986 yılında yazmıştım.

1985 senesinde okulun bitmesine 1 sene kala, DÜNYA GAZETESİ’nde işe başladığımda ilk haberlerimden hatırladığım; OYAK-RENAULT’nun düzenlediği, RENAULT 9’un Bursa-

Mudanya arasındaki ilk lansmanıydı. Sevgili Ali Bülent EKİMCİ ile beraber gittiğimiz

“deneme sürüşü”ydü. Bu işten birkaç ay sonra da, FORD’un Transit modelinin, şimdi Akasya AVM’nin olduğu yerde yani Uzun Çayır Mevkii’ndeki fabrikasının deneme pistinde yapılan deneme sürüşüydü.

İşte bu haber ve o dönemin diğer otomobil haberleri bu sektörde kalmamı sağlayan işler oldu. Çünkü, otomobil sektörü yeni yeni ivme kazanıyordu ve bir çok gazeteci arkadaşım bankacılık, inşaat ve tekstil sektörlerine yönelmişti. O dönem DÜNYA GAZETESİ’nin sahibi Nezih DEMİRKENT’in isteği ile tek ilgileneceğim sektör “otomotiv” olarak belirlendi. Benimde yaşım gereği ilgimi çeken bir sektördü. Düşünsenize genç bir haberci, o dönemin son model otomobilleri ile uğraşıyor ve onların tanıtımını bazen gazete ama çoğunlukla (daha büyük ve fazla fotoğrafla) OTO DERGİSİ’nde yayınlıyor ve altına imzasını atıyor. Çok büyük keyif ve zevkti. Dünya Gazetesi’nde bir çok müdür zaten sinir oluyordu. Ham gazeteye geldiğim otomobiller son model hem de o zaman ki aklımla onların park yerine aracı bırakabiliyordum. Ama, onlarla gezince de çok keyif alıyorduk. Sevgili ağabeyim Ahmet ARTUN’un kulaklarını çınlatırım.

Sonrasında sevgili Ünsal ALTUĞ ve Faruk ATASOY ile beraber DÜNYA GAZETESİ OTO DERGİSİ’nde çalıştım. Aynı zamanda da DÜNYA GAZETESİ’nde otomobil haberleri yapmaya başlamıştım.

Tek işle yetinmediğimden, gazetede çalışmaya devam ederken; 1992-1997 seneleri arasında ufkumu açan başka işlerde yaptım.

Renan EROĞLU’nun isteği ile BEÇ PROMOSYON’da, CAMEL TROPHY Organizasyonlarında, WINSTON, SALEM Türkiye tanıtımlarında, BRITISH AIRWAYS’in İstanbul operasyonlarında,ORDENİM-LEWI’S Türkiye açılışı, ALGİDA’nın tanıtım organizasyonlarında görev alırken,

SCORPIONS, METALLICA, MADONNA ve MICHAEL JACKSON konserlerinin basın sözcülüğünü Ahmet SAN ve Osman URALLI ile birlikte yaptım.

O dönemlerde yaptığım işin cazibesi çok daha fazlaydı. Firmaların bütçeleri çok yüksek ve otomobil ile ilgilenen gazeteci sayısı çok azdı. Belki de, dünyayı gezebilmemin en büyük sebebi de buydu.

Hepsi sağ olsunlar; sayelerinde Avustralya Kıtası hariç, tüm dünyayı görme şansım oldu.

O dönemin en çok satan haftalık haber dergisi TEMPO DERGİSİ’ydi. Rahmetli Savaş AY’ın da önerisiyle 2 sene TEMPO DERGİSİ’nde çalıştım. TEMPO’da yönetim değişince işsiz kalmak üzereyken otomotiv basını hızlanmaya başladı.

Haftalık otomobil dergileri piyasaya çıkmaya başladığında Galip BİLGİN ve HAKAN ÖZENEN’in beraber çıkarttığı OTOHABER’e geçtim. Yanlış bir yönlendirme ile o dönemin en çok satan dergilerinden biri olan AKTÜEL dergisine yaptığım RENAULT-MAİS Yarış Takımı ile ilgili bir haber çarptırıldığında habercilik ile masa başı habercilik arasındaki farkı anlamıştım.

Genel Yayın Yönetmeni Babür Gürel babur@autowritetr.com

Görsel Yönetmen Tuana Medya

Yayın Kurulu Celal Pir Zeynep Göktürk Gürel

Erkan Öztürk

Autowrite Dergisi’nde yayımlanan haber ve fotoğrafların her hakkı saklıdır.

Autowrite Dergisi, basın meslek ilkelerine uymayı kabul eder.

(4)
(5)

O kızgınlıkla askerlik görevimi yapmaya gittim.

Askerlik dönüşümde çok kısa bir süre daha DÜNYA GAZETESİ’nde çalışırken, gelen bir teklif üzerine Kenan AKIN’ın yönetimindeki TÜRKİYE GAZETESİ’ne geçtim. TÜRKİYE GAZETESİ’nde ise, bir gazetecinin bir habercinin tarihinde çok az yaşayacağı bir olay yaşadım. “BASKIYI DURDURUN! “ diyebildim. Bir akşam yemeğinde OPEL’in Türkiye operasyonunun sonlanacağı sürpriz biçimde açıklanmıştı.

Bunu ilk sayfaya yetiştirmiştim.

2000 krizinde yine işsiz kalacağımı anladığımda, aklımdaki projeyi Ardan ZENTÜRK, Erol MÜTERCİMLER, Özcan ERTUNA ve Vahit ÇELİKBAŞ’ın kurduğu YENİ MEDYA İLETİŞİM SİSTEMLERİ A.Ş.’ye kabul ettirdim ve DRIVE DERGİSİ’ni orada çıkartmaya başladım. Yeni Medya Sistemleri A.Ş.

için 2 sene başında bulunduğum otomobil dergisi “DRIVE” ki, Türkiye’nin en kaliteli otomobil dergisiydi, 2002 senesinde ayrılınca bitiş sürecine girmişti. DRIVE DERGİSİ’ni çıkartırken da Serdar TOKTAMIŞ’ın başında bulunduğu DAIHATSU’nun 2 modelinin basın lansmanlarının organizasyonlarını yaptım.

Bu süreçte kurguladığım AUTO WRITE Dergisi’ni kendim yayınlamaya karar vermiştim. 20 sene önce otomobil

yayınlarına özellikle yabancı isim vermek önemliydi. Çünkü, o dönemlerde yayınlarımız yurt dışında da temsil ediliyor ve hatta yabancılar tarafından isimleri kullanılabiliyordu. O yüzden AUTO WRITE’ın internet sitesinin alan adını alırken sonuna TR’yi ekledim. 16 ay boyunca da AUTOWRITEDN de Danimarka’da yayınlanmıştı.

20 sene önce mart ayının başında da, AUTO WRITE DERGİSİ’nin ilk merhabasını derginin “sıfırıncı” sayısında demiştim.

Sonra aynı editör yazısını Temmuz ayında tekrar kullandım.

Necdet Turan’ın sahibi olduğu Lajans’ın, Beşiktaş Fulya’daki ofisinde Necdet TURAN, Erkan ÖZTÜRK ve Samed MERAKLI ile birlikte kurguladık.

Ortaya çıkan dergi ise, Türkiye’de

yayınlanan otomobil dergilerinin hiç birine benzemiyordu. Yayınlanan otomobil fotoğrafları ile çok oynamıştık. Hatta bir çoğunu bilerek bozmuştuk. Deneme sayısında bile 12 ilanla çıkmıştı. 2 Mart’da piyasaya çıkan ilk AUTO WRITE Dergisi, akıllı bir dağıtım programı ile 15 ilde 60 merkezde satışa çıktı. AUTO WRITE ilk defa çıktığında birçok reklamcı arkadaşım

“sıfırıncı” sayıya bu kadar ilan alınmasına çok şaşırmıştı.

O dönemlerde otomobil dergileri gayet iyi

satardı. Çünkü, o dönemlerde otomobil dergisi okuyucuları araçların büyük ve detaylı fotoğraflarını dergilerden takip ederlerdi. İnternet bu kadar aktif değildi ve yeni modellerin tanıtımları ve fuarlar, bu dergilerden takip edilirdi. Hatta “fuar”

özel sayıları da yapılırdı. Zaten piyasada büyük gruplar haricinde 3-5 tane otomobil yayını vardı. Yine o dönemlerde dergi tasarımlarındaki kabullenilmiş kriterlerin başında büyük ve detaylı fotoğraf kullanımı vardı. Küçük fotoğraf çok yazı haftalık otomobil dergilerinde genel teamüldü.

Aylık dergi haberi yayınlamak için yaklaşık 24 gün beklerken bazı haberlerin bekleme şansı yoktu. 2014 senesinde CHEVROLET’nin Türkiye’den çekilmesini, o tarihte fuarda bulunan günlük otomobil yazarlarına da duyuran AUTO WRITE Dergisi oldu. Haber beklemeyecek kadar acildi ve herkese telefonla veya mesajla ulaşıp bildirmiştim. Ki, bunun habercilik adına yapılması gerekiyordu. Yani bu gün olduğu gibi “bencil” düşünmeden haberi arkadaşlarımla paylaştım. Ama bu gün maalesef bu tip bir yardımlaşma göremiyorum.

Neyse yine konuya döneyim.

AUTO WRITE DERGİSİ’nde de yine farklı olanı denemeye başladım. Daha net ve yayınlanmamış fotoğraf ile daha çok otomobilin magazinsel halini sayfalarına yansıttım.

Derken, habercilik çok hızlandı ve 2007 senesinde www.autowritetr.com’u hayata geçirdim.

Şimdi ise, AUTO WRITE Grubu’nun kuruluş taşı olan AUTO WRITE DERGİSİ’nin 20. Yaş günü oldu.

Otomobil sektöründe istikrarlı biçimde 20 sene bir yayını hayatta tutmak çok zor.

Hele şu dönemde rekabetin her an daha da arttığı bir dönemde; kabul görmüş bir yayını ayakta tutmak yeni bir yayın ortaya çıkartmaktan çok daha zor.

İlişkiler artık eskisi gibi değil.

Biraz da uzun zamandır yapmadığım eleştirel şekilde bir şeyler yazmak istedim.

Madem eskiyim madem “ihtiyarım”. Bazı genç arkadaşlarım öyle diyor, onun için de yazmak istedim.

Evet!

Yaşlı olduğum için eski ile yeniyi kıyaslama imkanım daha fazla. O yüzden usta-çırak ilişkisinin yani liyakate verdiğim önemin de altını çizerek, bir şeyler söylemek istiyorum. İsteyen üzerine alınsın isteyen de

“yapmamak gerekir” diye düşünsün.

Eskiden üst düzey yönetici daha yakındı şimdi çok daha uzakta. Şimdi tek anlamadığım bir şey var. Yayıncının firmaya, firmanın da yayıncıya ihtiyacı varken bunu görmezden gelmek mantıklı mı?

Asla değil.

Eskiden üst düzey yönetici ile çok rahat konuşurken şimdi yüzünüze bakmıyorlar.

Eskiden Halkla İlişkiler departmanı bütün basın mensuplarıyla arasını iyi tutardı şimdi, sadece arkadaşları ile iş yapmaya çalışıyorlar. Eskiden, PR firmaları sahiden

PR yapar ve hataları yönetirdi. Şimdi hatayı yapan kendileri; hata olduğunu söyleyince de, tavır koyup marka ile yayının arasını bozan da kendileri oluyor.

Kendi sektörümdeki “kutuplaşma” hiç hoşuma gitmese de; basiretsiz ve liyakatsiz yönetim, iş bilmezlik ve acemilik bir araya gelince günümüzün geçerli trendi

“kutuplaştırma” ve “ ötekileştirme” çok ön plana çıkıyor.

Bu konuda yazacaklarım çok fazla ama, bu yazıda doğru olmaz.

Haberi siz atlattırmayın. Bırakın haber atlatma işini “haberci” yapsın

Çuvaldızı kendi tarafıma da batırırsam, benim arkadaşlarım da çok hatalı ki, benimde vardır muhakkak.

Ama firma ve yayıncı hiçbir zaman ayrılamaz. Sevgili yayıncı arkadaşlarım, bir yayın politikası güderek yayınlarınızı yapın. Lütfen her telden çalmayın.

Çünkü, sizin bulunduğunuz sektör doğru haber, rakamlar ve deneyim sever. Bu deneyimi sadece otomobil kullanmak diye algılamayın. Bu deneyim, hem otomotiv sektörünü hem de yayıncılık sektörünü bilip, ileriyi görmek ve elde edilen rakamları doğru okumakla ilgili.

Beni seversiniz sevmezsiniz, işimi doğru yapmak adına; hatalı davranışları, hatalı ve ayrım içeren uygulamaları, arkadaş kayıran işleri ve haksızlıkları söylemeye devam edeceğim. Birilerinin dediği gibi “rating”

kaygısı ile haber yapılmaması gerektiğini de hala savunuyorum. Bunları yapınca davet hatta bilgilendirme maili bile almadığım firmalar var ve olacak da. Ama doğrudan ayrılmak da, benim doğamda YOK.

BENZERLERİM DE VARDI.

(6)

“Gazetecilik, birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır; gerisi halkla ilişkilerdir.” George Orwell

Otomobil firması her isteyene araç vermek zorunda değil. Zamanından firmalardan çalınan araçların hepsi maalesef benim mesleğimin adı kullanılarak çalındı. Hele şimdi çok daha dikkat edilmeli. Buna dikkat edecek de bizleriz. Aramızda yetersiz, bilgisiz ve saygısızları farklı yerlerde tutmalı hatta onları içimizden ayıklamalıyız.

Otomotiv Gazetecileri Derneği bu konuda en iyi çalışmaları yapacak.

Her iki taraf da, birbirini desteklemeli ve haber ile beslemeli. Ben otomobil firmasından haberi alıp yayınlayacağım ki, hem firma adı haberde görünsün hem de yayınım okunsun. AYRILAMAZ.

Sevgili iş arkadaşlarım lütfen şunu unutmayın!

Sizler otomobil firması sahibi

olmadığınızdan lütfen yayıncılarla aranızı iyi tutun. Çünkü, sizler maaşlı ve şu an çalıştığınız firmanızın profesyonel birer çalışanısınız. Ama benim gibi yayıncılar hep yayıncı ve yaşadıkları sürece de, kendi

işlerini kendi tercihleri olarak bırakmadıkları süre, hep HANCI’lar. Bizim içimizde de kendi yayını kapatıp kendi rakiplerinde çalışan vardır ama, maaşlı yaşamdan çok azdır.

Sevgili arkadaşlarım, bir çoğunuzdan yaşça büyük olarak, bir çoğunuzdan daha kıdemli olduğumdan son bir şey daha söylemek istiyorum.

Sizden küçüklere bile lütfen, SAYGI GÖSTERMEYİ UNUTMAYIN.

Yaşadığımız son dönem için, yukarıda dediğimi hatırlatma gereği hissettim.

20 sene daha yaşar mıyım?

Yaşarsam kaç senesinde daha çalışmak isterim bilemem ama, HEP BİRLİKTE NİCE 20 SENELER OLSUN diyerek çok söyleyecek laflarımı burada kesmek isterim.

Bu geçen 20 senede yanımda olan olmayan herkese çok teşekkür ederim.

Karşılıklı olarak birbirimizi

desteklediğimiz için de çok memnunum.

21. yaşın ilk sayısında görüşmek üzere Sevgilerimle

Babür GÜREL

AUTO WRITE GRUBU Genel Yayın

Yönetmeni

Babur@autowritetr.com Babur@baburgurel.com

1986 Senesinde

Saçlıydım.

(7)
(8)

ERTUĞRUL ÖZKÖK

--- ---

BİR HAYATA KAÇ ARABA Bİ8 ARABAYA KAÇ YAZAR

SIĞAR Bu yazı 2020 yılında Hürriyet’te yayınlandı. Özgün başlığı şuydu:

“Bir Sonradan Görmenin Kısa Araba Tarihi…”

Tabii ki “Sonradan görme dediğim kişi bizzat kendim, dolayısıyla tarih dediğim de “Şahsımın kısa araba tarihiydi…”

Ancak bugün geriye baktığımda bu yazının eksik bir son bölümlü kalmış.

Burada onu da tamamlıyorum.

HAYATIMDA KENDİME AİT SADECE İKİ ARABAM OLDU Her insanın kendine ait bir “araba” ve

“berber” tarihi vardır.

Benim hayatta kendime ait sadece iki arabam oldu.

Biri 9 yaşındayken kendi yaptığım tel araba...

Bir de babamın aldığı arkadan kurmalı siyah oyuncak araba...

Yani benim kendime ait bir berber tarihim var, ama kendime ait bir araba tarihçem yok.

Anlayacağınız, “Tahsis edilmiş şirket arabaları tarihidir” benimki.

Nedeni de basit...

ARABA KULLANMAYI BİLMEYEN GAZETECİLER Genç ve solcu bir öğretim üyesiyken, araba alma hayalim yoktu...

O nedenle hiç arabam olmadı...

Arabam olmayınca onu kullanmak için ehliyetim de olmadı...

Hasan Cemal, Sedat Ergin, Kanat Atkaya gibi araba kullanmayı bilmeyen gazeteciler sınıfında yer aldım.

Ama araba kullanmayı bilmemem, arabamın olmaması benim çok eğlenceli bir araba tarihimin yazılmasına engel olmadı...

İşte “bir sonradan araba görme” olarak benim “küçük araba sevdası tarihim”...

İLK ARABAM: ‘A KLAS UNVAN’, C KLAS ARAÇ, ‘A PLUS’ SÜRÜCÜ BANA ilk araba, 39 yaşında

Hürriyet’in yayın koordinatörü olduğumda İstanbul’da tahsis edildi.

Tam tahsis de sayılmazdı...

Renault 12 bir taşeron arabası vermişlerdi ve sabahları getirir akşamları götürürdü. Gazetenin tepesinde yazılı unvanım ‘A Class’tı..

Arabam C, ama o arabayı kullanan sürücü Galip Bey A Plus bir insandı...

Bugün ilk arabamı hatırlamıyorum ama sürücüsü o güzel insanı hiç unutmadım.

Hürriyet’in tepesinde yazan “yayın koordinatörü” unvanı belki başkalarına çok şey ifade ediyordu...

Ama bana anlattığı şey o kadar fazla değildi.

Tıkır tıkır çalışan bir mekanizmada kendimi gösterecek bir yer bulamıyordum.

Gazetecilik yapmak, yazı yazmak istiyordum.

İşte bu arzumla birlikte hayatımın ikinci araba dönemi başladı...

İLK TUHAFLIK: BEN TENZİLİ RÜTBE OLURKEN ARABAM TERFİ ALIYOR

O sırada Ankara temsilciliği boşalmıştı.

Erol Simavi’den beni oraya tayin etmesini istedim.

Kabul etti ama beni uyarmayı da ihmal etmedi: “Özkök, bu kararınla Amiral Gemisi’nin kaptan köşkünden alttaki bir kamaraya iniyorsun. Tenzili rütbedir

bu. Babıâli’de seni tefe korlar...”

Gençtim, ataktım, gözüm karaydı...

Ama bu sözün ne anlama geldiğini, daha Ankara Esenboğa Havaalanı’na ayak bastığımda öğrenecektim.

Orada karşılaştığım askerlik arkadaşım Raşit Çiçek’in merhaba demeden ilk cümlesi şu olmuştu: “Ne o şutlamışlar seni İstanbul’dan...”

Babıâli’nin zehirli şerbetini ilk adımda içtim. Ama iyi oldu... O zehre karşı şerbetlendim...

Havaalanının kapısından çıktığımda ise beni bir sürpriz bekliyordu. Karşımda pırıl pırıl parlayan yepyeni bir Nissan araba duruyordu. Kapısında da araba gibi parlayan genç bir adam...

“Buyurun Ertuğrul Bey bu sizin arabanız” dedi...

Tenzili rütbemi kabul eden rahmetli Erol Simavi, bana yeni görevimde destek vermek için arabamı terfi ettirmişti.

Hürriyet bir yöneticisine ilk defa ithal bir araba tahsis ediyordu.

Küçük bir Nissan’dı ama Ankara’nın yerli Renault 12’leri, Murat 131’leri ve Kartal’ları arasında bu araba ile epey sükse yaptım.

TAŞERONA DÖNÜŞ. BEN YÜKSELDİKÇE ARABAM DÜŞÜYOR

NİSSAN’da 3.5 yılım geçti...

Sonra genel yayın yönetmenliğine getirildim...

Tenzili rütbe olduğumda arabam terfi etmişti, kendim terfi ettiğimde bu defa arabam tenzili rütbe oldu.

Yine bir taşeron araba ile başladım ve hayatımın en ilginç anlarından birini İstanbul Atatürk Havaalanı’nın çıkışında yaşadım.

Ankara’dan dönüyordum, tesadüfen uçakta en büyük rakibimiz Sabah’ın patronu ve üst düzey insanları vardı.

Çıkışta hepimiz arabalarımızı

bekliyorduk. Önce büyük bir Mercedes geldi ve gazetenin sahibi Dinç Bilgin’i aldı...

Sonra bir Cadillac gelip genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu’yu, büyük bir BMW ise başyazar Güngör Mengi’yi...

Son alarak da gazetenin birinci sayfa yazarı Güneri Cıvaoğlu’nun arabası geldi.

Bir Jaguar’dı galiba...

Allah’tan sona kaldım ve rakiplerimiz beni almaya gelen gri taşeron Renault 12’yi görmediler...

O gün en mütevazı maskemi takıp olay mahallinden uzaklaştım.

Kafa bozukluğumu tevazu olarak gösterme kabiliyetimi de ilk o gün keşfettim.

HAYATIMI KURTARAN İKİNCİ EL TAUNUS ARABA Dönüşte bunu gazetenin genel müdürüne anlattığımda bana ikinci el bir Taunus verdiler...

Sonradan görme damak tadımı kesecek bir araba değildi ama hayatımı kurtardı.

Doğan Hızlan’la birlikte Kanlıca’da gazetenin kurucusu Sedat Simavi’nin mezarı başında ölüm gününü anmaya giderken kar yağmaya başladı ve ikinci elde hantallaşmış arabam patinaj yaptı.

Mezarın başına geldiğimde saat 10.03’tü ve o an anormal bir patlama oldu... Bir yıl önce konuşma yaptığım yere bomba konmuştu ve benim gecikmem yüzünden orada bulunanların da hayatı kurtuldu.

O nedenle o araba küçük araba tarihi müzemde müstesna bir yere sahiptir.

HOLDİNG PATRONLARININ DOĞAN’A CADILLAC SİTEMİ SONRA Aydın Doğan’lı yıllar başladı.

Hürriyet yıldız gibi parlıyordu...

Aydın Bey “Hadi git kendine güzel bir araba seç” dedi...

“Lüks” denince aklıma hâlâ Amerikan Cadillac markası geliyordu...

Lakin İstanbul’da Cadillac araba bulmak mümkün değildi...

Yine de şanslıydım ve o günün Çiftkurtlar şirketinden bir haber geldi.

Sıfır kilometre bir Cadillac vardı ama yeni değil bir eski modeldi. Ve bana çok ucuza vermeye hazırdılar.

Neticede 90 bin dolara bir Cadillac Deauville arabam oldu... Ancak bu araba başıma hiç beklemediğim bir iş açtı.

Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin patronu Aydın Bey’e bir mektup yazmış ve şunu söylemiş: “Aydın Bey ne yapıyorsunuz, yöneticinize Cadillac araba almışsınız, şimdi bizim yöneticilerimiz de isteyecek...”

Oysa ortada şöyle bir durum vardı.

Onların yöneticilerinin çoğunun altlarında BMW, Audi gibi arabalar vardı ve fiyatları benimkinden fazlaydı...

O gün anladım ki, adınız lükse çıktıysa, fiyatı düşürmek onu aşağı indirmiyor...

BİR TÜSİAD ÜYESİ OLARAK HALK ARABASINA GEÇİYORUM ARTIK 50’li yaşlarımın ortalarına gelmiştim ve çocukluk hayallerim yeterince tatmin olmuştu.

Hürriyet’te işler çok iyi gidiyordu Aydın Bey yine aynı bonkörlükle “Git kendine bir araba seç” dedi...

Artık TÜSİAD üyesiydim ve bu defa birlikte toplantılara katıldığım başka şirketlerin patronlarını daha fazla endişelendirmemek için Cadillac’tan vazgeçtim.

Gidip kendime bir Volkswagen seçtim...

Tabii şöyle bir tuhaflık olduğunu belirtmem lazım.

Seçtiğim model Phaeton’du. Hani Almanya’nın o günlerdeki sosyal demokrat başbakanı Schröder’in makam arabası...

Bir halk arabası olan Volkswagen, Mercedes’e ve BMW’ye rakip bir üst model yaratmıştı.

Türkiye’de fiyatı 140 bin Euro’ydu...

Yani aldığım Cadillac’ın neredeyse iki katı...

Ama bir tek kişi tek kelime etmedi...

Çünkü aldığım marka Volkswagen’di...

Böylece Türk iş dünyasını büyük bir sorundan kurtardım. Hayatımda bindiğim en iyi arabalardan biriydi...

GYY KOLTUĞUNDAN KALKIYORUM ARABAM TENZİLİ RÜTBE OLUYOR VEEE genel yayın yönetmenliği dönemim sona eriyor.

Onunla birlikte Doğan Grubu’nun bütün şirketlerinin yönetim kurullarından da ayrıldım.

Artık araba seçme dönemim kapanmış yine tahsis edilen arabaya binmeye başlamıştım.

Böylece gazetedeki terfilerimle ters orantılı olan araba hiyerarşim ilk defa doğru orantılı hale geldi.

Ben üç-beş basamak aşağı inerken, arabam da 2 basamak aşağı inmişti.

Ford Mondeo ile tanıştım...

Evime dönerken, Cadillac döneminin bir daha açılmamak üzere kapandığını anladım.

VE YILLARCA KÜÇÜMSEDİĞİM MERCEDES’LE TANIŞIYORUM ARTIK 70’li yaşlardayım...

Genç yıllarımda nedense Mercedes’i pek sevmezdim. Binenleri de küçümserdim.

Tasarım bağımlısı dimağım onun çizgilerini çok geri görürdü...

Soğuk Savaş yıllarının sahneleri gözümün önüne gelirdi hep.

Bir de sonradan görme zengin arabası gibi gelirdi...

Şimdi hayatımda ilk defa bir Mercedes’e biniyorum. Ama bir Maybach değil tabii...

600 veya 500 değil yani...

“S” sınıfı da değil...

1 rakamıyla başlayan bir model...

Mercedes façasını düzeltti... Çok hoşuma giden bir tasarıma ve çizgiye ulaştı...

İç donanımında, orta halli arabalarında bile bana lüks duygusunu fazlasıyla veriyordu....

SON DURAK: İŞTEN ÇIKARILMAKLA

ŞİRKET ARABALARI DÖNEMİ KAPANIYOR

Şimdi geliyorum kısa araba tarihimin eksik kalan kısmına…

Hayat artık bu Mercedes’le devam edecek diye düşünürken, sürpriz bir gelişme oluyor ve 40 yıldır çalıştığım Hürriyet’te işime son veriliyor.

Böylece 1986 yılında hayatıma giren

“Şirket arabaları dönemi” de kapanıyor.

Artık binebileceğim tek ara kendi arabam olabilir.

Neyse ki imkanlarım var ve bir BMW 520 ile yoluma devam ediyorum.

Eee tabiatıyla insan bir kere “Sonradan görme” olmayagörsün..

Yeniden “Sonradan görmemeye” geçiş kolay olmuyor…

Sanrım “küçük araba sevdası tarihim”

ulaşması gereken istasyona ulaştı...

Dolar 25 TL’ye gelinceye kadar böyle devam ederisz, sonra yine tenzili rütbe…

Utanacağım “şatafat” dedikodularına uzak, ama utanmayacağım bir lükse yakın...

Sonradan görme tarihimi kapatan bir araba yani...

50 KUŞAĞI YAZARLARI 50’Lİ AÇIK ARABADA

Bu fotoğraf Türkiye otomobil tarihine geçecek kıymette bir karedir.

Türk edebiyat dünyasında “50 kuşağı”

denilen önde gelen yazarları açık araba içinde birlikte poz verdiler.

Fotoğraf Hürriyet’in verdiği bir yıllıkta yayınlandı.

Bu yazarları biraraya ancak Doğan Hızlan getirebilirdi ve getirdi.

Kemal Özer,Orhan Duru,Hilmi Yavuz, Erdal Öz, Adnan Özyalçıner, Ülkü Tamer, Ahmet Oktay, Doğan Hızlan, Konur Ertop, Demirtaş Ceyhun….

Bir bölümü artık hayatta değil.

Ve bundan böyle bir fotoğraf karesi de zor…

Bu karenin yayınlandığı gazetenin genel yayın yönetmeni olduğum için, bu fotoğrafın kendi araba tarihimde de de bir yeri var.

FOTOĞRAFLAR:

Sebati KARAKURT

(9)
(10)

CELAL PİR

--- ---

20 YIL… BİR ÖMÜR…

Babür Gürel’i kutluyorum…

20 yıl bir ömür… Hele son 20 yıl bir ömürden de öte…

Ve bir ömrü bizimle paylaşmak, yayıncılık çok ama çok değerli…

Çünkü son 20 yılda neler olmadı ki….

Teknoloji değişti…

Taşınabilir oldu. Mesela sabit telefonlar neredese yok oldu.

Toplum değişti...

Kişiselleştik. Sosyal medya radikal biçimde hayatımızı etkiledi.

Aplikasyon olmadan yaşayamaz olduk.

Aklımız değişti…

Artık yapay zeka var. Anında lise aşklarımızla sosyalleşiyoruz. Hatta emojilerle ruhumuza hükmediyor…

Sohbet değişti…

Anneler, babalar, hatta dede ve nineler face’e girince, gençler instagrama, hatta tictok’lara taşındı… Selfi, özçekim zihnimizi resmediyor ya da olmak istediğimiz ruh halini anlatıyor…

Uyku değişti...

Eskiden uyku vardı. Şimdi uykusuzluk var…

Meslekler değişti...

Eskiden fabrikada çalışmak, mühendis doktor olmak önemliydi… Şimdinin zenginlerine “youtuber” diyoruz.

Sosyal medya şöhretleri sanatçıları ezdi geçti…

Nüfus değişti…

Köyler boşaldı. İstanbul 16-18 milyonluk bir kent oldu. Megakentler, küresel köyler yarattık. Betona tapar olduk.

Coğrafya değişti…

Savaşları önce tv’den sonra cep’ten şimdi de twitter’dan izliyoruz. Arap baharı bile twit malzemesi oldu.

Binlerce insan öldürüldü, film gibi izledik…

İklim değişti.

Seller, tufanlar, top büyüklüğünde dolular, kuraklık, ölümcül depremler derken; betona tapmaya hayır demeye başladık. “Çevre-Yeşil” bilinci artmaya başladı… Nükleer enerji yerine, güneşi, rüzgarı keşfetti Batı… Biz hala dolu öncesi “ARABALARIMIZI BATTANİYE KORUYACAK”

sanıyoruz, o ayrı konu…

Medya değişti…

Holdingleşti, dijitalleşti, tekelleşti, holiganlaştı. (Embaded) yandaş, bağımlı gazetecilerle hayatımızı manüple ediyorlar…

Müzik değişti…

Kasetler gitti, CD geldi. CD’ler gitti, podcast imkanıyla¸müzik tablet oldu, yutttuk, yutuyoruz…

Sağlık değişti…

DNA sırrı çözüldü. Genetik hastalıklardan hastaneye dahi gitmeden kurtulabilir hale geldik.

Ama virüsler de aklıllandı. Bizi neşelendiren bira markası, kabusumuz oldu. Corona virüse dönüştü, dünya HAPİSHANE’YE döndü…

Uzay değişti...

Artık dünya bize dar geliyor… Mers gezegenine yerleşmenin hayallerini kurar olduk…

Alışveriş de değişti...

Eskiden bakkal, süpermarket vardı.

Zincir mağazalar onları yok etti, ediyor. Ama şimdi moto-kuryeler var.

Getir-Götür işleri sokağa çıkmadadan haloluyor…

Paramız değişti…

6 Sıfır attık…

Biraz rahatladık derken 2022’de, 20 yıl öncesine döndük. Enflasyon şahlandı, fakirleştik…

İnovasyon, keşif, yenilenme dedik ve sonunda herşey NANO oldu.

Uzatabilirim daha…

Bu değişim içinde hala kendisini izletebilen bir yayıncılık yaptığı için Babür Gürel ve Auto Write’ı değerli buluyorum…

Ve arkadaşımla gururlanıyorum.

Peki 20 yıl sonra ne olacak derseniz, ona da bir yanıtım var. Siz Auto Write’ı izlemeye devam edin. Gelmekte olanın da tadını bu sütunlarda çıkartırız.

Şimdilik hoşça kalın…

MESUT YAR

--- ---

Levhalar hep mutluluk durağını göstersin!

“Otomobil uçar gider/ gönlüm gibi coşar gider” sanırım şarkı böyle başlıyordu. Bin yıl önce yazılmış gibi. Belli bir yaştan sonra takvimleri ya da zaman aralığını dosdoğru toparlayamıyor insan…

Ama şunu biliyorum ehliyetimi alalı daha yirmi yıl olmadı. Oysaki yazdığım bu mecra yirminci yılında hala ilk günkü gibi keyifli bir yaşam sürüşü vadediyor takipçilerine. Bu arada 38 yaşında aldım ehliyeti. Bireysel gaza basmam da kırklı yaşların başını buldu.

Ehliyetim bu mecra kadar pırıltılı şeyler vadetmiyor uzaktan bakınca.

Ama içine de bakmak lazım!

Aradaki rötarı neredeyse dünyadaki akla gelen ve ziyan bir dolu marka ve modeli deneyimleyerek kapattım.

Kazandığımın çoğu bu iştaha gitti.

Kaybettiğim bir şey yok. Hele ki manevi kazançları saydığımda…

Mesela iyi dostlar edindim. Saygıdeğer yol arkadaşları, anlatılamaz manzaralar, inanılmaz zorluklar ya da ne bileyim bitmesini istemediğin onlarca saatlik direksiyon flörtü. Bir kalbin sesini dinler gibi dinledim dört tekerli arkadaşlarımın kalplerini. Benimle konuştular, birlikte uyuyakaldık, güzel sabahlara uyandık, üşüdük ve hatta bronzlaştık…

Korkularımız oldu. Kazası, cezası derken oyunun farklı kurallarını da öğrenmiş olduk. Bilgeleştik önünde sonunda. Bir Motor Teknik Lisesi mezunu olarak yirmi yıl kadar geciktiğim şoförlüğü öğrenirken aklımda kalan hatıralar hep bir sonraki levhayı göstermeleri oldu…

Aklınıza düşmüştür. Levhalar neden var. Kanla yazılan anayasalar bütünü hepsi aslında. İç içe geçmiş korkular, kaygılar, hayal kırıklıkları ve en nihayet iyi niyetler. Levhaların bütünü yaşamın kendisi aslında; bu pencereden bakarsak…

Hayatta bu değil mi? Bize gösterilen işaretleri usulünce takip edip nihayete ulaşabilmek. Mutlu bir nihayete kısmetse de. Levhalar, şeritler, ibreler, sinyal düğmeleri, vites kolları, gaz, debriyaj, fren ve daha birçoğu.

Yakıtımız yettiğince işleri yoluna koymak, makul şeritten çıkarmamak için var bizi. Ve hepsinin bilgi

dağarcığıyla kontağı her çevirdiğimizde biraz daha bilgeleşiyoruz…

Ayağımı debriyajdan çekip, gaza ilk yüklendiğim o an geliyor aklıma.

Aynaya bakıyorum, çizgilerim bu kadar sert değil ama hatırladığım kadarıyla şeritler belli belirsiz. Şimdi otobanların üzerinde uzanan o bitimsiz ayak izini takip ederek geliyorum size doğru.

Dilerim can evinize kabul edersiniz.

Zaman zaman motor sesini duyduğunuz şu naçiz kardeşinizi hafızanızın bir köşesinde ağırlama lütfunu gösterirsiniz…

Bu mecrayla büyüyen her kardeşime mutlu yıllar diliyorum. Nice yaşlar;

kazasız, belasız, şeridinden çıkmadan, sinyalizasyon dâhilinde. Sevgiyle kalın…

BİR TECRÜBE Doğada spor ayakkabı izi; Hyundai TUCSON

Sevgili takipçilere son tecrübemi not düşüyorum. Artık dilim ne kadar dönerse. Malum yeni nesil araçlar gibi yeni nesil okur da hızı ve anlaşılır olmayı tercih ediyor…

Bu anlamda geçen hafta belgesel yolculuğuna çıktığım Hyundai’nin kentli ve spor ayakkabılı SUV’u yeni TUCSON bir hayli şaşırttı beni.

Sınıfındaki tüm araçlar gibi kimi eksik kimi fazla yakışıklılık halinden bahsetmiyorum. Pilota yaşattığı deneyimdi şaşırtıcı olan…

Düz konuşmak gerekirse ilk kez bir Asya markasını tercih ettim sınavdan karşılıklı olarak geçebilmemiz için.

Böyle olunca bu Koreli genç “Kore Sineması” tadında bir kesintisiz ilgi yarattı bende…

Çağın ve yolların olmazsa olmazı üç G’dir bence; Güç, Güvenlik, Güzellik.

Belki sizin tercihiniz daha fazla ya da farklardan oluşuyordur ama bir dinleyin…

Güçlü bir motor yapısı, pilota sessiz bir iletişim köprüsünü kurar kendiliğinden.

Ben “1.6 Dizel Elite” deneyiminde sanki devri ve zamanı rakamlara bırakmayacak bir kavrayış gördüm.

Hani en amiyane tabiriyle kayıp gidiyordu bu arkadaş. Biraz daha şans tanısam, sınır filan koymasam uzak ara özgürlüğünü hissettirecekmiş gibiydi…

Güvenlik ile aşırı titizlik arasındaki o kalın çizgiyi bir hayli incelttiğinin farkına vardım. Yolu tutarken hiç durmayacakmış hissi veren araç pilotun kendini iyi hissetmesi için takip kontrolden başlayıp, kör nokta güvenliği ve hatta dijital aynalar gibi onlarca sıkı ve geniş ufuklu özelliğiyle binlerce fren pedalını bir elden yönetiyormuş duygusuyla işi hiç şansa bırakmadığını kanıtlıyordu. Beşer şaşar ama TUCSON daha çok şaşırtmayı amaçlamıştı…

Gelelim güzelliğe; orası hep göreceli.

Ama bana göre yollarda kendine baktıran bir elbisesi vardı bizimkinin.

Keskin yahut fazla dijital hatları iş iç konfora geldiğinde baba pilotlardan alıştığımız “genişlik ve kullanışlılık halini maksimuma nasıl taşırız?”

sorusuna bırakmışlar. Yanıt benden gelsin; Güzel!

Fiyat/ Performans beklentisinde olanlara açıkçası döviz oynaklığı içinde dolu güç ve aksesuarlı hali erişilebilirliği önemli ölçüde sağlamış.

Benim hesapladığım kadarıyla orta çaplı bir Avrupalıya büyük çaplı bir gol atıyor bu manzarayla. Dilerim hepimiz aynı konforun çocukları olarak güzel yollar yaparız; elitle ve birlikte!

(11)

FUAT UĞUR

--- ---

İki kayboluş hikâyesi

Otomobil yazarı olmayan biri otomobil dergisine ne yazabilir?

Babür ile konuşurken kafamdaki bu soruyu ona da sordum.

“Vardır abi sende bir şeyler” deyip ekledi:

“En azından iki geziye gittik senle, biri Saab otomobilleri için İsveç’e, diğeri de Skoda için Macaristan’a”

Doğru. Macaristan’a gidiş tarihini pek hatırlayamıyorum. Skoda fabrikasının Avrupa lansmanıydı sanırım.

Aklımda kalan otomobillerden çok, Budapeşte’de yaptığımız geziydi.

O tarihteMacaristan’ın efsanevi bestecisi ve piyanisti RezsoSeress’in şarkısı Szomoruvasarnap; İngilizce adıyla Gloomy Sunday(Kasvetli Pazar) şarkısının hikâyesinden yola çıkılarak çevrilen filmin(*) adı bile yoktu.

Çok çarpıcı ve trajik bir öyküsü var.

Filmin ana temasının şekillendiği lokantayı da doğal olarak bilmiyordum.

Şarkının bestecisi Seress tarafından eski sevgilisine ithaf edilmiş, ancak 1.

Dünya Savaşı’nın travmasını henüz atlatamayan Avrupalılar şarkıyla iyice duygusal çöküntü içine girmişlerdi. Bu yüzden şarkıyı dinleyip intihar edenler oldu ve bu durum önü alınamaz hale dönüştü. Şarkı ABD’de yasaklandı.

Yıllar sonra öğrendim ki Seress’in piyano çaldığı o ikonik restoranın adı meğer Kispipa’ymış ve geçtiğimiz yıllarda yeniden eski tarihi dokusu korunarak kokteyl bar olarak açılmış.

Neyse, filmi mutlaka ama mutlaka görün. Ben de Budapeşte’ye yeniden gidersem şayet Kispipa’yı ziyaret edeceğim.

Sonuçta Budapeşte gezisinde ne Skoda fabrikasından ne de o zamanki Skoda’nın özelliklerinden tek görüntü yok hafızamda.

Babür ile birlikte ikinci gezimiz de benim için tam bir piyangoydu.

Yeni Yüzyılgazetesi Haber Müdürü olduğum sırada Ekonomi Şefi Füsun Dedehayır bir gün “Ya, benim için çok ters zamana geldi, davet de ediyorlar, Saab otomobilleri İsveç’te bir lansman yapacak, gider misin?” diye sordu.

İsveç hiç görmediğim bir ülke, güzel de dönüşte bir otomobil yazısı yazmak zorunda mıydım gazeteye? Füsun beni rahatlatmak istercesine “Sen git gel biz bakarız çaresine” dedi.

Ama bu kez gitmeden önce Saab ile ilgili bilgi edindim. Meğer dünya çapında bir uçak üretim şirketiymiş.

Uzun yıllar İsveç Hava Kuvvetleri için uçak üreten Saab sonra üretim hedefini genişletip motorlu araçlar üretmeye başlamış. 1949 yılından itibaren üretilen Saab modelleri o kadar tutulmuş ki dünya otomobil piyasasının tozunu attırmış.

Öyle ki Amerika Birleşik Devletleri merkezli otomobil devi General Motors, hızlı bir ivme yakalamış olan İsveçli Saab şirketini görmezden gelememiş ve 1989 yılında 50 milyon dolarlık bir yatırım yaparak yüzde 50’sini satın almıştı.

Otomobili yalnızca bir taşıma aracı olarak gören ben bile modellerine baktığımda ve özelliklerini

incelediğimde daha gitmeden hayran kalmıştım bu otomobile.

Firma yetkililerine geziden önce ilk sorduğum da bu oldu. Acaba test sürüşü yaptıracaklar mıydı? Yaptıracaklarmış.

Heyecanım daha da arttı. İsveç’in Götoborg kentindeydi Saab fabrikası.

İlk gün fabrika gezisi, toplantılar, açıklamalar, teknik bilgi vb. derken Saab’ın yeni modeli tüm yönleriyle tanıtıldı.

Akşamında Götoborg’da kanal kenarında şık bir lokantada yemek yerken ertesi gün test sürüşlerinin olduğu belirtilerek elimize navigasyon kitapçıkları tutuşturuldu. O vakitler bugünkü dijital navigasyonların olmadığını takdir edersiniz. Kaldığımız otelden başlayarak yola çıkacak ve verilen haritadaki güzergâhı izleyecektik. Sabah konvoy halinde hareket ettik. Hazırlanırken yetkililerin

“Yollarda hız sınırı 70 kilometredir, üzerine çıkmayın yoksa ağır cezalar alırız” demesi konvoydaki herkesi adeta kamçıladı ve tabii ki gereken fazlasıyla yapıldı.

Peşimize ne bir polis aracı takıldı ne de önümüzü kesen oldu. Sonuçta İsveç’in güzel kasabaları, köyleri ve ormanları arasından geçerek otele geri döndük.

Bir otomobil gezisinden böylesine mutlu olacağımı o zamana dek asla düşünemezdim. Sonra anladım ki otomobil şahane tek kelimeyle.

Kullanım özelliklerini öğrenmesi benim gibi biri için bile çok kolay ve rahattı. Hepsinden önemlisi sessizdi.

O sıralarda Renault Broadway kullandığımı söylersem ne demek istediğimi anlarsınız.

Tadı damağımda kalmıştı. Öğle yemeğinde firma yetkilileri bir saat sonra ikinci test sürüşünün başlayacağını bildirdi. Tereddütsüz kabul ettim. Saab’ın keyfini sürmeliydim. Akşam 19.00’da uçak kalkacak, Türkiye’ye dönecektik.

Otelden 16.00’da ayrılacaktık. Saate baktım, 13.30. Çıkarım ve 15.00’de otelde olurum. Hazırlanmam yarım saat, yetişirim.

Benimle birlikte iki kişi daha çıktı. Yanımda yol haritası neşeyle gidiyorum. Oto yoldan dönüşe geçtiğimde saat 14.00’dü. Ama birden, nasıl olduysa oldu, kendimi köy yollarında buldum. Güzergâh haritasına bakıyorum, hiçbir yer tanıdık gelmiyor. Sabah sürüşünden tanıdık bir yer bulurum ümidiyle köylerin, ormanların arasında dolanıp dururken bir sağanak başlamasın mı? Bardaktan boşanırcasına. Buyur bakalım. Dolaşa dolaşa saat 15.30’u bulmuştu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Uçak kaçacaktı. Beni bırakacaklardı doğal olarak, uçağı bekletecek halleri yoktu ya.

En sonunda bingo! Sabahki sürüşten hatırladığın bir yola girmiştim ve binaları hatırladım.Ve durup haritadaki yerini buldum ve derhal dönüşe geçtim.

Otele geldiğimde saat 16.10’du. Tüm seyahat ekibi otobüsün önündebeni bekliyordu.Utancımdan yüzlerine bile bakamadan odama çıkıp, belki inanmayacaksınız ama tam 5 dakikada bavulumu hazırlayıp aşağıya indim.

“Şimdi hiçbir şey sormayın, yolda anlatırım” dedim.

Bu bir kayboluş hikâyesiydi. Aslında kaybolmayı severim. Keşke bir gün daha olsaydı da yolları bulamadan araya araya akşama kadar dolaşsaydım.

Ama şimdi bu satırları yazarken öğrendim ki Saab’ınki de bir kayboluş hikâyesiymiş. Çünkü bizim gezimizden üç yıl sonra şirketin yüzde 50’sinin sahibi olan Amerikan General Motors, 125 milyon dolar ödeyerek tüm hisseleri satın almış. Ancak GM,Saab’ın tasarımlarını değiştirmeye kalkışınca büyük bir başarısızlığa uğrayarak şirketi Hollandalı Spyker NV adlı şirkete satmış. Onlar da Çinlilere satmaya kalkışmış sonuçta Saab ismi tamamen ortadan kalkmış.

Bu da bir dönem dünya otomobil piyasasında fırtınalar estiren ve milyonlarca sürücünün gönlünü kazanan Saab otomobillerinin ortaya çıkış ve ortadan kayboluş hikâyesi.

Sevgili Babür neler yazdırdı bana. Düzenlediği hiçbir geziden, organizasyondan pişman olmadığım, otomobil alacağım zaman en doğru tavsiyeleri verip beni yönlendiren dostum. Son otomobilimi de onun sayesinde satın aldım.

Auto Write için nice 20’li yıllara. Sana da güzel insan, şefkat dolu baba.

CAN KANTAR

--- ---

20 yıl dile kolay ama...

Bunun öncesi de var

90’lı yıllarda Günaydın Gazetesi’in ekonomi müdürlüğünü yaptığım dönemde, otomobil sektörüne ilgim, hem servisimde yeterli çalışan olmaması, hem de otomobillere olan merakım nedeniyle bazı toplantılara katılıyordum. Çok da sevmiştim. İlgi duyduğum bir alandı ama ekonominin geneline odaklandığımdan, başlarda oldukça yabancı kalmıştım konulara.

Yeni modellerin tanıtım lansman gezilerinde, test sürüşlerinde, basın toplantılarını izlerken otomotiv sektörünü yakından takip eden gazeteci arkadaşlarımın sorularını yakından takip edip, kendimi geliştirmeye çalışmıştım.

SEKTÖREL YAYINLAR DESTEKLENMELİ

İşte tam o dönemde tanıdım Babür Gürel’i...

Sevgili Babür,

o dönemde gezilerimizde çok keyifli vakitler geçirirdik, diğer taraftan konularla ilgili tüm sorularıma sabırla cevap verirdi. Yıllar geçtikten sonra hepimiz medyanın bir taraflarına savrulduk.

Daha sonraları Sevgili Babür gibi bizlerde tecrübelerimizi kendi yayın kuruluşlarında paylaşmaya başladık.

Ben de özel sigorta sektörüne odaklandım. Bizlerin yıllar geçtikçe edindiğimiz bu bilgi ve birikim

değerlidir. Sektörlerimize katkıda bulunmak isteyen sektörel yayınlara, sektörlerin aktörleri gözlerinin içi gibi bakmaları ve pamuklara sarmaları gerekir. Çünkü sektör yetkilileri ile aynı dili konuşan geçmiş uzun yıllara dayanan bilgi birikimleri göz ardı edilmemeli.

Üç büyük gazete, TV, internet sitesi dışında uzmanlık isteyen, rehber vazifesi gören sektörel yayınlar desteklenmeli.

Sigorta sektörüne hizmet eden ŞEMSİYE DERGİSİ zorlukları yenerek epey bir süredir yayın hayatında.Bu arada youtube kanalında da sigorta üzerine yayınlarım devam ediyor. İhtisas basınının yayıncılık sektöründeki önemini anlatmaya da gerek yok.

Autowrite TR, gerek internet sitesi gerek dijital dergisi benim de takip ettiğim bir yayın. Autowirte Yayın Grubu sahibinin arkadaşım olduğu için

değil, otomobil alıp satacağım zaman da rehberliğine ihtiyaç duyduğum bir yayın grubu olmuştur.

Bu işi sürdürmenin zorluklarını bilen bir gazeteci ve yayıncı olarak Autowire’ın 20’inci yılını kutluyorum.

Daha nice 20 yıl olsun dileklerimi Sevgili Babür dostuma iletiyorum.

Bana bu konuda yazı yazmamı istediği için de onur duyduğumu eklemek istiyorum.

Yolun açık olsun dostum.

(12)

YALÇIN BAYER

--- ---

“Çabuk at ayılmadan parayı kap”

Eskinin ulaşım aracının satış hikayesi, bu gün 2. El satışlarda satılacak aracın farklı gösterilmesini andırıyor.

Arif Şentürk deyince akla gelen

“Deryalar” türküsü bir ezgi olmaktan çok anlatımı vardır, hani diyor ya aman bre deryalar kanlıca deryalar ikimiz bir fidanız bir fidanın dalıyız ikimizde delikanlıyız.

Delikanlı sözü ortak bir kelimedir erkek dişi ayrımı yoktur şayet erkek dişi ayrımı olsaydı bir fidanın dalıyız ikimizde delikanlıyız diye ifade edilmezdi.

Sekizinci padişahımız ikinci Beyazıt Balkanlarda toprak bütünlüğümüz bin yedi yüz elli bin kilometre kare Anadolu’da 650 bin Km. kare.

Osmanlı Rus harbi olarak bilinen 24 Nisan l877 tarihinde 34 padişahımız 287 kilometre kare toprak kaybedilir tek kurşun atmadan ve göçler başlar.

Anayurt Anadolu kabul edilir ve göçler başlar 1912 Balkan savaşları 1923 Lozan göçleri velhasıl arkası kesilmedi Anadolu’nun her yerine yerleştirildiler ve halen zaman zaman göçler devam ediyor en son Bulgaristan soyadları değiştirilenler asimile edilmek istenenler.

Göçlerle gelenler soy isimlerini özlemle anımsadıkları Vatansever, yurtsever Şentürk gibi.

Arif Şentürk ailesi de 1956 yılında gelirler İstanbul Zeytinburnu ilçesine yerleşirler ve Şentürk soy ismini alırlar Osmanlı 28 kavimden oluştuğu

bilinmektedir Oğuz, Karahan, Boşnak, Arnavut, Dağlı, Tahtacı gibi, en iyi yaptıkları her topluma nasip olmayan barışık yaşamaktı.

Arif Şentürk Anne baba ve 5 kardeşten oluşur birde amcaları vardır babada meslek yok, at arabacılığı ile nakliye yaparak yaşamlarını idame ettirirler amca aynen.

Gel gör ki bunların atı istedikleri işi görmez atı satmaya karar verirler bir sabah baba ve kardeşler atı zorla ayağa kaldırırlar ve amcalarını arabasına bağlarlar ve bu günkü Sultan Ahmet Meydanı o gün at pazarı olarak iş görmektedir.

At pazarına varırlar bir at alan satan yanlarına gelir bu ata kaç para diyorsunuz diye sorarlar 125 lira biz bu atı 150 satsak 25 bizim olur mu olur.

Alıcı verir 5 lira aldırır bir şişe rakı atın kafasını kaldırırlar rakıyı ata içirirler atın kuyruk havada gözler açılmış ve irileşmiş, hemen bir alıcı çıkar at kaç para 150 arabaya gelir mi aha ata aha araba koşarlar arabaya düzde yokuşta at fırtına babası aracıya “çabuk kap parayı at ayılacak elimizde kalacak” der.

Zorluklar ne yaptırmıyor insana.

Arif Şentürk ilk TRT’ye girene kadar berberlik yapar berberlik deyip geçmeyin her tıraşa gelen kelleyi ona teslim eder Cumhurbaşkanının şapka çıkardığı meslektir.

Berberlerin piri efendimizin berberi Selma-ı Farisi Pak bundan dolayı berber dükkânlarında Selma-ı pak pirimiz her sabah hayır dua ile açarız mekânı biz Arif Şentürk’te inançlı bir dostumuzdu ben şahitlik ederim.

Arif Şentürk TRT sınavında Aydın yöresi bir ezgi ile katılır eklemedir koca konak ekleme, sınavı yapan sorar evladım sen neresin Balkanlardan Rumeli neden yörenden söylemiyorsun.

Bir saat dolaş gel der sonra tekrar hiçbir adaya gösterilmeyen ayrıcalık ona gösterirler.

Bulut gelir seher ile çiçek açar bahar ile herkes sarılmış yârine yağma yağmur esme bre deli rüzgâr yârim yoldadır Arif seslendirince sınav heyeti şimdi oldu der.

Arif Şentürk yurdumuzun her köşesinde coşku ile karşılanır fuarlara katılır aranan sanatçı olur. Selami Şahinle Karadeniz turnesi sahil üzerinde bir köyden geçerken bir horozu ezerler horozu alırlar köy kahvesine götürürler biz bu horozun sahibini arıyoruz kaza oldu kaç para isterse bedelini ödeyelim.

Kahvede olanlar horoza bakarlar ve sonunda arkadaş bizim köyde böyle yassı horoz yok derler.

Arif Şentürk değer veren değer verilen önce insan sonra sanatçı idi ben 1980 baldızımı evlendiriyorum oğlumun düğününe de katılmıştı beni tanıştıran Muharrem Gümüşdağ ışıklar içinde uyusunlar.

İsmet Paşa Milli Şef olarak anılıyordu nedeni Başvekil olunca yabancıların ve yerlilerin çalıştırdığı bütün madenleri millileştir. İsmet Paşanın kardeşi Hasan Rıza Temelli abi benim madenime dokunma ben burada bir nafaka kazanıyorum birilerinde ekmek veriyorum İsmet Paşa ayrım yok der onun işletmesini de millileştirir.

İsmet Paşanın en sevdiğim sözü önemli olan iktidar olmak ancak asıl önemli olan itibarlı olmaktır der. Arif Şentürk vefatında 2 hafta önce bir televizyon programının canlı yayın konuğu oldu ve rahatsızlığı görülüyordu.

Davet edenler sizi yorduk keşke gelmeseydin dediklerinde Arif ağa söz verdik ölmek var dönmek yok dedi.

Genç kuşak sanatçılarda isteği türküleri özüne bağlı kalarak icra etmeleri idi bu dünyadan bir Arif Şentürk geçti bu dünyada beraberdik inşallah öbür dünyada da beraber oluruz.

Yakınlarına sevenlerine sabır diliyor Allah rahmet etsin Allahım af edicisin af etmeyi seversin Arif kulunu af edilenlerden eyle mezar taşına Fatiha suresini yazdırmayı hak edenlerden, meleklerin tarafından selam ya mümin kulum diye karışılanlardan eyle Allah’ım.

YAPAY ZEKA NEREDEN ÇIKTI?

Tabi ki insan beyninden.

Son dönemlerde otomobillerde de kullanılmaya başlayan “yapay zeka” denilen sistem, insan beyninin incelenmesi sonucunda ortaya çıktı.

İnsan beyni incelendiğinde kendi kendine yeten bir eko sistemi olduğu düşüncesinden yola çıkıldı. Robot teknolojisinde birbirine bağlı tüm mekanik aksamın diğer mekanik aksamlarla iletişim kurması da yapay zekayı ortaya çıkarttı.

İşte otomobillerdeki yapay zeka ve tüm otomotiv endüstrisinde kullanılan yapay zeka günümüzde otonom sürüşü yarattı.

Prof. Dr. Türker KILIÇ’ın Beynin sırlarını aydınlatan kitabı da, otomobiller olduğu kadar her alanda kullanılan yapay zekayı biraz daha iyi anlamamıza olanak verecek.

Türker Hoca insan beyninin sırlarını aralıyor

Aile kökleri Bulgaristan Terziköy’e uzanan Beyin Cerrahı Prof.Dr.Türker Kılıç, geçtiğimiz günlerde Dünya Bilim Ve Sanat Akademisi’ne Türkiye’den seçilen sekinci kişi olmayı başardı.

Aynı zamanda ABD ve AB temelli iki önemli bilimsel araştırma sayılan, İnsan Nöro-Zihin Projesi ile İnsan Beyin Projesi’ne Türkiye’den katılan tek isim olan Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı Prof.

Dr.Türker Kılıç’ın yaşam öyküsü ve insan beyninin bilinmeyenlerine ilişkin anlattıkları “Beyin Nedir’den Yaşam Nedir’e Bir Hayat Serüveni Türker Kılıç” başlıklı kitapta bir araya getirildi. Epsilon Yayınları’ndan çıkan ve Gazeteci Mert İnan tarafından kaleme alınan kitapta, Prof.Dr.Kılıç’ın Hacettepe’den Harward’a uzanan başarı öyküsü, gençlere ışık tutuyor.

Gelecekte robotlara duygu bile katılacağını söyleyen Prof.Dr.Kılıç, yapay zekânın yeni düzen, yeni bir kültür ve dünya düzeni ortaya çıkacağını aktarıyor.

Kitapta, insan beynine ilişkin en çok merak edilen soruları cevaplayan Prof.

Dr.Kılıç’ın anlatımlarından bazıları

şöyle: “Beynimizin sonsuz düşünmeye yetecek enerjisi yok. Tüm mühendislik sistemleri ısınır ve enerji kaybına uğrar.

Beyin, şahane bir sistem olmasının yanında en çok enerjiyi tüketen organ. Beynimizin sadece %10’unu kullandığımız ise uydurma bir söylem.

Herkesin %100’ü aynı değil ancak herkes kendisinde var olan %100’ü kullanıyor. Daha da önemlisi, beynimiz her gün bağlantısallık akış hızını kendisi belirliyor. Bugün hızlı düşünüp hızlı kararlar alırken, ertesi gün daha yavaş düşünüp durağan olabiliyoruz.”

“Hafızanın nerede olduğunu halen biliyor değilim. Şuan için bilginin nöronlar arası bağlantısallık olarak saklandığını sanıyoruz.

“Beynimiz, yaşama yanıt veren, bilgi ve düşüncelerimizin şekillendiği varoluş merkezimiz. Bilgi ve düşüncelerimiz, beynimizde sürekli kendini yenilerken elektrokimyasal ırmaklar hâlinde akıyor. Tüm işleyiş, nöronlar arasındaki bağlantılar sayesinde gerçekleşiyor. Sistem, her gün kendini yenilerken sürekli farklı örüntüler oluşturuyor. Bir ırmağın akışı nasıl ki yatağını değiştiriyorsa, beynimizdeki bağlantılar kullandığımız oranda derinleşip gelişiyor. Beynimizde oluşan örüntüler yalnızca anlık gerçekleşiyor. Örüntüler, öncesinde hiç var olmadığı gibi, bir daha asla var olmuyor.”

“Günü geldiğinde düşünceyi matematik bir değer olarak sunacağız. Şu an hayal etmesi zor gelse de gelecekte bilinç, düşünce, zihin ölçülemeyen, soyut birer değer olmaktan çıkacak. Bu matematiği çözdüğümüzde, yaşamın sırrını çözmüş olacağız. Sonsuzluğun da ölçülebilir olduğu anlaşılacak.”

“Birçoğumuz robotlardan, yapay zekânın varlığından korkuyoruz. En başta işimizi kaybedeceğimiz için endişeliyiz. Yeni uygarlık ve kültürde bugünden farklı özgürlük alanları ortaya çıkacak. Bir arıkuşunun veya bilgi işleme yeteneğine sahip bir robotun da yaşam hakkı, yasalarla garanti altına alınacak.

Günü geldiğinde robotların da bizler gibi yaşamın parçası ve yaşam hakkı olduğunu kabulleneceğiz. Canlılık atan bir kalp değil, bilgi işleyen bir zekâ ve zihin gerektirir.”

“Yapay zekânın ileri aşamalarında kendi kendine öğrenen cihazlar hayatımıza girecek. Geleceğin robotları, insanlar gibi bilgi işleme becerisine sahip olacak ve bir insan evladı gibi robot yetiştirip büyütenleri göreceğiz. Yaşamı önceleyen paradigmanın belirleyicisi insan olduğuna göre, tüm risklere rağmen sistem, doğası gereği daha iyiye gidecektir.”

(13)

İBRAHİM AYBAR

--- ---

YENİLİKÇİ BİR EKONOMİ MODELİ: PAYLAŞIM

EKONOMİSİ Auto Write Dergisi’nin ülkemizdeki başarılı yayın hayatının 20. Yıldönümü dolayısıyla ben de sizlerle yenilikçi bir ekonomi modeli olan Paylaşım Ekonomisi üzerinde düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Otomotiv sektöründeki profesyonel çalışma hayatımda çok sayıda etkinlik ve lansmanlarımızda yakın iş birliği yaptığımız Genel Yayın Yönetmeni değerli dostum Babür Gürel’ e yayın hayatında başarı ve esenlik dolu nice 20 yıllar diliyorum.

PAYLAŞIM EKONOMİSİ YEPYENİ FIRSAT KAPILARI AÇIYOR!

Geçen zaman içinde geleneksel ekonomik modeller insanların ihtiyaç duydukları ne varsa onları sahiplenme duygularını tetikler şekilde gelişti.

Ancak 2000’li yıllardan itibaren ekonomide yeni bir eğilimin ortaya çıktığını görmeye başladık. Bir şeye sahip olup ona önemli bir miktar ödeme yapmaktansa, ihtiyaç duyulan süre için kullanıp bırakmak giderek daha ilginç gelmeye başladı.

Böylece boşta bekleyen varlıkların sahiplerine gelir kazandırması, kullananın ise küçük ödemelerle ihtiyacı kadar o varlıklardan yararlanması insanlara oldukça akılcı gelmeye başladı. Özellikle dijital dünyada baş döndürücü gelişmeler, hayatımıza giren akıllı telefonlar bu yeni ekonomik eğilimi milyonlarca insanın kısa sürede benimsemesini sağladı. Bu yeni eğilime Paylaşım Ekonomisi diyoruz.

PAYLAŞIM EKONOMİSİ NE GİBİ AVANTAJLAR SUNUYOR?

Paylaşım ekonomisi, şu avantajlarıyla dikkat çekiyor:

• Paylaşıma katılan kişinin paylaşım ekosisteminin aktif bir yüzü haline dönüşmesi sayesinde paylaşıma olan güven artıyor.

• Çevre kirliliği azalıyor, sosyal bilinç artıyor.

• Kıt kaynakların çok daha verimli şekilde kullanılması mümkün oluyor.

• Şeffaf paylaşım ortamı kişilerin

katılımıyla gelişiyor, paylaşım yapan herkese kazanç sağlıyor.

• İsraf azalıyor ve geri dönüşümü teşvik ediliyor.

• Kişilerin katılımıyla büyüyen bir iş modeli olması ve aslında merkezi olmayan yapısı itibariyle demokratik bir düzenin varlığını ve sürdürülmesini sağlanıyor.

• Sürdürülebilir ve her zaman geliştirilebilir bir iş ortamı ortaya çıkıyor.

• Rekabeti artıyor, fiyatlar ucuzluyor, hayat kolaylaşıyor.

PAYLAŞIM EKONOMİSİ HANGİ ALANLARDA ÖNE ÇIKIYOR?

Hangi alanlarda paylaştığımıza gelince; İş gücü paylaşımı, Medya teknolojilerinin paylaşımı, Ulaşımın paylaşımı, Konaklama ve yerleşim alanlarının paylaşımı, Fonlamanın paylaşımı, Giyim ve ev eşyalarının paylaşımı, Fikir ve girişimin paylaşımı, Boş zamanların paylaşımı öne çıkan paylaşım alanları olarak göze çarpıyor.

Paylaşım ekonomisinin büyüklüğü konusunda çeşitli araştırmalar elbette var. Ben burada, Price Water House (PwC) tarafından 2014 yılında yapılan bir araştırmada tahmin edilen gelirden söz etmek istiyorum.

PwC, yukarıda değindiğim alanlarda faaliyet gösteren 10 temel ekonomik sektörde 2013 yılında 15 milyar dolar olan paylaşım ekonomisi büyüklüğünün 2025 yılında 20 kat artarak 335 milyar dolar olacağını öngörüyor.

AB içinde yapılan araştırmalar ise bu ekonomik büyümenin aynı dönemde 570 milyar € düzeyinde olabileceğini gösteriyor. Vesiile.com yayınlarından PAYLAŞ isimli kitabımda da, paylaşım ekonomisinin gelişmesine dair çarpıcı örnekleri, rakamları ve yeni iş fırsatlarını aktarmaya çalıştım.

HENÜZ BÜTÜNLEŞİK BİR EKONOMİK MODELE YA DA TEORİK TEMELLERE DAYALI DURUMDA OLMASA DA BÜYÜK BİR POTANSİYEL BARINDIRIYOR.

Gerçi henüz paylaşım ekonomisi bütünleşik bir ekonomik modele ya da teorik temellere dayalı durumda değil. Genel ekonomi içinde niş bir çalışma alanı. Ancak, ekonomi içinde büyük bir potansiyel ifade ediyor.

Gelecek için büyük fırsatlar sunuyor.

Türkiye ekonomisi içinde de paylaşım ekonomisinin farklı sektörlerde ne denli

potansiyele sahip olduğunu görüyoruz.

Paylaşım ekonomisi geleneksel üretim ve tüketim yöntemlerinde bir paradigma değişimine neden oluyor. Ancak, geleneksel pazar yapısını tamamen dönüştürmesi ya da küresel ölçekte makroekonomik ağırlığa ulaşması henüz erken. Ayrıca hukuksal ve güvenlik ile ilgili kaygılar henüz tamamen giderilmiş değil.

Yine de paylaşım ekonomisi içinde bulunduğumuz yüzyılda ekonomik büyümenin yeni adresi olmaya aday. Bu ekonomik ilişkilerin bir tarafında, ekonomik ilişkiye konu olan, varlığa sahip olmadan onu kullanma hakkını elde eden taraf bulunuyor.

Ekonomik ilişkiler paylaşım esasına dayanıyor. Paylaşım ekonomisi yaygınlaştıkça üretimin, tüketimin ve tasarrufun geleneksel pazar şartlarının çok ötesinde bir dönüşüm geçireceği kesin. Yeni iş modelleri ve yeni iş alanları ortaya çıktıkça boşta bekleyen kaynaklar çok daha etkin kullanılacak ve sürdürülebilir paylaşım sistemleri yaygınlaşmaya devam edecek. Böylece paylaşım ekonomisi büyürken bazı geleneksel meslek gruplarını tehdit etmeye başlayacak. İşte bu noktada ortaya çıkacak güven zedelenmesi, birtakım hukuki süreçleri gündeme getirecek.

Henüz tarafları koruyacak bir yasal çerçeve olmadığı için taraflarda değer kaybı ve engellemeler yaşanabilecek.

Ülkemizde de Uber örneğinde yaşadığımız gibi, dünya genelinde ulaşım ve konaklama paylaşımı yapan girişimler yasal boşluklar nedeniyle çeşitli sorunlar yaşıyor ve yaşatıyorlar. Özellikle ülkemizde paylaşım ekonomisi girişimleri henüz çok başlarda iken yaşanmış dünya

örneklerini dikkatle değerlendirerek yasal boşlukları gidermemizin gereğini çok önemsiyorum. Çünkü ülkemizin ekonomik ve sosyo kültürel yapısı gereğince ev paylaşımı ve otomobil, scooter paylaşımı gibi uygulamaların güven içinde yaygınlaşması ciddi uğraşı gerektiriyor. Buna karşılık genç ve yeniliklere açık toplumumuzun paylaşım ekonomisi uygulamalarına sıcak ve yatkın olduğu da araştırma sonuçlarına yansıyor. Eğer yasal olarak paylaşım ekonomisinde yer alan tarafların paylaşımdan doğan haklarını ve yükümlülüklerini yasal düzenleme ile teminat altına alabilirsek sadece ulaşım veya konaklama değil, sağlık, enerji, bilgi ve eşya paylaşımı gibi sektörel bazda ekonomik katkı hızla büyüyecektir. Aslında bu konuyu sosyal yenilikçilik olarak da görebiliriz. Genç girişimcilerin önüne sınırsız imkânlar sunan yeni bir ekonomik yapı olan paylaşım ekonomisi ile toplum kültürümüzde var olan paylaşım davranışını çok ciddi şekilde artırabiliriz. Böylece kaynakların giderek tükenmeye başladığı gezegenimize önemli katkı yaparken demokratik sosyal hayatı güçlendirebiliriz. Ben gençlerimize güveniyorum. Dijital imkânları sonuna kadar kullanmaya yetkin olan gençlerimiz, birçok start-up girişimleriyle toplum kültürümüzün özünde yer alan paylaşmayı ve bölüşmeyi bütünleştirerek Paylaşım ekonomisi büyüklüğünden ülkemize önemli paylar aktaracaklar. Son cümle olarak bu inancımı siz okurlarımla yürekten paylaşmak istedim. Hepinize pandemiden uzak ve ekonomik kaynaklarımızı bolca paylaşacağımız günler diliyorum.

İLKİM

SANCAKTAROĞLU

--- ---

Auto Write 20. Yaş Sevgili Babür,

Otomotive ikimiz de 80’li yılların ortalarında başladık ve geriye dönüp baktığımda 35 yılı bitirdiğimizi görüyorum. Bu süre içerisinde ülkemize hem ana sanayide hem de yan sanayide yapılan önemli yatırımları gördük, ülkemize gelmeyen yatırımları üzüntüyle izledik. Otomotiv teknolojisinde ışık hızıyla değişimi izledik.

Cenevre Otomobil Fuarı’nın yıllık kitabında (daha doğrusu ansiklopedisinde) yazan araç ağırlıklarına göre yapılan

vergilendirmeden bugünkü karmaşık

vergi yapısına gelen süreci birlikte yaşadık.

Sadece araç üretimine değil, katma değer yaratıcı teknolojilere de yatırım yapılmasını savunduk.

Sektör için doğruları savunduk, yanlışlıklara ısrarla itiraz ettik, popülist söylemlerde bulunmadık. Aynı fikirde olmadığımız zamanlarda bile birbirimizi dinledik, anlamaya çalıştık.

Bu 30 küsur yılın çoğunu ben üretici - tedarikçi / dağıtıcı tarafında, sen hep basın tarafında yer alarak yaşadık, ben de ilk başta ve son dönemde basında yer aldım. Amacımız otomotiv sektörünün tüm paydaşlarıyla hep ileriye gitmesi oldu.

Bugün geriye dönüp baktığımda doğru şeyler yaptığımızı gönül ferahlığı ile söyleyebiliyorum.

Nice 20 yaşlar diliyorum, to be continued....

KURTHAN

TARAKÇIOĞLU

--- ---

Sevgili Babür,

AUTO WRITE’ın 20nci senesi için bir şeyler yazar mısın dediğinde, bunu yalın bir kutlama mesajından ziyade

“sosyal sorumluluk” kıvamında bir yazı olması gerektiğini düşündüm.

Zira dergisi ve Babür’ün otomotiv sektörüne, sektör paydaşlarına ve otomobil meraklılarına 20 yıldır değer katabilmek amacıyla mücadele ettiğine yakından şahidim.

Babür kendi mesleğinde “bir kaç iyi adamdan biridir” ve dergisi de bir kaç iyi işten biri...

Öyle ya, zor koşullar altında bu işi 20 sene devam ettirmiş olmanın bir anlamı var ve buna saygı duymak gerekiyor.

Düşünün bu sürede ne maceralar, ne gelgitler yaşandığını. Piyasanın toz duman olduğu zamanlarda ne güçlükler çekildiğini ve fakat asla vazgeçmediğini...

20 yaşına gelmiş olan Auto Write, kanımca sadece yeni çıkan otomobil tanıtımları ya da sektör haberlerini rutin olarak veren bir yayın olmadı.

Kendi mesleğinin ağabeyi olarak Babür’ün, her gazetecide olması gereken haber atlatma sevdası, bilinmeyenleri de yazma aşkı ve gündemi belirleme gayretiyle daima

merakla okunan bir dergi oldu. İşte bu aşkla 20nci yaşını deviriyor ve umarım bundan sonra bir 20 sene daha yaşayacak.

Daha nice yıllara bir kaç iyi adamdan biri Babür ve dergimiz Auto Write...

NURKAN YURDAKUL

--- ---

Herhangi bir şeyi değerli kılan sürdürülebilir

olmasıdır.

Sürdürülebilirlik ise vizyon sahibi olmakla yani geleceği öngörebilmekle direkt olarak bağlantılıdır.

Bütün mesele, değişen şartlara uyum sağlamak, gerekli önlemleri almak ve gemiyi birçok fırtınaya rağmen, kayalara vurmadan, batırmadan, istikametini hiçbir şekilde değiştirmeden limana ulaştırmaktır.

iş hayatında 40 yıldır gördüklerim ve yaşadıklarım özellikle Türkiye gibi şartların sürekli değiştiği bir ülkede sürdürülebilir iş yapmanın ne kadar zor olduğunu bana gösterdi.

İşte bu sebeple, etik değerleri daima ön planada tutarak, hiç bir şekilde kalitesini ve duruşunu bozmadan Türkiye’de 20.yaşını kutlayan AUTO WRİTE dergisini canı gönülden tebrik ediyorum.

(14)

İBRAHİM DAVSAN

--- ---

Hakkın Ödenmez

2002-2004 yılları arasında çalışma fırsatı yakaladığım ve sektörün ileri gelenlerinden olan Babür Gürel ile Autowrite Dergisi’nde çalışma fırsatı yakalandım. 2005 yılında Otomobilden dergisini kurmak için yola çıktığımda bana yardımcı oldu. Bu süreç zarfında Babür Gürel’in engin bilgilerinden yararlanmak için yayın danışmanlığı ile yardımlarını sürdürdü. 18 yıllık süren beraberlik sayesinde onun engin bilgilerinden fazlasıyla yararlandım.

Yayın hayatıma farklılık katmakta daha detaylı düşünmemde etkisi çok fazla oldu.

Autowrite Dergisi’nde çalıştığım yıllarda tasarım gözüm Babür Gürel’in

deneyimleriyle bambaşka bir noktaya gelmişti. Akabinde her habere tarafsız bakışı, olayları farklı yorumlaması beni her zaman etkilerdi. Bu deneyimlerin zamanla bana geçmesi benim için büyük bir avantajdı.

O günlerden günümüze tamı tamına 20 yıl geçmiş. Bu süre göz açıp kapayıncaya kadar geçti. 20 yıldır bir işi ilk gün ki tutku ile ilerletmek maharet isteyen bir iş. Hele ki yayıncılığın bu denli zora girdiği dönemde Babür Gürel mucizelere imza atıyor desem abartmış sayılmam.

Nice 20. Yıllarda beraber çalışmak ve ilk gün ki deneyimlerinin heyecanının bizi etkilemeye devam etmesi dileği ile.

Babür abicim Nice 20 yıllara daha diyorum.

Tuana Medya İbrahim Davsan

Referanslar

Benzer Belgeler

Demek ki, 30 Ekim 1974 Çarşamba öğle üzeri (öğleden sonra daha doğrusu) hastaneden çıkıldı böylece.. Ve otelde oda numarası 36

Charlie Chaplin 1915’te onu ilk filmi olan His Night Out’ta oynaması için Essanay Stüdyoları’na davet etti.. İzleyen yedi yıl

maddesi gereğince aile hekimliklerinin birinci basamak sağlık hizmet sunucuları arasında yer aldığı, 5510 sayılı Kanun'a istinaden çıkartılan Sağlık Uygulama

olduğunu sezen Tapdık Emre kötü ağızları susturmak için kızını Yunus Emre’ye vermek istedi.. Lütuf reddedilir

Wiglaf da mutlu, çünkü yaramaz evcil ejderhası ailesini ziyarete gitti ve bu yüzden bir süre sorun yaratmayacak.. EAO’da her şey güllük gülistanlık gibi görünüyor,

Kimi zaman yeni gebni§ gibiyim. Ceviz agagla- nmn kokusu bumumdan gitmiyor. Sabahlari anne- min yaz bahgelerinde beni uyandirmak igin adeta gu- negle bogu§tugunu duyar gibi

E:2005/228, K:2006/255 sayılı kararıyla hakkında gaiplik kararı verilen …'nun bu karar ile ölümünün ispatlandığının görüldüğü, gaiplik kararı son haber alma

11.12.2006 tarihli inceleme raporunda, … adlı internet sitesinde, poker oynatan gazinoların tanıtımları ile reklamlarına yer verildiği, ayrıca bu gazinolarda oyun oynanması