• Sonuç bulunamadı

Kıymetli okuyucularımız

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Kıymetli okuyucularımız"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Geride bıraktığımız 2016 yılı ülkemiz, Türk dünyası ve tüm İslam Âlemi için büyük acılara sahne oldu.

Türkiye 15 Temmuz’da hain darbe girişimi yaşadı. Ve yine geçtiğimiz yıl birçok terör saldırısının hedefi oldu ülkemiz…

Sultan Ahmet Meydanı’nda, İstiklal Caddesi’nde, 17 Şubat ve 17 Mart’ta iki kere Başkent Ankara’da, Atatürk Havalimanı’nda, Gaziantep’te, İstanbul Beşiktaş’ta ve Kayseri’de patlatıldı bombalar…

Bu alçak terör saldırılarında çok sayıda vatan evladımız şehit oldu. Yüce Rab’bimden tüm şehitlerimize rahmet diliyorum.

Allah bu acıları bir daha Türk Milleti’ne yaşatmasın.

2016 yılı sağlık çalışanları başta olmak üzere tüm kamu çalışanları için de deyim yerindeyse ‘kayıp yıl’ olarak tarihe geçti.

Sarı sendikanın toplu sözleşme masasındaki tutarsız, beceriksiz ve basiretsiz yaklaşımı nedeniyle milyonlarca çalışan mağdur edildi.

İşte biz Türk Sağlık-Sen olarak böylesine vahim bir ortamda TSS dergimizi okurlarımız için hazırlamaya çalıştık.

TSS dergimizin yeni sayısı ile huzurlarınızdayız.

Sırtımızda ‘şerefli yükümüz’ olarak addettiğimiz sorumluluklarımız ve ilkeli sendikacılık istikametimiz gereği Türk Sağlık-Sen’e yakışır bir dergi hazırladık.

Umarız keyifle okur, istifade edersiniz.

Bu sayımızda Türk bilim tarihine ismini altın harflerle yazdıran değerli hocamız Aziz Sancar’la yaptığımız özel söyleşi yer alıyor.

Bunun dışında kendi alanında birer otorite olan bilim insanlarının birbirinden kıymetli makalelerini ve araştırmalarını yayınlıyoruz.

TSS ekibimizin hazırladığı özel dosya haberleri de dikkatle okuyacağınıza inanıyoruz.

Sözü daha fazla uzatmadan siz değerli okuyucularımızı dergimizin yeni sayısıyla baş başa bırakırken, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.

Kıymetli

okuyucularımız…

(2)

Önder KAHVECİ

Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı

Terörle

Tavizsiz ve Topyekûn Mücadele, Milletçe Birlik

Zamanıdır.

(3)

www.turksagliksen.org.tr

Çözüm süreci denen tertibin, hayvanlarla bile hoşça sohbet edip ihanete ikna eden akil adamların memlekete ve millete kast etme noktasında arşı alaya çıktıkları bir dönemi yaşadık.

Böylesine bir sürecin de bedeli ne yazık ki milletimiz için çok ağır oldu. Temmuz 2015’te hain terör örgütünün Şanlıurfa’da iki genç polisimizi gece uykularında şehit ettiği alçak saldırıdan bugüne 1100’ün üstünde kahraman vatan evladı bu topraklar uğruna can verdi. Vatan ve millet için şehadet şerbeti içti.

15 Temmuz 2016’da Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek ve vatanı parçalamak adına tertip edilen hain bir darbe girişimi yaşandı.

Şehirlerimizde bombalar patladı. Savcı’nın görev başında öldürülmesi, Büyükelçi suikastı, siyasilere suikast gibi devleti hedef alan mesajlı saldırılar gerçekleşti.

Son 2 ayda ikisi İstanbul’da, Kayseri ve İzmir’de birer tane olmak üzere dört hain terör saldırısına maruz kaldık.

Son 2 yıldır dört bir yandan başlayan bu saldırıların iki temel amacı vardı. Birincisi Türkiye’yi teröre esir etmek ve bazı

bölgelerde terör örgütü hakimiyeti sağlanarak Türkiye’nin buralardan çürümesini başlatmak.

İkincisi ise bombalı saldırılarla toplumsal çatışma yaratarak, gerginlikleri tırmandırmak ve korkuları yaygınlaştırmak.

Her iki amacın birleştiği nihai hedef ise Türkiye’yi yok ederek, parçalara ayırmak ve sonu belirsiz bir istikrarsızlığa ve iç savaşa sürüklemekti.

Birincisini gerçekleştirmek adına 2015’te ilçeler tabiri caizse terör örgütü tarafından işgal edildi, hendekler kazıldı. Bütün binalar mayınlarla bombalarla tuzaklandı.

Fakat Türk askeri ve polisinin kahramanca mücadelesi ile bu önlendi.

2016’da ise darbe girişimi ile bu gerçekleştirmek istendi. Fakat feraset sahibi Türk milleti buna izin vermedi.

İkincisini gerçekleştirmek adına ise 2 yılda 30’un üstünde bombalı saldırı gerçekleştirildi.

Düğünlerden, lüks eğlence mekanlarına, eylemlerden,

Kızılay’da otobüs duraklarına kadar saldırılar yapıldı.

Geriye dönüp baktığımızda Türkiye’nin yaşadığı iki yıllık felaket süreci terörle mücadele dışında herhangi bir yol aranmasının, müsamaha edilmesinin, görmezden gelinmesinin ne kadar yanlış ve bunun ağır bir faturası olduğunu gösterdi.

Siyasetçilerimizin Avrupalı ülkelere seslenirken “Ses çıkarmadığınız terör örgütleri gün gelir sizi de vurur” söylemi aslında bunu acı bir biçimde tatbik ettiklerinin de bir itirafıdır.

Geçmişin masal olmaması adına umarız ki bu ibretler devletin ve hükümetlerin hafızasında bin yıl durur. Bugün terörle her alanda yapılan tavizsiz mücadele bir adım bile geri atmadan sürdürülür.

Bir daha Türkiye çözüm süreci, akil adamlık gibi ihanet tezgahlarına düşmez. Şehit gelmiyor o zaman bu süreç iyi aymazlıklarının binin üstünde vatan evladının şehadetine sebep olduğu karanlık günler bir daha yaşanmaz.

Devletimize düşen görev budur.

Devleti temsil edenlerde bundan artık zerre şaşmamalıdır. Zira Türkiye artık yeni ihanetleri kaldıramaz

Milletimize düşen görev ise Farklılıklarımızı zenginlik yerine ayrıştırmaya dönüştürmek isteyen, İnsanların hayat tarzları, inanışları ve düşünceleri üzerinden ötekileştirerek araya kin ve

nefret tohumu ekenlere fırsat vermemektir.

Türk milleti binlerce yıllık tarihe baktığında kendini en güçlü kılanın birlik ve beraberliği olduğunu görmelidir.

Bilge Kağan 1200 yıl önce “ Ey Türk titre ve kendine dön”

diye başladığı seslenişinde, Türk milletinin kendi özünü kaybettiğinde başına neler

geldiğine ve çareye dikkat çekmiş, Bin yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk “Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmağa kadirdir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet bir vücut olarak ayağa kalkar.” diyerek Milletimizi tarif etmiştir.

Türk Milletine yakışmayan, üstünde hiç durmayan elbise bölünmek ve ayrılmaktır. Böylesi işlerin milletimiz için her zaman felaket olduğu görülmektedir.

İmparatorlukları doğu batı diye ayrılınca yıkılan, devletleri beyliklere dönüp parçalanan, ihanetlerin ve isyanların her zaman kaybettirdiği unutulmamalıdır.

Onun içindir ki birlik ve

beraberlikten asla taviz vermemek çok önemlidir. Bu oyunu bozmak ve düşmanlarımızı bozguna uğratmak bizim elimizdedir.

(4)

YAY I N O R G A N I D I R .

PROF. DR.

AZİZ SANCAR

“TÜRKLÜĞÜMLE HER ZAMAN İFTİHAR ETTİM”

BİR KARŞI DURUŞUN, ISRARLI MÜCADELENİN BAŞARI ÖYKÜSÜ:

AİLE HEKİMLİĞİNDE CUMARTESİ NÖBETLERİ

06

14

36

42

Sayı: 31 • ŞUBAT 2017 TÜRKİYE SAĞLIK VE SOSYAL HİZMETLERİ KAMU GÖREVLİLERİ SENDİKASI YAYINIDIR

İmtiyaz Sahibi Türk Sağlık-Sen adına sahibi Önder KAHVECİ (Genel Başkan) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ümit TURHAN Yayın Kurulu Önder KAHVECİ Ümit TURHAN İsmail TÜRK Hasan ŞİRİN Abdurrahman UYSAL Yusuf ALAN Mehmet Ali ÇAKAL

TÜRKİYE HASTANE KAPISINDA

2016’DA

25 BİN KİŞİ

MİDESİNİ

KÜÇÜLTTÜ

(5)

İÇİNDEKİLER

TÜRK MİLLETİNİN TERÖRE KARŞI TAVRI

SARIKAMIŞ

ECDADIMIZA YÜRÜDÜK

58

Editör Ahmet KIZMAZ Hukuk Danışmanları Av. Ayşegül ALTUNCU Av. Burcu VAROL Av. Hasan Hüseyin DOĞDU Yayın Türü

Yerel süreli Yayın Süresi 4 ayda bir yayınlanır Baskı Tarihi Şubat 2017

Bu dergi Basın Ahlak İlkelerine uymayı taahhüt eder.

Yönetim Yeri

Talatpaşa Bulvarı No: 160/5 Cebeci / Çankaya /Ankara Tel: (0312) 424 22 22 Faks: (0312) 424 22 29 www.turksagliksen.org.tr Tasarım

YZE Medya Ajans www.yzemedya.com.tr (0530 363 5591) Baskı

Semih Ofset

92

ÇOCUKLARIMIZI

“SİBER ZORBALARDAN”

NASIL KORUYABİLİRİZ?

53 YIL SONRA ŞEHİT AİLESİNE KAVUŞTU

84

88

İÇİNDEKİLER

(6)

TÜRKLÜĞÜMLE HER ZAMAN

İFTİHAR ETTİM

Ben Türklüğümle her zaman iftihar eden bir insanım.

Selçuklu’suyla, Osmanlı’sıyla muhteşem bir geçmişin alnı açık çocuklarıyız. Ben de İbn-i Sina’ların, Farabi’lerin,

Biruni’lerin oluşturduğu o muhteşem altın zincirin bir halkasıyım.

PROF. DR. AZİZ SANCAR:

(7)

www.turksagliksen.org.tr

Aziz Sancar...

Hayatını bilime adadı, bilimi hayatına aktardı.

İlk ödülünü Mardin’in Savur’un da gencecik bir doktorken aldı. İki yaşındaki şifa verdiği çocukların gülümseyen ana babalarından.

Son ödülünü ise duayen bir bilim insanı iken DNA onarım mekanizmalarına ve tabiki insanlara dair buluşları ile Nobel’den aldı İsveç kralının elinden...

Hayatımın en mutlu

yıllarıydı diyecekti Savurdaki doktorluk yıllarına ve insan yaşamlarını kurtarmanın verdiği tatmini veren hiç bir his yok diye ekleyecekti...

On yıllarca emek vermesinin, laboratuarına kapanıp iğne ile kuyu kazar gibi didinmesinin ardından aldığı aldığı Nobel zamanları içinse

“yaşamımın özel günlerinden biriydi. Bilimde altın madalya kazanmak gibi...” diyecekti.

Nobel kimya ödülüne tabi ki sevinecekti de. Haftalar, aylar boyu bilim konuşulduğu ve insanlar teşvik edildiği için.

Türkiye insanını anlatma imkânı bulduğu için, vefa duyduğu üniversitesini

anlatma imkânı bulduğu için.

Aziz Sancar, Mardin Savur’da kalabalık bir çiftçi ailede doğdu. Abdülkadir ve Meryem Sancar’ın oğlu olarak.

Savur’da ilk ve ortaokulu,

Mardin’de liseyi bitirdi.

Yoksulluk değil, yoksunluktu onların ki. On dördüne kadar okul haricinde ayakkabısı olmaya olmayacaktı.

Çapa’dan Tıp Fakültesinden birincilikle mezuniyetinin ardından Teksas’ta, Yale’de, North Carolina’da eğitim üstüne eğitim, bilim üstüne bilim yaptı. Ve tabi ki daha fazlası, daha fazlası...

Yaşama ve bilime katkılarıyla başarılı olduğu kadar, uzun, zorlu ve macera dolu bir yürüyüştü onunkisi... Prof.

Dr. Aziz Sancar’ın hayat hikayesini Türk Milletinin her bir evladının ders çıkartması, örnek alması için kendisine sorduk. Sayın Sancar’ın akrabası Ülkü Sincar

Hanımefendinin aracılığı ile Skype üzerinde yönelttiğimiz sorulara verdiği cevaplarla 50 yıldır Amerika’da

yaşamasına rağmen vatan sevgisi ve Türkiye Aşkından hiç vazgeçmeyen bir müthiş insan gördük.

Röportaj: Berat ASA

(8)

TSS: Hocam, sizin gibi bilim alanında çok önemli çalışmalara imza atmış bilim adamlarının çocukluğu hep merak edilir. Çocukluğunuz nasıldı? O dönemde

hayalleriniz nelerdi?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Çocukken açıkçası o kadar parlak bir öğrenci değildim. Kaleci olup, milli takıma yükselmek istedim hep. İnatçıyımdır. Size bir hatıramı anlatayım da beni anlayın; on bir on iki yaşlarındaydım. Mardin Savur’da bir eşekle bağa babamın yanına gidiyordum. Bir yere gelince inadı tuttu, kıpırdamamaya başladı. O kıpırdamadıkça bende kıpırdamadım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Sonra bir baktım ki o yürümeye başladı. Benden önce onun inadı kırıldı. Hayatım boyunca hep böyle oldum. Bir işi yapıyorsam sonuna kadar inatla çalıştım.

Birde ben milliyetçi bir aileden geliyorum. Ondan dolayı beynimde yer eden bir sabit fikirde vatan sevgisiydi. Bu şimdi biliyorumki moda değil. Fakat şunu söyleyeyim ki benim içimde çocukluğumdan gelen vatan sevgisi olmasa ben bunları yapamazdım. Çünkü ne zaman zor günler yaşasam kendimi

Türkiye toprakların sevgisinde buldum, ondan güç aldım.

Bakın ben buraya geldiğim zamanlarda herkes benim gibi düşünüyordu. Ben Türk’tüm. Ben Türk olmakla iftihar ediyordum.

O zamanlarda herkes böyle düşünüyor, milliyetçilikle terbiye oluyordu. Evet; bazımız solcu, bazımız sağcı idik ama herkes milletini ve memleketini seviyordu. Bugünlerde söyleşi için gelenler oluyor. Diyorum ki;

ben memleketimi seviyorum.

Beni kahraman yapıyorlar. Bu kahramanlık değil kardeşim.

İnsan olan memleketini sever.

Bunu görmemek beni üzüyor. Bir insan memleketini seviyor diye kahraman olur mu? Kızıyorum.

Bu demek oluyor ki artık Türkler memleketlerine önem vermiyorlar.

TSS: Hocam Peki ya okul hayatınız?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Bana ülkem her anlamda mükemmel eğitim verdi. Köy enstitüsü mezunu öğretmenlerimiz vardı ilk okulda ve orta okulda.

Lise yıllarında ise Savur’da lise olmadığı için Mardin’e geldim.

Buradaki sınıf arkadaşlarımızdanda 20 tane profesör kadrosunda bilim insanı çıktı. Çok iyi

yetiştirildik. Liseden sonra aslında ben kimya okumak istiyordum.

Ama arkadaşlarımın ısrarı ile tıp fakültesi sınavlarına girdim.

Kazandım. Avrupa’nın ileri gelen okulunda altı yıl geçirdim. Dönem birincisi olarak mezun oldum.

Orada iken delice çalıştım. İstanbul dünyanın en güzel şehri. Ben dünyanın belli başlı şehirlerini gördüm. Ama hiç biri İstanbul kadar güzel değil. Ama ben bu güzelliği kaçırdım. İnsan ötesi bir şekilde çalıştım. Mesele orada Alman hocalarımız vardı. Alman hocaların hakkını vermek lazım.

Onlar bilimimizi çok yükselttiler.

Histoloji hocam vardı Max Clara

diye. Onun adını koyduğu hücre var. Bugün hala onun üstünde çalışan insanlar var. Böyle bir ortamda yetiştirildik.

TSS: Tıbbiyeyi bitirdikten sonra ABD’ye gittiniz. Buna nasıl karar verdiniz hocam?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Ben tıbbiye ikinci sınıfta DNA’yı öğrendim. Mesela bir karşılaştırma için söyleyeyim. Eşimde biyokimya profesörüdür. Benden üç yaş küçük. Ben ondan daha önce DNA’nın ne olduğunu öğrendim.

Bu Amerikalı. Amerikalıdan önce DNA’nın ne olduğunu öğrendim.

Bize batının çok ötesinde bir bilim öğretiyorlardı. Dediğim mükemmel sistem bu işte.

DNA’nın ne olduğunu öğrendim ve baktım ki çok ilginç bir molekül.

Birde ondan sonra DNA onarımı diye bir şey diye öğrendim.

Bu harika bir şey dedim kendi kendime. Ondan sonra bunun üzerinde çalışmak istedim.

TSS: ABD’deki ilk yıllarınız nasıldı hocam? Zorluk yaşadınız mı? Nasıl aştınız?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Zorluklarım benim yüzümden oldu.

Ben Amerika’ya gittim, biz Türkler her şeyden üstünüz diyordum.

Çünkü İstanbul Tıpı birincilikle bitirmişim. Birde milliyetçilik var bende. Adamlar ise her gün uzaya taksi gönderir gibi uzay aracı gönderiyorlar. O sorun oldu. Birde benim geldiğim yerde o zamanlar Türk yoktu. Amerikalılara karşı bu tutumumdan dolayı pek arkadaş edinemedim. Ve çok izole oldum.

Bunalıma girdim. Başarılı idim. Ama sosyal olarak bir şey yapamadım.

16 ay sonra geri döndüm. Savurda doktorluk yaptım. Ama burada da duramadım. Başlamışım bir kere.

Bilim aşkı var, döndüm ve devam ettim.

(9)

www.turksagliksen.org.tr

TSS: Hocam, biyokimya ve biyofizik alanında nasıl çalışmaya başladınız peki?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Dediğim gibi DNA onarımı beni çekmişti kendine. DNA onarımını keşfeden, benim hocam bir fizikçi idi. Ve ilk DNA onarımı keşfi şu idi; bakterilere mor ötesi ışın verirseniz, bakterileri öldürüyor.

Mavi ötesi Işın verirseniz, mor ötesi Işın’dan sonra hayata geri dönüyor. Bu bir paradokstu. Bu fizik kanuna aykırı gözüküyordu.

Bir çok fizikçi bununla ilgilendi.

Benim hocamda fizikçiydi. O da bu nedenle fiziği bırakıp bu konu üzerinde çalıştı. Baktı ki bu fizik kanunlarına aykırı değil. Çünkü gördü ki mavi ötesi ışınlar bir enzimi aktivite ediyor, o enzimde DNA’yı onarıyor. Ama onun ötesine gidemedi. Çünkü enzimi arıtmak lazım. Ama yapamıyordu. Ve ben laboratuvarına gittiğim zaman her şey hazırdı. Dedim ki ben bunu arıtıp, nasıl olduğunu öğreneceğim.

Ve öyle oldu.

TSS: Hocam size Nobel’i getirende bu enzimlerdi değil mi?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

İki enzim üzerinde çalıştım. Hem bu photolyase dediğimiz mavi ışığı kullanarak mor ötesi ışığın hasarını kapatan enzim üzerinde doktoramı yaptım. Ondan sonra Yale üniversitesine gittim, orada da nucleotide excision repair denilen onarım mekanizmasını keşfeden hocalar vardı. Ben gideceğim yeri iyi seçiyordum. Onların yanında gittim. Yine aynı fenomen olarak biliyorlardı ama nasıl çalıştığını bilmiyorlardı. Ben gittim. Küçük dağları ben yarattım, büyükleri Allah’a bıraktım tutumu vardı. Ben bunu çözerim dedim. Çözdümde.

Ama günlerce laboratuvarda yattım. Gece gündüz laboratuvarda çalıştım. Ama şöyle bir durum

var. Enzim arıtmak için soğuk odalarda çalışmanız lazım. Yoksa enzim aktivitesini kaybediyor.

O bakımdan soğuk odada dört derecede saatlerce donarak gece gündüz çalıştım. Ama enzimi arıtıp nasıl çalıştığını ortaya çıkardım. Ve onun sayesinde kendi laboratuvarımı kurdum. Şimdiki üniversiteme North Carolinaya geldim. Yale’de bakteriler üzerine çalışmıştım. Sıra insanlara gelmişti.

5 yıl gece gündüz demeden çalıştık. Ama bir türlü olmadı.

En son bir gün oldu. Yanımda çalışan asistan röntgen filmi çekti ve baktım ki orada görünüyor.

Hayatımın en büyük duygusunu burada yaşadım.

TSS: Hocam bilimsel çalışmalar yaparken nelere dikkat

edersiniz? Prensipleriniz nelerdir?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

En büyük prensibim çok çalışmak ve inatçı olmaktır. Ben bir konuya bakarken onu kendime rakip olarak görüyorum. Seni çözeceğim, senin ananı ağlatacağım diyorum. Tabii senin ananı ağlatacağım demek kolay. Bazen çözemiyorsunuz, depresyona giriyorsunuz. Tabii o zaman o sizin ananızı ağlatıyor.

Bilim yapacaksanız bir kere

sabırlı olmayı öğreneceksiniz.

Bu photolyase üzerinde 35-40 yıl çalıştım. Sabırlı olmak lazım.

Bazen doktoraya Türk öğrenciler geliyor. “Hocam, TÜBİTAK bana 6 ay burs verdi. Benim burada yayın yapmam lazım” diyor. 6 ayda ben onlara nasıl yayın vaat edeyim ki? Unutulmasın bu işler zaman alan işler. Siz orada adeta bir Süleymaniye inşa ediyorsunuz. Her bir taşı ocağından alıyor, işliyor ve yerine tek tek yerleştiriyorsunuz.

Bu iş bir anda olur mu? Olmaz.

Onun için inatçı olmanız, sabır göstermeniz ve en önemlisi yenilmemeyi kabul etmemek lazım.

TSS: Günde kaç saat çalışıyorsunuz hocam?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

40 yaşıma kadar günde 18 saat çalıştım. Şimdilerde tabi yaş 70’e dayandı. Bu çalışma sürem 12 saatte düştü.

TSS: Nobel aldığınızı size bildirmek için aradıklarında BBC tavrı göstermişler sanırım hocam...

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Sabaha karşı beşte aradılar. Ben yatıyordum tabii o saatte. Eşim

(10)

uyanmış. O yanımdan kalkerken bende uyandım. Telefonun çaldığı duyunca saatte baktım. Sabahın köründe aranınca üzerime bir ürperti çöktü. Yüreğime bir anda Türkiye’deki yakınlarıma bir şey olmuş gibi bir his çöktü.

Toparlandım. O sırada eşim Aziz seni Stokholmden arıyorlar diye seslendi. Gittim telefona. Dediler böyle böyle, Nobel aldınız. Sabahın körü, zaten tam uyanamamışım.

Sizin milliyetiniz nedir diye sordular. Türk’üm dedim. Sonra Amerikan vatandaşlığım aklıma geldi. Onlar benden önce düzeltip, Türk kökenli Amerikan vatandaşınız diye toparladılar. Çünkü ben çifte vatandaştım. Bir de Nobel’i almaya gelecek misiniz diye sordular. Çünkü ben öyle kongre, sempozyumlara katılan insan değilim. Genelde laboratuvarında vakit geçiririm. Normal olarak sordular tabii...

BBC olayına gelince. Gazetelerden okumuşsunuzdur. Deşelemek istediler. Tersledim tabii. Çünkü ben Türklüğümle her zaman iftihar eden bir insanım. Selçuklusuyla, Osmanlısıyla. Muhteşem bir geçmişin alnı açık çocuklarıyız.

Bende İbni Sinaların, Farabilerin, Birunilerin oluşturduğu o muhteşem altın zincirin bir halkasıyım. Bununla gurur duyuyorum. Benim için Türkçenin bir Lehçesini konuşan bir kişinin ailemdeki bir insandan farkı yoktur.

Adımızın ne olduğunun ne önemi var ki? Bakın Nobel’i aldığımda bana Türk dünyasının her yerinden telgraflar geldi. Kazakistan’da bana ödül verdiler. Bütün bunlar varken bir edepsiz benim etnik kimliğimi sorguluyor. Çok kızdım. Türk’üm dedim. Telefonu kapattım. Sonra o kızgınlıkla ortada gezinirken, Hürriyet’ten bir hanım aradı. O kızgınlığımın nedenini sorunca

“Batı işte. İşi gücü yok. Bizi öyle, böyle diyerek parçalamaya”

çalışıyor dedim.

TSS: Nobel’i Anıtkabir’e bıraktınız...

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Başka nereye bırakacaktım ki?

Cebimde mi taşıyayım? Hem ben bırakmadım. Emaneti sahibine teslim ettim. Çünkü o ödül cumhuriyetin ve onun devrimlerinin ödülüydü. O ödül o devrimleri yaratan gazi paşanın ödülüydü. O ödül azmi ve kararlılığı ile bu memleketi kurtaranların ödülüydü. Bunu olağan dışı görüyorlar şaşıyorum...

Hocam size hayran olmamak elde değil. Neredeyse elli senedir ülke dışındasınız.

Ama harika bir milli bilince sahipsiniz.

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Biz Türkler özel insanlarız. Bu sıcaklığı başka memlekette bulmak çok zor. Bulamazsın. Aileme ihanet edemezdim. Onlar milliyetçi ve çalışkan insanlardı. Bende öyle olmak zorundaydım. Oldumda.

Bakın ABD’de kolay kolay İstiklal marşı dinleyemez, Türk bayrağı göremezsiniz. Onun için ne zaman marşımızı dinleyip, bayrağımızı görsem gözlerim dolar. Ama bu içimde oluşan histi. Maddi anlamda karşılığını ise nobeli aldıktan sonra GATA’ya yaptığım ziyarette ne demek olduğunu öğrendim. Orda bir gazimizin çenesi yaralanmıştı. Bir diğerinin patlayıcıdan eli ağır yara almıştı.

Doktorlarımızdan Allah razı olsun, onları çok güzel tedavi etmiş, protezlerle hayat kalitelerini yükseltmişlerdi. Şimdi her İstiklal marşını dinlediğim de onları

düşünüyorum. Doktor olmak, bilim adamı olmak, Nobel almak ayrıdır.

Fedakarlıkla hizmet ediyoruz. Ama onların yaptığı fedakarlığın yanına bile yaklaşamayız. Allah onlardan razı olsun.

TSS: Peki ya Nobel sonrası hocam...

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Çok fazla ilgi gördüm. Sevindim, çünkü birliğimizi gördüm. Dediğim gibi ayrı olduğumuz düşünülen 350 milyonluk Türk coğrafyasında sürekli mesajlar aldım. Yaşadığım şehrim anahtarı verildi. Türkiye’de bir günde neredeyse 10 ziyaret yapmak zorunda kaldım.

Öğrencilerimle Nobel öncesi bilimsel çalışmalarda tartışırdık.

Ama Nobel sonrası ne desem süt dökmüş kedi gibi karşılamaya başladılar. Tabi bunlar kolay şeyler değil. Ben çok önemliyim dedirtiyor insana. Sonra bir gün eve geldim. Eşim Aziz çöpü kapıya çıkar dedi. Ne diyorsun sen ya ben nobel aldım dedim. Olsun dedi, çöpü kapıya çıkaracaksın dedi. Aldık çöpü çıktık yola. Yolda iken annemin bir sözü aklıma geldi; kibir Allah yakışır, insana yakışmaz derdi. Sonra kibirden Allah’a sığındım. Kendi kendime hep mütevazi bir aileden geldiğimi ve mütevazi bir insan olduğumu hatırlattım.

Nobel sonrası demişken, size bir olay anlatayım. Şimdi Nobel’i aldıktan sonra kraliyet akademisinde Nobel dersi veriyormuşsunuz. Bana da bunu sonradan söylediler. Neyse ders tarihi belli oldu, benim elim

(11)

www.turksagliksen.org.tr

ayağım titremeye başladı. O kadar tebrik almışsın, o kadar yük yüklenmişsin. Sırtında Türk dünyası var ve sen en seçkin bilim adamlarına orada ders vereceksin.

Neyse, dersin tarihini herkesten gizleyerek oturdum bir güzel çalıştım. Hayatımın en güzel dersi oldu. Neyse ders bitti, heryerden flaşlar patlamaya başladı. Ben sandım ki herkes beni çekiyor.

Nerde, çekenler hep bizimkiler.

Tabi o arada bir arkadaşım elime bayrağı tutuşturdu, biz başladık bayrağı sahnede sallamaya felan.

Klasik Türküz işte. Sonra salondan çıkarken izleyici kapısında çıkayım dedim. Birde baktım ki kapıda koca bir “lütfen salonda fotoğraf çekmeyiniz” tabelası....

TSS: Hocam bilimsel olarak faaliyetleriniz yanında orada bir vakıf kurdunuz.

Osmanlı, Selçuklu gibi vakıf medeniyetlerini oraya taşıdınız. Amacınız neydi?

Aziz Sancar:

Ben ABD’ye ilk geldiğimde ifade ettiğim gibi çok zorluklar çektim.

Bunalıma girdim, geri döndüm.

Ama yüreğime düşen bilim sevdası ile geri döndüm. Çalışmaya

başladım. Açıkçası orada benden başka Türk yoktu. Sonra gelenler aynı güçlükleri yaşamasınlar diye hanımla böyle bir evin olmasına karar aldık. Ben o sırada Vehbi Koç ödülünü aldım. Buradan 100.000 dolar gelmişti. Elimizde de 100.000 dolar vardı. Sonra eşimde ailesinden kalan 100.000 doları verdi. Elimizde olan evimizi satıp, üstüne morgate kredisi çekip Türk Evini yaptık. Sonra Nobel’den gelen 325.000 doları da orayı devam ettirmek için hesaba yatırdık. Orada ufak konferans salonumuz var. Dini ve milli bayramlarımızı orada kutluyoruz.

Tabii burası ufak bir yer. 4 kişi kalabiliyor. Şimdi inşallah daha büyüğünü en işlek caddesinde 20 kişinin barınabileceği bir yer

inşa ediyoruz. Nobel’den sonra artan ilgi ile bunu Türk milletinin desteği ile inşa ediyoruz. Türkiye ziyaretimde devlet erkanımız destek vermek istediler. Ama ben kabul etmedim. Bunu devletimizin imkanları ile değil, milletimizin imkanları ile yapmak istiyorum.

Tabi bunlar bir sebep. Diğer bir sebebimiz ise Amerikalılar maalesef Türkleri tanımıyorlar.

Ben orada kültürümüzü de tanıtmak istiyorum. Orası bunun içinde kuruldu. Milli ve dini bayramlarımızda orada mesela mangal partileri yapıp, orayı insanlara tanıtıyoruz. İnan’ın oraya gelenlerin yüzde doksanı Atatürk’ü ilk defa orada görüyorlar. Bu bizim çok büyük bir ayıbımız. Orada bu ayıbımızı da kapatıyoruz.

Ben kendi laboratuvarımı

kurduğum günden bu yana orada Türk olmasını özellikle tercih ettim.

Sayı zaman zaman değişiyor ama orada mutlaka bir Türk oluyor. O Türk evinde kalıyor, misafirlerimize Türkiye’yi tanıtıyor.

TSS: Hocam Türkiye’de bir çok teknoloji merkezine isminiz verildi. Sizde bir çok yeri ziyaret ettiniz. Türkiye’yi nasıl buldunuz?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Hiç bir şey eskisi gibi değil tabi. Gelişme var. Ama üretim konusunda sıkıntılarımız var.

Mesela gezdiğim yerlerdeki makinalar hep dışarıdan gelmiş

cihazlardı. Biz oradan teknoloji alıp, bir şeyler üretmeye çalışıyoruz. Peki bu cihazları iki gün sonra bize satmazlarsa? Onun için bu cihazları kendimiz üretmek zorundayız.

Bakın ben artık 69 yaşına geldim.

Türkiye’ye dönsem bile ekibimi kurmam, alt yapıyı sağlamam on yıl alır. O zaman gelirim seksen yaşına. Üretmeye gücüm kalmaz.

Onun için gençlere sesleniyorum;

lütfen ülkede kalın. Bu benim en büyük yaramdır. Sürekli kanar durur. Dediğim gibi bilimde her şey taş taş üstüne konur. Siz ülkede kalın ve temel taşı olun. Alt yapıyı oluşturmaya başlayın. Bunun mutlaka devamı gelecektir.

TSS: Hocam tavsiyelerinizle sonlandıralım istiyorum. Anne babalara ne tavsiye edersiniz?

Prof. Dr. Aziz Sancar:

Çok çalışmaktan ziyade anne babalar çocuklarına çalışma alışkanlığı kazandırsınlar.

Onlara deney yapmak için ortam sağlasınlar. Biliyorum şimdi moda değil ama onlara milliyetçilik aşılasınlar, vatan sevdası aşılasınlar. Bunlar onlara her zaman ışık olacaktır. Bayrak onların yolunu ışıtacaktır. Ben bunu yaptım. Başardım. En büyük sevincimde onlara örnek olabilecek olmamdır. Çünkü ders kitaplarını açtıklarında Piri Reis’i beni görüp, onlara başardılarsa bende başarırım diyeceklerdir.

(12)

Bir toplantıda Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem etrafındaki sahâbîlere birşeyler anlatırken, bir bedevî geldi ve

- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.

Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü kesmeyip konuşmasına devam etti. (O kadar ki) oradakilerden kimisi (kendi içinden) “Bedevîyi işitti ama, sorusundan hoşlanmadı”; kimisi de “ Galiba işitmedi” diye durumu yorumladı. Derken Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem, sözünü bitirince

-”O, kıyâmeti soran nerede?”

buyurdu. Bedevî;

-Benim, buradayım ya Resûlullah!

dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber;

-”Emânet zâyi edildi mi kıyâmeti bekle!” buyurdu. Bedevî;

-Emânet nasıl zâyi olur? dedi.

Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem de;

-” İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle!” buyurdu

Peygamber Efendimiz tarafından kıyamet alemeti olarak

nitelendirilen İşin ehli olmayana verilmesini bugün kamuda

neredeyse bir kural haline geldi.

İşin ehline değil, adamına verilmesi benden olsun da çamurdan olsun mantığıyla atamaların yapıldığı bir dönem ne yazık ki yaşanmaya başlandı. Bunun faturası için ülkemiz için çok ağır oldu.

Örneğin 15 Temmuz 2016 günü devletimizin ve milletimizin maruz kaldığı hain saldırının en önemli nedeni, kamuda liyakat ilkesinin zedelenmesidir. Bu dönemde memurların siyasi düşüncesine, tabi oldukları cemaatlere, partilere yakınlığına, sendikal tercihine bağlı olarak ve hiçbir objektif kural gözetilmeden yapılan atamalar sonucunda ülkemizin kılcal damarlarına kadar sirayet eden bir terör örgütü gerçeğiyle yüz yüze kalınmıştır.

Toplumun devlete olan bağlılığını ve güvenini belirleyen en önemli etken, topluma sunulan kamu hizmetinin kalitesi ve tarafsızlığıdır.

Bu süreçte bir kez daha görülmüştür ki, kamu görevlisi ve memur

kavramı devletlerin geleceğini doğrudan etkileyecek mahiyette önem taşımaktadır. Bu noktada görevlendirmelerde liyakatin ve ehliyetin önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Öyle ise bundan sonra yapılacak ilk iş, kamuda liyakati esas alan bir yapılanma oluşturmak, adalet ve hakkaniyet içerisinde kariyer ilkesini işletmek olmalıdır. Bugün, kamu hizmetlerini tarafsız ve adil bir şekilde yürütecek, liyakatli ve ehliyetli kamu çalışanı ve yöneticilere her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.

Bunu sağlamanın yolu da kamu hizmetlerinden siyaseti söküp atmak, yerine adaleti getirmektir.

Adaletin çalışma yaşamındaki birinci önceliği ise işin ehline verilmesidir.

Yaşanan bunca acı tecrübeye karşılık olarak kamuda liyakatin sağlanması adına her hangi bir adım atılmadığı gibi, bundan önce

Kamunun Yok Edilen İki Temel Değeri:

EHLİYET VE

LİYAKAT

(13)

www.turksagliksen.org.tr yapılan yanlışların artarak devam

ettiği, birçok kurumda memur alımlarında KPSS şartının esnetildiği ve mülakatla memur alımı

gerçekleştirildiği görülmektedir.

Bunun en son örneği de Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelikte yapılan değişiklikle tüm kadrolar için yapılacak sınavlarda sözlü mülakat şartının getirilmesi olmuştur.

Yapılan düzenlemede başarı puanı 70’den 60’a indirilmiş fakat sözlü sınav getirilmiş ve sınavın başarısının yazılı ve sözlü sınavın aritmetik ortalamasına göre olacağı düzenlenmiştir.

Kamuda sözlü sınavın torpil, adam kayırma ve hak edenin değil de kendi istediğini kadrolara yerleştirmenin yöntemi olduğu gayet açıktır. Kul hakkı yemenin resmi mevzuatta yer alan yöntemidir. Kamuda sözlü sınav olupta adaletle karar verildiği, objektif kriterlerin esas alındığı bir tane bile sınavı tarih daha yazmamıştır.

En son Sağlık Bakanlığı’nın şube müdürlüğü kadrosu ile ilgili olarak yaptığı sözlü sınav sonucunda yazılı sınavın Türkiye birincisi sözlü sınavda başarısız sayılarak elenmiş ve tüm kaygılar ve tereddütler haklı çıkmıştır.

Bu kadrolar için yıllarca bekleyen insanların umutlarını sözlü sınavlarla birkaç kişinin iki dudağı arasında bırakarak onların iradesini de ahbap çavuş ilişkisine, siyasetçiye, referans mektuplarına teslim etmek herşeyden önce devlete ve kamuya olan inancı derinden sarsacak, kamu çalışanları arasında huzur ve çalışma barışı yok olacaktır.

Birçok kamu kurumunda yapılan sözlü sınavların Danıştay kararları ile iptal edildiği düşünüldüğünde bunun yanlışlığının hukuk

tarafından da tescilli olduğu açıktır. Sözlü sınavının VHKİ, Memur ve şoför kadrolarına kadar indirilmesi işin ne kadar çığırından çıkartıldığının da delilidir. Bu yanlıştan bir an önce dönülmelidir.

Bu anlamda bir başka yanlış düzenlemede kamuya alımlarda sözlü sınavın yapılmasıdır.

Öğretmenlerle başlayan ve sağlık çalışanları içinde hayata geçirilen bu uygulaman tüm kamuyu kapsayacak şekilde genişletilmesi amaçlanmaktadır.

Mülakatın sebebi olarak

açıklanan FETÖ ve PKK gibi illegal örgütlerin unsurların devletin içerisine sızmasını engellemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bu şekilde mülakatla bu sızmaları önlenemeyecektir. Bunun yerine çözüm soruların çalınmadığı ve herkesin eşit koşullarda yarıştığı, adaletli bir kamu personeli seçme sınavı yapmaktır. Böyle bir sınav yapılır ardından da bir güvenlik soruşturması yapılarak kamuda gerçek anlamda sorunsuz ve adaletli bir istihdam sağlanabilir.

Aksi takdirde kamuya alımda mülakatla devlete oyan güven sarsılır. Devlete olan inanç yitirilir.

Milletin devlete olan inanç ve güveni yitirmesi de felaketleri beraberinde getirir.

Devletimizi idare edenler, bir süre sonra başka bir vesayet belası ile karşılaşmak istemiyorlarsa, uyarılarımıza mutlak surette kulak vermek ve hayatın her alanında olduğu gibi kamuda da adaleti sağlamak zorundadır. Aksi halde, idarecilerin etrafını saracak yeni siyasi yandaşlar, yeni menfaat örgütleri, yeni güç odakları ile ülke kısa zaman içinde yeni bir kaosa daha girme tehlikesiyle yüz yüze kalacaktır.

Kamu görevlilerinin atanmalarında, görevde yükselmelerinde, tayin ve terfilerinde tarafsızlık ve liyakat ilkelerinden vazgeçilmemesi;

hak eden memurun hak ettiği göreve gelmesi; kamu kurum ve

kuruluşlarında, çalışma barışının, birlik, dayanışma ve verimlilik artışının sağlanması için en temel gerekliliktir.

Kamu görevlilerinin yandaş, yandaş olmayan, bizden, bizden olmayan gibi ifadelerle fişlenerek ayrıştırılmasının, kadrolaşmanın, adam kayırmanın, kıyımın, haksızlığın, hukuksuzluğun son bulmasının; kamuda bir takım siyasi çevrelere yakın olmanın, çalışanın eğitim düzeyi, performansı ve kişiliğinin önüne geçmesinin önlenmesinin; kamu kurum ve kuruluşlarının idarelerinin tarafsızlığının sağlanmasının;

adil bir sınav ve atama sistemi ile çağdaş bir yönetim anlayışının oluşturulmasından geçtiği bilinmeli, özellikle yönetici atamalarında yazılı sınava dayalı adil, şeffaf ve tarafsız bir sistem oluşturulmalı, kamuya personel alımlarında mutlak surette yazılı sınava itibar edilmeli, sübjektif değerlendirmelere açık sözlü sınav uygulamasından mümkün olduğunca uzak durulmalıdır.

15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte bir kez daha görülmüştür ki, toplumda adaleti sağlanmak ve toplumun tüm kesimlerine eşit yaklaşmak, bu ülkeyi idare edenlerin en temel yükümlülüğüdür.

Ayrımcılığa yer vermeyen, liyakate dayalı, hakkaniyeti öncelik alan bir kamu düzeni sağlanması konusunda iktidarı daha duyarlı olmalıdır.

İşi ehline vermenin; herhangi bir mensubiyet ya da siyasi yandaşlık yerine doğru eğitim almış, tecrübeli kimseleri tercih etmenin ve bunu sistematik bir hale getirerek, atama ve görevde yükselmeleri dışarıdan her türlü olumsuz müdahaleye kapatabilmenin iyi bir idareci olmanın baş şartı, gelecek güzel günlerin olmazsa olmazı olduğunu hiç kimse unutmamalıdır. Aksi yeni felaketlere kapımızı her daim açık tutacaktır.

(14)

Bir Karşı Duruşun,

Israrlı Mücadelenin Başarı Öyküsü:

Aile Hekimliğinde

Cumartesi Nöbetleri

(15)

www.turksagliksen.org.tr

Sendikacılıkta temel kriter mücadeledir. Sendikacılığının tarihine bakıldığında da gerçek sendikacılığın gözlere batması hep mücadelenin tavan yaptığı dönemler olmuştur. Şemsi Denizer’in büyük madenci yürüyüşü, Tek Gıda-İş bağlı Tekel işçilerinin Ankara’da Sakarya caddesinde aylar süren mücadeleleri gibi örnekler hep kamuoyunun hafızasında canlı kalmıştır.

Mücadele üzerine kurulu sendikacılık bu mücadelenin kesintisiz ve tavizsiz verilmesi sonucunda kazanılan haklar veya kaybedilen hakların iadesi ile anlam kazanmış, çalışan ve kamuoyu hafızasına bu şekilde kazınmıştır.

Türk Sağlık-Sen’in aile hekimleri dernekleriyle birlikte Aile

hekimliğinde cumartesi nöbetleri ile ilgili de yaklaşık 2 yıl süren kesintisiz mücadelesi de bu anlamda önemli örnek olmuştur.

Miting, iş bırakma ve hukuki mücadele gibi tüm platformları kapsayan bu mücadele sonucunda Bakanlığa geri adım attırılmıştır.

CUMARTESİ NÖBETLERİ NASIL BAŞLADI ?

2010 yılında Sağlık Bakanı ve yetkilileri tarafından aile hekimliklerinde görev alan sağlık çalışanlarının nöbet tutmadığı, 24 saat kesintisiz bir hizmet olan sağlık hizmetinde görevli çalışanların nöbet tutmamasının kabul edilebilir olmadığına yönelik söylemler dile getirilmeye başlandı. Halbuki aile hekimliği koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerinin sunumuna yönelik bir sistemdi ve sistem kurulurken

nöbet öngörülmemişti. Hasta sayısı, Acil müdahale ile ilgili tıbbi malzeme ve fiziki şartlar açısından da bakıldığında nöbet sistemine de uygun değildi. Böylesi bir düzenle kurulan bu sistemi sağlık çalışanları bilerek gelmişti.

Fakat Bakanlık yeterli istihdamı sağladıktan, oyunun kurallarını değiştirmek istemişti. İdare görevlerde çalışan 4 bine yakın doktorun mesleğini fiilen icra etmediği bir düzende herhangi bir değişikliği öngörmeyen Bakanlığın aile hekimlerine personel eksiliği nedeniyle nöbet dayatması da geçerli bir sebepten ziyade Aile hekimlerine nöbet tutturmanın bir bahanesi olduğunu apaçık ortaya koyuyordu. İlk olarak aile hekimlerine adli tıp nöbeti, acil servis nöbetleri yazılmaya başlandı. Türk Sağlık-Sen olarak bu ilk hamleye karşı açtığımız davalarda mahkemeler aile hekimlerine olağanüstü haller dışında nöbet yazılamayacağını, bu yönde bir kanuni düzenleme olmadığını belirterek söz konusu nöbetler hakkında iptal kararları verdiler.

Tarihler 12 Temmuz 2012 tarihini gösterdiğin de ise Resmi Gazetede yayınlanan Torba Yasayla 24/11/2004 tarihli ve 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanuna

“Entegre sağlık hizmeti sunulan merkezlerde artırımlı ücretten yararlananlar hariç olmak üzere, aile hekimlerine ve aile sağlığı elemanlarına ihtiyaç ve zaruret hâsıl olduğunda haftalık çalışma süresi ve mesai saatleri dışında 657 sayılı Kanunun ek 33 üncü maddesinde belirtilen yerlerde nöbet görevi verilebilir ve bunlara aynı maddede belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde

nöbet ücreti ödenir.” Hükmü eklenerek yasal düzenleme de yapılmış olmuştu. Böylelikle Aile hekimliği çalışanlarına nöbet için ilk yasal zemin hazırlanmıştı. Bu düzenlemenin ardından Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından bir genelge yayınlanarak nöbet uygulaması filen başlamış olmuştu.

Türk Sağlık-Sen ise 10 Eylül 2012 tarihinde aile hekimlerine ve aile sağlığı çalışanlarına nöbet tutmalarını düzenleyen genelgenin iptali için Danıştay’a başvurdu.

Danıştay’da açılan davada aile hekimlerine ve aile sağlığı çalışanlarına belirli yataklı tedavi kurumlarında nöbet tutmaları uygulaması getirilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ifade edildi.

Bu görevlendirmelerin, kişinin temel hak ve hürriyetlerinden olan çalışma hakkının sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlandırılması anlamını taşıdığına dikkat çekildi.

Genelgenin dayanağı olan kanun hükmünde “ihtiyaç ve zaruret hasıl olması” ibareleri ile “genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz” bir düzenleme yapıldığı vurgulandı.

Dava dilekçesinde söz konusu düzenlemenin aynı zamanda Aile hekimleri ve aile sağlığı elemanlarının kendi isteği dışında uzmanlığı olmayan alanda nöbet tutarak çalıştırılması sistemin özüne ve kamu yararına da aykırı olduğu belirtildi.

Söz konusu genelgenin ilgili hükümlerinin yürütmesinin durdurularak iptali istendi. Ayrıca açılan davada genelgenin dayanağı olan 5238 Sayılı Aile Hekimliği Kanunu’na eklenen hükmün de

(16)

iptali için Anayasa Mahkemesine gönderilmesi talep edildi.

Fakat temel amaç aile

hekimliklerinde nöbet tutturmak olduğu için bu süreç genelgeler onlara karşı açılan davalar, davaları boşa çıkarmak adına yapılan yeni düzenlemeler ile devam etti.

AİLE HEKİMLERİNE NÖBETTEN CUMARTESİ AİLE HEKİMLİĞİNDE NÖBETE GEÇİŞ

Nitekim 11 Eylül 2014’te Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nca belirlenen aile sağlığı merkezlerinde, çalışma saatleri dışında aile hekimleri ve aile sağlığı elemanları ile gerektiğinde Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşları personeline nöbet görevi verilmesi düzenlenmişti.

Bu düzenlemeden yaklaşık 3 ay sonra 9 Aralık 2014 tarihinde Halk Sağlığı Kurumu tarafından yayınlanan Aile Hekimliğinde Nöbet Hizmetleri’ konulu genelge ile 2015 yılı Ocak ayı itibariyle Cumartesi günleri sekiz saat olacak şekilde Aile Hekimi ve Aile Sağlığı Çalışanlarının görev yaptıkları Aile Sağlığı Merkezlerinde tutması düzenlemesi hayata geçecekti.

Böylelikle Bakanlığın zihinsel planlamasını yaklaşık 4 yıl önce yaptığı nöbet uygulaması yasal olarak vücut bulmuş, sıra sadece uygulanmasına gelmişti.

Mücadeleyle sonuç alınacağı dönemde tam bu süreç olmuştu.

CUMARTESİ NÖBETLERİNE KARŞI MÜCADELE DÖNEMİ Türk Sağlık-Sen Cumartesi nöbeti dayatmasına ilk olarak 2 Aralık 2014 tarihinde tüm Türkiye genelinde aile hekimliklerinde iş bırakarak tepki gösterdi. Söz konusu niyetten vazgeçilmesi istenerek bunun bir uyarı eylemi olduğu ve asla Türk Sağlık-Sen

üyelerinin cumartesi nöbetlerini tutmayacakları ilan edildi.

9 Aralıkta nöbetlerin ocak ayında tutulmaya başlayacağını ilan eden genelgenin hemen ertesinde 12 Aralık tarihinde iş bırakma eylemi gerçekleştirilerek kararlılık vurgusu yapıldı.

AHEF organizasyonuyla 13 Aralık 2014 tarihinde 5 Bin Aile Hekimi ve Aile Sağlığı Çalışanının Ankara’da gerçekleştirilen mitinge ne büyük sendikal desteği vererek karşı duracağını açık bir biçimde ortaya koydu.

Bu mitingte bir konuşma gerçekleştiren Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci Aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarına zulüm edildiğini kaydederek “Teröriste, kaçakçıya, hırsıza, uğursuza taviz veren ama çalışana gelince taviz yok diyenler iyi bilsinki bizde de hiç geri adım yoktur. Sizin taviz dediğiniz bizim hakkımızdır. Söke Söke alacağız.

Aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanları nöbet tutmuyor diyorlar ama 1 dakika bile nöbet tutmayan, idari pozisyonlarda görev yapan 4 bin hekime yönelik bir düzenleme yapmıyorlar. Kısacası ne çalışan hakkı biliyorlar, ne de adaletten yana bir tavır sergiliyorlar.

Keyiflerinin istediği bir çalışma hayatı olmayacağını göstereceğiz.

Köle düzenini kurdurmayacak, zalimi sevindirmeyeceğiz. “ dedi.

5 Bine yakı aile Hekimi ve Aile Sağlığı çalışanını katıldığı bu eylem Türkiye Kamuoyunda büyük yankı buldu, Cumartesi nöbetleri tartışılmaya başlandı. Böylesine bir tepki karşısında 20 Aralık 2014 tarihinde Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu TBMM’de gazetecilere yaptığı açıklamada

“: “Çalışma saatleri değişmedi.

Hafta arası 8 saat çalışıyorlar, ayda bir de cumartesileri 8 saat nöbet tutacaklar, hepsi bu. 2-3 yıl sonra pazar günleri de nöbet koyacağız,

ayda bir kez bir pazar 8 saat nöbet tutacak, hafta arası da normal 8 saat mesaisini yapacak.” Diyerek adeta cumartesi nöbetlerini kabul edin yoksa Pazar’ı da getiririm diyerek mesaj vermeye çalıştı. Fakat mücadeleden taviz verilmedi.

-10 DERECE SOĞUKTA ZİNCİRLER KIRILDI.

3 Ocak Cumartesi günü Türk Sağlık-Sen tarafından iş bırakma kararı alınarak üyeleri aile

hekimliklerinde nöbetlere gitmedi.

İlk iş bırakma kararı da internet sitesinde açıkça ilan edilerek yayınlandı.

10 Ocak cumartesi günü ise Türk Sağlık-Sen üyeleri Sağlık Bakanlığı önünde zincirli eylem yaparak bu nöbeti tutmayacaklarını bir kez daha ilan etti. Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci eylemde yaptığı açıklamada

‘Malum yetkilendirilmiş sendika çalışanların yoğun tepkisi ve istifası sonrası iş bırakma kararını güç bela almıştır fakat bunu sitesinden ilan edememiştir. Yüreği yetmemiştir. Alanlara ise bunlar zaten yabancıdırlar. Salonlarda idareci ve siyasetçi ağırlamakla meşguldürler. Bakanlığın malum sendika ile kurduğu bu düzende çalışana vurmak istediği zincirleri kıracağız. Bu çarkın dişlilerini bozacağız. Zulüm yapanlara bu meydanlarda adaleti, hakkı ve hukuku öğreteceğiz. Keyiflerinin istediği bir çalışma hayatı olmayacağını göstereceğiz.

Köle düzenini kurdurmayacak, zalimi sevindirmeyeceğiz. Bugün burada çalışana bağlanmak istenen zincirleri kıracağız. Biz aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarının yanında olacağız.

Bugünde iş bırakan tüm aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarına teşekkür ediyorum.

Onlar da hakkın ve adaletin yanında olmuşlardır. Zalime tavır koymuşlardır. Bu tavırları ile

(17)

www.turksagliksen.org.tr

isimlerini çalışma hayatlarına altın harflerle yazdırmışlardır. Haklarına, hukuklarına sahip çıkmışlardır.’

şeklinde konuştu.

Kahveci konuşmasının sonunda Sağlık Bakanlığı’nın bir sonraki hamlesi karşısında açıkça tavrını göstererek iş bırakan aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarına

soruşturma açan, tutanak tutan tüm idareciler hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını ifade etti.

CEZALARA KARŞI HUKUKİ MÜCADELE DÖNEMİ Aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarının cumartesi

nöbetlerinin kararlılıkla protesto ederek cumartesi nöbetlerine gitmemeleri üzerine Bakanlık bu sefer ceza yoluyla nöbetleri tutturma yoluna gitti. “İzinsiz işe gelinmediğini iddiasıyla cumartesi nöbetlerini tutmayan çalışanlara 5 ihtar puanı cezalar verilmeye başlandı.

Türk Sağlık-Sen tarafından ilk olarak bu cezalar birçok il disiplin kurulunda yapılan itirazlar

sonucunda iptal edildi. Cumartesi nöbetine katılmayan üyelerin sendikanın iş bırakma kararına uyarak işe gelmediği nedeniyle yapılan itirazların çoğu İl disiplin kurulları tarafından kabul gördü.

CEZADA DOZ ARTIRIMI VE SÖZLEŞME FESİH TEHDİDİ:

NÖBETE GELMEYENE 20 CEZA PUANI

Disiplin kurullarından çıkan kararlar hem de her bir nöbete gitmeme işlemine verilen 5 puan cezanın 100 ceza ihtar puanı ile sözleşme feshi dikkate alındığında cayrıcı olmadığı gibi bir düşünce hakim olduğundan Sağlık Bakanlığı bir düzenlemeye daha giderek nöbet tutulması için mevzuatı adeta tehdit haline getirdi.

16 Nisan 2015 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan “Aile

Hekimliği Uygulaması Kapsamında Sağlık Bakanlığınca Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler ile Sözleşme Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’le Sağlık Bakanlığı nöbete gelmeyen Aile Hekimlerine 20 ceza ihtar puanı verilmesini getirdi.

Söz konusu Yönetmelikte yapılan değişiklikle “Mesai dışı hizmet ve/

veya nöbete mazeretsiz gelmemek’

uygulanacak ihtarlara dahil edildi ve 20 ihtar puanı ceza verilmesi düzenlendi.

Yönetmeliğe göre 100 Ceza puanı alan Aile Hekiminin sözleşmesi iptal edildiğinde 5 nöbete gitmeyenin sözleşmesi fesh

edilebilecekti ve bu Bakanlığa göre önemli bir çadırcılık olacak aile hekimliği çalışanlarının direnişi kırılacaktı.

Fakat işler yine Bakanlığın hesap ettiği gibi gitmedi. Düzenlemenin hemen ardından bir açıklama yapan Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci “Biz yönetmelik değişiklikleri ile aile hekimliklerinde çalışma şartlarının düzeltilmesi ve çalışanların taleplerinin karşılanmasını beklerken Sağlık Bakanlığı aba altında sopa göstermeye devam ediyor. Çalışana zulüm ve cezada daha mahir olmanın yolarını arıyor. Biz nöbetleri tutmamakta kararlıyız. Aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanları da bu nöbetleri tutmamakta kararlıdır. Bakanlık cezayı değil 20 puana 100 puana bile çıkarsa bu tavrımız sürecektir.

Haksızlığın karşısında olmaya devam edeceğiz. Bakanlık nöbet tutma oranını çok yüksek olduğunu söylüyordu, anlaşılan bu oran hiçte yüksek değilmiş ki, bakanlık cezalarla nöbet tutma oranını arttırmak istiyor. Aile Hekimlerine sözleşmenizi iptal ederim demeye getiriyor. Cezalarla yol almak ve bu yönde uygulamalar yapmak zalimlerin işidir. Çalışanlar hak ve hukuklarına müdahale edildiği için Cumartesi nöbetlerini tutmuyorlar.

Bunu da Sağlık Bakanlığı böyle

(18)

bilmelidir. Türk Sağlık-Sen olarak bu düzenlemeyi de en kısa zamanda mahkemeye taşıyarak iptali için dava açacağımız gibi her hafta cumarteside yine eylemde olacağız. Çalışanlara zulme rıza göstermeyeceğiz. “ dedi. Nitekim Nisan 2015’te söz konusu düzenlemenin iptali için Türk Sağlık-Sen tarafından Danıştay’da dava açıldı.

CEZALARA İLK İPTALDE TÜRK SAĞLIK-SEN’DEN

Tarihler Ekim 2015’i gösterdiğinde hukuki mücadelede olumlu sonuçlarını vermeye başladı.

10 Ocak 2015’de Sakarya’da iş bırakan aile hekimine verilen 5 ihtar puanı cezasını Sakarya 2.

İdare Mahkemesi iptal etti.

Sakarya 2.İdare Mahkemesinin Ekim 2015 tarihinde verdiği kararda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü’

hükümlerini de göz önünde bulundurularak, fiilin sendikal eylem olduğuna, bu nedenle nöbete gitmeyen aile hekimine ceza verilemeyeceğine

hükmederek verilen ihtar puanı cezasını iptal etmiştir. Söz konusu kararla Cumartesi nöbetlerine gitmeyen aile hekimlerine verilen ceza ilk kez mahkeme kararı ile iptal edilmiş ve bu iş bırakma eyleminin sendikal bir faaliyet olduğunu bir kez daha tescillemiş oldu.

Bu kararın ardından birçok ilde sendikanın işe gitmeme kararına uyarak cumartesi nöbetlerine gitmeyen aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarına verilen cezalarla ilgili iptaller peşpeşe gelmeye başladı.

3 AYRI CEZA İHTAR PUANI CEZASINI TEK BİR DAVA İLE İPTAL EDİLDİ.

Isparta’da görev yapan Türk Sağlık- Sen üyesi aile hekimine21.02.

2015,21.03,2015 ve11.04.2015 tarihlerindeki cumartesi

nöbetlerine gitmediği için verilen ceza ihtar puanlarını açılan bir davayla iptal edildi. bir davayla iptal ettirdik.

20 CEZA İHTAR PUANINI İLE İLGİLİ İLK YÜRÜTMEYİ DURDURMAYI

TÜRK SAĞLIK-SEN KAZANDI Ankara’da görevli Türk Sağlık- Sen üyesi aile hekimi 20 Haziran 2015 tarihli cumartesi nöbetine gitmediği için “Mesai dışı hizmet ve/veya nöbete mazeretsiz gelmemek’ fiiline karşılık gelen 20 ihtar puanı ile ceza verilmişti.

Türk Sağlık-Sen tarafından söz konusu cezanın iptali için Ankara 12. İdare Mahkemesinde dava açılmıştı. Davayı görüşen mahkeme 27 Ocak 2016 tarihide verdiği kararda aile hekiminin üyesi olduğu sendikanın aldığı bir günlük işe gelmeme eylemini gerçekleştirdiğine dikkat çekti.

Mahkeme Sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilin mazeret olarak kabul edilmesi gerektiğini belirterek verilen 20 puanlık cezanın hukuka uyarlığının

bulunmadığına karar verdi. Cezanın yürütmesinin durdurulmasına hükmederek 20 puanlık cezayla ilgili olarak ilk karar alınmış oldu TOPLU CEZALARDA İPTAL ETTİRİLDİ.

Sivas’ta görev yapan Türk Sağlık- Sen üyesi üç aile hekimi ve bir aile sağlığı çalışanı cumartesi nöbetine gitmedikleri için yazılan telafi nöbetlerine verilen cezaların mahkeme tarafından yürütmesi durduruldu. Telafi nöbetlere gidilmediği için bir

aile hekimimizin birine150, birine 90, bir diğerine 110 ve Aile sağlığı çalışanı üyemize 150 ceza ihtar puanı verilmesi üzerine sendikamız tarafından davalar açıldı.

Davaları görüşen Sivas İdare Mahkemesi verdiği kararlarda davacıların telafi nöbetlerine gitmemesi nedeniyle verilen cezalara dikkat çekerek aslında nöbetçi olunmayan günler için ceza verilmesinin hukuka uyarlılığın bulunmadığına dikkat çekti. Söz konusu cezaların sözleşme fesihi gibi telafisi güç zararlar doğuracağından iptaline karar verildi.

SÖZLEŞME FESHİ TEPKİYLE DURDURULDU

Mersin`de nöbet tutmadıkları için sözleşmelerinin feshedileceği belirtilen Aile Hekimi üyemiz Dr.

Ahmet Nurcan’ında aralarında bulunduğu 4 Aile hekimine destek için Mersin’de gerçekleştirilen eyleme Türk Sağlık-Sen Genel Merkez yöneticileri katılarak protesto eylemi gerçekleştirildi.

Eylemin ardından ise Halk Sağlığı İl Müdürlüğü`nce yapılan yazıcı açıklamada ise Dr. Gürbüz Şen, Dr. Cengiz Alyeşil, Dr. Gürkan Aslan ve Dr. Ahmet Nurcan`ın sözleşmelerinin feshedilmesi veya aile hekimliği ile ilişiklerinin kesilmesinin söz konusu olmadığı bildirildi.

BAKANLIKTAN İLK GERİ ADIM GELDİ

Mücadelenin kararlılıkla devam ettirilmesi, mahkeme kararları ve sözleşme fesihlerine kalkışılmasına

(19)

www.turksagliksen.org.tr

yönelik tepkilerin ardından Bakanlık tarafından ilk geri adım geldi.

26 Şubat 2016 tarih ve 29636 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan

“Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’le yapılan değişiklikle aile hekimlerinin sözleşmelerinin 100 ceza ihtar puanı ile feshedilmesi uygulaması değiştirildi ve sözleşme fesih ihtar puanı 200’e çıkartıldı.

OMBDSUMANDA CEZALAR HUKUKSUZ DEDİ

Rize’de üyemiz bir aile hekimine cumartesi nöbetine gitmediği için 5 ceza ihtar puanı verilmesi üzerine aile hekimimiz tarafından Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru yapıldı.

Başvuruyu inceleyen Kamu Denetçiliği Kurulu söz konusu cezanın sendikal özgürlükleri kısıtlayıcı mahiyette olduğuna dikkat çekti. “Türkiye genelinde iş bırakma eyleminde bulunma çağrısında bulunan üyesi olduğu sendikanın çağrısına uyarak işe gelmeyen şikayetçiye disiplin cezası uygulanmasının, verilen ceza az da olsa kişileri sendikal faaliyetlere katılmaktan caydırıcı bir nitelik taşıdığı, demokratik toplum gerekliliklerine ve

ölçülülük ilkesine uygun olmadığı, şikayetçinin söz konusu faaliyete katılımının geçerli bir mazeret olarak kabulü gerektiği sonucuna ulaşıldığından, cezanın hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.’

denildi. Böylelikle Ombdusman da Türk Sağlık-Sen’in haklılığını tescillemiş oldu.

SÖZLEŞME FESHİNE MAHKEMEDEN İPTAL Tekirdağ’da görev yapan Türk Sağlık-Sen üyesi aile hekiminin cumartesi nöbetlerine gitmediği için verilen cezaların 200 Ceza ihtar puanına ulaşmasının

üzerine Halk Sağlığı Kurumu talimatıyla Tekirdağ Valiliği

tarafından sözleşmesi feshedilmek istendi. Fakat Edirne Bölge İdare Mahkemesi fesih nedeni sayılan söz konusu cezaların yürütmesini durdurdu. Böylelikle sözleşme feshinin önüne geçilmiş oldu.

Sözleşmesi fesh edilmek istenen aile hekimine destek ve bu konudaki gelişmeleri yakından takip etmek üzere Türk Sağlık- Sen Genel Başkan yardımcıları Tekirdağ’ı ziyaret ettiler. Aile hekimi üyemizle bir araya geldiler.

MÜCADELEDE EDENLER KAZANDI: CUMARTESİ

NÖBETLERİ ZORUNLULUĞUNA SON VERİLDİ.

Yaklaşık 2 yılı kapsayan zorlu mücadele sonucunda 17 Kasım 2016 tarihinde Resmi gazetede yayınlanan 6745 Sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Aile Hekimliği Kanununda yapılan düzenlemede asgari 8 saat nöbet tutma zorunluluğuna son verilirdi.

Eylem, İş bırakma, Miting, Mahkeme, Aile Hekimliği Dernekleri ile işbirliği ve Aile hekimliği çalışanlarının her zaman yanında olma gibi 6 farklı koldan yürütülen ve tavizsiz sürdürülen mücadele sonucunda Bakanlık artık pes ederek Cumartesi nöbetlerini zorunlu olmaktan çıkardı. Ardından 17 kasım 2016 tarihinde Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğinde düzenleme daha yaparak 17 Kasım 2016 tarihinden önce Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliğinde Değişiklik yapılarak cumartesi nöbetine gidilmediği için verilen ceza ihtar puanlarının sözleşme fesih puanı hesaplamasında geçersiz saydı. Bu son düzenleme ilede cumartesi nöbetlerine gitmeyen aile hekimleri ve aile

sağlığı çalışanları için yaptıkları mücadele karşılığında aldıkları cezalarında hükmü ortadan kaldırılmış oldu. Bakanlık şanlı mücadeleyi böylece bir anlamda takdir etti.

Kısacası Türk Sağlık-Sen “Biz işi bırakıyoruz, hakkımıza sahip çıkıyoruz’ derken birileri “iş bırakmıyoruz işimize sahip çıkıyoruz’ demojisi ile haklı mücadeleyi baltalamak istiyordu.

Türk Sağlık-Sen -10 derecelerde Bakanlık önünde Türk Sağlık-Sen eylem yaparken bazı sendikacılar makam odalarında çay içerek idarecilerle sohbet edip poz veriyordu.

Türk Sağlık-Sen İş bırakma

kararlarımızı biz cesurca yayınlıyor ve bu nöbeti tutmuyoruz derken birileri buna cesaret dahi edemiyorlardı.

Türk Sağlık-Sen bu mücadeledeki her eyleme kayıtsız şartsız destek verirken malum-sen aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarının gerçekleştirdiği mitinglere selam bile vermiyordu.

Türk Sağlık-Sen hukuki mücadele ile iş bırakanlara verilen cezaları iptal ettirirken ne hikmetse malum sendika bir tane bile hukuki mücadele ile ilgili açıklama gelmiyordu.

Türk sağlık-Sen’in bu mücadelesi sonrasında kazandığı zafere görüştük çözdük aymazlığı ile çöreklenmek istiyordu. Ama bu mücadele aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarının zihinlerine kazınmıştı. 2 yıldır sürdürülen ve kararlılıktan ve dik duruştan zerre taviz vermeyen, her türlü tehdide ve yaptırıma karşı daha da güçlenen mücadele ile Kazanların sadece mücadele edenler olduğu gerçeği bir kez daha tecelli ettirildi.

Türk Sağlık-Sen adını sendikacılık tarihine bir kez daha yazdırdı.

(20)

“Dün 31 sağlık Çalışanı Şiddete Uğradı.

Önlemler niçin faydasız diye bir sorunun ardına dizilen

nedenler…”

Bakanlık izah getirmeye çalıştığımız durumlar ışığından sağlıkta

şiddetin önlenmesi için acil bir eylem planını devreye sokmalı,

hatalarından ders alarak yeni bir dönem başlatmalıdır.

(21)

www.turksagliksen.org.tr

Türkiye’de sağlıkta şiddet ile ilgili en önemli çalışmalar Gaziantep’te Dr. Ersin Arslan’ın bir hasta yakını tarafından katledilmesi ile başlatılmıştı. 17 Nisan 2012’de yaşanan bu cinayetin ardından Beyaz kod uygulamasına geçilmiş, hastanelerden ücretsiz avukatlık desteği, sözlü veya fiziksel şiddet durumunda hastaya bakmama hakkı gibi bir takım önlemler hayata geçmişti. TBMM’de sağlıkta şiddeti araştırma komisyonu kurulmuş, ciddi bir çalışma yapılmış tüm taraflar dinlenerek bir rapor hazırlanmıştı.

Bu gelişmelerin ardından da sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanların tutuklu yargılanması ile ilgili bir yasal düzenleme hayata geçmişti. Sağlık Bakanları Sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlar beni karşısında bulur diye nutuklarını sık sıkta tekrarlamışlardı.

2012 yılından bugüne kadar alınan önlem ve düzenlemelerin ne kadar faydası olduğu konusuna devletin verileri açısından baktığımızda ise sonuç ne yazık ki sıkıntılı.

Beyaz kodun uygulanmaya başladığı 2012 Mayıs ayından itibaren tüm verileri incelmeyecek olursak;

Son 2 ay içerisinde kamuoyuna yansıyan sağlıkta şiddet haberlerine göz atıldığında da şiddetin vahşete dönüştüğü açık bir biçimde de görülebilmektedir.

• GATA Haydarpaşa’da, şu anki ismiyle Sultan Abdülhamid Han Hastanesi’nde Hasta yakını Üsküdar Belediyesi’nde çalışan Asya Gülbahar isimli şahıs sağlık personeline ağır hakaret ve küfürlerde bunarak tehdit etti.

• Balıkesir Havranda alkollü bir şahıs kendisine tedavi etmek için gelen Ambulansı kurşuladı.

• İzmir Aliağa İlçesi Devlet Hastanesi’nde görev yapan Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Opr.

Dr. Osman Saffet Doğanay, iki yıl önce ameliyat ettiği hastası 20 yaşındaki Doğan T. tarafından, hastane bahçesinde bacak ve kalçasından bıçakla yaralandı.

• Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt

Haziran-Aralık 2012: 5 bin 50 2013: 10 Bin 681 2014 :11 Bin 174

2015 Yılında : 11 Bin 318 şiddet vakası sağlık çalışanları tarafından beyaz koda

bildirilmiştir. Görüldüğü gibi son 4 yılda toplam 38 Bin 253 şiddet başvurusu yapılmıştır.

Ortalama olarak her gün 31 sağlık çalışanı şiddete uğramıştır.

Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği’nde görevli Doç. Dr. Ahmet Oğuz Hasdemir ise asansörde hasta yakınları tarafından saldırıya uğradı.

Kafatası ve dizindeki kırıklar nedeniyle, acil ameliyata alındı ve hayati tehlike yaşadı.

• Adana’nın merkez Seyhan ilçesinde özel sağlık merkezinin acil servisinde görevli doktor, hasta yakını tarafından darp edildi.

• Muğla’nın Milas İlçesi’nde, elindeki kesik nedeniyle hastaneye gelen 32 yaşındaki Sinan Ç., tartıştığı görevli pratisyen hekim Dalga Avşar ve sağlık memuru Nevzat Yolaç’a saldırdı.

Arbede sırasında Yolaç’ın kolu kırıldı.

Bunca alınan önleme rağmen sağlıkta şiddetin istikrarlı bir biçimde neden artmaktadır.

Yaptırımlar ve düzenlemeler niçin beklenen etkiyi bir türlü verememiştir. Bu mesele önümüzdeki süreçte sağlıkta şiddetin önlenmesi adına yeni bir bakış açısı ortaya koymanın da zorunluluğunu göstermektedir.

1-) Tutuklu Yargılamanın Kâğıt Üstünde Kalması

Sağlıkta şiddette en önemli caydırıcı etkenlerden birisi tutuklu yargılama ile ilgili düzenleme yapılmasıydı.

18 Ocak 2014 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri

Hakkında Kanun Hükmünde Kararname İle Bazı Kanunlarda

Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da aşağıdaki

düzenleme yapılarak sağlık kurum ve kuruluşlarında personele karşı görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu tutuklama nedeni olarak düzenlendi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu maddelerin geleneksel olanlara göre çok daha çevreci, yeni, doğal haşere ilacı kuşağını temsil ettiğini belirten uzmanlar, bunların insan ve hayvan sağlığı için çok

Şunu anlamak çok önemli; konuştuğumuz şey gençler arasında yeni olan bir şey değil; gelişmekte olan bir şey?. Çok da büyük bir

Bu çalışma ile aile hekimliği sisteminde çalışan sağlık personelinin (aile hekimi ve aile sağlığı elamanı) aile hekimliği uygulaması hakkındaki görüşlerini

We would like to thank our authors who published articles in this issue and our referees who contributed to the increase of the quality of the articles by making detailed

maaş alanlar var. 657’nin mutlaka değişmesi lazım” diyerek cevapladı. elbette 657’de değişiklikler yapılabilir. İyi niyetle yapılacak değişiklikler her zaman

 Ülkemizde ……….. gelişmiş olduğu yerler nüfus yoğunluğunun fazla olduğu yerlerdir. 2) Aşağıda verilen ifadeleri ilgili olduğu kavram ile doğru bir

Üçüncü makale Sayın Zeynep Mesci ve Sayın Arzu Karagöz tarafından ele alınmıştır.. Yazarlar, Akçakoca ilçesinin kırsal turizm kapsamında

Sözlerine "Tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de pandemi şartlarından en çok sağlık alanı ve diş hekimliği gibi eğitiminin büyük bir bölümü klinik