• Sonuç bulunamadı

SAĞLIK HABERLERİNDE

Belgede Kıymetli okuyucularımız (sayfa 30-34)

DAMGALAMA

VE ETİK

Damgalama, sosyoloji ve hukuk dâhil sosyal bilimlerde incelenmeye başlanan bir konu.

Bütün bilimsel çalışmalarda Kanadalı Sosyolog Erving Goffman’a atıflar var.

Hasan Dursun, (Kalkınma Bakanlığı Kalkınma Uzmanı) Türkiye Barolar Birliği Dergisi’nde 1997’de yayınlanan makalesinde, 1938’de Frank Tannenbaum’un

“Kötülüğün Tiyatrosu” makalesiyle teorinin başladığı bilgisini veriyor.

Wikipedia’da Emile Durkehim’in 1895’te yazdığı “Sosyolojik Metodun Kuralları” kitabında da aşağıdakine benzer bir tanımdan söz ediliyor.

Damgalama, “Stigma”

kelimesinden türetilmiş. Stigma’nın kelime ve sözlük tanımı yara, iz, işaret ve damgadır.

Oxford Sözlüğünde ise damgalama;

Bir şeyi-durumu, “saygıya değer”

veya “rezalet” olarak sınıflama, sayma durumu olarak tanımlanmış.

Sosyolojik tanımına baktığımızda ise toplumun genelinden ayrılan, sosyal karakteristik özellikleri bulunan bir kişi ve/veya grubun,

www.turksagliksen.org.tr

toplumun diğer kişileri tarafından bu özelliklerinin onaylanmaması, memnuniyetsizlikle karşılanması ve onların yanlış-kabul edilemez olarak sunulması, tanımlanması. Bu özellikler genel toplum tarafından yapıştırılmış da olabilir. Hastalık, fiziksel engel, cinsel yönelim, din, eğitim, etnik köken, ideoloji, suç, damgalama araçları olabilir.

Kültürlere ve coğrafyalara göre damgalama farklılıklar gösterebilir.

Damgalamada bir başka tanım:

Bir insana ya da gruba herhangi bir davranışından ötürü değil de sahip olduğu özellik ya da kontrolü dışında gelişen/başına gelen bir durum sebebiyle, olumsuz yaklaşmışlarda ve ithamlarda bulunma damgalamadır.

Goffman, damgalamanın 3 türünden söz eder:

1- Görünen-açık damgalama:

Yara, iz vb. görünür olanlar, fiziksel nedenler, şişmanlık.

2- Kişisel özelliklerden kaynaklı olanlar: Suç geçmişi, ruhsal bozukluk, uyuşturucu, alkol bağımlılığı vb.

3- (İçinde bulunulan topluma ait) Toplumsal damgaların özellikleri:

Etnik grup, milliyet, din veya din dışı olmak.

Damgalama; ayrımcılık, dışlama gibi kavramlardan farklılık taşır.

Bugün sıklıkla tartışma konusu olan ayrımcılık; dışlama, ötekileştirme, klişeleştirme-kategorize etme gibi sosyal-psikolojik davranışların temelindeki kavramdır. Önce

“damgalama” yapılıyor, ardından ayrımcılık ya da dışlama,

ötekileştirme vb. davranışlar oluşuyor.

Damgalama sözlü olabileceği gibi davranışlarla da gerçekleşebilir.

(O kişinin yanından uzaklaşma, belirli ortamlarda bulunmasına izin vermeme gibi) Ayrıca aşağılama,

sıfat takma, özelliğinden ötürü teşhir etme, hedef gösterme, dalga geçme de damgalama tanımı içinde yer almaktadır.

Medyada Damgalama

Medyada damgalama genellikle, haberlerde farkında olmadan ya da bilerek; klişeleri kullanma, ilgi çekme vb. amaçlarla, kişi ya da grupları damgalamaya neden olacak şekilde ifadeler kullanma, haber, görüntü kurgulama şeklinde oluyor.

Damgalamanın nedenleri nelerdir?

Damgalamanın kökeninde bilgisizlik, farkında olmama, önyargı ve ayrımcılık var. Yetersiz ve yanlış bilgilendirme korkuya, korku ise nefrete neden oluyor ve insanlar arasında uçurumlar oluşmasına yol açıyor.

Nefret; hedef gösterme, dışlama ve damgalama bir insanın toplum tarafından reddedilmesine ve ayrımcılığa uğramasına neden olabilecek davranışlara ortam sağlar. Medyada damgalama, dışlama, ayrımcılık, ötekileştirme ve hatta toplumsal düşmanlık oluşumuna katkı verecek davranışları olağanlaştırabilir, yaygınlaştırabilir.

Sağlık haberlerinde sıklıkla damgalanan hastalıklar:

Bunların başında ruhsal

hastalıkların geldiğini görüyoruz.

Ruhsal hastalıkların içinde en fazla, şizofreni, bipolar bozukluk, intihar davranışı gösteren hastalar, uyuşturucu madde bağımlılığı geliyor.

İkinci sırada cinsel yolla ve kan yoluyla bulaşan hastalıklar, HIV/

AIDS, Hepatit C, obezite, bazı cilt hastalıkları (sedef hastalığı), down sendromu, otizm gibi hastalıklar da sıklıkla damgalamaya konu oluyor.

Başta şizofreni olmak üzere tıp açısından özellikle mental, yani nörolojik hastalıklara yönelik damgalamaların varlığı dünya genelinde biliniyor ve bununla mücadele için harekete geçilmiş durumda. Türkiye’de Türkiye Psikiyatri Derneği, Şizofreni Dostları Derneği, Kanada Ruh Hastalıkları Derneği, (Canadian Mental Health Association) film, açıklama vb. yollarla damgalamaya dikkat çekmeye çalışıyorlar.

Şizofreni, psikiyatrinin en meşhur, en kötü hastalığı… Yapılan

çalışmalar tüm toplumlarda şizofrenlere karşı korku ve reddetme eğiliminin olduğunu gösteriyor. Çünkü bu hastalar

“tehlikeli” olarak “damgalanmış”

durumda. Günlük dilde dahi insanlar, hakaret amacıyla sıklıkla,

“şizofren”, “ruh hastası” diyebiliyor.

Şizofreni ya da ruhsal hastalıklara yönelik “damgalama” sadece Türkiye’de değil başka ülkelerde de gözleniyor. Mesela; The New York Times’ta İngiliz tabloid gazetesi Daily News’in haber başlıklarını eleştiren bir köşe yazarı, “Daily News’in bugünlere gelmesinde attıkları şizofrenik başlıklar, radikal başlıklar etkili oldu” diye bir ifade kullanmış. (21 Eylül 2015) Burada da şizofreni negatif bir şekilde kullanılarak damganın üretilmesine katkı verilmiş. “Şizofrenik” yerine farklı bir kelime seçilebilirdi.

Türkiye’deki duruma bakacak olursak; medya ruhsal sağlığı bozuk olan bireyleri, şizofreni hastalarını zaman zaman

kendilerine ve topluma zarar verici bir potansiyeli olan, saldırgan davranışlarla özdeşleştiriyor.

Şizofreni haberleri ağırlıklı olarak üçüncü sayfa haberi olarak yer alıyor ve polis adliye muhabirleri tarafından yazılıyor.

Şizofreni bir hastalık ama adli olaylarda şizofreni ya da ruhsal hastalık bir şekilde olayla ilintili ise bu öne çıkarılarak

üçüncü sayfa haberlerine konu edilebiliyor. Çok sayıda örnekle karşılaşıyoruz.

Diyebiliriz ki, Türkiye’de polis adliye muhabirleri, sağlık muhabirlerinden daha fazla şizofreni haberi yazıyor. Doğal olarak bu haberlerde hastalıkla ilgili bilgi yer almadığı gibi, şizofreni hastaları zarar veren, tehlikeli insanlar olarak görünüyor, damga sürekli

kullanılıyor, damgalama daha da güçlü hale geliyor.

Haberin başlığı bu ama haberi okuduğunuz zaman saldırganın şizofren olduğuna dair içinde hiçbir bilgi geçmemiş. Sadece başlıkta şizofren ifadesi kullanılmış bu da muhtemelen ilgi çeksin, okunsun, dikkat çeksin diye atılmış bir başlık.

Editörden bu haber nasıl geçmiş, yazı işlerinde nasıl müdahale edilmemiş, bu da işin farklı bir boyutu.

Burada basın meslek ilkelerine uyulmalı, muhabirler,

editörler daha dikkatli olmalı.

Haberlerin damgalayıcı bir şekilde yayınlanmasına izin verilmemeli. Bu haberde, saldırganlığın nedeni şizofreni

gibi sunulmuş, kişinin tedavi görüp görmediği, hastalığın ne boyutta olduğuna dair somut bilgilere yer verilmemiş. Sansasyonel bir başlıkla dikkat çekilmeye çalışılmış.

Aynı haber, bir haber ajansında da yer almış: “Antalya’da polise ateş açıldı, 3 şehit” Haber başlığı tamamen olayı özetliyor. Spotta ise saldırganın 2009 yılında şizofren raporu aldığı ve tedavi gördüğü belirtilmiş.

Peki, şizofrenler gerçekten saldırgan mı? Türkiye Psikiyatri Derneği’nin açıklamalarına göre, şizofreni hastaları tedavi gördükleri, ilaçlarını düzenli olarak aldıkları zaman toplumdaki herhangi birinden daha saldırgan değiller. Bu yüzden bu hastalar alkol mü kullanıyor, ilacını mı almıyor, yoksa farklı bir sorun mu var yani onları kontrol dışına itecek ne var buna bakmak ya da haber içeriklerinde en azından bir alt bilgi olarak bu gibi bilgilerin verilmesi lazım.

Örneğin; bir böbrek hastası da suça karışabilir ama hiçbir zaman gazetelerde “böbrek hastası annesini kesti, çocuğuna saldırdı, satırla dehşet saçtı” gibi bir başlık göremezsiniz.

Bu konuda şunu da vurgulamak gerekli: Bu tür haberler toplum tarafından şizofreni hastalarının dışlanmasına neden olabiliyor.

Korkunun azalması hastaların dışlanmışlığını azaltabilir.

Sıklıkla damgalamaya konu olan hastalıklardan biri de HIV/AIDS. Bu haberlerde de damgalayıcı bir dil kullanılabiliyor. Sağlık haberlerinde HIV/AIDS; homoseksüellik,

uyuşturucu kullanımı, seks işçiliği gibi önceden damgalanmış davranışlarla ilişkilendirilerek haber yapılıyor.

Bu haberde HIV/AIDS’in

bulaşıcılığına yönelik abartılı bir başlık kullanılmış. Abartı yönüyle

damgalamaya katkı veriyor çünkü AIDS’li bir hastaya dokunduğunuz anda hastalık size geçecekmiş gibi bir algı yaratılmış.

“HIV pozitifsin istifa et” başlıklı haberde ise, yıllar içindeki damgalama sonucu HIV pozitif bir kişiye uygulanan ayrımcılık, çalışma hakkı ihlali hatta genel olarak insan hakkı ihlali olarak değerlendirilebilir.

Son olarak yine damgalamaya konu olan obezite üzerinde durmak istiyorum. Sağlık haberleri toplumda oldukça fazla ilgi çekiyor.

İnterpress Medya Takip Şirketi 2015 Ocak-Eylül döneminde yazılı basında 256 binden fazla sağlık haberi yayınlandığını bunun 45 bin 364’ünün beslenme üzerine yapılan haberlerden oluştuğunu duyurdu. Bunların içinde 26 binden fazlası diyet ve obezite üzerine haberlerden oluştu.

Şişmanlık ve diyet haberleri çok okunuyor, toplumun çok fazla ilgisini çekiyor çünkü son yıllarda zayıf olmak bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok kabul gören bir durum. Gazetelerde “çağımızın hastalığı obezite” başlıklı pek çok haber okuyor olabilirsiniz fakat obeziteyi halen gelişmiş ülkelerde bile bir hastalık olarak değil, görüntüyü bozan bir durum olarak gören pek çok insan var.

Kilo çok boyutlu bir sorun olmakla birlikte, insanlar

www.turksagliksen.org.tr

genellikle şişmanlığı iradesizlik ve oburluk olarak tanımlıyorlar.

Hatta aykırı söylemleri “kilo ırkçılığı” olarak niteleyenler de var. Medyada obezite haberleri bilimsel damgalama kavramının bütün unsurları ile yer almasa da oburluk-iradesizlik veya kişilerin dış görünüşlerinden dolayı

damgalama ve kullanılan ifadelerle

ayrımcı, dışlayıcı bir şekilde verilebiliyor.

Haber bilimsel bir araştırmaya dayanıyor. İngiliz bilim adamları yapmışlar bu araştırmayı fakat bilimsel sonuçlar başlıkta ilgi çekme amaçlı çarpıtılmış. Haberde küresel ısınmanın tek sorumlusu olarak obezler gösterilmiş, kullanılan başlık doğrudan

obezleri suçlayıcı bir ifade içeriyor.

Yine yurtdışı kaynaklı haberler incelendiği zaman; “Bu kuaföre şişmanlar giremez!”, “Şişmanlara pahalı bilet” gibi obezleri

dışlayıcı ve damgalayıcı başlıkları görmek mümkün. Ülkemizde obezler bu kadar kesin bir dille suçlanmıyor, kötülenmiyor ama toplumsal yargıları belirleyen kitle iletişim araçları tarafından olumsuz bir imajla sunulduğu kesin. Haberler, genellikle hasta

hikâyeleri üzerinden yapılıyor.

Kilo veren kişilerin başarı öyküleri anlatılıyor fakat atılan başlıklardan şişmansanız yalnız kalırsınız-terk edilirsiniz, şişmansanız arkadaşınız olmaz, şişmansanız çocuğunuz sizden utanır, şişmansanız

sevilmezsiniz gibi mesajları okumak da mümkün.

Obezite yaşının düşmesi nedeniyle aşırı kilolu ve obez çocuklar da bu damgalamanın hedefi oluyorlar. Genellikle obez olan çocuğa diğerleri tarafından

“şişko”, “şişman” gibi ifadelerle damgalama yapılıyor veya küçük düşürücü isimler takılarak, alay etme gibi davranışlarla damgalama açığa çıkıyor.

Medya mensuplarının farkındalığı artırılmalı, bu konuda farkındalık yönünde girişimler; eğitim, seminer, duyuru vb. yapılmalıdır.

Damgalama, sadece basın etiğine değil, evrensel

değerlere de aykırıdır.

İletişim fakültelerinde damgalama ve

damgalama kaynaklı ayrımcılık, dışlama, ötekileştirme vb. kavramların öğretilmesi, medya meslek ilkeleri ve etik eğitimi içine bunların yerleştirilmesi gerekir.

Hekimlerin medyaya bilgi verirken dikkatli olması; damgalama ya da ayrımcılığa yol açabilecek ifadelerden kaçınması gerekir.

Kamu görevlilerinin konu hakkında farkındalıkları arttırılmalı (üst düzey devlet görevlileri, güvenlik kuvvetleri mensupları, yargı mensupları, vali ve diğer mülki yöneticiler) bu görevlilere verilen eğitimin bir parçası haline getirilmelidir.

Medya toplumsal görüş ve tutumları şekillendirip, hatta yönlendirebiliyor. O nedenle haberlerin veriliş şekline özen göstermeli, haberlerde damgalama yapılmamalıdır.

Ayrıca bir insanın toplum tarafından reddi ve ayrımcılığa uğraması insan hakları ihlalidir.

Gazetecilerin de bu bilinç ile haberlerini yapması gerekir.

Damganın üretimine katkı sunacak haberlerden ve başlıklardan kaçınılmalıdır.

O nedenle ben diyorum ki; damgalamadan uzak, hoşgörünün hâkim olduğu güzel günlerde görüşmek dileğiyle…

Öneriler:

Yüzyılı

Belgede Kıymetli okuyucularımız (sayfa 30-34)