• Sonuç bulunamadı

ULUSLARARASI HACI BACI BAYRAM-I VELÎ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI 2

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ULUSLARARASI HACI BACI BAYRAM-I VELÎ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI 2"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

EDİTÖR

PROF. DR. AHMET CAHİD HAKSEVER EDİTÖR YARDIMCILARI DR. MEHMET YILDIZ HARUN ALKAN YAYIN KURULU

PROF. DR. ETHEM CEBECİOĞLU PROF. DR. AHMET CAHİD HAKSEVER PROF. DR. M. MUSTAFA ÇAKMAKLIOĞLU DOÇ. DR. VAHİT GÖKTAŞ

YRD. DOÇ. DR. ÖNCEL DEMİRDAŞ DR. MEHMET YILDIZ HARUN ALKAN GRAFİK TASARIM TAVOOS

UYGULAMA TAVOOS

BASKI YERİ

ANIL MATBAACILIK, DİKMEN CAD. NO: 244/P 13-14, TEL: +90 (312) 483 6353, ANKARA

BASKI TARİHİ 30.11.2016 ISBN978 -605- 8560-2 4- 6

YAZIŞMA ADRESİ

Kalem Eğitim Kültür Akademi Derneği, Hacı Bayram Mah Şeyh İzzettin Sk. No: 9 Ulus/Ankara Tel: +90 (312) 232 4226;

Kalemsempozyum@Gmail.Com SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI 2

(3)

MENÂKIBI VE SÂLİKLERİN ÂDÂBI

Shaikh Mecdüddîn Bayramî Menâkıbı and Adab of the Seekers

Yrd. Doç. Dr.

ÖNCEL DEMİRDAŞ

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi onceldemirtas@gmail.com

ÖzetBu tebliğde, Bayramîyye tarikatının Akşemseddîn’e izafe edi- len Şemsiyye kolundan neş’et eden Tennuriyye Silsilesinin Akhisar’daki meşhur temsilcilerinden biri olan Şeyh Mecdüddîn İsa Saruhanî’nin hayatı hakkında bilgi verilecektir. Ayrıca Şey- hin hayatı ve tasavvufî düşüncesi hakkında malumat ihtiva eden ve oğlu İlyas İbn İsâ tarafından kaleme alınan “Menâkıb-ı Şeyh Mecdüddîn ve Âdâb-ı Sâlikin” adlı eserin tanıtımı yapılacaktır.

Menâkıpnâmede rivayet edilen özellikle seyr u sülûk eğitiminin önemli unsurlarından olan zikir, halvet, âdab, şeyh ve mürîd ile ilgili menkıbelerden örnekler ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Mürid, mürşid, âdab, zikir, halvet, menâkıb.

Abstract

This paper gives information about the life of Shaikh Mecdüddîn Isa Saruhanî who is one of the well- known representatives of Tennuriye Silsila in Akhisar, which is derived from Bayramiy- ye order’s Shamsiyya branch that is attributed to Akshamseddin.

Furthermore, the work named “Menâkıb-ı Şeyh Mecdüddîn ve Âdâb-ı Sâlikin” which includes information related to the life as well as Sufi perspective of the Shaikh and is written by his son Il- yas ibn Isâ is going to be promoted. The menkıbe (the story about the religious personalities) examples narrated in the menakıbna- me (the plural from of menkıbe), which are about particularly important elements of sayr-u suluk (the spiritual journey) such as the dhikr, khalwat, adab, Shaikh and murid.

Keywords: Murid, murshid, adab, dhikr, khalwat, menakib.

(4)

Giriş

Tasavvuf ve tarikatların Türkler arasında yayılması ile birlikte Türk kültürüne, siyasetine ve sosyal hayatına etki eden büyük mutasav- vıflar yetişmiştir. Bu mutasavvıfların sözleri, yazılı eserleri, onlarla ilgili olarak yazılan eserler ve halk arasında anlatılan menkıbeler tasavvuf tarihi açısından önemli bir araştırma alanı oluşturmuştur.

Anadolu coğrafyasında yetişmiş büyük Türk mutasavvıflardan biri de Bayramîyye tarikatının Akşemseddîn’e izafe edilen Şemsiy- ye kolundan neş’et eden Tennuriyye Silsilesinin Akhisar’daki tem- silcisi olan Şeyh Mecdüddîn İsa Saruhanî’dir. Asırlar boyunca bu bölgede etkisini sürdürmüştür. Onun hakkında bilgi edinmek için diğer bazı eserlerle birlikte menâkıbnâme önemli kaynaklar arasın- da yer almaktadır. Türk halkı üzerindeki etkisini ve gücünü, halk nazarındaki saygınlığını menkıbelerden takip edebilmekteyiz.

Herhangi bir tarikat veya mutasavvıf hakkında yapılacak ince- lemece araştırmalarda çeşidi tasavvufi eserler, vekayinameler, ta- bakatlar, tezkireler, gibi eserlerle birlikte müracaat edilen önemli kaynaklardan biri de menâkıbnamelerdir. Sözlükte “övünülecek güzel, iş, hareket” anlamına gelen menkıbe kelimesi, tasavvu- fun h.III/m.IX. yüzyıldan sonra islam dünyasında yaygınlık ka- zanmasıyla birlikte, sûfîlerin hikmetli sözlerini ve örnek alınacak faziletli davranışlarını ifade etmek için kullanılan bir terimdir.1 Menâkıbnâmeler; bir yönüyle veliler, dervişler ve onların bağlı bulunduğu tarikat hakkında bilgi verirken diğer bir yönüyle de dönemin insanlarının algısı, değerleri, yaşantıları ve kültürü gibi pek çok konuda da önemli bilgiler ihtiva eder.

Menâkıb kitapları, kerametleri nakledilen velinin yüceliğini müridlere anlatarak onun tarikata daha sıkı şekilde bağlanması- nı sağlamak, tarikatın yaygınlık kazanması amacıyla genellikle o tarikatın mensuplarından biri tarafından sözlü gelenek ve ya- zılı kaynakların derlenmesiyle meydana getirilmiş eserlerdir.2 Menâkıbnâmelerde verilen bilgilerin tamamen tarihî gerçekler ol-

1Haşim Şahin, “Menâkıbnâme”, DİA., 2004, c.29, s.112.

2Şahin, “Menâkıbnâme”, s.112.

(5)

duğunu iddia etmek yanlış olmakla birlikte, bu menâkıpların tarihî bilgilere ışık tuttuğunu, hatta herhangi bir tarihî olayın halk üze- rinde nasıl bir etkisinin olduğunu bazen çok açık ve net bir şekilde gösterdiğini ifade etmek mümkündür. Ayrıca menâkıbnâmelerden tarikatın önde gelen şeyhlerine ve bu tarikatın silsilesinin kimlerle devam ettiğine dair bilgiler elde edebilmekteyiz.

Çalışmamıza konu olan menâkıpnâme, Bayramî tarikatının Şemsiyye koluna bağlı olan bazı şeyhleri anlatması ve Şemsiy- ye kolu hakkında önemli bilgiler ihtiva etmesi açısından oriji- nal bir kaynak eser niteliğindedir.Mecdüddîn İsa, Şemsiyye ko- lunun menâkıpnâmesi yazılan şeyhlerinden biridir. Oğlu İlyas Saruhanî (ö.1559/1560) tarafından kaleme alınan bu menâkıpnâme Mecdüddîn İsa ve tarikatı hakkında önemli bilgiler veren, biyog- rafik mahiyette bir eserdir.3 Şemsiyye kolunun Manisa ve İzmir civarındaki etki ve gücünü gösteren, ayrıca Mecdüddîn İsa’dan sonra bu kolun kimler tarafından devam ettirildiğine dair oriji- nal bilgiler veren önemli bir eserdir.4 Çalışmamızda, adı geçen menâkıbnâmenin tanıtımını yapacağız. Mecdüddîn İsâ’nın hayatı hakkında bilgi verdikten sonra, menâkıbnâme’nin nüshaları, yazı- lış gayesi ve mahiyetini ele alacağız. Muhteva ile ilgili olarak ise, menâkıpnâmede rivayet edilen özellikle seyr u sülûk eğitiminin önemli unsurlarından olan zikir, halvet, âdab, şeyh ve mürîd ile ilgili menkıbelerden örnekler sunmaya çalışacağız.

1. Hayatı

Mecdüddîn İsâ Saruhanî 9 Muharrem 851/27 Mart 1447 tarihinde Akhisar’da doğmuştur. Bayrâmî silsilesinin kâmillerindendir. Ba- bası Taşgun oğlu İlyâs Şücâ Halîfe, annesi İnci Hatun’dur. Bursa’da medrese tahsilini tamamlayarak yirmi dört yaşında Akhisar’a dön- müştür. Babası, onun tahsîli sırasında vefat etmiştir.5

3İlyas b. İsa Saruhanî, Menakıb-ı Şeyh Mecdüddin ve Adab-ı Salikin, Atatürk Kitaplığı, OE.

Bölümü, No: 323.

4Cemal Kurnaz-Mustafa Tatcı, “İbn Îsâ”, DİA, İstanbul 1999, c. 20, s. 91; Zehra Hamarat, Bayramiye Tarikatı ve Menakıbı, Dergah Yay., İstanbul 2015, s. 10.

5İlyas İbn İsa Akhisarî, Şeyh Mecdüddin Bayramî Menâkıbı ve Sâliklerin Âdabı Nutk-ı Şerifler, Haz: Mustafa Tatcı, H Yay., İstanbul 2016, s.1. Konuyla ilgili erken dönemlerde yazılmış bir

(6)

Mecdüddîn İsâ, tasavvufî eğitime Cârullah Efendi’nin oğlu Muhammed Çelebi’nin yanında başlamış ve ondan hilâfet almıştır.

Hilâfet aldıktan sonra memleketi Akhisar’a gelmiştir. Burada der- vişlerin irşâdıyla uğraşırken tekmîl-i tarîkat edemediğini, sülük çı- karamadığını anlayarak Eşrefoğlu Rumî hazretlerine mürâcaat et- miş, onun işaretiyle Kayseri’ye giderek Akşemseddîn’in (ö. 1459) halîfesi Seyyid İbrahim Tennûrî’nin (ö. 1482) postnişîni Şeyh Kâsım Efendi’ye beraberinde olan yedi dervîşiyle birlikte bey’at etmiştir. Burada yoğun bir zikir ve halvet terbiyesinden geçerek şeyh Kâsım Efendi’nin murâkabesinde seyr ü sülûkunu tamamla- mış ve yeniden hilâfetle taltif edilmiştir.6

Bayrâmiyye-i Şemsiyye’nin İbrahim Tennûrî tarafından kuru- lan Tennûriyye kolunun Kâsım Efendi’den sonra gelen postnişîni olan Mecdüddîn İsâ h.883/m.1478 senesinden itibâren hilâfetle tayin edildiği memleketi Akhisar’a giderken yanında götürdüğü yedi dervişinin yanına üç daha ilave edi lerek on dervişle beraber dönmüştür. Bu dönem Fatih Sultan Mehmed Han (ö.1481)’ın devridir. Bu yolculuk sırasında ve daha sonrasında yaşa nanlar menâkıbnâme teferruatlı şekilde anlatılmaktadır.7

Mecdüddîn İsa, Akhisar’da Bayrâmiyye çerâğını uyandır dığında bekârdı. Memleketine dönüşünün ikinci senesinde önce Muhsine hanımla ile ilk evliliğini yaptı. Bu evliliğinden Hızır isminde bir oğlu dünyaya geldi. Daha sonra Meryem isimli hanımla ikinci bir evlilik yaptı ve ikinci evliliğinden de üç oğlu dünyaya geldi. Mecdüddîn İsa hayattayken bu çocuklarından sadece menâkıpnâmenin yazarı olan İbn İsâ hayatta kalmış ve hilâfet almıştır. İbn İsa, babasının evliliklerini ve kardeşlerini bahsedilen menâkıpnâme’nin on dör- düncü bölümünde şu şekilde dile getirir:

“Hazret-i Şeyh Kayseri’den Akhisar’a gelip seccâde-i hilâ fete oturduğu zamân Sultân Mehemmed b. Sultân Murâd devrinde vâki olmuş idi ve târih-i Hicret-i Nebevi sekiz yüz seksen bire

madde için bkz. Hüseyin Avni, İzmir Şairleri Antolojisi, I. Kitap, İzmir 1934, s. 86. Ayrıca bkz.

Cemal Kurnaz-Mustafa Tatcı, “İbn Îsâ”, DİA, c.20, s. 91-92.

6Akhisarî, age., s.1.

7Akhisarî, age., ss.1-2.

(7)

h.881/m.1476) erişdi. Sene-i mezkûr sekiz yüz seksen üçe (h.883/

m.1478) erdikde Muhsine Ana’yı nikâhladı ve o Muhsine Ana’nın bir oğlu doğdu, ismin Hızır kodular. O Hızır Çelebi dünyaya gel- dikde târih sekiz yüz seksen beşine (h.885/m.1480) ermişti. On yıl Muhsine Ana ile geçindi. Hızır Çelebi’den gayrı oğlu ve kızı olmadı. Ondan sonra Meryem Anayı nikahladı. O zaman târih sekiz yüz doksan üçüne (h.893/m.1487) ermiş idi ve mezbûr Mer- yem Anadan üç oğlu oldu. Birinin ismine Abdi ve birinin ismine Fethi ve birinin İlyâs dediler. Abdi dünyaya geldikde târih sekiz yüz doksan beşine (h.895/ m.1489) ermiş idi. Fethi dünyaya gel- dikde târih sekiz yüz doksan sekizine (h.898/ m.1492) ermiş idi ve İlyâs dünyaya geldik de târîh dokuz yüz ikisine (h.902/m.1496) ermiş idi ve bunlardan oğlu ve kızı olmamıştır. Hızır Çelebi ve Abdi Çelebi ve Fethi Çelebi, Hazret-i Şeyh hayatta iken vefat et- miş olup sonuna hemen İlyâs kalmışdır ki menâkıpnâmenin mü- ellifidir ve tahallusu İbn-i İsâ’dır.”8

Şeyh Mecdüddîn İsa Efendi hayatının önemli bir kısmı- nı Akhisar’da geçirmkekle birlikte, irşâd gayesiyle zaman za- man seyahatlerde bulunduğu bilgisi bahsedilen menâkıpnâmede yer almaktadır. Hac yolculuğu sırasında Halep, Şam, Kudüs ve Mısır’a; dönüşünde m.1511 tarihinde Antalya’ya uğramış ve tekrar Akhisar’a dönmüştür. Onun daha sonra m.1513, 1523 tarihinde Aydın’a, m.1523-28’de Köşk’e, Çine, Nazilli, Tire, Gelibolu, Mal- kara, Rumeli, Bursa, Kestel, Karaman, Sivas, İran, Musul, Bağdat, Hemedan ve Şam’a uzun ve kalıcı seyahatler yaptığını, bu ara da kendisine pek çok kişinin intisap ettiği de aynı eserde ayrıntılı bir şekilde ifade edilmektedir. Bu seyahatler esnasında Hemedan’da tanıdığı zamanın gayb erenlerinden Muhammed Bedehşânî ile uzun sohbetlerde bulunmuş ve ken disinden vefk ilmini tahsil et- miştir. Yine Bedehşânî’nin tavsiye siyle Bağdat’a gelen şeyh, bura- da Baba Hamdî Hazretlerinden Rumili erenlerinin pek vâkıf ol- madığı ilm-i cifr eğitimi almış tır. Bağdat’ta geçirdiği zaman için-

8Akhisarî, age., ss.2-3.

(8)

de hummâya yakalanan şeyh yolda bir köyde yirmi günden fazla konakladıktan sonra Bursa yoluyla Akhisar’a dönmüştür.9

Mecdüddîn İsa’nın şemâili menâkıpnâmede geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Şeyhin eşi Muhsine hanım elli sekizinci menka- bede onun şemâili şu ifadelerle dile getirir:

“Kırkyıl mikdârı var, Şeyh Hazretleri benim ile bile oldu, bir gün “Karnım acıkdı, taâm getir” demedi. Biz verirsek yerdi, ver- mezsek akşama kadar aç yürürdü. Bir ay dursa gömleğini çıkarıp

“kirlendi, yuyunuz (yıkayınız)” demezdi. Yaşmağı eskise yenisini verin demezdi ve sakalını taramak bilmez di. Sakalını tarasa eliyle tarardı ve tarak götürmezdi. Şemle sarındıkda ne tarafa gelirse orada sokardı ve tekrâr sarmazdı. Sarındıkdan sonra başından çı- karıp başları nı düzeltemezdi. Yürürken, otururken ve yatarken sünnet (risâle) sarkıtmazdı. Ancak üç yerde sallandırırdı. Evvelâ namâzda, sâniyen teveccühde, sâlisen va‘z eder ken. “Bu üç yer- den gayrı yerde sünnet sarkıtmak riyâya mahmûldür” derdi. “Gel tıraş edelim” deseler tıraş olur du. Eğer demezlerse şöyle yürürdü.

Gerek saçı uzasın ge rek üzerine altı ay geçsin “gelin tıraş edin”

demezdi. Her taâm ki önüne gelirdi, tuzu var mı yok mu bil- mezdi. Başında arakıyyesini giyerken iki bükülse şöyle kalır dı, tâ başından bir kişi alıp yuyunca. Ay aydınlarında gece yalnız dağları gezerdi ve ayda bir kere kaşın mıkrâsla dervişler kırkar- lardı. Eğer kırkmazlar ise şöyle uzardı ki gelir gözlerin örterdi ve kirpikleri dahi ziyâde uzun idi. Hatta gözün katice açdığı vaktin uçları kaşlarına de ğerdi. Gözleri sarı elâ, kaddi orta, yüzü değir- mi ve buğ day tenli idi. Sakalı siyah idi. Tamâm ağarmadan fenâ etmişdir ve bıyığını kati dibinden kırkmaz idi. Hemen ağzına girmeyecek şekilde kırkardı. Sakalını taramak, tarak götürmek ve misvak götürmek âdeti değildi. Fakat terk etmezdi. Kış gece- lerinde yatsı namazını kıldıktan sonra bir miktar tatlı cinsinden getirseler, birkaç lokma yerdi. Tabîaten tatlıya mâil idi ve çok su içmezdi. Ve taâmı dahi çok yemezdi.”10

9Akhisarî, age.,, s.3.

10Akhisarî, age., ss.3-4.

(9)

Âlim, fazıl, ilm-i hurûf ve ilm-i esmâda yetkin bir mutasav vıf olan Şeyh Mecdüddîn İsa, postnişin olarak elli beş sene irşâd hiz- metinde bulunduktan sonra 11 Zilkade 937/26 Haziran 1531’de Akhisar’da vefat etmiştir. Cenazesi, oğlu İlyâs Çelebi tarafından yıkanmış ve kendi adıyla anılan tekkeye defnedilmiştir. Türbesi vefatından üç sene sonra oğlu ve ihvânı tarafından yapılmıştır.11

Mecdüddîn İsa’nın Hacı Bayram-ı Veli’den neş’et eden silsilesi şöyle gekmektedir:

Hacı Bayrâm-ı Velî (1348-1350 / 1430) Akşemseddîn (1389-90 / 1459)

İbrahim Tennûrî (öl. 1482) Şeyh Kâsım (XVI. yy.)

Mecdüddîn İsa Saruhanî (1447-1331)12

Mecdüddîn İsa’nın hayat serüvenini genel hatlarıyla izah ettik- ten sonra, “Menâkıb-ı Şeyh Mecdüddîn ve Âdâb-ı Sâlikin” isimli menâkıpnâmenin mahiyeti üzerinde duralım.

2.a.Menâkıpnâmenin Yazma Nüshaları

Mecdüddîn Bayramî hakkında yapılan çalışmalar incelendiğinde risâlenin, şimdiye kadar dört nüshasının tespit edildiği görülmek- tedir. Bu nüshalar; Kastamonu, Akhisar, İstanbul ve Mısır kütüpha- nelerinin kayıtlarında yer alır. Kastamonu İl Halk Kütüphanesin- de 3761/1, nesih, 1a-4a. şeklinde kayıtlı bulunan nüshanın sadece ilk varağı mevcuttur. Diğer varakları muhtemelen zâyi olmuştur.

Menâkıpnâme’nin İstanbul Belediyesi Kütüphanesi Osman Ergin Bölümü 323 numarada ve Mısır Milli Kütüphane (Kahire) Türkçe Yazmaları bölümünde kayıtlı bulunan nüshaların varakları tam- dır. Mısır’da kayıtlı olan nüshanın istinsah tarihi 1161/1748’dir.

Diğer nüsha ise, Akhisar Kütüphanesi Zeynelzâde bölümü 1793 numarada kayıtlıdır. Bu nüsha şu anda Milli Kütüphane, A-4023 numarada kayıtlı olarak bulunmaktadır. Nüshalar incelendiğinde Akhisar nüshasının farklı bir damardan geldiği anlaşılır. Çünkü bu

11Akhisarî, age.,, s.6.

12Akhisarî, age., s.7.

(10)

yazmada menkıbenin bazı bölümleri çıkarılmış, özetlenmiş veya değiştirilmiştir.13

2.b. Menâkıpnâmenin Yazılış Gayesi

Mecdüddîn Bayramî’nin oğlu ve halifesi olan İlyas İbn İsâ Akhisarî kaleme aldığı menakıpnâmede bu eseri yazma gayesini şu şekilde ifade ediyor: O zamanda hazır olan halîfeleri, müridleri, muhip- leri, âşıkları, ihvan ve sâdıklar toplanıp oğlu İbn İsa’ya gelirler.

“Bize bir kitap te’lif ediverip içinde Pîr-i Azîz’in dünyaya geldiği günden tâ intikaline varınca menâkıbını ve rumuzunun tevîlâtını ve tabîrâtını ve âdâbını ve halvet etmenin tertîbâtını ve Târik-i Bayrâmî’de hilafet kimlere verilmiş ve kimden gelmiştir? Bil- cümle beyân eyle ve lisân-ı Türkî’de ayân eyle. Her birimiz oku- yup dinledikçe faydalar görelim” şeklinde talep üzere yazmıştır.14 Esere, Menâkıb-ı Şeyh Mecdüddîn ve Âdâb-ı Sâlikîn ismini ver- diğini ifade etmektedir.

2.c. Menâkıpnâmenin Mahiyeti

Menâkıpnâmenin başında, besmele, hamdele ve salveleden son- ra, “ba’dehu, ârifü’l-ekmel, kudvetü’l vâsilîn, menba’ü’l-maârif ve’l-ma’ânî, mudakkiki’l-evliyâi ve’l-mürşidîn Şey Mecdüddîn Akhisârî ki ona Şeyh İsa derler” ibaresi yer almaktadır.15 İlyas İbn İsâ Akhisarî’nin babası Bayramî şeyhi İsa Mecdüddîn Efendi’nin menkıbelerini derlediği eseridir. Bu menâkıpnâme kültür tarihi- mizde ve özellikle de Akşemseddîn Hazretlerinden neş’et eden Bayramîliğin Şemsiye şubesiyle ilgili özel bilgiler vermesi bakı- mından çok büyük önem arzetmektedir.

İlyas İbn İsâ menâkıpnâmeyi 961/1553-54 tarihinde tamam- lamıştır. Eseri tamamladığında müellifimiz altmışlı yaşlarındadır.

Eser, menkıbevî mahiyete sahip yüz elli adet rivayeti ihtiva et- mektedir. Bu menkıbelerden son üçü İbn İsâ’nın kendisiyle ilgi-

13Akhisarî, age., ss.42-6.

14Akhisarî, age., ss. 51-2.

15Akhisarî, age., s. 51.

(11)

lidir. Bu itibarla bu son üç menkıbenin halifeleri tarafından ilave edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Eserde menkıbeler surh ile numaralandırılmıştır. Eserin muhtevasına baktığımızda menkıbe- lerin arasına küçük başlıklar altında adâba, erkâna ve Bayramî sil- silesine dair bilgilere yer verildiği görülmektedir.16

Müellif İlyas İbn İsâ, şeyhi olan babasının birçok menkıbesini rivayet etmiştir. Mecdüddîn İsa’nın seyahatleri, rüyaları tâbir etme- si, nasihatleri, tevbe, dervişlik âdâbı, halvet, zikir, tevekkülü, dua, âşıkların hali, kabir azabı ve kabir hali gibi birçok konudaki menkı- belerini nakletmiştir. Burada özellikle seyr u sülûk eğitimi ile ilgili olan menkıbelerden birkaç menkıbeyi nakletmek yetineceğiz.

3.Menâkıptan Misaller 3.a. Zikir

Zikir, tasavvuf ıstılahında “Allah’ı anmak ve hatırlamak, O’nu unutmamak ve gaflet içinde olmamak; “Allah” kelimesini veya “lâ ilâhe illâllah”ı söylemek ve tekrarlamak; tarîkat ehlinin belli kelime ve ibâreleri, belli zamanlarda, belli sayıda, belli bir edeb dâhilinde her gün düzenli olarak söylemeleri” gibi anlamları ifade eder.17

Mecdüddîn İsa, müritlerden birinin kendisine gelip “Sultânım dervişler zikrederken sağlarına ve sollarına nazar edip hareket et- melerinin hikmeti nedir?” diye sorması üzerine otuz üçüncü men- kıbede zikrin şekli ve manası ile ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor:

“Meşâyıh-ı eslâf sağ omuzları üzerine nazar edip “lâ” demişler.

Yüzlerinden göğüslerine doğru tâ ayaklarına varıncaya bu hey- kele nazar edip “ilâhe” demişler. Sol koltuk altından fuâda nazar edip “illallâh” demişler. İşbu sıfât-ı mukayyedi nefy edip dilden zât-ı Hakk’ı isbât edip “lâ ma’bûde illallah” demişler. Mâsivâyı gö- türülüp kesâfet letâfete tebdil olduktan sonra “lâ maksûde illallâh”

16Akhisarî, age., s. 42

17Necmüddin-î Kübrâ, Risâle ile’l-Hâim, Feâihu’l-Cema (Tasavvufî Hayat), haz: Mustafa Kara, Dergah Yay., İstanbul 1996, s. 78; Ebû Nasr Serrâc Tûsî, Lüma’, tahk.: Abdulhalim Mahmud, Daru’l-Kutübi’l-Hadise, Mısır 1960, ss. 290-1; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2005, ss. 393-394; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Yay., İstanbul 2009, s. 728; Süleyman Ateş, “Zikir”, AÜİFD., Ankara 1966, sayı: XIV, s. 295.

(12)

demişler. Fenâ-fi’s-sıfât edip suverden ve nukûşdan eser kalmayıp muhdes ‘adem rengini bağlayıp kesret götürüp vahdet kaldık da

“lâ mevcûde illallah” demişler. Kendisinin onlara tâbî ve bu mef- humlarla meşgul olduğunu ifade etmektedir. Bu şekilde zikrin Al- lah katında makbul olacağını ümit ettiğini belirtir.18

Zikrin, amellerin en hayırlısı olması ve Allah’ı zikretmenin önemi hususunda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ı zikredenle zikretmeyenin misali diri ile ölü gibidir.”19 Di- ğer bir hadiste “Size amellerin en hayırlısını haber vereyim mi?...

Allah’ı zikretmektir.”20 Allah’ı zikir, hadiste ifade edildiği gibi en büyük ibadettir. Tasavvufî hayatta da aynı şekilde mutasavvıflar zikri ibadetlerin en faziletlisi olarak kabul etmişlerdir.21 Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz Allah’ın zikri en büyüktür.”22 bu- yurulmak suretiyle bu gerçeğe işaret edilmiştir. Mutasavvıfımız Mecdüddîn İsa da ellinci menkıbede, zikirle çok meşgul olan der- vişini rüyasında, kabirde meleklerin zikreden dervişle arkadaş ol- duğunu görmesi üzerine; zikrin, zâkirin hâdimi olacağını söyler.23 Bu menkıbe zikrin, seyr u sülûk eğitiminde tekâmüle etkisini gös- termesi açısından çok önemlidir.

3.b. Şeyh-Mürîd

Mecdüddîn İsa, bir kişinin “Şeyh tutmağa delil var mıdır?” şeklinde sorusu üzerine elli yedinci menkıbede şeyhin gerekliliği hakkında şu açıklamayı yapar: “Bey’at ettirmek ve hilâfet vermek sünnet-i Rasûl ve el’âl-i enbiyadır. Şeyh tutmak sünnet-i meşâyıhdır ve de- lil, “Ey Müminler! Allah’tan sakının, O’nayaklaşmaya vesile arayın...”24 ayetidir. Bizi Hakk’a yakîn etmeğe mürşid-i kâmil gerek. Rehber-

18Akhisarî, age., s. 140.

19Buharî, Dea‘vat, 66.

20Tirmizî, Dea‘vat, 6

21Mustafa Aşkar, Niyazî-i Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1998, s.

22290.Ankebut, 29/45.

23Akhisarî, age., s. 166.

24Mâide, 5/35.

(13)

siz kişi sefer edemez ve yalnız gidemez. Bize vâcib olan mürşid ile olmaktır.25

Mürid ile ilgili olarak ise, kendisine “Sultânım dervişlik ne ile olur?” sorusu üzerine kırk yedinci menkıbede şöyle der: “Fakr u fenâ ile olur.” der. O kişi, “fakra ve fenâya ne ile erilir?” demesi üzerine, Şeyh Mecdüddîn İsa “dört nesne ile erilir ki evvelâ az yiyesin, sâniyen az uyuyasın, sâlisen az söyleyesin, râbian, nefsin murâdını vermeyesin.” dedi. O kişi “az yemek ve az uyumak ve az söylemek zâhidlerde bulunur. Ondan zâhidde fakr u fenâ var diyelim mi?” dedi. Şeyh “zâhid, mâsivâyı terk edene derler. Senin anladığın zâhid-i mukallid bil ki mürâîdir. Onların gibi zâhid-i huşk telvînde kalır, tahkike eli ermez.”26 Tasavvufî düşüncedeki yemek, uyku ve konuşma ile ilgili riyâzet eğitimine nefsin istekle- rini yapmamayı da ilave ederek bunları dervişliğin şartı olduğunu ifade etmiştir.

3.c. Halvet

Halvet sözlükte, “halktan uzaklaşıp tek başına yaşamak, yalnız kalıp tenha bir köşeye çekilmek, ihtilat hâlinde olmamak” gibi mânâlara gelir.27 Tasavvufî ıstılah olarak ise, ne bir melek ne de bir kimse- nin olmadığı bir yerde, Hak ile sırran konuşmak, ruhen sohbet etmektir.28 Halvet konusu, menâkıpnâmedeki yirmi altı, otuz altı ve yüz dört numaralı menkıbelerde işlenmiştir. Mecdüddîn İsa, yüz dördüncü menkıbede şöyle der:

“Bir ahmak bön kişinin merkebi gâib oldu. Şuna buna sorarken bir nuhûset (uğursuz) şehir oğlanına rast geldi. Ona dahi sordu. O nuhûset kişi “Merkebin gideli birkaç gün var mı?” demesi üzerine, o bön kişi “on gün vardı? der. Bunun üzerine o nuhûset kişi, “neye

25Akhisarî, age., ss.177-78.

26Akhisarî, age., s.163.

27Râgıb el-Isfehânî, Müfredât el-Fâzı’l-Kur’an, tahk.: Safvân Adnân Dâvûdî, Daru’l-Kalem, Beyrut 1997, s. 298; Ebu’l-Fazl Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l- Arab, Beyrut 1990, c.XIV, ss. 237-42, c.XI; ss, 440-3; Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcânî, Kitâbu’t-Ta’rifât, Beyrut 1985, s. 106; Cebecioğlu, age., s. 321; Uludağ, age., s. 206, Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, MÜİFV. Yay., İstanbul 1997, s. 155.

28Muhammed b. A’lâ b. Ali et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti’l-Fünun, Daru Sadr, Beyrut ts., c.II, s. 81; Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Neşriyat, s. 202.

(14)

sorup yürürsün? Şimdiye değin merkebin yabanda komazlar, ha- pis olmuştur.” dedi. “Var şu kapı içinde çok merkep hapis edecek evler vardır. Sâhibine sor, merkebin belki onda hapis oldu ola.” de- di. Kenârdan o böne Hazret-i Şeyh’in hânegâhını gösteriverdi. O bîçâre, Hazret-i Şeyh’in katına vardı. “Merkeb hapis edecek evler varmış, açıversen o evleri görsem, aceb benim merkebim de bun- da hapis oldu mu bilsem” dedi. Hazret-i Şeyh, “senin merkebin bizim hapishanemize girmedi, görmen lazım değil” dedi. O bön kişi “hele göreyim, şâyed girdi ola.” Hazret-i Şeyh, “halvethane- lerin kapılarını açıverdi. “Bakın” dedi. O kişi baktı, gördü, şeyhin yüzüne bakıp, “bu merkeplerde benim merkebime benzer merkep görmedim” dedi. “Dahi bundan gayrı merkep damları var mıdır?”

dedi. Hazret-i Şeyh, “vardır, ‘yuvacı’ derler, belki senin merkebin onda ola, var gör” dedi. O kişi, “yuvacı sen değil misin?” Hazret-i Şeyh, “ben vücûd merkebini hapis edici yuvacıyım. Hangi hayva- nı gerekse tutar hapis eder yuvacı değilim.” dedi. O bön kişi var- dı, gitti. O nuhûset kişi, şeyhin yanına geldi. “Bir bön gönderdim, neylediniz?” dedi. Hazret-i Şeyh, “hücreler kapılarını açtığım vak- tin dervişlerime nazar ettim. O kişinin gözüne hayvan yani mer- kep göründüler. Yoksa o derdmend çok hacâlet çekerdi (utanırdı).”

dedi. Döndü yine “var o derdmendin merkebini bulup getiriver.

Yoksa bir belâya uğrarsın.” dedi. O kişi vardı, korkusundan o bö- nün merkebini buluverdi.29 Mecdüddîn İsa bu menkıde halvet eği- timini sembolik bir dille anlatmıştır. Halvet eğitiminde nefsin kötü sıfatlarını terbiye etmekle meşgul olduğunu ifade eder.

3.d. Âdâb

Âdâb, sözlükte her söz ve fiilde güzel tutum içinde olmak anlam- larına gelmektedir. Bununla birlikte iyi ahlâk, güzel terbiye, za- refet ve güzel davranışta bulunma anlamlarına da gelmektedir.30 İzlenmesi gereken esaslar ve görgü kuralları da âdâb kelimesinin

29Akhisarî, age., ss.222-223.

30Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kûb Fîrûzâbâdî, Kâmûsu’l-Muhît, Matbaa-i Saadet, Mısır 1332/1913, c.I, s. 40; Âsım Efendi, Kâmûs Tercemesi, İstanbul 1304, c.I, s. 134.

(15)

ihtiva ettiği anlamlardandır. Âdâb kişiye kötü hal ve hareketlerden uzaklaşma melekesi kazandırır.31 Mutasavvıflar biri zâhirî (şer’i) diğeri bâtınî âdâb olmak üzere iki türlü edebten sözederler. Bi- rincisi, ameli riyâdan, münafıklıktan ve yağcılıktan koruyan şeklî (şer’i) âdâblardır. Bu âdâb tasavvufun temelidir. İkincisi ise tefek- kür ve gönül halleriyle ilgili olan âdâbtır. Kalpdeki şehvet, itiraz, irâdede zayıflık gibi olumsuz şeylerin temizlenmesi bâtınî âdâb ile ilgilidir.32

Mecdüddîn İsa, on beşinci menkıbede âdâb-ı meşâyıh hallerini teferruatlı bir şekilde izah etmeye çalışmıştır. Ona göre, Tarîk-i Bayramî’de hilâfet seccâdesine oturan azizler, dervişleri katında lagv ve latife etmemeli ve kati gülmemelidir. Nasihat ettiği va- kit kimsenin yüzüne bakıp söylememelidir. Libâs olarak ne bu- lursa giymeli ve haram libâs giymemelidir. Tâc giymek sünnet-i evliyâdır. Bir ân tâcsız olmaya ve beyâz şemle (sarık) sarmak sünnet-i meşâyıhdır.33

Yine o, âdâb-ı meşâyıh ile ilgili şu hususlara dikkat çeker.

Tarîkatımızda azizlere münasip olan cuma ve bayram namazına, yakın davete giderken yürüyerek gitmeleridir. Atlara ve katırlara binip şöhretle gitmeleri uygu değildir. Eğer yürümeye kudret ol- mazsa ve zarûret olursa o zaman câiz olur. Ehl-i hevâ ile sohbete gitmeyeler. Kur’an okurken ve duâ ederken eğer herhangi özür- leri yoksa dizleri üzerine oturmalılar. Kur’an ve hutbe okunurken kendi virdlerini okumayı durdurarak Kur’an ve hutbeyi dinleme- liler. Dillerini hiçbir zaman zikrullah ve tilâvetten alıkoymayalar.

Yollarda kadınlar görseler başların aşağı eğmeliler ve tekrar nazar etmeyeler.34

Sonuç olarak Mecdüddîn İsa’nın oğlu İlyas Çelebi tarafından ka- leme alınan ve genel hatlarıyla tanıtımını yaptığımız menâkıpnâme kültür tarihi açısından kayda değer bir eserdir. Tarikat ve tasav- vuf düşüncesiyle alakalı ince ayrıntıları ihtiva etmesi açısından bu

31Uludağ, age., 162; Cebecioğlu, age., s. 31.

32Uludağ, age., s. 22; Cebecioğlu, age., s. 181.

33Akhisarî, age., s.85.

34Akhisarî, age., s.86.

(16)

alanda yapılan araştırmalar için müracaat edilecek kaynak bir eser- dir. Mecdüddîn İsa’nın Tarîk-i Bayramiyye’den olması hasebiyle Menâkıpnâme Hacı Bayram -ı Velî (k.s.)’den beri gelen bazı usûl ve uygulamaların tafsilatını verdiği için bu konudaki araştırmalara önemli katkılar sağlayacaktır.

Kaynakça

Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcânî, Kitâbu’t-Ta’rifât, Beyrut 1985.

Âsım Efendi, Kâmûs Tercemesi, İstanbul 1304.

Cemal Kurnaz-Mustafa Tatcı, “İbn Îsâ”, DİA, İstanbul 1999.

Ebû Nasr Serrâc Tûsî, Lüma’, tahk.: Abdulhalim Mahmud, Daru’l-Kutübi’l-Hadise, Mısır 1960.

Ebu’l-Fazl Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Bey- rut 1990.

Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Yay., İstanbul 2009.

Haşim Şahin, “Menâkıbnâme”, DİA., 2004.

Hüseyin Avni, İzmir Şairleri Antolojisi, I. Kitap, İzmir 1934.

İlyas b. İsa Saruhanî, Menakıb-ı Şeyh Mecdüddin ve Adab-ı Salikin, Atatürk Kitaplığı, OE. Bölümü, No: 323.

İlyas İbn İsa Akhisarî, Şeyh Mecdüddin Bayramî Menâkıbı ve Sâliklerin Âdabı Nutk-ı Şerifler, Haz: Mustafa Tatcı, H Yay., İstanbul 2016.

Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kûb Fîrûzâbâdî, Kâmûsu’l-Muhît, Matbaa-i Saadet, Mısır 1332/1913.

Muhammed b. A’lâ b. Ali et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti’l-Fünun, Daru Sadr, Beyrut ts.

Mustafa Aşkar, Niyazî-i Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1998.

Necmüddin-î Kübrâ, Risâle ile’l-Hâim, Feâihu’l-Cema (Tasavvufî Hayat), haz: Musta- fa Kara, Dergah Yay., İstanbul 1996.

Râgıb el-Isfehânî, Müfredât el-Fâzı’l-Kur’an, tahk.: Safvân Adnân Dâvûdî, Daru’l- Kalem, Beyrut 1997.

Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, MÜİFV. Yay., İstanbul 1997.

Süleyman Ateş, “Zikir”, AÜİFD., Ankara 1966.

..., İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Neşriyat.

Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2005.

Zehra Hamarat, Bayramiye Tarikatı ve Menakıbı, Dergah Yay., İstanbul 2015.

Referanslar

Benzer Belgeler

derinliğinde olduğu anlaşılan bu birim türbenin batı (giriş) cephesi boyunca uzanmakta ve güneye doğru bir miktar ilerlemekteydi. Gravürde kesme taş örgülü olduğu

İrade, kudret ve fiil arasındaki ilişkilerin (daha doğrusu ilişkisizlik ve ilintisizliğin), sürekli yaratma ve nedenselliğin reddedilmesi üzerinden ele

Bu arada hiç kuşkusuz Dîvân-ı Hikmet’te adalet kavramı da, Hoca Ahmed Yesevî’nin ahlâk felsefesinin başat değerlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır..

Tarihi referans şahsiyetler, topluluğun tarihinde inanç ve kültür dünyasının merkezi değerlerini söz, tutum ve davranışlarıyla başarılı bir şekilde temsil ettikleri

İlki bu defterin (eldeki hikmet nüshası) şekilsel olarak ikinci defter olduğudur. Ancak Köprülü, daha sonraki yorumunda bu şekilsel yorumu korumakla beraber kısmen bu

Muhammed (s.a.) ile muasır olan ve ona inanıp kendisine yardımcı olan insanlar için kullanılan genel bir isimdir. Terim olarak ifade edecek olursak sahâbî,

Güneş, Mustafa, “Menâkıb-I Akşemseddin’de Hacı bayram-I Veli ve Somuncu Baba”, Somuncu Baba ve Kültür Çevresi Aksaray 2011 Uluslararası Sempozyum Bildiri Kitabı,

Diğer muta- savvıflarda olduğu gibi Hacı Bayram Velî’de nefsin olgunluğunu çok önemli saydığı, ayrı lık ve aşk acısının verdiği olgunluk, dert ve gam yüklü